Bodrum Masalı mı Bodrum
Yangını mı?
‘ Sen yanmasan...
Ben yanmasam...’
Aşkın dili nakışlardan, mektuplardan cep telefonu mesajlarına indirgenince
Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun sabrı da rahmetli oluyor haliyle.
Bireyselliğin her anlamda hayatımızı ele geçirdiği yaşanmışlıkların içinde tadı
tuzu olmayan, yavan yaşam kurgularınının ürettiği aşklar düşünüldüğünde
kuşkusuz aşk acıları da kurgu dediğimiz sahne sanatlarının sahte zeminlerinde
ifade bulmakta zorlanıyor. Oysa ne güzeldi aşk. Dizi dediğimiz kurgusal
dünyalar kolaylıkla evlerimize konuk olmaya başladığından bu yana anlatımlar da
tıpkı hayatlarımızdaki paralellikleri gibi değer kaybetti. Gün içinde efsane
dediğimiz çiftlerin, unutulmaz sandıklarımızın bile unutulur olması bundan
belki. Şöyle bir bakıyorum da bana anlatımıyla, derinliğiyle hala aşk hissi
veren kurgu çiftler Selim-Esma ya da Seymen-Bahar’dan ileri gitmiyor. Bunun
altında yatan nedenler sorgulanabilir belki. Süreler, koşullar gibi. Ama şu an
baktığımda altında gerçekmiş hissi olmayan, altı boş hikayeler ve aşklar karton
kalmaktan kurtulamıyor. Yazık ki...
Şimdi gelelim yazının mevzu bahsi olan hikayeye veya çifte. Sosyal
medyadaki paylaşımlarla görüp daha sonra 9.bölümünde Aslı’nın, sevgilisinin
babasından madur Ateş’in üstünü derinlikli aşkına karışmış anne şefkatiyle
değiştirdiği sahneyle takılıp kaldığım Bodrum Masalı’na... İki bayıldığım
oyuncu Timuçin Esen ve Şevval Sam’a rağmen ağır ilerleyen tavrıyla çok da
seyretmediğim diziye bu sahnenin etkisiyle daha derinlikli bakmak istedim.
Kuşkusuz usta oyuncuların oyunculuklarına diyecek laf yoktu ancak anlaşılan o
ki her diziyi sırtlayan lokomotif çift algısını taşıyacak aşk Aslı ve Ateş’in aşkıydı. Alperen Duymaz ve
Ezgi Şenler arasındaki kimya tutmuş ama sanki ilerleyiş anlamında biraz yavaş
kalmıştı.
Senaristlerin kurgu bütünlüğünde bu çifti ağırdan almasının eminim
profesyönel sebepleri vardır. Zira en başından bu ikilinin arasında aşk olacağı
netti bana göre. İsim seçiminden, karşılaşma biçimlerine kadar. Hayatta
tutunduğu her şeyi bir gecede kaybeden Ateş ve kayıplıklarıyla büyümüş Aslı.
Bundan daha doğal bir çift olabilir miydi? Alara’nın annesinin de dediği gibi,
onlar engel olmasa Ateş’in karakteri engeldi Alara ile olan ilişkisine. Bu
ilişkinin sürmesine. Şimdi bazı izleyenler eminim Ateş Alara’ya çok aşıktı
diyecekler. Evet ve hayır. Önceki Ateş Alara’nın sevgilisiydi bu doğru. Kendine
has sevgisi de samimiydi. Amaa... Zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmadan,
üç kuruşun hesabını yapmadan, pencere önünde bambaşka hayatlara bakmadan
önceydi o. Bir genç kızın onun için
hayatından vazgeçebileceğine şahit olmadan önceydi. Ateş belki Aslı’yla bu
konuyu hiç konuşmadı. Baştan beri görmezden geldi ;ama ta en başından bu yana
Aslı’nın aşkının gücünü, Aslı onu
Alara’ya götürürken bile hissetti bana kalırsa. Sormazlar mı kendini sevdiğine
kurban edebilecek bir kadını sevmemeye daha ne kadar dayanacaktı bu yaralanmış
ve kaybetmiş genç adamın yüreği? Aşk katmanlanırken Ateş için, anne ve babası
arasında görmediği belki annesinin yüreğini köz gibi yakan aşkı bilinçaltında
ona en yakın olarak hisseden bu genç adam, terk etse de sevmeye devam eden
kadının genlerinden nasıl kopacaktı? Ateş belki Yıldız’ın içindeki Faryalı’ya
dair Ateş’tir buz gibi görüntüsüne inat. Peki bu Ateş Aslı’ndan nasıl
kopacaktı?
