27 Mayıs 2018 Pazar

“Ben obsesif değilim, duvarlar yamuk”- YağHaz

Çünkü herkes öldürür sevdiğini...
Avuçta bir parça keder, bir parça farkındalık, biraz da kırıklık. Yağız ve Hazan’ın hikayesi bundan ibaret. Onları sevenler için elbet. Oysa ne güzel olabilirdi aşk aşka teslim olabilseydi gerçeklerin boyunduruğunda kalmış sahteliklere inat kurguda bari sadece aşk kazanan olsaydı. Olmadı, oldurulmadı. Sebepleri beni bağlamaz. Kişiler de. Ben hikayelere bakarım hep öyle yaptım. Hikayenin ruhuna ihaneti de hiç affetmedim. Affetmeyeceğim. Bölüme dair söyleyeceklerim var elbet. Ama önce annelik ve babalıktan dem vuralım.
Babalık özellikle oğulla olan ilişkide çoğu zaman dalgalı bir seyir izler. Sevgisizlik, mutsuzluk, hatta gerilimli. Babayla olan ilişkide acıklı bir pişmanlık ve ulaşamama duygusu vardır. Babanın affına sığınma, ondan onay bekleme, en önemlisi onu affetme duygusu vardır. Babaları yüzünden zorluk yaşayan erkekler ancak babaları yaşlandığında onu anlarlar. Hatta affederler. Niye bunları anlatıyorum? Eğer doğru bir kurgumuz olsaydı ve yazanlar kurguya ihanet etmeseydi Yağız ve Hazım ilişkisinde çıkabilecek dinamik ne olurdu büyüteciyle bakmak için. Mahir Günşıray gibi bir oyuncunun Hazım’a yükleyebileceği anlamlar ve Yağız gibi bir karakterle bu çizgide yaşayacağı çatışmanın aslında altının ne kadar dolu olabileceğini görmek için. Dün akşam izlediğimiz hepi topu üç-üç buçuk dakikalık sahnede istense bazı noktaların nasıl altının çizilebileceği aslında üçgen merkezli çatışmanın miadını çoktan doldurduğunu kendi kalemiyle itiraf etti yazan kişi. Babası gibi olma ya da en azından kendisine anlatılan gibi biri olma telaşındaki Yağız’ın Hazım’ın ona idealize ettiği kendisine öz evlatlarından yakın olması üzerine ne konuşmalar yapılırdı oysa. Sevdiği kadına şiirler okumanın romantizmine kapılan üvey evlat Yağız’dan kadınları meta olarak gören ve bu yönü ne hikmetse bunca bölümdür yüceltilen öz evlat Sinan’a. İlginç di mi? Oysa derdimiz güçlü kadınlar ve onlara saygı duyan erkekleri yüceltmek olmalıydı. Ah tabi dizi bu dizi. Unutmuşum üzgünüm. Ailesi tarafından kabul görme isteğinin hiç karşılanmaması belki Yağız’ın bunca çirkinliği kabullenmesini sağlayan dinamik olarak yeterlidir ama buradaki temel sorun da bana göre şöyle çıkıyor, köprü bitti sona geldik ve buralar çoktan geçilmesi gereken yollar, tamamlanması gereken parçalardı. Kısaca Hazım ve Yağız dinamiği de pek çok şey gibi harcandı, küçücük bir ergenin elinde oyuncak edildi.
“Kusursuzluğu unutun. Her şeyde çatlak vardır ve ışık böyle girer içeri..”, der Leonard Cohen. Biz Fazilet’ten kusursuz olmasını beklemedik hiç. Diziye adını veren karakterimizin çatlaklarından ışık girsin istedik sadece. Hatalar yapsın ama o hataların içinden sadece kızları için doğruyu da bulsun istedik. Böyle olsun ki Fazilet’le empati kurabilelim istedik. Ona kızalım ama onu da sevelim istedik. Mümkün müydü? Mümkündü çünkü Nazan Kesal vardı. Ama o mümkün, mümkün kılınmadı. Annelik kadınlığın her halini barındıran muazzam bir detaydır derler. İdealize edilen ama o oranda yapılan hatalarla öğrenilen. Duygudur annelik, sevgi, kabul ve bir parça yitiriş. Hazan –Ece- Fazilet hattında biz bu anneliği, “Anayım ben ana” repliği dışında sanırım sadece akşamki bölümde gördük. Koca bir kısırdöngüde güya yaptıklarının bedelini ödeyen Fazilet. Ece’nin annesine en çok ihtiyacı olan zamanda kızının yanında olması engellenmiş, kendi oyunlarıyla parmağına takılan yüzük nedeniyle kıvranan Hazan için bir şey yapamayan Fazilet. Yağız’la kızı arasındaki duygular, yaşanmışlıklar karşısında dili tutulan Fazilet. Peki samimi mi bu hamle? Üzgünüm. Kızı ölmek üzereyken canı pahasına o mezardan kızını çıkaran adama bir teşekkürü çok görüp üzerine kızının duygularını bilmesine rağmen paraya oynayan kadına dönüşmeseydi Fazilet belki samimi gelirdi. Mesela deseydi kızına; kızım yanlış bu, bu iki adam birbirini kardeş biliyor, canları yanar,senin de canın yanar, sen ikisinden de uzak dur, ne sen yan ne onlar, belki inanırdım ben Fazilet’in anneliğine. İnanmıyorum artık. Çünkü hayal evreninizi üzerine kurduğunuz Fazilet’i bile boşalttınız itinayla. Kutsama beklemedik ki biz. Biz aklıyla, duygusuyla, hatta defosuyla yaşayan bir kadın olsun dedik Fazilet için. Anne olsun dedik. Hata yapsın ama dönsün dedik. Neden böyle biri olmayı seçti, altı dolsun dedik. Çok şey demişiz. Çok şey beklemişiz. Yapamayacağınız, yazamayacağınız kadar çok şey. Hazan’la Fazilet çatışmasının tıpkı Hazım Yağız çatışmasında öngördüğümüz gibi olması mümkündü. Olmadı, oldurulmadı. O yüzüğü bir gün bile takmaya tahammül edemeyen kızın ruhunu boşalttığınız gibi annesiyle çatışmasının etkisini de yok ettiniz. Bunu neden yaptınız? Evreninizin en boş karakterine uyum göstersinler diye mi? Mümkün. Her şey mümkün.
Sinan’a ilişkin yazacağım bir şey yok. Zira sadece benim fikrim olmayarak söylüyorum, akşam diziyi beraber izlediğim farklı yaşlardaki kişilerin de ifadesi gibi, öyle saçma ki yaptıkları hani sözcüklerle arası iyi olan benim için dahi yetersiz kalıyor lügat. Yağız’ı lanetleme biçimine gelince; siz orda bir aşkı değil kadınlık gururunu da hiç ettiniz bilin diye söylüyorum. Hazan’ı , Yasemin’i hatta sonrasında Nil’i. Siz kadın olma kavramını yok ettiniz. Ahlak üzerinden dimdik Yağız’a çıkması istenen Hazan yolunu bir kaçıştan başka bir şeyin kurtaramayacağı zavallılığa çevirdiniz.  Aslında neden şaşırıyorsam. Haftalardır bunu yapmıyor musunuz? Buz gibi neye yüründüğü belliyken hem de. Hızla Yağhaz aşkının altını boşaltıp başka ufuklara yelken açmak için ortam hazırlıyorsunuz. Sorun, işe yarayacak mı? Göreceğiz.
Gelelim Hazan’a aşkını bile Sinan’ın önünde itiraf ettirdiğiniz Yağız’ın Hazan’la olan sahnesine. Orhan Veli, Vazgeçmek Mümkün Olmasın, şiiriyle Yağız’ın ağzından ruhunu uçururken uçurtma gibi Yağız’la Hazan’ın üstünde o sarılmaydı sanırım bunca sorunun cevabı. Bu saçmalığa neden katlanıyoruzun cevabı, neden YağHaz’ın cevabı. Öyle bütün, öyle gerçek, öyle samimi. Repliklerindeki boşluğa rağmen öyle, biz. Sarılmak dünyanın en romantik şeyidir. Yağız ve Hazan Türk dizi tarihinin en iyi sarılan çifti olarak tarihe geçecek bence. Zira her sarılmaları başka anlam taşıyor. Şu ana kadarki üç sarılmada da ayrı ayrı duyguları ayrı ayrı jestlerle verdiler bize. İlk havaalanında aşkın farkında olmaksızın gitme , kaybetme korkusunu; hastanede iyi olduğunu bilmenin huzuruyla kimseyi görmeden aşık olmayı; ikinci havaalanında aşkın karşılıklılığında ondan vazgeçmenin acısını; bu son sarılmada ise Hazan’ın Yağız’a sahip çıkışına sığınan Yağız’ın aşkla teslim oluşunu. Bedenlerinin duruşuyla bile bu aşkı hissettirirken rönesans tablosu gibi olan bu çiftin hala ısrarla konuşamaması nasıl kanıma dokunuyor. Hazan gibi bir kızın Sinan’ın durmayacağını bile bile artık aşkını yalana kurban etmemesi gerektiğini anlamaması nasıl sıkıntı yaratıyor ruhumda. İnanın izleyen herkes böyle hissediyor. Yağız’ın Hazan’ı ötelemesi, iki hafta önce zerre takmadığı yüzüğü kardeşinin gerçeği görmesi, bir hafta önce çat kapı girdiği odaların kapılarında giremeden dolanması gibi devamlılıktan uzak ve saçma. O yüzüğün ne için o parmakta olduğunu bilmesine rağmen , aşkına büyük bir karşılık aldığını bilmesine rağmen hem de. Bu aşkı bir seni seviyoruma muhtaç bırakan kalemler kırılsın. O ortamda birbirlerine atılmalarını, dertleşmelerini, acılarını bile paylaşmalarını engelleyen zihinler kurusun.  Ne diyim kurguya ihanetiniz kutlu olsun.

Ek sahne.. Bu kısım kurguya olan saygım, gerçeklerinden daha güçlü hikaye kahramanlarına selamımdır.
Yağız- Neden geldin?
Hazan-Senin için, senin yanında olmak için.
Yağız- Parmağındaki o yüzükle yanımda olamazsın, olmadın ki, belki hiç olamayacaksın.
Hazan- Bu yüzük benim prangam biliyorsun. Neden parmağımda biliyorsun. Kalbimdekinin bu olmadığını biliyorsun.
Yağız- Kalbindeki, kalbimizdeki.. Bu yaşadıklarımız, olanlar...
Hazan- Haketmedik, haketmedin. Biz sadece sevdik. Tamam yanlış zamanda anladık ama sevdik.
Yağız- Anladık deme. Ben en doğru zamanda anladım seni sevdiğimi. Sen beni anlamadın.
Hazan- Haklısın. Ben bir hayalin peşinde sürüklenirken gerçeğimin sen olduğunu anlayamadım. Sana bakarken, senin gitmenden korkarken içimde büyüyen şeyin aşk olduğunu anlayamadım.
Yağız- Senden kaçarken sana nasıl tutulduğumu anlatamadım. Senden vazgeçemedikçe senden kaçmak için çabaladıkça nasıl bir batağa girdiğimizi anlatamadım.
Hazan- Güvendiğim ellerinken, aradığımın hep senin gözlerin olduğunu anlayamadım. Öfkemin, nefretimin, güvenimin muhatabı adam ben senin aşk olduğunu doğru zamanda anlayamadım. Bak bedeli. Zincirliyim. Sana gelmekten başka istediğim bir şey yok. Sana sımsıkı sarılıp göğsünde hapsolmaktan başka beklediğim yok.
Yağız- Sensiz sevdim ben. Seninle sevmenin ne olduğunu anlamama yaşamama izin vermediler. Başta kendim izin vermedim. Şimdi burda karşımdasın ve bana senden başka bir şey istemiyorum diyorsun.
Hazan- Küçük bir kız çocuğu gibi evet, sadece seni istiyorum. Her şeye rağmen. Çünkü seni çok seviyorum, çok.
Yağız- Hayatta sadece seni istiyorum, herkesin yoluna gittiği o noktada sadece sen yanımda ol istiyorum. Çünkü seni çok seviyorum.
...........................................
Hamiş: Dünyayı aşk kurtaracak. Öylesine değil ama. Bir gün aşk çekilip gittiği gerçeklikten sekip yaşamaya başladığı kurguda intikamını almayı bırakıp yeryüzüne konacak. O vakit anlayacak insan aşkın ne büyük bir güç olduğunu. Gülümseyecek, dürüstlere. Kalbini, ruhunu başka şeylere satmayanlara, acısını içinde tutup gülümseyecek. Üfleyecek onların ruhuna aşkı. Sonra dünya kurtulacak. Aşka inancıyla direnenlere, bu hikayede en çok Yağhaz fandoma... Herkes öldürür sevdiğini, içi acısa da.
                                                     UmayMasal

     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder