AyYapım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AyYapım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2021 Cuma

Emanetçi Bellek

 Öyle hatıralar saplanıyor ki zihnimize içinde olduğumuz zamanın hangi noktasında bu saplanan hatıralarla ne şekilde karşılaşacağımızı düşünüyor buluyorum kendimi. Salgın hastalıklardan, savaşlardan, kötücül enerjilerden geçtiğimiz bugünlerde zihnimize mıhladığımız imgeleri gelecekte nasıl, ne şekilde hatırlayacağımızı veya hatırlayacağımı bilmiyorum. Anılar bellek denen depoda nasıl birikiyor, nörobilim açısından hangi odaya ne atıyoruz çok bilgi sahibi değilim. Sadece bildiğim yaşamışlıklarla evrilen anıların hatırlama zamanlarında insan üzerinde bıraktığı izin derinliği. Kısacık bir bilgi parçacığının kimliğimiz, acılarımız, sevinçlerimiz üzerindeki değiştirici etkisinin çağrışımsal gücünü biliyorum sadece. Selam sevgili okur. Son dört sayarken yine birlikteyiz. Sebeb-i girizgâh Efsun ve Yamaç. Şimdi eminim acaba bu hafta ne yazacak diye başladığın yazıda böyle bir girişin sebebini tartarak ilerliyorsun. Merak etme bağlayacağım bir yere. Ancak sen de eminim hak vereceksin ki bu hafta irdeleyebileceğim pek bir şey yok. Ben de bambaşka bir yerden hikâyeyi ele almaya çalışacağım mümkünse tabi. Neyse…  

Bu hafta Çukur klasiği ölülerin bulunması, mezarlık sahnesi ardından kısa süreli yas ve ardından edilen intikam yeminleri ile Çukur’un genel kitlesine hitap eden sözde dramatik ama bir kısmı James Cameron Avatar filmi evreninde geçerken eski Türk filmlerine editöryel anlamda selam da çakan bir bölüm izledik. Genel olarak suç filmlerini, dizilerini, kitaplarını severim. Polisiye ayağı güçlü dramatik kurgular en sevdiklerimdendir. Arthur Conan Doyle’dan Edgar Alan Poe’ya ordan Mario Puzo’ya ve Agatha Chiristie’ye kadar da kültleri okumuşluğum da var. Ama bu Çukur’un genel evreni hani minicik bir yerinden bile benim ilgimi çekemiyor. Çukur birileri ile savaşıyor ama neden, bu en güçlü düşman diye tanıtılan Amca bu muydu yani diye soruyorum kendime. Erdenetlerden boşalan yere çöktü madem bu adam için kurulan herkesten güçlü hikayesi yalan mıydı? Malum Yamaç bitirdi ya Erdenetleri. Falan filan. Kısaca çöp bir mahalle için neyin savaşındalar, babaları İdris çok mu düzgün bir kimlikti tartışmasına girmiyorum bile. Çünkü hepsi boş ya da doluydu da ben boş zamanına denk geldim bilemem. Zaten senaristin ve ekibinin de hikâye altı doldurmak gibi bir derdi yok şu anda. Gelelim bizim herhalde iki dakikayı ancak geçebilen sahnelerimize. Önce cenazelerin mahalleye geldiği anda Efsun’u Yamaç’ın yanında gördük. Yamaç’la olan göz temasını yitirmeyen onun acısını her an gören görmekten öte hisseden Efsun tam da yeriyken neden Yamaç’a sarılmadı mesela. Ya da en azından uzanıp elini tutmadı. Sonrasında mezarlıkta Yamaç’ın omzuna elini koyan Efsun ve onun elini alıp kalbine koyan Yamaç. Bu arada Efsunu'un elini kalbine koyduğunu sağ olsun Tolga Yaşar aynı sahneden fotoğraf attığı için biliyoruz. Eşsiz yönetmenimiz bölüm ortalarında bizi, ben diyim Avatar, siz diyin şirinler köyüne götürme becerisinde olduğu için kadrajlamayı öyle yapmış ki beş saniyelik sahnede anlamıyorsunuz Yamaç Efsun’un elini nereye koydu. Neyse buradan çıkan sonucumuz Efsun Yamaç’ın en büyük desteği. Alt metin müthiş de işte bu hikayeyi biz yazıyoruz sürekli. Sonra mutfakta neyi nereye koyacağını bilemeyen Efsun’u gördük. Çukur’dan gelenleri karşılıyordu. Buradaki alt mesaj Çukur evimiz Efsun anamız sanırım. Yine yazdık alt metni kendi kendimize. Geçtik. Sonraki sahne ise yine EfYam. Yamaç evdekilerin balkon dediği yerde tek otururken Efsun’un gelişi ve Yamaç’ın ona sarılarak ağlaması. Şimdi bu sahne ön izleme olarak atıldı. Ardından fragmana koyuldu. Ardından geri sayıma atıldı. Zaten ben orda dedim tek sahnemiz bu. Çünkü Efsun ve Yamaç fc sosyal medyanın efendisi. Üstüne oynamak lazım. Finale 4 bölüm varken bunu yapmak düpedüz dolandırıcılık. Ama yaptığı işe saygısı olmayan senarist, reji ve sosyal medya sorumlusuna artık denecek söz yok. Biri daha gitti kaldı 3 bölüm. Konuları mantık silsilesinde toplayabileceğine zerre inancım olmayan yazı ekibinden Efsun ve Yamaç’a dair hiçbir şey beklemiyorum artık. Sahnenin alt metnine gelince tam da tahmin ettiğim gibi Yamaç Selim’in ölümünden beri acıdan katılaşmış halde. Emmi öldüğünde de gözleri dolsa da bağıra çağıra ağlayamadı. Yaşadığı suçluluk daha çok Salih’i ikna etmeye odaklandı. Bu hafta Selim’in emaneti Karaca’nın ölümü onu parçalasa da ailesinin yanında yine çözülmedi. Ta ki Efsun yanına gelip elini tutana kadar. Efsun’un elinde, kolunda, yüzünde gezinen eliyle doğru orantılı olarak çözüldü Yamaç. Benim Selim’in ölümünde olmasını istediğim Yamaç’ın Efsun’un kucağında tüm acısını anlatarak ağlamasını, Efsun’a sığınışını gördük Karaca'nın Yamaç'ın inanmak istemediği ölümünde. Yamaç’ın içindeki çocuğun sığındığı tek yerin Efsun olduğunu yine yeniden altı çizile çizile anlatıldı senaristimizce. Ama tabi sahne kısa tutulup üstüne çat diye kesilince biz yine duygumuz havada asılı öylece kaldık. Bundan sonrası yokuş aşağı zaten. Efsun’un Yamaç’ın Salih’in peşinden gittiğini, telefonunun şarjının olmadığını soranlara haber verişi ama bizim Efsun ve Yamaç arasında tek diyalog görmeyişimiz ardından Salih’le eve gelip genel kabul konuşması yapan ve üstünü değiştiren Yamaç’la yine tek bir baş başa sahnesi olmayan Efsun. Bitmedi. Sultan Hanım’a tavır koyan ama Sultan Hanım tarafından manipüle edilen Efsun. Bir an Sultan özür dileyecek galiba diye düşünmek de benim saflığım sanırım. Kabul hala bir şeyler bekliyorum galiba. Üzücü. Benim için burada bitti zaten bölüm. Gerisine gerek yok. Şimdi başa dönelim. Evet Efsun İdris Koçovalı’nın ölümünde pay sahibi ama Koçovalılar da onun babasının ölümünde pay sahibi. Bunun asla Yamaç dışında biriyle gündeme geldiğini görmedik biz. Ki Yamaç zaten baştan beri bu paralel duruma inat âşık oldu Efsun’a, hatta olmayacak diyen Efsun’a belki zamanla diyen de oydu. Bu bir. İkincisi Sultan’ı aklama seremonisine dönüşen sahnede atlanmaması gereken şuydu. Canım Koçovalılar tarafından savaşın göbeğine çekilen Erdenetler’in tamamı Efsun’a zarar verdi. Yamaç yüzünden. Sultan ise Efsun’un üç yıllık işkencesinden sorumlu. Sadece evden attığı için değil. Yamaç’a sustuğu ve herkesi susturduğu için. Hamile bir kadına bu işkence kapısını açtığı için. Bellek önemli bir şey unutturmuyor. Bize bir hikâye vaat edip sonra onun üstünden aman da zamanım yok diyerek atlaya zıplaya geçemezsiniz.  Sultan Yamaç’a “O senin ailen değil, o çocuk ailenden değil.” diye bağırmışken kimsenin Sultan'a İdris konusunda empati  kurmasını bekleyemezsiniz. Özellikle Sultan’a özür bile diletmemişken. Ayrıca sadece Efsun üzerinden değil Ayşe üzerinden gelişen alt metne de tepkiliyim. Ayşe’nin tutup Yamaç’ı suçlaması, diğerlerini suçlaması ne kadar makul değilse Sultan’ın çocuklarının başında dur, Ayşe’nin ağzından Sultan etkisi ile çıkan anneysen çocuklarını koruyacaksın argümanı da o kadar makul değil. Murtaza seçimi tartışma götürür de olsa buradaki hani o Yamaç’ın Cumali’ye dediği “Sen ölürsen Damla’yı gömelim mi?” lafının evet gömelime gelen önermesi berbat. Karaca’nın çocukluk travmalarını ayrı ama Karaca kendi seçiminin bedelini ödedi. Kocaman insandı. Ne yaptığını biliyordu. Tıpkı evli barklı Akın’ın da ne yaptığını bildiği gibi. Anneler çocuklarının prangasız kölesi değildir. Annelik kavramına kutsiyet verirken onları köle hale getiren zihniyetlerin ürünü bu önermeler. Ayşe Murtaza’yı Amca’nın adamı olduğu için terk edebilir, sevmediği için terk edebilir, aldattığı için terk edebilir ama sen bir kadına artık kalan tek çocuğumun başında durmak için gidiyorum dedirtirsen bu bambaşka bir yere gider. Tabi burada kime ne anlatıyoruz? Haftalarca Efsun’u kadınlığı üzerinden aşağılayan, şarkı sözünü bile “Ben bedel geçtim” şeklinde değiştiren, nedense silah kaçakçısı, mafyöz İdris Baba için hala ağlama duvarına dönen bu yapıda sadece ve sadece kadının kimliğinin aşağılanması, o kimliğin sadece çorba kaynatan anneye sıkıştırılmasını kız babası bir senariste yakıştıramıyorum. Kadının çocuğu için çorba yaparken topuklu ayakkabıları ayağında telekonferansla şirket yönettiği zamanlardayız artık. Sizin kadının dişi kimliğini cadı diye yaktıkları dönemlerde asılı bıraktığınız zihniyetlerinizi söküp elinize verdiğimiz zamanlar da yakın. Efsun bu dizide bunun son kalesiydi. Harcadınız. Ağır harcadınız. Cesaretle Efsun’u yazdığınızda bu erkek egemen kafalara bambaşka bir kadın kavramı öğreteceğinizi sanmak başlı başına benim saflığım. Dişil gücün temsilcisi bir kadını en tepeye o haliyle koymaya cesaret edeceğinizi düşünmek de benim hatam. Güçlü bir kadın da olsanız bir erkeğin koruması olmadan pavyona düşer ve kendinizi kurtaramazsınız argümanınızdan çok da farklı olmayan alt metinleriniz mide bulandırıcı. Diğer taraftan biz bunca içe kapanışta bir yerinden yakalandığımız hikâyenin bizde bıraktığı izlerle devam ederken belleğimizin aydınlık tarafında tutacağız tüm yazdıklarınızı. Elbet bir gün bir yerde…  Çünkü atladığınız bir şey var ki kadınların ortak bir belleği var. Siz ataerkil kafada kadın kavramını kendinizce ürettiğiniz kadın özüne sıkıştırmaya çalıştıkça cinsiyet ayrımının farkında olan, kurgu da olsa gerçek de olsa bir yerinden bağlantılandığı kadın hikayelerine bağ kuran, içten içe alıkoymak için çırpındığınız o dişil gücü açığa çıkartacak kadınlar var. Kısaca Efsun Kent üzerinden gelinen noktada çözdüğümüz zihinsel yapınızda hesaplaşacak çok alan var.

Son demde; bu hikâyede net harcandığını düşündüğüm Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli uyumuna bir şerh ve dilek bırakıyorum. Dilerim gerçekten ne anlattığını bilen bir hikayecinin yazdığı, iyi bir senaryoda izleriz sizi. 140 dakikada 2 dakika gördüğümüz karşılıklı oyun gücünüz taktire şayan olsa da yetmiyor. Yetemez de zaten. 

Hamiş; neticede hepimiz bir zaman yolcusu sayılmıyor muyuz? Ruhlarımız bir şekilde tanıyor ya birbirini bir yerlerden ve bu tanışlık bazen seçimlerimizden ötede bir yerden yakalıyor bizi. İstemeden çekildiğimiz tanışlık ve bütünleşme hissinden kaçıyoruz kimi zaman. Kaçış varmış gibi. İnsan kendinden kaçabilir mi? Kendinden olandan kaçabilir mi? Deniyoruz işte. Belki bu hayatta kaçıyor, sonra kekremsi bir tatla o duygunun kayıplığında kalıyoruz. Emanetçi bir belleğe hapsolmuş halde. Büyümek için. Ama bazen kaçmak yerinde risk alıp o duyguya teslim oluyoruz. Büyüdüğümüz için.

Mutlu, huzurlu, sağlıklı bir bayram dileğiyle. Kavuşmalarınız olsun sevgili okur.

                                                                                                                UmayMasal




17 Ekim 2020 Cumartesi

Efsun KENT: QUEEN OF ÇUKUR

“Kötülük sıradanlaşır mı?” “Sıradanlaşmasın, bu en kötüsü.” “Kötülük yok olsun o zaman” “Olmaz. İyinin kadri için kötü var olmaya devam eder.” “E , o zaman?” “Ne demek o zaman? Kötülük devam eder ama asla sıradanlaşmaz. Sıradanlaşmamalı. Çünkü en beteri o.” “Ne yapmalı?” “Asla sıradanlaşmamalı, özgün kalınmalı.” Hikâye akar yolunu bulur. Bazen o hikâyeden çıkan karakter bağımsızlığını ilan eder. Yazar ise o bağımsızlığa saygı duyar veya o bağımsızlığı boğar. Yani iki seçeneği vardır. Kalemine güvenen yazar korkmaz. Teslim olur ve bırakır konuşsun karakteri. Güvenemeyen ise yenilir egosuna ve kaçırır piyango hesabı omzuna konan o şansı. Efsun Kent tam olarak böyle bir karakter. Yaratıcısı tarafından ayrıntılarıyla ilmek ilmek kurulan bir karakter Efsun. Özgün, kırılgan, güçlü, zeki, güzel… Geçen yazıda aşk üzerinden Efsun Kent’in durduğu yeri anlatmaya çalışmıştık. Bu kez sadece Efsun’a yazmak istedik çünkü güçlü kadın çizgisinin kurulan hikâye atmosferinde nerede durduğu tartışmasının açıldığı yerde hikâyesizlerin yarattığı ukalalığa karşılık olsun dedik. Efsun Kent: Queen of Çukur. Aylardır yazarının paralel merakı üzerine kafa yoran ve belki çokça da haklı olan analizci izleyenlere selam olmakla beraber ben Efsun’u “Çukur” evreninde önceki hiçbir kadın karaktere benzetemiyorum. Sebep? Efsun güçlü bir kadın. Baykal Kent’in prenses kızı Efsun. En azından başta öyleydi. Adım adım kraliçeye dönüşmeden hemen önce ailesinin adının etrafında çevirdiği kalenin içinde babaannesinin anlattığı masallarla büyüyordu. Babaannesinin kötücül hikayelerinin gerçeğiyle karşılaştığı noktada başladı Efsun’un dönüşümü. Efsun Yamaç Koçovalı acaba doğru mu söylüyor dediği anda , babaannesinin, ailesi dediği tek kişinin, onu yalanlarla dolu bir kozaya soktuğunu anladı. Sonra… Hiçbir kraliçenin elleri temiz değildir. Çünkü onlar korumak istedikleri için ellerini ateşe sokmaktan çekinmezler. Peki bu kadar mı? Hayır. Efsun Kent korkusuzca ateşe yürüyebiliyor ama aynı zamanda son derece de merhametli. Teknik olarak rakibesi olan (!) kadının çocuğunu korumaya çalışacak kadar merhametli. Mağrur. Asla içindeki kırık dökük kız çocuğunun fark edilmesine izin vermiyor. Kendisine acınmasına, merhamet beslenmesine yanaşmıyor. Efsun yalnız. Çok yalnız bir kadın. Buna rağmen hep dimdik. Çukur’u arkasından çekiliverince hayata dair tüm güven duygusunu yitirip aynada “Onlar beni sevmiyorsa kimse sevemez zaten” kafasına gelen Yamaç Efsun’dan daha güçlü değil. İntikamı uğruna doğru olandan vazgeçmeyen, yaptığının bedelini ödeyen, daha fazlasına sebep olmam diyen Efsun Kent; intikamdan vazgeçmiş insanlar yoluna giderken o ailenin kökünü kazıyan Koçovalı Familyasından da güçlü. Hangi noktada durduğuna asla karar veremeyen, kadınları yok sayan, anne olmayı sadece evlatlarının veya çocuğunun babası üstünde hüküm kurma sayan, bir sürü insanın hayatından alıp götürdükleri yokmuşçasına kendi kendilerine tanrıcılık oynayan Çukur’un tamamından daha gerçek ve daha büyük Efsun. Acı çekiyorum ben diye sağa sola saldıranlardan, sevgi dilenmekten iflahı kesilenlerden de güçlü Efsun. Bir suç dramasında kendi alanını yaratan ve bunu sadece beş dakikalık sürelerle yapan bir kadın Efsun. Burada parantez , Damla Sönmez oyunculuğu ile öyle bir var ediyor ki Efsun Kent’i asla etkisinden çıkamıyorsunuz. Kanal değiştiremiyor, sahnelerinin tekrarına bakmadan geçemiyorsunuz. Gözlerinden , mimiklerine kadar acıdan korkuya, sevgiden vazgeçişe tüm ruhuyla Efsun’a hayat veriyor. Parantezi kapat. Şimdi bebek bekleyen ve bu sezonun algısı kapalı Yamaç’ının bıraktığı bıçak yaralarının kanamasını durdurma çabasındaki Efsun’un hikayesinin nereye konumlanacağını bekliyoruz. Aşkı ama hedef kitlesinin korkusundan ama dengelemek zorunda kaldığı başka hesaplardan geri plana çeken senaristimiz ısrarla Yamaç’ı Efsun’dan ve onun geçen sezondan beri yaptıklarından uzak tutuyor. Hatta bu sezon kendi ailesini bile isteye yok etmek isteyenlerle aynı kefeye konmak istenir gibi gözükse de o kemik izleyici yemiyor. Efsun > Çukur derken bunu kastediyordum. Efsun çok özel bir karakter. Yazanı bundan sonra ne yapacak bilmiyorum. Harcayacak mı bu kadar özenle yazılmış, kendi özgürlüğünü, özgünlüğünü bulmuş dişiliğini asla unutmayan karakteri? Harcayamaz, harcamak istemez diyemiyorum çünkü bu kadar erkek egemen bir dizide bu denli güçlü bir kadın normal aksında yazılmaya devam etse güç dengesiyle oynar ki oynadı. Gönül ister ki yazanı bu kadını aşkla ve güçle o tahta oturtsun. Oturtmazsa da ne yapalım, bizim gönül tahtımızda dursun. UmayMasal

20 Aralık 2017 Çarşamba

Çukur-9

Konusu, oyunculukları, müzikleriyle senenin fark yaratan yapımlarından ‘Çukur’ yani bir mahalle. Aslında sadece mahalle değil; İdris Koçovalı, ailesinin ve orada yaşayanların ortak evi. Herkesin herkesi tanıdığı, gösterişin yakınından geçmediği, bir ıslıkla her şeyin gerçekleşebildiği bir yer. Velhasıl durum böyle olunca da bu yere göz koymak isteyenler, geçmişten gelen hesaplaşmalar çerçevesinde her hafta iki buçuk saatlik sinema tadında bölümler… Üzerinde detaylıca çalışıldığı, ince ince düşünüldüğü, planlı yol katedildiği geçtiğimiz 9 bölümden anlaşılıyor. Tabii ki burada da diziyi daha da sevmemizi sağlayan oyuncuların mükemmel perfromansını da belirtmemiz gerekiyor. Her birini izlerken ayrı ayrı farklı duygular yeşeriyor içimizde. Herkes haklı ama hiçbiri haklı değil sanki. Kısacası karmakarışık ama yine de çok güzel.
Bölümümüze geçersek de uzun uzadıya anlatmak istemiyorum ama her sahne dolu dolu olduğundan bu durum biraz zorlaşıyor. Neyse diyerek Yamaç’ın geçmişteki cinayet olayının detaylarını öğrenerek başlıyoruz izlemeye. Aiesini kurtarmak adına adam öldürmüş ancak bu neden yetmemiş olmalı ki ona kapıyı çarpıp çıkmış, 10 yıl yok olmuş ortalardan. Şimdiki deli doluluğu da o andan kalmış belli ki. Üstelik kendi hayatını, istediği hayatını yaşarken aşık olmuş, evlenmiş işler yolunda giderken yeniden Çukur’a dönmek yani bir nevi zorunda kalmak Yamaç için Koçovalı’lıktan kaçılamayacağını gözler önüne serdi ne yazık ki.
Evlilik derken Sena’dan bahsedelim biraz. Garibim  tam olarak nereye düştüğünün anca anca farkına varıyor. Yaşadığı hayat ile Çukur’u iki ayrı dünya olarak tanımlasak pek de yanlış olmaz sanırım. Şöyle ki kendi değişmiyor, çevresindekiler değişsin istiyor. Bu da çatışmaların fitilini ateşliyor doğal olarak ve son bölümdeki kaçırılma olayıyla arkasına bakmadan gidecek kıvama geliyor. Ama İdris Koçovalı ile ‘sevgi’ üzerine yapılan konuşma ve aileden özellikle Sultan Hanım’dan gelen tavırla eksikliğini hissettiği bu sevgi kavramını bulmasıyla kaçıp gitme fikirlerine set vuracak gibi gözüküyor. Buraya bir şimdilik bırakalım, sonrası ise kısmet…
Yeniden bölüme bakarsak da Serdar’ın neden olduğu olaylar ile geçiyor çoğunlukla. Selim Koçovalı’nın dahiyane aklı ile Yamaç’a sorun olmaya gelen Serdar, geçen bölüm parmağından olunca ortalığı iyice karıştırıyor ve İdris’i kaçırma gibi bir gaflette bulunuyor. Burada hemen değinelim ki Selim Koçovalı düşmanlarla işbirliği içinden olan, aileye ihanet eden, zayıf karakterde, ortaya attığı fikirleri de eline yüzüne bulaştıran biri olarak karşımıza çıkıyor. Her ailede bir çürük olur ya burada da Selim bu görevi güzelce üstleniyor. Devam edersek de Yamaç biraz akıl daha çok delilikle tabii ki Aliço’nun da yardımıyla Serdar’a misilleme yapıyor, kaçırmaya başka kaçırma ile karşılık veriyor ve babası ile Sena’yı kurtarıyor. Sahnedeki kutu açma detayını es geçemeyerek çok hoş bulduğumu da ayrıca belirtmek istiyorum. Serdar ise… Geldiği gibi yok olarak, sonunun geldiğini önümüzdeki bölümde göreceğiz gibi duruyor.
Asıl sorun ise son iki bölümde biraz arka planda da kalsa hala orada duruyor. Aslında sorun demek de bir anlamda haksızlık gibi geliyor bana. Dizinin ilk bölümlerinde belki öyleydi ama izledikçe yaşanmışlıklarının bu hale gelinmesine neden olduğunu net şekilde gösteriyor. Vartolu Sadettin… İdris Koçovalı’nın oğlu… Son zamanlarda beni en çok etkileyen karakter. Tabii ki bunda müthiş performans sergileyen Erkan Kolçak Köstengil’in etkisi yadsınamaz. Üzüntüsü, sevinci, öfkesi kısaca her sahnesi ayrı zevk veriyor izleyiciye kanısındayım. Sosyal medyadaki yorumlar da bunu kanıtlar nitelikte zaten.
Vartolu’dan devam edersek o da Çukur dövmesine sahip yani Çukur’dan çıkma ama Koçovalı soyadına sahip değil maalesef. Annesi Mihriban gözleri önünde öldürülüyor çocukken. Mihriban ise İdris’in hayatı boyunca unutamadığı kadın olarak gösteriliyor. İnsan neden kötü olur? Vartolu için sormamız gereken asıl soru bu sanırım. Bazen sonuca değil de ilk önce nedenlere bakmamız gerekiyor çünkü. Annesinin ölümü ve ondan sonraki hayatının getirdiği zorlukları yaşamış bir insandan iyi biri olmasını beklemenin olasılığı da az gibi. Tabii ki bu durum da kötü yanlarını savunmak anlamında değil hepten ama hayatla yalnız savaşmak zorunda kalan Vartolu’yu farklı bir yere koyuyorum bu sebeplerden ötürü. Sadiş ile ilişkisini de ayrıca merak etmekteyim. Mutlu sonra ererler mi bilinmez ama onunla konuşması, şivesinin birden kaybolması, farklı birine bürünmesi insanı ayrıca hüzünlendiriyor. Kısaca Vartolu’nun geçmişini de gelecekteki durumunu da, nelere sahip olacağını, neleri kaybedeceğini, hikayesini izlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Son paragrafı da Yamaç’a yani Aras Bulut İynemli’ye ayırmak istiyorum. Oyunculuk anlamında fazla söze gerek olmadığının kanısındayım ancak bu bölüm kendisini izlemek ayrı bir zevkti. Her rolün üstünden kolayca kalktığını gösteren, farklı ruh hallerini ustaca yansıtabildiğine dair bir bölümle geldi karşımıza. Böyle oyunculukları izlemek her projeye kısmet olmuyor ne yazık ki ve bu dizinin de en büyük artısı da bu oyunculuklar sanırım. Kıssadan hisse yazan, çeken, oynayan herkesin emeğine sağlık böyle güzel bir iş çıkardıkları için. Haftaya görüşmek üzere…

                                                                                                                                                  <--->

                                                                                                                                                 Müge


27 Şubat 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel -15.Bölüm

    ‘Özledim, evet evet, yine özledim. 
      Ben üşürken uzaktan hep seni  düşledim. 
      Özledim, evet evet, yine özledim. 
      Koskocaman acıları nerelere gizledim.’      Cem Adrian  

Aşk…  Zamansızdır. Kuralsızdır. Sorgusuzdur. Bir atın ütünde uçuruma doğru giderken sizi kurtarandır.  Ne beni kabul ediyor musun diye izin ister ne de acıdan çok mutluluk vereceğim diye aşka inandırır. Kapılırken… Ve o an işte… Gözler buluşur ilk, durgun bir su gibi, yumuşacık. Kalbe doğru akmaya başlar, coşkusu artan bir şekilde. Ondan sonrası…. Geri dönüşü yoktur artıkYanlışlar,  hüzünler, zorluklar  da getirse çokça, beraberinde, acıyı hissede hissede dillerden dökülür o en güzel kelime: ‘Özledim.’  
Sühan’ın bize güveniyorum diyip karşılarına çıkan ilk dönemeçte Cesur’dan uzaklaşması, daha doğrusu öfkesinden kaçması… Sözlerin ağızdan çıkması kolaydır ama kaldırabileceğini düşündüğün zorluklarla yüz yüze gelmek, tokat gibi çarpar insanın suratına. Sühan da bunu en acı bir şekilde yaşadı işte. Beklentisi gerçeklerin ortaya çıkması, evet; Cesur’un bu süreçte sakin bir adam olmasını ummak ise, maalesef hayır. Düşününce de nasıl olabilsin ki? Yılların bütün öfkesini biriktirmiş de gelmiş Korludağ’a babasının çalınan hayatının hesabını sormaya.  Sühan’a ne kadar üzülsem de bu arada kalmışlığına, Cesur’a da aynı oranda hak veriyorum bin türlü oyun dönerken bu denli öfke içinde olmasına. Yalnız şu da var ki Cesur’un önem verdiği şeylerin en başında tabii ki  Sühan geliyor. Onun mutsuzluğu, kaçması, Cesur’un dediği gibi hemen savrulması en çok onu yaralıyor. Ama yine de her şeye rağmen onun yanına gidiyor, ağzından çıkacak tek bir kelimeyle bütün intikamından vazgececek kadar ona inandığını net bir şekilde gösteriyor. Cesur’un en sevdiğim özelliği işte… Sonuç bakımından iyi de olsa kötü de olsa ne istediğini açıkça belirtmesi.  
Sühan ise… Dilindeki kelimeler net gibi gözükse de hala çok karışık, aynı zamanda da kararsız. Ve bundan dolayı da kimin yanında olursa olsun en çok kendisi inciniyor, en çok kendisi üzülüyor. Tahsin’in gözaltı kararı sonrası Cesur’a takındığı tavırda ise bir yanım öz kızını bile acımasız bir oyun ile kaçırtan babanın suçsuz olabilieceğine nasıl inanırsın diye kızarken;  bir yanım da hak veriyor içindeki umuda, ne olursa olsun babasına sarılmasına.  Yalnız şu açıkça belli ki Cesur ve Tahsin arasında kalan Sühan, her yeni gerçek ile tanışmasında daha çok üzülecek, yıpranacak kesinlikle. Özellikle Tahsin’in çekirge misali zıplaması... Umulmadık zorluklar getirecek hep bu hikayeye. Adını da kullanmasıyla şu ana kadar üstüne atılan suçlamalardan bir şekilde sıyrıldı. Ama etrafındaki çember daralıyor ve bunun kendisi de farkında bana kalırsa. Kilit isim Rıza’nın da olaya güçlüce dahil olmasıyla işler iyice arapsaçına dönecek gibi gözükmekte ki Tahsin’in sonunun gelmesinde Rıza’nın en büyük paya sahip olması hiç de sürpriz olmaz gibi biz izleyenlere. Bu arada ayrıca Yiğit Özşener’e de iyi ki hoş gelmiş, hikayemize katılmış diyelim. Ezel’den sonra uzunca bir ara verip Cesur ve Güzel ile dönüş yapması gerçekten çok yerinde ve hoş bir karar olmuş. 
Çekirge zıplamaları demişken uzun atlama yarışı olsa eminim Cahide uzak ara önde birinci olur. Dört tarafı yalanlarla örülü ama ne yapıyor ne ediyor, her dafasında bir yolunu bulup kendini yakalanmaktan kurtarıyor. Şimdi bir de gerçekten de hamileyse önünde hiç kimse duramaz, ondan korkuyorum açıkçası. Yalnız bu gerçek hamilelik kısmına bir soru işareti getirmek istiyor ve bize bir ters köşe daha yapmazlar diye umuyorum. Çünkü Korhan üzülmesin tek derdim. Farklı bir konuda kısacık bir şey eklemek gerekirse Banu ile Bülent’in görüşme olayı açık bir biçimde kafa karıştırıcı duruyor. Bülent’in kendisine yanaşmasında başka emeller olduğunu düşünmesine rağmen yine de ona kapılan Banu, Cesur ile olan bağına ya da olayların gelişimine nasıl etki edecek ayrıca merak konusu. Gerçi Bülent ile Hülya’yı birlikte görmesi Banu’nun aklını biraz başına getirir ama zaaflar, kesinlikle olmaz denen şeyi oldurur maalesef. 
Son olarak da ‘Sen mi ben mi?’ sorusuna, ben ‘Siz’ demek istiyorum. Çünkü en baştan belliydi gidilecek yolların huzurla kaplı olmadığı ya da Sühan’ın da dediği gibi mayınlarla dolu olduğu.  Aşmak gerek, evet kolay değil belki ama inanıyorlarsa hele de vazgeçemiyorlarsa kaçmadan birlikte devam etmek gerek. Hissedilenin aksine ayrı olmak ya da uzaklaşmak değildir kanayan yaraların merhemi; o kadar engellerin, yalanların içinde, kaybolmuşluklarda karşınıza çıkan sevgiye inanıp, ona sıkıca sarılabilmektir.  

‘Biz senle ayrı yerlerde, aynı hayale kapılmış, aynı ormanda kaybolmuş çocuklar, 
Biz senle aynı yerinden vurulmuş, aynı yerinden kanayan, aynı yerinden acıyan aşıklar gibiyiz.’ 
     Cem Adrian 


Müge 




11 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel- 13.bölüm

‘Beni gerçekten sevseydin….’

Sühan Alemdaroğlu… O arada kalmışlığı, o çaresizliği, o kafa karışıklığını o kadar yoğun yaşıyor ki kalbi sanki ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafı Cesur’a güvenmek istiyor, bir tarafı da ne olursa olsun babasına da inanmak. Bunu öyle derin yaşıyor ki Sühan ya da yaşatıyor ki Tuba; hissin ağırlığı, hüznü ekrandan çıkıp kalbime dokunuyor bir sızı ile.

Tahsin dayanıyor Alemdaroğlu kapısına cezaevinden gelen mektubu berteraf etmek adına, nitekim de başarıyor. Ama o tabloları duvarda görmek, bir anlamda kendisi için yıkım oluyor, daha da hırslanıyor. Yalanlarını, suçlarını örtmek adına daha ne kadar ileri gidebilir diye soruyorum? Cevabı ise daha korkutucu oluyor izlediklerimizin etkisiyle. Ama şu var, Tahsin’in can yakıcı planlarına karşı Cesur da boş durmuyor tabii ki. Bir lider havasıyla iniyor meydanlara; cana kıyanlara karşı dik durmasını söylüyor Korludağ halkının cesurca. O’nun güven verici sözlerinden sonra Tahsin tehditiyle Sühan’ı yüzüstü bırakanlar atölyeye dönüyor tek tek ve burada karşımıza Sühan’ın yardımına koşan, onun derdine derman olan, hep olacak Cesur çıkıyor bir kahraman edasıyla.

Cesur… Önceki bölümlerimizde şüphe duyuyorduk ne hissettiğinden.. Gerçek miydi yoksa yalan mı? Bir intikam oyunu içinde ona aşık rolü düşmüştü belki de… Ama yavaş yavaş siliyordu bu belirsizliği kafamızdan. İlk önce kendince sevgililer günü hediyesini alıyor Sühan’dan; sonrasında da güzel bir yemek eşliğinde, bir ay boyunca uygun zamanı bir türlü denk getirip veremediği yüzüğü Sühan’ın parmağına takıveriyor hepimizin bir oh çekmesiyle. 

Tabii ki bu huzurlu anlarımız çok uzun sürmüyor ne yazık ki. Sahneye yine büyük bir kurnazlıkla Tahsin Korludağ çıkıyor. Kimseye şüphe ettirmeyecek şekilde, içinde kendisine ait yerler de dahil olmak üzere Korludağ’da olay çıkartılmasına ön ayak oluyor. Bunu da Cesur’un üstüne yıkmak gibi bir amaç ile hem de. Ama bu işin sonunda yine en çok üzülen, yangın endişesi ile Korludağ çiftliğine giden ve babası tarafından evden kovulan Sühan oluyor. Bunun yıkılmışlığıyla Alemdaroğlu çiftliğine dönüyor Sühan. Cesur’a soruyor, bence cevabının canını acıtacağını bile bile: ‘Beni gerçekten sevseydin…’ Cesur’dan aldığı yanıt, hem tahmininden daha çok yaralıyor Sühan’ı hem de Cesur, verdiği cevapla bunun üzüntüsünü iliklerinde hissediyor çok hüzünlü bir şekilde.

