KanalD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KanalD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2022 Pazartesi

Ayrılmak Diye Bir Şey Yok Aslında- TürMer

 “Tanımak haddinden fazla şefkatin sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle.”- Cibran

Aşka dair en önemli ayrıntı aşkın kendisinden başka hiçbir şeyi barındırmadığıdır. Kendisinden başkasını vermez kendisinden başkasından da almaz. Rotasını çizemezsiniz çünkü aşk kendi rotasını çizer. Kendisini gerçekleştirmek için o rotanın doğrultusunda ilerler.

Selam sevgili okur. Aşka dair hikayeler içinde bir yerinden bağ kurduğumuz Türkan ve Somer’den devam etmek üzere buradayız. Sezonun son bölümünde toplam hikâyenin orta yerinde tüm düğümlerin atıldığı noktadaki Türkan Somer aşkının derinlik kazanışıyla, ayrılık olmadan eylüle kadar uğurladık çifti. Adım adım bakalım mı bölüme? Haydi takıl peşime belki kendine dair izler bulursun yazının bir yerlerinde.

Geçtiğimiz hafta aşka teslim olan, yıldızlardan dilek tutan, çocukluk yaralarını birlikte sarıp sarmalayan, sevgiden sarmalanıp uyumayan, denizin kalbinde kucak kucağa kalan Türkan’la Somer’in en keyifli oldukları anda öğrendikleri satış haberiyle sarsıldıkları yerde kalmıştık. Türkan’ın gözleri babasının yaşadığı kırgınlık ve çaresizlikle dolmuştu. Bu hafta iki sevgili bu çaresizliğin sebebinin Rüçhan Hanım olduğunu öğrendi. Tıpkı Sadık Baba’nın dediği gibi Türkan ve Somer’in birlikte olmaması için bütün kozlarını oynuyordu Rüçhan Korman ki oynamaya da devam edecekti. Durumun netliği karşısında Türkan’ın Somer’e tepkisi “Ayrılalım.” oldu. Geçtiğimiz haftalarda “ne olursa olsun elini bırakmayacağım” dediği Somer’e hemen ayrılıktan bahsetmesi garip gelebilir ama Türkan’ın Rüçhan Korman’ın yapabileceklerini en iyi bilen kişi olduğunu da unutmamak lazım. Türkan’a işkence eden, ailesinin adını hırsıza çıkarmaya kalkan Rüçhan’ın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor Türkan. Diğer taraftan Somer de annesinin yapabileceklerini biliyor ama Somer’in bildiği başka bir şey daha var. Somer bu kez annesine ne kendisini kurban etmek istiyor ne de sevdiğini. Türkan’ a hissettiği duygunun tanımının aşk olduğunu biliyor Somer.  Türkan’ın onun tamamlayıcısı olduğunu da biliyor. Türkan’ın korkularını tam da bu nedenle göğüslemekten kaçmıyor. Ayrılık sözcüğünü bile istemiyor aralarında. Türkan’ın Somer’in hayatına getirdiği koşulsuz sevgi Somer için çok kıymetli ama bu kadar değil. Çünkü Türkan sadece koşulsuz bir sevgiyi getirmedi Somer’in hayatına aile sıcaklığını, sarıp sarmalamanın önemini, umutlanmanın nasıl sıcacık bir duygu olduğunu da getirdi. Sevdiklerin için savaşmanın ne kadar değerli olduğunu öğrendi Somer Türkan’dan. Tam da bu yüzden bölüm boyunca Kalender evini Rüçhan’a kaptırmamak için savaştı. Ama Fatih’le ama Rüçhan’la. Türkan’a da artık ailen benim ailem dedi. Oğul olarak da bağıra basıldı. Diğer taraftan Rüçhan’ın Türkan’a beslediği nefretin hızla büyümesine de şahit olduk bölüm boyu. Nefretin büyüme nedeni bize Özer Baba’nın ağzından Türkan’ın Somer üzerindeki etkisi ve Rüçhan tarafından bu etkinin yansıması kopuş olarak ifade edildi ama… Kusura bakılmasın. Bu köklü nefret ikna edici değil. Evet Rüçhan kendi kader yoldaşı olarak gördüğü Türkan’ın gidişini ona ilk isyanı olarak yorumladı. Öncesinde altın krizi çıkararak ki bile isteye yaptı bunu derdi Türkan’ı korkutarak ailesiz bırakmaktı. Rüçhan kendi yolundan giden bir Türkan istedi ama bir yerinde Türkan o yolu terk etti. İşin garip tarafı yolu terk ettiği an Somer’in parçalanmış ilgisi bir anda tamamen Türkan’a odaklandı. Parçalanmış ilgi ile anlatmak istediğim şu: Somer Türkan’la evlendiğinden beri ilgileniyordu. Bir yerinden Türkan onun hep ilgisini çekti. Şarkı söylemesi, dürüstlüğü, sevme şekli, ailesi, güzelliği… Bütünlüklü olarak değerlendirmese de bunca şeyi teker teker yakalamakla tanıdı Türkan’ı. Sonra Türkan gidince anladı ki yavaş yavaş hayatında önemli bir yere sızıp yerleşivermiş Türkan. 9.bölüm hezimetini de duygularından kaçma olarak yorumlamak istiyorum zira başka türlüsü gelinen yerde makul görünmüyor. Neyse Somer ev telaşına düşmüşken bana göre bölümün en önemli yüzleşmelerinden biriyle karşılaştı. Mine ile. Mine ve annesinin itişmesinin ortasında ne olduğunu anlamaya çalışırken Somer kafalardaki soru işaretlerine de cevap verdi. Daha önce ben nasıl baba olacağım telaşıyla beklediği çocuğa dair şüpheleri kendisine dair netleşince Somer sanılanın aksine çok mutlu olmadı. Verdiği tepkinden anladık ki Somer, Türkan’a yürümeye karar verdikten sonra o çocuğun kendisinin olmamasını tercih etmiş. Lakin yine de sorumluluk almaya eyvallah demeyi de ihmal etmeyen Somer cümlesini de şöyle tamamladı: “Benden bir şey bekleme. Çünkü artık benim kalbim de aklım da Türkan’a ait.” Bu cümle önemli. Türkan’ın bölümler önce Somer’e “Aklın ve kalbin başkasında değil mi?” sorusunda Mine’ye dair evet diyemeyen Somer, Mine’ye Türkan için kolaylıkla bunu söyleyebildi ve yolunun ayrıldığını da ekledi. Kuşkusuz dinamikleri farklı ilişkilerden bahsediyoruz ama izleyen açısından Somer’in Türkan sevdasının daha başka bir noktaya ilerlediğini görmek önemli. Kalenderlerin evinde küçücük koltuğa sığmaları, birbirleri olmadan uyuyamamaları, mutfakta birlikte yemek yapmaları bunlar minik ama özel anlar. Çünkü Somer’in Korman kibrinden Türkan için nasıl sıyrıldığının kanıtı. Fatih’e karşı, Mine’ye karşı hatta Rüçhan’a karşı kolayca ortaya çıkan Somer Korman kibri, Türkan ve sevdikleri söz konusu olunca yok hükmünde. Diğer taraftan bir diğer güçlü yüzleşme de Somer ve Rüçhan arasında yaşandı. Mine konusunda dahi annesine direnemeyen Somer artık annesinin fikirlerini umursamıyor. yaptırımlarını da. Söz konusu Türkan'sa  Somer Rüçhan'a direniyor. En tepeden tehditlerle üstelik. Çünkü bu aşk onu özgürleştirdi. Hem aklında hem kalbinde tek çünkü. Onun için Türkan çok anlamlı. Her biri için ayrı ayrı feda edilebilir pek çok şey. Ki etti de. Kalenderlerin evinin kurtulması için bizim mavi panjurlu evin harcanmasına içerlesem de doğru olan doğru olandır. Sonuçta ev kurtarıldı. Devamında iki güzel sahnede iki güzel dans izledik. Biri Somer’in Türkan’da evliliklerine dair tüm kötü anıları silme çabasının ürünü evlilik teklifi, diğeri küçük düğün merasimi. Burada parantez bazı noktalarda aksadığını da düşünsem öyle güzel paraleller kuruluyor ki hikayede bu hoşuma gidiyor. Örneğin Somer evin babası gibi balık getiriyor Kalenderlere, Türkan’la pişirip onca kedere rağmen neşeyle kocaman bir aile sofrası kurabiliyorken aynı anda belki aynı ağdan çıkan balığı sorunsuz hayatına sorun kata kata tek başına yemek durumunda kalan Rüçhan yalnızlığı. Yine Somer’in  Türkan’la her anında o yaşayamadığı tüm çocukluğu ortaya çıkarması ve muziplikleriyle karısını güldürüp öpüp koklaması. Sevgisini ona göstermekten asla sakınmayan, bencil davranmayan Türkan’a aynı tondan cevap veriyor Somer. Kaldı ki aralarındaki saflığın simgesi balonlarla yapılan evlilik teklifinden sonra edilen dansın tutkusu, yine derinleşen ve büyüyen aşkın izi. Burada yine parantez. Yönetmenin yakaladığı, oluşturduğu sekanslar inanılmaz sanatsal bu ikiliye. Cem Adrian eşliğindeki dans sahnesinin çekimleri muhteşem olmuş. Türkan- Somer aşkı gibi. Hem yüzlerinden, gözlerinden, hikayelerinden gün gibi açık hem de gizli, kendilerine dair. Hem masum hem tutkulu. Son sahne zeybekte de yine küçük dokunuşlar çok keyifli. Öncelikle bir su çifti olduğunu hep yazdığım Türkan Somer’in denizin içinde oynuyormuşçasına hem de “Deniz Üstü Köpürür” le oynaması çok manidar. İkincisi Somer’in Türkan’ı dansa kaldırırken söylediği cümle “Sadık Baba düğünde Türkan’la siz oynarken çok özenmiştim.” Somer’cim evlenmeyi istemediğin kızın babası ile dansına özendin demek. Özenmek keşke barındırır derler. Neyse ‘keşke bırakmama telaşın’ demek sana da hizmet ediyor. Diğer taraftan Somer’i artık Türkan’dan ayıramayacağını Mine bile anlamışken saldırısına onu dahil eden Rüçhan’ı yeni sezonda karma vuracak gibi duruyor. Çoğu kişinin aksine üvey abi olayının TürMer açısından değil de Korman cephesi açısından büyük sarsıntı yaratacağını düşünüyorum ben. Nesrin sahnesine ayrı bir parantez. Sezonun başından beri evlatlarının hayatını gasp eden iki anne izledik. Biri sevgi ile yaptı bunu biri tehditle. Rüçhan öyle kibirli ki oğlunu adım adım kaybettiğinin farkında değil. Sanıyorum ikinci sezon bu kaybı tümden yaşadığında ne olduğunu anlayacak. Ki karakterin geldiği noktaya bakınca, memnun değilim durduğu net karanlıktan, Rüçhan’ın sert düşmesi lazım. Nesrin’e gelince, o cidden sert düştü. Bir anda yüzleştiği Türkan Korman gerçeği kendi çocuğuna yaptığı kötülükle de karşı karşıya bıraktı onu. Hemen öncesinde Fatih’le yaşadıkları da burada yaşadığı yıkımın gücünü arttırdı. Yetmedi Somer, Mine ve bebeği öğrendi. Yetmedi bahçede tüm bu imkansızlığın ortasında karısını mutlu etmek için evin hissesini alan aşık Somer’le ona en başından beri aşık olan kızı Türkan’ın dans ederken yaşadığı mutluluğu gördü. Bu kocaman düğüm geldi Nesrin’in kalbinin üstüne çöktü. Şimdi ne olacak? Göreceğiz ama ben Türkan ile Somer’in yaşayacağı o büyük hesaplaşma öncesi ilişki anlamında köklenmesini görmek istiyorum. Bunu da öyle hamilelikle filan değil konuşmaları, birlikte sahneleri, birbirleri için vazgeçtikleri ve seçtikleriyle görmek istiyorum. Sahneleri kesintisiz olduğunda youtube’dan da anlaşılacağı üzere etkileri büyüyor. Konuşabilen, dertleşebilen bir çift TürMer. Bu kullanılmalı. İlişki güçlensin ki yaşanacak fırtınadan ikisi sağ çıksın. Bir de bu ikili çok güzel dans ediyor. İnsanın zihninde Leonard Cohen çalıyor onları izlerken. Bu değerlendirilmeli.

Son demde; “Karışmak nedir?” diye sordu kuş denize. Deniz: “Bir olma halidir.” dedi. “Bir olmak için ne yapmalı?” dedi kuş bu kez. Deniz cevap verdi: “Aşık olmak lazım ama beklentisizce. O zaman benlik bize dönüşür ve aradaki farklar ortadan kalkar. Fark yoksa engel yoktur. Engel koymak yoktur. Yokluktaki tek varlık sevgidir aşktır.”

İyi tatiller… Umarım, eylülde buluşmak üzere…

                                                                                                 UmayMasal



     

11 Haziran 2022 Cumartesi

"Seni Görmek Kendimi Görmekti"- Türkan ve Somer

 "Şafak vakti kanatlanmış bir yürekle uyanmak ve minnet duymak yine aşkla dolu yeni güne; öğleyin dinlenmek ve aşkın vecdini düşünmek derin derin; akşamleyin eve şükranla dolup taşarak dönmek, sonra da uyumak yüreğinizde sevgiliye bir dua ve dudaklarınızda bir övgü şarkısı- Cibran”

Aşkta ve savaşta diye başlar hikâye. Aşk temizler yapılan her kötülüğü, aşk sağaltır çekilen her acıyı, aşktandır çünkü her şey. Başka izahata ihtiyaç yoktur. Selam sevgili okur. Bu hafta biraz geciktik. Malum hayat zor, hele bu ülkede koşar adım ilerleyen onca şeye ayak uydurma telaşındayken, durup düşünmelere vakit kalmazken. Gecikmeli de olsa yeniden merhaba diyerek başlayalım her hafta kendinden yeni bir aşk yaratan TürMer aşkına.  Geçtiğimiz hafta Türkan’ı kendi hayatından vazgeçecek kadar umutsuz bırakmıştık sahilde. Onun umutsuzluğunun elinden kendi umuduyla tutmuştu Somer. Sorularına, Türkan’dan çok önceye dayanan güvensizlikleriyle hırpalanan ruhuna, annesine, Mine’ye hatta bizzat Türkan’ın kendisine rağmen Somer Türkan’ın elini tutmuştu geçen hafta. Ama Türkan aldığı ilaçların da etkisiyle kendinden geçivermişti Somer’in kollarında. Tıpkı uyuyan güzel gibiydi. Bu hafta hastanede devam ettik kaldığımız yerden hikâyeye. Somer’in telaşını gördük önce. Onca korkuya, telaşa rağmen hala karısına dair ima içeren konulardaki öfkesinin çabucak alevlenebileceğini de gördük. Türkan’ın Somer’in kırmızı çizgisi haline geldiğine yönelik bir çıkarım yapabilir miyiz buradan? Bence yapılabilir. Somer’in Türkan’a duyguları yavaş yavaş gelişip yerini buldu belki ama en başından beri Türkan’a dair sahiplenmesi derindi. İkinci bölüm başladı bu sahipleniş. Özellikle Mine ile ilişkisini devam ettirirken zaman zaman rahatsız edici olsa da bu sahipleniş, Somer kalbinin bir  yerinden Türkan’ı koruyup kollamak istedi hep. Annesinden, Mine’den, tehlikeden. Süreç ilerledikçe bilhassa konuşabildiği, kendisini anlatabildiği kişi haline gelen Türkan’a kayıtsız kalamadı. Sahipleniş nedeni başta koruma kollama haliyken zamanla bambaşka bir boyut kazandı. İçindeki umutla ki burada Somer’in ısrarla hayatında biri olmadığını vurgulamasının da payı vardı, çabaladı Türkan. Somer’in duvarlarından içeri sızmaya çalıştı. Sonunda da bu hafta o duvarları yıkmaya karar veren Somer’in içine sızmayı başardı. Hem de ne sızma. Türkan’ın gitmesi için her şeyi yapan Somer, kibrinden bazen vicdanını unutan Somer, geçen hafta sen değmezsin diye bar bar bağıran Somer, ağlaya ağlaya “Ya sana bir şey olsaydı, ne yapardım ben?” Noktasına geldi. Burada küçük bir parantez. Tv izleyicisi için çok hızlı bir sevdalanma hali Somer’inki ama sanıyorum alt metne bakınca ki bu hafta Somer’in Türkan’a anlattıkları da düşüncemi doğruluyor, Somer zaten Türkan’ı tanımaya başladığında bu sevdalanma hali onu sarıp sarmalamaya başlamıştı bile. Mine ile yaşadığı ilişki nereye kadar aşktı bilemem ama aşk vazgeçilir bir şey olmadığı için durduğumuz noktada aşk olmadığı net gibi. Peki Mine neden vardı? Bunun iki sebebi olabilir. Birincisi Somer annesinin sevme biçimini sevmek böyle bir şey diye algıladığı için annesine çok benzeyen, hırslı, zeki, otoriter Mine’yi hayatına aldı. İkincisi ise Mine Somer’e göre Rüçhan Korman otoritesine karşı durabilecek güçteydi. Ama süreç öyle işledi ki, Somer sevmek denen şeyin sandığını şey olmadığını da Mine’nin Rüçhan’a karşı duracak güçte olmadığını da gördü. Üstüne güvensizlikleri de eklenince Mine bir anda kaybolup gitti Somer için. Başta nefret edilen birine dönüştü sonra bu hafta da gördüğümüz gibi hiçleşmeye başladı. Öyle ki ortak bir çocuklarının olma ihtimali bile Somer’i durdurmuyor. Yok sayıyor bu durumu ve hızla Türkan’a koşuyor. Delicesine bir hızla hem de. Peki Türkan cephesi nasıl tanımlandı Somer için? Önce güzel ama sıradan, ailesinin isteği ile zengin koca derdinde bir kız sandı Türkan’ı. Kendi kibrinden Türkan’ı görecek halde değildi belki. Ama küçük küçük nüanslarda yine de gördü Türkan’ı. Nezaketini, sakinliğini, dayanma gücünü, sessiz direnişini gördü. Kendi umutsuz çocukluğuna inat Türkan’ın umudunu gördü. Zamanla Türkan’ın zenginlik denen şeyi sevgide aradığını anladı. Çocukça oyunlarını, onunla hizipleşirken bile koruduğu kibarlığını gördü. Şarkı söylediğini duydu Türkan’ın, Canım’la can olmasını. Kafeste kalsa da kafesten umut çıkarabilmesini gördü. Ayrılsam nefes alamam dediği Mine’den ayrılıp nefes alabildiğini gördü. Aslında sessiz gidişi ile onu nefessiz bırakanın Türkan olduğunu gördü. Rüçhan Korman’a kafa tutabilenin o sessiz, kırılgan Türkan olduğunu gördü. Somer Türkan’ı gördükçe kendini, olmak istediği beni gördü. Yarımlığını fark etti, Türkan’la tamamlanacağını gördü. Türkan’ın deniz kendisinin de o denize delice koşan nehir olduğunu gördü. Somer Türkan’la aynı ruhtan olduğunu gördü. Bu görüşle de Somer’de algıladığı her şey tepetaklak oldu. Sevginin cinsi ne olursa olsun kısıtlayıcı bir otorite olduğunu sanan Somer’e alabildiğine saf sevginin aslında insanı özgürleştirdiği tokat gibi çarptı. Sonunda Somer teslim oldu. Korkusundan direndiği Türkan’a teslim olmanın huzurunda Somer de kayboldu. Diğer taraftan Somer’in kendisini sevmediğine inanan Türkan için bu teslim oluş başta hiç de inandırıcı değildi zira Somer asla sevmeyeceğim demişti Türkan için annesine. Ama ailesinin bile ona sırtını döndüğü anda Somer’in ellerini tutmasıyla, gözlerindeki yaşla onu kaybetmekten korkmasını görünce Türkan da bu aşka inandı. Bölüm boyunca da Türkan ve Somer’in ilişki dinamiği ilmek ilmek gösterildi. Önce Somer’in Türkan’ın ailesine olan saygısı ve sevgisinin altı çizildi. Kalender hanesinin her ferdi Somer için değerliydi. Çünkü onlar sevdiği kadının ailesi ve Somer o ailenin sevgisini de istiyordu. Kibir denen Korman duygusunun yanından geçmedi Dönüş’ün tadı korkunç fasulyesini yerken. Ev vurgusunu yaptı yine. Kendisine ait aileyi koruyup kollayacağını ilan etti. Sonra Korman hanesine gidildi. İstedi ki annesi ve babası kararını görsün ona saygı duysun. Annesine rağmen TürMer kafesi odaya dönüldü. Ama Türkan’ın kayınpeder sevgisinin de altı çizildi. Sonra bölümün en iyi sahnesi geldi. Somer ve Türkan uzun uzun konuştu. Bu çiftin birbirine karışma şekli diyalogları. En uzak oldukları zaman bile böyleydi. Somer göğsünde sımsıkı tuttuğu ara ara öpücüklere boğduğu Türkan’a çocukluğunu anlattı. Annesinden alamadığı sevgiyi, babasından göremediği ilgiyi, her çocuğun hakkı olan çocukluğun elinden alınışını anlattı. Onu sevip okşayan Türkan’ın ilgisinde kaybolarak aslında istediği basit mutluluklara ne kadar uzak kaldığını anlattı. Sonunda da geçmişte bir yorganı bile paylaşamayıp itiştikleri yatakta iki kaşık gibi iç içe geçerek uyudular. Somer karısını pamuklara sardı bölüm boyu. Ailesine yazdığı mektupta eksik kaldığını gördüğü kutlamayı tamamladı. Her şeyi tamamlayacağız dediği Türkan’a sevgisini göstermek için çabaladı. “Sevgilim” dediği karısının yüzünü aydınlattı. Dilek olarak Türkan’a dair hayallerini tuttu ama bırakmadı. Türkan ise çocukluğundan yaralı kocasının yarasını sarmaya çalıştı. Ona bisiklete binmeyi öğretti. Bu sadece bisiklete binmek değildi. Türkan’ın Somer’i çocukluğundaki yaralardan, şefkat yoksunluğunun yarattığı öfkelerden sağaltmak için çabasıydı. Somer şımardı, düştü, kalktı ama başardı. Türkan onu hiç bırakmadı. “Yaparsın.” dedi. “Yaparsın aşkım.” Sonunda da yaptı Somer. Aşkla öğrendi. Aşkla da Türkan’la çocuklaştı. Türkan ve Somer’in arasındaki sevgi çok saf bir yerden ilerliyor. Baştan beri yazdığım gibi bu çift su gibi. Sakin, derin, hırçınlaşabilir, kasıp kavurabilir ama sükûnetinde de bilgeleşebilir bir aşk Türkan ve Somer’in aşkı. Tanıtımlardan da görüldüğü üzere Mine, Rüçhan ve belki Nesrin kâbus olup bu aşkın üzerine çökse de sanıyorum ayakta kalmayı başaracaklar. Somer’in de Türkan’ın da dönüşüp değişmesine neden olan, olmaya da devam edecek olan aşk sanıyorum herkesi dönüştürecek. Diğer taraftan Rüçhan konusuna küçük bir parantez açmadan geçemeyeceğim. Başından beri defolu bir kimlik Rüçhan. Sevilmediği bir evlilik içinde sıkışıp kalmış, tüm sevgisini kontrol manyaklığı içinde Somer’e vermiş, kendisini tanımlarken asla Korman soyadından bağımsız düşünemeyen, kibirli biri Rüçhan. Türkan’la baştan beri kendisini kader ortağı görüyordu. Evet bu kader ortaklığı Rüçhan’ı acımasızlığından bir adım bile geriye götürmedi ama zaman zaman şefkatini de sezdik. Türkan’ın evi terk etmesinin ardından Rüçhan saçma sapan bir ruh haline geçti. Elbette Türkan’ın başkaldırısından kaynaklanıyor bu hal. Yani Rüçhan’ın kayınvalidesi ve eşi Özer Bey’e asla karşı çıkamaması sanıyorum kayınvalidesi ölene kadar devam eden işkence sürecini asla bitirememesine karşın Türkan’ın Somer’e aşkına rağmen, üstelik Somer’in ilgisine rağmen çekip gidebilmesi veya tüm bunlara ek olarak da Türkan’ın ailesine olan sevgisi Rüçhan’ı çileden çıkarıyor. Yalnız tüm bu saydıkların katıksız kötülüğüne yönelik geçerli sebepler mi? Hayır. Bu hafta Türkan’ın başına gelenlerin düzmece olduğunu ve Mine’nin başının altından çıktığını öğrendi. Ki Mine’yi başından beri istemediği üstelik yalanlarını, yarattığı felaketi gördüğü halde tanıtımda görüyoruz ki iş birliğine devam ediyor. Kalenderlerden almaya çalıştığı intikam neden? Oğlunun aileye sevgisini mi kıskanıyor? Saçmalık. Kısaca Rüçhan’ı bu halde tutmaya, içinden anlık da olsa o anneyi çıkarmamaya devam ederlerse sanıyorum karikatür bir masal üvey annesine dönecek Rüçhan. Oysa gelgitli haliyle ilginçti. Yine Fatih’in çok zorlama bir çatışma alanı olduğunu düşünüyorum. Bu da sorun. Dönüş ve Derya kartlarının altı dolmalı. Oradan çift yaratılacaksa çocukça halden çıkarılmalı tabanı dolu, ilgi çekici lise aşklarına dönüşmeli. Ki Dönüş ve Serdar ilginç bir çift olabilir bence üzerinde çalışılırsa.

Son demde aşka dair en derin yerinden gelir imkânsızlık. Aşk imkansıza düştükçe derinleşir, derinleştikçe acısı, sevinci büyür. Türkan ve Somer imkanlı imkansızlıklarının içinde bir aşk örüyorlar. Yaralarını birbirlerine aça aça, çocukluklarının düşüp kalkmalarından bugünkü hayallerine seke seke, denizin içinde sevmekten uykusuz kalarak, her hafta suya dair metaforlarında daha da birbirlerine karışarak tamamlanıyorlar. Kapıları çalacak ayrılıkta oysa ayrılanlar hala sevgili noktasında kalacaklar. Zaten öyle değil midir? Denizin içinde kalbe dönüşen, aslında birbirinin kutup yıldızı, kalbi olan Türkan ve Somer’in hayali de gerçeği de birbirleriyken ayrılık nedir ki?

                                                                                                        UmayMasal  




2 Haziran 2022 Perşembe

Sevdiğin Bilemediğindir- Türkan ve Somer

 

“Mısır demetleri gibi derer sizi aşk. Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır. Kabuklarınızı elemek için kalburdan geçirir. Apak edinceye kadar öğütür sizi.- Cibran”

Aşk nerede başlar nerede büyür köklenir? Yaşarken insan bunu anlayabilir mi? Sanmıyorum. Aşk ister ateşten olsun ister sudan kişi aşka düştüğünü anlayana kadar çoğu zaman o aşk çoktan içinde köklenmiş ve kalbi sarıp sarmalamaya başlamıştır.

Geçtiğimiz hafta Türkan’la ilgili gazete haberinin Korman Hanesine bomba gibi düşüşünü görmüştük en son. Sonrası bu haftaya kalmıştı. Kendi adıma Mine adı telaffuz edilir edilmez anında çözümlenecek mesele neden kördüğüme dönüşecek sorgusuyla başladım bölüme. Unutmuşum ah safoz esas kızlarımız ah. Türk dizi tarihinin eskimeyen kanunudur: Esas kız susmasının kendisini felakete sürükleyeceğini görse de muhtemelen rakibi tarafından manipüle edilir susmaya devam eder. Seyirci saç baş yolar ama o konuşmaz. Saçma mı? Evet. Gereksiz mi? Evet. Hele haftalar önce bizzat Türkan tarafından Rüçhan’a Mine ile görüşmeyeceği söylenmişken, üstelik Mine’den, tavırlarından rahatsızlığını ifade etmişken daha da saçma. Üstelik ne hikmetse evet arkadaş olarak Türkan’ın çevresinde birini görmedik ama kardeşleri varken. Somer’le babasıyla hatta Rüçhan’la yaşadıklarını da biliyor kardeşleri. Mine ne alaka? Geçen haftada yazmıştım Mine’yi tamamen bitirme hamlesiyse bu ,ki bu hafta Mine’ye giden bütün yolların itina ile kapatıldığını gördükten sonra çok da emin değilim, kabul edilebilir.  Neyse… Satır satır bakalım bu haftaki bölüme.

Somer gazete haberinin ardından Ferit’in kapısında aldı soluğu. Bu tarz şeyleri ilkel bulsam da Somer’in kendi tabiriyle içinden çıkan canavarın nereye kadar gidebileceğini görmek açısından güçlü bir sahneydi. Pusuda beklediği Ferit’in üstüne yıldırım gibi düştü. Ferit’in Türkan hakkında söylediği yalanla daha da çileden çıkıp adamı komalık etti. Bu dayak sanırım eninde sonunda Somer’in gidişini engellemek adına iyi oldu. Diğer taraftan Mine’nin Türkan’ı manipüle etmesi açısından da korkunç bir sonuç doğurdu. Hoş Türkan Somer’in hamile bir kadına maksimum ne kadar zarar vereceğini düşündü orası da muallak. Neyse dedim dönmüyorum aynı yere. Çünkü döndükçe sinirleniyorum.

Somer’in ikinci durağı doğal olarak Türkan’dı.  Türkan’a bağırdı, çağırdı, söylendi. Gururu incinmiş, kalbi kırılmış, âşık olduğu kadını kaybetme korkusundaki her adamın aşağı yukarı davranabileceği gibi davrandı ama… Şimdi burada bir parantez. Somer çok yükseldi ki bu onun Mine’ye dahi asla taviz vermediği kibrinden  Türkan için ne kadar taviz verdiğinin ölçüsüydü ona göre. Somer baştan beri annesinin oğlu kibir konusunda. Evet annesi kadar hadsizce kibir kusmuyor ama asla da kibrinden taviz vermiyordu. Tespiti doğru,   Türkan’a yalvardı kendisine dönmesi için. Defalarca reddedilmesine karşın, Türkan ona “seni istemiyorum.” demesine karşın da devam etti hamle yapmaya. En son en alınmaz tepeyi, Rüçhan Korman tepesini bile aldı Türkan uğruna. Somer kıskançlık ve öfke nöbeti geçirirken bir taraftan da Türkan’ın onu başkası için bırakma ihtimalinin ne kadar yaralayıcı olduğunu da itiraf etti aslında. Türkan ise sustu. O sustukça da çabalarının karşılıksız olduğuna, gerçekten istenmediğine inanan Somer daha da yükseldi. Öyle ki gitmeye kalktı, gidemedi. Sonra döndü dolaştı Türkan’la paylaştığı kafese geldi. Geldi gelmesine de o kafesin Türkan’sızlığına ilk girişinde elinden düşen bavul yerine bu kez ruhu rüyaya düştü. Gündüz gözüyle gördüğü Türkan’ın hayaliyle konuştu. Bu konuşmadan anladık ki Somer Türkan’a onu sevmesi için fırsat vermediğinin farkında. Üstelik kızın onu sadece uykusunda sevebildiğinin de farkında. Diğer taraftan Türkan’a tüm öfkesine ve kırgınlığına rağmen hala içinde bir yerde kendisi için çabalamasını, ona olanları açıklamasını da bekliyor. Tüm bunlara ek, Türkan’ı tanıma çabası göstermemenin, Türkan o odada onca acıyı çekerken aslında birlikte geçebilecek güzel zamanların harcanıp gittiğinin de farkında. Pişman Somer. Türkan’a kalbini açmakta geç kaldığı için, onun huzurunda, onunla yaşanabilecekleri yaşamadığı için pişman. Kendisinden vazgeçilmiş olma ihtimali tüm bunlarla harmanlanınca delirtiyor onu haliyle. Türkan’ın onunla gelecek hayal edememesine ise takılmış. Çünkü öyle anlaşılıyor ki Somer’in gelecek hayali artık Türkan’la. Bu arada sahnenin metaforik tarafı yine yüzükler. Türkan’ın hayal de olsa Somer’e getirdiği yüzükler bir bakıma Somer’in bu evlilikten ümidini kesmediğinin göstergesi ki bölüm sonu yine mektup zarfından düşerek Somer’de kaldılar.

Somer cephesine azcık ara Türkan’a geçelim. Bana göre saçma sapan bir sebep bile olsa Türkan bölüm boyunca aile sevgisinden sınandı. Kendisinin de dediği gibi anne ve babası ona inanmadıktan sonra Somer’i nasıl suçlayabilirdi. Kuşkusuz aile olma bilinci adına sınıfta kalan Kormanlara karşı Türkan’ın ailesi sevgide birlik timsaliydi ancak gördük ki başkaları ne der sorunsalı sevgiyi bile ikinci plana itebiliyormuş. Tetiklenme noktası yani Mine’yi koruma çabası bomboş bir argüman olsa da  temelde ulaşılmak istenen sonuç sanıyorum Türkan’ın sürekli baskı altına alınmaktan yorulduğu mesajıydı. Geçtiğimiz hafta yazdığım bu hafta da arkadaşıyla konuşan Somer’in itiraf ettiği gibi Somer Türkan ilişkisi ,sanırım artık aşkı diyebiliriz, özgürleştirici bir taraf içeriyor. Somer’i annesinden, olmak istemediği kişiden hatta zamanla Mine’den özgürleştiren, kendisi olmasını sağlayan bir sevgi bu. Çünkü onun ruhu su gibi. Saydam ve akışkan. Özgür olmak istiyor. Çocuk, yetişkin, baba, evlat… Olmasına izin verilmeyen her şeyi Türkan’la olabiliyor. Diğer taraftan Türkan da aynı. Baskılanmaktan uzak, dilediğini söyleyebildiği tek kişi Somer. Onun elini ne zaman tutsa içindeki isyancı başkaldırıyor herkese. Somer kendisi olmasını sağlıyor varlığında da yokluğunda da. O da su. Somer’le Türkan karıştıkça ailelerinden etraflarından gelen her şeye karşı daha güçlü ve özgür olabiliyor. Bundan iki tarafta birbirinden ilk andan beri vazgeçemiyor aslında. Denizle nehir gibiler. Biri coşkuyla diğerine koşuyor, öteki onu içine alıp saklıyor. Türkan’ı intihara kadar sürükleyen sürecin sonunda ailesinin değil de Somer’in orada olmasının alt mesajı da sanıyorum bu. İleriye dönük olarak ne olursa olsun diye verilen sözün Mine bombası ile parçalanacağını düşünsem de ikilinin aşk akışındaki halini izlemek güzel olacak diye düşünüyorum. Türkan’ın başına örülen çorabın sahibinin de ortaya çıkmasını temenni ediyorum tabi. Zira Mine’nin herkesi parmağında oynatması çok saçma. Diğer taraftan Somer yükseldikçe bu aşkta çekeceği acının katmanlarının ne kadar ağır olacağının da sinyali gibi Türkan’ın çektikleri. Somer daha fazlasını çekecek. Selçuk daha çok dert babası olur gibi. Son deme geçmeden önce Somer’in Türkan’a neden âşık olduğunu gayet net anlıyoruz yazdığım üzere ama bu aşkı sadece Türkan’ın masumiyetine bağlamak sanıyorum manasız. Evet Türkan iyi niyetli. Somer’in ne annesine benziyor ne de Mine’ye ama Somer’in Türkan’a âşık olma sebebi bana göre onu özgürleştirmesi. Güzel olması, iyi olması, sevgisindeki dürüstlük bunun yanındakiler. Sürekli masumiyet vurgusu beni rahatsız ediyor artık.

Son demde; Türkan’ın sürekli ağlamasından, Mine’nin varotik entrikalarından, Rüçhan’ın hadsiz kibrinden ve Nesrin’in garip el alem ne der tribinden seke seke bir parça baba desteğiyle utana sıkıla bir aşk hikayesi kuran Türkan ve Somer’den, Türkan veda mektubunda da olsa Somer’i sevdiğini itiraf etti. Sıra Somer de. Umarım büyük bir şey yapar zira kızın burnundan geldi aşkı da evliliği de. Birbirlerini bilemeden çıktıkları yolda aslında ruhları birbirini bilerek sevmeyi öğrenen TürMer üstüne birbirini öğrenince neye evirilecek görelim. Somer Türkan’ın ilk düştüğü yeri, sevdiği şeyleri öğrenip üstüne Türkan’ın dizlerinde uyuyup onunla sevgiden uykusuz kalınca içindeki Türkan neye dönüşecek? Türkan’da Somer net. Baba evinin anahtarını da attığından beri sevmiş Somer’i. Yine deniz. Türkan’ın taştan kalbi, Türkan’ın yüzükleri, Türkan’ın baba evi anahtarı denizde. Somer’in bekarlık evi denizde. Fragmanda Türkan ve Somer de denizde. Boşuna suyun bilgeliği demedik bu çifte😊

Not: Türmer fandoma küçük bir rica. Blog yazısından tabiki kesitler alabilirsiniz ama ricam tamamen ssleyip paylaşmamanız. Şimdiden teşekkür ederimm:)

                                                                                                            UmayMasal        




29 Mayıs 2022 Pazar

Aşk Çarmıha Gerer- Türkan Somer

 

Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun. Tüyleri arasında gizlenmiş kılıç sizi yaralayacak olsa da. Hem aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın. Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgârı gibi darmadağın etse  de düşlerinizi sesiyle. Çünkü aşk taçlandırdığı gibi çarmıha da gerer sizi. Hem besler büyütür hem de budar sizi. – Cibran

 

Aşk kendisinden başka hiçbir duyguya yer bırakmayan güçlü bir duygu. Acısında da mutluğunda da sadece kendisini gerçekleştirme peşinde uçlarda gezinen bir his. Geçtiğimiz hafta mahkeme salonunda bıraktığımız Türkan ve Somer arasında da fırtınasında da huzurunda da güçlenerek ilerliyor. Hoş Türkan cephesinin bir süredir umudun istiridyesine saklanmış aşk yaşadığı her türlü acıya rağmen büyümekteydi. Lakin Somer cephesinde işler karmaşık ilerliyordu. Türkan’ın ayrılma kararının ardından Somer ciddi bir dönüşüm geçirdi. Bunun temel sebebi Mine ile olan ilişkisinde bulamadığı güveni Türkan’da arama çabası mı vardı yoksa Mine ile yaşadığı aşk değildi de sadece annesine başkaldırmak için seçtiği bir acı verme hikayesiydi de Türkan savaş baltalarını çıkarınca mı kıymetli oldu bilemiyorum. Teknik olarak hikayenin bize anlatmaya çalıştığı Somer’in aslında Mine’ye aşık olmadığı ama tanıdıkça yavaş yavaş vurulduğu hatta benim tabirimle denize koşan nehir gibi akmaya başladığı Türkan’a sırılsıklam aşık olduğu amaaa… Şimdi burada küçük bir eleştiri. Aç parantez:  Birazdan bölümdeki dönüşüme ilişkin mesajları kendime göre çözümleyecek olsam da Somer’in Türkan’a sevgisinin ne noktada dönüştüğü seyirciye anlatılmalı diye düşünüyorum.  Kapat parantezi.

Mahkeme salonunda tam da beklendiği üzere Somer boşanmayacağı söyleyerek Türkan’ın kopartmakta kararlı olduğu pamuk ipliğini sımsıkı tuttu. Aralarındaki gerilim ne kadar yüksek olursa olsun bu hamle Somer’in  Türkan’dan kolay vazgeçmeyeceğinin ilk işaretiydi. Sonrasında gelen ev hamlesi, Rüçhan’a ardından Mine’ye verilen ayar  geçen hafta kararlı olacağına dair söylediklerini haklı çıkardı Somer’in. Yetmedi defalarca ve defalarca red yese de ev tuttu ardından eline tutuşturulan yüzüklerle kalsa da yeni yüzüklerle Türkan’la devam etmekteki kararlılığının arkasında durdu. Sanıyorum Türkan’ın burada Somer’e yüzükleri teslim etmesinin metaforik bir anlamı var. Zorunlu evliliklerinin simgesi Türkan’ın parmağındaki o iki yüzük. Galiba Somer yüzük bile takmıyor. Denizin bilgeliğinden beslenen çiftten önce Türkan’ın kalbi denize gönderildi. Ardından Türkan’ın taktığı gösterişli Korman tek taşı ve alyansı. Sonrasında Somer’in hem kendisine hem de Türkan’a aldığı gösterişten uzak alyanslar, bu evliliğin Somer için de artık zorunluluktan gerçekliğe evirildiğinin hatta istendik hale geldiğinin somut göstergesi. Diğer taraftan en az Rüçhan kadar evladının ne istediğinden çok etrafa odaklanan Nesrin de Türkan’ın hiç de sandığımız gibi mutlu, huzurlu bir ortamda büyümediğinin kanıtı gibi. Türkan sorun yaşamamış çünkü sorun yaratmamış. Annesi neye karar verirse ona tamam demiş. Şimdi Somer ve Türkan’ın aslında ne kadar benzediğinin bir başka noktasında duruyoruz. Somer’i taparcasına seven ama hayatını zapt eden Rüçhan, ona hayır demeye çalışan ama yakalandıkça onun hükmüne boyun eğen Somer ve sevgiden başka dil bilmediği için hayır diyemeyen Türkan. Aralarındaki duygu her şeyi kaplamaya başladıkça ikisi için de isyan bayrağını açmak annelerinin baskılarına direnmek çok daha kolay olmaya başlamış sanki. Çünkü aşk kendi isyancısını yaratır. Türkan ve Somer açısından da o isyancının ilk muhatabı anneleri. Evet aralarındaki pamuk ipliğini anneleri bağladı ama artık pamuk ipliğinden gümüş sicime dönüşen bağı kendileri oluşturdu. Arkadaş oldular, sırdaş oldular, sonunda sevgili olmaya doğru yürüyorlar. Sevgi, bir farkına varma halinin karara varma haliyle çakışması. İkisi de bu çakışmanın tam ortasında karşı karşıya duruyor. Henüz el ele olma kısmını göremesek de görmek için çok da vakit olmasa da Türkan ve Somer’in ruh aşinalığından dönüşen aşk pek çok biçimiyle ikisini sarsacak. Diğer taraftan ikili için seçilen evin de su  gibi olması şahane bir detay. Umarım Somer ve Türkan’ın kendisine dair alanı olur o ev. Mine ve hamileliği düşünülürse çok uzun süremeyecek teslimiyet anları umarım o alanda olur. Çünkü bu hafta ve önümüzdeki bölümde aile bağları çok yara alan alacak olan Türkan’ın ben kalacağını düşünmüyorum. Giden taraf olacaktır. Geçtiğimiz bölümde Mine’nin oyununa gelen Türkan’ın ,ki burada bir parantez bence çok gereksiz, saçma bir olaydı, bu hafta ailesiyle sınanacağı ortada. Türkan’dan kolay vazgeçmeyecek olan Somer açısından iki ilişkisinden hissettiklerini kıyaslaması için sonunda da eğer ortaya çıkarsa Mine’nin kötü niyetinin tüm çıplaklığı ile ortaya serilmesi adına iyi hamleye dönüşebilir bu saçma sahne. Acı çekiliyor bari bir faydası olsun. Bu fayda sadece Türkan’ın Somer’e dönüş yolu olmasın. Kuşkusuz Somer’in Türkan’a inanması çok kıymetli ama başka katmanları da açılsın.

Somer için baştan beri sahiplenilen Türkan’ın ruhunda yarattığı dönüşümü iskele sahnesinde bir parça görmüş olmak da güzeldi aslında.  Yine suyun içinde, denizle hatta güneşle iç içe sahnede. Ne dedi: Alışırdım. Bitti dediğimde bitseydi keşke. Bitmek söylemek kadar kolay değil. Olsaydı keşke. Direnişimi kıran yürümem gereken yolu anımsatan sesini, güzel yüzünü unutamıyorum…  Türkan’ın Somer’in ruhunu okuyan ve içindeki kırgın çocuğu sarıp sarmalayan saf sevgisi Somer’i korkuttu. Direnmesine neden oldu. O direniş kırıldı. Ardından elinde yüzüklerle “Ne istiyordum ben? Neyi arıyordum? Neyi kaybediyorum şimdi? Neden acıdan çok korku var içimde?” diye sorarken kendine; en başında Mine’ye sevgisiyle ona dönmek isterken onunla hayat kurmak için yol ararken şimdi Türkan’ı ve sevgisini kaybetmekten, kendisiyle ilgili gelecek hayali kuramadığını söyleyen Türkan’la aile hayali kurup o hayalin altında kalmaktan korkan Somer’e dönüştüğünü anlıyor aslında. Çünkü kaybetmek üzere olduğunu fark ettiği tam da Türkan’ın Korman hanesinden kaçarken iç sesiyle söylediği şey: “Umarım, yüreğin sana ışık olur, ses olur da  bir gün hiç bulamayacağı bu sevgiyi elinin tersiyle nasıl ittiğini hatırlatır.” Çok sürmedi Somer’in anlaması.

Son olarak; aynılık bazen en büyük tezattır. Güvenle sınanan Somer’in Türkan’ı ona olan güveninden vuracak olması tamamen aynılığın keskin yüzlü bıçağı. Sırtına açılan yaralara alışık olan Somer’in Türkan’a açtığı yaranın kendisinde yaratacağı kanamaya hazır olup olmadığını da göreceğiz. Somer’in yaralarının sızısını kendi acısı bilen Türkan’ın bu konuda ruhunun hazırlığı malum. Acıyacak ama ayakta kalacak. Peki Somer… Aşk çarmıha gerendir.

                                                                                                       UmayMasal




20 Mayıs 2022 Cuma

Aşkın Su Hali- Türkan ve Somer

 Su Gibi Akmak mı, Şekil Almak mı?

“Aşkın kendini gerçekleştirmekten başka tutkusu yoktur. Fakat aşıksanız ve arzularınız olacaksa mutlaka, şunlar olsun arzularınız: Erinmek ve akan bir dere olmak ezgisini geceye söyleyen. Tanımak haddinden fazla sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle. - Cibran”

Merhaba sevgili okur. Uzun zaman oldu biliyorum. Arada derede bir şeyler karalasam da uzun zamandır aşkı anlatma çabasındaki bir çifte yakından bakmıyorum. Beni okuyanlar bilir, hikayedir aslolan diyerek yazarım ben. Ama tabi o hikâyede bir yerinden bir duygunun beni yakalaması, tutup sürüklemesi gerekir. Şimdi içimde yankılanan o duyguyu bir yerinden yakalayan ama bunun sürekli olup olmayacağından emin olmadığım bir kurgu aşkını yine bence, bana göre anlatmaya çalışacağım. Peşime takılmak istersen hadi tut sözcüklerimi gidelim. Sürekli okuyanlarımdan birinin dediği gibi olan hikâyeye bence bakarken yeniden mi yazarım yoksa yazanlarının aslında anlatmak istediği midir yazacaklarım, birlikte keşfedelim. Aşk acıya talip olmaksa, bile bile formunu dönüştürmekse, ateş olup yanmak, su olup akmaksa bir yerinden bunu yakalayan kurguyu kovalamak da güzeldir diyelim.

Sebeb-i girizgahımın müsebbibi çift yine aslında başından beri izlemediğim ara ara videolarıyla karşılaşsam da uzun uzun üstünde durmadığım bir hikâyenin parçası olarak karşıma çıktı. Sonra minicik bir ayrıntı, bu çiftle “su” arasındaki ilişki beni cezbediverdi. Su ki hayattır, yeşerten, yaşatan, hafızası olan, şamanik öğretilerde bilgeliği temsil eden. Sessizliğinde sakladığı direnişiyle, form değiştirebilmesiyle mucizesini içinde taşıyan.  Tamam tamam yazıyorum. Su mucizesine göz kırpan bu çift:  Türkan ve Somer.

Üç Kız Kardeş kitabından ekrana seken hikâyenin başladığı nokta benim açımdan pek de izlenesi değildi aslında. Zira aynı gün başka bir işe bakıyordum vakit buldukça. Bizim evde kumanda sahibi sevgili annem o işteki baş erkek oyuncunun karakteri ölünce hikâye ile bağını kaybetti ki sanırım aynı sorun bende de baş gösterdi. Ayrıntıya gerek yok ama bir dizide kişiyi bağlayan pek çok dinamik olmakla beraber biz kadınlar o hikayedeki nahif aşkla çok daha kolay bağ kuruyoruz sanıyorum. Neyse esas oğlan ölüp yerine yeni bir esas oğlan gelince bizim kumandanın rotası değişti haliyle. Kaynana dayağı, zorlama evlilik bu evlilikten umulan aşk filan, amann yine mi şiddet derken son derece standart hikâyenin içinden çıkabilecek bir potansiyel bizi bir yerinden yakaladı. Ama itiraf biz yakalandığımızda ilk dört geçilmişti.

Çocukluğu sevgisiz bir evliliğin içinde geçmiş Somer’in, babası ile aynı kaderi paylaşırken buna isyanıyla kırıp döktüğü ama bir taraftan da tüm isyanına rağmen otoritesine boyun eğdiği annesinden korumaya da gayret ettiği Türkan’la arkadaş oluşuydu ilginç olan hikâyede. Aşık çiftlerin konuşma özürlü olduğu kurgu dizi evrenimizde Somer ve Türkan sürekli konuşuyordu. Dur hemen deme son bölüm diye, oraya da geleceğim. Somer’in yaralı çocukluğunun karşısında tüm tezat haliyle duran mutlu çocuk Türkan. Sevmenin bir alma verme hatta karşılıklılık ilkesinde konumlandığına inanan ve buradan seven Somer’in karşısında karşılıksızlığı sevgiye mesken etmiş Türkan. Ne kadar Türk filmi değil mi? Ama bir o kadar güzel, nostaljik. Korman sevgisizliğinden şoklanmış Türkan’ın dayanma çabasına şu an durduğum yerden gözlerimi devirsem de, bu tezatın zamanla diyaloglarla dönüştüğü senkronu izlemek o kadar keyifliydi ki. Bu hafta Somer’in de dediği gibi en uzak olduklarında bile gülen, eğlenebilen, karşısındakini koşulsuz kabule yatkın en çok da içindeki duyguyu serbestçe konuşan bir çiftti Türkan ve Somer. İki annenin pamuk ipliği ile bağladığı ikili aynı odanın içinde yaralandı, ağladı, birbirinin yarasını sardı, oyun oynadı, atıştı. Somer’in umutsuzluğuna karşılık Türkan’ın umuduydu aslında atışan. Bir taraftan da en tutsak gözüken Türkan. Oysa  Canım’ın kafesindeki yaşamı gibi gidemeyen, özgürlüğü özleyen ama neresinden özgür kalacağını bilemeyen; Rüçhan’a hayatlarının anahtarını teslim etmiş Kormanlar. Hatta o kafesin bekçisi gibi gözükse de en büyük tutsağı Rüçhan. Kim tutsak kim özgür? Tüm bu sarmalın ortasında büyüdü Türkan Somer arkadaşlığı işte. Sonra su gibi aktılar birbirlerine. Deniz kenarında birbirlerini fırtınalı ve sakin denizlere benzettiklerinde başladı akışları. Benim için de su oluşları. Kafeslerinden çıktıkları ilk an denize gittiler ve yavaş yavaş birbirlerinin şeklini almaya başladılar. Su zaten en kolay form değiştiren şey değil mi? Bir taraftan içinde evrenin tüm sırrını saklarken damla damla bir taraftan da sükûnetle kabul etmiyor mu zorlamaları? Demiyor mu “Tamam şeklini alırım ama ben ben olmaktan vazgeçmem.” Somer Türkan’ı öğrendikçe annesi ve belki Mine’den farklı, o su halini gördükçe teslim etti kendisini, akışa bıraktı. Sevgisinin karşılıksızlığını kabullendiği Türkan’ın su gibi akıp gideceğini de hesaplamadı. Hatta o kadar hesaplamadı ki Türkan’ın babası onu senden alırım dedikten sonra eşya almak için döndüğü ortak kafeslerinde o yoklukla karşılaşınca gözleri doldu. Ama onun teslime en yakın olduğu bu zamanlarda Türkan ailesine yapılanlar ve Somer’in hayatında biri olduğuna inancıyla çıkılamaz denen hatta Korman erkeklerince cidden çıkılamayan kafesin kapısından akıp gitmişti bile. Türkan akıp gidince  Somer de babası da onun açık bıraktığı kapıdan süzülüp çıkıvermişti bir cesaret. Kendi yarattığı kafese mahkûm Rüçhan dışında herkes özgür kalmıştı bir anda. Rüçhan bir tarafta dursun. Somer ise kendi su haline geri döndü Türkan sayesinde. Deniz üstünde, kimseleri sokmadığı evine döndü. Döner dönmez de fırtına halini suskunluğunda saklayan Türkan’ı aradı. Ama kısa sürede anladı ki kendisi nasıl onun huzurlu akışının şeklini aldıysa Türkan da Somer’in fırtına halinin sert dalgaları olarak vuruyordu aşka. Deniz kıyısında yaşayan Türkan’ı denizden kaçıran, sonra denizin üstünde öpen, sonra denizde saklamaya çalışan, Türkan’ı ilk kez kalbini ona teslime hazır şekilde sabaha kadar izleyen Somer’in Mine’ye dair hiçbir şeyi de kendi evi ilan ettiği ve Türkan’la Türkan’a dair insanları aldığı alanında tutmaması da bana göre karışmak istediği denizin Türkan olmasına göndermeydi. Sözcüklerini susan Somer ve o sözcükleri duymadan geri dönmeyi asla düşünmeyen Türkan’ın itirafı da deniz kenarında mı olur acaba? Bu metaforu ben uydurmadıysam mutlaka öyle olması gerekir. Çünkü bazı aşklar ateştir. Yakıp kavurur. Yanmak baştan başlamanın aynılaşmanın yoludur. Yanmadan kendinde olan kendini yok etmeden aynılaşamazsın bazen. Yanmayı seçmektir bilmenin tek yolu. Bilmek için yakarsın kendini, kül olursun ki birlikte, külün küle karışsın savrulsun ve bizlik olsun. Bazı aşksa su olmaktır. Bilen bileni tanır. Zamanla karışır birbirine. Tanıdıkça aynılığını fark ettikçe sarmalanır aşk. Huzurlu bir bilme halidir. Ama o huzur elinden alınırsa suyun fırtınaya dönüşmesi en az yanmak kadar acı vericidir. Bilme halinin acısı kişinin içine oturur. İçini kurutur. Fırtınasında da melteminde de su, sudur ama. Nehir de dere de denize karışır. Bakalım Somer Türkan’a karıştığını ne zaman ve nerede itiraf edecek? Etmeli çünkü. Sürekli ıslanmakla olmuyor bu işler. 

Dilerim girişte Cibran’ın dediği gibi aşk kendisini gerçekleştirmenin yolunu bulur bu hikâyede. Zira kitaptan bağımsız hale geldiğini düşündüğüm Türkan ve Somer’in en keskin ayrılığı yaşamadan önce gerçekleşmesi lazım. Özellikle Somer’in karışma haline ve duygularının gücüne ikna olmaya ihtiyaç var. Bir de Türkan ve Somer’i güzel yapan konuşabilmeleri. Bu özelliklerini almayın ellerinden. Bırakın konuşa konuşa karışsınlar birbirlerine ki ayrıldıklarında denizi içmekten korkan Butimar’a dönmesi gereken Somer’e ikna olalım. Aşkta formunu değiştirmeye kararlı Somer’in Türkan’dan başka çaresi olmadığına Türkan’ın da içindeki bilgelikle acısında yeniden ve yeniden büyümesine, aşkta deniz olmasına ikna olalım. Şekil almaya çalışan Somer’in koşa koşa akmasına şahit olalım. Çünkü deniz Türkan ona koşan nehir Somer olmalı bu evrende. Bence...    


                                                                                                                            Umay Masal





26 Ocak 2018 Cuma

Meryem- 24-25.bölüm

Panik Dehlizi
Öncelikle geçtiğimiz hafta yorum yazamamış olmaktan dolayı bizleri takip edenlere minik bir özür. Bazen elinizde olmayan sebepler sizi yapmaktan keyif aldığınız noktalardan uzağa savurabiliyor. Geçen haftaki durum ne bölümle ilgiliydi ne de eleştirdiğimiz sıkıntılarla. Zira bazen kızsak da eleştirsek de biz hikaye ile bağımızı kaybetmedikçe devam ederiz. İzlemeye de naçizane yorumlamaya da. Şimdi bizce Meryem evrenine bakalım. Umarım keyifle okursunuz.
“Padora’nın kutusunu açtığımda bilmiyordum olacakları. Kaosun etrafımızı saracağını. Her felaket birbirini tetikledi sonra canım yandı. Biri bitmeden diğeri başladı. Devam ettim. İçime gömdüm tüm acımı, dilimi susturdum. Şikayet etmedim edemezdim. Ben açmıştım o kutuyu. Sonra sen geldin o kutunun içinden o kutuya rağmen. Dokundun önce öfkeyle sonra şefkatle. Sonra sonrası yine kaos yine çelişki.”
Korkarım Meryem’in Savaş’la ilişkisinin bir türlü rayına oturamaması gibi bizlerin de dizideki kırılmaların raylarında savruluşumuz. Her hafta tam bir şeyleri koyuyorken bir yerlere yeni bir koşturmacanın içinde savruluyoruz. Hikayelerin düğümlere ihtiyaçları vardır bu muhakkak ancak son iki bölümdür izlerken koca bir boşluk hissiyle bakıyorum ekrana. Gülümser Anne gitti gideli duygu anlamında bir türlü yoluna sokulamadı sanki hisler. Evet Meryem ve Savaş birbirine sevgisini kabullendi Burcu Güçlü’süz olamayacağını biliyor artık da... İşte bu da düğümlüyor her şeyi. Haftalardır Meryem ve Savaş’ta hatta Burcu ve Güçlü’de bir şeyler kayıp. Meryem Savaş cephesinde konuşulamayan onca şeye ek Oktay manipülasyonları; Burcu ve Güçlü’nün travmadan travmaya koşan ilişkileri. Meryem baştan beri duyguyu aksiyona harmanlama çabasındaki bir dizi bunu biliyorum. Her bölümünü izledim yorumlamasam da. Ama Meryem’i Meryem yapan bu dengede hep insani duyguların önplanda olmasıydı sanki. Önce pişmanlıklar, ihanetler karşısındaki kırılmalar hatta öfkeler. Savaş’ı Yurdallaştığı ilk bölümlerde dahi sevebilme nedenimiz onun insani acısıydı. Güçlü’nün kıymetli oluşu Savaş uğruna kendi doğrularını yakabilecek kadar büyük bir yüreği olmasıydı. Burcu’nun adalet duygusunu sevdik mesela. Meryem ise uğradığı tüm haksızlığa rağmen iyi olmayı seçebilme gücüyle tutup içimize soktuğumuz bir kadındı. Tıpkı Suzan Şahika’nın dediği gibi her şeye rağmen dik durmuştu. Kırılmak uğruna eğilmemişti. Aşk olsun dedik. Aşk oldu. Savaş’ın Meryem’i kendi doğrularına inat kaçırdığı bölüm, ordaki itiraf, Sevinç’in anısına rağmen Savaş’ın inandığı her şeyi Meryem için çiğneyişiydi etkileyici olan. Sadece bunlar mı? Berk benim için ilgi çekiciydi çünkü Naz’a intikamına rağmen aşık bir delikanlıydı. Naz babasına rağmen , aldatılmışlığına rağmen sevdiğinin acısına sahip çıkacak kadar Savaş’ın kardeşiydi. Çözümlenecek duyguların, düşüncelerin satır arasıydı çoğu seçim. Şimdi... Bilmiyorum. Akıcı ve zaman zaman heyecanı yüksek bir bölüm izledik geçtiğimiz Çarşamba. Fakat eksik bir tarafı vardı. Mavi ve Kuzey’e rağmen. Tavandan sarkan mektuplara rağmen. Savaş’ın travması var diyerek Meryem’i koruma çabasına rağmen. Hatta Tülin’in bebeğinin, baba olmayı her şeyden çok isteyen ama zaafları nedeniyle baba olmayı beceremeyen Yurdal yüzünden, Savaş’ın çocuğu olarak yetişeceğinin yarattığı o sorumluluk duygusundaki inceliğe rağmen eksikti. Savaş onca cephede Güçlü, Yurdal, şirket, Şahika , Oktay’ın hayaleti koştururken aslında kendine dair tek düğümü Meryem’le en ufak sorunda kriz haline gelen düğümü çözmekten aciz dolaşıyor. Acziyeti güçsüzlüğünden değil zamanı yok. Ölenler, suçlayanlar, intikam narası atanlar. Berk bile adalet duygusunu bıraktı intikam doldu. Beliz’in aksak karakterinin aksine Berk adil değil miydi? Yasmin annesinin ölümüne sebep olan babasıyla tanışmaya can atarken Naz konusunda neden bu kadar gergin? Oktay ve Derin nereye koşuyor? Şahika’nın ölmeden önce almak istediği intikam sebebi etkilediği hayatlar düşünüldüğünde zayıf kalmıyor mu? Hastalıklı Meryem takıntısı Oktay’ı fazla fütürsuz hale mi getirdi? Kaan hikayeye güçlü bir oyuncunun bedenlendirmesiyle dahil oldu. Peki burdan açılan cephe yeterince güçlü bir temeli oluşup oluşmadığı belli olmayan Burcu ve Güçlü’yü ne hale getirecek? Güçlü fabrika ayarlarına dönecek mi? Kayıp üstüne kayıp yaşamış en son annelerini kaybetmiş karakterlerimiz için sağım solum suçlu saklanamam zira her an başıma yeni bir bomba düşebilir hali fazla değil mi?  Soru üzerine soru ancak farkındaysak sorularda Meryem ve Savaş ne olacak yok. Soramıyoruz bile. Çünkü en baştan beri ana ekseni oluşturan Savaş-Meryem-Oktay geriliminin temel aldığı duygu bir tarafın güçlenerek devam eden aşkıyken diğer tarafın hastalıklı bir takıntıya dönüşen kıskançlığıydı. Biz bu eksenden kaydık galiba. Yeniden o eksene dönüldüğünde ve yan hikayelerle beslendiğinde hikaye yeniden kendisini kurtaracaktır. Galiba sözcüğüm bu, son iki bölümdür yoruldum. Düğümlere tamamım ama soluklanacak alanlara ihtiyacım var izleyici olarak. İnsana , sevgiye dair alanlara ihtiyacım var. Hayat zaten tüm zorluğu ve gerçekliğiyle boğazımıza çökerken bir parça aşk, bir parça sevgi en azından kurguda bizle olsa fena olmaz sanırım. Hep söyledim hikayedir aslolan. Oyuncuların uyumu gücü ancak güçlü bir hikayede parlar. İzleyeni içinde tutar.

Şimdi gelelim bölüm yorumumuza; Meryem’in 25.bölümü Savaş’ın “Acaba babam mı öldürüldü?” kaygısıyla açıldı. Burada Meryem’le yine paralellik yaşayan Savaş ölenin babası olmadığını anladığı anda Meryem’in acısının tekrarlanan etkisine odaklandı hep yaptığı gibi. Meryem’i korumak için o kocaman kanatlarını açtı ve onu içine aldı. Hoş Savaş kimi almıyor ki o kanatların altına? Sonrası sorgu sual. Kafalarda , resmi yazılarda. Cinayeti kim işledi? Gerçekten Yurdal mı? Sonra Tülin’in hamileliğine hem Naz’ın hem Savaş’ın tavrı. Burada parantez. Tülin harika bir üvey anne modeli. Hatalarına rağmen Yurdal’ın çocuklarını kendi evladı benimsemiş, korumaya kollamaya çalışan onların onayını, sevgisini önemseyen bir kadın. Bunun cevabı gibi zaten Naz ve Savaş’ın onu benimseme şekli de. Meryem’in bu sahnedeki kabul görme biçimi de kuşkusuz gayrı resmi olarak bir Sargun kabul edildiğinin belgelerinden biri. Derin Oktay ilişkisi tutkulu bir çete olmaya dönüşürken Oktay’ın en temel güdüleyicisi hala Meryem. Bir diğer taraf Yurdal ise, yarattığı enkazların ailesinin başına çökmesinden rahatsız ama öylesine çaresiz dolaşıyor etrafta. Ah Yurdal Sargun sen bu hallere düşecek adam mıydın? Oktay’ın annesinin annelik içgüdüsüyle oğlunun sağ olabileceğini düşünmeyip hissedebilmesi de Oktay ve annesi arasındaki ilişkinin hayata yeniden dönme duygusuyla değiştiğinin işaretlerini taşıyor. Derin Şahika ilişkisi ise tüm sorunlu halleriyle devam ederken Şahika Hanım’ın kızını Oktay’a itekleme hali  sonraki bölümlerde neye neden olacak göreceğiz.
Son demde; kalbim hala orada mısın? Ruhuma eşlik eden o panik halindeki sekansın içinde misin? Soramıyorum delilik halinin yansıması aşk ne zaman tutkusunda boğacak seni ve sen kalbim ne zaman teslim olacaksın kızıl sarı denizlerine onun? Karabasan gibi dolaşırken sisli caddelerinde ruhumun o nereden ne gelecek duygusu, söyle kalbimi ellerine koyduğum adam beni tutup çıkaracak mı?
Emeklere saygıyla...
                                                  UmayMasal  


                                                                                                                          

14 Ocak 2018 Pazar

Meryem -23.bölüm

Hayalimin Cenneti-Ailem
*“Sevgilim ve dostum, babam oğlum, arkadaşım aşkım, her şeyimdin sen...”
Dünyada bir insanın en değerli mirası ailesidir. Aile kalıtımdır. Aile değerdir. Aile varlıktır. Aile bizi biz yapandır. Köklerimizdir. Güç aldığımız ancak aldığımız güç oranında zayıflıklarımızı da bilen. Bu hafta izlediğim “Meryem” bölümünü kafamda evirip çevirirken başından sonuna hissettiğim ayrıntı aileydi. Öyle baskındı ki bu “aile bağları” teması işin açıkçası görmezden gelemedim. Hatta başlık başlık ele almak istedim naçizane. Dilim döndüğünce, algım yettiğince Meryem Hanım’ın aile bağlarına bakışını yine “Meryem” evreninde değerlendirmeye çalışalım.
Derin-Şahika
Şahika Hanım adeta dizi evrenimize bomba olup düştü. Gelişiyle saflarda ciddi değişiklikler oluştu. Bu bölüme kadar önce duyum sonra kadraja sığdırdığı hamleleriyle tanımaya çalıştığımız  Şahika Hanım’a daha yakından bakma fırsatımız oldu. Şahika’nın gerçek bir aşık olduğunu öğrendik. Kocasına ya da diğer bir deyişle Derin’in babasına hissettiklerinin onda bıraktığı acının yansımasını o tahtaya saplanan bıçakla gördük. Savaş’la konuşmalarında anne olarak aslında Savaş’a ne kadar da kızgınlıktan uzak olduğunu hatta Yurdal’la arasındaki savaşta onu taraf olarak görnek istemediği ifade etti. Şahika eğer hikayesinde bilmediğimiz başka bir ayrıntı yoksa Yurdal’a kızmakta haklı görünüyor. Fakat intikamına Meryem’i dahil ederse tahminim bu haklılık ciddi yara alır. Hoş Şahika’ya ne hacet, Oktay ve manipülasyon becerisi sağolsun. İşin ucu dönüp dolaşıp Savaş Meryem aşkına ilk darbesini vurdu bile. Buraya kadar görünenlerden bahsettik, şimdi gelelim bizce kısmına: Derin ve Şahika arasındaki anne-kız bağına.
Derin’in anne eksikliğinden kimliğinde ciddi deformasyon olduğunu zaten biliyorduk. Fakat bu hafta Şahika’ya meydan okuyan Oktay’a verdiği tepkiden anlıyoruz ki Derin’in annesiyle rekabeti gerçekten ciddi. Hatta bu sahneden sonra Oktay’a tavrı bana şunu düşündürdü. Şahika’nın Yurdal’a nefreti herkesin malumuyken Derin’in ısrarla Savaş’ı istemesi, bir Sargun olma telaşı garip değil mi? Acaba Derin’inki sadece takıntı düzeyinde bir aşk değil de anneye yapılmış bir meydan okuma mıydı? Üstelik her ne kadar Derin’i Oktay’a yönlendiriyor gibi algılansa da Şahika’nın Oktay gibi birinin kızıyla olmasını isteyeceğini düşünmüyorum. Kızındaki çiviyi sökerken başına gerçek bir bela sarmak sanırım Şahika’nın sınavı olacak. Jasmin’in ise Yurdal’ın kızı olduğu gerçeği netleşirken tartışma konusu annesinin Şahika’yla muhtemel aile bağı ne? Yeğen? Göreceğiz.
Savaş- Yudal
“Babamın oğluydum önce, oğlumun babası oldum sonra, babamın babası oldum bu arada...” Savaş ve Yurdal arasındaki durumu daha iyi özetleyen bir söz var mı? Sanırım yok. Savaş hiçbir zaman parçası olmayı tercih etmediği yapının baş mimarı, kızgınlıklarının , öfkelerinin merkezinde duran kişi babası. Kayıplarının sorumlusu bu adama kızmak, terk etmek son zamanlara kadar seçtiği şeyken karşısına çıkan yeni durum onu bir anda o adam olma gerçeğiyle karşı karşıya bıraktı. Yurdal’ın çaresizliği, köşeye sıkışmışlığı Savaş’la arasındaki dengeyi oğul yönüne ağırlaştırırken aslında Savaş’a verilen saatle simgelenen durum açıkça ortaya da kondu. Savaş artık Sargunların babası, Yurdal ve diğerlerinin koruyucusu. Mecbur. Gelen fırtınanın niteliğini bilmese de niceliğini bilen babasının gerçeklerini bilse de daha yüzleşecekleri olan Savaş olmaktan ölümüne kaçtığı şey olmak zorunda artık. Zaten bu noktada Meryem devreye giriyor. Savaş için aşkın adı olan Meryem içindeki huzurun kokusu, sağduyusunun da sesi. Savaş içindeki potansiyel öfkenin emniyeti olarak Meryem’i görüyor. Çünkü şu bir gerçek ki Savaş sevdikleri söz konusuysa acımasızlaşabiliyor. Bunu biz izleyiciler ilk üç bölümde zaten izledik. Ancak şu nokta Yurdal’la arasındaki en temel fark: Savaş vicdanı olan bir adam. Tıpkı Tülin’in dediği gibi Gülümser tarafından yetiştirilmiş hatasıyla yüzleştirilmiş bir karakter. Sevmeyi bilen sevilmenin değerine kendisini sarıp sarmalayıp korkularından kendini sağalatan bir adam.  Savaş’ın hep istediği Yurdal’ın onlara yaşattığının aksine huzurlu bir aile, korkusuz bir ömür. Belki bundan Meryem’i “Sen de ailedensin” diye değil “Sen de benim bir ailemsin” diye niteliyor. Aradaki fark o kadar net ki. Yurdal’ın reisi olduğu ailenin gerçeğiyle Savaş’ın reisi olduğu aile hayali arasındaki fark kadar net. Savaş’ın Tülin ,Yurdal ve Naz’ı hatta Meryem’le Güçlü’yü koruma refleksi şimdilik bu farklar arasına sıkışacak. En azından hayallerine dair tek renk olan Meryem’e tutunması bundan belki.
Savaş-Meryem-Güçlü-Burcu
Aileni seçemezsin ama bazen hayat sana ailene akleyeceklerini seçma şansı verir. Güçlü Savaş’ın kardeşi. Bu “Meryem evren”nin ilk bölümünden beri varolan köklerini, gücünü bildiğimiz bir seçim. Birbiri uğruna ölebilecek iki insandan bahsediyoruz. Fakat bu üçlü arasındaki aile bağına Meryem ekleneli çok olmadı. Meryem’in Güçlü için kardeş olduğu bölüm Gülümser’i kaybettiğimiz bölümdü. Sonrasında yaşananlar bu iki arasındaki ipleri gerse de kopartmayı başaramadı. Güçlü Meryem’e dair duygularında net, kabulünde ise dürüst. O kadar aileden ki, o kadar kardeş ki Savaş’la dahi uğruna karşı karşıya gelinebilir. Meryem’i o kadar iyi tanıyor ki korkularının kökünü gözlerine bakar bakmaz görüyor Güçlü. Bu nedenle Meryem’in Savaş’ın karanlıkta kaybolacağına dair endişesinde destek alacağı tek adres Güçlü. Savaş’ınsa Burcu’ya yaklaşımındaki özen ona yalan söylemekten duyduğu utanç aile bağlarına yakın zamanda Burcu’nun da dahil olacağının net göstergesi. Zira Meryem’de akıl almaya gelen Burcu’nun kimseyi hatta kendisini kalbini dinlemekten kaçarken Meryem’i dinlemesi de bir başka bağın oluştuğu ifade ediyor. Kuşkusuz karşılaşacakları Kaan ,Oktay, Derin fırtınalarından korunma yolları da birlikte olmaları. Aralarındaki bağ güçlendikçe de kuşkusuz kayıpları azalacaktır.
Son demde; azabındayım seçmediğim haketmediğim cehennemlere sürgün edilmekten. Hatta daha da beteri o sürgünün vicdanımın kararı olmasından. Cennetle  tek bağım sensin, senin gözlerin. Sakın gözlerini benden alma. Gözlerini benden çevirme. Çünkü senin aydınlığın olmazsa ben kaybolurum ömrümü kaçmaya adadığım karanlığın içinde. Sevgili sakın vazgeçme benden. Sakın gitme ya da gitme. Ben sensiz artık yokum. Ben sensiz ben olmaktan çıkarım. Anla beni. Söylemesem de duy. Hisset çığlığımı. Hayallerimin cenneti, sakın beni cehenneme terk etme.  
*Şebnem Ferah-Babam Oğlum
Emeklere saygıyla...

                                                                                                   UmayMasal


28 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-22.bölüm

KOZADAN ÇIKMAK
“Evin neresi deme,
Bildiğim tek ev omzun.
Sığındığım tek odam göğsün artık.
Evin neresi deme,
Ev nedir ki?
Sensin işte.”
Affetmek insanı sağaltır, affetmek hayatı sağaltır. Yüreğimiz sevdiklerimizle  kanatlanır o kanatları sevdiklerimiz yakabilir. Meryem’in  daha pek yeni kozadan çıkmış ve kanatlanmış olan ruhu yine yeniden Oktay’ın yarattığı cehennemin ateşiyle tutuştu.  Gülümser Anne’nin  ölümündeki payını öğrenmesiyle “yeter artık” diyerek zarar verdiğini düşündüğü Savaş ve Güçlü’den kaçtı. Kaçışı onu yine Oktay’ın yarattığı cehennemin zebanisi olmaya aday ama aslında o cehennemde kurbanlıktan öteye geçemeyecek kadar zayıf kalan ikilinin karşısına çıkardı. Derin ve Nurten. Nurten oğlunun ölümünün intikamı derdindeyken Meryem’in dimdik duruşu hem onu hem de Derin’i sarstı. Kuşkusuz bu ikili hakkında Meryem’le aynı fikirdeyim. Nurten utanç içinde boğulurken aslında oğlunun yaptıkları ve kendi tohumunun aslında neden olduklarından kaçma hesabında. Okuyanlar hatırlar belki biz Oktay ve Derin’in karakter sıkıntısını anneleriyle ilişkilerine çok önce bağlamıştık. Bu haftaki bölüm bu konudaki haklılığımızı iki karakter açısından da ortaya koydu. Oktay’ın gerçeği kendine göre eğip bükme halinin, hastalıklı takıntılılığının merkezinde annesinin olduğu o kadar barizdi ki. Nurten’in tüm karikatür hallerinde rağmen hem de. Diğer taraftan Derin ve annesi Şahika arasındaki ilişki sarmalının da çok sevgi dolu olmadığının da altı çizildi. Derin’in en az Oktay kadar hastalıklı bir takıntıya dönüşen Savaş aşkı(!)  da yine annesinin onu terk etmesinde yücelttiği aşka bağlandı. Derin gibi bir kadının neden Savaş’a bu kadar takıntılı olduğunun temelini merak ediyordum. Annesinin kızını görmemek uğruna aşk acısı çekmekten kaçışı güzel cevaptı. En azından benim adıma. Derin her şeyin üstünde olan anne sevgisinin bile ancak aşkla üzerine çıkılabileceğine inanarak büyümüş. Sevildiğine inanmamış, aşkla sevilmek istemiş. Çocukluktan kalan her boşluğu aşkla doldurmak istemiş. Acısına eş değer gördüğü ve acılarında yanında olduğu Savaş’ı işte tam da bu yüzden kendine hak görmüş. Bedele karşılık aşk benim demiş. Tam da bu nedenle şiddeti, aşka ,aşkı saplantıya el vermiş.
Meryem ve Savaş’sa o kadar normalleşerek bir biz oluşturmaya başladı ki son iki haftadır. Birbirlerinden  şiddetli kaçışlarının ardından bu kadar sakin bir bizlik sanırım seyirciye de garip gelmiştir. Ancak diğer taraftan yaşayacakları fırtına öncesi ikisinin de karakteristik olarak dinlenmeye ihtiyacı vardı. Normal sevgililer gibi olamazlar bu muhakkak. Çünkü Meryem evreni buna izin vermez. Yine de bakalım bu sükûnet halindeki aşka. Savaş da Meryem de ne kadar değişti ve aynı zamanda ne kadar aynı aşkta. İlk bölümde Oktay’dan evlenme teklifi beklerken ne kadar umudunu başkasına bağlamış bir Meryem vardı. O teklifi isteyen, o teklifle sanki ilişkisine ait olmayı başaracak bir Meryem. Peki Savaş’ın Meryem’i böyle mi? Hayır. Savaş’ın her sözcüğü onunla evlenmek istediğini haykırırken alttan alta o Meryem kadar ait ki bu aşka takılmıyor, tüm ilişki akışında olduğu gibi kabul ediyor her sözü.  Savaş’ın söz vermesine gerek yok onun için. Savaş’ın her sözü bir yemin çünkü biliyor. Savaş’ın inanmadığı yapmak istemediği bir şeyi söylemeyeceğinden o kadar emin ki… “Seni hep yanımda  istiyorum” demesinin bir söz olduğunu aralarındaki sevdanın mühür olduğunu bildiğinden Savaş’ın kollarında uyumayı kendisi istiyor. Diğer taraftan eski koca problemiyle Burcu ve Güçlü arasındaki ilişki de ilginç yerlere sürükleniyor. Burcu’nun tüm karşı koyuşuna rağmen kapıyı zorlamayı sürdüren Güçlü sonunda araladı o kapıyı. Meryem ve Güçlü arasındaki haklı kırgınlık daha bu haftadan çözüleceğinin sinyalini de verdi. Güçlü adı gibi. Haklı kırgınlığına rağmen uzaklaşıp düşündüğünde yoluna sokacaktır her şeyi. Zira Güçlü Savaş’ı abiliğe nasıl kabul etmişse çocukluğundan bu yana Meryem’i de kardeşliğe seçti. Gerisi zaman. Biraz da Güçlü ve Burcu’ya ayrı hikaye yaratma süreci.
Meryem hikaye olarak başladığında ana konusu Sevinç kazası , Oktay-Meryem sırrı , beraberinde tüm bunlara dahil Savaş ve uzantılarıydı. Bu ana konu geçtiğimiz haftalardan başlayarak kapanmaya başlamıştı zaten. Bu hafta senaristimiz hikayede eskiye dair ne varsa silip süpürdü. Meryem evreni yeni katılımcılarıyla bambaşka bir yolculuğa başladı. Benim kanaatim Sargun Berker savaşına doğru gittiği hikayenin. Kaldı ki bu hafta geldiğinden beri Savaş’a çok benzettiğim Berk’in yeniden oyuna dahil olmasıyla muhtemel Sargun-Bilen  ortaklığının tohumları da atıldı. Naz’a aşık olması, Savaş’ın korkusuzluğuna neredeyse denk hali, Oktay’a olan tiksintisi ile Berk, Beliz’den farklı bir kimlik. Beliz ne kadar zayıf, kendini var etmek için ne kadar muhtaç bir karakterse Berk o oranda güçlü, net. Doğruları olan, doğrular uğruna kurban vermekten çekinmeyen biri. Bu noktada Meryem’den değil Savaş’tan bizim iyiler takımına dahil olmasının bence bir sakıncası yok.  Yurdal’ın oyun dışına çıkmış gibi duran konumu da bu hafta Şahika’yı çözümleme şekliyle yeniden tanımlandı. Dizinin başından beri babasıyla çatışma halinde olan Savaş artık babasıyla aynı tarafta olacak. Yurdal Sargun ise Tülin’in de ilan ettiği gibi Meryem’in varlığını kabul etmiş durumda. Savaş’a Naz’ı anlatırken aslında kendi kabul sürecini de özetledi. Şahika’nın gelişi kuşkusuz dizideki tüm dengeleri değiştirdi. Oktay’ın bitirilen savcılık macerasından sonra böyle bir kimlik kuşkusuz çatışmayı desteklemek için şarttı. Derin tek başına zayıf kalacaktı. Aslında Şahika’nın Derin’i kanata kanata uyguladığı strateji Derin’in daha acımasız hale gelmesini sağlayabilir. Savaş’ı koruma içgüdüsü kalmayan bir Derin bence en az uyanacak olan Oktay kadar tehlikeli olacaktır. Bölümün finalinde içerdeki odada Nurten, gözükmese de orda olduğunu bildiğimiz Oktay, onun başındaki Jasmin, Şahika ve Derin yepyeni kötü ittifakıyken diğer tarafta Yurdal’ın yanındaki Savaş, Berk; ve bu üç adama bağlı Meryem, Naz, Beliz, Tülin. Savaş’tan ayrı düşünülemeyen Güçlü, ona bağlı Burcu. Beliz konusunda emin olamasam da kalanlar konusunda şu denebilir: Cidden iyi bir takım.
Son demde; birinin gözlerine baktığında tüm kargaşalara inat huzuru, inancı, geçmişin temize çekilişini görüyorsan; üstüne o senin elini tutup her şeyin iyi olacağını söylüyorsa hayatta bir şeyler daha güzel olacak demektir. Sen sevgili, her şeyden önce gözleriyle tanıştığım, gözlerindeki acıya şahit olduğum, o acı bana bakan bir sevgiye dönüşürken birlikte düştüğüm, birlikte dipten sektiğim; güzellik denilen o şey kıskansın senin kalbime dokunduğunda ruhuma dağılan o hissi. Sen seviyorum demesen bile sevdiğini bildiğim. Omzunu evim bildiğim, göğsünde dinlendiğim.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                  UmayMasal



      

21 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-21.bölüm

Aşk-ı Tufan
“Ölüm yaşam bir varmış bir yokmuştur. Ölümle yaşam aynı yaprağın iki yüzüdür, art arda gelen iki yaprak değil.”
Hayat dediğin o kadar ince bir iplik ki nerede ,  ne zaman kopacağını kime ne zaman düğüm olacağını öngörmek zor. Meryem bu hafta Oktay’ın ölüm haberiyle açıldı. Bu haber dizi evrenimizde her karakterde ayrı yankı buldu. Duygu şiddetleri bakış açıları ile doğru orantılı değişse de tıpkı Oktay’ın dediği gibi onun ardından sadece Beliz gerçekten üzüldü. Bir de Beliz’in motivasyonunun  çok uzağındaki duygularıyla Meryem. Meryem’i çok sarstı bu ölüm. Öncelikle katil olmak ya da en azından bir ölümde daha pay sahibi olmaktı onu sarsan. Sonrasında Burcu’ya da anlattığı gibi Oktay varken olanları onun suçu olarak hissetmek kolayken suçların bir anda kendi omuzlarına kalmasıydı Meryem’i ağlatan. Savaş’ın da dediği gibi Meryem böyle biri. Ama bir taraftan da ciğeri beş para etmez adama üzülen Meryem’in üzüntüsüne kıyamasa da ona tek laf etmeyen, onu anlamaya çalışan Savaş’ta kuşkusuz  Meryem’le aynı hamurdan. Hüzün çökmüşken ruhuna ve belki  geçmişine dair her renk siyahta olsa hayatından çekilip gitmişken, uzaklaşan çocukluğunun arkasından tuttuğu yası Savaş’ın doğum günü için geride bırakmaya razı Meryem Savaş için tek telefonla o hüznün perdesini aralayıverdi. Savaş’ın telefonu açtığında bulutlu yüzünde Meryem onu çağırdığında açan güneş kuşkusuz gözlerden kaçmadı. Sürprizler, aile olmalar, Münir Özkul’a , Vecihi’ye yapılan göndermeler derken Savaş için tüm sevdiklerinin resmi geçitine dönen doğum gününde anladık ki Savaş’ın istediği hep basit ama huzurlu bir aile tablosu. Kardeşleriyle, sevdiğiyle gülümseyerek sarıldığı bir sıcaklık. Bir de diğer dikkat çeken şey Savaş için Meryem ve Meryem’e dair her şey aslında kendi parçası haline gelmiş bile. Meryem’e evlenme teklif etmeden onunla geleceğini inşa etmeye başlamış zihninde. Onda belirsizliğe inat hayatlarına dair , Savaş’ta Meryem’e dair her şey yerli yerinde. Üçüncü bölümdü galiba. Meşhur rüyadan beri sanki Savaş’ın ruhu Meryem’le aile olmaya, onunla çocuklar büyütmeye hazırlanmış. Geçtiğimiz hafta Meryem’in başında “bizimki de ormana bakan”derken kendi cümlesine şaşıran Savaş bu hafta bir ömür Meryem’i dilerken o şaşkınlıktan ne kadar uzak, ne kadar sahiplenici. Meryem’i değil Meryem’le bir hayatı sahiplenen bir Savaş Sargun var. “Ne istersen , içinden ne gelirse onu yap” o kadar incelikli bir ifade ki. Genel erkek jargonundan sıyrılmış , özenli, birlikteliğe odaklı. Ah ah Savaş Bey iki haftadır gönlümüzü alıyorsun ne diyim? Savaş’ın doğum günündeki bir başka dikkat çekici unsur ise Yurdal’ın aile reisliğini Savaş’a bırakmasıydı. Yurdal için artık geçmişle hesap zamanı. Ancak bu hesaplaşma korkarım Sargunlar ve Berkerler olarak cephelere ayrılacak. Derin’in Tülin’in desteğini yitirmesi, tam da beklediğimiz gibi gri bir karakterden siyaha evrilişi , Jasmin’in gelişinin ve  ne hikmetse Meryem’e düşmanlığının Derin’in histerik aşkını bilemesi, Jasmin’in sırf Naz’ı acıtmak için Berk’i öpmesi diye gidiyor. Safların , tarafların değişmeye başladığının sinyallerinin alındığı bir bölümdü. İyilerimiz zaten katıksız orada sorun yok ancak Derin’in yeni ittifakının Nurten oluşu hikayeye döndüğü an Oktay ve Derin pazarlığının kanlı olacağının bana göre işareti. Diğer taraftan Yurdal’ın iç hesaplaşmaları, Güçlü’nün ailesinin anılarına sığınma telaşı, bir baba olarak davranma çabası karakterdeki öncelik sıralamasının yönünün değiştiğini gösteriyor bence. Ertan Komiser’e  gelince Meryem’e yardım etme telaşı bir vicdan temizleme kadar saflardaki değişimle de alakalı gibi. Hoş Gülümser’in ölümündeki Meryem payının ortaya çıkması adına söyledikleri taze sevgililer Savaş ve Meryem’in hayatına bomba gibi düştü. Burada bir parantez, okuyan bilir Gülümser Anne’nin ölümünü hiç desteklemedim. Bunun iki ana nedeni vardı. Birincisi bilge bir  kimlik bu tip hikayelere hep renk katar. Gerilimi azaltır. İyi gelir. İkincisi ise bu yükün Meryem’e ağır olduğunu düşünmemdi. Kaldı ki Güçlü’nün anne kaybının müsebbibi gördüğü Meryem susarak evet buna sebep oldu. Pek çok şeye neden olduğu gibi. Kendi babasını kaybettiği gibi. Güçlü Meryem’i affedecek. Hatta kardeşim dediği, ailem dediği genç kadının sırtını yasladığı kardeş olacak. Hem de çok kısa sürede. Lakin burada Meryem ne hissedecek. Bu vicdan yükünün üzerinden atlayıp mı geçecek? Sanmam. Bölümün en güzel sahnesi olan yağmur altındaki sağaltma seremonisinde gördük Meryem’in unutmadığını, unutamadığını. Diğer taraftan bu sahnedeki alt mesaj öyle derin ve güzeldi ki. Unutulamayana inat bir yağmurla hayatlarının en korkunç gecesini yaşayan ve korkutucu bir döneme giren Savaş’la Meryem’in Savaş’ın doğum gününde yağan yağmurla temizlenip geçmişteki duygulardan kendilerini sağaltıp yepyeni bir döneme adım atışıydı bu sahne. Aşk, tutku, özlem, acı, sevgi karmasıydı adeta. Sonrasındaki süreçte Savaş’ın Meryem’i kaçırışı, Derin’in derin hesapları. Bu kaçırma kısmında en sevdiğim sahne kuşkusuz ikilinin yolda kalmasıydı. Bu sahnedeki doğallık, karşısındakini hayatına kabul etmişlik, sevimlilik ve en çok da sıradan ama en samimisinden sevgililik hali.  Muhteşemdi. Burada bir es Savaş ve Meryem’e.
Burcu ve Güçlü zor bir süreçten geçerken bir taraftan da biz olma dönüşümünü de yaşıyor. Kim ne derse desin Güçlü’nün elini bırakmayacağına ikna olacak Burcu. Belki çoktan oldu bile de… İşte o bile sıkıntı. Çünkü korkarım Burcu’yu Güçlü’den uzak tutan şey güvensizlik değil.  Burcu’nun bebeğini kaybederken beraberinde bir daha anne olma olanağını da kaybetmiş olması. Bu Burcu yaradılışındaki bir kadını sevdiği adamdan uzak tutmak için çok güçlü bir neden. Kuşkusuz Savaş Meryem nikahından biliyoruz bu ikili de sorunlarını aşacak. Ama sancılı bir geçiş olacağı da belli. Belki tazelenen anne acısı Burcu’nun Güçlü’ye  yaklaşımını değiştirebilir. Aralarındaki ince buz da böylece erir. Güçlü hikayede kuşkusuz etkin hatta en etkin karakterlerden biri. Sadece Burcu merkezinde değil, Savaş Meryem ilişkisi hatta Naz hattında bile. Kafa karışıklıklarını attığında kendi hikayesini de oluşturmaya başlayacağı da bu bölüm kalın kalın çizildi. Burcu’nun kayıp kocası bakalım önce Güçlü’yü sonrasında onun sırtını dayadığı dağı, Savaş’ı, nerelere götürecek. Tabi Burcu ve Meryem’i de.
Berk ve Naz… Nazcım ne dersen de. Berk ve sen tutuldunuz birbirinize. Ancak bu aşkı hikayeye nereden yedirecekler nasıl ana hikayeye bağlayacaklar meraktayım. Jasmin’in Berk’e sırf Naz kıskançlığıyla yürüyeceğini hissetsem de bakalım. Jasmin’in Savaş ilgisi de ilginç. Bu aşk ilgisi olsa ki olmadığı aşikar, Derin sakin kalamazdı. Burada bir kız kardeş kıskançlığı mı var acaba, demeden geçemiyorum. Ey Yurdal Sargun yoksa bunu da mı yaptın?
Son demde;  Meryem’in yüreğinin güzelliğini görüp şaşıran Savaş, aşkın yüzüne baktığını nerede anladı acaba? Kalbiyle, kokusunu ezberleyip her şeyden korumaya çalıştığı, iyiliğine, kendinden geçebilme haline vurulduğu kadına hala benim mi şaşkınlığıyla sevdalanan Savaş için Meryem katman katman açılan bambaşka bir sevda mı? İlk hasta yatağında onu bırakıp gitmemesiyle ama ondan da önce gözlerine yakından baktığında Meryem’e görmese de bildiği miydi bu sevda? Tüm sıradanlıkların içinde olağanüstülük gördüğü , onun için süslendiğinde gözünü alamadığı ama en çok etrafında dolaşmasında yuva bulduğu ilk kadın mı Meryem? Ölümlerle yaşam arasındaki gelgitlerde savrulurken ortak hikayelerinde aslında yaşama tutunduğu mu Meryem? Ya Meryem? Savaş , onun için hayatta olmanın, hayat olmanın tek anlamı mı? İyiki varsın iyiki doğmuşsun demesinde mi varlığının onun varlığına bağlı olduğunu? Hayattaki tekliğini Savaş’ta bulduğunu. Tıpkı Güneş gibi. Unutmadan aşk tektir. Tek kişiye hissedilir.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                    UmayMasal






       

14 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-20.bölüm

RUHUN UYUMUNDAKİ SEVDA
*“Aşk, teki kaybolmuş bir papuçla doğmaktır, böyle der Şehrazad. Sindirella masalındaki tek papucun sırrı budur. Ayakkabının uyması koşulu,aşkın uyum olduğunu tarif eder. Ayakkabı bir kişiye uyar; eğer o ayakkabı sayısız kişiye uyuyorsa , aşkın ayakkabısı değildir.”
Sevdaya dair en güzel sözcüktür uyum. Uyumsuzların içinde yakalanan rengarenk bir uyum. Kişi tanıdıkça gözlerine baktığını , gözlerindeki kuyuya düştüğünü; ruhunun kayıp parçasını bulduğunu anlar. Sözlerin muhatabı malum:Savaş ve Meryem. Dizinin başından bu yana en imkansız , en karmaşık, en karşı taraf, en yalanlarla örülü kozanın içinde hapis kalarak büyüyen aşk. Geçtiğimiz hafta aralarındaki yalan duvarının yıkılmasıyla aralarındaki adı konmuş lakin resmen kabul edilmemiş ; kalbin içinde tutulup gözlerden ellere evrilememiş Savaş-Meryem sevdası bu hafta başladı. Okuyanlar bilir Savaş’ın Meryem’e uzun süre kırgın kalamayacağını söylemiştik. Çünkü bize göre Savaş’ın derdi Meryem’in sevdiği adamdı. O adamın cinayetini saklaması değil. Bu hafta Savaş yaptığı her hamleyle attığı her adımla bunu ispatladı.
İlk sahneyle başlayalım: Oktay Meryem karşı karşıya. Silah Meryem’in elinde. Meryem Oktay’ı vurmak ve intikam almak derdinde mi? Hayır. Meryem kendi vicdanında kendisini affedemediği için Oktay’dan hesap sormak için orada. Sonra ne oluyor? Savaş geliyor. Meryem’in düğümlerini çözen, Meryem’den başka Meryem doğmasına sebep Savaş. Oktay Meryem’in dikkatinin dağılmasının verdiği fırsatla kendi silahına uzanıp o silahı Savaş’a doğrultunca olan oluyor. Meryem’in elindeki silah patlıyor. Derdimiz izlediğinizi size yeniden anlatmak değil. Bu sahne bana göre ciddi bir kırılma Meryem için. Haftalardır değişsin dediğimiz Meryem’in karakterindeki ilk ciddi dönüşüm. Karıncayı incitmekten korkan Meryem’in Savaş’ı korumak için ilk aktif hamlesi. Evet daha önce o silahın önüne de dikildi Meryem. Ancak onun Gandhi ruhunun parçasıydı bu pasif direniş, ölümü sevdalı olduğu adam için kabulleniş. Asla şiddete yönelik olmayan Meryem söz konusu Savaş olunca gözünü kırpmadan bastı tetiğe. Tabiki Meryem’in haftalardır üzerine çözen onca vicdan yükünün de etkisi vardı belki ama Oktay’ın kendisini vurmasına bile ses etmeyeceğini söyleyen genç kadının o tetiğe basarken tek güdüleyicisi Savaş’ı koruma refleksiydi. Buradan Savaş ve Meryem karakterlerinin paralelliklerine yenisini ekleyebiliriz sanıyorum. Sevme biçimleri ortakken şimdi koruma biçimlerindeki uyum  da bir bakıma ortaya çıkmış oldu. Susmayan Savaş’a artık susmayacak olan Meryem eklendi. Daha sonraki bir başka çözümlenmeye değer sahne de kuşkusuz Meryem’in kazası. Meryem’i kaybettiğini sanan Savaş’ın çığlık çığlık Meryem’i sevdasının ipiyle çekme telaşı. Savaş Meryem’e “seni seviyorum” demedi. Yani dedi de sözcüklerle değil, gözleriyle, yaptıklarıyla dedi. Meryem de bunu bildi. Savaş o arabanın içinde baygın Meryem’i bulduğunda kelimenin tam anlamıyla delirdi. Bilen bilir “Sevda” zaten bir delilik halidir. Meryem’in ölme ihtimali, Savaş’taki bütün kırgınlıkları, kızgınlıkları, hataları, imkansızlıkları süpürdü geçti. Genç kadının bir anlık gözlerini açması ile dünyası aydınlanan Savaş, o gözler kapanınca umutsuzluk ve kaybetme karanlığına yeniden savruldu. Bu kısım da Savaş için kırılmaydı. Hayat kısa ölümse her an orda. Savaş’ın tabiriyle sevdiği tüm kadınları kollarına alıp dans ederken Savaş’tan uzaklara savuran kader. O kader ki Meryem’i Sevinç’in kaderini izlemek için , Sevinç’in yokluğunu sağaltıp Savaş’ta var olan sevgiyi sevdaya çevirmek için getiren. Savaş Meryem’i kaybetme duygusuyla yüzleşirken geçmişe dair her şey yok oldu gitti. Burada parantez Furkan Andiç bu sahnede gerçekten duyguyu inanılmaz geçirdi izleyene alkışlar ona. Sonrasında Oktay ve Meryem’in hikayesinin kopmayacağına dair alt mesajlarla yüklü hastane sahneleri geldi. Doğrucu Davut Savaş’ımızın nasıl Meryem uğruna yalanı göze aldığını sonra Meryem’le başa çıkamayacağını anlayıp göz göre göre adaletten Meryem’i kaçırışını izledik. Ee Savaş Beycim sevda dediğin yapmam dediğini yaptırır, olmaz dediğini oldurur. Hoş sen bunu kabul ettin bile.
Aşkın Savaş Meryem haline virgül atıp Burcu Güçlü haline bakalım. Burcu’yu zaman zaman çözmeye çalışırken onun da kimsesizliğinden ama bu kimsesizlikteki vurgunun aileye dair olmadığına dair hissimizden bahsetmiştik. Yanılmadık. Burcu’nun hikayesi başından beri genç kadının savunma reflekslerine, erkeklere mesafesine, Meryem’i koruma şekline adeta cevap oldu. Ciddi bir acıyla ,geçmişle sarsılan Güçlü her şeye rağmen zaten Burcu’nun yanında duracaktı ve durdu. Tabi Burcu’nun direnişi devam etti. Ne Burcu’ya kızılabilir ne Güçlü’ye. Onlar için aşk bir direnme hali. Öyle direniyorlar ki ikisi de inandıkları uğruna Savaş ve Meryem bile zaman zaman onların direnişinde güç alıyor bana göre. Bu arada düşünmeden edemedim hem Güçlü’nün hem de Savaş’ın başka sevgilerden geçmiş , güvenleri yerle bir olmuş kadınlara sevdalanması da ayrı ironik. Güçlü’nün hem Burcu’ya duyduğu aşkta hem de sevgilerinde direnme biçimi hikayenin en güzel taraflarından biri.
Bir başka aşk hali de Berk ve Naz... Evet henüz yeni yeşeren bir aşk bu ancak şu da bir gerçek ki temeli ve hikayesi bana göre sağlam gelen bir aşk. Kuşkusuz bu hikayede merhale merhale aşklar. Berk ve Naz da kendi imkansızlık evrenlerinde güzel bir öyküye başladı. Naz’ın gerçeklerle yüzleşmesi babasının da gerçeğiyle karşılaşması eminim esas hikayeyi besleyen lezzetli yan hikayelerden olacak. Berk’in inatla reddettiği fakat başına buyruk “Meryem” erkeklerinden olmaya aday sevgisi de yine Naz’la öykülerinde bağlayıcı olacak. Netice ; ben sevdim bu aşkı da.
Aşkın Meryem-Savaş haline devam. Savaş Meryem’i kaçırdı. Yine bir kulübeye hapsetti. Bu kez Meryem’i korumak, Meryem’siz kalmamak adına. Kendi adıma en sevdiğim sahneydi 20.bölümden. Buradaki hesaplaşma ve devamı sanıyorum Meryem-Savaş ilişkisinin temelinin sağlam atılması adına gerekliydi. Meryem’in Oktaylaşmak istememesi, Savaş’ın onun doğrularına mağlup direnişi, Meryem’in gözlerine aşkla bakan adama aşktan bırakmayan adama “sevdiğin kadının katilini koruyan kadın için mi hapis yatacaksın?” sorusuna dağılan ama yine de Meryem’i kaybetme ihtimaliyle sınanmış ruhuyla yine de Meryem’e sığınan Savaş. Tüm şiddeti ve tüm özlemiyle ; sevgisinin karşısına çıkardığı sevdasının gücüyle geçmişi temize çeken Savaş. Savaş’ı Oktay’la vurup doğrularına Savaş’ı kurban etmemeye çalışan Meryem. Meryem’in gözlerine bakıp kendi sevdasından yansıyan aynada Meryem’in kendi uğruna tetik çekecek kadar güçlü aşkını görüp “sen benden önce kimseyi sevmedin”diyen Savaş. Savaş’ın Meryem’in Oktay’ı sevme haline tahammülü yok bu zaten malumumuzdu. Kalın kalın çizdi altını. Bu arada Savaş Sargun Bey aldık selamını Derin’le konuşmandan. Mesele söylemek değil o sevda uğruna yaptıkların dedin bir nevi. Gördük, duyduk, anladık. Senin öfkende, neşende, korkularında saklı sevdanın söze dökülmesi mühim değil, orda olması yaşanması mühim.
Son sahnede Savaş teslim olmaya giden Meryem’i durdurdu. Burcu ve Güçlü Oktay’ı kaçıran Derin’in peşine düştü. Biliyoruz ki Oktay yaşayacak, Derin ve Oktay ortaklığı çok can yakacak daha. Ama şu bir gerçek ki hikayemiz bambaşka yerlere savrulacak. Tahmin elbet var. Ama hep dediğimiz biz de aslolan ruh halleri.
Son demde;  bazen bir sevdayı tanımak için başka duygulardan geçmek gerekir. Önce sevmeyi öğrenmek, sonra haksızlığa direnmek. Bazen susmak gerekir canın yana yana, bazen eğilmek gerekir kırılmamak için. O sevdayı geçerken yakalamak , tanımak için önce kendinden geçmen gerekir. Kendin olmayı bırakmak. Sonra o sevda karşına çıktığında tüm o acıların ortasında , simsiyah karanlığının içinde ince bir sızı ışık olduğunda kendin olmaktan geçtiğin için biz olmaya , sevdada tek olmaya hazırsındır. O vakit sadece sevdanın elleri yeter. Tutarsın.
*Şehrazad'ın Sırları
Emeklere saygıyla...

                                                                                                               UmayMasal