16 Kasım 2016 Çarşamba

Bodrum Masalı mı Bodrum Yangını mı?
‘ Sen yanmasan...
 Ben yanmasam...’
Aşkın dili nakışlardan, mektuplardan cep telefonu mesajlarına indirgenince Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun sabrı da rahmetli oluyor haliyle. Bireyselliğin her anlamda hayatımızı ele geçirdiği yaşanmışlıkların içinde tadı tuzu olmayan, yavan yaşam kurgularınının ürettiği aşklar düşünüldüğünde kuşkusuz aşk acıları da kurgu dediğimiz sahne sanatlarının sahte zeminlerinde ifade bulmakta zorlanıyor. Oysa ne güzeldi aşk. Dizi dediğimiz kurgusal dünyalar kolaylıkla evlerimize konuk olmaya başladığından bu yana anlatımlar da tıpkı hayatlarımızdaki paralellikleri gibi değer kaybetti. Gün içinde efsane dediğimiz çiftlerin, unutulmaz sandıklarımızın bile unutulur olması bundan belki. Şöyle bir bakıyorum da bana anlatımıyla, derinliğiyle hala aşk hissi veren kurgu çiftler Selim-Esma ya da Seymen-Bahar’dan ileri gitmiyor. Bunun altında yatan nedenler sorgulanabilir belki. Süreler, koşullar gibi. Ama şu an baktığımda altında gerçekmiş hissi olmayan, altı boş hikayeler ve aşklar karton kalmaktan kurtulamıyor. Yazık ki...
Şimdi gelelim yazının mevzu bahsi olan hikayeye veya çifte. Sosyal medyadaki paylaşımlarla görüp daha sonra 9.bölümünde Aslı’nın, sevgilisinin babasından madur Ateş’in üstünü derinlikli aşkına karışmış anne şefkatiyle değiştirdiği sahneyle takılıp kaldığım Bodrum Masalı’na... İki bayıldığım oyuncu Timuçin Esen ve Şevval Sam’a rağmen ağır ilerleyen tavrıyla çok da seyretmediğim diziye bu sahnenin etkisiyle daha derinlikli bakmak istedim. Kuşkusuz usta oyuncuların oyunculuklarına diyecek laf yoktu ancak anlaşılan o ki her diziyi sırtlayan lokomotif çift algısını taşıyacak aşk  Aslı ve Ateş’in aşkıydı. Alperen Duymaz ve Ezgi Şenler arasındaki kimya tutmuş ama sanki ilerleyiş anlamında biraz yavaş kalmıştı.
Senaristlerin kurgu bütünlüğünde bu çifti ağırdan almasının eminim profesyönel sebepleri vardır. Zira en başından bu ikilinin arasında aşk olacağı netti bana göre. İsim seçiminden, karşılaşma biçimlerine kadar. Hayatta tutunduğu her şeyi bir gecede kaybeden Ateş ve kayıplıklarıyla büyümüş Aslı. Bundan daha doğal bir çift olabilir miydi? Alara’nın annesinin de dediği gibi, onlar engel olmasa Ateş’in karakteri engeldi Alara ile olan ilişkisine. Bu ilişkinin sürmesine. Şimdi bazı izleyenler eminim Ateş Alara’ya çok aşıktı diyecekler. Evet ve hayır. Önceki Ateş Alara’nın sevgilisiydi bu doğru. Kendine has sevgisi de samimiydi. Amaa... Zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmadan, üç kuruşun hesabını yapmadan, pencere önünde bambaşka hayatlara bakmadan önceydi o.  Bir genç kızın onun için hayatından vazgeçebileceğine şahit olmadan önceydi. Ateş belki Aslı’yla bu konuyu hiç konuşmadı. Baştan beri görmezden geldi ;ama ta en başından bu yana Aslı’nın aşkının gücünü,  Aslı onu Alara’ya götürürken bile hissetti bana kalırsa. Sormazlar mı kendini sevdiğine kurban edebilecek bir kadını sevmemeye daha ne kadar dayanacaktı bu yaralanmış ve kaybetmiş genç adamın yüreği? Aşk katmanlanırken Ateş için, anne ve babası arasında görmediği belki annesinin yüreğini köz gibi yakan aşkı bilinçaltında ona en yakın olarak hisseden bu genç adam, terk etse de sevmeye devam eden kadının genlerinden nasıl kopacaktı? Ateş belki Yıldız’ın içindeki Faryalı’ya dair Ateş’tir buz gibi görüntüsüne inat. Peki bu Ateş Aslı’ndan nasıl kopacaktı?
 Alara’nın o adada ne oldu sorusunun temelinde de işte bunlar var bence. O adada her şeyden soyut, kaçan, terk edilmiş, yüksüz bir Ateş olarak baktığında,tüm flu grilerden arınmış, Aslı’yı gördü Ateş. Ne zamandır farkında olduğu ;ama eski yaşamına ve belki söz vermişliklerine dair tek köprüsü çocukluğunu bağladığı Alara’dan göremediği hatta görmezden geldiği Aslı’yı gördü adada. Onu elinden zehirli balık yiyen, zehirlendiğinde bile sahil güvenlik seni polise verir diye onu düşünen, içi acıya acıya sen Alara’yı bırakır mısın diye kendi kendisine telkinde bulunup kollarında ölüme yürürken bile aşkını gözleriyle anlatmayı sözlere tercih eden Aslı’yı gördü. Aslı Ateş’e beni duymadın dedi belki ;ama Ateş Aslı’yı duyduğu için gözleri dolu dolu baktı koparız herhalde diyen Aslı’nın ardından.
Neyse şairin dediğine gelelim;
-Kül olayım Kerem gibi yana yana...
Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
Soru hikaye tamamlanacak mı? Bilmiyorum ;ama umuyorum tamamlansın. Nazım’ın şiirinde bambaşka bir şeye dönüşen yanmak metaforunu biz Aslı ve Ateş’in sevdasında görebiliriz umuyorum. Aslı’nın aşkının Ateş’iyle tutuşan Kerem gibi derinlikli bir aşık olsun Ateş. Sevdaya düşmek böyle bir şey çünkü, bile bile yanmak. Koca bir alev topuna dönmek ama bundan memnun olmak.  Ben vakti olursa ve artık odaklanılırsa Alperen Duymaz ve Ezgi Şenler’in hayat verdiği Aslı ve Ateş’ten incelikli, dolu bir masal çıkacağı fikrindeyim. Naçizane fikrim, aşk olsun artık. 
Dizinin diğer konularına baktığımda, özellikle Kelebek Su hattında, net bir şekilde ben sadece Kelebek görüyorum. Her haliyle nerede olursa olsun sevdiklerine sahip çıkan, iki eli kanda olsa yine de koşan, seven hep seven, sevginin her rengini içinde tutan, kanatlanan Kelebek. Su nasıl bir dönüştürülmeden ya da nasıl bir acıdan geçip Kelebek’in kıymetini anlar bilmiyorum. Belki gereken budur. Ama şu an her ne olursa olsun orda bir aşk varsa tek taraflı gözüküyor. Ateş’in dediği gibi kimi seviyorsun? Ya da benim izlerken sorduğum gibi neyi istiyorsun sen Su? Burada Hilmi Cem İntepe’yi özellikle Timuçin Esen’le sahnelerinde çok samimi bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim.
Faryalı Yıldız ilişkisi bana göre parçalı bulutlu devam edecek. Ateş Faryalı’nın oğlu mu sorusuyla da meşgul edilen kafalara son anda bir ters köşe yapılsa bile,ki sanmıyorum, kan bağıyla olmasa da Faryalı’nın Ateş’in seçimiyle babası olacağını da küçücük not düşmek isterim. Gönül ister klişenin dibi olsa da onca eziyete Faryalı bir oğul sahibi olsun tabi. Çünkü dizide öyle ya da böyle aşkı her haliyle bilen ve çeken Faryalı... İkinci sırada ise kuşkusuz Aslı var. Ancak burada küçük bir eleştirim daha var. Bu gençlere büyük büyük laflar ettirmek yerine,büyük büyük yaşatsanız sayın senaristlerimiz. Yaşayarak öğrenirsin ya hayatı o yaşta. Kıskanırsın, yumruklarsın, ağlarsın, içine atarsın, pişman olursun, ağız dolusu gülersin sonra bunlara inat. Hatırlarsın en çok. Yaptığın hatalarda sana söylenenleri hatırlarsın.
Gözde ve Evren’e  gelince, ne diyim bilmiyorum. Çatışma yaratmak adına zaman zaman zayıf kalıyorlar bana göre. Pek ne olacak merakı yaratmıyorlar. Oysa oyunculuk anlamında çok iyi ifade edilen iki karakter. Buna rağmen iş, gençler hattından özellikle de Aslı ve Ateş diyaloglarından eksildi mi, yavaşlıyor. Cahit faktörü bile bana göre daha heyecan vericiydi mesela. Yazdığım bu küçük yazının sonuna gelirken, yazıyı yazdıran ikiliye ve onları yaratan senariste selam ediyorum. Yazanın da oynayarak yaratanın da eline sağlık. Temennimi söyledim ikiletmeyeyim. Son demde yine Aslı ve Ateş’e ithafen:
‘Kalbimin acısı etimin acısıyla bir oldu. Sert, çok sert, gözyaşlarımı almıyor içine, yaşımda boğuluyorum. Soğumaya başladım, kanım aktığı anda kristalleşiyor,üşüyorum. Taş işliyor bana, elimden bir şey gelmiyor. Bırakıyorum kendimi, izin veriyorum beni almasına, şekil vermesine, kendine katmasına.’


                                                                                                          UmayMasal  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder