5 Ekim 2023 Perşembe

SEVGİLİ GEÇMİŞ-Bambaşka Biri

 Hayatta kalma refleksi midir insanı insana bağlayan yoksa aslında bağlantılarımız mı bizi hayatta tutan? Zaferlerimizin temel sebebi onaylanma ihtiyacı mı yoksa kendimizi gerçekleştirme derdimiz mi? Aşk aslında bir bedene yönelik mi yoksa o bedenin içindeki duyuş tarzının bizi bütünlemesinde mi? Adalet hak edenin hak ettiğini almasında mı yoksa aslında hayat hak edene hak ettiğini mi vermekte? Aile sizi sevip korumayı göze alanlar mı yoksa genetiğini size aktaran mı? Aşk; uğruna vazgeçtiğinle mi ölçülür, göze aldıklarınla mı?

Selam sevgili okur. Geçtiğimiz hafta hastalıklar, koşturmacalar derken geçtiğimiz haftaki bölüm yorumunu sizinle paylaşamadık. Bu hafta üçüncü ve dördüncü bölümü birleştirerek genel bir yorumda toparlayalım “Bambaşka Biri” hakkındaki görüşlerimizi dedik ve kapınızı çaldık.

Geçtiğimiz haftaki bölümde genel olarak düğümlerin arttığı bazı noktalarda bizlerin bildiği ama karakterlerin bilmediği şeylerin ortaya döküldüğünü gördük. Kenan’ın kendisiyle ilgili şüphelerinin artması, hafıza boşluklarının alan olarak genişlemesinden, rahatsızlıklarının çoğalması bana göre bölümün en önemli satır başlarıydı. Malum Doğan Kenan’dan haberdar. Kenan’a öfkesi, Kenan’a yönelik kıskançlığı ile Kenan’dan haberdar olması da cidden tehlikeli de görünüyor. Ama Kenan Doğan’ı bilmiyor. Ama geçtiğimiz hafta itibarıyla Doğan’ı şiddetle hissetmeye başladı Kenan. Hatta hafıza boşlukları için doktora bile gitti. Yalnız bu noktada Kenan’ın işi çok zor. Çoklu kişilik bozukluğu hakkında okuduğum birkaç makaleden öğrendiğim kadarıyla hastalığın en temel özelliği kişilikler ne kadar çok olursa olsun herhangi birinin diğerinden haberi olmaması. Burada Doğan, Kenan’ı bildiği ve garip bir şekilde istediği zaman bedene gelip gidebildiği için Kenan’ın Doğan’ı yakalama yönündeki çabaları çoğu zaman boşa düşüyor. Ki doktora gittiğinde de bu çaba Doğan’ın müdahalesi ile boşa gitti. Yine diğer bir kaçma kovalamaca Doğan ve Leyla arasında yaşanıyor. Doğan’ın kendisini kovalayan savcıyı, engellemek için Kenan’ı kullanarak Leyla’ya yaklaşması bölümün gerilimli taraflarındandı. Biz seyirci olarak Kenan’ın Leyla’ya âşık olduğunun farkındayız. Yine seyirci olarak Doğan’ın da Leyla’ya âşık olmasını bekliyoruz sanıyorum. Ancak geçtiğimiz haftaki bölümde Doğan’ın Leyla’yı hoş bulmasına rağmen duygu anlamında aşka yönelik bir gelişiminin henüz olmadığını senaristimiz bize gösterdi. Bunda Doğan’ın Zeynep yarasının payı olmakla birlikte Doğan’ın hayata karşı öfkesinin de payı var kuşkusuz. Diğer taraftan Doğan’ın keskin duvarını delebilecek kişinin Leyla olduğunu sanırken o duvarda delik açabilecek kişinin Kenan’ın annesi olabileceğini de hissettirdi bize Ethem Bey. Annesinin kucağında ağlarkenki savunmasızlığı ve belki sevgi ihtiyacı, annesine duyduğu özlem bunu ispatlar nitelikte her ne kadar Kenan’ın adı geçince delirse de. Doğan kırık bir çocuk. Ailesi tarafından istenmemiş ki yetimhanedeymiş. Sonrasında da yetimhanede belki kader birliği yaptığı arkadaşlarını kaybetmek de Doğan’ın parçalanmışlığını artırmış. Zeynep’in küçücük bir çocuk olan Doğan’daki yerinin aşk olduğuna inanmak bana zorlama geliyor açıkçası. Zeynep daha çok kardeş, korunması gereken biri duygusu açısından bana daha yakın ama bilemiyorum senaristimiz ne yapacak. Diğer taraftan Doğan’ın parçalanmış çocukluğunun yansıması parçalanmış kimliğinin parçası Kenan’a duyduğu öfkenin de müsebbibi Doğan’ın çektiği, hatırladığı tüm acılardan Kenan’ın bihaber olması sanıyorum. Unutulmak bir insan için en acı ceza. Yetimhanede unutulan bir çocuk Doğan. Ardından yetimhane yangını ve orada yaşanan felaket unutulmuş ardından en son zihni kendisini unutmuş. Bu büyük öfke sebebi. Doğan için Kenan rekabet edilen, yenilmesi gereken biri. Yazık ki Kenan’ın bu rekabetten haberi bile yok. Bu da Kenan’ı Doğan’a karşı savunmasız hale getiriyor. Diğer taraftan dizideki bir başka mücadele de babalar mücadelesi: Savcı Turan Öztürk ve Ekrem Gediz. İkisi de çocuklarını korumak adına girmek istemedikleri yollara giriyorlar. Savcı Turan Öztürk’ün oğlu Kenan’ı hem hastalığından hem de geçmişten koruma çabası kendi adaletiyle çelişmesine neden oluyor. İdris’le konuşmalarında aslında Doğan- Kenan’ın katil olduğunu öğrense de yakalama, yakalatma çabasına girmemesi; benim için nedeni anlaşılamasa da Doğan’ı en azından durdurmak için uğraşmaması ilginç bir çatışma. Ekrem Gediz’e gelince, yetimhane yangınındaki aktif sorumluluğundan dolayı vicdanen rahatsız olduğu baştan beri altı çizilen bir durum. Hatta cinayetler başlamadan kalp krizi geçirmesinin de sebebi bu gibi duruyor. Kızının bu olayla ilintili davada savcı olması, vicdani yükünü bir kenara koyup adını çocuklarına karşı koruma refleksine ağırlık vermesine neden oldu. Aslında bir diğer bir baba da İdris. Her ne kadar doğrudan bir baba sıfatı olmasa da İdris’in Doğan’ı koruma kollama refleksi onu baba konumuna getiriyor anlatıda. Her ne kadar Doğan’ın yaptıklarını desteklemesi hatta yardım etmesi babalık konusunda kafa karışıklığı yaratsa da ilerleyen dönemde Savcı Turan ve İdris arasında bir ortaklık görülebilir gibi. Burada anlayamadığım bir başka duygusal ayrıntı da İdris’in Turan’a tepkisi. Sonuç olarak kimsesiz bir çocuğu evlat edinmiş ve ona tüm sevgilerini öz evlatlarıymışçasına vermiş Turan ve Nevin Öztürk’e bu kadar tepkisel olması garip İdris’in. Doğan’a yaptığı cılız itirazlar inandırıcı değil. Burada İdris’in Doğan’a ilgisinin sadece hayatını kurtarmasıyla sınırlı olmadığı fikrim ağır basıyor. Devam edelim. Bu haftaki bölümün açılışını Doğan’ın Leyla’nın babasını tanıması ve ikinci cinayetini işlemesi sahnesiyle yaptık. Geçen hafta olay bazlı giden bölüm ağırlığının bu hafta biraz daha Leyla-Kenan-Doğan ilişkisine ve bu ilişkinin dinamiklerine kaydığını söyleyebiliriz. Leyla’nın katili yakalayamaması, üstüne tanığını kaybetmesi derken kendi tabiri ile küçük düşmesi Leyla-Kenan ikilisinin ilişkisinde yeni bir kapı açılmasına neden oldu. Kenan’ın özellikle bilinçaltında sakladığı olayların da yavaş yavaş su üstüne çıkmaya başlaması da yine Leyla’nın Kenan’a yönelik duvarını indirmeye başlamasında etkili oldu. Doğan’ın yönlendirmesiyle yetimhane yangınına kadar ulaşan Leyla ve Kenan ikilisi, bir taraftan da birbirini tanıyor. Ufak sohbetlerle birbirine yakından bakma fırsatı buluyor. Leyla’nın içine kapalı bir çocukluk geçirdiğini, sosyalleşme sorunu olduğunu, güvenmek konusunda sıkıntılar yaşadığını net bir şekilde Leyla’nın ağzından duyduk bu bölüm. Tüm bu sorunsallara rağmen Leyla’nın da Kenan’a çekildiği de ortada. Diğer taraftan mutlu, yaramazlığa açık, biraz şımartılmış, sosyal bir çocukluk geçiren Kenan’ınki tam tersi bir sıkışmışlık barındıran Doğan’ın da Leyla’ya ilgisinin bu bölüm büyüdüğünü söylemek sanırım yanlış olmaz. Yetimhane yangınını araştırırken aynı evde kalan Leyla ve Kenan, özellikle Kenan’ın yaşadığı içsel mücadele sırasında sayıkladıkları düşünülürse, yaşadıkları ile bambaşka bir eşiği geçti. Hatta Kenan ve Doğan geçişli olduğunu düşündüğüm “Sana âşık oluyorum.” sahnesinde, söz konusu cümleyi Doğan mı Kenan mı kurdu emin değilim. Çünkü konuşmanın büyük bölümü Kenan’da varken söz konusu cümle Kenan’ın hafızasında yok gibi. Kaldı ki Kenan bu itirafı yapabilitesi olan biri. Yaptıysa da arkasında rahatlıkla durur. Çünkü ilk andan beri Kenan, Leyla’ya sürükleniyor. Bu çok açık. Şikayetçi de değil üstelik. Soru Doğan bu duyguya kapılacak mı? Yani Leyla’ya olan yaklaşımı en azından geçen haftalardaki bölümlerde ilgili ama mesafeliydi. İdris Usta ile konuşmasında da suçladığı insanlardan biri olarak Leyla’yı da saydı. Bundan çıkarılabilecek sonuç sanırım konuşan Doğan’sa dahi bu bilinçli bir itiraf değil. Diğer taraftan Leyla babasının olanlardaki payını bilmeksizin, ki bilse de sanırım adalet için elinden geleni ardına koymaz, davanın peşinde koşmayı sürdürüyor. Katili yakalamak kadar katili o noktaya getiren argümantasyonların da peşine düşen genç kadın, bir yandan Kenan’a yönelik duygularında kargaşa yaşıyor. Kenan’ın inceliği, nezaketi ve duygu konusundaki açıklığı Leyla’nın yabancısı olduğu bir durum. Hem babası hem de ağabeyi düşünüldüğünde Kenan farklı bir erkek. Diğer taraftan Doğan, Leyla’nın genelde kaçındığı bir kimlik olarak Leyla’nın sınırlarını zorluyor. Bu haftanın son sahnesinde Leyla’nın babasının bagajda olduğu araba ile gerçekleri öğrenme peşine düşmeleri de bu sınırları zorlama halinin bir parçası. Leyla’nın babasının bu kadar erken öleceğini düşünmüyorum ama göreceğiz.

Son demde; aşk ateştir. Yakar kavurur. Ateşin bir başka becerisi de dönüştürmektir. Ateş dönüştürür. Kenan-Doğan’ın bölüm boyunca ateşler içinde yanmasında bu iki etkenin harmanlanması var bence. Kenan önce aşktan, sonra bilinçaltına gömdüklerinin yukarı çıkma çabasından yanmaya başladı. Doğan ise acısından yanmaya devam etti. Bu yanışta Doğan ve Kenan’ın aynı bedende nereye kadar ve nasıl dönüşeceğini göreceğiz ama bir şey var ki bu dönüşümün bir yerinde iyileşme ihtimali varsa bu ihtimal Leyla’da düğümleniyor gibi. Leyla su. Suyun hayat demek olduğunu yazmıştık. Kenan’ın acıdan içi yanarken o yangına su verenin Leyla olması tesadüf değil. Tıpkı hikâyede Mecnun’a da verdiği gibi. Kenan bir çölde. Kendi varlığının içinde onu kavuran bir çölde yaşıyor. İçinde bir başka benle yürüyor. Daha başka benler de çıkacak mı göreceğiz. Anlayamıyor Kenan ama hissediyor. İçinde bir katil var. Vicdanını Kenan’da bırakmış bir katil. O katilin sebepleri ve acıları da var. Kenan kendi çölünde bu acılara doğru yürüyor. Kendi doğruları ve Doğan’ın doğruları çarpışmak üzere. Diğer taraftan o çölde yoluna çıkan bir Leyla var. Hem Doğan’ın hem de Kenan’ın etik değerlerinin karşısında bir Leyla.  Ahu gözlü, gece gibi saçları olan Leyla’nın bu yolculukta sığınılan bir vaha, içilecek bir damla suyun müsebbibi olması da kuvvetle muhtemel. Doğan ve Kenan pek çok konuda ayrılsalar da ortak paydaları şefkate ihtiyaçları. Leyla o şefkati vermeye açık gibi görünmese de bu hafta gördük ki aslında Kenan için gözleri dolan, onun sancılarının sebebini bilmek isteyen, anlama çabasıyla canı yanan biri. Tüm o buz gibi hallerinin altında sakladığı kırgın kız çocuğunun gülümsemesini Kenan’a mı Doğan’a mı yönelik göreceğimiz merak konusu. Malum Doğan, Kenan’ın gözlerinden de izliyor olanları. Aralarındaki imkânsızlık her geçen hafta derinleşirken aralarındaki duygu da derinleşiyor aslında. Bambaşka Biri sınırda gezinmeye devam eden bir akışla devam ederken bir şekilde çoklu kişilik bozukluğuyla harmanladığı hikâyede sorularını ahlak, adalet ve iyilik nedir; aşk nerede başlar ve neye yöneliktir şeklinde sormayı sürdürüyor. Sistemsel kargaşalarımızın ortasında hasta bir adam, onun kendi adalet arayışı ve aşkı; sistemin parçası bir kadın, onun adaleti sağmala şekli ve benimsediği sert mesleki rolünün karşısına çıkardığı imkânsız aşk düğüm üstüne düğüm atıyor. Kısaca katil ve kanunun birbirine âşık olmasının çarpışması şiddetli olacak gibi.

Haftaya yeni bölümde yeniden buluşmak üzere…

                                                                                                                                                                                                                                                                                               UmayMasal


   

20 Eylül 2023 Çarşamba

Sadece Aşk ve Ölüm

 “Aysel git başımdan ben sana göre değilim

Ölümüm birden olacak biliyorum

Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan istemiyorum.

Sevdiğim anda sen üzülürsün

Sonbahar uğultusu duymamışsın ki

İçinden bir gemi kalkıp gitmemiş

Uzak yalnızlık limanlarına

Aykırı bir yolcuyum dünya geniş

Bir kulak çınlıyor içimdeki

Sakın başka bir şey getirme aklıma

Aysel git başımdan ben sana göre değilim

Ölümüm birden olacak seziyorum

Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Aysel git başımdan seni seviyorum.” – Attila İlhan

Merhaba sevgili okur. Yine ve yeniden “Bambaşka Biri” yorumunda birlikte yol alamaya var mısınız? Geçtiğimiz hafta Kenan-Doğan aksında bir katil ve televizyoncu kimliğinin çatışma başlangıcını, bir cinayeti ve bu cinayeti çözmeye çalışan aile defolu Savcı Leyla’nın hikayesiyle tanışmıştık. Bu hafta hızla olayların merkezine doğru ilerledik hikâyede. Tempo azalmadı tam tersine arttı. Aslında hikâyeyi iki farklı yerden ele almak gerekiyor galiba. Kaçıp kovalama tematiğinde Leyla-Doğan ve Kenan, aşk tematiğinde Leyla-Kenan ve Doğan. İlk akstan başlayalım.

Bu hafta Doğan’ı yakından tanırken başından geçen travmayla da yüzleştik. Ben başta Doğan’ın istismara uğramış olabileceğini, bu nedenle de çoklu kişilik bozukluğu ile bu travmayla başa çıkmanın yolunu bulduğunu düşünmüştüm. Bu teori kenarda hala dursun ama anladık ki Doğan yetimhanede ciddi bir tehlike atlatmış. Yetimhane, sebebi hala bizimle paylaşılmamakla birlikte, birileri tarafından yakılmış. Doğan da buna şahit olmuş. Sonrasında da yetimhanede arkadaşlarının yanarak ölümüne şahit olmuş. Ki gördük ki özellikle Zeynep’in ölümü Doğan açısından en travmatik olay. İdris’le tanışıklıklarının ve ikisi arasındaki bağın sebebinin de bu yangın olduğunu da anladık. İkili bu kez yangından sorumlu hademeyi kaçırarak cezalandırma yoluna gitti ki hademe ölmese bile Doğan’ın seri katile dönüşmesi yolundaki taşlar da döşenmiş oldu. Doğan yıllardır sağlanamayan ve zaman aşımına uğramış gözüken yangının intikamını hayatının merkezi yapmış durumda. İntikam, öfke, acı, sevgisizlik sarmalında sıkışıp kalmış biri Doğan. Geçen hafta yazıda bahsettiğim ve beklediğim gibi Doğan’ın en büyük nefreti Kenan’a. Sebebi de yaşadıkları bütün acıyı, travmayı yüklenen taraf Doğan’ken Kenan’ın hiçbir şeyi hatırlamaması, sevgi ile çevrelenmesi, hayatını Doğan’a göre kusursuz yaşaması. Diğer taraftan ortak kullanılan bedenin Kenan’a değil kendisine ait olduğu iddiasında olan Doğan’ın elini güçlendiren en önemli şeyse kuşkusuz, istediği an Kenan’ı baskılayabilmesi. Kenan’a kalansa sadece derin hafıza boşlukları. Burada parantez. Geçtiğimiz hafta Kenan ve Doğan geçişini aynı aksta görmek istediğimi söylemiştim. Bu hafta Kenan’ın yolladığı manifestoyu asla okumayacağını anlayan Doğan’ın anında Kenan’ı baskılayıp ardından Kenan gibi davranarak çıkıp manifestoyu okuduğu sahne cidden çok iyiydi. Burada Burak Deniz’in oyunculuğunun çok başarılı olduğunu da eklemem gerekiyor. Ama hala beden kavgaları bekliyorum. Kaldı ki yaptığı hamle ile Kenan’ın kendisini fark etmesi konusunda riski alan Doğan’ın bu kavgayı çok yakın zamanda yapacakları çok açık. Manifesto içeriğini düşündüğümüzde Doğan’ın topluma, adalet kavramına ve dolayısıyla var olan sisteme de karşı tutum içinde olduğu da açık. Bunun için kendince de haklı sebepleri var. Bu noktada küçük bir parantez daha. Dizinin ilk hafta madencilere, tacizlere yönelik verdiği mesajlara ek olarak Doğan’ın manifestosunun alt metninde olan toplumsal eşitsizliklere artı adalet kavramına yönelik eleştirilerin dokunduğu yerleri sevdim. Kapat parantezi. Geçen hafta Doğan’ı kıskandığını söyleyen Kenan’ın Doğan’ın içinden çıkan başka bir kimlik olduğunu öğrendiğinde yaşayacağı kırılma Doğan’ın söylediği gibi ev sahibi Kenan’ın içinden başka başka kimlikleri mi çıkartacak yoksa Doğan’ı baskılama yoluna bu kez bir yetişkin olarak mı gidecek? Katil olma fikriyle nasıl başa çıkacak? Bunlar sorular. Bir de Leyla kısmı var tabi. İşin duygusal boyutuna birazdan bakacağız ama özellikle Savcı Leyla ile Kenan’ın yakınlığını salaklık olarak gören Doğan’ın Kenan’la arasındaki mücadelede Leyla’yı nereye konumlandıracağı da önemli.  Doğan'ın yaşadığı acının içinde Leyla'yı koyacağı yer çok çok önemli.

Şimdi diğer aksa yani aşkla da harmanlanan Leyla- Kenan ve Doğan hattına bakalım. Kenan Leyla’nın aile sorunlarına şahit oldu bu hafta. Onun kırılmış, ötelenmiş çocukluk hikayesiyle tanıştı. Belki kendi hikayesine paralel bir kaybolmuşlukla tanıştı Leyla'nın gözlerinde. Bir de Attila İlhan hayranlığıyla tabi. Girişte de kullandığım şiirin ilk kısmını okudu Leyla’ya. Aysel yerine Leyla’yı kullanarak hem de. Leyla'ya dair kalbine biriktiriyor Kenan. Oyuncaklarını biriktirdiği çocuklar gibi. Leyla’ya aşkı hızlı ilerliyor gibi Kenan’ın. Bunda Leyla’nın gizeminin yanında Kenan’ın bilinçaltındaki Doğan’ın da etkisi olduğunu düşünüyorum bazen. Aşk meraktan beslenir. Bu aşkta merak kavramının altı da kalın kalın çiziliyor zaten. İkisi açısından da sırların olduğu bir duygusal yakınlığa sürükleniyorlar. Leyla’nın babasının Doğan’ın en büyük travmasındaki yerini tam bilmiyor olsak da babanın yaşadığı vicdan azabından anlaşılan ciddi bir pay sahibi olduğu. Bunu Doğan bilmiyorsa dahi kısa zaman sonra bileceği aşikâr. Leyla’nın Kenan’la ilişkisinin Kenan’ın çabasıyla ilerleyeceği de ortada. Genç kadının temel sorunu sevgide koşulsuz kabul zaten. Ailesi Leyla’yı abisi konusunda gösterdiği doğrucu Davut tavrı nedeniyle keskin bir şekilde dışlıyor. Baba dışında bu tavır, şiddeti farklı da olsa net. Babasının da Leyla’ya kızmaması belki de yaşadığı suçluluğun kefareti olarak görmesi kızını. Öyle ya onlar bir suç işledi ve onun en sevdiği de suç işleyenleri cezalandırıyor bir nevi. Oğlu da bu bedellerden biri. Kenan’ın “Neden bu işi yapıyorsun Leyla?” sorusunun cevabı bu noktada önemli. “Birisinin bunu yapması lazım.” Aşka geri dönersek Kenan’ın Leyla’nın acısını görmesinin ikisini yakınlaştıracağı ortada ama arada duran gölge yani Doğan’ın yaptığı son hamle bu yakınlaşmanın zamanını uzatabilir. Doğan’ın Kenan’ın salaklığı olarak yorumladığı aşka dönüşmeye başlayan hoşlanmada taraf haline gelmesi kaçınılmaz. Zeynep’e rağmen Doğan, Leyla’ya intikam için kullanmak dışında duygu besleyecek gibi. Son sahnedeki gülüş manidar. Peki Leyla? Onun ilgi alanı daha çok Kenan gibi ama Leyla’nın Doğan’la henüz tanışmamış ya da şöyle ifade edeyim tanışsa da onun Doğan olduğunu bilmemesi, öğrendiğinde ne yapacağı sorusunu da sorduruyor?  Muhtemelen âşık olacağı Kenan’ı Doğan’dan kurtarabilecek mi? Asıl evci olduğu iddiasındaki Doğan’la nasıl bir ilişki biçimi geliştirecek? Peki ya kişilik sayısı ikide sınırlı kalmazsa? Ortaya çıkması muhtemel bu kimlik veya kimliklerle Leyla ne yapacak? Göreceğiz. Ama kendi adıma bu tip bir durumun Leyla açısından merkezi bir sorun olabilmesi için aşkın Leyla tarafında da büyümesi gerekiyor. Pekiii…


Şimdi gelelim Masalistan bakışına. Adını meşhur hikâye Leyla ile Mecnun’dan alan Savcı Leyla’nın aşkı, adıyla müsemma Leyla’ya dönüşür mü? Kızımız son derece ciddi ve mantıklı bir kimlikle kendisini sınırlamışken, o sınırlar bir delinin peşinde flulaşır mı?  Adaleti kendi algılarıyla ve yaşanmışlıklarıyla sağlamaya çalışan Kenan-Doğan’ın aşk döngüsünde iyi, aydınlık ve güzel Kenan’la; kötü, karanlık ve çirkin Doğan’ın aynı ruhun parçaları olduğunu öğrenen Leyla adanmışlıkla sevmeye devam edebilir mi? Leyla, Leyla’ysa bunu yapacaktır. Hatta Kenan-Doğan babasını öldürse bile bunu yapabilme olasılığı çok yüksek. Koşulsuz sevmek. Ana mottosu koşulsuzluk ve merak olan bir aşk büyümekten başka yol bulamayacaktır. Şiirin de dediği gibi Kenan’ı sevdiği anda üzülecek olsa da Leyla; ölümünün birden olması kuvvetle muhtemel olsa da Kenan’ın değişimlerinde belki her kimliğinde Leyla ile yeni bir ilişki mottosu yaşayacak olsa da sevecek mi Leyla? Diğer taraftan adalete inancıyla babası ve sevdiği adam tarafından çevrelenecek Leyla’nın travmasının da Kenan-Doğan’dan eksik kalmayacağı net. Firavun’un yanında büyüyen Musa gibi adaleti arayan, adaleti sağlamaya çalışan Leyla’nın kardeşi ile yaşayacağı hesaplaşmanın sertliği de o acıya acı katacak. Unutmayalım Musa yanında büyüdüğü firavunla değil kardeşi gibi büyüdüğü firavunla kapıştı. Sembollerden giderken açıkça Atilla İlhan’ı aşkın diline yerleştiren senaristin Kenan’ın odasında hatta mutfağında asılı duran tabloya bakmadan olmaz. Tabloda sisli bir griliğe dağın tepesinden bakan bir adam var. Adamın yüzü yok. Sadece sureti var. Elimizde bedeni olan ama karanlığı şimdilik Doğan, aydınlığı şimdilik Kenan var. Koca bir sise, o sisin içindeki şehre, kendi içindeki şehrin karanlığına bakan bir ruh o. Bir taraftan kendisini adaletin savaşçısı olarak görüyor. O adalet kendi adaleti olsa da.           

Son demde; bu bölüm Leyla’ya daha da asılan Hande Erçel’i özellikle ağabeyi ile olan hesaplaşması ve sonrasındaki kırgın, dışlanmış duygusuyla Yasemin’le dertleşmesinde beğendim. Zaten Burak Deniz’le sahnelerinde seviyorum. Burak Deniz problematik kimliği oynamak için yaratılmış gibi. Kenan-Doğan aksındaki farkı öyle kuruyor ki cidden iyi diyor insan. Diğer oyuncular Menderes Samancılar ve Cem Davran iki uçtaki baba figürleri olarak müthiş. Çatışmalarını izlemek keyifli olacak.

Son söz ise ; sadece aşk ve ölüm her şeyi değiştirir.

Haftaya buluşmak dileğiyle…

                                                                                                                                                                                                                                                                                                           UmayMasal 





17 Eylül 2023 Pazar

İKİ YABANCI

 “Bir ben var benden içeri.”  "Bambaşka Biri" dizisini ikinci fragmanında kullanılan, geçen pazartesi izlerken benim de aklıma gelen Yunus Emre’nin sözü. Uzun zaman oldu sevgili okur. Hikâyenin peşinde koşma derdi bizimki. Daha önce de ya hikâyenin kendisinden ya da içinde bir yerinde hikâye içre hikayesinden etkilenerek blogumuza misafir ettik anlatıları. Uzun zamandır da yazmadık. Sebebi kalbimizi çalan bir anlatımla karşılaşmamamız veya bir yerinden gönül bağı kursak da sonradan o bağın elimizde bırakılmasıydı. Neyse sebeb-i girizgâh dizimiz ilk cümleden de anladığınız üzere “Bambaşka Biri”. Hikâye çoklu kişilik bozukluğu olan Kenan ve onun diğer kimliği Doğan arasındaki çatışma üzerine kurulu. Yani kahramanımız da anti kahramanımız da aynı kişi. Bu bağlamda cidden izlenesi. Diğer taraftan yıllar önce blogumuzda misafir ettiğimiz bir çiftin başrolde olması da bizim için çok güzel. Hande Erçel ve Burak Deniz’i  Hayat ve Murat olarak mutlu sonsuzluğa uğurladıktan sonra bu kez Kenan ve Leyla olarak izlemek de bonusu olunca yazmak elzem oldu. Yol uzun olacak gibi. Bizim eşlikçiliğimize gelince hikâye saçmalamadığı müddetçe burada olmaya çalışacağız. Şimdi eğer istersen peşime takıl birlikte bölüme bakalım.

İlk bölüm biraz karakterleri tanıtma, onların birbirine bağlanması ve biraz da olay düğümlerinin keskin şekilde atılmasıyla başladı. Önce Savcı Leyla ile tanıştık. Üç yıllık Doğu görevi sonrası İstanbul’a gelen Leyla’nın ailesiyle arasının çok da iyi olmadığını öğrendik. Öyle ki döndüğünü onlara haber dahi vermemişti Leyla. En yakın arkadaşıyla kahvaltı etmek isterken başsavcının onu çağırmasıyla masadan kalkan Leyla’nın mesleğiyle arasındaki bağın gücüne bölüm boyunca şahit olmaya da burada başladık. Bölümün ilerleyen kısmında Kenan’la ilk karşılaştığı yer olan restorandaki adamlara yaklaşımı, işlenen cinayette başsavcının oğlu olmasına rağmen Kenan’ı sorguya alışı ve kuşkusuz kendi ağabeyinin işlediği suça bakış açısındaki netlik Leyla’nın savcı kimliğinin adalet anlayışının yansıması olarak çok baskın olduğu. Başsavcının ona “Gerekirse babanı bile tanımayacaksın.” demesi de hem savcının hem Leyla’nın önüne konacak sınavlar açısından kehanet gibi. Burada minik bir parantez. Cem Davran’ın ilk bölümden muazzam bir başsavcı ve baba kimliği çıkardığını not düşmek isterim. Ben çok beğendim. Açılmaya elverişli bir kimlik. Yoruma devam. Kenan’la ve dolayısıyla Doğan’la yaşanacak çapraşık durum Leyla’yı da başsavcıyı da seçimlerle karşı karşıya bırakacak bu net. Lakin Leyla öncesinde ailesine dair elinde kalan tek kişi olan babası ile sınanacak gibi duruyor. Bu onun adalet algısını nereye götürecek göreceğiz ama bence daha çok kimliğinde ciddi bir kırılma yaşayacak gibi duruyor. Özellikle ilk cinayet, Hamdi Atılbay, sonrası ortaya çıkan tecavüz skandalı Leyla’nın babasına bağlandığında halihazırda kırılmış gözüken kız çocuğu kimliğinde derin bir kara delik açılacak. Babalar bizlerin köküdür. Leyla kökünü kaybedecek. Üstelik ağabeyini hapse göndermekten çekinmeyen Leyla’nın babasını da aynı yere göndermesi veya babasının öldürülmesine engel olamaması halinde ailesi ile kopma noktasına gelmiş ilişkisinin nerelere gideceği de karanlık bir tünel ki benim baktığım yerden ucunda aydınlık olmayan bir tünel.

Hikâyenin diğer tarafı aslında tam ortası Kenan’a gelirsek, öncelikle maden faciasındaki tavrı ile çok sevilen, önemsenen, talep gören, özgüvenli ve kendi adaletini basın üzerinden sağlamaya yatkın bir kimlik olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Bu açıdan içindeki diğer kimliği Doğan’la benzeşiyor aslında. Doğan da kendi adaletini, kendi bildiği yerden sağlıyor. Bu da çoklu kişilik sorunu olsa da Kenan-Doğan’ın hukuksal adalete güvenmediğini ortaya koyuyor. İşte bu kesişimin ortasında duran kişi de o hukuksal adaleti temsil eden Leyla. Ne ilginç değil mi? Hangi kimliğinde olursa olsun senin adaleti sağlama şekline karşı çıkacak bir kadına âşık olmak… Derin bir iç çatışma. Kenan’ın babası da savcı dediğinizi duyar gibiyim. Babası Kenan’ı bağlar Doğan’ı değil. Unutmayalım Doğan daha önce de ortaya çıkmış ama o baba ve anne Doğan’ı terapilerle en derine yeniden gömmüşler. Onlar Doğan’ı değil Kenan’ı seçmiş. Kendi intikam yolunu çizen Doğan açısından öncelikli olmasalar da hikâyenin bir yerinde ceza kesilecekler arasında olabilir anne ve baba. Zira bölüm boyunca acaba Kenan Doğan’ı biliyor mu sorusu seyirciye sordurulsa da anladık ki Kenan Doğan’ı bilmiyor ama Doğan Kenan’ı biliyor. Bıçak ararken Kenan’ın şaşkınlığı bu sorunun en temiz cevabıydı sanıyorum. Bu durum bir süre sonra Doğan Kenan’ı yok etmeye çalışır mı sorusunu akla getiriyor. Cevap bana göre net. Evet. Şu an dahi onu derine gömen Kenan’a tepkili olan Doğan’ın Kenan’la aynı kadına âşık olduğunda yapabileceklerinin sınırı olmayacaktır. Evlatlık olan Kenan’ın muhtemelen yetimhanede yaşadığı istismarın sonunu olan Doğan’ın hayata dair motivasyonu kendi adaletini kendisi sağlamak üzerine. O bilincin en derininde yaşadıklarının acısını yüklenirken Kenan’ın unutmak denen konforda hayatına devam etmesi de Doğan’ın Kenan’a saldırması için neden. Leyla’dan etkilendiği her halinden belli olan Kenan’a darbe indirmek için yaklaşılacak ilk hedef Leyla. Bir taraftan Leyla’yı ilginç yapan diğer şey sanıyorum Kenan-Doğan’ın içte bir yerdeki yakalanma isteği. Unutmayalım. Bir sanatçıysanız ve eserinizden gurur duyuyorsanız onu anlayacak bir eleştirmenin övgüsü dünyaya bedeldir. Leyla adalet savaşçısı bir savcı. Suçluları içeri atıyor. Ağabeyini bile tanımıyor bunu yaparken. Adaleti sağladığını düşünen bir ruh başka kimin onayını ister ki?

Genel olarak bölümde kim katil, neden katil, kim, ne kadar Kenan’ın durumuna hâkim sorularının cevaplarını aldık. Sıradaki kurban da büyük ihtimalle Leyla’nın bulduğu fotoğraftaki diğer adam. Sonrası ise Leyla’nın babası. Ölür mü, yaşar mı göreceğiz ama eğer ölürse Leyla ile Kenan arasına bir de baba cenazesi girecek gibi duruyor. Peki aşk. Leyla-Kenan ve muhtemelen Doğan arasındaki üçgende merak duygusu üzerine kurulu bir aşk izleyeceğiz. Flaubert’in dediği gibi “Merak. Birine karşı, ansızın, bir merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uza cümle, senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur.” Aşk bu hikâyede merakla büyüyecek büyük ustanın dediği gibi. Nefretle, öfkeyle, intikamla sarmalanabilir. Ama ne Leyla Kenan’a ne Kenan Leyla’ya bilmek istemiyorum diyebilecek gibi duruyor.  

Son olarak; dizinin renkleri, akışı ve çekilen görüntüleri çok sevdim. Yönetmenlik cidden başarılı. Oyunculuk anlamında Hande Erçel’in karaktere biraz daha asılması gerektiğini düşünüyorum ama ben HanBur kimyasını ALA’dan beri severim. Kim ne derse desin bence ikisinin kimya anlamında en iyi partnerleri birbirleri. Burak Deniz zaten iyi bir oyuncu. Kenan- Doğan aksını iyi yakalamış. Aynı sahnede birinden diğerine geçişini, iki karakterin bedendeki kavgasını görmek için sabırsızlanıyorum.

Merak edenlere, arı kutsal kitaplarda bereket, bolluk ve ölümsüzlüğü simgeler. Leyla’nın arı alerjisi var ve ilk bölümde Doğan birini öldürürken Kenan arının soktuğu Leyla’yı ölümden kurtardı. Leyla’nın sokulduğu anda babasının resmini bulması da ilginç bence. Leyla da mı kendi içinden başka birini çıkaracak yoksa? Aslında sokulma anında Leyla başka bir hayata mı doğdu? Öncesinde sürekli su içen Leyla yeniden doğuşa mı hazırlanıyor yoksa? Saflık ve erdemin sembolü olan su aynı zamanda yeniden doğuşun da simgesidir. Kısaca evlatlık olan Kenan, kimsesizliği yaşayan kimliği Doğan ve belki Leyla… Başından itibaren iki yabancı olan Leyla ve Kenan gerçekten iki yabancı mı?  Anneler evlatlarından kolay vazgeçebilir mi? Kim bilir? Haftaya görüşmek üzere…

                                                                                                    UmayMasal 




  

1 Aralık 2022 Perşembe

Büyürken mi Büyüdükten Sonra mı Aşk?

 Selam sevgili okur. Uzun zaman oldu. Takip eden bilir bu blogda keyfe keder yazılır. Canımız ister hikâyenin kendisine vuruluruz peşine takılırız canımız ister hikâyenin içinde saklı bir ayrıntıya takılır onun ardından kovalarız. Ama ne olursa olsun bunu kendimizce ve evrenin yapısının bütününe bakarak yaparız. Hatta baktık hikâye bizim sevdiğimiz akstan çıktı başka bir yere savruldu iyi o zaman deyip yolumuzu ayırırız. Neyse  sebeb-i girizgâh Tozluyaka evreninin iki çift. Biri sosyal medyadaki adıyla ZeyÇağ diğeri de DerÖn. Zeyno ve Çağrı hikayenin gençler ayağının bana göre en güçlü çifti diğeri yani Derya Önder ise başka türlü bir hikayede rahatlıkla merkeze yerleşebilecek bir ikinci bahar aşkı. Dizi bizim hanede annemin Dolunay Soysert sevgisi nedeniyle izleniyor. Ben de onunla birlikte, onun seçimi olarak izliyorum. Hikaye örgüsünün en sert düğümü yani Vefa’nın ölümünden sorumlu olan kişinin ortaya çıkması ve bir nevi katilin cezasını çekmesinin ardından Tozluyaka içinde yeni çatışma alanları aranmaya başladı. Fakat çatışmanın yetişkin tarafı bir anda iyilerimiz açısından garip bir yere evirilip gençler kısmı da bariz şekilde çatışma dışı kalınca dizi kan kaybetmeye başladı. Lakinnnn… Şimdi akışla ilgili eleştiri ve önerileri sonraya bırakıp lakin kısmından devam edelim.

Aşk benim kurguda en çok sevdiğim konulardan biri. Nasıl işlendiği, hangi temele oturduğu ve ilişkinin gelişimde tarafları değiştirebilme gücünün nereye koyulduğu benim için önemli bağlayıcılardandır. Tozluyaka’da da söz ettiğim bu iki cephe dönüştürme şekli, cesareti ile cidden güzel temelli aşklar. Öncelikle Derya-Önder…

İkinci baharı yaşıyor ömrüm… Zihnimde bu şarkı ile izlediğim çiftlerden biri bu ikili. Öncelikle aşkın 17-25 yaş aralığına sıkıştığı hatta zaman zaman yaş almış aktörlerin kızları olacak yaştaki oyuncularla partner olduğu dizi atmosferinde ciddi bir nefes alma alanı Derya ve Önder’in hikayesi. İkisinin de yaşadığı başarısız ilişkileri var geçmişlerinde. Tesadüf mü demeli tevafuk mu bilemem ama ikilinin önceki partnerleri tam anlamıyla narsisimin dibini sıyıran insanlar. Kenan kendi çıkarı uğruna oğullarını dahi feda etmekten çekinmeyen, sorunlu bir baba modeli her şeyden önce. Hoş burada parantez Tozluyaka evreninde Önder ve Bilal dışında düzgün baba yok. Ya kayıplar ya hasta ruhlu. Neyse devam. Kenan kadar hasta ruhlu diğer kişi de Nesrin. Oğluna dahi Önder’e yakın olmak için yaklaşan, üstelik çocuğunun ruh sağlığıyla oynamak pahasına yalanlar söyleyen biri Nesrin. Kısaca takıntıları uğruna önlerine çıkan hiçbir şeyi harcamaktan çekinmeyen bu iki güya yetişkin çok tehlikeli. Derya da Önder de çocukları ile sınana sınana geldikleri süreçlerden öylesine makul bireyler olarak çıkmışlar ki sapasağlam duruyorlar her krizde. Belki de ne istemediklerini bildikleri için ne istediklerini de biliyorlar. Bu sağlam duruş ortaklığıyla başlayan arkadaşlıklarının da aşka evirilmesi kaçınılmaz hale geldi dolayısıyla. Önder baskılamayan, alan yaratan, nezaket sahibi bir adam. Çelişik karakteri Kenan’ın aksine sevmeyi biliyor. Alan daraltmıyor. Kızıyor, kıskanıyor, kırılıyor ama kızdırmıyor, kıskandırma çabasına girmiyor, kırmamak için uğraşıyor. Derya ise yaşadıklarına, kimsesizliğine inat dimdik duran bir kadın. Sert bir mizaç geliştirmiş. Hayat zorunda bırakmış onu. Derya’nın hayatla inatlaşmasının ortasına düşen Önder’in yaptığı ilk şey sanırım Derya’nın yalnızlığını almak oldu. Her sorunda yanında durdu. Oğlunun tarafı ve Derya’nın oğlunun tarafı arasındaki savaşta tam ortada durarak Derya’nın güvenini kazandı. Derya gibi oğlunun babası ve ailesi tarafından yok sayılmış, en çok güveninden vurulmuş, hayatta kendisinden başka kimseye güvenemeyen biri için ne büyük aşama. Sonrasında Önder’i tanıdıkça aralarındaki benzerlikler ve ortak kader devreye girdikçe Önder’e sevgi büyütmesi de artık kaçınılmaz hale geliyor haliyle. Şimdi geldikleri noktaya bakınca saçma sapan bir entrikanın ortasındalar. Gerekli miydi? Bilmiyorum. Bence değildi. Birbirlerine olan sevgileri böylesine sert bir sınavdan geçmeli miydi? Hoş hastalıklı Kenan ve Nesrin varken bir yerden mutlaka patlayacaktı o silah. Bundan sonra ne olacak göreceğiz. Umarım daha da tırmanıp aralarındaki bağ zedelenmez. Nesrin ve Kenan’ın oyunları ortaya çıkar. Aşkın ikinci baharındaki Derya ve Önder bir araya gelir.




Diğer taraf Zeyno ve Çağrı’ya gelirsek. Bu ikilinin arasındaki duygu tam anlamıyla bir ilk aşk. İnsanın kulaklarında Sabahattin Ali’nin “Çocuklar gibi” şiiri yankılanıyor bu ikisini görünce.

“Hissedince sana vurulduğumu,

Anladım ne kadar yorulduğumu,

Sakinleştiğimi, durulduğumu,

Denize dökülen bir pınar gibi.”

Zeyno babasının prensesi olamamış eksik gedik kız çocuğu yüreğini saklamış hep. Erkek gibi olarak belki babasının sevdiği evladı olabileceğini düşünmüş belki ya da hayatta ayakta kalmanın ancak erkek gibi olmakla mümkün olacağını düşündü kim bilir. Tıpkı Derya gibi Zeyno. Güven onun en kırılgan yeri. Arkadaşları çok kıymetli çünkü onlara güveniyor. Babasının gerçeğiyle karşılaştığında parça parça olan Zeyno’nun kabuğunu tam da buradan kırması boşuna değil. Parçalarını toplamadan hemen önce, dostları onu sarıp sarmalamadan hemen önce Çağrı ile karşılaşmaları da boşuna değil. Hatta Zeyno’nun genç bir kız olduğunu hatırlamadan önce sınıfta ona hatırlatma yapanın Çağrı olması, elbiseli ilk kombinini abartılı tepkisiyle karşılayanın Çağrı olması da tesadüf değil. Tıpkı arkadaşlıkları konusundaki aldatılmışlığı, uğradığı haksızlıklar, bakış açısındaki defo konusunda Çağrı’yı uyaranın Zeyno olması gibi. Zeyno’nun kırıldığı yerden kendisi kırılınca yani annesinin gerçeğiyle yüzleştiğinde Çağrı’nın Zeyno’ya sığınmasının tesadüf olmaması gibi. Başta öfke kontrolü konusunda sorun yaşayan Çağrı’nın sakinleşmesinde Zeyno’nun etkisi de en az yaşadıkları kadar önemli. Bazen sosyal medyada buna ilişkin serzenişler görüyorum. Ama şunun ıskalandığını düşünüyorum. Çağrı birini öldürdüğünü sandı. Vicdanıyla yaşadığı travmatik yüzleşmeden sağ çıkmasında babasının sevgisi etkiliydi. Sonrasında arkadaşlarının ihanetleri ile karşılaştı. Onlardan farklı yerden değişmeye başladı. Babasının güvensizliğini yaşadı. Belki yıllarca annesinden neden nefret ediyor diye düşündüğü babasının haklılığı ile sarsıldı. Âşık oldu. Reddedildi. Annesi gözünün önünde bıçaklandı. Korktu çok korktu. Tam sevdiği kızın elini tutmaya hazırlanırken onun çevresi ve kendisi arasındaki duvar dikildi karşısında. Bu bir kez olmadı üstelik. Defalarca ve defalarca oldu. Sınandı Çağrı. Dürüstlüğünden sınandı ve sınavı geçti. Zeyno ve Çağrı arasındaki ilişki ikisi açısından da değiştiren, farklılaştıran bir aksta ilerliyor. Çağrı babasının oğlu. Nazik, kendine özgü ve sevmeyi biliyor. Sevdiği kimseyi geride bırakamıyor. Asla bırakmıyor. Zeyno da öyle. Ali’ye dair hissettiğinin aşk olmadığını anlama süreci atlanıp geçilse de ki bence bu ciddi bir boşluk, Zeyno  Çağrı’yı sevmeye başlamadan hemen önce ona güvenmeyi öğrendi. Bir oyunun içinde olduğunu sandığı süreçte bile Çağrı’nın iyi niyetiyle karşılaştı ve Ege’ye karşı onu savundu. Çağrı saf bir noktadan bakıyor hayata ve Zeyno o bakışın en derin yerindeki ilk aşkı. Ne demişti: “Artık senden bir şey saklamak istemiyorum.” Tam da burası bu aşkın çekirdeği. Kimse kimseden saklanmıyor. Acı çekerken de severken de çocuklukta da saflıkta da oyunbazlıkta da saklanmıyorlar birbirlerinden. Birlikte büyüme halinin en tatlı tonu ZeyÇağ kod adlı Zeyno Çağrı. Güvenmek, yaslanmak, aynı yerden acı çekmek, sevgide eksik gedik kalınan yerden birlikte sürgün vermek… Keşke diyalog anlamında biraz daha beslenebilseler diyeceğim de işte… Buraya derin bir işte bırakıyorum.




Son demde; Tozluyaka’nın şu an en büyük sorunu ciddi bir çatışma alanından yoksun oluşu. Berk’in iyi mi olmalı kötü mü kalmalı kargaşası devam ediyor. İyi kalamıyor gözümde çünkü sadece Cemre konusunda acı çekti ve baba kaybı konusunda. Yani duygusu ve empatisi kendisinden çıkmadı. Ali çok karikatür kalıyor. Esas oğlan statüsündeki karakter o kadar defosuz yazılmaya çalışılıyor ki Derya Önder konusunda yol açtığı sorun çok derin olmasına rağmen üstü örtülüyor. Bu da seyirci ile bağı koparıyor. Kenan çatışması ne kadar taşır hikâyeyi bilmiyorum. Çünkü orada Kenan’ın tavrı nefes alacak alan bırakmıyor bu düğüm yerinde seyirciye. Hazal da koyu griden açığa evirildiğine göre elimizde kimse kalmıyor. Ya düşman iki tarafı aynı tarafa tüm kimlik çatışmalarına rağmen çekecek büyük bir dış çatışma gelmeli ya da… Üzgünüm. Ben aşk noktasında yazdığım iki ilişkinin alıcısıyım. Ama derinleşmeleri lazım. 2.30 saatlik bölümü sırtlamak içinse daha büyük bir şeye ihtiyaç var. Pazar zor gün. Benden şimdilik bu kadar sevgili okur. Belki yine geliriz. Kim bilir?

                                                                                                         UmayMasal  


  



       

20 Haziran 2022 Pazartesi

Ayrılmak Diye Bir Şey Yok Aslında- TürMer

 “Tanımak haddinden fazla şefkatin sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle.”- Cibran

Aşka dair en önemli ayrıntı aşkın kendisinden başka hiçbir şeyi barındırmadığıdır. Kendisinden başkasını vermez kendisinden başkasından da almaz. Rotasını çizemezsiniz çünkü aşk kendi rotasını çizer. Kendisini gerçekleştirmek için o rotanın doğrultusunda ilerler.

Selam sevgili okur. Aşka dair hikayeler içinde bir yerinden bağ kurduğumuz Türkan ve Somer’den devam etmek üzere buradayız. Sezonun son bölümünde toplam hikâyenin orta yerinde tüm düğümlerin atıldığı noktadaki Türkan Somer aşkının derinlik kazanışıyla, ayrılık olmadan eylüle kadar uğurladık çifti. Adım adım bakalım mı bölüme? Haydi takıl peşime belki kendine dair izler bulursun yazının bir yerlerinde.

Geçtiğimiz hafta aşka teslim olan, yıldızlardan dilek tutan, çocukluk yaralarını birlikte sarıp sarmalayan, sevgiden sarmalanıp uyumayan, denizin kalbinde kucak kucağa kalan Türkan’la Somer’in en keyifli oldukları anda öğrendikleri satış haberiyle sarsıldıkları yerde kalmıştık. Türkan’ın gözleri babasının yaşadığı kırgınlık ve çaresizlikle dolmuştu. Bu hafta iki sevgili bu çaresizliğin sebebinin Rüçhan Hanım olduğunu öğrendi. Tıpkı Sadık Baba’nın dediği gibi Türkan ve Somer’in birlikte olmaması için bütün kozlarını oynuyordu Rüçhan Korman ki oynamaya da devam edecekti. Durumun netliği karşısında Türkan’ın Somer’e tepkisi “Ayrılalım.” oldu. Geçtiğimiz haftalarda “ne olursa olsun elini bırakmayacağım” dediği Somer’e hemen ayrılıktan bahsetmesi garip gelebilir ama Türkan’ın Rüçhan Korman’ın yapabileceklerini en iyi bilen kişi olduğunu da unutmamak lazım. Türkan’a işkence eden, ailesinin adını hırsıza çıkarmaya kalkan Rüçhan’ın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor Türkan. Diğer taraftan Somer de annesinin yapabileceklerini biliyor ama Somer’in bildiği başka bir şey daha var. Somer bu kez annesine ne kendisini kurban etmek istiyor ne de sevdiğini. Türkan’ a hissettiği duygunun tanımının aşk olduğunu biliyor Somer.  Türkan’ın onun tamamlayıcısı olduğunu da biliyor. Türkan’ın korkularını tam da bu nedenle göğüslemekten kaçmıyor. Ayrılık sözcüğünü bile istemiyor aralarında. Türkan’ın Somer’in hayatına getirdiği koşulsuz sevgi Somer için çok kıymetli ama bu kadar değil. Çünkü Türkan sadece koşulsuz bir sevgiyi getirmedi Somer’in hayatına aile sıcaklığını, sarıp sarmalamanın önemini, umutlanmanın nasıl sıcacık bir duygu olduğunu da getirdi. Sevdiklerin için savaşmanın ne kadar değerli olduğunu öğrendi Somer Türkan’dan. Tam da bu yüzden bölüm boyunca Kalender evini Rüçhan’a kaptırmamak için savaştı. Ama Fatih’le ama Rüçhan’la. Türkan’a da artık ailen benim ailem dedi. Oğul olarak da bağıra basıldı. Diğer taraftan Rüçhan’ın Türkan’a beslediği nefretin hızla büyümesine de şahit olduk bölüm boyu. Nefretin büyüme nedeni bize Özer Baba’nın ağzından Türkan’ın Somer üzerindeki etkisi ve Rüçhan tarafından bu etkinin yansıması kopuş olarak ifade edildi ama… Kusura bakılmasın. Bu köklü nefret ikna edici değil. Evet Rüçhan kendi kader yoldaşı olarak gördüğü Türkan’ın gidişini ona ilk isyanı olarak yorumladı. Öncesinde altın krizi çıkararak ki bile isteye yaptı bunu derdi Türkan’ı korkutarak ailesiz bırakmaktı. Rüçhan kendi yolundan giden bir Türkan istedi ama bir yerinde Türkan o yolu terk etti. İşin garip tarafı yolu terk ettiği an Somer’in parçalanmış ilgisi bir anda tamamen Türkan’a odaklandı. Parçalanmış ilgi ile anlatmak istediğim şu: Somer Türkan’la evlendiğinden beri ilgileniyordu. Bir yerinden Türkan onun hep ilgisini çekti. Şarkı söylemesi, dürüstlüğü, sevme şekli, ailesi, güzelliği… Bütünlüklü olarak değerlendirmese de bunca şeyi teker teker yakalamakla tanıdı Türkan’ı. Sonra Türkan gidince anladı ki yavaş yavaş hayatında önemli bir yere sızıp yerleşivermiş Türkan. 9.bölüm hezimetini de duygularından kaçma olarak yorumlamak istiyorum zira başka türlüsü gelinen yerde makul görünmüyor. Neyse Somer ev telaşına düşmüşken bana göre bölümün en önemli yüzleşmelerinden biriyle karşılaştı. Mine ile. Mine ve annesinin itişmesinin ortasında ne olduğunu anlamaya çalışırken Somer kafalardaki soru işaretlerine de cevap verdi. Daha önce ben nasıl baba olacağım telaşıyla beklediği çocuğa dair şüpheleri kendisine dair netleşince Somer sanılanın aksine çok mutlu olmadı. Verdiği tepkinden anladık ki Somer, Türkan’a yürümeye karar verdikten sonra o çocuğun kendisinin olmamasını tercih etmiş. Lakin yine de sorumluluk almaya eyvallah demeyi de ihmal etmeyen Somer cümlesini de şöyle tamamladı: “Benden bir şey bekleme. Çünkü artık benim kalbim de aklım da Türkan’a ait.” Bu cümle önemli. Türkan’ın bölümler önce Somer’e “Aklın ve kalbin başkasında değil mi?” sorusunda Mine’ye dair evet diyemeyen Somer, Mine’ye Türkan için kolaylıkla bunu söyleyebildi ve yolunun ayrıldığını da ekledi. Kuşkusuz dinamikleri farklı ilişkilerden bahsediyoruz ama izleyen açısından Somer’in Türkan sevdasının daha başka bir noktaya ilerlediğini görmek önemli. Kalenderlerin evinde küçücük koltuğa sığmaları, birbirleri olmadan uyuyamamaları, mutfakta birlikte yemek yapmaları bunlar minik ama özel anlar. Çünkü Somer’in Korman kibrinden Türkan için nasıl sıyrıldığının kanıtı. Fatih’e karşı, Mine’ye karşı hatta Rüçhan’a karşı kolayca ortaya çıkan Somer Korman kibri, Türkan ve sevdikleri söz konusu olunca yok hükmünde. Diğer taraftan bir diğer güçlü yüzleşme de Somer ve Rüçhan arasında yaşandı. Mine konusunda dahi annesine direnemeyen Somer artık annesinin fikirlerini umursamıyor. yaptırımlarını da. Söz konusu Türkan'sa  Somer Rüçhan'a direniyor. En tepeden tehditlerle üstelik. Çünkü bu aşk onu özgürleştirdi. Hem aklında hem kalbinde tek çünkü. Onun için Türkan çok anlamlı. Her biri için ayrı ayrı feda edilebilir pek çok şey. Ki etti de. Kalenderlerin evinin kurtulması için bizim mavi panjurlu evin harcanmasına içerlesem de doğru olan doğru olandır. Sonuçta ev kurtarıldı. Devamında iki güzel sahnede iki güzel dans izledik. Biri Somer’in Türkan’da evliliklerine dair tüm kötü anıları silme çabasının ürünü evlilik teklifi, diğeri küçük düğün merasimi. Burada parantez bazı noktalarda aksadığını da düşünsem öyle güzel paraleller kuruluyor ki hikayede bu hoşuma gidiyor. Örneğin Somer evin babası gibi balık getiriyor Kalenderlere, Türkan’la pişirip onca kedere rağmen neşeyle kocaman bir aile sofrası kurabiliyorken aynı anda belki aynı ağdan çıkan balığı sorunsuz hayatına sorun kata kata tek başına yemek durumunda kalan Rüçhan yalnızlığı. Yine Somer’in  Türkan’la her anında o yaşayamadığı tüm çocukluğu ortaya çıkarması ve muziplikleriyle karısını güldürüp öpüp koklaması. Sevgisini ona göstermekten asla sakınmayan, bencil davranmayan Türkan’a aynı tondan cevap veriyor Somer. Kaldı ki aralarındaki saflığın simgesi balonlarla yapılan evlilik teklifinden sonra edilen dansın tutkusu, yine derinleşen ve büyüyen aşkın izi. Burada yine parantez. Yönetmenin yakaladığı, oluşturduğu sekanslar inanılmaz sanatsal bu ikiliye. Cem Adrian eşliğindeki dans sahnesinin çekimleri muhteşem olmuş. Türkan- Somer aşkı gibi. Hem yüzlerinden, gözlerinden, hikayelerinden gün gibi açık hem de gizli, kendilerine dair. Hem masum hem tutkulu. Son sahne zeybekte de yine küçük dokunuşlar çok keyifli. Öncelikle bir su çifti olduğunu hep yazdığım Türkan Somer’in denizin içinde oynuyormuşçasına hem de “Deniz Üstü Köpürür” le oynaması çok manidar. İkincisi Somer’in Türkan’ı dansa kaldırırken söylediği cümle “Sadık Baba düğünde Türkan’la siz oynarken çok özenmiştim.” Somer’cim evlenmeyi istemediğin kızın babası ile dansına özendin demek. Özenmek keşke barındırır derler. Neyse ‘keşke bırakmama telaşın’ demek sana da hizmet ediyor. Diğer taraftan Somer’i artık Türkan’dan ayıramayacağını Mine bile anlamışken saldırısına onu dahil eden Rüçhan’ı yeni sezonda karma vuracak gibi duruyor. Çoğu kişinin aksine üvey abi olayının TürMer açısından değil de Korman cephesi açısından büyük sarsıntı yaratacağını düşünüyorum ben. Nesrin sahnesine ayrı bir parantez. Sezonun başından beri evlatlarının hayatını gasp eden iki anne izledik. Biri sevgi ile yaptı bunu biri tehditle. Rüçhan öyle kibirli ki oğlunu adım adım kaybettiğinin farkında değil. Sanıyorum ikinci sezon bu kaybı tümden yaşadığında ne olduğunu anlayacak. Ki karakterin geldiği noktaya bakınca, memnun değilim durduğu net karanlıktan, Rüçhan’ın sert düşmesi lazım. Nesrin’e gelince, o cidden sert düştü. Bir anda yüzleştiği Türkan Korman gerçeği kendi çocuğuna yaptığı kötülükle de karşı karşıya bıraktı onu. Hemen öncesinde Fatih’le yaşadıkları da burada yaşadığı yıkımın gücünü arttırdı. Yetmedi Somer, Mine ve bebeği öğrendi. Yetmedi bahçede tüm bu imkansızlığın ortasında karısını mutlu etmek için evin hissesini alan aşık Somer’le ona en başından beri aşık olan kızı Türkan’ın dans ederken yaşadığı mutluluğu gördü. Bu kocaman düğüm geldi Nesrin’in kalbinin üstüne çöktü. Şimdi ne olacak? Göreceğiz ama ben Türkan ile Somer’in yaşayacağı o büyük hesaplaşma öncesi ilişki anlamında köklenmesini görmek istiyorum. Bunu da öyle hamilelikle filan değil konuşmaları, birlikte sahneleri, birbirleri için vazgeçtikleri ve seçtikleriyle görmek istiyorum. Sahneleri kesintisiz olduğunda youtube’dan da anlaşılacağı üzere etkileri büyüyor. Konuşabilen, dertleşebilen bir çift TürMer. Bu kullanılmalı. İlişki güçlensin ki yaşanacak fırtınadan ikisi sağ çıksın. Bir de bu ikili çok güzel dans ediyor. İnsanın zihninde Leonard Cohen çalıyor onları izlerken. Bu değerlendirilmeli.

Son demde; “Karışmak nedir?” diye sordu kuş denize. Deniz: “Bir olma halidir.” dedi. “Bir olmak için ne yapmalı?” dedi kuş bu kez. Deniz cevap verdi: “Aşık olmak lazım ama beklentisizce. O zaman benlik bize dönüşür ve aradaki farklar ortadan kalkar. Fark yoksa engel yoktur. Engel koymak yoktur. Yokluktaki tek varlık sevgidir aşktır.”

İyi tatiller… Umarım, eylülde buluşmak üzere…

                                                                                                 UmayMasal



     

11 Haziran 2022 Cumartesi

"Seni Görmek Kendimi Görmekti"- Türkan ve Somer

 "Şafak vakti kanatlanmış bir yürekle uyanmak ve minnet duymak yine aşkla dolu yeni güne; öğleyin dinlenmek ve aşkın vecdini düşünmek derin derin; akşamleyin eve şükranla dolup taşarak dönmek, sonra da uyumak yüreğinizde sevgiliye bir dua ve dudaklarınızda bir övgü şarkısı- Cibran”

Aşkta ve savaşta diye başlar hikâye. Aşk temizler yapılan her kötülüğü, aşk sağaltır çekilen her acıyı, aşktandır çünkü her şey. Başka izahata ihtiyaç yoktur. Selam sevgili okur. Bu hafta biraz geciktik. Malum hayat zor, hele bu ülkede koşar adım ilerleyen onca şeye ayak uydurma telaşındayken, durup düşünmelere vakit kalmazken. Gecikmeli de olsa yeniden merhaba diyerek başlayalım her hafta kendinden yeni bir aşk yaratan TürMer aşkına.  Geçtiğimiz hafta Türkan’ı kendi hayatından vazgeçecek kadar umutsuz bırakmıştık sahilde. Onun umutsuzluğunun elinden kendi umuduyla tutmuştu Somer. Sorularına, Türkan’dan çok önceye dayanan güvensizlikleriyle hırpalanan ruhuna, annesine, Mine’ye hatta bizzat Türkan’ın kendisine rağmen Somer Türkan’ın elini tutmuştu geçen hafta. Ama Türkan aldığı ilaçların da etkisiyle kendinden geçivermişti Somer’in kollarında. Tıpkı uyuyan güzel gibiydi. Bu hafta hastanede devam ettik kaldığımız yerden hikâyeye. Somer’in telaşını gördük önce. Onca korkuya, telaşa rağmen hala karısına dair ima içeren konulardaki öfkesinin çabucak alevlenebileceğini de gördük. Türkan’ın Somer’in kırmızı çizgisi haline geldiğine yönelik bir çıkarım yapabilir miyiz buradan? Bence yapılabilir. Somer’in Türkan’a duyguları yavaş yavaş gelişip yerini buldu belki ama en başından beri Türkan’a dair sahiplenmesi derindi. İkinci bölüm başladı bu sahipleniş. Özellikle Mine ile ilişkisini devam ettirirken zaman zaman rahatsız edici olsa da bu sahipleniş, Somer kalbinin bir  yerinden Türkan’ı koruyup kollamak istedi hep. Annesinden, Mine’den, tehlikeden. Süreç ilerledikçe bilhassa konuşabildiği, kendisini anlatabildiği kişi haline gelen Türkan’a kayıtsız kalamadı. Sahipleniş nedeni başta koruma kollama haliyken zamanla bambaşka bir boyut kazandı. İçindeki umutla ki burada Somer’in ısrarla hayatında biri olmadığını vurgulamasının da payı vardı, çabaladı Türkan. Somer’in duvarlarından içeri sızmaya çalıştı. Sonunda da bu hafta o duvarları yıkmaya karar veren Somer’in içine sızmayı başardı. Hem de ne sızma. Türkan’ın gitmesi için her şeyi yapan Somer, kibrinden bazen vicdanını unutan Somer, geçen hafta sen değmezsin diye bar bar bağıran Somer, ağlaya ağlaya “Ya sana bir şey olsaydı, ne yapardım ben?” Noktasına geldi. Burada küçük bir parantez. Tv izleyicisi için çok hızlı bir sevdalanma hali Somer’inki ama sanıyorum alt metne bakınca ki bu hafta Somer’in Türkan’a anlattıkları da düşüncemi doğruluyor, Somer zaten Türkan’ı tanımaya başladığında bu sevdalanma hali onu sarıp sarmalamaya başlamıştı bile. Mine ile yaşadığı ilişki nereye kadar aşktı bilemem ama aşk vazgeçilir bir şey olmadığı için durduğumuz noktada aşk olmadığı net gibi. Peki Mine neden vardı? Bunun iki sebebi olabilir. Birincisi Somer annesinin sevme biçimini sevmek böyle bir şey diye algıladığı için annesine çok benzeyen, hırslı, zeki, otoriter Mine’yi hayatına aldı. İkincisi ise Mine Somer’e göre Rüçhan Korman otoritesine karşı durabilecek güçteydi. Ama süreç öyle işledi ki, Somer sevmek denen şeyin sandığını şey olmadığını da Mine’nin Rüçhan’a karşı duracak güçte olmadığını da gördü. Üstüne güvensizlikleri de eklenince Mine bir anda kaybolup gitti Somer için. Başta nefret edilen birine dönüştü sonra bu hafta da gördüğümüz gibi hiçleşmeye başladı. Öyle ki ortak bir çocuklarının olma ihtimali bile Somer’i durdurmuyor. Yok sayıyor bu durumu ve hızla Türkan’a koşuyor. Delicesine bir hızla hem de. Peki Türkan cephesi nasıl tanımlandı Somer için? Önce güzel ama sıradan, ailesinin isteği ile zengin koca derdinde bir kız sandı Türkan’ı. Kendi kibrinden Türkan’ı görecek halde değildi belki. Ama küçük küçük nüanslarda yine de gördü Türkan’ı. Nezaketini, sakinliğini, dayanma gücünü, sessiz direnişini gördü. Kendi umutsuz çocukluğuna inat Türkan’ın umudunu gördü. Zamanla Türkan’ın zenginlik denen şeyi sevgide aradığını anladı. Çocukça oyunlarını, onunla hizipleşirken bile koruduğu kibarlığını gördü. Şarkı söylediğini duydu Türkan’ın, Canım’la can olmasını. Kafeste kalsa da kafesten umut çıkarabilmesini gördü. Ayrılsam nefes alamam dediği Mine’den ayrılıp nefes alabildiğini gördü. Aslında sessiz gidişi ile onu nefessiz bırakanın Türkan olduğunu gördü. Rüçhan Korman’a kafa tutabilenin o sessiz, kırılgan Türkan olduğunu gördü. Somer Türkan’ı gördükçe kendini, olmak istediği beni gördü. Yarımlığını fark etti, Türkan’la tamamlanacağını gördü. Türkan’ın deniz kendisinin de o denize delice koşan nehir olduğunu gördü. Somer Türkan’la aynı ruhtan olduğunu gördü. Bu görüşle de Somer’de algıladığı her şey tepetaklak oldu. Sevginin cinsi ne olursa olsun kısıtlayıcı bir otorite olduğunu sanan Somer’e alabildiğine saf sevginin aslında insanı özgürleştirdiği tokat gibi çarptı. Sonunda Somer teslim oldu. Korkusundan direndiği Türkan’a teslim olmanın huzurunda Somer de kayboldu. Diğer taraftan Somer’in kendisini sevmediğine inanan Türkan için bu teslim oluş başta hiç de inandırıcı değildi zira Somer asla sevmeyeceğim demişti Türkan için annesine. Ama ailesinin bile ona sırtını döndüğü anda Somer’in ellerini tutmasıyla, gözlerindeki yaşla onu kaybetmekten korkmasını görünce Türkan da bu aşka inandı. Bölüm boyunca da Türkan ve Somer’in ilişki dinamiği ilmek ilmek gösterildi. Önce Somer’in Türkan’ın ailesine olan saygısı ve sevgisinin altı çizildi. Kalender hanesinin her ferdi Somer için değerliydi. Çünkü onlar sevdiği kadının ailesi ve Somer o ailenin sevgisini de istiyordu. Kibir denen Korman duygusunun yanından geçmedi Dönüş’ün tadı korkunç fasulyesini yerken. Ev vurgusunu yaptı yine. Kendisine ait aileyi koruyup kollayacağını ilan etti. Sonra Korman hanesine gidildi. İstedi ki annesi ve babası kararını görsün ona saygı duysun. Annesine rağmen TürMer kafesi odaya dönüldü. Ama Türkan’ın kayınpeder sevgisinin de altı çizildi. Sonra bölümün en iyi sahnesi geldi. Somer ve Türkan uzun uzun konuştu. Bu çiftin birbirine karışma şekli diyalogları. En uzak oldukları zaman bile böyleydi. Somer göğsünde sımsıkı tuttuğu ara ara öpücüklere boğduğu Türkan’a çocukluğunu anlattı. Annesinden alamadığı sevgiyi, babasından göremediği ilgiyi, her çocuğun hakkı olan çocukluğun elinden alınışını anlattı. Onu sevip okşayan Türkan’ın ilgisinde kaybolarak aslında istediği basit mutluluklara ne kadar uzak kaldığını anlattı. Sonunda da geçmişte bir yorganı bile paylaşamayıp itiştikleri yatakta iki kaşık gibi iç içe geçerek uyudular. Somer karısını pamuklara sardı bölüm boyu. Ailesine yazdığı mektupta eksik kaldığını gördüğü kutlamayı tamamladı. Her şeyi tamamlayacağız dediği Türkan’a sevgisini göstermek için çabaladı. “Sevgilim” dediği karısının yüzünü aydınlattı. Dilek olarak Türkan’a dair hayallerini tuttu ama bırakmadı. Türkan ise çocukluğundan yaralı kocasının yarasını sarmaya çalıştı. Ona bisiklete binmeyi öğretti. Bu sadece bisiklete binmek değildi. Türkan’ın Somer’i çocukluğundaki yaralardan, şefkat yoksunluğunun yarattığı öfkelerden sağaltmak için çabasıydı. Somer şımardı, düştü, kalktı ama başardı. Türkan onu hiç bırakmadı. “Yaparsın.” dedi. “Yaparsın aşkım.” Sonunda da yaptı Somer. Aşkla öğrendi. Aşkla da Türkan’la çocuklaştı. Türkan ve Somer’in arasındaki sevgi çok saf bir yerden ilerliyor. Baştan beri yazdığım gibi bu çift su gibi. Sakin, derin, hırçınlaşabilir, kasıp kavurabilir ama sükûnetinde de bilgeleşebilir bir aşk Türkan ve Somer’in aşkı. Tanıtımlardan da görüldüğü üzere Mine, Rüçhan ve belki Nesrin kâbus olup bu aşkın üzerine çökse de sanıyorum ayakta kalmayı başaracaklar. Somer’in de Türkan’ın da dönüşüp değişmesine neden olan, olmaya da devam edecek olan aşk sanıyorum herkesi dönüştürecek. Diğer taraftan Rüçhan konusuna küçük bir parantez açmadan geçemeyeceğim. Başından beri defolu bir kimlik Rüçhan. Sevilmediği bir evlilik içinde sıkışıp kalmış, tüm sevgisini kontrol manyaklığı içinde Somer’e vermiş, kendisini tanımlarken asla Korman soyadından bağımsız düşünemeyen, kibirli biri Rüçhan. Türkan’la baştan beri kendisini kader ortağı görüyordu. Evet bu kader ortaklığı Rüçhan’ı acımasızlığından bir adım bile geriye götürmedi ama zaman zaman şefkatini de sezdik. Türkan’ın evi terk etmesinin ardından Rüçhan saçma sapan bir ruh haline geçti. Elbette Türkan’ın başkaldırısından kaynaklanıyor bu hal. Yani Rüçhan’ın kayınvalidesi ve eşi Özer Bey’e asla karşı çıkamaması sanıyorum kayınvalidesi ölene kadar devam eden işkence sürecini asla bitirememesine karşın Türkan’ın Somer’e aşkına rağmen, üstelik Somer’in ilgisine rağmen çekip gidebilmesi veya tüm bunlara ek olarak da Türkan’ın ailesine olan sevgisi Rüçhan’ı çileden çıkarıyor. Yalnız tüm bu saydıkların katıksız kötülüğüne yönelik geçerli sebepler mi? Hayır. Bu hafta Türkan’ın başına gelenlerin düzmece olduğunu ve Mine’nin başının altından çıktığını öğrendi. Ki Mine’yi başından beri istemediği üstelik yalanlarını, yarattığı felaketi gördüğü halde tanıtımda görüyoruz ki iş birliğine devam ediyor. Kalenderlerden almaya çalıştığı intikam neden? Oğlunun aileye sevgisini mi kıskanıyor? Saçmalık. Kısaca Rüçhan’ı bu halde tutmaya, içinden anlık da olsa o anneyi çıkarmamaya devam ederlerse sanıyorum karikatür bir masal üvey annesine dönecek Rüçhan. Oysa gelgitli haliyle ilginçti. Yine Fatih’in çok zorlama bir çatışma alanı olduğunu düşünüyorum. Bu da sorun. Dönüş ve Derya kartlarının altı dolmalı. Oradan çift yaratılacaksa çocukça halden çıkarılmalı tabanı dolu, ilgi çekici lise aşklarına dönüşmeli. Ki Dönüş ve Serdar ilginç bir çift olabilir bence üzerinde çalışılırsa.

Son demde aşka dair en derin yerinden gelir imkânsızlık. Aşk imkansıza düştükçe derinleşir, derinleştikçe acısı, sevinci büyür. Türkan ve Somer imkanlı imkansızlıklarının içinde bir aşk örüyorlar. Yaralarını birbirlerine aça aça, çocukluklarının düşüp kalkmalarından bugünkü hayallerine seke seke, denizin içinde sevmekten uykusuz kalarak, her hafta suya dair metaforlarında daha da birbirlerine karışarak tamamlanıyorlar. Kapıları çalacak ayrılıkta oysa ayrılanlar hala sevgili noktasında kalacaklar. Zaten öyle değil midir? Denizin içinde kalbe dönüşen, aslında birbirinin kutup yıldızı, kalbi olan Türkan ve Somer’in hayali de gerçeği de birbirleriyken ayrılık nedir ki?

                                                                                                        UmayMasal  




2 Haziran 2022 Perşembe

Sevdiğin Bilemediğindir- Türkan ve Somer

 

“Mısır demetleri gibi derer sizi aşk. Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır. Kabuklarınızı elemek için kalburdan geçirir. Apak edinceye kadar öğütür sizi.- Cibran”

Aşk nerede başlar nerede büyür köklenir? Yaşarken insan bunu anlayabilir mi? Sanmıyorum. Aşk ister ateşten olsun ister sudan kişi aşka düştüğünü anlayana kadar çoğu zaman o aşk çoktan içinde köklenmiş ve kalbi sarıp sarmalamaya başlamıştır.

Geçtiğimiz hafta Türkan’la ilgili gazete haberinin Korman Hanesine bomba gibi düşüşünü görmüştük en son. Sonrası bu haftaya kalmıştı. Kendi adıma Mine adı telaffuz edilir edilmez anında çözümlenecek mesele neden kördüğüme dönüşecek sorgusuyla başladım bölüme. Unutmuşum ah safoz esas kızlarımız ah. Türk dizi tarihinin eskimeyen kanunudur: Esas kız susmasının kendisini felakete sürükleyeceğini görse de muhtemelen rakibi tarafından manipüle edilir susmaya devam eder. Seyirci saç baş yolar ama o konuşmaz. Saçma mı? Evet. Gereksiz mi? Evet. Hele haftalar önce bizzat Türkan tarafından Rüçhan’a Mine ile görüşmeyeceği söylenmişken, üstelik Mine’den, tavırlarından rahatsızlığını ifade etmişken daha da saçma. Üstelik ne hikmetse evet arkadaş olarak Türkan’ın çevresinde birini görmedik ama kardeşleri varken. Somer’le babasıyla hatta Rüçhan’la yaşadıklarını da biliyor kardeşleri. Mine ne alaka? Geçen haftada yazmıştım Mine’yi tamamen bitirme hamlesiyse bu ,ki bu hafta Mine’ye giden bütün yolların itina ile kapatıldığını gördükten sonra çok da emin değilim, kabul edilebilir.  Neyse… Satır satır bakalım bu haftaki bölüme.

Somer gazete haberinin ardından Ferit’in kapısında aldı soluğu. Bu tarz şeyleri ilkel bulsam da Somer’in kendi tabiriyle içinden çıkan canavarın nereye kadar gidebileceğini görmek açısından güçlü bir sahneydi. Pusuda beklediği Ferit’in üstüne yıldırım gibi düştü. Ferit’in Türkan hakkında söylediği yalanla daha da çileden çıkıp adamı komalık etti. Bu dayak sanırım eninde sonunda Somer’in gidişini engellemek adına iyi oldu. Diğer taraftan Mine’nin Türkan’ı manipüle etmesi açısından da korkunç bir sonuç doğurdu. Hoş Türkan Somer’in hamile bir kadına maksimum ne kadar zarar vereceğini düşündü orası da muallak. Neyse dedim dönmüyorum aynı yere. Çünkü döndükçe sinirleniyorum.

Somer’in ikinci durağı doğal olarak Türkan’dı.  Türkan’a bağırdı, çağırdı, söylendi. Gururu incinmiş, kalbi kırılmış, âşık olduğu kadını kaybetme korkusundaki her adamın aşağı yukarı davranabileceği gibi davrandı ama… Şimdi burada bir parantez. Somer çok yükseldi ki bu onun Mine’ye dahi asla taviz vermediği kibrinden  Türkan için ne kadar taviz verdiğinin ölçüsüydü ona göre. Somer baştan beri annesinin oğlu kibir konusunda. Evet annesi kadar hadsizce kibir kusmuyor ama asla da kibrinden taviz vermiyordu. Tespiti doğru,   Türkan’a yalvardı kendisine dönmesi için. Defalarca reddedilmesine karşın, Türkan ona “seni istemiyorum.” demesine karşın da devam etti hamle yapmaya. En son en alınmaz tepeyi, Rüçhan Korman tepesini bile aldı Türkan uğruna. Somer kıskançlık ve öfke nöbeti geçirirken bir taraftan da Türkan’ın onu başkası için bırakma ihtimalinin ne kadar yaralayıcı olduğunu da itiraf etti aslında. Türkan ise sustu. O sustukça da çabalarının karşılıksız olduğuna, gerçekten istenmediğine inanan Somer daha da yükseldi. Öyle ki gitmeye kalktı, gidemedi. Sonra döndü dolaştı Türkan’la paylaştığı kafese geldi. Geldi gelmesine de o kafesin Türkan’sızlığına ilk girişinde elinden düşen bavul yerine bu kez ruhu rüyaya düştü. Gündüz gözüyle gördüğü Türkan’ın hayaliyle konuştu. Bu konuşmadan anladık ki Somer Türkan’a onu sevmesi için fırsat vermediğinin farkında. Üstelik kızın onu sadece uykusunda sevebildiğinin de farkında. Diğer taraftan Türkan’a tüm öfkesine ve kırgınlığına rağmen hala içinde bir yerde kendisi için çabalamasını, ona olanları açıklamasını da bekliyor. Tüm bunlara ek, Türkan’ı tanıma çabası göstermemenin, Türkan o odada onca acıyı çekerken aslında birlikte geçebilecek güzel zamanların harcanıp gittiğinin de farkında. Pişman Somer. Türkan’a kalbini açmakta geç kaldığı için, onun huzurunda, onunla yaşanabilecekleri yaşamadığı için pişman. Kendisinden vazgeçilmiş olma ihtimali tüm bunlarla harmanlanınca delirtiyor onu haliyle. Türkan’ın onunla gelecek hayal edememesine ise takılmış. Çünkü öyle anlaşılıyor ki Somer’in gelecek hayali artık Türkan’la. Bu arada sahnenin metaforik tarafı yine yüzükler. Türkan’ın hayal de olsa Somer’e getirdiği yüzükler bir bakıma Somer’in bu evlilikten ümidini kesmediğinin göstergesi ki bölüm sonu yine mektup zarfından düşerek Somer’de kaldılar.

Somer cephesine azcık ara Türkan’a geçelim. Bana göre saçma sapan bir sebep bile olsa Türkan bölüm boyunca aile sevgisinden sınandı. Kendisinin de dediği gibi anne ve babası ona inanmadıktan sonra Somer’i nasıl suçlayabilirdi. Kuşkusuz aile olma bilinci adına sınıfta kalan Kormanlara karşı Türkan’ın ailesi sevgide birlik timsaliydi ancak gördük ki başkaları ne der sorunsalı sevgiyi bile ikinci plana itebiliyormuş. Tetiklenme noktası yani Mine’yi koruma çabası bomboş bir argüman olsa da  temelde ulaşılmak istenen sonuç sanıyorum Türkan’ın sürekli baskı altına alınmaktan yorulduğu mesajıydı. Geçtiğimiz hafta yazdığım bu hafta da arkadaşıyla konuşan Somer’in itiraf ettiği gibi Somer Türkan ilişkisi ,sanırım artık aşkı diyebiliriz, özgürleştirici bir taraf içeriyor. Somer’i annesinden, olmak istemediği kişiden hatta zamanla Mine’den özgürleştiren, kendisi olmasını sağlayan bir sevgi bu. Çünkü onun ruhu su gibi. Saydam ve akışkan. Özgür olmak istiyor. Çocuk, yetişkin, baba, evlat… Olmasına izin verilmeyen her şeyi Türkan’la olabiliyor. Diğer taraftan Türkan da aynı. Baskılanmaktan uzak, dilediğini söyleyebildiği tek kişi Somer. Onun elini ne zaman tutsa içindeki isyancı başkaldırıyor herkese. Somer kendisi olmasını sağlıyor varlığında da yokluğunda da. O da su. Somer’le Türkan karıştıkça ailelerinden etraflarından gelen her şeye karşı daha güçlü ve özgür olabiliyor. Bundan iki tarafta birbirinden ilk andan beri vazgeçemiyor aslında. Denizle nehir gibiler. Biri coşkuyla diğerine koşuyor, öteki onu içine alıp saklıyor. Türkan’ı intihara kadar sürükleyen sürecin sonunda ailesinin değil de Somer’in orada olmasının alt mesajı da sanıyorum bu. İleriye dönük olarak ne olursa olsun diye verilen sözün Mine bombası ile parçalanacağını düşünsem de ikilinin aşk akışındaki halini izlemek güzel olacak diye düşünüyorum. Türkan’ın başına örülen çorabın sahibinin de ortaya çıkmasını temenni ediyorum tabi. Zira Mine’nin herkesi parmağında oynatması çok saçma. Diğer taraftan Somer yükseldikçe bu aşkta çekeceği acının katmanlarının ne kadar ağır olacağının da sinyali gibi Türkan’ın çektikleri. Somer daha fazlasını çekecek. Selçuk daha çok dert babası olur gibi. Son deme geçmeden önce Somer’in Türkan’a neden âşık olduğunu gayet net anlıyoruz yazdığım üzere ama bu aşkı sadece Türkan’ın masumiyetine bağlamak sanıyorum manasız. Evet Türkan iyi niyetli. Somer’in ne annesine benziyor ne de Mine’ye ama Somer’in Türkan’a âşık olma sebebi bana göre onu özgürleştirmesi. Güzel olması, iyi olması, sevgisindeki dürüstlük bunun yanındakiler. Sürekli masumiyet vurgusu beni rahatsız ediyor artık.

Son demde; Türkan’ın sürekli ağlamasından, Mine’nin varotik entrikalarından, Rüçhan’ın hadsiz kibrinden ve Nesrin’in garip el alem ne der tribinden seke seke bir parça baba desteğiyle utana sıkıla bir aşk hikayesi kuran Türkan ve Somer’den, Türkan veda mektubunda da olsa Somer’i sevdiğini itiraf etti. Sıra Somer de. Umarım büyük bir şey yapar zira kızın burnundan geldi aşkı da evliliği de. Birbirlerini bilemeden çıktıkları yolda aslında ruhları birbirini bilerek sevmeyi öğrenen TürMer üstüne birbirini öğrenince neye evirilecek görelim. Somer Türkan’ın ilk düştüğü yeri, sevdiği şeyleri öğrenip üstüne Türkan’ın dizlerinde uyuyup onunla sevgiden uykusuz kalınca içindeki Türkan neye dönüşecek? Türkan’da Somer net. Baba evinin anahtarını da attığından beri sevmiş Somer’i. Yine deniz. Türkan’ın taştan kalbi, Türkan’ın yüzükleri, Türkan’ın baba evi anahtarı denizde. Somer’in bekarlık evi denizde. Fragmanda Türkan ve Somer de denizde. Boşuna suyun bilgeliği demedik bu çifte😊

Not: Türmer fandoma küçük bir rica. Blog yazısından tabiki kesitler alabilirsiniz ama ricam tamamen ssleyip paylaşmamanız. Şimdiden teşekkür ederimm:)

                                                                                                            UmayMasal