20 Şubat 2017 Pazartesi

Aşk Laftan Anlamaz-Final Bölümü

‘Çünkü ayrılık sevdaya dahil,
Ayrılanlar hala sevgili...’
Yüreğim diyorum sana, yüreğim
Gitmesen keşke kalsan hep.
Diyorsun ki;
Olmaz bazen gitmek gerek.
Yol bir olduktan sonra kavuşuruz yine.
Aşk Laftan Anlamaz final yaptı. Beş yıl sonrayı anlatan kısma kadar eminim final olarak tasarlanmış bir bölüm değildi. Gerek Murat’ın tam da düşündüğüm gibi Doruk’u üzmemek için Sarte’den vazgeçişi, gerek Doruk’un Aslı’yı aldatması, Aslı’nın Cemil’e evlenme teklifi, gerekse Murat’ın yeni marka kurma hayalini hayata geçirmesine kadar. Her  hamlesi devamı gelecek hissi yaratan ama sanıyorum ani final kararıyla havada kalan açılmış parantezlerdi. Aşk Laftan Anlamaz iyi bir finali hakediyordu. Çünkü ALA fandom sonuna kadar sevgisiyle, inancıyla, öfkesiyle bu dizinin arkasında durdu. Olamaz mıydı, olabilirdi sanki. Neyse, biz elimizdekinden gidelim. Doruk’un attığı imza sonrası Murat’ın kardeşlik sınavından yıldızlı peki ile geçmesine şaşırmadım. Zira benim tanıdığım Murat böyle bir adam. Bkz geçen haftaki yazımız. Hayat’a ‘ben sana sahibim daha ne isterim’ diyerek bir nevi asansörde başlayan maceralarında Sarte varlığına son verdi Murat. Sonrası yüklerinden kurtulmuş bir adamdı zaten. Derya’nın gölgesini üzerinden çeken, Sarte’nin miras yükünü Doruk’a bırakan, aşkının sahibi kadından ilk defa yüzde yüz emin Murat. Hayat’la uyanmaya sevdalı, bebekleri olacağını daha Hayat ona söylemeden anlayan karısının her duygu değişimine hakim Murat. Diğer tarafta uçuş uçuş Hayat. Murat’la paylaşmayı öğrendikleri hayatlarındaki sırların yüklerini fora etmiş, bebeğini öğrenmesiyle aşkı gibi huzuru katlanmış Hayat. Sevgililer gününde yeni markalarıyla adeta bebeklerinin şansına ekledikleri gelecekleri. Sonunda ikiz çocukları, üçüncü bebeklerine hamile Hayat, baba Murat ve ailenin kalanı. Biraz eksik, biraz eksik biraz gedik de olsa mutlu son. Derya bedel ödedi mi? Doruk ve Aslı hangi yolları geçti? İpek ve Kerem’in her seferinde ellerinde patlayan nişanlarından sonra düğünleri nasıl oldu? Azime ve Haşmet nasıl biraraya geldi? Hayat’ın annesi babasına nasıl bir bedel ödetti? Peki ya Tuval ve Cemil’e ne oldu? Hyt markası tuttu mu yoksa Murat baba yadigarına geri mi döndü? Murat kayıp kardeşini buldu mu? Yok yok sormayacağım bu soruları.
Benim için Hayat, eğlenceli deli dolu kendine özgü bir kızdı. Yaralarını bilmedik biz Hayat’ın. Giresun’a dönmek istememesinde göreceği baskının olduğunu bilsek de aslında babasız hissettiğini bilmedik. Murat onu asansörde kollarına alıp kokusunu içine çektiğinde aslında Hayat’ın sahiplenilmeye vurulduğunu, Murat onu bıraktığında sendelemesinden anlamalıydık. Hayat Didem’i kurtarmaya o salıncağa koşarken aslında koştuğunun çocukluğundaki o düşüş olduğunu onu tutan bir babanın olmadığını, suya düşüp sadece Murat ona elini uzattığında tüm öfkesine rağmen kalkarken bazen sıcacık bir ele ihtiyacının olduğunu sadece hissettik. Hayat’ın klostrofobisinin Murat’a duyulan güvenle azala azala bitmesinden anlamalıydık bir kız çocuğunun ruhunu asla kaybetmediği bir beden olan Hayat’ın aşkla, güvenle, teslimiyetle Murat’a bağlanmasını. ‘Ben varken sana bir şey olmaz’ diyen Murat’la hangi korkulara veda etmedi ki Hayat. Yüzmeyi öğrendi, denizlere düşerek ;ama Murat’a tutunarak. İçindeki kız çocuğunu büyüttü. Söylediği yalanın bedelini öderken. Elleri yandı kalbinin yandığı gibi. Ses etmedi. Gitmesini gerektiren çok şeyle sınandı. Gitmedi. Aşkın kalıp savaşmak olduğuna inandı. İnatçıydı Hayat. Hayat gibiydi. İnişli çıkışlı her karşılığa dimdik durdu. ‘Beni affetmeyecek gibi davranma affedeceksin’ dedi Murat’a ve dediğini yaptırdı. Sadece affı almadı, Murat’ı peşinden koşturdu. Aşkını büyüttü. Sonunda o aşkı içinde kocaman oldu. Onu büyüttü anne yaptı.
Benim için Murat, baştan beri yarası saklı bir adamdı. Aşka inancı var mıydı? Bilmem, sanmam. Annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutan mutluluları eksik kalan bir işadamıydı. Murat sadece iki kişinin yanında, Azime Babanne ve Doruk’un, gerçekten gülen biriydi. Hayat, düzeninin ortasına düştüğünde Hayat’ı mahalle tipi bulsa da ona kapılmaktan kurtulamadı. Hayat’ın çocuk ruhlu hali ona hiç yaşayamadığı çocukluğunu yaşama fırsatı oldu. Gri tonlardaki yaşamına bir anda gökkuşağı doldu. Kimliği yalan olsa da, Hayat kendisi oldu hep. Kollarında sarhoş ‘valla mı?’ derken bile küçük kız çocuğu saflığı vardı Hayat’ta. Yaralarına dokundu Hayat Murat’ın. Sağalttı. Etraflarında dönen yalana dolana entrikaya rağmen aşk hep vardı. Hayat’ın yalanını öğrendikten sonra kırılıp parçalanan Murat, o parçalar elinde Hayat’ın ardından giderken en temel karakter özelliğini astı ceket gibi kapının ardına. Aşk yalanı bile eritti. Tüm sevgisizliğin ortasında vaha gibi duran aşka çölün yakıcılığına rağmen yürüdü Murat. Hayatındaki yalanlar da birer birer dökülürken avuçlarına öfkesini Hayat’tan çıkardı belki, belki Hayat’a dair çok kez şüpheye kapıldı ;ama ne sevmekten vazgeçti ne de sevildiğini bilmekten. Sonuna fırtınalar bitti. Aşk Murat’ı baba yaptı. Tüm kayıplıkları son buldu.
Benim için ALA, Burak Deniz ve Hande Erçel’i çok yakıştırdığım, Hayat ve Murat olarak ekran enerjilerini çok beğendiğim bir iş olarak başladı. Arada izlediğim iş, sonra özellikle Müge Uğurlar’ın kamerasına bayıldığım, bilhassa Tilt yorumuyla Bile Bile eşliğindeki sahnenin açıları, Murat’ın oradaki hali hala bir numaramdır,  yazmaktan ,irdelemekten keyif aldığım bir yola dönüştü. Alt mesaj aradım kendimce yazdım. Ne mutlu ki ALA’nın güzel izleyenleri, fandomu sevdi okudu.
Ben de bir sahne hayal ettim Hayat ve Murat’a. Hayat çizimlerin arasında, saçları kalemle toplu, Tuval’in direktiflerine bakarken gülümsüyor biraz yorgun. Karnı var baya. İlk bebekleri büyümüş. İkizler ya. Kapıdan giren Murat’ı fark etmiyor bile. Murat tüm umutsuzluğunu umuda, tüm yalnızlığını şenliğe çeviren kadına bakıyor karşıdan.  Sonra gidip kollarına alıyor Hayat’ı. Kokusunu çekiyor içine. Çizimlerin arasında Murat’ın bir başka portresi gülümseyerek bakıyor.
Hayat’a Murat’a veda ederken, son demde; aşk dediğin bir nefes. Ama öyle bir nefes ki hayat veren insana bir başkasını murad ilan eden. Ruh gibi üflendiği kamışı kendinden geçiren. Aşk ayrılıkta da aşk.
ALA fanlarına sevgiyle... Dilerim yine kesişir yolumuz. Sizlerle yolculuk keyifti.
                                                                                                     UmayMasal       





18 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel -14.Bölüm

Güzel anları yarım bırakan kötü haberler… Sühan, Cesur’dan duyduğu kelimelerin sarhoşluğunda içindeki şüpheleri yok etmişken;  Cesur ise, bu sefer,  gerçekten de Sühan’ın güvenini kazanmışken tam da romantik anlarımızın en ortasında Banu’dan gelen telefon çiftimizin gerçek dünyaya dönmesine neden oluyor ne yazık ki. - keza aynı şekilde bizim de – Rıza’nın başka bir cezaevine nakledilme sırasında onları takip eden Rıfat, yaşanılan kurmaca kazada ağır yaralanıp hastaneye kaldırılıyor, Rıza ise Tahsin’in verdiği ölüm emrinden kurtularak firar ediyor planlananın aksine. Durum böyle olunca  Rıza’nın firarı; ortalığın daha da karışmasına sebep olmakla birlikte sonuçları bakımından da Cesur’un istediği, umduğu getirilerin  eline tek tek geçmesine önayak olacak  gibi gözükmekte fikrimce. 
Savcı Serdar Savaştürk… Korludağ’a gelmesiyle merak edilenlerin en başında, duruşunun nasıl olacağı yönünde. Diğerleri gibi olayları görmezden gelerek örtbas mı edecek yoksa bu devran böyle gitmez mi diyecek? İlk olarak ayağının tozuyla Korludağ çiftliğine gidiyor Rıza’nın kaçışını Adalet’e sormak adına. Tam da o sırada mektup olayını öğrenen Sühan’ın çiftliğe gelmesiyle baba kız arasında geçen konuşmaya Savcı Savaştürk de şahit olunca ilk izlenimini de ediniyor böylece . Bu konuşma ile ilgili şunu diyebiliriz ki ayrıca, Sühan babasını ikna etmek amacıyla çırpınıyor deyim yerindeyse. Daha da geç olmadan yanlışlardan dönmesi için bütün çabası. Ama Tahsin’den bu isteğinin karşılığını bulamıyor  maalesef.  Öte yandan da duyduklarından sonra savcımız ise  mektupta ne yazıldığının peşine düşüyor önemli olduğunu düşünerek.  
Dizimizin çığrından çıkan en büyük meselesinin ana kahramanlarından biri: Hülya. Cahide, onun yurtdışına çıkması için Bülent işbirliğiyle pasaportun peşine düşüyor. Tabii ki aksilikler  yine peşlerini bırakmayınca da bütün kahramanlarımız kendilerini savcı odasının önünde buluveriyor birden. Yalnız Cahide’nin olayı kendi lehine çevirmek adına söylediği yalanlar, düzenlediği dolaplar olayların sarpa sarmasından başka hiçbir işe yaramamamakla birlikte savcının da bu olayı araştıracağını da belirtmesiyle iyice arapsaçına dönüyor her şey. Bu konunun gereğinden biraz fazla uzadığını düşünmekle beraber,  Korhan’ın bitmek bilmeyen kandırılması  da en kısa sürede  sonlanır diye umuyorum.  Ayrıca şu da var ki Cahide’nin en büyük tedirginliği olan Korhan – Hülya yakınlaşması da Korhan’ın Hülya hayali ile gerçekleşek mi acaba diye de kafamda bir soru işareti belirdi açıkçası.  Ve bu taraf hakkında söyleyebileceğimiz son şey ise Cahide’nin eline geçen, yıllar öncesinden gelen - önümüzdeki bölümlerde kritik gerçeklerin açığa çıkmasını sağlayacak-  Hasan Karahasanoğlu mektubu; akıbeti ne olacak merakla bekliyorum bakalım.  
Gelelim  güzel çiftimize… Biraz romantik anlar yaşadılar ama hemencik bozuldu maalesef… Cesur, hastane ve savcılık arasında mekik dokurken Sühan da onu yalnız bırakmadı tabii ki… Hayallerindeki evliliği yapamadılar belki ama yaşanılan olaylardan  mı yoksa birbirlerine olan sevginin eminliğinden midir bilinmez, gerçek bir karı - koca görüntüsü vermeye başladılar her anlamda. Fügen Hanım liderliğinde evde organize edilen doğumgünü kutlamasında Sühan ve Cesur’un karşılıklı sözleri de dediklerimi kanıtlamış oluyor bir neticede. Çiftimize dair söyleyebileceğim şey ise burada: Cesur’un Tahsin’e rağmen Sühan’ı sahiplenişini ayrı seviyorum; Sühan’ın Cesur’un yanında olmasını, elini tutmasını ise çok daha ayrı seviyorum aslında. Gerçeklerin zamanla açığa çıkması durumunda ilişkilerini elbette sorgulayacak, zor zamanlar geçirecekler ama şu anki sağlam duruşları için bile ‘iyi ki’ diyorum, onların dileklerine ben de katıldığımda.  
Rıza’nın kaçışının arkasında kim olduğunu belirlemek amacıyla savcıya verilen ifadeler doğrultusunda olayın iç yüzü  araştırılmaya devam ederken,  okları Cesur’a çevirmek isteyen Tahsin, planlarını  uygulamaya koyuyor ama bir yandan da gerçeklerin ortaya çıkacağı endişesini de yaşamıyor değil tabii ki. Önüne gelen suçlamalar karşısında çok rahat davranırken kapalı kapılar ardında, yaptığı kötülüklerin açığa çıkma riskini ciddi bir şekilde kendine dert ettiğini de hissedip gördük net bir şekilde. Yalnız Tahsin, üzerindeki kuşkuları yok etme girişiminde bulunsun dursun;  Savcı Savaştürk de boş durmuyor olanlar karşısında. Diğer bir yandan Rıfat’ın oğlunun da intikam sabebiyle  olaya dahil olmasıyla silahlar çekildi  Korludağ çiftiliğinde ve ne olura olsun bunun korkusunu yaşayan yine bir adet Sühan’ı izledik biz de… Burada hemen şunu ekleyeyim ki dizimiz hem adalete güven konusunda hem de sağlıkta şiddet konusunda güzel mesajlarla ile karşımızda oldu bu hafta.  
Sona yaklaşırken… Cesur, kendisine bir oyun düzenlendiğini sezerken Banu’nun babasının yardımıyla da  mektupta ne yazdığını en sonunda öğrendi. Duyduğu kelimeler,  onu resmen çılgına çevirdi ki  tam o sırada savcılığa gelen Tahsin’in karşısına dikilip, hesabını sordu kızgınlıkla.  Kendinden emin Tahsin ise, Cesur’un tutuklanma haberini almayı umarken; olayları doğru araştırıp kimsenin etkisinde kalmayan Savcı Serdar, herkesin gözü önünde kendisi için gözaltı kararını duyurdu. Biz de burada bir kez daha inanıyoruz ki adalet er ya da geç yerini bulur lafının doğruluğuna. Bütün bunlar yaşanırken Cesur’un haklı sevinci beliriyor ilk olarak gözümüzde, sonrasında ise okların kendisine dönmesiyle Tahsin’in şaşkınlığı… Belki kısa vadeli olacak bu sevinç ama boyun eğmediğini, eğmeyeceğini göstermiş olmakla beraber savcının da duruşunu da öğrenmiş olduk net bir biçimde. 
Ve son kısma gelirsek de Cesur – Tahsin hesaplaşmasını  sessiz ama üzgün bir şekilde izleyen Sühan… Bir yanında Cesur’un mutluluğu diğer yanında ise babasının öfkeli sözleri… Cesur’a demişti önceden: Bu savaşın kazanananı biriniz, kaybedeni ise ne olursa olsun ben olacağım diye. İşte bu cümle ilk defa acı bir gerçek gibi çarptı yüzüne. Dahası da olacaktır elbet… Ama tam da burada, ben de Sühan gibi inanmak istiyorum ki beraber olduğunuz sürece her şeyin çok güzel olacağına…  

Müge




Bodrum Masalı-23.bölüm

‘‘Bana bir masal anlat baba,
İçinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun güneş ve ay,
Anlatırken  tut elimi uykuya dalıp gitsem bile bırakıp gitme sakın beni...’’
Aile olmak, aile aramak, aile oluşturmak. Sanırım bu üçgen dahilindeydi Bodrum Masalı’nın dünyası geçtiğimiz hafta sonu izlediğimiz bölümde.  Her ne kadar aşk dolu bir bölüm beklesek de aşktan daha çok aileye ilişkin telaşlarla sınandı kahramanlarımız.
Bora’dan başlayalım irdelemeye kendimizce,Bora koskocaman bir soru işaretiyle girdi masalın evrenine. Gözde’nin çocuğuna aile oluşturmak derdinde gözüken Bora’nın başka bir hikayesi olduğunu hissetmiştik ki bu bölüm bir kazadan, bir kadından ,Yıldız’a ve Faryalı’ya yapılmış bir iyilikten parça parça bahsedildi. Bora’nın yaralı bir karakter olduğu zaten aşikardı, annesiz büyümüş, üvey annesi tarafından sevilmemişliğine ek aşık olduğu kadını da  kaybetmiş duran kendisini korumaya gücü yetmemiş doğmamış yiğeniyle empati kurup onu korumaya çalışan Bora. Yıldız’ın karşısında tehditvari tavrını bir anda yumuşatan, gri bir tavır çizen hangi tarafta olduğunu pek de belli etmeyen Bora. Soruyoruz Bora kimsin sen? Daha da iyisi Bora sen kimin hayatında hangi izdesin? Küçük bir virgül atarak buraya, Nejat İşler ve Şevval Sam arasındaki enerjiyi ne kadar özlediğimi de vurgulamak isterim.
Yıldız ve Faryalı’nın el ele zorluklarla savaşmaya hazır tavrı, Faryalı’nın gitmemiş olması, gitmeyecek gibi durması, kusura bakmayın bu senaryoda insan her şeye hazırlıklı olmalı gibi geliyor, inanılmaz keyifliydi. FarYıl için dizideki aşklar içinde sanırım Üzüm ve Haydar dışında rakip tanımayacak çift. İnsanın hayatı ne yöne giderse gitsin, aldatıldığını da sansa, terk edildiğine de inansa, o kişi gelip ta en derinden en çok canını yakacak şeyi de yapsa sevmeye devam edebilmenin gücü Yıldız ve Faryalı. Düşünün bir aşk ki, hayatınızı yaksın, kül etsin; bir aşk ki yokluğuyla sizi mutsuzluğa hapsetsin. Yine de siz o aşktan vazgeçmeden içinizde yüreğinizin en kuytusunda beklesin beklesin ve ikinci bahar gibi yeniden sizi filizlendirsin. Faryalı, vazgeçmişken Yıldız’ın gözlerinden, sözlerinden sadece bir ah demesini beklerken; sessizce kimsesizce gönderirken dudaklarını Yıldız’dan öpmesini değil sadece almasını beklerken, Yıldız’ın yüreğini bilmezken kendi yüreğini her fırsatta Yıldız’a anlatmasına rağmen, yok olmayı göze almışken Faryalı  Yıldız’daki gerçeğine ayıldı bu bölüm. Küçük adımlarla, belki korka korka gitse de aşklarının birlikteliğe yolculuğu ve Bora o yolculukta rol kapma telaşında olsa da FarYıl pupa yelken ilerlemek için esen meltemin fırtınaya ya da boraya dönmesini bekliyor.
Kelebek, canım Kelebek adın Hüsnü mü senin? Peki neden Kelebek? Renk renk iyilğinin mi sana getirdiği bir isim bu, hızla yardıma yetişmenin mi yoksa bir güne bir ömür sığdırabilmende mi? Sevgililer gününde romantizmin çıtasını en yukarı çakabilen tayflı ruhundan mı? Bilmiyorum söylemediler ki...
Kelebek’in Su ile aşkı son hız giderken daha geçen bölüm bu aşkı bildiğini öğrendiğimiz Ateş’in ikiliyi yakalaması ve devamında gelecek tepki sanırım SuKel açısından değil de Kelebek açısından sıkıntılı bir hal alacak. Ateş’in üzerine binen yüklerde en çok dertleştiği, sevdasını ilk itiraf ettiği Kelebek’in Ateş’e hissettiklerini söylememesi Ateş’i üzecek anlaşıldı. Ateş’in kırgınlığı da Kelebek’i üzecek. Su ve Ateş, et ve tırnak. Kırılsalar da , kızsalar da, bir yerinden kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Ama kendini her fırsatta Kelebek’e emanet eden Ateş’in kırılması bu noktada sanırım normal. Tek takıldığım bildiği halde bilmezden geldiği ilişkiye sert tavır koyması, bu kırgınlık çizgisini geçerse ne kadar doğal olur? Göreceğiz.
Aslı... Yakaladığı ipucu elinde kalmışken yeni yolları Aslı’ya açan Uzay. Aslı’nın acılarına ortak olmaya çabalayan ama bir şekilde dışlanan Ateş. Aslı’nın aile arayış çemberinde o çemberin merkezine her şekilde düşmeyi başaran Uzay ve çemberin dışında bırakılan Ateş. Bu durumun sonuna kadar farkında olan ;ama müdahale edemeyen Ateş. Uzay’ın Aslı’ya dahil oluşunu iliklerine kadar hissederken, o soğuk onu üşütmeye başlamışken ses edemeyen, sevdiği kek boğazına dizilen Ateş. Bu bir taraf... Ruhu çekilen, yenilmiş hisseden, geçmişini bir bilekliğe bağlamış Aslı. Ateş’i kendinden sayan ;ama onu kendi acılarından bile korumaya çalışan Aslı. Uzay’a gel demiyen ;ama gelmesine de engel olma gücü olmayan Aslı. Ne fena şey konuşamamak, ne fena şey için düğüm düğümken yaralarını en sevdiğine açamamak, ne fena hücrelerinin daha önce geçtiği yoldan yine sınanmak. AsAt bir sevdanın en keskin sınavında şimdi. Güven sınavı. Uzay amacı ister empatik takıntı, ister aşka giden bir yol açmak olsun Aslı’nın hayatında yer kaplamaya başlamışken, Bora’nın isteğiyle Ateş’e amacı belirsiz yürüyüşteki Lal AsAt’ı acıtacak gibi. Aslı Faryalı’ya doğru akıyor. Acısında onun kollarına sığınıyor. Sorularına onun yanında cevap arıyor. En büyük cevap Faryalı’da mı? Göreceğiz.
Burada küçük bir sitem; ben Ateş’in Aslı’ya ilk ‘Seni Seviyorum’ diyişini bir mesaj olarak beklemiyordum. Olmamalıydı. Ateş Aslı’ya elini sımsıkı tutup gözlerine bakarak söylemeliydi bu sözü. Kelebek’in Su’ya aşkı gibi beklenmedik olan itirafına benzer  Ateş’in aşk itirafı da kendi rengini taşımalıydı. Ateş’in sevgisini söyleyişi portakal kokmalıydı. Yazık oldu. Sahnedeki tüm Ateş Kelebek sevimliliğine rağmen, ikilinin arasındaki o müthiş komedi enerjisine rağmen o sözcükler öyle söylenmemeliydi Aslı’ya.
Son demde; kokumu tanırsın sevgilim, kokum annem ve babamdan miras bana. Sandıklar dolusu renkle beraber. Aynı değil renklerimiz biliyorum. Ama biliyorum biz seninle gökkuşağı gibiyiz. Ayrı ayrı olan renklerimiz gibi seslerimiz de bir senfoni berarber. Biz birbirimizden ,asırlar geçse de aramızdan, vazgeçemeyiz.

                                                                                  UmayMasal              

17 Şubat 2017 Cuma

Poyraz Karayel 80.Bölüm

Yine hareketli bir giriş yaptık bölüme. Havuza bizimkileri doldurmuşlar az kalsın elektriği veriyorlardı ki Eda yetişti. E zeki kadın sonuçta, boşuna bundan sonra senin adın Hızır olsun demediler. 

Hak edene hak ettiği ceza verilirken kötülerin de yavaş yavaş arkasına sığındıkları maskeleri düşüyor. Ayşegül sırtındaki yükü atıp tamamen özgürleşirken Çınar’ın sırtına binen yükler daha da artıyor. Annesinin günahının bedelini çekiyor. Doğruyu bulmaya çalışırken annesinin yaptığı yanlışlarda boğuluyor. Nevra’nın hastalıklı sevgisi en çok sevdiğim dediği oğlunu zehirliyor, ki sonunda bir karar vermesi gerekecek ve bu da bana göre Çınar’ın sonu olacak gibi… Çünkü ne olursa olsun oğlunu kaybetti ve Çınar bir daha onun yüzüne bakmayacak. Aksine duyduğu öfke daha da katlanacak. Nevra’da bunun farkında olduğu için Çınar’ı gözden çıkardı bence. 

Tabii bir de Savaş ve yapmak üzere olduğu iş var. Bahri Umman geçen hafta da söylediğim gibi eski kurt, insan sarrafı ve yılların getirdiği tecrübe ile de adımlarını temkinli atıyor. Bir işe gireceği zaman iki kere düşünüyor. Tecrübeleri onu yanıltmadı ve çocuklara iyilik götürüyoruz adı altında yapılacak olan silah kaçakçılığının farkına vardı. Savaş Bahri’nin konuşmasından sonra gerçekten pişmanlık duydu yaptığından dolayı. Nereye çıktığının değil de nasıl çıktığının önemli olduğunun farkına vardı ama gel gör ki Eda’nın ağzından çıkan kelimeler işin rengini değiştirdi. Nevra’nın işbirliğinin bozulacağını öğrenmesi yeni planlar yapmasına sebebiyet veriyor ve Savaş’ı, Bahri Umman’ın üzerine salıyor. Bu da Savaş’ın soluğu Bahri’nin kapısında almasına neden oluyor.

Sinan, Ayşegül’ün verdiği subliminal mesajları alıp babasına aktarırken yine çok güzel, neşeli anlar yaşanıyor. Artık ikisi de mutluluğu hak ediyorlar, hem de dibine kadar. O kadar çok badire atlattılar ki biraz mutlu olsalar acaba altından ne çıkacak, hangi engelle karşılaşacaklar diye düşünmüyor değilim. 

Maça diye çıkıp spor salonunda iz peşine düşenleri gecenin sonunda kadınların korkusu sardı ve koşa koşa kahveye döndüler ama gel gör ki söyledikleri yalan patlak verdi. Metin – Ali – Feyyaz zamanlarının Beşiktaş’ı şiir gibi top oynarken Ayşegül ve diğerlerinin de kafasında soru işareti oluştu. Onlar hâlâ top oynuyorlar mı ya? Onların bu halleri bizi neşelendirirken öncesinde Meltem’in yaptığı hem biraz kızdırdı hem tebessüm ettirdi. Zülfikar’ın sevgisinden emin olmak istedi, beni gerçekten seviyor mu göreceğiz dedi ve hareketini yaptı. Zülfikar hiç düşünmeden kendini kurşunun önüne atarken Meltem’de onun sevgisinden emin oldu. Sevginin filizlendiği yerde umut vardır. Hiç bitmez, engin bir denizdir. Tıpkı Sadrettin ve Songül gibi… Tabii Fatih faktörünün bu yeni farkına varılmış sevgide bir engel teşkil edeceği belliydi ve öyle de oldu. Aşkını hastalıklı yaşayanlardan olunca sonuçta kaçınılmaz oldu ama neyse ki Songül eskisi gibi hatalara düşmüyor. Evet, orada sarılmasa belki de Fatih’e böyle bir koz vermiş olmayacaktı ama Ayşegül ile paylaştıkları ve Sadrettin’e karşı yeniden yeşeren hisleri her şeyi yoluna koyacaktır. Bazen birbirini kaybetmek iyi oluyor, sonunda yeniden ait olduğun yeri buluyorsun. Songül ve Sadrettin aynı evin içinde kaybettiler birbirlerini, birçok hataya düştüler ama sonunda ait oldukları yeri, birbirlerini buldular bence. 

Mamafih sonunda kötülerin layığını bulduğu, hatalardan ders alındığı ve tabii ki kaybolanların ait olduğu yeri bulduğu güzel günler görmemiz umuduyla…

Sevgiyle, sağlıcakla kalın.

Frezya


Hayat Şarkısı 42.Bölüm

Oysaki öldüğüne kendimizi inandırmış, dünya bir pislikten temizlendi demiştik… Ama gel gör ki yine bir yolunu bulmuş, kurtulmuştu. Cem’i gördüğünü söyleyen Melek’in herkes halüsinasyon gördüğünü, hastalığından ileri gelen bir durum olduğunu düşündü fakat öyle değildi… Bu gelecek bölümde daha da netleşecek gibi. 

Hülya ve Kerim’in bol bol atışmasını izledik. Kerim yaptığı hataları görmeye ama aynı zamanda o hataları tekrarlamaya devam etti. Aslında Mahir çok güzel söyledi… Karşı koymayı bırak, sakinleş dedi. Dünyanın akışına ayak uydur ve en önemlisi kalbinin sesini dinle. Böylesine deli divane aşıkkeninsanlar ne kadar çok meyilli yanlışlıklar denizinde boğulmaya…

Hülya ve Kerim o kadar çok konuşuyorlar ki – aynı zamanda etrafındaki sesler de cabası – kendi gürültülerinden ve etraftaki seslerden birbirlerini duyamıyorlar. İki inatçı keçi ve dilin kemiği yok. Önce söylüyorlar sonra pişman oluyorlar. Hülya kendi ayaklarının üzerinde yol alabilmek için bir çözüm arıyor. Üç tane çocuğu var ama aslında bir çocuk gibi… Kimlikleri masanın üzerine koymuş kara kara düşünüyor, bir çıkış yolu arıyor. Çünkü zaman geçiyor, çocuklar büyüyor. Bahar, annesini teyze olarak biliyor. Mehmet, annesi olarak Hülya’yı bilse de kimliğinde Filiz’in adı yazıyor. Öyle bir girdabın içinde Hülya labirentte dönüp duruyor. Güçlü olmaya çalışmıyor, bence Hülya hep güçlü bir kadın oldu. Sorun Kerim’de. Onun böylesine güçlü olabilmesine hem hayranlık hem de kıskançlık duyuyor. Hülya’yı kaybetmekten korkarken yaptıkları onun yaptığı yanlışlarda daha da dibe batmasına neden oluyor aslında. Hülya’nın bu güçlü duruşundan dolayı onu tamamen kaybetmekten korkuyor ve yanlışa düşüyor.

Aslında Hülya’ya da kızıyorum, Melek için sarf ettiği o sözlerden dolayı… Melek ne olursa olsun gerçekten fedakarlıkyapmış bir kadın. Hülya için hayatından, yaşayacaklarından vazgeçmiş ama Hülya bazen acımasız davranıyor. Hani dedi ya “Ağlayamıyorum” diye… O yıllardır içinde biriktirmiş olmanın verdiği yüktür. Yüreğinde öyle bir yük biriktirmiş ki artık dayanamıyor… Dayanamadığı için bu hale düşmedi mi zaten? Evet, güçlü olmalıydı belki ama olamamışsa bu onun suçu değil. Hülya’yı bir kenara atmamış, aksine kendi yaşayacaklarından bertaraf edip hayatını Hülya’ya, Bahar’a adamış. Tam mutlu olacağım dedi, hayat Hüseyin’i karşısına çıkardı ama O da Araf’ta kalmışlığın bedelini hem kendine hem Melek’e ödetti. Aslında yaraları aynı yerden... İnsanlar birbirlerini yara izlerinden tanırlarmış, onlar da birbirlerini böyle buldular. Fakat Hüseyin duyduğu suçluluktan belki de tam olarak Melek ile bir şeyler yaşayamıyorlar. Her şey yarım kalıyor ve onlar yine mutlu olamıyorlar. Hüseyin, Melek’in yaşadıklarına daha fazla dayanamamasından dolayı kendini suçlu hissediyor. Aslında her şey için kendini suçlu hissediyor.

Herkes Hüseyin’in bu halinden endişe duyuyor haklı olarak ve bir gece vakti korkulan oluyor ama neyse ki Atıf yanındaydı ve bu defa ucuz atlattı.

Hülya ve Kerim’e geri döndüğümüzde tam bir şeyler yoluna girecekmiş gibi oluyor fakat inatları ve o bitmeyen gururları her seferinde onları iyice çıkmaza sürüklüyor. Kerim, ben kararlıyım boşanmayacağım dedi ama sonunda Hülya’nın aklına ekilmiş olan şüphe tohumları onu bu fikrinden vazgeçirdi. Sorduğu soru ve duyduğu şüpheden dolayı sonunda Hülya, bundan dolayı verdiği karardan da Kerim bir hayli pişmanlık duyacak gibi, ki sonlarda gözlere yerleşmiş o pişmanlık kendini belli etti hemen. 

Ne olursa olsun o aralarındaki git gelleri, birbirlerinden kopamayışları, dönüp dolaşıp birbirlerine tutunmaları çok güzel bir durum ve onların birbirlerinden asla kopamayacaklarını gösteriyor. İlişkiler pamuk ipliğine bağlıysa kopmaya meyillidir elbette… Fakat Hülya ve Kerim’in ilişkisi, aralarındaki bağ çok güçlü ve onlar ne kadar inkar etse de kopamaz. 

Son olarak Bayram Cevher’in babacanlığı… Hatice hala eve dolandırıcıları doldurunca cezası da çok güzel kesildi. Hele ki verilen cezanın geri dönüşü çok güzeldi. 

Cem’in geri dönüşü ise hiç iyi olaylara gebe değil bu aşikar, ki Hüseyin’in başına gelenler bunun bir nevi fragmanıydı. Sonunda Hülya’nın karşılaştığı sürpriz de asıl filmin başlangıç anonsu olsa gerek. 

Umarım bu sefer hak ettiğini bulur ve daha fazla zarar vermeden yaratmaya çalıştığı pislikte boğulur.

Sevgiyle, sağlıcakla kalın.

Frezya


15 Şubat 2017 Çarşamba

Aşk Laftan Anlamaz -30.bölüm

Bu yazıyı yazmak için oturduğumda Aşk Laftan Anlamaz’ın final yapacağını öğrendim.  Bu nedenle de yazım gecikti. Hoş bir tarafım bazı nedenlerden final beklese de hala hikayede çözülmemiş düğümler olması beni rahatlatıyordu. Öyle ya Murat’ın annesinin son isteğiydi Murat’ın kardeşini bulması, onu bulacaktı Murat. Hayat ve Murat’ın birlikte ama ayrı hikayesinde heyecanlar olacaktı daha eksikleri tamamlama adına. Sonra Hayat aslında bir kardeşi olduğunu öğrenecekti. Haşmet Dedoş dönecek, Kerem’le İpek evlenirken, Doruk’la Aslı Derya’nın gölgesinden uzak yeni bir aşk keşfedecekti. Olmadı, olamaz mıydı, olabilir miydi? Dizi süreleri, reklam gelirleri, reytigler falan filan. Ne çok sevdiğimizi öğüttü di mi şimdiye dek? Aslında dizilerde final eğer final gibi finalse sevdiğim bölümlerdendir. Hele hele senarist son üç dört bölümde izleye izleye emek veren seyirciyi o finale tüm güzelliğiyle hazırlarsa tadından yenmez. Ancak son yıllarda kendi adıma şişirilmiş finallerden izleyiciyle alay eden üsluplardan öyle sıkıldım ki korkar oldum son bölümlerden.   İçimdeki ses Aşk Laftan Anlamaz’ın beklenmedik bir final bölümüne yürüdüğünü, soruların cevapsız kalacağını, izleyenin içinde o eksiklik duygusunun hep duracağını söylüyor ya umarım yanılırım. Gelelim naçizane sona bir kala olan bölümümüzün yorumuna;
Hayat’ın sağ olduğunu öğrenerek açtık bölümü. Hayat’ın endişeli arayışından sonra da Murat’ın iyi olduğunu öğrendik. Burada geri dönüşlü sahnelerde Murat’ın elinde tuttuğu Sarte’ye ait hisselerle kafasında oluşan soruların vardığı noktalarda gezindik. Murat bölümlerce süren debelenmenin ardından Hayat’ı kaybetmemek uğruna asla affetmeye yanaşamadığı, kendisine ait en önemli karakter özelliği olan dürüstlükten vazgeçti. Yalana razı oldu. Yeter ki Hayat yanında olsundu. Yalanla bile olsa onun yarasını sarsındı. Ki kararına sadık kalarak hastaneye gitti ve umudunu buz gibi havaya emanet edip bekleyen Hayat’ın elini tuttu. Evlerine döndüler. Sonrasında Derya’nın kendisini kurtarma operasyonu başladı. Derya varolan gerçeklerin sağını solunu kırparak Murat’a anlattı ve bu durum gündemimizi meşgul eden Murat bir Sarsılmaz değil mi soru yumağının düğüm olan kısmını bir an da çözüverdi. Murat’ı kaybetme sınırına geldiğine inanan Hayat bir kez daha risk alamayacağına karar verdi ve Derya’nın bıraktığı eksik parçaları tamamlayıverdi.
Murat asla Sarsılmaz oluşuyla varolmuş bir adam değil. Ancak aileniz sizin geçmişinizdir. Hayatınız, tarihinizdir. Doğmadan önceniz, doğduktan sonra eklediğinizdir. Bir insanın ailesini bu şekilde, Murat gibi, kaybetmesi köksüz kalmasıdır. Murat kısa süreli de olsa bu gerçekle sarsıldı. Hoş Murat nelerle sarsılmadı ki. Annesinin mezarı başında yoruldum diyişi ondan bu kadar acılıydı. Tüm yalan dolandan geriye sadece Hayat’ın kalması , yaralarından öperek onu iyileştirecek kadının elini tutması belki de Murat’ın daha hızlı toparlanmasını sağlayacak şeydi. Ki Hayat ve ailesi Murat’ı köksüzlükten kurtarırken Azime Babanne’nin tavrı da onu sarıp sarmaladı. Azime’nin Murat’a olan aşırı düşkünlüğünün de nasıl bir duygudan geldiğini gördük bu hafta. Derya her konuda haksız olabilir belki ;ama bir konuda haklıymış. Azime’nin kıymetlisi Murat’mış. Kalbini tutarak ‘Murat benim torunum olmasa hissederdim’ diyişi, gidecek diye kahroluşu, Murat’a dair ortaya konanlara değil sadece kalbine inanışı ve sonunda onun doku örnekleriyle Murat’ın aslında Sarsılmaz olduğununun kanıtlanması.
Baştan beri Derya’nın histerik düşmanlığının sebebini arıyorduk. Bu bölüm anladık ki, aslında Doruk bir Sarsılmaz değilmiş. Derya’nın deli cesaretinin ve hastalıklı takıntılarının ötesinde bu bölüm ve final bölümümüz net olarak bir soruya cevap verdi, verecek. Murat’ın Sarsılmaz olmadığını öğrenmesiyle ilk yaptığı hamle Sarte’yi Doruk’a bırakmak oldu. Abisinin gölgesinde kaldığına inanan Doruk, ki ben bu argümanı destekleyecek bir portre göremedim bunca bölüm sadece Derya’nın dolduruşu diye yorumlamak istiyorum burda , Murat’ın Sarte’yi ona vermesine neredeyse güle oynaya evet dedi. Murat’ın Sarte’ye dair onca emeğine en yakından şahit olan, annesinin onca oyununa rağmen arkasında durmayı bırakmayan, hatta onun hatalarını üstlenecek kadar onu koruyan ağabeyi tek imzayla oyun dışı bırakıverdi. Tam bunun üzerine gelen Hayat gerçeği Murat’ın eline verdi ve köküne kavuşan Murat oyunun süpürgeli cadısına baktı. Şimdi benim tanıdığım Murat, Doruk’u bu gerçekle sınamayacaktır. Uğruna hayatına bu kadar kötülük sokulan şirketi Doruk’a ya da daha doğru bir ifadeyle Derya’ya bırakacaktır. Ancakkk, Doruk o güvenli gölge çekildiği an ne yapacak? Komadaki Emre uyandığında, asıl gerçekle yüzleştiğinde, karanlık tarafta kalmak onun ruhunda nasıl bir kara delik açacak? Tabiki bunları ayrıntılı göremeyeceğiz, büyük ihtimalle kısa cevaplı sorular gibi evet, hayır denilecek bize. Neyse, Doruk- Murat kardeşlik sınavında Doruk kalırken, Murat geçecek net olan bu. Ailenin kan olmadığına vurgu yapan, haftalardır bunu sınayan hikayede, annelik, babalık derken kardeşliğin de sınıfta kaldığını görerek bitiriyoruz sanıyorum.
Aşk, yüreğimin en kuytusunun ,en gizlisinin adı aşk. Haykırışını, buğulu camlarda, uçan balonlarda, parmak ucunda, bakışta saklayan aşk. Kendime söylediğim yalanlarım, kapılışlarım, hikayelerim, sessizliklerim, koşmalarım aşk. Kaçtığım, koştuğum, yandığım uğrunda kendimden geçtiğim aşk. Hani o sevgililer gününün kırmızısını taşıyan Hayat ve ona vurgun Murat’ın sahildeki anları var ya bence buydu. Daha söze gerek var mı? Bende Hayat ve Murat’ın şarkısı Redd grubunun Nefes Bile Almadan’ı. Hep öyle kalacak. Okumayana ek;
Kelebek kadar olan ömrü bilirdi Murat.  Sevmenin lazım olduğunu bilse de güvenemezdi. Kaybedecek neyi vardı ki kaybetmişti sevmeye dair olan her şeyi. Hayat’la karşılaştı. Orda anladı ki aşk için ne gerekiyorsa onda vardı. Anladığı an nefes bile almadan sevdi. Murat’ı tanıdıkça sarmaşıklar gibi sardı Hayat’ın kalbini Murat’a dair aşkı. Değiştirdi Hayat’ı bu sevda kanını değiştirdi, koydu zehrini. Düşündükçe daha çok sevdiler birbirlerini. Gitgide sarhoş oldular birbirlerine. Ruhlarını kaybetmiş gibi sadece birbirleri için yaşamaya başladılar. Nefes bile almadan birbirlerine dair oldular. Aşk birbirinin nefesi olmaktı çünkü.

ALA fandoma sondan bir önce teşekkürle...

                                                      UmayMasal

14 Şubat 2017 Salı

14 ŞUBATA 14 EFSANE AŞK- AŞKA GÜZELLEME ÇİFTLER

Ey sevgili aşk, ruhumda yarattığın depremlerden mi tanımalı seni, bıraktığın izlerde mi,yoksa yanlış adreslerde ararken karşıma çıkan beklenmedik kapının ardında mı, düşmanlıktan ve nefretten kalbimi ele geçiren yolculuklara mı bağlamalıyım seni, hayatın içinden masala evrilen anlatılara mı? Ey aşk nerede aramalı seni?
Zeynep-Kerem (ZeyKer)
‘Her yerde sen varsın’ dediğinde Kerem izleyen herkes nefesini tutmuştu. Havaya attığı kağıtlarda çizdiği Zeynep’in her halinin resimleriyle yaptığı itiraf sanıyorum dizi tarihinin en güzel ilan-ı aşklarından biriydi. Kerem’in kırılmış  çocukluğunun yansıması kırıp döken halinin Zeynep’e aşkıyla yumuşamasını; Zeynep’in sevgisiyle sağalmasını bekledik hep. Alev alev yanan Kerem’i başlarda göremeyen ama sonra senden nefret ediyorumu bir aşk itirafı mottosuna dönüştüren Zeynep’i çok sevdik. ZeyKer’in hikayesi beklentileri karşılama konusunda hep eksik kalsa da anlatılanlar, yaşananlar izleyenleri kızdırsa da ZeyKer efsaneler arasına adını yazdırmayı başardı. İkili arasındaki sevda eksik gedik yazılmasına rağmen, ZeyKer arasındaki enerji hep ekrandan izleyenlere geçti. Ailesizliği en derininde hisseden aşıklarımız kurgu dünyalarında son bölüme kadar birarada bulunmayı başaramasa da eş ruhlarındaki benzer asiliklerle çift olmayı bildiler.


Defne-Ömer (DefÖm)
Gerçek hayatta yanyana gelmesi çok da mümkün olmayan iki karakterin, Defne ile Ömer’in, masalsı hikayesi bir yalanla başladı. Bu yalana rağmen Defne’nin dümdüz  hali, Ömer’in tüm mükemmelliğine inat aslında içindeki eksikleri Defne’yle tamamlamasındaki masalsılıktı hikayeye insanları bağlayan. Aşkın imkansızlıkları imkanlı hale getirmesiydi. Biraz Gurur ve Önyargı’dan Bay Darcy ve Elizabeth’i hatırlatan biraz kendine özgü bir evren yaratan hikaye yeni starlar yarattı.  İzleyenler bazen sınansa da gidişatla temelde var olan uyumluluk ve aşkın masalsılığıyla nihayetlendi. Defne Ömer de dizi tarihine altın harflerle yazıldı.

Selim-Esma
Biri masal mı dedi? Aynı bahçenin içinde iki ayrı dünyanın insanlarıydı Selim ve Esma. Bırak aşık olmaları biraraya gelmeleri imkansızdı. Zira Esma Demir’e aşıktı. Gün oldu karınca halinden koza örüp bir kelebek olarak çıkan Esma Demir’de duygularına karşılık buldu. Ancak Demir’e hissedilenler Demir’in yaptıklarına dayanamadı. Tam da bu noktada Selim ve Esma’nın hikayesi başladı. İlk bölümden Selim ve Esma arasındaki gerilimli ilişkinin ikili birbirini tanıdıkça dönüştüğü şeydi onları efsane yapan. Yaptıkları tango sonrası istemeden de olsa sürüklenirken aşka direnemediler imkansızı daha imkansız yapan durumlara rağmen. Selim’in pencereden Esma’ya bakışıydı unutulamayan. Sonradan uzun ayrılıklarla sınansa da izleyici son sahnede ‘Benden uzakta nefes aldığına inanamıyordum’ diyen Esma’ya ‘Senden uzakta nefes alamıyordum’  diyen Selim gerçek bir masal kahramanı oldular. Efsane oldular.


Gülbeyaz-Kadir
İki düşman ailenin, iki uçta çocuklarıydı Gülbeyaz ve Kadir. Kadir ailesinin Dursunoğullarıyla kavgasını komik bulurken o kavganın ortasına düşen hayalleri okyanus genç bir adamdı. Gülbeyaz’sa Demiroğullarıyla kavganın tarafı, kadından kaptan olacağını kasabaya ispat peşinde hayalleri Karadeniz genç bir kadın. İki deniz aşığının aynı tekneye, İstanbul Boğazı’na mahkumiyetinin aşka dönüşmesindeki kavganın müdavimi oldu izleyen. Kadir Gülbeyaz’ın gözlerindeki Karadeniz’de boğulmak için okyanuslardan vazgeçti. Gülbeyaz ise, aşkı için düşmanlığından. Kazım Koyuncu’nun sesiyle Karadeniz kokan hikayede Kadir ve Gülbeyaz uzun uzun süreler açılamasa da birbirine, Kadir Gülbeyaz’ın evlenme kararına kadar susmayı seçse de sevdik biz ikisinin aşkını. Sonunda aşk itirafı bir kağıttan uçağın kanadına takılıp yerini bulduğunda biz de elimizi göğsümüze koyup bir oh dedik. Öyle ya aşk uğruna hayallerden geçilip asıl hayali kendisi kılardı.                                     
 Feriha-Emir (FeMir)
 Kendinle ilgili yalan söyleyebilirsin ;ama kendini saklayamazsın. Feriha kendi küçük dünyasının sınırlarından geçmeye çalışırken tanıştı Emir’le. Kapıcı dairesinin gerçekliğinden bir masal dünyasına gitti. Kimliğini, ailesini sakladı ;ama kendisini saklayamadı Emir’den. Emir ise kendi sahte gerçekliğinden sıkılmışlığında buldu her şeyden daha gerçekmiş hissi veren Feriha’yı. Ferah bir nefes gibiydi. Nefes aldı Emir. Yalanlar yumak oldu, dolandı ikilinin boynuna. Tek tek düğüm düğüm çözdüler aşklarıyla. İmkansız aşklarını imkanlı hale getirirken savaştılar hem birbirleriyle hem sınıfsal farklarıyla. Sonunda başardılar. Kabullemek istemeyen herkese kabul ettirdiler aşklarını. Yazık ki, diğer pekçok efsane çiftin aksine ölümle ayrıldılar. Ama bir taraftan hala yaşamaktalar.
Onur-Şehrazad
Şah Şehriyar Şehrazad ile yaşadığı aşkın yansımasından doğan hikayenin baş kahramanları Onur ve Şehrazad. Kadınlara inanmayan Onur’un oğlu için onurundan vazgeçen Şehrazad’la tanışma hikayesi gündemi uzunca meşgul etti. Tartışıldı, konuşuldu. Sonunda kara gece dedikleri o geceden bir aşk doğdu. Onur ve Şehrazad etraflarını saran şüphe sarmalından hep birbirlerine tutunmayı bilerek çıkmayı bildiler. O kadar sevdiler ki, sonunda kurgudan sekip gerçeğe geçtiler.

 Zeyno-Memoli
Kendisini nikahta bırakan Erkan için yola düşüp İstanbul’a gelen Zeyno’nun hikayesi Memoli ile kesişince dramatiklikten trajikomikliğe evrildi önce. Ailesini kaybetmiş Memoli’nin hayatına bomba gibi düşen Zeyno adeta ölmüş bir ruhu kalp masajıyla hayata döndürür gibiydi. Maceradan maceraya koşup sonunda aşık olduklarında yine aralarında Erkan ve intikamlar imkansızlığı oluşturdu. Aşkları içlerinde büyürken hiç söylenemedi sözcükler, hiç itiraf edilemedi. Sonunda Zeyno kan davasını bitirmek için, namusunu temizlemek için Erkan’la nikah masasına tekrar oturduğunda kalbinde Memoli’nin aşkı vardı. O masadan kalktı Memoli’ye aşkını itiraf etti tekrar oturdu masaya Erkan’a evet dedi. Yazık ki Zeyno o düğünde vurularak ilk aşkı ve son aşkının sahibi iki adamın kollarında can verdi.
Asi-Demir
Birbaşka Darcy ve Elizabeth yansımasıydı Asi ve Demir. Ama öyle güzel öyle nahif öyle sevilesiydi ki, efsane çiftler arasında belki en sevilenlerdendi. Hala unutulmaması, özlenmesi bundan. Demir intikam için aile yadigarı topraklara geldiğinde hiç aklında yoktu aşk. Aşk öyle beklenmedik bir yerden ve kişiye yönelik geldi ki, önce şaşkına döndü. Sonra kabullendi. Asi’nin adıyla müsemma karakterine güzelliğiyle birleştirip vurulduğunu kabul ettikten sonra önce öfkesi eridi sonra intikamı. Toprağın prensesi Asi ise, şüphelere inat Demir’e elini vermekten asla tereddüt etmedi. Atmosferi, anlatımındaki şiirsellikle ve senaryosundaki akışta izleyiciyi çok da yormayan tavrıyla, oyuncuların uyumuyla Asi ve Demir nadide çifler arasına adını yazdırdı.

Kamuran-Feride
Reşat Nuri Güntekin’in içli, kırgın aynı zamanda tüm kırıklıklarını haylazlığının altında gizleyen karakteridir Feride. Çalıkuşu namıyla anılmasında da hem çocukluğundaki hafif  tombul yapısının hem de  hınzırlığının payı büyüktür. Edebiyatın da efsanelerinden olan Feride ve Kamuran aşkının dizilerde de efsane hale gelmesinde kuşkusuz başrollerinin arasındaki gerçeklik duygusunun da payı vardı. Çalıkuşu hikaye anlamında tadı damakta kalsa da Feride ve Kamuran’ın özellikle salıncakta aşk itirafı sahnesi herhalde hafızalardadır. Kamuran’a güvenemeyen Feride’nin ne olursa olsun aşkına sahip çıkışı, çapkın Kamuran’ın Feride karşısındaki acemiliği gerçekten izlemeye değerdi.

Nazlı-Niko
Evlendirilmek istendiği Kadir’den kaçarken kesişti Nazlı’nın kaderi Niko’yla. Bir kıyıdan diğer kıyıya en zor aşklardandı onlarınki. Çapkın Niko’yu ehlileştiren evliliğe yanaşmayan Nazlı’yı hemen evlenme kararı aldıran bir sevdaydı kıyılar arası aşk. Kıskançlıktan uçakta doğan Ege’den , hafıza kaybına rağmen yine yeniden karısına aşık olan Niko’ya, yatta ve açık denizde babasının ellerine doğan Ada’dan, ilik kanserini aşkla yenen Nazlı’ya kadar bir aile öyküsünün efsanevi aşıklarıydı onlar. İki uçta ve birbirine tahammülü olmayan insanlardan koca bir aile yaratan büyük bir sevdanın tatlı delileriydi. Seni alırsa fırtına dayanamam yokluğuna derken Nazlı, Niko üstüme basıp geçme dedi. Aşk onlar için imkansızı yenmekti.

Bahar-Seymen
Aşk bazen şiddetli bir karşı koyuştur. Ekranların en şiddetli aşıklarındandı Seymen ve Bahar. İlk görüşte başlayıp tanıdıkça tırmananlardandı. Meral Okay ve Mahinur Ergun’un dokunuşunda asla ezilmeyen ve itaat etmeyen Bahar kendisine itaate alışmış Seymen Ağa’ya başkaldırdı. Kararlarını sorguladı, eskide kalmışlarıyla yüzleştirdi, alıştığı hiyerarşiyi kafasında parçaladı ama hep aşık kaldı. Kapadokya’nın masal dünyasında bir prens ve prensesti Bahar’la Seymen. Kızıl, turuncu bir aşktı Asmalı’da aşk. Seymen Bahar uğruna mayına yürüdü. Bahar Seymen için hayata tutundu. Seymen Bahar’ı öldü sanıp hafızasını yok etti, Bahar Seymen’i hayata döndürdü. Efsaneleri bize aşkın tutku halini hep hatırlattı. 


Mehmet-Nermin
Beyaz güle damlayan kan. Aşk hata kaldırmaz, ihanet hiç kaldırmaz ;ama aşk öyle bir duygudur ki bir ustadan kahraman sıradan bir kızdan cesur bir ruh yaratır. Mehmet ve Nermin’in hikayesi kendi dünyalarında yaşarken o dünyaya giren Ender’in fırtınasıyla savrulur. Ama o fırtına Mehmet’in aşkının ateşiyle birleşip ne var ne yoksa yakmaya başladığında hem aşk büyür hem intikam. Sonunun acı olacağını bilsek de Nermin’in kirlettiği aşkı yine Nermin temize çeker. Mehmet’in kollarında can verir ,ama gerçek sevdası olarak kalbindeki kabirde yerini alır. Mehmet ve Nermin ise efsaneler arasındaki yerini elbet.
Leyla-Mecnun
Meşhur halk hikayesinin Onur Ünlü ve Burak Aksak elinde dönüştüğü hal kuşkusuz dizi tarihinin en ilginç anlatımlarından. Aynı gün doğup yanyana yatırılan Leyla ve Mecnun’un absürt hikayesinde Ak sakallı Dede’den, Erdal Bakkal’a, İsmail Abi’den Yavuz’a kadar pekçok fantastik karakter barındırır. Temelde sevmenin her türlü devam edeceğini anlatan hikayede aşkın yanında farklı duygular da yürür. Leyla değişir ama Leyla’ya duyulan aşk değişmez. Bu da ikiliyi efsane yapar.  

Mehmet-Gümüş
Afyon’un kasabasından geldi Gümüş. Ruhu hasta Mehmet’i iyileştirsin diye. Mehmet onun ilk aşkıydı ;ama Gümüş Mehmet için yok hükmündeydi. Zaman geçti, Mehmet önce Gümüş’ün varlığına alıştı. Sonra Gümüş’ü tanıdı,sevmeye başladı. Gümüş kozasından çıkıp yetenekleriyle varolurken iyiliği, sarıp sarmalayan enerjisiyle Mehmet’i kendisine aşık ediverdi. Mehmet Gümüş’ü öyle sevdi, öyle sevdi ki; onu ruhunu en başta hasta eden aşk geri geldiğinde hatta bir çocuk o düğüme eklendiğinde bile Mehmet Gümüş’ten vazgeçmedi. Terk edişler, kötüler, araya giren sizofrenik insanlara rağmen hem aileyi toparladılar hem birbirlerini. Dizi bize efsane bir çiftle beraber Kıvanç Tatlıtuğ’u da tanıma şansı verdi.


  Sevgililer gününe ithaf 14 efsane çifti yazmak istedik. Sıralama yapmadık zira her biri ayrı özeldi. Daha niceleri var elbet ;ama bizde izi olanlardan ilk on dört bunlardı. Aşk sanatta, anlatının her çeşidinde en özel yere sahip duygu. Merhalesi nerede, ne seviyede olursa olsun insanı dönüştüren bir hal. Hep dediğimiz şey; dünyayı aşk kurtaracak. Dileyelim ki, aşk hepimizin kapısını kurgu dünyalardan çıkıp gerçeklik dahlinde çalsın.

Umay Masal