star etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
star etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2024 Cumartesi

Zalim ve Mazlum İkileminde Büyütülen Aşk- METİLA

 


"Sana dair ne varsa içimde sardım, sakladım. Kimse görmesin, bilmesin diye gözyaşımı bile içime akıttım. Bir gün karşıma çıktın. Gözlerim gözlerine yakalandı. Kaçamadım. O andan sonra bir senden saklanamadım.- İ

Bilmezdim sözcüklerin suskunluğa yenileceğini. Anlamazdım yalınlığın bu kadar düşsel olabileceğini. Bir çift güzel göz için insanın hayatından vazgeçebileceğini, onunla olsun da ölüm bile olsun diyebileceğimi. Senden öğrendim.-M" 

Dünya mazlumların zalimler elinde ezilişini izleyen sözde masumların kendilerine ihanetleri yüzünden bu kadar kötü. “Sakla Beni” aşk tematiği üzerine kurulmuş bir hikâye gibi dursa da aslında zalim ve masum arasındaki ilişkinin dinamiklerini de irdeleyen ilginç bir iş. Üçgeni çok seven Türk senaristleri adına da yaratıcı sayılabilecek bir üçgen var Sakla Beni evreninde. İncila- Mete- Naz üçgeni. Neresi ilginç, bir adam iki kadın diyebilirsiniz ama o noktada çok yanılırsınız. Burada ortada paylaşılamayan isim adam değil: İncila. Naz’ın takıntılı bağımlılığı İncila, Mete’nin ilk ve tek aşkı İncila. Madem anlatmaya başladık hikâyenin nasıl başladığından ilerleyelim.


                                                                  "-Ya gelmezse?

                                                                  -Cehennemin dibine kadar yolu var. Gerçi orada da yolu                                                                                                                                         bana düşer salağın.

                                                                  Zaten kim onu benim kadar tanır, benim kadar sever ki."

İlk bölümde, Naz ve İncila arasındaki köle- efendi ilişkisini gördük uzun uzun. Burada özellikle köle-efendi kavramlarını kullanıyorum çünkü Naz asla çalışanına kötü davranan işveren ifadesiyle yumuşatılabilir biri değil. Naz korkunç manipülatif, şımartılmış, üstüne güç bağımlılığı ile zehirlenmiş bir ruh. Bunun nedenleri elbet var ki burada öncelikli sorumluluk annesi Filiz’e ait. Naz annesinin yansıması. Sevmesini bilmeyen, sevgi dilini hükmetme isteğiyle karıştıran, başka hayatları önemsiz hatta oyun alanı gören Filiz’in aynası kızı Naz. İşte bu Naz’ın eline küçücük, kimsesiz haliyle oyuncak olarak verilmiş İncila. Anne ve babasının ölüm sorumluluğu yıkılmış üstüne, babaannesi ve dedesi tarafından istenmemiş bu minicik yeşil gözlü kız tam bir tımarhane olan yalıda Naz’ın işkencelerine muhatap olmuş. Bu işkenceler kimi zaman psikolojik bazen de darp şeklinde İncila’nın bedeninde ve ruhunda yaralar açarken Mete ile karşılaşmış İncila. Mete de onun gibi yaralı bir çocuk. Mete bu küçük kız çocuğunun hayatında edineceği yeri asla bilmeden tutmuş İncila’nın elini. Oyun oynamış onunla, onu görmüş, onunla gerçekten konuşmuş. Naz dışında herkes için duyulmaz ve görünmez olan İncila’ya arkadaş olmuş Mete. Yıllar süren ve daha ne kadar derinde olduğunu çok da bilemediğimiz yaralar açılırken İncila’nın ruhunda büyümüş bu üçlü. Tabi burada parantez açılması gereken bir nokta daha var. Naz’ın Mete’nin İncila’ya ilgisini fark edip kurduğu manipülatif oyun. Naz ve Mete’nin aynı odada yakalanmaları ve aileleri tarafından birbirlerine zincirlenmelerine neden olması. Bu Naz’ın çocuk aklının dayandığı sınırları görmek açısından önemli zira yetişkin bir Naz’ın sebep olabilecekleri tartışmaya açık. Bu oyun Naz açısından istediğini alma, Mete için kurtulmayı bile düşünemeyeceği bir zorunluluk.

                                                   "Çok yakışmış, benim en sevdiğim renk. Ama daha önce kimseye bu                                                                                                                                 kadar yakıştığını görmemiştim."                                                                       

      Bölüme dair bir sonraki aks Mete ve İncila. Naz’ın elbisesini almaya giden İncila ile henüz yurtdışından dönmüş Mete’nin karşılaşması. Mete’nin sırtını gördüğü İnci’nin çıplak ayaklarından etkilenişi ve devamında kızın giyindiği kabini kazara açışı. Kader bağı. Naz’ın belli ki Mete’yi etkilemek için seçtiği ve Mete’nin en sevdiği renk olan elbisenin İncila’nın üstündeki parlayışı. Çocukluğundaki arkadaşı ve içinde büyüttüğü aşkı ile İncila, İncila’nın kocaman yeşil gözlerinde kaybolan Mete. Mete’nin hayatındaki izi en büyük olan kadınların hepsinin yeşil gözlü olması. Annesi Gülten, teyzesi ve anne üç çeyreği Belgin ve şimdi İncila. Kader bağına bir düğüm daha. İncila’yı yakalama çabasındaki Mete’nin bu kez genç kadını, Naz’ı değil İncila’yı anlatan elbiseyle görmesi. Ondan gözlerini alamaması. Devamında tekrar onu görmek için kıza adres verişi ve giden İncila’nın arkasından bakışı. Sahne bütünüyle kader bağına yönelik verilerle dolu. Sonrasında asla Mete’ye gitmeyi düşünmeyen İncila’nın Naz tarafından itilip kakılması, kolyesini tamire yollanması ve tamir yapılan yerin Mete’ye yakınlığı. İncila geçtiğimiz hafta bu sahneyi İncilaca anlattı. Hayal arkadaşını ve sonra hayal aşkının kendisi için cidden nişana gitmeme ihtimalini merak etmiş o. Acaba… Mete onu bir anlığına bile olsa Naz’a tercih etmiş olabilir mi? Mete’nin kalbini temsil eden sığınağın kapısının ona açılışı ve içeri girerken yaşadığı tereddüt. Mete’nin tabiri ile ürkek bir ceylan gibi. Demek Mete bile isteye açmış o kapıyı yani kalbinin kapısı. Naz’a hiç açılamayan, açılmayan kapıyı. Sonra İncila’nın kendisine yemek yaparken bulduğu Mete. Oysa birileri için bir şeyler yapan hep İncila olur. Turna kuşu da yapmıştı değil mi Mete İncila için çocukken? Kadere bir düğüm daha. Mutfakta gergin İncila. Orada olmak istiyor ama olmamalı. Mete ise sanki hep orada olması gerekiyor gibi davranıyor ona. İncila şaşkın. Yemeğe oturuyorlar. İsmini soruyor Mete. Çocukluğuna dönüyor İncila. Mercan, diyor ve aşkın rengi kırmızı İncila oluveriyor. Yemek ve kaçamak sohbet derken Mete’nin ona aldığı hediyenin kutusunu açıyor İncila. Kutu Pandora’nın Kutusu aslında. İçinden çıkansa İncila’nın umudu. O kıpkırmızı elbise aşka direncin kırıldığı an. Mete’nin azalır hatta biter belki diye yürüdüğü, İncila’nınsa kendisi için tek bir gece diye her şeyi, kendini bile unuttuğu gece. Sonrası gittikçe büyüyen bir duygu. Her karşılaşmada artan, Naz’la ailelere söz verildiği için yapılan nişana rağmen karşı konulamayan bir tutku ve kuşkusuz aşk. Mete’ye verilen düğme ve düğümlü bileklik. Mete babasının gidişinden sonra hem annesinin hem babasının desteğini kaybetmiş bir çocuk. Tıpkı küçücükken anne ve babasını kaybeden İncila gibi. O bileklik ve geçen hafta İncila’daki yerini öğrenen Mete. Tüm o sevgisizlik içinde Mete’nin İncila’da gördüğü, hissettiği ve sonunda duyduğu kocaman aşk. Tıpkı kendisinde büyüdükçe büyüyen aşk gibi. Mete’de tüm tanımları değiştiren, kaderi diye yutturulan onca şeye karşı sadece aşk.


                                                                          "-Bedeli neyse ödeyelim benden gitme!

                                                                            -Ayrılacak mısın nişanlından?" 

Aşk;

Öyle bir duygudur ki aşk, kendisinin olduğu yerde başka bir duyguya izin vermez. Kendisinden başka bir şeyi barındırmaz yakınında. İncila ve Mete’yi çevreleyen travmatik evrende henüz bu noktaya gelinmediyse de gelinecek gibi duruyor. Çünkü bu bir aşk hikayesi olması yanında ciddi bir bağımsızlık savaşı. İncila’nın aslında torunu olduğu eve minnetle bağlılığından ve aslında hayatını bir oyun alanı gibi gören, kendi kölesini kaptırmama savaşındaki Naz’dan kurtulma savaşı. Diğer taraftan yine manipülasyonlarla Naz’a ve onun hastalıklı takıntısına zincirlenirken dedesiyle de arasında babasından koparılma sahnesiyle başlayan bir bağımlılık ilişkisi var. Kısaca aşk ikisini de ailelerine karşı ayaklandırmalı. Hoş ikilinin adım adım geldiği nokta çok ilginç. İkisi de Naz’a rağmen birbirine yürüdü. İncila, Naz için kendisini ifşaladı. Mete İncila için Naz’dan vazgeçmek üzereyken İncila’ya güvenini kaybetti Naz’la koşar adım evlenmeye kalktı. Aynı günün gecesi pişman olmaya başladı. İncila’yı acıttı ama kendisi de acıdı; İncila’yı vurdukça kendisini de vurduğunu anladı. Kıskanmakla sınandı. Naz’a kendi tabiriyle İnci’yi düşünmekten dokunamadı. Kızın kaçıp kaybolma ihtimaliyle sınandı. Devamında kızın gerçeğiyle yüzleşti. Evlenme ihtimalinde delirdi. Kadir’le, ailelerle kapıştı. Yetmedi daima Naz’la kapıştı. Hep İncila uğrunaydı savaş. Kız kaçtıkça kovaladı, hayaliyle avundu. İncila da farksız değildi. Mete’den gitmek istedikçe saplandı kaldı. Vicdan sesini bastırmak için kendisini cezalandırmaya kalktı. Ama Mete kendisini sevmekten vazgeçecek diye de ödü koptu. Flörtün kavga aşaması aşılıp diyalog kurabilme noktasına gelindiğinde Mete de İnci’nin aslında ne yaşadığına hâkim olmaya başladı. İncila ve Mete’nin arasındaki fırtına durunca İncila’nın itirafıyla ilk bölümlerdeki konuşabilen Metila geri döndü. Metila’nın arasındaki duygu çok katmanlı. Aşıklar ama aynı zamanda her şeyi konuşabilen iki dost onlar. Başkalarından birbirlerini saklarken birbirlerinden sakladıkları bir şey yok.


                                                        "Bütün İstanbul'u ayağa kaldırır bulurum seni, beni zorlama!"

Şimdiki zamana gelince;

Bu haftaki bölümde birlikte bir hayata kaçmaya çalışırken Naz engeline takılan bir Metila gördük. Naz’ın hamileliği hikâyenin ortasına bomba gibi düşerken İncila ve Mete’nin kalbi, ruhu paramparça oldu. İkisi de başka bir gelecek mümkün mü umuduna tutunup nelerden geçerek verdi kaçma kararını. Vicdan yükünü sırtlamaya, ailelerin desteğinden yoksun kalmaya, belki yargılamaları göğüslemeye gönüllü olarak çıkıyorlardı o yola. Sadece mutlu olmak için. Onlara nefes aldırmayan tüm zorunluluklardan kaçmak ve birlikte tek nefeste buluşmak içindi çabaları. Olmadı. Bulutlardan düştüler. Parçalandılar. İlk kez umut eden İncila’nın düşüşü Mete’den sert oldu. Çünkü ona her konuda cesaret veren Mete umut etmesine sebep olup mutluluğa en çok inandığı anda elini bırakmak zorunda kalmıştı. İncila’nın çektiği acının içindeki vicdan yükünün ne kadar arttığını gördük bölüm boyunca. Naz’a karşı hissettiği sorumluluğa eklenen bebek sorumluluğu. Diğer taraftan Mete’den aynı güçte karşılığı duyulan aşk ve bölüme damgasını vuran “Kader” sözcüğü. Mete’ye gelince babası olmak istemeyen Mete’nin babası gibi olmaktan kaçamadığı noktadayız. Babanın hikayesini Gülten’den dinledik. Baba tarafı ne anlatacak ilerde göreceğiz bence ama Mete yaşadığı travmayı yaşatmak istemiyor. Lakin öyle görünüyor ki İncila’dan da vazgeçmek istemiyor. Şimdilik çözümsüz bir şekilde sürükleniyor gibi. Kaçınılmaz olansa bir noktada karar vermek zorunda kalacağı. 

Burada küçük bir parantez açmak isterim. Bize vaad edilen hikâyenin baştan beri söylediğim iki aksı var. Birincisi kuşkusuz Mete- İncila aşkı. İkincisi ise bu aşkın tetiklediği olayların başta İncila ve Mete olmak üzere birbirine geçmiş ilişkileri içinde iki ailenin de özgürleşmesini sağlaması. Atıf ve Ziya’nın aileleri lanetlenmiş gibi birbirine bağlanmış ve bu bağ sanılanın aksine köleleştiriyor iki tarafı da. Peki bu lanetli bağın sebebi ne? Tabi ki de İncila’nın babaannesine yapılanlar.  Atıf Afife’ye sahip çıkmadığı ve ailesine onu kurban ettiği için bu lanetle yaşıyor ki ne kendisi ne de ailesinden tek kişi mutlu olabilmiş, Ziya ise Atıf’ın ailesi ile bir olup Afife’ye yaptıkları için suçlu ki aynı mutsuzluk Ziya’nın ailesinin üzerinde de dolaşıyor. Hepsi tam tersi yönde bencillikle uğraşsa da kurtuluşları İncila’nın hayatını ona geri vermek. Haklarını ve kuşkusuz aşkını. İncila mutsuz oldukça iki ailenin travmatik mutsuzluğu sürecek. Çözüm sadece İncila’nın haklarının teslim edilmesi. Başka yol yok. Ziya Dede buna gönüllü zaten. Afife’nin saçma Kadir manipülasyonları olmasa Ziya’nın İncila’ya hayalleri konusunda yardım edeceğine eminim ben. Umarım Atıf’ın ve ailesinin tüm o büyük burunlu tavrına karşılık Ziya İncila’nın destekçisi olmayı sürdürür. Zira İncila’nın kimsesi yok. Mete’den başka. Hikâyenin iki aksının da korunması gerekiyor. Yani aşkın da özgürlük savaşının da. Ama son dört haftadır hikâye patinaj yapıyor. Bütün akış İncila Kadir’le evlenecek mi evlenmeyecek mi sorunsalına kaydı. Üstüne bir de Naz’ın hamileliği geldi. Öncelikle bu iki durumda hikâyeye çok büyük zarar veriyor. Elbette çatışma çok önemlidir. Ancak çatışmanız karaktere ve hikâyeye hizmet etmeli. Biz izleyici olarak İncila ve Mete aşkında zorlu bir sürece gönüllü olduğumuzu biliyoruz ama… İşte o ama şu, siz Mete’ye “Senin yüzünden karıma dokunamıyorum.” dedirtip üstüne hiçbir boşluk bırakmadan evlendiği gece dahil sadece İncila peşinde koşan bir Mete gösterirseniz izleyen bu hamilelik için “Ne bu?” der. Hatta sadece bunu demez ekler: “Hem İncila’ya her anlamda engel ol, seviyorum de hem de karını hamile bırak.” Bu hamle hem Mete’ye karakter anlamında hem de aşkındaki samimiyet anlamında darbe vurur ki vurdu. Kadir’le evlilik ihtimalinin İncila’nın reddine rağmen cepte tutulmasına gelince, biz zaten İnci’nin Naz bağımlılığından kurtulmasını istiyoruz üstüne Kadir’le evlilik saçmalığını girilmesi yine hem aşka hem de karaktere ihanet. Bence bulunacak tek formül hamileliğin Naz’ın hasta zihninin ürünü olması ya da testin yanılması ki bu olsa bile İncila varken olan bir Naz-Mete birlikteliği sorun. Kadir’e gelirsek onun da hikayedeki yeri sadece gerilimde kalmalı, İncila’nın sağlam durup ki şu an duruyor, Kadir’le evlilik yoluna girmemesi lazım. Olmadığını düşünmek istiyorum ama hamilelik olsa bile.


                                                            
                                                               "- Nerde hangi şartta yaşadığımızın önemi yok, bana tek göz                                                                                                                       oda da yeter. sen yanımda ol.

                                                                -Olacağım. 

                                                               -Daha önce sana söyleyememiştim. Seni seviyorum.

                                                               -Ben de seni seviyorum."

Hamiş; son iki bölümdür birbirinden vazgeçemeyen Metila görmek güzel. Senarist çok ince bir buzun üstünde yürüyor. Mete adına da İncila adına da. Bu aşkın nelerden geçtiğini alt metin okuyabilenlere anlatma güç değil ama herkes bu beceride değil. Naz’ın İncila’ya çocukluğundan beri yaptıklarının hatta Mete’ye yaptıklarının her ikisine de yapmaya devam ettiklerinin görmezden gelinmesini istemiyorsanız hikâyeyi doğru kurmak zorundasınız. Metila’nın kabul görebileceği noktada kalması ancak böyle mümkün. Başka türlüsü zor. Aşkın özgürleştirmesi mottosu devam etmeli. Hatta tam olarak hikâye aksı orada tutulmalı. Dönüşürken, değişirken hep buna sadık kalınmalı. İyi bir hikaye damarı olan işin özenle o damarda bırakılmasını talep etmek sanıyorum hakkımız.   


                                                                              "-Ölmek istiyorum.

                                                                               -Sakın, söyleme böyle şeyler. Ne yaparım ben sensiz?"

Ve son söz; beni Sakla Beni evrenine getiren kişi. Yönetmenimiz Nadim Güç. Muazzam bir kadrajlama ve renk paleti. Aşk gözlerde başlar oradan kalbe iner ruha işler mottosunu ilmek ilmek gösteriyor izleyiciye. Sadece Mete ve İncila'nın gözlerine odaklanan kamera, onlar giydiğinde anlamlanan kırmızılar, yeşiller ve maviler.  Travmatik karakterlerin içini dışına vuran mimiklere, jestlere odaklanan açılar ve her kareye yerleştirilen mekana dair unsurlar. Mete'nin odasında asılı tablonun Naz ve Mete evliliğinin dinamiği olan kaos ve bir sürü gözü temsilen gözlerle dolu olması, Gülten'in odasına kimsenin ayakkabıyla giremiyor oluşu ile Mete'nin İncila'yı gördüğü anda kızın çıplak ayak olması, Atıf'ın evinin sözde soyluluk yansıması bir sürü değerli ama mutsuz eşya ile dolu olması hepsinin ayrıntıda gözükmesi ve ben buradayım demesi. Travmatik hikayede masalsı bir aşkın atmosferini yaratabilmesi muazzam. Buradan küçük bir tebrik.  

                                                                                                   UmayMasal

20 Mart 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel -18.Bölüm

Uçurum kenarından medet umacak kadar çok acı yaşamamak gerek bu hayatta. Neden mi? Şöyle ki: Duymak istenilen cevaplar ya da amaçlanan muhtemel bir son... Ve o uca kadar gidiş. Bu bir çıkış değildir aslında. Umulduğu gibi insanı kurtarmaz, aksine daha da derine iter. Ama o çaresizlik hissi ile birlikte gelen kayboluş yok mu işte, her şeyi yaptırır hem de bile bile. Evet, Cesur’dan bahsediyorum tabii ki de. Doğru ya da yanlış, haklı ya da değil sadece anlamak istiyorum onu. Sanırım bir nebze de olsa başarıyorum sanki. Çok uğraştı çünkü her şeyi kuralına ugun yapabilmek adına. Ama olmadı ne yazık ki ve kayıplarına bir kayıp daha ekledi annesini kaybederek. Bunun acısıyla Tahsin’i sürükledi uçuruma, sordu o gece neler yaşandığını. Tahsin de candan daha tatlı hiçbir şey olmayacağını kanıtlarcasına söylemeye niyetlendi bütün yaşananları. Ancak gizemli bir kişi tarafından vurulmasıyla gerçeklerin ortaya çıkması kalınca başka bahara, Cesur’un planı da suya düştü böylece. Hatta sadece planı suya düşmekle kalmayıp bu ana şahit olan Sühan’ın güvenini de kaybetti beklenmeyen bu hamleyle. 
Sühan... Şu dizi boyunca bir Sühan ikilem arasında kalmıştır bir de ben sanırım. Bir an geliyor; bakıyorsun dediklerinde, hissettiklerinde çok haklı sonra bir daha bakıyorsun fazla tepkili. Yani tam anlamıyla ne kızabiliyoruz ne de üzülebiliyoruz sanki. Aslına bakarsanız bu arada kalmışlık her şeyden de beterdir ki İnsanı ciddi anlamda yıpratır hem de hiç farkında olmadan. Sühan da bu durumun tam da merkezinde şu an. Babasını kanlar içinde gördüğünde, o zamana kadar Cesur’a dair inandığı her şey yıkıldı ve bunun getirdiği hırsla, üzüntüyle de yüzüğü atıverdi hemen, oracıkta. Burada neyse diyerek çiftimize yeniden dönmek kaydıyla bitmek tükenmek bilmeyen Hülya sorunumuza değinelim biraz da...  
Bu konunun artık gereğinden fazla uzadığını düşünmekteyim açıkçası. Cahide’nin yalanları, planları derken Hülya’nın olaylara bir şekilde dahil olması izleyiciyi sıktığı bir gerçek çünkü. Yalnız durum böyle olunca da bu hafta farklılık yaratmışlar ve çiftimizi ilgilendiren bir karmaşa içinde yer almış Hülya.  Yani şu ki  Cahide’deki değişikliği fark edip olur olmaz yerlerde karşısına çıkarak onu sıkıştırınca, Nişantaşı’daki evde, belki de bu sefer sonunun gelmesine neden olacak bir olay yaratmış oldu istemeyerek de olsa. Katılır mısınız bilemem ama bu karmaşanın en güzel yanı ise Cesur’un olayı duyar duymaz soluğu Sühan’ın yanında almasıydı bana göre. Böylece yeniden sözler bakımından  acıtıcı ama ikisi anlamında da bir o kadar güzel kavgaya şahit olduk bizler de. Şunu demeden geçemeyeceğim yine ki çiftimizin sevgi dolu sahneleri ayrı bu şekilde tartışmaları ise daha ayrı seyir zevki vermekte.  Yeniden tartışmaya dönersek de Sühan’ın evliliği bitirme kararı ile son buldu ne yazık ki. Bakalım bitti demekle o kadar kolay bitebilecek mi bu evlilik ama Bu kavgada benim hissettiğim ise kaybeden değil ama kazananı varsa bu hikayenin Tuba ile Kıvanç’ı izleyen bizler oluyoruz kesinlikle.  
Tam da burada iki oyuncuya değinmek istiyorum biraz da. Birlikte olan her türlü sahnelerinin çok iyi olduğunu defalarca belirtmiştim zaten. Farklı bir enerjide oldukları ve bunu bizlere, izleyenlere en etkili şekilde yansıttıkları apaçık bir gerçek, tartışmasız. Ayrı ayrı ise... Oyunculuğun belli bir kalıbı olmadığını düşünmekle beraber, Kıvanç Tatlıtuğ oynayabilsin yeter, Tuba Büyüküstün sadece dursa ve baksa yeter diyorum ki bundan fazlası ise haksız bir rekabet yaratmaz mı sizce de?  


Bölümün bu haftaki bir diğer konusuna geçerek Rıza’yı konuşalım biraz da. Daha önceden de demiştim, ortalığı iyice karıştırdı sonradan da büyük keyifle inzivaya çekilmişti. Tabii ki yattığı yerden de bir maestro şefi edasında planlarını uygulamaya devam etti. Tahsin’i alt etmek adına nasıl yaptı nasıl becerdi bilinmez ama bütün gerçeklerin bir numaralı şahidi ve planların uygulayıcısı Salih’in kendi yanına geçmesini sağladı.  Tahmin edilebilir bir kişi oldu ancak ne gibi çıkarlar amacıyla bu hainliği yaptı en merak edici kısım bu sanırım. Rıza’dan devam edersek yine yörüngesindeki bir diğer kişi ise Adalet oldu bu hafta. Onunla gizlice görüştüğü ortaya çıktı ve bütün şüphelerin üzerine çevrilmesine neden oldu buna Tahsin de dahil olmak üzere. Ancak bunun aksine şüphelerin yersiz olduğunu özellikle Tahsin’e kanıtlamak adına yeniden Rıza ile görüşen Adalet kimsenin beklemediği bir hamle yaparak Hasan’ı öldürdüğünü savcıya itiraf etti.  
Tam da bu anlarda Tahsin, Korhan, Sühan ve Cesur da uzun zamandır beklenen yüzleşme içindeydi. Gerçeklerin ağırlığını daha fazla kaldıramayan Korhan o gece yaşanan bütün her şeyin ortaya çıkmasında ön ayak oldu dersek pek de yanlış olmaz sanırım.  Özellikle Sühan açısından tabii. Devamlı babası ile Cesur arasında kalan Sühan bu sefer tarafını kesinlikle ortaya dökmüş oldu büyük üzüntü ve hayal kırıklığı içerisinde. Ve Tahsin’den yaşananları duymak adına Cesur’dan vazgeçecek mi bakalım, bekleyip görelim.  
Ve son olarak bölümün kendimce güzel ve öne çıkan kısımlarına gelirsek: 
  • Adalet’in itirafı ve Salih’in hainliği.. Bu iki durum diziyi kesinlikle farklı bir boyuta taşıyacak. 
  • Cesur ile Sühan’ın birbirlerinden uzak kalmaları. Bir yandan üzücü ama diğer yandan da çok güzel acı çekiyorlar demeyi de es geçemiyorum burada. 
  • Sühan’ın boşanma kararı... Gerçekleri öğrendikten sonra da kararında bir değişiklik olacak mı bakalım. (Olsa dert olmasa ayrı dert) 
  • Cesur ile Sühan’ın kavga sahnesi... Bu çiftin tartışması da ayrı mükemmellikte olması. 
  • Sühan’ın ‘Ben sana hazırlıklı mıydım?’ sorusu... Düşününce gerçekten de çok hak verici... 
  • Son olarak da Tuba İle Kıvanç ‘birlikte’ çok güzel yürüyorlar. Dizinin sonundaki gelişleri görsel açıdan on numaraydı.  Gerçekten çok farklı bir havaları bulunmakta. 

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle...  

Müge  

11 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel- 13.bölüm

‘Beni gerçekten sevseydin….’

Sühan Alemdaroğlu… O arada kalmışlığı, o çaresizliği, o kafa karışıklığını o kadar yoğun yaşıyor ki kalbi sanki ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafı Cesur’a güvenmek istiyor, bir tarafı da ne olursa olsun babasına da inanmak. Bunu öyle derin yaşıyor ki Sühan ya da yaşatıyor ki Tuba; hissin ağırlığı, hüznü ekrandan çıkıp kalbime dokunuyor bir sızı ile.

Tahsin dayanıyor Alemdaroğlu kapısına cezaevinden gelen mektubu berteraf etmek adına, nitekim de başarıyor. Ama o tabloları duvarda görmek, bir anlamda kendisi için yıkım oluyor, daha da hırslanıyor. Yalanlarını, suçlarını örtmek adına daha ne kadar ileri gidebilir diye soruyorum? Cevabı ise daha korkutucu oluyor izlediklerimizin etkisiyle. Ama şu var, Tahsin’in can yakıcı planlarına karşı Cesur da boş durmuyor tabii ki. Bir lider havasıyla iniyor meydanlara; cana kıyanlara karşı dik durmasını söylüyor Korludağ halkının cesurca. O’nun güven verici sözlerinden sonra Tahsin tehditiyle Sühan’ı yüzüstü bırakanlar atölyeye dönüyor tek tek ve burada karşımıza Sühan’ın yardımına koşan, onun derdine derman olan, hep olacak Cesur çıkıyor bir kahraman edasıyla.

Cesur… Önceki bölümlerimizde şüphe duyuyorduk ne hissettiğinden.. Gerçek miydi yoksa yalan mı? Bir intikam oyunu içinde ona aşık rolü düşmüştü belki de… Ama yavaş yavaş siliyordu bu belirsizliği kafamızdan. İlk önce kendince sevgililer günü hediyesini alıyor Sühan’dan; sonrasında da güzel bir yemek eşliğinde, bir ay boyunca uygun zamanı bir türlü denk getirip veremediği yüzüğü Sühan’ın parmağına takıveriyor hepimizin bir oh çekmesiyle. 

Tabii ki bu huzurlu anlarımız çok uzun sürmüyor ne yazık ki. Sahneye yine büyük bir kurnazlıkla Tahsin Korludağ çıkıyor. Kimseye şüphe ettirmeyecek şekilde, içinde kendisine ait yerler de dahil olmak üzere Korludağ’da olay çıkartılmasına ön ayak oluyor. Bunu da Cesur’un üstüne yıkmak gibi bir amaç ile hem de. Ama bu işin sonunda yine en çok üzülen, yangın endişesi ile Korludağ çiftliğine giden ve babası tarafından evden kovulan Sühan oluyor. Bunun yıkılmışlığıyla Alemdaroğlu çiftliğine dönüyor Sühan. Cesur’a soruyor, bence cevabının canını acıtacağını bile bile: ‘Beni gerçekten sevseydin…’ Cesur’dan aldığı yanıt, hem tahmininden daha çok yaralıyor Sühan’ı hem de Cesur, verdiği cevapla bunun üzüntüsünü iliklerinde hissediyor çok hüzünlü bir şekilde.

‘İyi ki seni gerçekten sevmiyorum.’

Zaten bir sürü duygunun ağırlığı altında kalan Sühan; arada kalmışlığın, kime ne kadar güveneceğinin karışıklığı ile kendiyle baş başa kalmak, biraz nefes almak adına uzaklaşma kararı alıyor. Kendisini sevsin, güvensin, evliliklerinin oyun ya da bir amaç doğrultusunda değil de gerçek olmasını isteyen Cesur ise bu kararın burukluğunu yaşıyor bir anlamda. Ben burada ikisine de üzülsem de Sühan’a daha çok hak veriyorum galiba. Her defasında yaşadığı hayal kırıklığı, o sıkışmışlığı; hissettiği duygulara tamamen sarılmasına engel oluyor bence. Cesur da sarılsın istiyor kendisine, onunla bulsun huzuru istiyor ama güvenmek… İşte bunu gerçekleştirmek, kendisine inanmasını sağlamak adına kimsenin tahmin edemeyeceği güzellikte, naiflikte bir doğumgünü sürprizi girişiyor bölümün sonunda.

Hediye kısmına gelmeden önce Korhan, Cahide ve Hülya üçlümüzün yaşadığı olaylara bakarsak da, Cahide inatla sıçramaya devam ediyor. Ancak sıçramaya devam ederken de ipler daha bir karışıyor sanki. Yalnız şu var ki diğer olaylarda gerçekler nasıl hemen ortaya çıkmışsa bunun da öyle olmasını, Korhan’ın gözünün açılmasını istiyorum daha da çok üzülmeden. Bu olayı da açığa çıkaracak kişinin Cesur olacağını da düşünmüyor değilim açıkçası ki Cahide, Hülya olayını Cesur’un üstüne yıkma çabasıyla da bunu hak ediyor kesinlikle.



Cezaevinden gelen mektubu yakıp kül etmişti Tahsin Korludağ. Mektubu gönderen kişi ise Adalet’in ağabeyi, olayların kilit ismi Rıza… Cesur kendisine gelen mektubun akıbetini, kimden geldiğini tabii ki öğreniyor; mektubu yakmakla bu olayın gizli kalacağını sanan Tahsin’in aksine. Yalnız burada yine boş durmayan Tahsin, Rıza’yı başka bir cezaevine nakledilmesini istiyor sanki. Yolda cezaevi aracı kaza yapıyor ve Rıza büyük ihtimal kaçmayı başarıyor. Bakalım sonrasında, Rıza’nın etkisiyle, ateş mi galip çıkacak bu savaştan yoksa ateşin karşısında mücadele edecek derya mı?

Ve gelelim sürprizimize… Sakıp Sabancı Müzesi… Feyhaman Duran sergisinde Cesur tarafından organize edilen bir yemek. Serginin adı da çiftimize çok uyuyor sanki: ‘iki Dünya Arasında’ Bence son zamanlarda izlediğim en güzel, en tutkulu, en samimi, en romantik sürpriz olmaya adaydır kendisi, abartısız. Sühan’ın ilk baştaki şaşkınlığı sonrasında gelen o güzel mutluluğu Cesur’un hediyesini de vermesiyle, iyice yükseliyor duygular. Tabii aynı şekilde biz izleyenlerde de. J Hediyemiz ise bir takvim. ‘Sühan ile bir yıl’ Cesur öyle içten öyle doğallıkla hazırlıyor ki hediyesini Sühan’ın kafasındaki şüpheleri yok edercesine. Bütün yaşadıklarını, ikisine ait özel ne varsa işliyor takvimin sayfalarına. Tam da burada şunu eklemek istiyorum kendimce. İkiliyi izlemek benim için çok ayrı bir zevk. Yalnız Kıvanç ile Tuba da hiçbir şeyden sakınmayıp rollerinin hakkını en doğru şekilde, eksiksiz biçimde vermeleri de biz izleyenlerin diziye bu derece bağlanmasında en etkili unsur bana göre. Son olarak da şunu diyebiliriz ki Cesur’dan beklediği, umduğu, içindeki sızıyı yok edecek cümleleri de büyük bir mutlulukla dinleyen Sühan; artık emin oluyor sevdiği adama karşı sonsuz bir güven içinde olması gerektiğine. Bozulmaması dileğiyle…

‘Seni seviyorum. Gerçekten.’

Müge

30 Ocak 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel- 11.bölüm

‘Sen  benim sigortamsın.’  

'Benimle evlenir misin?' Geçen bölüm sonunu Sühan'dan hepimizi çok mutlu edecek bir teklif ile bitirmiştik. Evet, teklif çok güzel ama içinde güzellikten daha çok hayal kırıklığı,öfke, üzüntü gibi bir sürü anlam barındırıyordu. Sırf kendisini Cesur'dan uzaklaştırmak adına babası tarafından acımasız bir plan ile  kaçırıldığını öğrenen Sühan bütün bu duygularla ve en önemlisi intikam isteğiyle Cesur'a evlenme teklifinde bulundu. Kendini garantiye almak adına Sühan ile evlenmek amacında  
 olan Cesur ise gizliden başladığı nikah işlemlerine gelen teklif ile resmen dört ayak üstüne düştü. Yalnız nedeni ne olursa olsun içindeki şüphelere rağmen bu gelişme izleyicileri heyecanlandırmaya yetti de arttı. 
 Tahsin Korludağ ise kızının güvenini geri kazanmak adına düzenlediği planın Cesur'un akıllıca davranması sonucu Sühan'ın gözünden iyice düştü ve büyük bir hayal kırıklığı ile çok sevdiği kızının 'Ben bugün babamı kaybettim.' diyecek kadar güvenini yok etti. Neyse ki biz burada bütün bu olumusuzluklara rağmen Sühan'ın yanında iyi ki bir Korhan Korludağ var diyebiliyoruz. 
Korhan Korludağ...Bir kardeşin sahip olmak isteyebileceği tüm özelliklere sahip bir ağabey. İki kardeş arasındaki ilişkiyi çok güzel yansıtıyor iki oyuncu ve onları birlikte izlemek çok hoşuma gidiyor. Korhan,  çocukken babasının geçmişte yapmış olduğu bütün kötülükleri bir rastlantı sonucu öğrenen ve bunun ağırlığıyla yaşayan biri olarak karşımıza çıkıyor. Olayların gerçek yüzünü bildiği için de Tahsin Korludağ ile yıldızı bir türlü barışmıyor ve babası tarafından daima Sühan'ın gölgesinde  
bırakılıyor. Bütün bunlara rağmen Korhan kendince güzel bir evliliğe sahip. Karısı Cahide ile tek eksikleri ise bir çocuk. Miras konusunda çocuğun çok önemli olduğuna inanan Cahide , çocuk sahibi olmak adına şeytana bile ters pabuç giydirecek bir plana girişti geçtiğimiz haftalarda. Plan şu an yolunda gidiyor gibi görünüyor ;ama her zaman olduğu gibi yalancının mumu ne yazık ki yatsıya kadar yanacak görüşündeyim. Bu oyunun gelişeceği süreci de getireceği kargaşayı da ayrıca merakla bekliyorum aslında.  
 Yeniden çiftimizin nikahına dönecek olursak Cesur'un intikamında yol arkadaşı olan Banu'nun ve Cahide'nin miras konusunda en büyük engel olarak gördüğü Sühan'ın bir de evlilik ile çiftliğe sahip olacağını öğrenmesiyle engelleme çabalarının olmazsa olmaz kısmına şahit olduk ve burada yine devreye giren Cesur'un aklı sayesinde Korhan şahitliğiyle çiftimiz nihayet nikah masasına oturdu. Nikahta önüne gelen kimlik fotokopisiyle bu evliliğin önceden planlandığını öğrenen Sühan her şeyin  
oyun olduğunu bilmesine ve  kendisinin de bunu belirtmesine rağmen içten içe bir kez daha hayal kırıklığı yaşayarak Cesur'a evet dedi. Çünkü Sühan, Cesur'u oyunlar içinde, planlar dahilinde, intikam amacında da olsa gerçekten seviyor, ona karşı koyamıyor. Sühan'a bu konuda üzülsem de çiftin arasındaki bu gelgitli durum beni daha çok diziye çekiyor. Yalnız burada Cesur'un gerçek hislerini izleyiciler olarak tam anlayamadık diye düşünüyorum. Oyun ve intikam kısmı o kadar yolunda ilerliyor ki Cesur'un Sühan'ı da bir nevi yaşam sigortası olarak adlandırdığında  gerçek duyguları konusunda izleyicilerin ciddi derecede şüpheye düşürüldüğünü hissediyor ve görüyorum. Umuyorum ki bu şüpheler de en kısa zamanda  
netleşir de çiftimizi bu belirsizlik gölgesi olmadan güzelce izleyebiliriz diye ümit ediyorum.   
Nikah sonrasına gelirsek Tahsin Korludağ,  Sühan ve Cesur  yüzleşmesi bölümün en güzel sahnelerinden birisiydi dersek sanıyorum abartmış olmayız. Özellikle burada beni etkileyen duygu  ise Sühan'ın ne olursa olsun babasının hayatı için kaygı duyup koşarak yanına gelmesiydi.  İnsan kötülükler de olsa sevdiklerinden kolayca vazgeçemiyor, kendini  daima onların yanında buluyor. Ve baba - kız arasında gerçekleşecek bu tür sahnelere ileri ki bölümlerde çokça şahit olacağız gibi görünüyor ne dersiniz?   
Bir yerde evlilik varsa elbette kutlama da olması da gerekiyordu.  Alemdaroğlu çiftliği de Fügen hanım önderliğinde hazırlıklarını yaptı ve çiftimizde,  belirli amaçlarla gerçekleşmiş de  olsa evliliğin mütevazi kutlamasını gerçekleştirildi. Görüyorum ki bu evliliğe en çok izleyiciler ve Fügen hanım sevindi. Fügen Hanımın sevinci öyle güzeldi ki insan,sadece o mutlu olsun diye evlilik hiç bozulmasın hep sürsün duygusuna kapılıyor.   
Bölüm sonuna gelirsek Cahide'nin dolduruşlarına gelen Korhan, Sühan'a çiftliğin evlilik ile Sühan'ın üstüne geçeceğini Cesur'un bildiğini söyledi.Sühan ise bunun doğruluğunu araştırarak geçmişte Cesur'un bu durumdam haberdar olduğunu öğreniyor ve bir kez daha kendini aldatılmış hissediyor, kendini yollara vurdu. :) Ayrıca bu sahnede bir flashback ile kutlama sonrası Banu'dan gelen aramanın etkisiyle Cesur'un odasına giden Sühan'ın Cesur'un sözleriyle ona karşı koyamayışını ve 
 teslim oluşunu izledik.  

Bu iki sahne birleşimi bana göre bölümün en göze çarpan kısmıydı  ve Sühan ne olursa olsun hep bu ikilemi, hayal kırıklığını yaşayacağını hissederken hissettirdi. Yalnız şu var ki tam da o sırada Cesur elinde bir yüzük kutusuyla konuk evinde onu bekliyordu.  
İlk deneyimim olarak söyleyebilirim ki bir şeyler anlatmak, yazmak gerçekten çok zormuş ve uzun zaman sonra bir diziyi kaçırmadan izliyorum. Bunun en büyük sebebi tabii ki Kıvanç Tatlıtuğ ve Tuba Büyüküstün etkisi. İkisini birlikte izlemek gerçekten çok büyük bir keyif ve senaryo da şu an çok güzel ilerliyor. Umuyorum ki arada inişler çıkışlar da olsa çoğunlukla dengede ilerleriz ve bu çifti uzun bir süre ekranlarda görürüz. Çünkü bana göre gözümüze, gönlümüze hitap eden güzellikleri erken kaybetmemeliyiz. 


muge_muge1