İclalAydın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İclalAydın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2022 Cuma

Aşkın Su Hali- Türkan ve Somer

 Su Gibi Akmak mı, Şekil Almak mı?

“Aşkın kendini gerçekleştirmekten başka tutkusu yoktur. Fakat aşıksanız ve arzularınız olacaksa mutlaka, şunlar olsun arzularınız: Erinmek ve akan bir dere olmak ezgisini geceye söyleyen. Tanımak haddinden fazla sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle. - Cibran”

Merhaba sevgili okur. Uzun zaman oldu biliyorum. Arada derede bir şeyler karalasam da uzun zamandır aşkı anlatma çabasındaki bir çifte yakından bakmıyorum. Beni okuyanlar bilir, hikayedir aslolan diyerek yazarım ben. Ama tabi o hikâyede bir yerinden bir duygunun beni yakalaması, tutup sürüklemesi gerekir. Şimdi içimde yankılanan o duyguyu bir yerinden yakalayan ama bunun sürekli olup olmayacağından emin olmadığım bir kurgu aşkını yine bence, bana göre anlatmaya çalışacağım. Peşime takılmak istersen hadi tut sözcüklerimi gidelim. Sürekli okuyanlarımdan birinin dediği gibi olan hikâyeye bence bakarken yeniden mi yazarım yoksa yazanlarının aslında anlatmak istediği midir yazacaklarım, birlikte keşfedelim. Aşk acıya talip olmaksa, bile bile formunu dönüştürmekse, ateş olup yanmak, su olup akmaksa bir yerinden bunu yakalayan kurguyu kovalamak da güzeldir diyelim.

Sebeb-i girizgahımın müsebbibi çift yine aslında başından beri izlemediğim ara ara videolarıyla karşılaşsam da uzun uzun üstünde durmadığım bir hikâyenin parçası olarak karşıma çıktı. Sonra minicik bir ayrıntı, bu çiftle “su” arasındaki ilişki beni cezbediverdi. Su ki hayattır, yeşerten, yaşatan, hafızası olan, şamanik öğretilerde bilgeliği temsil eden. Sessizliğinde sakladığı direnişiyle, form değiştirebilmesiyle mucizesini içinde taşıyan.  Tamam tamam yazıyorum. Su mucizesine göz kırpan bu çift:  Türkan ve Somer.

Üç Kız Kardeş kitabından ekrana seken hikâyenin başladığı nokta benim açımdan pek de izlenesi değildi aslında. Zira aynı gün başka bir işe bakıyordum vakit buldukça. Bizim evde kumanda sahibi sevgili annem o işteki baş erkek oyuncunun karakteri ölünce hikâye ile bağını kaybetti ki sanırım aynı sorun bende de baş gösterdi. Ayrıntıya gerek yok ama bir dizide kişiyi bağlayan pek çok dinamik olmakla beraber biz kadınlar o hikayedeki nahif aşkla çok daha kolay bağ kuruyoruz sanıyorum. Neyse esas oğlan ölüp yerine yeni bir esas oğlan gelince bizim kumandanın rotası değişti haliyle. Kaynana dayağı, zorlama evlilik bu evlilikten umulan aşk filan, amann yine mi şiddet derken son derece standart hikâyenin içinden çıkabilecek bir potansiyel bizi bir yerinden yakaladı. Ama itiraf biz yakalandığımızda ilk dört geçilmişti.

Çocukluğu sevgisiz bir evliliğin içinde geçmiş Somer’in, babası ile aynı kaderi paylaşırken buna isyanıyla kırıp döktüğü ama bir taraftan da tüm isyanına rağmen otoritesine boyun eğdiği annesinden korumaya da gayret ettiği Türkan’la arkadaş oluşuydu ilginç olan hikâyede. Aşık çiftlerin konuşma özürlü olduğu kurgu dizi evrenimizde Somer ve Türkan sürekli konuşuyordu. Dur hemen deme son bölüm diye, oraya da geleceğim. Somer’in yaralı çocukluğunun karşısında tüm tezat haliyle duran mutlu çocuk Türkan. Sevmenin bir alma verme hatta karşılıklılık ilkesinde konumlandığına inanan ve buradan seven Somer’in karşısında karşılıksızlığı sevgiye mesken etmiş Türkan. Ne kadar Türk filmi değil mi? Ama bir o kadar güzel, nostaljik. Korman sevgisizliğinden şoklanmış Türkan’ın dayanma çabasına şu an durduğum yerden gözlerimi devirsem de, bu tezatın zamanla diyaloglarla dönüştüğü senkronu izlemek o kadar keyifliydi ki. Bu hafta Somer’in de dediği gibi en uzak olduklarında bile gülen, eğlenebilen, karşısındakini koşulsuz kabule yatkın en çok da içindeki duyguyu serbestçe konuşan bir çiftti Türkan ve Somer. İki annenin pamuk ipliği ile bağladığı ikili aynı odanın içinde yaralandı, ağladı, birbirinin yarasını sardı, oyun oynadı, atıştı. Somer’in umutsuzluğuna karşılık Türkan’ın umuduydu aslında atışan. Bir taraftan da en tutsak gözüken Türkan. Oysa  Canım’ın kafesindeki yaşamı gibi gidemeyen, özgürlüğü özleyen ama neresinden özgür kalacağını bilemeyen; Rüçhan’a hayatlarının anahtarını teslim etmiş Kormanlar. Hatta o kafesin bekçisi gibi gözükse de en büyük tutsağı Rüçhan. Kim tutsak kim özgür? Tüm bu sarmalın ortasında büyüdü Türkan Somer arkadaşlığı işte. Sonra su gibi aktılar birbirlerine. Deniz kenarında birbirlerini fırtınalı ve sakin denizlere benzettiklerinde başladı akışları. Benim için de su oluşları. Kafeslerinden çıktıkları ilk an denize gittiler ve yavaş yavaş birbirlerinin şeklini almaya başladılar. Su zaten en kolay form değiştiren şey değil mi? Bir taraftan içinde evrenin tüm sırrını saklarken damla damla bir taraftan da sükûnetle kabul etmiyor mu zorlamaları? Demiyor mu “Tamam şeklini alırım ama ben ben olmaktan vazgeçmem.” Somer Türkan’ı öğrendikçe annesi ve belki Mine’den farklı, o su halini gördükçe teslim etti kendisini, akışa bıraktı. Sevgisinin karşılıksızlığını kabullendiği Türkan’ın su gibi akıp gideceğini de hesaplamadı. Hatta o kadar hesaplamadı ki Türkan’ın babası onu senden alırım dedikten sonra eşya almak için döndüğü ortak kafeslerinde o yoklukla karşılaşınca gözleri doldu. Ama onun teslime en yakın olduğu bu zamanlarda Türkan ailesine yapılanlar ve Somer’in hayatında biri olduğuna inancıyla çıkılamaz denen hatta Korman erkeklerince cidden çıkılamayan kafesin kapısından akıp gitmişti bile. Türkan akıp gidince  Somer de babası da onun açık bıraktığı kapıdan süzülüp çıkıvermişti bir cesaret. Kendi yarattığı kafese mahkûm Rüçhan dışında herkes özgür kalmıştı bir anda. Rüçhan bir tarafta dursun. Somer ise kendi su haline geri döndü Türkan sayesinde. Deniz üstünde, kimseleri sokmadığı evine döndü. Döner dönmez de fırtına halini suskunluğunda saklayan Türkan’ı aradı. Ama kısa sürede anladı ki kendisi nasıl onun huzurlu akışının şeklini aldıysa Türkan da Somer’in fırtına halinin sert dalgaları olarak vuruyordu aşka. Deniz kıyısında yaşayan Türkan’ı denizden kaçıran, sonra denizin üstünde öpen, sonra denizde saklamaya çalışan, Türkan’ı ilk kez kalbini ona teslime hazır şekilde sabaha kadar izleyen Somer’in Mine’ye dair hiçbir şeyi de kendi evi ilan ettiği ve Türkan’la Türkan’a dair insanları aldığı alanında tutmaması da bana göre karışmak istediği denizin Türkan olmasına göndermeydi. Sözcüklerini susan Somer ve o sözcükleri duymadan geri dönmeyi asla düşünmeyen Türkan’ın itirafı da deniz kenarında mı olur acaba? Bu metaforu ben uydurmadıysam mutlaka öyle olması gerekir. Çünkü bazı aşklar ateştir. Yakıp kavurur. Yanmak baştan başlamanın aynılaşmanın yoludur. Yanmadan kendinde olan kendini yok etmeden aynılaşamazsın bazen. Yanmayı seçmektir bilmenin tek yolu. Bilmek için yakarsın kendini, kül olursun ki birlikte, külün küle karışsın savrulsun ve bizlik olsun. Bazı aşksa su olmaktır. Bilen bileni tanır. Zamanla karışır birbirine. Tanıdıkça aynılığını fark ettikçe sarmalanır aşk. Huzurlu bir bilme halidir. Ama o huzur elinden alınırsa suyun fırtınaya dönüşmesi en az yanmak kadar acı vericidir. Bilme halinin acısı kişinin içine oturur. İçini kurutur. Fırtınasında da melteminde de su, sudur ama. Nehir de dere de denize karışır. Bakalım Somer Türkan’a karıştığını ne zaman ve nerede itiraf edecek? Etmeli çünkü. Sürekli ıslanmakla olmuyor bu işler. 

Dilerim girişte Cibran’ın dediği gibi aşk kendisini gerçekleştirmenin yolunu bulur bu hikâyede. Zira kitaptan bağımsız hale geldiğini düşündüğüm Türkan ve Somer’in en keskin ayrılığı yaşamadan önce gerçekleşmesi lazım. Özellikle Somer’in karışma haline ve duygularının gücüne ikna olmaya ihtiyaç var. Bir de Türkan ve Somer’i güzel yapan konuşabilmeleri. Bu özelliklerini almayın ellerinden. Bırakın konuşa konuşa karışsınlar birbirlerine ki ayrıldıklarında denizi içmekten korkan Butimar’a dönmesi gereken Somer’e ikna olalım. Aşkta formunu değiştirmeye kararlı Somer’in Türkan’dan başka çaresi olmadığına Türkan’ın da içindeki bilgelikle acısında yeniden ve yeniden büyümesine, aşkta deniz olmasına ikna olalım. Şekil almaya çalışan Somer’in koşa koşa akmasına şahit olalım. Çünkü deniz Türkan ona koşan nehir Somer olmalı bu evrende. Bence...    


                                                                                                                            Umay Masal