"Sana dair ne varsa içimde sardım, sakladım. Kimse görmesin, bilmesin diye gözyaşımı bile içime akıttım. Bir gün karşıma çıktın. Gözlerim gözlerine yakalandı. Kaçamadım. O andan sonra bir senden saklanamadım.- İ
Bilmezdim sözcüklerin suskunluğa yenileceğini. Anlamazdım yalınlığın bu kadar düşsel olabileceğini. Bir çift güzel göz için insanın hayatından vazgeçebileceğini, onunla olsun da ölüm bile olsun diyebileceğimi. Senden öğrendim.-M"
Dünya mazlumların zalimler elinde ezilişini izleyen sözde masumların kendilerine ihanetleri yüzünden bu kadar kötü. “Sakla Beni” aşk tematiği üzerine kurulmuş bir hikâye gibi dursa da aslında zalim ve masum arasındaki ilişkinin dinamiklerini de irdeleyen ilginç bir iş. Üçgeni çok seven Türk senaristleri adına da yaratıcı sayılabilecek bir üçgen var Sakla Beni evreninde. İncila- Mete- Naz üçgeni. Neresi ilginç, bir adam iki kadın diyebilirsiniz ama o noktada çok yanılırsınız. Burada ortada paylaşılamayan isim adam değil: İncila. Naz’ın takıntılı bağımlılığı İncila, Mete’nin ilk ve tek aşkı İncila. Madem anlatmaya başladık hikâyenin nasıl başladığından ilerleyelim.
"-Ya gelmezse?
-Cehennemin dibine kadar yolu var. Gerçi orada da yolu bana düşer salağın.
Zaten kim onu benim kadar tanır, benim kadar sever ki."
İlk bölümde, Naz ve İncila arasındaki köle- efendi ilişkisini gördük uzun uzun. Burada özellikle köle-efendi kavramlarını kullanıyorum çünkü Naz asla çalışanına kötü davranan işveren ifadesiyle yumuşatılabilir biri değil. Naz korkunç manipülatif, şımartılmış, üstüne güç bağımlılığı ile zehirlenmiş bir ruh. Bunun nedenleri elbet var ki burada öncelikli sorumluluk annesi Filiz’e ait. Naz annesinin yansıması. Sevmesini bilmeyen, sevgi dilini hükmetme isteğiyle karıştıran, başka hayatları önemsiz hatta oyun alanı gören Filiz’in aynası kızı Naz. İşte bu Naz’ın eline küçücük, kimsesiz haliyle oyuncak olarak verilmiş İncila. Anne ve babasının ölüm sorumluluğu yıkılmış üstüne, babaannesi ve dedesi tarafından istenmemiş bu minicik yeşil gözlü kız tam bir tımarhane olan yalıda Naz’ın işkencelerine muhatap olmuş. Bu işkenceler kimi zaman psikolojik bazen de darp şeklinde İncila’nın bedeninde ve ruhunda yaralar açarken Mete ile karşılaşmış İncila. Mete de onun gibi yaralı bir çocuk. Mete bu küçük kız çocuğunun hayatında edineceği yeri asla bilmeden tutmuş İncila’nın elini. Oyun oynamış onunla, onu görmüş, onunla gerçekten konuşmuş. Naz dışında herkes için duyulmaz ve görünmez olan İncila’ya arkadaş olmuş Mete. Yıllar süren ve daha ne kadar derinde olduğunu çok da bilemediğimiz yaralar açılırken İncila’nın ruhunda büyümüş bu üçlü. Tabi burada parantez açılması gereken bir nokta daha var. Naz’ın Mete’nin İncila’ya ilgisini fark edip kurduğu manipülatif oyun. Naz ve Mete’nin aynı odada yakalanmaları ve aileleri tarafından birbirlerine zincirlenmelerine neden olması. Bu Naz’ın çocuk aklının dayandığı sınırları görmek açısından önemli zira yetişkin bir Naz’ın sebep olabilecekleri tartışmaya açık. Bu oyun Naz açısından istediğini alma, Mete için kurtulmayı bile düşünemeyeceği bir zorunluluk.
"Çok yakışmış, benim en sevdiğim renk. Ama daha önce kimseye bu kadar yakıştığını görmemiştim."
Bölüme dair bir sonraki aks Mete ve İncila. Naz’ın elbisesini almaya giden İncila ile henüz yurtdışından dönmüş Mete’nin karşılaşması. Mete’nin sırtını gördüğü İnci’nin çıplak ayaklarından etkilenişi ve devamında kızın giyindiği kabini kazara açışı. Kader bağı. Naz’ın belli ki Mete’yi etkilemek için seçtiği ve Mete’nin en sevdiği renk olan elbisenin İncila’nın üstündeki parlayışı. Çocukluğundaki arkadaşı ve içinde büyüttüğü aşkı ile İncila, İncila’nın kocaman yeşil gözlerinde kaybolan Mete. Mete’nin hayatındaki izi en büyük olan kadınların hepsinin yeşil gözlü olması. Annesi Gülten, teyzesi ve anne üç çeyreği Belgin ve şimdi İncila. Kader bağına bir düğüm daha. İncila’yı yakalama çabasındaki Mete’nin bu kez genç kadını, Naz’ı değil İncila’yı anlatan elbiseyle görmesi. Ondan gözlerini alamaması. Devamında tekrar onu görmek için kıza adres verişi ve giden İncila’nın arkasından bakışı. Sahne bütünüyle kader bağına yönelik verilerle dolu. Sonrasında asla Mete’ye gitmeyi düşünmeyen İncila’nın Naz tarafından itilip kakılması, kolyesini tamire yollanması ve tamir yapılan yerin Mete’ye yakınlığı. İncila geçtiğimiz hafta bu sahneyi İncilaca anlattı. Hayal arkadaşını ve sonra hayal aşkının kendisi için cidden nişana gitmeme ihtimalini merak etmiş o. Acaba… Mete onu bir anlığına bile olsa Naz’a tercih etmiş olabilir mi? Mete’nin kalbini temsil eden sığınağın kapısının ona açılışı ve içeri girerken yaşadığı tereddüt. Mete’nin tabiri ile ürkek bir ceylan gibi. Demek Mete bile isteye açmış o kapıyı yani kalbinin kapısı. Naz’a hiç açılamayan, açılmayan kapıyı. Sonra İncila’nın kendisine yemek yaparken bulduğu Mete. Oysa birileri için bir şeyler yapan hep İncila olur. Turna kuşu da yapmıştı değil mi Mete İncila için çocukken? Kadere bir düğüm daha. Mutfakta gergin İncila. Orada olmak istiyor ama olmamalı. Mete ise sanki hep orada olması gerekiyor gibi davranıyor ona. İncila şaşkın. Yemeğe oturuyorlar. İsmini soruyor Mete. Çocukluğuna dönüyor İncila. Mercan, diyor ve aşkın rengi kırmızı İncila oluveriyor. Yemek ve kaçamak sohbet derken Mete’nin ona aldığı hediyenin kutusunu açıyor İncila. Kutu Pandora’nın Kutusu aslında. İçinden çıkansa İncila’nın umudu. O kıpkırmızı elbise aşka direncin kırıldığı an. Mete’nin azalır hatta biter belki diye yürüdüğü, İncila’nınsa kendisi için tek bir gece diye her şeyi, kendini bile unuttuğu gece. Sonrası gittikçe büyüyen bir duygu. Her karşılaşmada artan, Naz’la ailelere söz verildiği için yapılan nişana rağmen karşı konulamayan bir tutku ve kuşkusuz aşk. Mete’ye verilen düğme ve düğümlü bileklik. Mete babasının gidişinden sonra hem annesinin hem babasının desteğini kaybetmiş bir çocuk. Tıpkı küçücükken anne ve babasını kaybeden İncila gibi. O bileklik ve geçen hafta İncila’daki yerini öğrenen Mete. Tüm o sevgisizlik içinde Mete’nin İncila’da gördüğü, hissettiği ve sonunda duyduğu kocaman aşk. Tıpkı kendisinde büyüdükçe büyüyen aşk gibi. Mete’de tüm tanımları değiştiren, kaderi diye yutturulan onca şeye karşı sadece aşk.
"-Bedeli neyse ödeyelim benden gitme!
-Ayrılacak mısın nişanlından?"
Aşk;
Öyle bir duygudur ki aşk,
kendisinin olduğu yerde başka bir duyguya izin vermez. Kendisinden başka bir
şeyi barındırmaz yakınında. İncila ve Mete’yi çevreleyen travmatik evrende
henüz bu noktaya gelinmediyse de gelinecek gibi duruyor. Çünkü bu bir aşk
hikayesi olması yanında ciddi bir bağımsızlık savaşı. İncila’nın aslında torunu
olduğu eve minnetle bağlılığından ve aslında hayatını bir oyun alanı gibi
gören, kendi kölesini kaptırmama savaşındaki Naz’dan kurtulma savaşı. Diğer
taraftan yine manipülasyonlarla Naz’a ve onun hastalıklı takıntısına
zincirlenirken dedesiyle de arasında babasından koparılma sahnesiyle başlayan
bir bağımlılık ilişkisi var. Kısaca aşk ikisini de ailelerine karşı
ayaklandırmalı. Hoş ikilinin adım adım geldiği nokta çok ilginç. İkisi de Naz’a
rağmen birbirine yürüdü. İncila, Naz için kendisini ifşaladı. Mete İncila için
Naz’dan vazgeçmek üzereyken İncila’ya güvenini kaybetti Naz’la koşar adım
evlenmeye kalktı. Aynı günün gecesi pişman olmaya başladı. İncila’yı acıttı ama
kendisi de acıdı; İncila’yı vurdukça kendisini de vurduğunu anladı. Kıskanmakla
sınandı. Naz’a kendi tabiriyle İnci’yi düşünmekten dokunamadı. Kızın kaçıp
kaybolma ihtimaliyle sınandı. Devamında kızın gerçeğiyle yüzleşti. Evlenme
ihtimalinde delirdi. Kadir’le, ailelerle kapıştı. Yetmedi daima Naz’la kapıştı.
Hep İncila uğrunaydı savaş. Kız kaçtıkça kovaladı, hayaliyle avundu. İncila da
farksız değildi. Mete’den gitmek istedikçe saplandı kaldı. Vicdan sesini
bastırmak için kendisini cezalandırmaya kalktı. Ama Mete kendisini sevmekten
vazgeçecek diye de ödü koptu. Flörtün kavga aşaması aşılıp diyalog kurabilme noktasına
gelindiğinde Mete de İnci’nin aslında ne yaşadığına hâkim olmaya başladı.
İncila ve Mete’nin arasındaki fırtına durunca İncila’nın itirafıyla ilk
bölümlerdeki konuşabilen Metila geri döndü. Metila’nın arasındaki duygu çok
katmanlı. Aşıklar ama aynı zamanda her şeyi konuşabilen iki dost onlar.
Başkalarından birbirlerini saklarken birbirlerinden sakladıkları bir şey yok.
"Bütün İstanbul'u ayağa kaldırır bulurum seni, beni zorlama!"
Şimdiki zamana gelince;
Bu haftaki bölümde birlikte bir hayata kaçmaya çalışırken Naz engeline takılan bir Metila gördük. Naz’ın hamileliği hikâyenin ortasına bomba gibi düşerken İncila ve Mete’nin kalbi, ruhu paramparça oldu. İkisi de başka bir gelecek mümkün mü umuduna tutunup nelerden geçerek verdi kaçma kararını. Vicdan yükünü sırtlamaya, ailelerin desteğinden yoksun kalmaya, belki yargılamaları göğüslemeye gönüllü olarak çıkıyorlardı o yola. Sadece mutlu olmak için. Onlara nefes aldırmayan tüm zorunluluklardan kaçmak ve birlikte tek nefeste buluşmak içindi çabaları. Olmadı. Bulutlardan düştüler. Parçalandılar. İlk kez umut eden İncila’nın düşüşü Mete’den sert oldu. Çünkü ona her konuda cesaret veren Mete umut etmesine sebep olup mutluluğa en çok inandığı anda elini bırakmak zorunda kalmıştı. İncila’nın çektiği acının içindeki vicdan yükünün ne kadar arttığını gördük bölüm boyunca. Naz’a karşı hissettiği sorumluluğa eklenen bebek sorumluluğu. Diğer taraftan Mete’den aynı güçte karşılığı duyulan aşk ve bölüme damgasını vuran “Kader” sözcüğü. Mete’ye gelince babası olmak istemeyen Mete’nin babası gibi olmaktan kaçamadığı noktadayız. Babanın hikayesini Gülten’den dinledik. Baba tarafı ne anlatacak ilerde göreceğiz bence ama Mete yaşadığı travmayı yaşatmak istemiyor. Lakin öyle görünüyor ki İncila’dan da vazgeçmek istemiyor. Şimdilik çözümsüz bir şekilde sürükleniyor gibi. Kaçınılmaz olansa bir noktada karar vermek zorunda kalacağı.
Burada küçük bir
parantez açmak isterim. Bize vaad edilen hikâyenin baştan beri söylediğim iki
aksı var. Birincisi kuşkusuz Mete- İncila aşkı. İkincisi ise bu aşkın
tetiklediği olayların başta İncila ve Mete olmak üzere birbirine geçmiş
ilişkileri içinde iki ailenin de özgürleşmesini sağlaması. Atıf ve Ziya’nın
aileleri lanetlenmiş gibi birbirine bağlanmış ve bu bağ sanılanın aksine
köleleştiriyor iki tarafı da. Peki bu lanetli bağın sebebi ne? Tabi ki de
İncila’nın babaannesine yapılanlar. Atıf
Afife’ye sahip çıkmadığı ve ailesine onu kurban ettiği için bu lanetle yaşıyor
ki ne kendisi ne de ailesinden tek kişi mutlu olabilmiş, Ziya ise Atıf’ın
ailesi ile bir olup Afife’ye yaptıkları için suçlu ki aynı mutsuzluk Ziya’nın
ailesinin üzerinde de dolaşıyor. Hepsi tam tersi yönde bencillikle uğraşsa da
kurtuluşları İncila’nın hayatını ona geri vermek. Haklarını ve kuşkusuz aşkını.
İncila mutsuz oldukça iki ailenin travmatik mutsuzluğu sürecek. Çözüm sadece
İncila’nın haklarının teslim edilmesi. Başka yol yok. Ziya Dede buna gönüllü
zaten. Afife’nin saçma Kadir manipülasyonları olmasa Ziya’nın İncila’ya
hayalleri konusunda yardım edeceğine eminim ben. Umarım Atıf’ın ve ailesinin
tüm o büyük burunlu tavrına karşılık Ziya İncila’nın destekçisi olmayı
sürdürür. Zira İncila’nın kimsesi yok. Mete’den başka. Hikâyenin iki aksının da
korunması gerekiyor. Yani aşkın da özgürlük savaşının da. Ama son dört haftadır
hikâye patinaj yapıyor. Bütün akış İncila Kadir’le evlenecek mi evlenmeyecek mi
sorunsalına kaydı. Üstüne bir de Naz’ın hamileliği geldi. Öncelikle bu iki
durumda hikâyeye çok büyük zarar veriyor. Elbette çatışma çok önemlidir. Ancak
çatışmanız karaktere ve hikâyeye hizmet etmeli. Biz izleyici olarak İncila ve
Mete aşkında zorlu bir sürece gönüllü olduğumuzu biliyoruz ama… İşte o ama şu,
siz Mete’ye “Senin yüzünden karıma dokunamıyorum.” dedirtip üstüne hiçbir
boşluk bırakmadan evlendiği gece dahil sadece İncila peşinde koşan bir Mete
gösterirseniz izleyen bu hamilelik için “Ne bu?” der. Hatta sadece bunu demez
ekler: “Hem İncila’ya her anlamda engel ol, seviyorum de hem de karını hamile
bırak.” Bu hamle hem Mete’ye karakter anlamında hem de aşkındaki samimiyet
anlamında darbe vurur ki vurdu. Kadir’le evlilik ihtimalinin İncila’nın reddine
rağmen cepte tutulmasına gelince, biz zaten İnci’nin Naz bağımlılığından
kurtulmasını istiyoruz üstüne Kadir’le evlilik saçmalığını girilmesi yine hem
aşka hem de karaktere ihanet. Bence bulunacak tek formül hamileliğin Naz’ın
hasta zihninin ürünü olması ya da testin yanılması ki bu olsa bile İncila
varken olan bir Naz-Mete birlikteliği sorun. Kadir’e gelirsek onun da
hikayedeki yeri sadece gerilimde kalmalı, İncila’nın sağlam durup ki şu an
duruyor, Kadir’le evlilik yoluna girmemesi lazım. Olmadığını düşünmek istiyorum
ama hamilelik olsa bile.
-Olacağım.
-Daha önce sana söyleyememiştim. Seni seviyorum.
-Ben de seni seviyorum."
Hamiş; son iki bölümdür
birbirinden vazgeçemeyen Metila görmek güzel. Senarist çok ince bir buzun
üstünde yürüyor. Mete adına da İncila adına da. Bu aşkın nelerden geçtiğini alt
metin okuyabilenlere anlatma güç değil ama herkes bu beceride değil. Naz’ın İncila’ya
çocukluğundan beri yaptıklarının hatta Mete’ye yaptıklarının her ikisine de
yapmaya devam ettiklerinin görmezden gelinmesini istemiyorsanız hikâyeyi doğru
kurmak zorundasınız. Metila’nın kabul görebileceği noktada kalması ancak böyle
mümkün. Başka türlüsü zor. Aşkın özgürleştirmesi mottosu devam etmeli. Hatta
tam olarak hikâye aksı orada tutulmalı. Dönüşürken, değişirken hep buna sadık
kalınmalı. İyi bir hikaye damarı olan işin özenle o damarda bırakılmasını talep etmek sanıyorum hakkımız.
"-Ölmek istiyorum.
-Sakın, söyleme böyle şeyler. Ne yaparım ben sensiz?"
Ve son söz; beni Sakla Beni evrenine getiren kişi. Yönetmenimiz Nadim Güç. Muazzam bir kadrajlama ve renk paleti. Aşk gözlerde başlar oradan kalbe iner ruha işler mottosunu ilmek ilmek gösteriyor izleyiciye. Sadece Mete ve İncila'nın gözlerine odaklanan kamera, onlar giydiğinde anlamlanan kırmızılar, yeşiller ve maviler. Travmatik karakterlerin içini dışına vuran mimiklere, jestlere odaklanan açılar ve her kareye yerleştirilen mekana dair unsurlar. Mete'nin odasında asılı tablonun Naz ve Mete evliliğinin dinamiği olan kaos ve bir sürü gözü temsilen gözlerle dolu olması, Gülten'in odasına kimsenin ayakkabıyla giremiyor oluşu ile Mete'nin İncila'yı gördüğü anda kızın çıplak ayak olması, Atıf'ın evinin sözde soyluluk yansıması bir sürü değerli ama mutsuz eşya ile dolu olması hepsinin ayrıntıda gözükmesi ve ben buradayım demesi. Travmatik hikayede masalsı bir aşkın atmosferini yaratabilmesi muazzam. Buradan küçük bir tebrik.
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder