kardeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kardeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2020 Salı

EFSUNCUM KENTCİM

 

“Aşk unutulmuş bir sanat gibi, ağırbaşlı bir çileyle öğreniliyor şimdi. Eski bir kadınsın sen, aşkı öğretmek için celladını tekrar tekrar dirilten.”- Cezmi Ersöz.

 

Yutkunuyorum. Sakinim. Sakinim. Hayır sakin değilim. Baklavalardan sekmem lazım. Odağımı kondurmam gereken noktam tam olarak Efsun Kent. Bu bölüm ötesi yok. İki yüzlülükte sınır tanımayan Koçovalı ailesi zerre umurumda değil. Yani bana ne oğlunun acısı uzasın kafasındaki Sultan’ın suçlu olmadığına inanınca oğluna haber yollamasından. Veya bir kadının kafasına silah dayayan güya abiden. Hamile olmasa o tetiği çekmekten tereddütü olmayacak olması da beni ilgilendirmiyor. Üstelik neden dediğinde karşısındaki kadın babamı öldürdünüz demesine rağmen. Offf tabi ya bu hikâyede sadece ve sadece Koçovali iki yüzlülüğü intikam alır, alabilir. Çünkü iyilik dediğin silah kaçakçılığı yaparken mahallendeki amcaya iki kilo elma filan almaktır. Takılma geç. Dahası mı? Olmaz mı? Mesela iki yüzlülük nerede başlar nerede biter? Bunu düşünmek lazım. İki yüzlülük kurguda tam anlamıyla kalemini satmakla başlar. Hani derler ya simit sat kalemini satma. İşte o noktadır iki yüzlülük. Satarsın veya satmazsın. Örnekle açıklayayım: Birkaç hafta önce yazarsın bir bölüm. Kadınlara yönelik şiddeti alabildiğine eleştirirsin. Hani o senin baş karakterin var ya hah işte o halay başıdır o bölümde. Aslandır, kaplandır. Harikadır. Duyar yerine ulaşır. Sonra iki hafta geçer aynı karakter kadının rahmini bahçesinin salatalık yetiştirilen toprağına benzetir. O kadınların kimliği, varlığı, duyguları filan hiçtir. Dert babasının istediği tohumdur ve ekilmiştir. Tutmuştur. Kutlanmalıdır. Sahi o kadınlar kimdir? Mesela suç evreni diyerek anlatılan yapıda hayat kurtarmak için ölümler görmüş, daha biraz önce bizzat canımız karakterimizin abisi tarafından tehdit edilmiş, kırılmış, korkmuş, üstelik kendi kapısının önü çok temizmiş gibi her fırsatta karakterimiz tarafından hunharca suçlanmış kızımız biri. Diğeri de ailesi olmayan, hala yaşayan bebek sayesinde sevgi uman başka kızımız. İkisi de olduğu yerde mutsuz, kırgın, ikisi de ama haklı ama haksız sebeplerle aldatıldı sanan kadınlar. Peki bizim esas oğlanın derdi ne? Salatalıkları.  Pardon ama unutmuşum  bir çizgi var. Erkek egemen bir toplumda güçlü kadını ezmeye çalışmak ne kadar reva ise ezik, zavallı kadını koruyup kollamak da o kadar erkekçe bir meziyet. Hani diyoruz ya. Aşıksın madem neden Efsun’a bu kadar sertken, sevmediğin kadına aynı oranda şefkatlisin. Denklem basit. Efsun Kent ama güçlü kadın. Efsun Kent ama eyvallahı olmayan kadın. Ezilmeli. Mesela sadece eskiden beri tanığı bir adamla sadece konuştu diye azarlanmalı hem de ikinci defa. Neden? Çünkü gerçek hayatta da güçlü kadın alerjisi var bu erkek milletinin. Kurgu da olsa konuşturulmasın, bağırılsın aman ezik olanla empati kurulsun, o sevilsin, okşansın. Ey kadınlar kadınlarımız razı olun. Hep razı olun ki erkeğiniz sizi istesin. Bir şekilde tutunun o adamın hayatına. Çünkü varlığınızı ona bağlamanız lazım ki hayatta anlamınız olsun. Derdiniz bu değilse bile verdiğiniz mesaj aynen bu sayın senarist bil istedim. Bunun lügatteki karşılığını ise size bırakıyorum. Oturun düşünün.

Efsuncum Kentcim. Sen benim için artık bu evrenden bağımsızsın. Bundan sonraki süreçte sana ne yapacaklar bilmiyorum. Ama benim kafamdaki hikâyede sen eski zaman hikayelerinden fırlamış varlığınla, bebeğine kendince sahip çıkıyorsun. Çoktan o evi terk ettin. Bebeğinin babasına bir not yazdın. Sorumluluğun sende olduğunu ve bu rezalete daha fazla katlanamayacağını söyledin. Çağatay takıntısı için bir psikiyatrist telefonu da ekledin nota.  Tohumluk olarak kullanmak istediği başkası varsa diye de küçük bir ikaz notu da bıraktın. Hatta doktorun parasını merak etmemesi gerektiğini aile terapisi alacaklarsa karşılacağını da söyledin. Bir de şunu yazdın:

“Çok güzel olabilirdik seninle. Aynı masalın içinde kalabilirdik. Kendi masalımızı benim anlattıklarıma ekler kızımıza anlatmaya başlayabilirdik. Ben senin saçlarını okşardım, sen ellerimi hiç bırakmazdın mesela. Yemyeşil bir bahçede güle oynaya yaşardık. Kocaman gülümsetirdim seni. Aşkın celladı olan onca güvensizliğin akıp giderdi. Anlardın birini sevdiğinde aslında sadece sevdiğini. Aması, fakatı olmadığını. Sonra belki anlatılırdık bizde. Gerçekten aile olduğumuz için bıraktığımız gerçek izlerde. Olamadık. Hoşça kal. Ben artık seni diriltmekten vazgeçiyorum.”

Şimdi kıssadan hisse atlaya zıplaya EfYam sahnesi yorumlamaya. Hoş geriye ne kaldıysa. Cumali’nin Efsun’a doğrulttuğu silahla bırakmıştık geçen hafta. Bu hafta Efsun’a babasının ölümüyle bağlantısını sordu Cumali. Efsun Kent ise her zamanki korkusuzluğuyla bebeğini sarıp sarmaladığı elleri milim kıpırdamadan “Parayı ben verdim, ama bunu yapacaklarını bilemedim.” dedi. Sonrada nedenini söyledi. “Babamı öldürdünüz.” İdris baba da Baykal iskele babası mı? Tam bu arada Yamaç Bey yetişti. Abisine, senin kafana sıkmamamın sebebi var diyen abisine, tam da o sebebin yani zorunda kalışın Efsun için de geçerli olduğunu anlatmaya çalışarak “farkı yok” dedi. Her ne kadar Cumali’yi durduran “Hamile” sözcüğü olsa da Yamaç Efsun’un kendisinden farklı olmadığını söyledi bir kere. Cumali’ye gelince Efsun’un ve Yamaç’ın birbirlerine bakışlarından daha çok Efsun’un halinden anladı bebek kimin, orada kardeşi ile düşman diye silah çektiği kadın arasındaki duygu ne? Hepsini anladı. Sonra da Çağatay gibi hissetti kendisini. Hamile bir kadının neredeyse çocuğunu alacak olan adam. Acımazsız katil. Efsun’un ne kadar dik ve güçlü bir kadın olduğunun da bir kez daha altı kalın kalın çizildi. Dağılan Yamaç’ı yine kollarına alan Efsun’du. Sonra hesaplaştı Efyam. Kendi geçmişleriyle. Birbirlerinin babalarının ölümündeki paya rağmen durmamacasına büyüyen aşkla ne yapacaklarını konuşmaya çalıştılar. Efsun gerçeklerin sesi olurken, olmayacak ifadesinin Efsun’un ağzından dökülmesinin bile Yamaç Bey’i nefessiz bırakabildiğini gördük. Çağatay kıskançlığının artık garip bir takıntıya dönüşmesi de sahnenin diğer ayrıntısıydı. Sonra bebeğe rağmen Efsun’a kapım açık diyen ama yine karşısında dimdik ben Yamaç’ı seçtim diyen Efsun’u gördük tüm cesaretiyle. Sonrası…. Yazmak bile istemiyorum. Efsun’a güç yettirmeye çalışan bir Yamaç. Dinlemeyen, hamile olmasına rağmen karşısındaki kadına nezaket gösteremeyen, hayatının en büyük yalanlarını ona söylemiş ve bunu sadece ona ceza vermek için yapmış insanlara gösterdiği anlayışın zerresini Efsun’dan esirgeyen Yamaç. Sarılma sahnesine gelince başkası varmış diyen kadına bunu seninle konuşmama getirmesi, sadece çocuk için orta yol bulma çabası cepte dursun, zerre kafa karışıklığı sezmedik Yamaç Bey de. Öyle ki o hala Efsun’la yürüyebilir miyim kafasında gibi. Peki onları gören, yüzünde müstehzi bir gülümseme ile giden Efsun? İşte o ne yapacak öngöremem artık. Bence ilk uçakla bu rezil Çukur ve onun getirdiği her şeyden kaçsın ama kaçmayacak. Yamaç’a ağır bedel ödetecek. Çünkü Yamaç’ın celladı olabilecek tek kişi Efsun. Aşk için onu defalarca diriltecek de onun ruhunu öldürecek güçte olan Efsun. Gerisini yazmak istemiyorum. Şuruplu tatlı sevmem zaten. Orda bıraktım çıktım. Sadece bir suç dizisinde yazılan en epik karakterin bu leş duruma nasıl ve neden sokulduğunu anlamaya çalışıyorum. Ha cevaplarım var ama… Not: Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli başka bir işte yeniden partner olsun, keyifle izleyelim. Bu kadar.         

                                                                                                                        UmayMasal