12 Haziran 2018 Salı

Hikayenin Ruhu Üflenir Aşk İmkansıza Düşer- YağHaz

“Gittin mi büyük gideceksin!
Ayrılık bile gurur duyacak seninle- Can Yücel”
Bu bölümde Yağhaz’a veda edecektim. Bölümü izledim. Sonra yazmak için oturdum. Uzun süre ekrana baktım. Boş boş baktım. Tıpkı final bölümü adı altında izlediğim bölüme baktığım gibi. İçimi yokladım. Nerden başlamalı ne anlatmalı dedim. Bulamadım. Şu saate kadar tutunduğum dala, Aşk’a , baktım. Göremedim, eksik gedik satırların arasında. Annelik dedim, asılı kalmış darağacının yağlı urganında. Baba olsa dedim, geç kalınmışlıkları saklamaz ki ataerkil düzenin hikayenin tabanına koyduğu dinamit. Öyle boşta, öyle havada kaldım ki, kendime kızdım nereden bu hikayeye tutundum diye. Bölüm boyunca akmadı gözyaşım, durdum yanağımdan süzülen tek damlaya odaklandım. Dedim o akşamki veda neydi ki, sen kendi vedanı kendince yaz gitsin. Sonra bir şarkı geldi aklıma, kalktım buldum onu onca plak arasında bıraktım söylesin Nilüfer:
Derdim var gecem zehir bana
Yardım et seni unutmama
Anılar başucumda
Kov gitsin...
Sevmiştim seni kana kana
Şansım yok kaderden yana
Yaşanan her ne varsa sil gitsin
...
Benim aşktan anladığım
Yaşananlar kar saydığım
Kalbim sende kaldı
Kır gitsin...
Kırıldık. Kırdılar bizi. Hikayenin kendince bir yerine tutunan herkesi kırdıkları gibi. Haftalarca parçaladıklarını son bölümde rüzgara savurdular. Rüzgardır dediler geride bırakmadan dağıtır bütünü. Bilemediler rüzgarın zaman olduğunu ve zamanın her an adaleti çağırdığını; bazen geç olsa da. Onların rüzgarı bizim zamanımız. Gösterecek ne olacağını. Göreceğiz.
Kadın olmak, canıyla kadın olmaktır. Yaşadığı dünyada bedeninden, duygularından, düşüncelerinden ve ilişkilerinden dolayı baskı altında tutulan, aşağılanan, kendisine şiddet uygulanan kadın, canıyla varolamaz. Kadın üzerine düşünme zulüm üzerine düşünmektir. Fazilet Hanım evreni bol kadınlı ve adının vaddettiği yaklaşımla bunu yapmaya hem de bunu basitçe büyük laflara gerek duymadan anlatmaya öyle yakındı ki. Erkek egemen dünyada kendisine biçilen rolleri giymiş, sürekli sürekli bu rollerle sınanmış bireyleri anlatmak “Egemen” soy ismiyle erkek evrenini temsil eden ataerkil yapıyı eleştirmek mümkün müydü? Mümkündü. Yasemin’den, Ece’ye, Fazilet’ten Nil’e yaftalamanın farklı sosyal sınıflar arasında nasıl kadına yönelik yapıldığını gösterirken Hazan’la Yağız arasındaki aşkta en baştan yaftalamayla başlayan o “şey”in yani tanımanın, anlamanın, derine bakmanın yarattığı dip dalgasının neleri değiştirebilecek güçte olduğunu görmek, hem de en basit çizgilerle görmek, mümkündü.  Kamusal alanın hakimi erkek egemen bakışına istisnai bakıştı Yağız çünkü. Hayatlara müdahale etme hakkını kendinde gören Hazım’a, Sinan’a karşı anlayışlı; hayatının kontrolünü yitirmiş Gökhan’a karşı alabildiğine kendine hakim. Tıpkı yansıması Hazan’ın, Ece’nin dişiliğine karşın net ve o dişilikten sıyrılmış, annesi Fazilet’in güç, para takıntısına karşın doğru ve yardımsever olması gibi. İki ayrı dünyanın çarpıştırıcısı gibi. İki dünya çarpışır yepyeni bir dünya doğar. Doğmalıdır. Çatışmalar yaratarak, parçalayarak. Bizim hikayemizde doğmadı çünkü başka unsurlar işgal etti o dünyaları.  Zulüm aşkı esir etti. Zulüm anneliği de esir etti. Kerime’nin dediği gibi bir günde delirmez kimse. Oğlunun kimliğini öğrenme sürecinde herkes tarafından aldatılan Kerime’yi bile Sinan’a anne yaparken, oğlumu öldürmeye kalktım ben duygusundaki kadına sadece oğlu için iki öğüt noktası seçildi. Biri Hazan’a dairdi ki eksikti. Orada mezarda ölmek pahasına Hazan’ın nasıl direndiğini de söylemesi gerekirdi Kerime’nin; diğeri Hazım’ın Yağız’ın babası Egemenlerin ise ailesi olduğu ifadesiydi. Egemenler ki, Yağız’ın hayatını koca bir yapboza çevirenler. Yağız açısından aydınlanma kısmı net duygu evreni eksik olan hayat yapbozu, korkarım Çağlar Ertuğrul oynamasa daha da eksik kalacaktı, en temel eksiği aşk olmasına rağmen tamamlandı. Annesinin kim olduğunu, babasının kim olduğunu tüm boşluklara rağmen öğrendi. Canı yandı. Yüzleşti. Çıktı gitti. Peki asıl hikaye neydi? Fazilet’in eve kendi cehennemine dönüşü, Kudret’in onu takip edişi, Hazan’ın babası hakkında duydukları... Bu muydu hikaye? Bu muydu acaba Hazan’ın annesiyle arasındaki uçurumun sebebi? Fazilet’in aşka nefretinin tabanı bu muydu? Sanmıyorum. Fazilet yaşamadığı, hayalkırıklığına uğramadığı bir duyguyu sadece para hırsından bu kadar zaman yargılayamaz, yargılamışsa inandırıcı olmaz. Bir bölümlük ve o oranda eksik finalin en eksik tarafı kaldı Fazilet ve Hazan. Hoş hikaye ne zaman Egemenleri kendisine merkez kabul etti o zaman yokuş aşağı inmeye başladı. İki ayrı dünyanın birleştiricisi ve en büyük çatışma sebebi olacak olan büyük aşk yani Yağız ve Hazan dahi o erozyondan kendini kurtaramadı. Sürekli ve sürekli kan kaybetti. Yazılmadı, anlatılmadı, eksik gedik bırakıldı. Neden yapıldı anlamak mümkün değil. Fakat görünen o ki hikayeye ihanet edildi. Kadına ihanet edildi. Kadın sadece entrika evrenine hapsedilip, anneliği, kadınlığı, nesne olmaktan çıkma mücadelesi, kendi ayakları üzerinde durmak için feda ettikleri, aşkı en çok da aşkı her şey gibi gözardı edildi. Acı olan bunu yaparken de en çok kadın izleyici tarafından sahiplenildi. Kadın izleyici Sinan ve Yağız’ın kör dövüşünü izledi. Tarafgir oldu. Hazan’a kızdı. Fazilet’i anlamaktan öteye savruldu. Neden? Çünkü böyle olsun istendi. Dolmadı tabanı hiçbir mücadelenin. Anlatılmadı. Kesik, boş, anlamsız evet evet anlamsız hikayeciklerle oyalandı izleyen. Sonunda o hikayeciklere eklemlenen anlamsız bir sonla da veda etti. Olsun biz anlamsız şeyleri seviyoruz mu? Yağız ve Hazan’a dair olan her şey gibi anlamsızlıkları da seviyoruz. Burada parantez.
Dünyada sinema ve dizi sektörlerini takip edenler muhakkak çok daha net bileceklerdir. Dünyada hikaye kadar özellikle dizileri sürükleyen unsur o hikaye içeriğindeki aşkın ve dolayısıyla o aşkın taraflarını canlandıran kişilerin arasındaki uyum çok önemli hale geldi. Burada hayattaki gerçeklik algısında aşkın hızla değer kaybetmesi mi sebep, yoksa insanın günlük koşturmaca içinde kaybettiği duygularını arama telaşının yansıması mı bilmiyorum. Tek bildiğim aşk insanı cezalandırmak için kurguya çekildi ve bizler kurgu metinlerin yansıması olan her tip görselde onu arıyoruz. Günümüzde değerini kaybeden Leyla-Mecnun, Kerem-Aslı hikayelerinden göz kırpan bir hikaye kırıntısını sezdiğimizde peşinden gitmemiz bundan belki. Yağız ve Hazan işte bu göz kırpışın taraflarıydı benim gözümde. Lizzy ve Bay Darcy’nin yansıması olarak sevdim ben bu ikiliyi. Tıpkı onlar gibi önyargılarla birbirlerine yola çıktılar çünkü. Yağız’ın yüzündeki yara izi yavaş yavaş kalbine inerken gururu, kendini kaybetmek istemeyişi arasında hesaplaşması inanılmazdı. Sonrasında tıpkı Bay Darcy gibi aşkının ona kendini kaybetme eşiğine getirmesini izledik sonra da kaybedişini izleyememek hepimizi ağır ağır derine giren bir bıçak gibi kesmeye başladı. Çünkü o noktada Yağız kendini kaybetmeliydi sonra o aşkla yeniden kendisini bulup tanımlamalıydı. Tanımlayamadı. Tanımlamasına izin verilmedi. Hatta bırakın tanımlamayı Yağız Hazan’a hissettiği derinlikli aşkında başlangıç ve gelişmede tam bir yanış içindeyken artı Hazan’a dairken tüm hatalara rağmen sonuçta yazık ki kardeşine mahkum edildi. Hazan’a aşık olduğunu kafası önünde kardeşine itiraf etti.  Hazan’a aşkının karşı konulamaz olduğunu mezarda tüm yıkılmışlığına ve o aşktan vazgeçmişliğine rağmen yine kardeşine söyledi. Her şey gibi diyaloglarında sahibi Sinan’dı. Acı çok acı. Yağız tüm konuşulmamışlıkları gözlerinden uyku gibi akan bir adam olmasaydı ne olacaktı? Yağız’ın Hazan’a aşkı onu bedenlendiren oyuncunun, Çağlar Ertuğrul’un, her bakışında, her dokunuşunda hatta dokunamayışında sesinde saklı olmasaydı ne olacaktı? Eksiklik arşa mı çıkacaktı? Hikayenin Lizzy’si Hazan... Gururunu kıran adama nefreti oranında aşık olan Hazan. Eğer senin yükün ve anlamın sadece yazanlara kalsaydı ne olacaktı? Deniz Baysal’ın Hazan’ın hayalle gerçeği ayırmasındaki her zerreyi yüklediği bakışları, dokunuşları veya dokunamayışları, hatta ses tonundaki değişkenler olmasa Hazan’a nasıl inanacaktık? İnanmayacaktık. Kimya denilen şey Yağız ve Hazan’ın karşı karşıya restleştiği, yanyana kavgaya girdiği, omuz omuza ağladığı, kucak kucağa gömüldüğü, kavga dövüş birbirini öptüğü, birlikte lanetlendiği, sadece lanetlendiği, Sinan’a kurban edildikleri her sahnede ekranda patlamasa biz bu aşka inanmayacaktık. Çünkü KONUŞAMADILAR, KONUŞTURULMADILAR. İlk bölümlerde aşkı, inanmayı, güveni sonuna kadar birbirine anlatan, nefret ve önyargı sarmalında bile kavga ederken birbirine ne düşündüğünü söyleyen Yağız ve Hazan birbirlerine olan sevdaları hakkında tek cümle kurmadan var mısın, varım gibi bir saçmalığa kurban gitti. Oysa o mezarlıkta söylenecek sözcükler “Benimle misin?- Seninleyim” olmalıydı. O saçlar okşanırken ağlayarak “Ben seni çok seviyorum” diyebilmeliydi Yağız. Öncesinde sahilde arkasından çığlık çığlık bağırarak “Benim kalbimde Yağız da Mehmet de bir, kim olursan ol seni seviyorum” demiş olması gereken Hazan’a karşılık. Söylenmemiş kelimeleri gözlerinde kaldı Yağız ve Hazan’ın. Ceplerinde inandıklarına yiten zamanları sadece birbirlerine kaldılar. Elleri birleşti, ruhları gibi parıltılı ama gösterişten uzak yüzükleriyle anladık ki hayatlarını da birleştirmişler artık. Affetmişler onların inançlarını ellerinden alanları. Sağaltmak için belki geçmişi. Son demde bir anne kalmış sadece ellerinde kapısına gidip tıklatabilecekleri.  Bölüm bundan ibaret benim için. Bundan sonraki kısım için uyarı ağır ağıt içerir.
Yağız ve Hazan mezarlıktan el ele çıktı. Konuşmadılar. Konuşulacakların beklemesi gerektiğini düşündü çünkü Yağız. Son iki günde öğrendikleri hala omzundaydı. Boğazını düğümlüyordu, kelimelerini. Elini tuttuğu ve mezarlığın karanlığından daha karanlık bir mezarlığa dönmüş kalbinde tek ışık olarak kalmış kadının elini sıktı. Onu, o olduğu için seven kadını affettiği için içinde saklanan tek huzura bıraktı kendisini kanayan yaralarına inat. Bir daha bir daha gömmek zorunda kaldığı annesinin hayaletini aklından kovdu. Yine elini tuttuğu kadındı ona hikayesini anlatacak olan biliyordu. Onu tamamlayacak olan. Hazan’sa aylardır konuşan durmadan konuşan ama söze dökemediği kelimelerini şimdi şu anda elini tuttuğu adama sakladığı her şeyi erteledi. Şimdi değildi. Şu an değildi. Tutmak için onca zaman yandığı ele teslim olan yüreğini bıraktı özgürce hissetmesi için. Kendine yasakladığı milyarlarca saniyede onu hissetmek için nasıl yandığını bilerek nasıl acı çektiğini bilerek kavradı sevdiği adamın her bir parmağını. Öğrendiği gerçeğine rağmen, çocukluğunun anlamını yüklediği adamı, babasını bu gece burda gömmesine rağmen, bundan sonrasında çocukluğunun bayram sabahı olacak adama baktı. Konuşmamışlardı hiç ama anlatmışlardı birbirlerine kendilerini, bakarak sadece gözlerini birbirlerine akıtarak. Onun kendisini, kendisinin onu anladığını bilmişti Hazan bunca lanete inat. Kapıda bekleyen taksiye bindiler. Ayırmadılar ellerini asla. İkisi de ayrılmanın acısının tazeliğini taşıyorlardı hala. Onca engele, onca kavgaya, kayba rağmendi bu tutuş. Taksiye kendisini aldığı yere dönmesini söyleyen Yağız’ın sesini hayal meyal duydu Hazan. Elini bırakmadan diğer eliyle kolunu kavradı Yağız’ın önce sonra başını yasladı onun omzuna. Yağız omzundaki ağırlığın huzuruna bıraktı kendisini. Yer yer kesilmiş saçlarını okşamaya başladı Hazan’ın. İnanamadan. Onca zaman imkansız dediği şeyin avucunun içinde olmasına inanamadı. Konuşmadılar. Yol bitene kadar konuşmadılar. Yağız’ın evine geldiklerinde yine ellerini ayırmadılar. Ne valizleri alırken ne içeri girerken ne de Yağız ışıkları yakarken. Yağız:
-Aç mısın Hazan?,dediğinde elinden tutup çekti Yağız’ı Hazan. Kaç zaman önce olduğunu hatırlamadığı geçmişte bıraktığı anların birinde oturdukları koltuğa götürdü onu. Yan yana oturduklarında sevdiği adamın göğsüne yattı. Eli hala elindeydi. Kelimelerini bıraktı kendi bildikleri gibi dökülsünler:   
“Seni sevdim ben, çok sevdim. Sevdim sandığım onca saçmalığın içinde inandım sandığım hayatların içinde gerçek salt gerçek olarak sevdim. Bilmedim gerçeğin bu kadar sert ama bu kadar güzel olduğunu. Gerçeğin aslında içinde olmak istediğim tek yer olduğunu. Seni hangi zamanda nerede sevdim, bilmiyorum. Fark ettiğimde dönülmez noktasındaydım. Kaçtım çareymiş gibi. Kaçtıkça sana sürüklendim. Kim olduğunu bildim daha çok sevdim. Çünkü senin isimlerden ötede gördüm ben. Tanıdım. Merhametini tattım. Sevgini gördüm. Gözyaşına şahit oldum. Uğruna istemediğim prangalara razı oldum. Sonra bir an geldi. Kötünün insafına seni bırakamayacağıma karar verdim. Geç kaldım. Çok geç kaldım. Yağız ben seni sevmeye de çok geç kaldım sandım. Tanımamana razıydım. Beni sevmekten vazgeçmenden korktum. Sonra...”
Yağız saçlarını okşadığı kadının yüzünü göremese de ağladığını biliyordu. Bıraktı ağlasın. Acısını akıtsın. Bıraktı konuşamadıklarını konuşsun. Nefeslensin.
“Sonra... Babamın gerçeğiyle yüzleştim. Tıpkı senin yüzleştiğin gibi. Herkesin en yakınının taktığı maskenin sıyrılmasının nasıl acı verdiğini anladım. Özür dilerim. Seni kırdığım için, senden sakladığım için, seni korumak uğruna da olsa, sana olan aşkımdan neredeyse kendimi kurban edecek olsam da benden duymalıydın. Affet.”
Hıçkırıklara boğulan Hazan’ın çenesine uzandı Yağız. Kaldırdı başını. Onca zaman kendi başını eğen aşkın artık başını kaldırması gerektiğini bildiğinden, sevdiği kadının başını dik tutmasının onun aşkının dosdoğru ona çıkmasından duyduğu gururu görsün diye kaldırdı o başı. Baktı aşkının sahibi gözlere. Yüzünde gezdirdi ellerini. Sildi gözyaşlarını. Gülümsedi.
“Parmak mendilliği”,dedi. Hazan’ın gözlerinde beliren yıldızlı ışıltıya baktı. Sonra onu aldı kolları arasına sımsıkı sarıldı.  Hazan’ın kokusuna gömdü burnunu. Boğuk sesiyle ondan ayrılmadan konuşmaya başladı:
“Çok sevdim ben seni, çok. Öyle sevdim ki, kendimden geçtim. Kendime rağmen sevdim. Her şeye rağmen sevdim. Pişman oldum belki, ama seni sevdiğim için değil. En başta, en başında bu şeyin dönüşeceği şeyi anlamama rağmen görmezden geldiğim için. Ona bırakmamalıydım seni. Anlamanı, anlamamızı sağlamalıydım. Aşk affeder mi diye düşündüm. Yeterince aşksa affeder dedim. Seni bulduğum yer, bizi bulduğum yer hep ölüm koktu. Ölüm yaşamla ne kadar bıçak sırtıysa; aşkla nefret o kadar bıçak sırtıymış anladım. Ama ben senden hiç nefret edemedim biliyor musun? Kızdım, kırıldım ama tanımam diyemedim. Çünkü seni tanımamak kendimden vazgeçmekmiş. Beni ben yapana sırtını dönmekmiş. Ailelerimizi gömdük biz seninle. Kalan sadece ikimiziz. Sana kalan ben, bana kalan sen. İkimize kalan Aşk. Arkamı dönmem dönemem. Bu yaşanacak. Yaşanmalı. Bize ne olursa olsun demiştim. Yine diyorum. Hazan nerede biz olabileceksek gidelim. Benimle gelir misin?”
Hazan yek vücut olduğu adamdan ayrılmadan:
“Seninle ölürüm yine de seni bırakmam bundan sonra. Gidilecek yer neresi, hangi havada soluk alacağız ya da almayacak mıyız? Umdumda değil. Sen olduktan sonra tabuta bile girerim, bunu biliyorum. Senin olmadığın bir yerde nefes alamam. Sensiz artık yaşayamam. Gel dediğin yere gelirim.”
“Belki hiçbir şey güllük gülistanlık olmayacak. Belki çok sıkıntı çekeceğiz. Mutlu olduğumuz anlar kadar mutsuz da olacağız belki, bunca acının hayaleti bizi kovalayacak belki. Geceleri çığlık atarak uyanacağız belki. Ailelerimizi affedemeyeceğiz belki. Geçmiş hatalarımızla bazen çizikler atacağız belki birbirimize. Hazan yine de benimle misin?”
Güldü Hazan. Çözüldü sevdiği adamdan. İki eliyle kavradı sevdiği adamın yanaklarını. Alnına düşen perçemi itti. Onu ilk tanıdığı akşam yüzünde bıraktığı bıçak yarasının yerine dokundu. Onun yemyeşil gözlerine bakıp:
“Biz daha önce de yaraladık birbirimizi. Alışığız kendi açtığımız yaraları sağaltmaya. Ne olacak, senden gelecek yaraya da acıya da razıyım ben. Öpersin geçer.”
Yağız uzanıp öptü aşkı kadını:
“Şarkı söyleriz geçer.”dedi.
Hazan:
“Şarkı söyleriz geçer. Biz olduktan sonra.”
  “Biz olduktan sonra...”
Kalktı Yağız yerinden. Kucakladı sevdiği kadını çok zaman önce bayılmışken onu taşıdığı gibi ama kokusuna kendisini bırakarak, onun olduğunu olacağını bilerek geleceğine taşıdı onu.

Hamiş:  Karacaoğlan Elif için asmış sazını salınsın diye. Adına rüzgar denen zaman Elif’in ruhunu ölümsüzlüğe taşısın diye. Salındıkça saz, telleri bağırmış Karaca ve Elif’in aşkını sonsuza. Hikaye ölümsüzlüktür. Aşk onun mührü. Yağız ve Hazan mühürlendi. Rüzgar estikçe de yaşayacaklar. Tüm anlatılmayanlara inat. Hep mutlu olun çocuklar. Biz olduğunuz o yerde.

                                                                                           UmayMasal  
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder