Konusu, oyunculukları,
müzikleriyle senenin fark yaratan yapımlarından ‘Çukur’ yani bir mahalle.
Aslında sadece mahalle değil; İdris Koçovalı, ailesinin ve orada yaşayanların
ortak evi. Herkesin herkesi tanıdığı, gösterişin yakınından geçmediği, bir
ıslıkla her şeyin gerçekleşebildiği bir yer. Velhasıl durum böyle olunca da bu
yere göz koymak isteyenler, geçmişten gelen hesaplaşmalar çerçevesinde her
hafta iki buçuk saatlik sinema tadında bölümler… Üzerinde detaylıca
çalışıldığı, ince ince düşünüldüğü, planlı yol katedildiği geçtiğimiz 9
bölümden anlaşılıyor. Tabii ki burada da diziyi daha da sevmemizi sağlayan
oyuncuların mükemmel perfromansını da belirtmemiz gerekiyor. Her birini izlerken
ayrı ayrı farklı duygular yeşeriyor içimizde. Herkes haklı ama hiçbiri haklı
değil sanki. Kısacası karmakarışık ama yine de çok güzel.
Bölümümüze geçersek de uzun
uzadıya anlatmak istemiyorum ama her sahne dolu dolu olduğundan bu durum biraz
zorlaşıyor. Neyse diyerek Yamaç’ın geçmişteki cinayet olayının detaylarını
öğrenerek başlıyoruz izlemeye. Aiesini kurtarmak adına adam öldürmüş ancak bu
neden yetmemiş olmalı ki ona kapıyı çarpıp çıkmış, 10 yıl yok olmuş ortalardan.
Şimdiki deli doluluğu da o andan kalmış belli ki. Üstelik kendi hayatını,
istediği hayatını yaşarken aşık olmuş, evlenmiş işler yolunda giderken yeniden
Çukur’a dönmek yani bir nevi zorunda kalmak Yamaç için Koçovalı’lıktan
kaçılamayacağını gözler önüne serdi ne yazık ki.
Evlilik derken Sena’dan
bahsedelim biraz. Garibim tam olarak
nereye düştüğünün anca anca farkına varıyor. Yaşadığı hayat ile Çukur’u iki
ayrı dünya olarak tanımlasak pek de yanlış olmaz sanırım. Şöyle ki kendi
değişmiyor, çevresindekiler değişsin istiyor. Bu da çatışmaların fitilini
ateşliyor doğal olarak ve son bölümdeki kaçırılma olayıyla arkasına bakmadan
gidecek kıvama geliyor. Ama İdris Koçovalı ile ‘sevgi’ üzerine yapılan konuşma
ve aileden özellikle Sultan Hanım’dan gelen tavırla eksikliğini hissettiği bu sevgi
kavramını bulmasıyla kaçıp gitme fikirlerine set vuracak gibi gözüküyor. Buraya
bir şimdilik bırakalım, sonrası ise kısmet…
Yeniden bölüme bakarsak da
Serdar’ın neden olduğu olaylar ile geçiyor çoğunlukla. Selim Koçovalı’nın
dahiyane aklı ile Yamaç’a sorun olmaya gelen Serdar, geçen bölüm parmağından
olunca ortalığı iyice karıştırıyor ve İdris’i kaçırma gibi bir gaflette
bulunuyor. Burada hemen değinelim ki Selim Koçovalı düşmanlarla işbirliği
içinden olan, aileye ihanet eden, zayıf karakterde, ortaya attığı fikirleri de
eline yüzüne bulaştıran biri olarak karşımıza çıkıyor. Her ailede bir çürük
olur ya burada da Selim bu görevi güzelce üstleniyor. Devam edersek de Yamaç
biraz akıl daha çok delilikle tabii ki Aliço’nun da yardımıyla Serdar’a
misilleme yapıyor, kaçırmaya başka kaçırma ile karşılık veriyor ve babası ile
Sena’yı kurtarıyor. Sahnedeki kutu açma detayını es geçemeyerek çok hoş
bulduğumu da ayrıca belirtmek istiyorum. Serdar ise… Geldiği gibi yok olarak,
sonunun geldiğini önümüzdeki bölümde göreceğiz gibi duruyor.
Asıl sorun ise son iki bölümde
biraz arka planda da kalsa hala orada duruyor. Aslında sorun demek de bir
anlamda haksızlık gibi geliyor bana. Dizinin ilk bölümlerinde belki öyleydi ama
izledikçe yaşanmışlıklarının bu hale gelinmesine neden olduğunu net şekilde
gösteriyor. Vartolu Sadettin… İdris Koçovalı’nın oğlu… Son zamanlarda beni en
çok etkileyen karakter. Tabii ki bunda müthiş performans sergileyen Erkan
Kolçak Köstengil’in etkisi yadsınamaz. Üzüntüsü, sevinci, öfkesi kısaca her sahnesi
ayrı zevk veriyor izleyiciye kanısındayım. Sosyal medyadaki yorumlar da bunu
kanıtlar nitelikte zaten.
Vartolu’dan devam edersek o da
Çukur dövmesine sahip yani Çukur’dan çıkma ama Koçovalı soyadına sahip değil
maalesef. Annesi Mihriban gözleri önünde öldürülüyor çocukken. Mihriban ise
İdris’in hayatı boyunca unutamadığı kadın olarak gösteriliyor. İnsan neden kötü
olur? Vartolu için sormamız gereken asıl soru bu sanırım. Bazen sonuca değil de
ilk önce nedenlere bakmamız gerekiyor çünkü. Annesinin ölümü ve ondan sonraki
hayatının getirdiği zorlukları yaşamış bir insandan iyi biri olmasını
beklemenin olasılığı da az gibi. Tabii ki bu durum da kötü yanlarını savunmak
anlamında değil hepten ama hayatla yalnız savaşmak zorunda kalan Vartolu’yu
farklı bir yere koyuyorum bu sebeplerden ötürü. Sadiş ile ilişkisini de ayrıca
merak etmekteyim. Mutlu sonra ererler mi bilinmez ama onunla konuşması,
şivesinin birden kaybolması, farklı birine bürünmesi insanı ayrıca
hüzünlendiriyor. Kısaca Vartolu’nun geçmişini de gelecekteki durumunu da,
nelere sahip olacağını, neleri kaybedeceğini, hikayesini izlemeyi sabırsızlıkla
bekliyorum.
Son paragrafı da Yamaç’a yani
Aras Bulut İynemli’ye ayırmak istiyorum. Oyunculuk anlamında fazla söze gerek
olmadığının kanısındayım ancak bu bölüm kendisini izlemek ayrı bir zevkti. Her
rolün üstünden kolayca kalktığını gösteren, farklı ruh hallerini ustaca
yansıtabildiğine dair bir bölümle geldi karşımıza. Böyle oyunculukları izlemek
her projeye kısmet olmuyor ne yazık ki ve bu dizinin de en büyük artısı da bu
oyunculuklar sanırım. Kıssadan hisse yazan, çeken, oynayan herkesin emeğine
sağlık böyle güzel bir iş çıkardıkları için. Haftaya görüşmek üzere…
<--->
Müge