Alara’nın o adada ne oldu sorusunun
temelinde de işte bunlar var bence. O adada her şeyden soyut, kaçan, terk
edilmiş, yüksüz bir Ateş olarak baktığında,tüm flu grilerden arınmış, Aslı’yı
gördü Ateş. Ne zamandır farkında olduğu ;ama eski yaşamına ve belki söz
vermişliklerine dair tek köprüsü çocukluğunu bağladığı Alara’dan göremediği
hatta görmezden geldiği Aslı’yı gördü adada. Onu elinden zehirli balık yiyen,
zehirlendiğinde bile sahil güvenlik seni polise verir diye onu düşünen, içi
acıya acıya sen Alara’yı bırakır mısın diye kendi kendisine telkinde bulunup
kollarında ölüme yürürken bile aşkını gözleriyle anlatmayı sözlere tercih eden
Aslı’yı gördü. Aslı Ateş’e beni duymadın dedi belki ;ama Ateş Aslı’yı duyduğu
için gözleri dolu dolu baktı koparız herhalde diyen Aslı’nın ardından.
Neyse şairin dediğine gelelim;
-Kül olayım Kerem gibi yana
yana...
Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar
aydınlığa...
Soru hikaye tamamlanacak mı? Bilmiyorum ;ama umuyorum tamamlansın. Nazım’ın
şiirinde bambaşka bir şeye dönüşen yanmak metaforunu biz Aslı ve Ateş’in
sevdasında görebiliriz umuyorum. Aslı’nın aşkının Ateş’iyle tutuşan Kerem gibi
derinlikli bir aşık olsun Ateş. Sevdaya düşmek böyle bir şey çünkü, bile bile
yanmak. Koca bir alev topuna dönmek ama bundan memnun olmak. Ben vakti olursa ve artık odaklanılırsa
Alperen Duymaz ve Ezgi Şenler’in hayat verdiği Aslı ve Ateş’ten incelikli, dolu
bir masal çıkacağı fikrindeyim. Naçizane fikrim, aşk olsun artık.
Dizinin diğer konularına baktığımda, özellikle Kelebek Su hattında, net bir
şekilde ben sadece Kelebek görüyorum. Her haliyle nerede olursa olsun
sevdiklerine sahip çıkan, iki eli kanda olsa yine de koşan, seven hep seven,
sevginin her rengini içinde tutan, kanatlanan Kelebek. Su nasıl bir
dönüştürülmeden ya da nasıl bir acıdan geçip Kelebek’in kıymetini anlar
bilmiyorum. Belki gereken budur. Ama şu an her ne olursa olsun orda bir aşk
varsa tek taraflı gözüküyor. Ateş’in dediği gibi kimi seviyorsun? Ya da benim
izlerken sorduğum gibi neyi istiyorsun sen Su? Burada Hilmi Cem İntepe’yi
özellikle Timuçin Esen’le sahnelerinde çok samimi bulduğumu belirtmeden
geçemeyeceğim.
Faryalı Yıldız ilişkisi bana göre parçalı bulutlu devam edecek. Ateş Faryalı’nın
oğlu mu sorusuyla da meşgul edilen kafalara son anda bir ters köşe yapılsa bile,ki
sanmıyorum, kan bağıyla olmasa da Faryalı’nın Ateş’in seçimiyle babası
olacağını da küçücük not düşmek isterim. Gönül ister klişenin dibi olsa da onca
eziyete Faryalı bir oğul sahibi olsun tabi. Çünkü dizide öyle ya da böyle aşkı
her haliyle bilen ve çeken Faryalı... İkinci sırada ise kuşkusuz Aslı var.
Ancak burada küçük bir eleştirim daha var. Bu gençlere büyük büyük laflar
ettirmek yerine,büyük büyük yaşatsanız sayın senaristlerimiz. Yaşayarak
öğrenirsin ya hayatı o yaşta. Kıskanırsın, yumruklarsın, ağlarsın, içine
atarsın, pişman olursun, ağız dolusu gülersin sonra bunlara inat. Hatırlarsın
en çok. Yaptığın hatalarda sana söylenenleri hatırlarsın.
Gözde ve Evren’e gelince, ne diyim
bilmiyorum. Çatışma yaratmak adına zaman zaman zayıf kalıyorlar bana göre. Pek
ne olacak merakı yaratmıyorlar. Oysa oyunculuk anlamında çok iyi ifade edilen
iki karakter. Buna rağmen iş, gençler hattından özellikle de Aslı ve Ateş
diyaloglarından eksildi mi, yavaşlıyor. Cahit faktörü bile bana göre daha
heyecan vericiydi mesela. Yazdığım bu küçük yazının sonuna gelirken, yazıyı
yazdıran ikiliye ve onları yaratan senariste selam ediyorum. Yazanın da oynayarak
yaratanın da eline sağlık. Temennimi söyledim ikiletmeyeyim. Son demde yine
Aslı ve Ateş’e ithafen:
‘Kalbimin acısı etimin
acısıyla bir oldu. Sert, çok sert, gözyaşlarımı almıyor içine, yaşımda
boğuluyorum. Soğumaya başladım, kanım aktığı anda kristalleşiyor,üşüyorum. Taş
işliyor bana, elimden bir şey gelmiyor. Bırakıyorum kendimi, izin veriyorum
beni almasına, şekil vermesine, kendine katmasına.’
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder