naz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
naz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2024 Pazartesi

İmkansızdan Seken Sevda- Metila

 

                                             "-metila"

İnsanı insan yapan en önemli şeylerin başında gelir duygu. Duymak ya da diğer değişle hissetmek kadar o hissi nasıl yaşadığın da önemlidir. Öfke, nefret, kibir gibi kötücül dediğimiz ama insana dair olan duygular kadar sevgi, acıma, empati gibi duyguları da ne noktaya kadar yaşadığımız da önemlidir. Bu hafta Sakla Beni evrenine işte tam olarak buradan bakmaya karar verdik. Hadi sevgili okur, takıl peşimize bakalım hangi karakterde hangi duyguya savrulmuşuz.

                                             "-İncila kuzenim mi benim? Anne sen nasıl bir çaresizlik içerisindesin?"

Sakla Beni iki temel sorunsalla başladı bu haftaki bölümüne. İlk sorun İncila’nın kaçırılması, ikicisi ise Naz’ın İncila’nın kuzeni olduğunu öğrenmesi. Önce Naz’la başlayalım. Naz annesi Filiz’in ağzından çıkan “İncila senin kuzeninmiş.” cümlesine inanamadı önce. Nasıl inansın? Onun bir tanecik kölesi, oyuncağı, kıskançlıklarının merkezi, stres topu nasıl olur da onunla aynı kandan çıkardı? Filiz’in her şeyine ortak olacak dediği İncila nasıl olur da özgür olabilirdi? Anne kızın asla yanaşamayacağı şeylerin başında geliyordu paylaşmak. İncila onun sahip olduğu neye ortak olabilirdi ki? 


                                            " -Dede şuna bir şey söyler misin? Senden dolayı iyice tepeme çıktı bu.

                                         -Sen de zamanında onun tepesine çıktın. İncila sana ne yapmak isterse özgür.                                              Benden ona tam destek."

Naz’ın olabileceklerle ilgili öngörüsünde Naz’ın bilinçaltını görmek karaktere daha yakından bakmaya da vesile oldu sanıyorum seyirci için. Naz İncila’yı dedesinin yanında hayal ederken de sonrasında kuzen olduklarını söylediği taktirde İncila’nın tepkisini tahmin ederken de Nazca düşündü. Böylece anladık ki Naz çocukluğundan beri İncila’ya yaptığı her şeyi bilinçli bir kötülükle yapmış. İncila’ya verdiği kendi tabiriyle “artıklar”ı da onu aşağılamak için vermiş. Onca işkenceyi yaparken İncila’nın dur dediğini duymuş ama duymazdan gelmiş. Kısaca Naz İncila’ya her yaptığını farkındalıkla yapmış. Bu, Naz’ın içindeki kıskançlığın ve kötülüğün boyutunu anlamak açısından bence oldukça iyi bir veri. Naz’ın yapabileceklerinin bir sınırı yok. Kendi istediklerinin olması, kendi beklentilerinin karşılanması dışında da umurunda olan bir şey de yok. Aynı annesi gibi. Hatta beklediği bebek bile onun beklentilerinin ve dayatmalarının bir kuklası. Bu noktada İncila’yı kaybetmek de istemiyor tabi. Hatta öyle istemiyor ki bebeği bile umurunda değil o an. Anne-kızın kendi isteklerini diğer tüm insanların beklentilerinden hatta hayatlarından öncelikli görmeleri asıl mutsuzluk nedenleri ama görebilecek farkındalıklarının olduğunu söylemek zor. Mete’nin dediği gibi ne Naz ne de Filiz asla doyacak insanlar değil. Bu nedenle de mutlu olma veya birilerini mutlu etme olasılıkları dahi yok. Naz’ın tırmanışı sürecektir. İncila onun için öyle bir savaş alanı ki sınır tanımazlığı İncila konusunda gidebileceği en yüksek yere gidecektir.


                                                                          "-Ne istiyorsunuz benden?
                                                                          -Para. 20 milyona ihtiyacım var."

Bölüm başı diğer sorunsala gelirsek… İncila’nın kaçırılması hepimizin acaba Mete tarafından kurtarılacak mı sorusuyla beklediğimiz bir olaydı aslında. Ancak ters köşe oldu ve Mete’nin babası tarafından kaçırılan İncila’dan Mete’nin babasının 20 milyon lira talep etmesiyle de şaşkınlığa uğradık. Üstüne Mete’nin babasının İncila’yı Mete ile ilişkisini ifşalamakla tehdit etmesiyle de şaşkınlığımız beşe filan katlandı. Şimdi burada bazı sorularımız var ve cevap bekliyoruz. Soru bir Mete’den pek de istekli ayrılmış gibi durmayan bu baba namzedi neden oğlunun hayatını darmadağın edecek böylesine bir darbeyi indirme peşinde?  Hadi bu arkadaş bu kadar insanlıktan çıktı neden 20 milyon gibi bir miktarı asla bulamayacağı ortada olan evin hizmetlisi İncila’dan istiyor? Gitsin Mete’den istesin. Nereden bakarsak bakalım saçmalık. Ha babanın başka bir hesabı var gibi de durmuyor ama velev varsa da yine durumun saçmalığını aklamaz bende.


                                                       "-Korkuyorum, çıkar mısın? Biri gelecek şimdi.

                                                       -Bembeyaz olmuş zaten yüzün. Neden korkuyorsun?"

Sakla Beni bölüm boyunca bahsettiğimiz bu iki düğüm ekseninde yani Naz’ın İncila acaba biliyor mu korkusuyla, İncila’nın para bulma çabası içindeki çaresizlikle karışık korkuyla dönerken başka başka duygularla da karşılaştık.  Bölümde açık ara hissedilen duygu korkuydu bu net. Naz ve İncila sırlarla korkadursun Mete de bölümün başından sonuna kadar tek bir korkuyla yaşadı. İncila’yı kaybetme korkusu. İncila gider korkusu. Mete’nin, bölümlerce kendisinden kaçan İncila’nın ona “sen varsan ben varım.” dediği noktada şaşkınlıkla karışık yaşadığı sevincin nedenini sanırım izleyenler bu bölüm anladı. Mete öyle korkuyor ki İncila’yı kaybetmekten. Yapması gerekenlerle İncila için endişelenme arasındaki sıkışmış korkusu  öyle yüksek ki. Ben Mete’nin aşkının evrildiği yerin çok derin olduğunu bu bölüm hissettim. Aslında Mete çok zor durumda. Babasına benzememek için hayatı boyunca gösterdiği çabada babasının kaderini yaşıyor olduğunu hissetmesi onu çok yıpratıyor. Naz’la evli ama İncila’ya aşık. En başta İncila’yı dinlemediği, anlama çabasına girmediği için o yüzüğü taktı parmağına öfkeyle. Kendisinin de o meşhur kavgada dediği gibi “Köpek gibi pişman.” ama artık ortada sadece aileler yok. Bir çocuk var. Senaristimizin satır arasında bize selam yolladığı İngiltere’de yaşananlardan miras bir çocuk ki umarım ilk bölümde Naz’ın odasından çıkan arkadaşındır. Hamilelik olayının başından beri Mete’nin İncila’dan sonra Naz’a dokunamadığını söylediğini yazdık durduk. Demek duyulmuş serzenişimiz. Hala bu çocuk mevzusunun, her ne kadar Mete’nin kader döngüsünü kırmak derdiyle yazıldığını bilsek de, Mete karakterini sıkıntıya soktuğunu düşünüyorum. Zarar veriyor ona. Sürekli yardıma hazır bir rakip varken özellikle. Naz’a söyletilse de bizzat Mete’nin İncila’ya ona âşık olduğu andan beri Naz’a dokunmadığını söylemesi gerektiğini düşünüyorum mesela. Bir de yavaş yavaş Naz’ın Mete tarafından sevilmediğine ikna olması gerekiyor ki buna dair sinyaller Kadir üzerinden verilmeye başlanmış olsa da yeterli değil. Mete’nin her an gözünün sevdiği kadının üzerinde olması, Naz’a katlanma çabası ve sonunda babası ile yüzleşecek olması karakteri açısından dönüştürücü. Aslında ilk bölümden bu yana Mete’nin aşkla büyümesine şahit oluyoruz bu da bir gerçek. Çapkın ve hovarda Mete’nin sorumluluk alma çabasına hem çocuğuna hem sevdiğine sahip çıkmaya çalışmasına, bunları yaparken çektiği acıya şahit oluyoruz. Yaptığı her hatanın bedelini çok sert ödüyor Mete. Bir süre daha ödeyecek gibi. Ne yapalım acı büyütüyor insanı.


                                                       "-Korumuyorum Mete, korumuyorum. Ben sabahtan akşama                                                               kadar onunla muhabbet etsem ne olur? Gözümde, gönlümde sen                                                                 olduğun sürece."

Diğer taraftan İncila-Mete aşkında da yeni bir dönemin başladığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Tutkudan kavgaya oradan arkadaşlığa sonra sevgili olmaya geçen Mete ve İncila ağır ağır sevdaya evriliyor. Zaten birini sevmek çok boyutlu bir sevme hali değil midir?  Peki Sevda

Hamiş; Sevda, sevmek kökünden gelmez. Sevda köken olarak Arapça bir sözcüktür. Tek başına köktür yani. Bu kökün anlamı da güçlü sevgi, güçlü aşktır. Köklendikçe köklenen aşk. Gözden kalbe oradan ruha işleyen aşk. Doğu’nun anlatı geleneğinde sevdalandığında artık başkasına yer kalmaz kalbinde. Öncesi ve sonrası kalmaz. Sevda çekmek, kavuşmayı beklerken çekilen acıdır. Sessizdir bu acı dünyaya ama bir o kadar çığlık çığlığa bağırır insan kendi yüreğine. Yürek sadece bir kez sevdalanır. O da kendi tamamlayıcısına denk gelirse. Ona denk geldikten sonra daha azına razı olamaz. Çünkü kendi iç mezarından çıkmıştır artık ruh. Başkasına koşamaz, başkası ile olamaz. Başkası çürütür o ruhu. Çünkü bilir ki o şey, o tamamlanma hali sadece O’nunla olabilir. Ölümde de yaşamda da birlikteliktir. Sevda olağandışıdır. Erişilmez olandır. Herhangi biri olamaz. Yalnızca O’dur. 

                                                            

                                                               "-Ben üçüncü bir yol bulacağım.

                                                                 -Biliyorum."

İncila bu duygunun ustası hikâyede, Mete ise çırağı. Öğreniyor Mete. İmkansıza düşe düşe öğreniyor. İncila'nın hayalden seken gerçeğe bakışındaki nahifliğe baka baka öğreniyor Mete sevdaya düşmeyi. Birbirleri için “enlerin eni” onlar. Bu nedenle Mete ve İncila için başka bir ihtimal yok. İncila, Mete olmadan da Mete’yi sevmeyi bilmiş. Onun başına gelenleri kabullenmesi bundan. Bekliyor İncila, o bulmak istediği üçüncü yolu bulmasını. Ne zaman demeden, neden demeden, suçlamadan bekliyor İncila. Çocukluğundan beri boğuluşuna şahit olduğu Mete’nin ruhuna yük getirmemek için onu dinliyor. Sadece dinliyor İncila ve seviyor. Bakışıyla, kalbiyle seviyor. Mete de öğreniyor. Kendisinde olanın karşılığını duyduğu andan beri daha da derine dalıyor sevdasında. Kadir’e sarıldı diye vazgeçmiyor İncila’dan mesela artık. Kıskanıyor ama kendisini artık o duyguya teslim etmiyor Mete. Biliyor kalbinin aynasını. Tıpkı İncila’nın aynasında yansıyan kendi görüntüsü gibi. İncila Mete, Mete İncila. Birbirlerinin yansıması onlar. Yaraları aynı, şifaları da aynı. Naz’ın kıskançlıkla bastığı ele Mete’nin önce merhem sürmesi ardından öperek şifalaması bundan.


                                         "-Baba"

Oğullar babalarıyla savaşmadan büyümez. Oğullar babalarını öldürmeden iktidar olamaz. Bu ölüm semboliktir ama büyümek için bir erkeğin bunu yapması gerekir. O baba hiç olmamışsa hele savaş daha derin olacaktır. Kaybolmuş bir çocukluğun hesabı illa ki sorulacaktır. Mete’in önünde yaşayacağı iki iktidar savaşı var kendi “beni” için. İlki bölüm sonu tam karşısında kaldı. Sevdiği kadını tehdit eden babasına savaş bıçağını çekecektir. Sonra… Sonra Ziya Dede. Mete bu iki savaştan galip çıktığında artık önünde kimsenin durabileceğini sanmıyorum. Pekiii, İncila savaşı? Asıl meydan savaşının olacağı alan İncila. Mete onun kalbini aldı bile. İncila’yı kaybetmenin kıyısına dahi gelse Mete karşısında kimse duramayacaktır. Naz bile. Hatta iki aile bile.

 


                                                                   "-Mete ne yapıyorsun sen?

                                                                   -Asıl sen ne yapıyorsun? Kaçıp gitmeyi mi planlıyorsun?"

Son demde; hala bıçak sırtı ilerliyoruz. Metila  aşkımızda netiz ama karşı cepheye dair hala bir hamlemiz yok. Bebekten şüphelendik gibi oldu ama sonra dağıldık. Naz’ın şiddet eğilimini çabuk atlattık ki bence orası kaşınmalı. Kadir İncila’ya bu mesafede kalmalı ve asla yaklaşmamalı. Naz ve Kadir arasındaki aks bence gelişebilir zira sevgisiz birliktelikler kişilerin ihtiyacı olan ilgiyi asla sağmaz. Naz Kadir’le Mete’nin sevgisizliğini görüp ona yönelebilir. Kaldı ki Naz’ın meydan savaşı ya İncila’yla ya da İncila için. O halde İncila’ya âşık olan Kadir neden Naz’ın hedefi olmasın ki? Mete’nin artık bazı noktalarda öne çıkıp kendisini göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Hayat sorumluluğu alabileceğini görelim. İncila’nın okul mevzusunu o gündeme getirmeli ve kız o tımarhaneden çıkmalı. Kendi hayatına yönelik bir şeyler yapmalı ki bu Naz’la gerilimi de artırır. Mete ve İncila’nın aşkla harmanlanmış dostluğunu da seviyorum. Ama aşka dair bazı dokunuşlara ihtiyaç var. Yapılmak isteneni anlamakla beraber o dokunulamayan ama en derinde yaşanan sevdayı görmemiz gerek. Elimizde harika iki oyuncu var. Sınırlar zorlanabilir. O duygu en yüksekten verilebilir. Aşk ne de olsa yüksek bir duygu.

                                                                                                           UmayMasal

20 Ocak 2024 Cumartesi

Zalim ve Mazlum İkileminde Büyütülen Aşk- METİLA

 


"Sana dair ne varsa içimde sardım, sakladım. Kimse görmesin, bilmesin diye gözyaşımı bile içime akıttım. Bir gün karşıma çıktın. Gözlerim gözlerine yakalandı. Kaçamadım. O andan sonra bir senden saklanamadım.- İ

Bilmezdim sözcüklerin suskunluğa yenileceğini. Anlamazdım yalınlığın bu kadar düşsel olabileceğini. Bir çift güzel göz için insanın hayatından vazgeçebileceğini, onunla olsun da ölüm bile olsun diyebileceğimi. Senden öğrendim.-M" 

Dünya mazlumların zalimler elinde ezilişini izleyen sözde masumların kendilerine ihanetleri yüzünden bu kadar kötü. “Sakla Beni” aşk tematiği üzerine kurulmuş bir hikâye gibi dursa da aslında zalim ve masum arasındaki ilişkinin dinamiklerini de irdeleyen ilginç bir iş. Üçgeni çok seven Türk senaristleri adına da yaratıcı sayılabilecek bir üçgen var Sakla Beni evreninde. İncila- Mete- Naz üçgeni. Neresi ilginç, bir adam iki kadın diyebilirsiniz ama o noktada çok yanılırsınız. Burada ortada paylaşılamayan isim adam değil: İncila. Naz’ın takıntılı bağımlılığı İncila, Mete’nin ilk ve tek aşkı İncila. Madem anlatmaya başladık hikâyenin nasıl başladığından ilerleyelim.


                                                                  "-Ya gelmezse?

                                                                  -Cehennemin dibine kadar yolu var. Gerçi orada da yolu                                                                                                                                         bana düşer salağın.

                                                                  Zaten kim onu benim kadar tanır, benim kadar sever ki."

İlk bölümde, Naz ve İncila arasındaki köle- efendi ilişkisini gördük uzun uzun. Burada özellikle köle-efendi kavramlarını kullanıyorum çünkü Naz asla çalışanına kötü davranan işveren ifadesiyle yumuşatılabilir biri değil. Naz korkunç manipülatif, şımartılmış, üstüne güç bağımlılığı ile zehirlenmiş bir ruh. Bunun nedenleri elbet var ki burada öncelikli sorumluluk annesi Filiz’e ait. Naz annesinin yansıması. Sevmesini bilmeyen, sevgi dilini hükmetme isteğiyle karıştıran, başka hayatları önemsiz hatta oyun alanı gören Filiz’in aynası kızı Naz. İşte bu Naz’ın eline küçücük, kimsesiz haliyle oyuncak olarak verilmiş İncila. Anne ve babasının ölüm sorumluluğu yıkılmış üstüne, babaannesi ve dedesi tarafından istenmemiş bu minicik yeşil gözlü kız tam bir tımarhane olan yalıda Naz’ın işkencelerine muhatap olmuş. Bu işkenceler kimi zaman psikolojik bazen de darp şeklinde İncila’nın bedeninde ve ruhunda yaralar açarken Mete ile karşılaşmış İncila. Mete de onun gibi yaralı bir çocuk. Mete bu küçük kız çocuğunun hayatında edineceği yeri asla bilmeden tutmuş İncila’nın elini. Oyun oynamış onunla, onu görmüş, onunla gerçekten konuşmuş. Naz dışında herkes için duyulmaz ve görünmez olan İncila’ya arkadaş olmuş Mete. Yıllar süren ve daha ne kadar derinde olduğunu çok da bilemediğimiz yaralar açılırken İncila’nın ruhunda büyümüş bu üçlü. Tabi burada parantez açılması gereken bir nokta daha var. Naz’ın Mete’nin İncila’ya ilgisini fark edip kurduğu manipülatif oyun. Naz ve Mete’nin aynı odada yakalanmaları ve aileleri tarafından birbirlerine zincirlenmelerine neden olması. Bu Naz’ın çocuk aklının dayandığı sınırları görmek açısından önemli zira yetişkin bir Naz’ın sebep olabilecekleri tartışmaya açık. Bu oyun Naz açısından istediğini alma, Mete için kurtulmayı bile düşünemeyeceği bir zorunluluk.

                                                   "Çok yakışmış, benim en sevdiğim renk. Ama daha önce kimseye bu                                                                                                                                 kadar yakıştığını görmemiştim."                                                                       

      Bölüme dair bir sonraki aks Mete ve İncila. Naz’ın elbisesini almaya giden İncila ile henüz yurtdışından dönmüş Mete’nin karşılaşması. Mete’nin sırtını gördüğü İnci’nin çıplak ayaklarından etkilenişi ve devamında kızın giyindiği kabini kazara açışı. Kader bağı. Naz’ın belli ki Mete’yi etkilemek için seçtiği ve Mete’nin en sevdiği renk olan elbisenin İncila’nın üstündeki parlayışı. Çocukluğundaki arkadaşı ve içinde büyüttüğü aşkı ile İncila, İncila’nın kocaman yeşil gözlerinde kaybolan Mete. Mete’nin hayatındaki izi en büyük olan kadınların hepsinin yeşil gözlü olması. Annesi Gülten, teyzesi ve anne üç çeyreği Belgin ve şimdi İncila. Kader bağına bir düğüm daha. İncila’yı yakalama çabasındaki Mete’nin bu kez genç kadını, Naz’ı değil İncila’yı anlatan elbiseyle görmesi. Ondan gözlerini alamaması. Devamında tekrar onu görmek için kıza adres verişi ve giden İncila’nın arkasından bakışı. Sahne bütünüyle kader bağına yönelik verilerle dolu. Sonrasında asla Mete’ye gitmeyi düşünmeyen İncila’nın Naz tarafından itilip kakılması, kolyesini tamire yollanması ve tamir yapılan yerin Mete’ye yakınlığı. İncila geçtiğimiz hafta bu sahneyi İncilaca anlattı. Hayal arkadaşını ve sonra hayal aşkının kendisi için cidden nişana gitmeme ihtimalini merak etmiş o. Acaba… Mete onu bir anlığına bile olsa Naz’a tercih etmiş olabilir mi? Mete’nin kalbini temsil eden sığınağın kapısının ona açılışı ve içeri girerken yaşadığı tereddüt. Mete’nin tabiri ile ürkek bir ceylan gibi. Demek Mete bile isteye açmış o kapıyı yani kalbinin kapısı. Naz’a hiç açılamayan, açılmayan kapıyı. Sonra İncila’nın kendisine yemek yaparken bulduğu Mete. Oysa birileri için bir şeyler yapan hep İncila olur. Turna kuşu da yapmıştı değil mi Mete İncila için çocukken? Kadere bir düğüm daha. Mutfakta gergin İncila. Orada olmak istiyor ama olmamalı. Mete ise sanki hep orada olması gerekiyor gibi davranıyor ona. İncila şaşkın. Yemeğe oturuyorlar. İsmini soruyor Mete. Çocukluğuna dönüyor İncila. Mercan, diyor ve aşkın rengi kırmızı İncila oluveriyor. Yemek ve kaçamak sohbet derken Mete’nin ona aldığı hediyenin kutusunu açıyor İncila. Kutu Pandora’nın Kutusu aslında. İçinden çıkansa İncila’nın umudu. O kıpkırmızı elbise aşka direncin kırıldığı an. Mete’nin azalır hatta biter belki diye yürüdüğü, İncila’nınsa kendisi için tek bir gece diye her şeyi, kendini bile unuttuğu gece. Sonrası gittikçe büyüyen bir duygu. Her karşılaşmada artan, Naz’la ailelere söz verildiği için yapılan nişana rağmen karşı konulamayan bir tutku ve kuşkusuz aşk. Mete’ye verilen düğme ve düğümlü bileklik. Mete babasının gidişinden sonra hem annesinin hem babasının desteğini kaybetmiş bir çocuk. Tıpkı küçücükken anne ve babasını kaybeden İncila gibi. O bileklik ve geçen hafta İncila’daki yerini öğrenen Mete. Tüm o sevgisizlik içinde Mete’nin İncila’da gördüğü, hissettiği ve sonunda duyduğu kocaman aşk. Tıpkı kendisinde büyüdükçe büyüyen aşk gibi. Mete’de tüm tanımları değiştiren, kaderi diye yutturulan onca şeye karşı sadece aşk.


                                                                          "-Bedeli neyse ödeyelim benden gitme!

                                                                            -Ayrılacak mısın nişanlından?" 

Aşk;

Öyle bir duygudur ki aşk, kendisinin olduğu yerde başka bir duyguya izin vermez. Kendisinden başka bir şeyi barındırmaz yakınında. İncila ve Mete’yi çevreleyen travmatik evrende henüz bu noktaya gelinmediyse de gelinecek gibi duruyor. Çünkü bu bir aşk hikayesi olması yanında ciddi bir bağımsızlık savaşı. İncila’nın aslında torunu olduğu eve minnetle bağlılığından ve aslında hayatını bir oyun alanı gibi gören, kendi kölesini kaptırmama savaşındaki Naz’dan kurtulma savaşı. Diğer taraftan yine manipülasyonlarla Naz’a ve onun hastalıklı takıntısına zincirlenirken dedesiyle de arasında babasından koparılma sahnesiyle başlayan bir bağımlılık ilişkisi var. Kısaca aşk ikisini de ailelerine karşı ayaklandırmalı. Hoş ikilinin adım adım geldiği nokta çok ilginç. İkisi de Naz’a rağmen birbirine yürüdü. İncila, Naz için kendisini ifşaladı. Mete İncila için Naz’dan vazgeçmek üzereyken İncila’ya güvenini kaybetti Naz’la koşar adım evlenmeye kalktı. Aynı günün gecesi pişman olmaya başladı. İncila’yı acıttı ama kendisi de acıdı; İncila’yı vurdukça kendisini de vurduğunu anladı. Kıskanmakla sınandı. Naz’a kendi tabiriyle İnci’yi düşünmekten dokunamadı. Kızın kaçıp kaybolma ihtimaliyle sınandı. Devamında kızın gerçeğiyle yüzleşti. Evlenme ihtimalinde delirdi. Kadir’le, ailelerle kapıştı. Yetmedi daima Naz’la kapıştı. Hep İncila uğrunaydı savaş. Kız kaçtıkça kovaladı, hayaliyle avundu. İncila da farksız değildi. Mete’den gitmek istedikçe saplandı kaldı. Vicdan sesini bastırmak için kendisini cezalandırmaya kalktı. Ama Mete kendisini sevmekten vazgeçecek diye de ödü koptu. Flörtün kavga aşaması aşılıp diyalog kurabilme noktasına gelindiğinde Mete de İnci’nin aslında ne yaşadığına hâkim olmaya başladı. İncila ve Mete’nin arasındaki fırtına durunca İncila’nın itirafıyla ilk bölümlerdeki konuşabilen Metila geri döndü. Metila’nın arasındaki duygu çok katmanlı. Aşıklar ama aynı zamanda her şeyi konuşabilen iki dost onlar. Başkalarından birbirlerini saklarken birbirlerinden sakladıkları bir şey yok.


                                                        "Bütün İstanbul'u ayağa kaldırır bulurum seni, beni zorlama!"

Şimdiki zamana gelince;

Bu haftaki bölümde birlikte bir hayata kaçmaya çalışırken Naz engeline takılan bir Metila gördük. Naz’ın hamileliği hikâyenin ortasına bomba gibi düşerken İncila ve Mete’nin kalbi, ruhu paramparça oldu. İkisi de başka bir gelecek mümkün mü umuduna tutunup nelerden geçerek verdi kaçma kararını. Vicdan yükünü sırtlamaya, ailelerin desteğinden yoksun kalmaya, belki yargılamaları göğüslemeye gönüllü olarak çıkıyorlardı o yola. Sadece mutlu olmak için. Onlara nefes aldırmayan tüm zorunluluklardan kaçmak ve birlikte tek nefeste buluşmak içindi çabaları. Olmadı. Bulutlardan düştüler. Parçalandılar. İlk kez umut eden İncila’nın düşüşü Mete’den sert oldu. Çünkü ona her konuda cesaret veren Mete umut etmesine sebep olup mutluluğa en çok inandığı anda elini bırakmak zorunda kalmıştı. İncila’nın çektiği acının içindeki vicdan yükünün ne kadar arttığını gördük bölüm boyunca. Naz’a karşı hissettiği sorumluluğa eklenen bebek sorumluluğu. Diğer taraftan Mete’den aynı güçte karşılığı duyulan aşk ve bölüme damgasını vuran “Kader” sözcüğü. Mete’ye gelince babası olmak istemeyen Mete’nin babası gibi olmaktan kaçamadığı noktadayız. Babanın hikayesini Gülten’den dinledik. Baba tarafı ne anlatacak ilerde göreceğiz bence ama Mete yaşadığı travmayı yaşatmak istemiyor. Lakin öyle görünüyor ki İncila’dan da vazgeçmek istemiyor. Şimdilik çözümsüz bir şekilde sürükleniyor gibi. Kaçınılmaz olansa bir noktada karar vermek zorunda kalacağı. 

Burada küçük bir parantez açmak isterim. Bize vaad edilen hikâyenin baştan beri söylediğim iki aksı var. Birincisi kuşkusuz Mete- İncila aşkı. İkincisi ise bu aşkın tetiklediği olayların başta İncila ve Mete olmak üzere birbirine geçmiş ilişkileri içinde iki ailenin de özgürleşmesini sağlaması. Atıf ve Ziya’nın aileleri lanetlenmiş gibi birbirine bağlanmış ve bu bağ sanılanın aksine köleleştiriyor iki tarafı da. Peki bu lanetli bağın sebebi ne? Tabi ki de İncila’nın babaannesine yapılanlar.  Atıf Afife’ye sahip çıkmadığı ve ailesine onu kurban ettiği için bu lanetle yaşıyor ki ne kendisi ne de ailesinden tek kişi mutlu olabilmiş, Ziya ise Atıf’ın ailesi ile bir olup Afife’ye yaptıkları için suçlu ki aynı mutsuzluk Ziya’nın ailesinin üzerinde de dolaşıyor. Hepsi tam tersi yönde bencillikle uğraşsa da kurtuluşları İncila’nın hayatını ona geri vermek. Haklarını ve kuşkusuz aşkını. İncila mutsuz oldukça iki ailenin travmatik mutsuzluğu sürecek. Çözüm sadece İncila’nın haklarının teslim edilmesi. Başka yol yok. Ziya Dede buna gönüllü zaten. Afife’nin saçma Kadir manipülasyonları olmasa Ziya’nın İncila’ya hayalleri konusunda yardım edeceğine eminim ben. Umarım Atıf’ın ve ailesinin tüm o büyük burunlu tavrına karşılık Ziya İncila’nın destekçisi olmayı sürdürür. Zira İncila’nın kimsesi yok. Mete’den başka. Hikâyenin iki aksının da korunması gerekiyor. Yani aşkın da özgürlük savaşının da. Ama son dört haftadır hikâye patinaj yapıyor. Bütün akış İncila Kadir’le evlenecek mi evlenmeyecek mi sorunsalına kaydı. Üstüne bir de Naz’ın hamileliği geldi. Öncelikle bu iki durumda hikâyeye çok büyük zarar veriyor. Elbette çatışma çok önemlidir. Ancak çatışmanız karaktere ve hikâyeye hizmet etmeli. Biz izleyici olarak İncila ve Mete aşkında zorlu bir sürece gönüllü olduğumuzu biliyoruz ama… İşte o ama şu, siz Mete’ye “Senin yüzünden karıma dokunamıyorum.” dedirtip üstüne hiçbir boşluk bırakmadan evlendiği gece dahil sadece İncila peşinde koşan bir Mete gösterirseniz izleyen bu hamilelik için “Ne bu?” der. Hatta sadece bunu demez ekler: “Hem İncila’ya her anlamda engel ol, seviyorum de hem de karını hamile bırak.” Bu hamle hem Mete’ye karakter anlamında hem de aşkındaki samimiyet anlamında darbe vurur ki vurdu. Kadir’le evlilik ihtimalinin İncila’nın reddine rağmen cepte tutulmasına gelince, biz zaten İnci’nin Naz bağımlılığından kurtulmasını istiyoruz üstüne Kadir’le evlilik saçmalığını girilmesi yine hem aşka hem de karaktere ihanet. Bence bulunacak tek formül hamileliğin Naz’ın hasta zihninin ürünü olması ya da testin yanılması ki bu olsa bile İncila varken olan bir Naz-Mete birlikteliği sorun. Kadir’e gelirsek onun da hikayedeki yeri sadece gerilimde kalmalı, İncila’nın sağlam durup ki şu an duruyor, Kadir’le evlilik yoluna girmemesi lazım. Olmadığını düşünmek istiyorum ama hamilelik olsa bile.


                                                            
                                                               "- Nerde hangi şartta yaşadığımızın önemi yok, bana tek göz                                                                                                                       oda da yeter. sen yanımda ol.

                                                                -Olacağım. 

                                                               -Daha önce sana söyleyememiştim. Seni seviyorum.

                                                               -Ben de seni seviyorum."

Hamiş; son iki bölümdür birbirinden vazgeçemeyen Metila görmek güzel. Senarist çok ince bir buzun üstünde yürüyor. Mete adına da İncila adına da. Bu aşkın nelerden geçtiğini alt metin okuyabilenlere anlatma güç değil ama herkes bu beceride değil. Naz’ın İncila’ya çocukluğundan beri yaptıklarının hatta Mete’ye yaptıklarının her ikisine de yapmaya devam ettiklerinin görmezden gelinmesini istemiyorsanız hikâyeyi doğru kurmak zorundasınız. Metila’nın kabul görebileceği noktada kalması ancak böyle mümkün. Başka türlüsü zor. Aşkın özgürleştirmesi mottosu devam etmeli. Hatta tam olarak hikâye aksı orada tutulmalı. Dönüşürken, değişirken hep buna sadık kalınmalı. İyi bir hikaye damarı olan işin özenle o damarda bırakılmasını talep etmek sanıyorum hakkımız.   


                                                                              "-Ölmek istiyorum.

                                                                               -Sakın, söyleme böyle şeyler. Ne yaparım ben sensiz?"

Ve son söz; beni Sakla Beni evrenine getiren kişi. Yönetmenimiz Nadim Güç. Muazzam bir kadrajlama ve renk paleti. Aşk gözlerde başlar oradan kalbe iner ruha işler mottosunu ilmek ilmek gösteriyor izleyiciye. Sadece Mete ve İncila'nın gözlerine odaklanan kamera, onlar giydiğinde anlamlanan kırmızılar, yeşiller ve maviler.  Travmatik karakterlerin içini dışına vuran mimiklere, jestlere odaklanan açılar ve her kareye yerleştirilen mekana dair unsurlar. Mete'nin odasında asılı tablonun Naz ve Mete evliliğinin dinamiği olan kaos ve bir sürü gözü temsilen gözlerle dolu olması, Gülten'in odasına kimsenin ayakkabıyla giremiyor oluşu ile Mete'nin İncila'yı gördüğü anda kızın çıplak ayak olması, Atıf'ın evinin sözde soyluluk yansıması bir sürü değerli ama mutsuz eşya ile dolu olması hepsinin ayrıntıda gözükmesi ve ben buradayım demesi. Travmatik hikayede masalsı bir aşkın atmosferini yaratabilmesi muazzam. Buradan küçük bir tebrik.  

                                                                                                   UmayMasal

28 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-22.bölüm

KOZADAN ÇIKMAK
“Evin neresi deme,
Bildiğim tek ev omzun.
Sığındığım tek odam göğsün artık.
Evin neresi deme,
Ev nedir ki?
Sensin işte.”
Affetmek insanı sağaltır, affetmek hayatı sağaltır. Yüreğimiz sevdiklerimizle  kanatlanır o kanatları sevdiklerimiz yakabilir. Meryem’in  daha pek yeni kozadan çıkmış ve kanatlanmış olan ruhu yine yeniden Oktay’ın yarattığı cehennemin ateşiyle tutuştu.  Gülümser Anne’nin  ölümündeki payını öğrenmesiyle “yeter artık” diyerek zarar verdiğini düşündüğü Savaş ve Güçlü’den kaçtı. Kaçışı onu yine Oktay’ın yarattığı cehennemin zebanisi olmaya aday ama aslında o cehennemde kurbanlıktan öteye geçemeyecek kadar zayıf kalan ikilinin karşısına çıkardı. Derin ve Nurten. Nurten oğlunun ölümünün intikamı derdindeyken Meryem’in dimdik duruşu hem onu hem de Derin’i sarstı. Kuşkusuz bu ikili hakkında Meryem’le aynı fikirdeyim. Nurten utanç içinde boğulurken aslında oğlunun yaptıkları ve kendi tohumunun aslında neden olduklarından kaçma hesabında. Okuyanlar hatırlar belki biz Oktay ve Derin’in karakter sıkıntısını anneleriyle ilişkilerine çok önce bağlamıştık. Bu haftaki bölüm bu konudaki haklılığımızı iki karakter açısından da ortaya koydu. Oktay’ın gerçeği kendine göre eğip bükme halinin, hastalıklı takıntılılığının merkezinde annesinin olduğu o kadar barizdi ki. Nurten’in tüm karikatür hallerinde rağmen hem de. Diğer taraftan Derin ve annesi Şahika arasındaki ilişki sarmalının da çok sevgi dolu olmadığının da altı çizildi. Derin’in en az Oktay kadar hastalıklı bir takıntıya dönüşen Savaş aşkı(!)  da yine annesinin onu terk etmesinde yücelttiği aşka bağlandı. Derin gibi bir kadının neden Savaş’a bu kadar takıntılı olduğunun temelini merak ediyordum. Annesinin kızını görmemek uğruna aşk acısı çekmekten kaçışı güzel cevaptı. En azından benim adıma. Derin her şeyin üstünde olan anne sevgisinin bile ancak aşkla üzerine çıkılabileceğine inanarak büyümüş. Sevildiğine inanmamış, aşkla sevilmek istemiş. Çocukluktan kalan her boşluğu aşkla doldurmak istemiş. Acısına eş değer gördüğü ve acılarında yanında olduğu Savaş’ı işte tam da bu yüzden kendine hak görmüş. Bedele karşılık aşk benim demiş. Tam da bu nedenle şiddeti, aşka ,aşkı saplantıya el vermiş.
Meryem ve Savaş’sa o kadar normalleşerek bir biz oluşturmaya başladı ki son iki haftadır. Birbirlerinden  şiddetli kaçışlarının ardından bu kadar sakin bir bizlik sanırım seyirciye de garip gelmiştir. Ancak diğer taraftan yaşayacakları fırtına öncesi ikisinin de karakteristik olarak dinlenmeye ihtiyacı vardı. Normal sevgililer gibi olamazlar bu muhakkak. Çünkü Meryem evreni buna izin vermez. Yine de bakalım bu sükûnet halindeki aşka. Savaş da Meryem de ne kadar değişti ve aynı zamanda ne kadar aynı aşkta. İlk bölümde Oktay’dan evlenme teklifi beklerken ne kadar umudunu başkasına bağlamış bir Meryem vardı. O teklifi isteyen, o teklifle sanki ilişkisine ait olmayı başaracak bir Meryem. Peki Savaş’ın Meryem’i böyle mi? Hayır. Savaş’ın her sözcüğü onunla evlenmek istediğini haykırırken alttan alta o Meryem kadar ait ki bu aşka takılmıyor, tüm ilişki akışında olduğu gibi kabul ediyor her sözü.  Savaş’ın söz vermesine gerek yok onun için. Savaş’ın her sözü bir yemin çünkü biliyor. Savaş’ın inanmadığı yapmak istemediği bir şeyi söylemeyeceğinden o kadar emin ki… “Seni hep yanımda  istiyorum” demesinin bir söz olduğunu aralarındaki sevdanın mühür olduğunu bildiğinden Savaş’ın kollarında uyumayı kendisi istiyor. Diğer taraftan eski koca problemiyle Burcu ve Güçlü arasındaki ilişki de ilginç yerlere sürükleniyor. Burcu’nun tüm karşı koyuşuna rağmen kapıyı zorlamayı sürdüren Güçlü sonunda araladı o kapıyı. Meryem ve Güçlü arasındaki haklı kırgınlık daha bu haftadan çözüleceğinin sinyalini de verdi. Güçlü adı gibi. Haklı kırgınlığına rağmen uzaklaşıp düşündüğünde yoluna sokacaktır her şeyi. Zira Güçlü Savaş’ı abiliğe nasıl kabul etmişse çocukluğundan bu yana Meryem’i de kardeşliğe seçti. Gerisi zaman. Biraz da Güçlü ve Burcu’ya ayrı hikaye yaratma süreci.
Meryem hikaye olarak başladığında ana konusu Sevinç kazası , Oktay-Meryem sırrı , beraberinde tüm bunlara dahil Savaş ve uzantılarıydı. Bu ana konu geçtiğimiz haftalardan başlayarak kapanmaya başlamıştı zaten. Bu hafta senaristimiz hikayede eskiye dair ne varsa silip süpürdü. Meryem evreni yeni katılımcılarıyla bambaşka bir yolculuğa başladı. Benim kanaatim Sargun Berker savaşına doğru gittiği hikayenin. Kaldı ki bu hafta geldiğinden beri Savaş’a çok benzettiğim Berk’in yeniden oyuna dahil olmasıyla muhtemel Sargun-Bilen  ortaklığının tohumları da atıldı. Naz’a aşık olması, Savaş’ın korkusuzluğuna neredeyse denk hali, Oktay’a olan tiksintisi ile Berk, Beliz’den farklı bir kimlik. Beliz ne kadar zayıf, kendini var etmek için ne kadar muhtaç bir karakterse Berk o oranda güçlü, net. Doğruları olan, doğrular uğruna kurban vermekten çekinmeyen biri. Bu noktada Meryem’den değil Savaş’tan bizim iyiler takımına dahil olmasının bence bir sakıncası yok.  Yurdal’ın oyun dışına çıkmış gibi duran konumu da bu hafta Şahika’yı çözümleme şekliyle yeniden tanımlandı. Dizinin başından beri babasıyla çatışma halinde olan Savaş artık babasıyla aynı tarafta olacak. Yurdal Sargun ise Tülin’in de ilan ettiği gibi Meryem’in varlığını kabul etmiş durumda. Savaş’a Naz’ı anlatırken aslında kendi kabul sürecini de özetledi. Şahika’nın gelişi kuşkusuz dizideki tüm dengeleri değiştirdi. Oktay’ın bitirilen savcılık macerasından sonra böyle bir kimlik kuşkusuz çatışmayı desteklemek için şarttı. Derin tek başına zayıf kalacaktı. Aslında Şahika’nın Derin’i kanata kanata uyguladığı strateji Derin’in daha acımasız hale gelmesini sağlayabilir. Savaş’ı koruma içgüdüsü kalmayan bir Derin bence en az uyanacak olan Oktay kadar tehlikeli olacaktır. Bölümün finalinde içerdeki odada Nurten, gözükmese de orda olduğunu bildiğimiz Oktay, onun başındaki Jasmin, Şahika ve Derin yepyeni kötü ittifakıyken diğer tarafta Yurdal’ın yanındaki Savaş, Berk; ve bu üç adama bağlı Meryem, Naz, Beliz, Tülin. Savaş’tan ayrı düşünülemeyen Güçlü, ona bağlı Burcu. Beliz konusunda emin olamasam da kalanlar konusunda şu denebilir: Cidden iyi bir takım.
Son demde; birinin gözlerine baktığında tüm kargaşalara inat huzuru, inancı, geçmişin temize çekilişini görüyorsan; üstüne o senin elini tutup her şeyin iyi olacağını söylüyorsa hayatta bir şeyler daha güzel olacak demektir. Sen sevgili, her şeyden önce gözleriyle tanıştığım, gözlerindeki acıya şahit olduğum, o acı bana bakan bir sevgiye dönüşürken birlikte düştüğüm, birlikte dipten sektiğim; güzellik denilen o şey kıskansın senin kalbime dokunduğunda ruhuma dağılan o hissi. Sen seviyorum demesen bile sevdiğini bildiğim. Omzunu evim bildiğim, göğsünde dinlendiğim.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                  UmayMasal



      

21 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-21.bölüm

Aşk-ı Tufan
“Ölüm yaşam bir varmış bir yokmuştur. Ölümle yaşam aynı yaprağın iki yüzüdür, art arda gelen iki yaprak değil.”
Hayat dediğin o kadar ince bir iplik ki nerede ,  ne zaman kopacağını kime ne zaman düğüm olacağını öngörmek zor. Meryem bu hafta Oktay’ın ölüm haberiyle açıldı. Bu haber dizi evrenimizde her karakterde ayrı yankı buldu. Duygu şiddetleri bakış açıları ile doğru orantılı değişse de tıpkı Oktay’ın dediği gibi onun ardından sadece Beliz gerçekten üzüldü. Bir de Beliz’in motivasyonunun  çok uzağındaki duygularıyla Meryem. Meryem’i çok sarstı bu ölüm. Öncelikle katil olmak ya da en azından bir ölümde daha pay sahibi olmaktı onu sarsan. Sonrasında Burcu’ya da anlattığı gibi Oktay varken olanları onun suçu olarak hissetmek kolayken suçların bir anda kendi omuzlarına kalmasıydı Meryem’i ağlatan. Savaş’ın da dediği gibi Meryem böyle biri. Ama bir taraftan da ciğeri beş para etmez adama üzülen Meryem’in üzüntüsüne kıyamasa da ona tek laf etmeyen, onu anlamaya çalışan Savaş’ta kuşkusuz  Meryem’le aynı hamurdan. Hüzün çökmüşken ruhuna ve belki  geçmişine dair her renk siyahta olsa hayatından çekilip gitmişken, uzaklaşan çocukluğunun arkasından tuttuğu yası Savaş’ın doğum günü için geride bırakmaya razı Meryem Savaş için tek telefonla o hüznün perdesini aralayıverdi. Savaş’ın telefonu açtığında bulutlu yüzünde Meryem onu çağırdığında açan güneş kuşkusuz gözlerden kaçmadı. Sürprizler, aile olmalar, Münir Özkul’a , Vecihi’ye yapılan göndermeler derken Savaş için tüm sevdiklerinin resmi geçitine dönen doğum gününde anladık ki Savaş’ın istediği hep basit ama huzurlu bir aile tablosu. Kardeşleriyle, sevdiğiyle gülümseyerek sarıldığı bir sıcaklık. Bir de diğer dikkat çeken şey Savaş için Meryem ve Meryem’e dair her şey aslında kendi parçası haline gelmiş bile. Meryem’e evlenme teklif etmeden onunla geleceğini inşa etmeye başlamış zihninde. Onda belirsizliğe inat hayatlarına dair , Savaş’ta Meryem’e dair her şey yerli yerinde. Üçüncü bölümdü galiba. Meşhur rüyadan beri sanki Savaş’ın ruhu Meryem’le aile olmaya, onunla çocuklar büyütmeye hazırlanmış. Geçtiğimiz hafta Meryem’in başında “bizimki de ormana bakan”derken kendi cümlesine şaşıran Savaş bu hafta bir ömür Meryem’i dilerken o şaşkınlıktan ne kadar uzak, ne kadar sahiplenici. Meryem’i değil Meryem’le bir hayatı sahiplenen bir Savaş Sargun var. “Ne istersen , içinden ne gelirse onu yap” o kadar incelikli bir ifade ki. Genel erkek jargonundan sıyrılmış , özenli, birlikteliğe odaklı. Ah ah Savaş Bey iki haftadır gönlümüzü alıyorsun ne diyim? Savaş’ın doğum günündeki bir başka dikkat çekici unsur ise Yurdal’ın aile reisliğini Savaş’a bırakmasıydı. Yurdal için artık geçmişle hesap zamanı. Ancak bu hesaplaşma korkarım Sargunlar ve Berkerler olarak cephelere ayrılacak. Derin’in Tülin’in desteğini yitirmesi, tam da beklediğimiz gibi gri bir karakterden siyaha evrilişi , Jasmin’in gelişinin ve  ne hikmetse Meryem’e düşmanlığının Derin’in histerik aşkını bilemesi, Jasmin’in sırf Naz’ı acıtmak için Berk’i öpmesi diye gidiyor. Safların , tarafların değişmeye başladığının sinyallerinin alındığı bir bölümdü. İyilerimiz zaten katıksız orada sorun yok ancak Derin’in yeni ittifakının Nurten oluşu hikayeye döndüğü an Oktay ve Derin pazarlığının kanlı olacağının bana göre işareti. Diğer taraftan Yurdal’ın iç hesaplaşmaları, Güçlü’nün ailesinin anılarına sığınma telaşı, bir baba olarak davranma çabası karakterdeki öncelik sıralamasının yönünün değiştiğini gösteriyor bence. Ertan Komiser’e  gelince Meryem’e yardım etme telaşı bir vicdan temizleme kadar saflardaki değişimle de alakalı gibi. Hoş Gülümser’in ölümündeki Meryem payının ortaya çıkması adına söyledikleri taze sevgililer Savaş ve Meryem’in hayatına bomba gibi düştü. Burada bir parantez, okuyan bilir Gülümser Anne’nin ölümünü hiç desteklemedim. Bunun iki ana nedeni vardı. Birincisi bilge bir  kimlik bu tip hikayelere hep renk katar. Gerilimi azaltır. İyi gelir. İkincisi ise bu yükün Meryem’e ağır olduğunu düşünmemdi. Kaldı ki Güçlü’nün anne kaybının müsebbibi gördüğü Meryem susarak evet buna sebep oldu. Pek çok şeye neden olduğu gibi. Kendi babasını kaybettiği gibi. Güçlü Meryem’i affedecek. Hatta kardeşim dediği, ailem dediği genç kadının sırtını yasladığı kardeş olacak. Hem de çok kısa sürede. Lakin burada Meryem ne hissedecek. Bu vicdan yükünün üzerinden atlayıp mı geçecek? Sanmam. Bölümün en güzel sahnesi olan yağmur altındaki sağaltma seremonisinde gördük Meryem’in unutmadığını, unutamadığını. Diğer taraftan bu sahnedeki alt mesaj öyle derin ve güzeldi ki. Unutulamayana inat bir yağmurla hayatlarının en korkunç gecesini yaşayan ve korkutucu bir döneme giren Savaş’la Meryem’in Savaş’ın doğum gününde yağan yağmurla temizlenip geçmişteki duygulardan kendilerini sağaltıp yepyeni bir döneme adım atışıydı bu sahne. Aşk, tutku, özlem, acı, sevgi karmasıydı adeta. Sonrasındaki süreçte Savaş’ın Meryem’i kaçırışı, Derin’in derin hesapları. Bu kaçırma kısmında en sevdiğim sahne kuşkusuz ikilinin yolda kalmasıydı. Bu sahnedeki doğallık, karşısındakini hayatına kabul etmişlik, sevimlilik ve en çok da sıradan ama en samimisinden sevgililik hali.  Muhteşemdi. Burada bir es Savaş ve Meryem’e.
Burcu ve Güçlü zor bir süreçten geçerken bir taraftan da biz olma dönüşümünü de yaşıyor. Kim ne derse desin Güçlü’nün elini bırakmayacağına ikna olacak Burcu. Belki çoktan oldu bile de… İşte o bile sıkıntı. Çünkü korkarım Burcu’yu Güçlü’den uzak tutan şey güvensizlik değil.  Burcu’nun bebeğini kaybederken beraberinde bir daha anne olma olanağını da kaybetmiş olması. Bu Burcu yaradılışındaki bir kadını sevdiği adamdan uzak tutmak için çok güçlü bir neden. Kuşkusuz Savaş Meryem nikahından biliyoruz bu ikili de sorunlarını aşacak. Ama sancılı bir geçiş olacağı da belli. Belki tazelenen anne acısı Burcu’nun Güçlü’ye  yaklaşımını değiştirebilir. Aralarındaki ince buz da böylece erir. Güçlü hikayede kuşkusuz etkin hatta en etkin karakterlerden biri. Sadece Burcu merkezinde değil, Savaş Meryem ilişkisi hatta Naz hattında bile. Kafa karışıklıklarını attığında kendi hikayesini de oluşturmaya başlayacağı da bu bölüm kalın kalın çizildi. Burcu’nun kayıp kocası bakalım önce Güçlü’yü sonrasında onun sırtını dayadığı dağı, Savaş’ı, nerelere götürecek. Tabi Burcu ve Meryem’i de.
Berk ve Naz… Nazcım ne dersen de. Berk ve sen tutuldunuz birbirinize. Ancak bu aşkı hikayeye nereden yedirecekler nasıl ana hikayeye bağlayacaklar meraktayım. Jasmin’in Berk’e sırf Naz kıskançlığıyla yürüyeceğini hissetsem de bakalım. Jasmin’in Savaş ilgisi de ilginç. Bu aşk ilgisi olsa ki olmadığı aşikar, Derin sakin kalamazdı. Burada bir kız kardeş kıskançlığı mı var acaba, demeden geçemiyorum. Ey Yurdal Sargun yoksa bunu da mı yaptın?
Son demde;  Meryem’in yüreğinin güzelliğini görüp şaşıran Savaş, aşkın yüzüne baktığını nerede anladı acaba? Kalbiyle, kokusunu ezberleyip her şeyden korumaya çalıştığı, iyiliğine, kendinden geçebilme haline vurulduğu kadına hala benim mi şaşkınlığıyla sevdalanan Savaş için Meryem katman katman açılan bambaşka bir sevda mı? İlk hasta yatağında onu bırakıp gitmemesiyle ama ondan da önce gözlerine yakından baktığında Meryem’e görmese de bildiği miydi bu sevda? Tüm sıradanlıkların içinde olağanüstülük gördüğü , onun için süslendiğinde gözünü alamadığı ama en çok etrafında dolaşmasında yuva bulduğu ilk kadın mı Meryem? Ölümlerle yaşam arasındaki gelgitlerde savrulurken ortak hikayelerinde aslında yaşama tutunduğu mu Meryem? Ya Meryem? Savaş , onun için hayatta olmanın, hayat olmanın tek anlamı mı? İyiki varsın iyiki doğmuşsun demesinde mi varlığının onun varlığına bağlı olduğunu? Hayattaki tekliğini Savaş’ta bulduğunu. Tıpkı Güneş gibi. Unutmadan aşk tektir. Tek kişiye hissedilir.
Emeklere Saygıyla…
                                                                                                    UmayMasal






       

14 Aralık 2017 Perşembe

Meryem-20.bölüm

RUHUN UYUMUNDAKİ SEVDA
*“Aşk, teki kaybolmuş bir papuçla doğmaktır, böyle der Şehrazad. Sindirella masalındaki tek papucun sırrı budur. Ayakkabının uyması koşulu,aşkın uyum olduğunu tarif eder. Ayakkabı bir kişiye uyar; eğer o ayakkabı sayısız kişiye uyuyorsa , aşkın ayakkabısı değildir.”
Sevdaya dair en güzel sözcüktür uyum. Uyumsuzların içinde yakalanan rengarenk bir uyum. Kişi tanıdıkça gözlerine baktığını , gözlerindeki kuyuya düştüğünü; ruhunun kayıp parçasını bulduğunu anlar. Sözlerin muhatabı malum:Savaş ve Meryem. Dizinin başından bu yana en imkansız , en karmaşık, en karşı taraf, en yalanlarla örülü kozanın içinde hapis kalarak büyüyen aşk. Geçtiğimiz hafta aralarındaki yalan duvarının yıkılmasıyla aralarındaki adı konmuş lakin resmen kabul edilmemiş ; kalbin içinde tutulup gözlerden ellere evrilememiş Savaş-Meryem sevdası bu hafta başladı. Okuyanlar bilir Savaş’ın Meryem’e uzun süre kırgın kalamayacağını söylemiştik. Çünkü bize göre Savaş’ın derdi Meryem’in sevdiği adamdı. O adamın cinayetini saklaması değil. Bu hafta Savaş yaptığı her hamleyle attığı her adımla bunu ispatladı.
İlk sahneyle başlayalım: Oktay Meryem karşı karşıya. Silah Meryem’in elinde. Meryem Oktay’ı vurmak ve intikam almak derdinde mi? Hayır. Meryem kendi vicdanında kendisini affedemediği için Oktay’dan hesap sormak için orada. Sonra ne oluyor? Savaş geliyor. Meryem’in düğümlerini çözen, Meryem’den başka Meryem doğmasına sebep Savaş. Oktay Meryem’in dikkatinin dağılmasının verdiği fırsatla kendi silahına uzanıp o silahı Savaş’a doğrultunca olan oluyor. Meryem’in elindeki silah patlıyor. Derdimiz izlediğinizi size yeniden anlatmak değil. Bu sahne bana göre ciddi bir kırılma Meryem için. Haftalardır değişsin dediğimiz Meryem’in karakterindeki ilk ciddi dönüşüm. Karıncayı incitmekten korkan Meryem’in Savaş’ı korumak için ilk aktif hamlesi. Evet daha önce o silahın önüne de dikildi Meryem. Ancak onun Gandhi ruhunun parçasıydı bu pasif direniş, ölümü sevdalı olduğu adam için kabulleniş. Asla şiddete yönelik olmayan Meryem söz konusu Savaş olunca gözünü kırpmadan bastı tetiğe. Tabiki Meryem’in haftalardır üzerine çözen onca vicdan yükünün de etkisi vardı belki ama Oktay’ın kendisini vurmasına bile ses etmeyeceğini söyleyen genç kadının o tetiğe basarken tek güdüleyicisi Savaş’ı koruma refleksiydi. Buradan Savaş ve Meryem karakterlerinin paralelliklerine yenisini ekleyebiliriz sanıyorum. Sevme biçimleri ortakken şimdi koruma biçimlerindeki uyum  da bir bakıma ortaya çıkmış oldu. Susmayan Savaş’a artık susmayacak olan Meryem eklendi. Daha sonraki bir başka çözümlenmeye değer sahne de kuşkusuz Meryem’in kazası. Meryem’i kaybettiğini sanan Savaş’ın çığlık çığlık Meryem’i sevdasının ipiyle çekme telaşı. Savaş Meryem’e “seni seviyorum” demedi. Yani dedi de sözcüklerle değil, gözleriyle, yaptıklarıyla dedi. Meryem de bunu bildi. Savaş o arabanın içinde baygın Meryem’i bulduğunda kelimenin tam anlamıyla delirdi. Bilen bilir “Sevda” zaten bir delilik halidir. Meryem’in ölme ihtimali, Savaş’taki bütün kırgınlıkları, kızgınlıkları, hataları, imkansızlıkları süpürdü geçti. Genç kadının bir anlık gözlerini açması ile dünyası aydınlanan Savaş, o gözler kapanınca umutsuzluk ve kaybetme karanlığına yeniden savruldu. Bu kısım da Savaş için kırılmaydı. Hayat kısa ölümse her an orda. Savaş’ın tabiriyle sevdiği tüm kadınları kollarına alıp dans ederken Savaş’tan uzaklara savuran kader. O kader ki Meryem’i Sevinç’in kaderini izlemek için , Sevinç’in yokluğunu sağaltıp Savaş’ta var olan sevgiyi sevdaya çevirmek için getiren. Savaş Meryem’i kaybetme duygusuyla yüzleşirken geçmişe dair her şey yok oldu gitti. Burada parantez Furkan Andiç bu sahnede gerçekten duyguyu inanılmaz geçirdi izleyene alkışlar ona. Sonrasında Oktay ve Meryem’in hikayesinin kopmayacağına dair alt mesajlarla yüklü hastane sahneleri geldi. Doğrucu Davut Savaş’ımızın nasıl Meryem uğruna yalanı göze aldığını sonra Meryem’le başa çıkamayacağını anlayıp göz göre göre adaletten Meryem’i kaçırışını izledik. Ee Savaş Beycim sevda dediğin yapmam dediğini yaptırır, olmaz dediğini oldurur. Hoş sen bunu kabul ettin bile.
Aşkın Savaş Meryem haline virgül atıp Burcu Güçlü haline bakalım. Burcu’yu zaman zaman çözmeye çalışırken onun da kimsesizliğinden ama bu kimsesizlikteki vurgunun aileye dair olmadığına dair hissimizden bahsetmiştik. Yanılmadık. Burcu’nun hikayesi başından beri genç kadının savunma reflekslerine, erkeklere mesafesine, Meryem’i koruma şekline adeta cevap oldu. Ciddi bir acıyla ,geçmişle sarsılan Güçlü her şeye rağmen zaten Burcu’nun yanında duracaktı ve durdu. Tabi Burcu’nun direnişi devam etti. Ne Burcu’ya kızılabilir ne Güçlü’ye. Onlar için aşk bir direnme hali. Öyle direniyorlar ki ikisi de inandıkları uğruna Savaş ve Meryem bile zaman zaman onların direnişinde güç alıyor bana göre. Bu arada düşünmeden edemedim hem Güçlü’nün hem de Savaş’ın başka sevgilerden geçmiş , güvenleri yerle bir olmuş kadınlara sevdalanması da ayrı ironik. Güçlü’nün hem Burcu’ya duyduğu aşkta hem de sevgilerinde direnme biçimi hikayenin en güzel taraflarından biri.
Bir başka aşk hali de Berk ve Naz... Evet henüz yeni yeşeren bir aşk bu ancak şu da bir gerçek ki temeli ve hikayesi bana göre sağlam gelen bir aşk. Kuşkusuz bu hikayede merhale merhale aşklar. Berk ve Naz da kendi imkansızlık evrenlerinde güzel bir öyküye başladı. Naz’ın gerçeklerle yüzleşmesi babasının da gerçeğiyle karşılaşması eminim esas hikayeyi besleyen lezzetli yan hikayelerden olacak. Berk’in inatla reddettiği fakat başına buyruk “Meryem” erkeklerinden olmaya aday sevgisi de yine Naz’la öykülerinde bağlayıcı olacak. Netice ; ben sevdim bu aşkı da.
Aşkın Meryem-Savaş haline devam. Savaş Meryem’i kaçırdı. Yine bir kulübeye hapsetti. Bu kez Meryem’i korumak, Meryem’siz kalmamak adına. Kendi adıma en sevdiğim sahneydi 20.bölümden. Buradaki hesaplaşma ve devamı sanıyorum Meryem-Savaş ilişkisinin temelinin sağlam atılması adına gerekliydi. Meryem’in Oktaylaşmak istememesi, Savaş’ın onun doğrularına mağlup direnişi, Meryem’in gözlerine aşkla bakan adama aşktan bırakmayan adama “sevdiğin kadının katilini koruyan kadın için mi hapis yatacaksın?” sorusuna dağılan ama yine de Meryem’i kaybetme ihtimaliyle sınanmış ruhuyla yine de Meryem’e sığınan Savaş. Tüm şiddeti ve tüm özlemiyle ; sevgisinin karşısına çıkardığı sevdasının gücüyle geçmişi temize çeken Savaş. Savaş’ı Oktay’la vurup doğrularına Savaş’ı kurban etmemeye çalışan Meryem. Meryem’in gözlerine bakıp kendi sevdasından yansıyan aynada Meryem’in kendi uğruna tetik çekecek kadar güçlü aşkını görüp “sen benden önce kimseyi sevmedin”diyen Savaş. Savaş’ın Meryem’in Oktay’ı sevme haline tahammülü yok bu zaten malumumuzdu. Kalın kalın çizdi altını. Bu arada Savaş Sargun Bey aldık selamını Derin’le konuşmandan. Mesele söylemek değil o sevda uğruna yaptıkların dedin bir nevi. Gördük, duyduk, anladık. Senin öfkende, neşende, korkularında saklı sevdanın söze dökülmesi mühim değil, orda olması yaşanması mühim.
Son sahnede Savaş teslim olmaya giden Meryem’i durdurdu. Burcu ve Güçlü Oktay’ı kaçıran Derin’in peşine düştü. Biliyoruz ki Oktay yaşayacak, Derin ve Oktay ortaklığı çok can yakacak daha. Ama şu bir gerçek ki hikayemiz bambaşka yerlere savrulacak. Tahmin elbet var. Ama hep dediğimiz biz de aslolan ruh halleri.
Son demde;  bazen bir sevdayı tanımak için başka duygulardan geçmek gerekir. Önce sevmeyi öğrenmek, sonra haksızlığa direnmek. Bazen susmak gerekir canın yana yana, bazen eğilmek gerekir kırılmamak için. O sevdayı geçerken yakalamak , tanımak için önce kendinden geçmen gerekir. Kendin olmayı bırakmak. Sonra o sevda karşına çıktığında tüm o acıların ortasında , simsiyah karanlığının içinde ince bir sızı ışık olduğunda kendin olmaktan geçtiğin için biz olmaya , sevdada tek olmaya hazırsındır. O vakit sadece sevdanın elleri yeter. Tutarsın.
*Şehrazad'ın Sırları
Emeklere saygıyla...

                                                                                                               UmayMasal