‘İyi ki seni gerçekten sevmiyorum.’

Zaten bir sürü duygunun ağırlığı altında kalan Sühan; arada kalmışlığın, kime ne kadar güveneceğinin karışıklığı ile kendiyle baş başa kalmak, biraz nefes almak adına uzaklaşma kararı alıyor. Kendisini sevsin, güvensin, evliliklerinin oyun ya da bir amaç doğrultusunda değil de gerçek olmasını isteyen Cesur ise bu kararın burukluğunu yaşıyor bir anlamda. Ben burada ikisine de üzülsem de Sühan’a daha çok hak veriyorum galiba. Her defasında yaşadığı hayal kırıklığı, o sıkışmışlığı; hissettiği duygulara tamamen sarılmasına engel oluyor bence. Cesur da sarılsın istiyor kendisine, onunla bulsun huzuru istiyor ama güvenmek… İşte bunu gerçekleştirmek, kendisine inanmasını sağlamak adına kimsenin tahmin edemeyeceği güzellikte, naiflikte bir doğumgünü sürprizi girişiyor bölümün sonunda.

Hediye kısmına gelmeden önce Korhan, Cahide ve Hülya üçlümüzün yaşadığı olaylara bakarsak da, Cahide inatla sıçramaya devam ediyor. Ancak sıçramaya devam ederken de ipler daha bir karışıyor sanki. Yalnız şu var ki diğer olaylarda gerçekler nasıl hemen ortaya çıkmışsa bunun da öyle olmasını, Korhan’ın gözünün açılmasını istiyorum daha da çok üzülmeden. Bu olayı da açığa çıkaracak kişinin Cesur olacağını da düşünmüyor değilim açıkçası ki Cahide, Hülya olayını Cesur’un üstüne yıkma çabasıyla da bunu hak ediyor kesinlikle.



Cezaevinden gelen mektubu yakıp kül etmişti Tahsin Korludağ. Mektubu gönderen kişi ise Adalet’in ağabeyi, olayların kilit ismi Rıza… Cesur kendisine gelen mektubun akıbetini, kimden geldiğini tabii ki öğreniyor; mektubu yakmakla bu olayın gizli kalacağını sanan Tahsin’in aksine. Yalnız burada yine boş durmayan Tahsin, Rıza’yı başka bir cezaevine nakledilmesini istiyor sanki. Yolda cezaevi aracı kaza yapıyor ve Rıza büyük ihtimal kaçmayı başarıyor. Bakalım sonrasında, Rıza’nın etkisiyle, ateş mi galip çıkacak bu savaştan yoksa ateşin karşısında mücadele edecek derya mı?

Ve gelelim sürprizimize… Sakıp Sabancı Müzesi… Feyhaman Duran sergisinde Cesur tarafından organize edilen bir yemek. Serginin adı da çiftimize çok uyuyor sanki: ‘iki Dünya Arasında’ Bence son zamanlarda izlediğim en güzel, en tutkulu, en samimi, en romantik sürpriz olmaya adaydır kendisi, abartısız. Sühan’ın ilk baştaki şaşkınlığı sonrasında gelen o güzel mutluluğu Cesur’un hediyesini de vermesiyle, iyice yükseliyor duygular. Tabii aynı şekilde biz izleyenlerde de. J Hediyemiz ise bir takvim. ‘Sühan ile bir yıl’ Cesur öyle içten öyle doğallıkla hazırlıyor ki hediyesini Sühan’ın kafasındaki şüpheleri yok edercesine. Bütün yaşadıklarını, ikisine ait özel ne varsa işliyor takvimin sayfalarına. Tam da burada şunu eklemek istiyorum kendimce. İkiliyi izlemek benim için çok ayrı bir zevk. Yalnız Kıvanç ile Tuba da hiçbir şeyden sakınmayıp rollerinin hakkını en doğru şekilde, eksiksiz biçimde vermeleri de biz izleyenlerin diziye bu derece bağlanmasında en etkili unsur bana göre. Son olarak da şunu diyebiliriz ki Cesur’dan beklediği, umduğu, içindeki sızıyı yok edecek cümleleri de büyük bir mutlulukla dinleyen Sühan; artık emin oluyor sevdiği adama karşı sonsuz bir güven içinde olması gerektiğine. Bozulmaması dileğiyle…

‘Seni seviyorum. Gerçekten.’

Müge

4 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel -12.Bölüm


‘ Sorarım aşk durulur mu? Acıyı sevmek olur mu?’


Sühan için bölümü, bu şarkı sözü ile özetleyebilirim sanırım. Neden derseniz bu bölüm en çok ona üzüldüm ya da şöyle söyleyebilirim: Tek ona üzüldüm. O kadar arada kalmış, kaybolmuş bir durumda hissediyor ki kendini; artık kime ne kadar güveneceğini bilemiyor, bir türlü kestiremiyor.
Bölümümüze gelirsek de çok özel bir gece ve Cesur’dan güven verici sözler… Sonrasında ise ortaya çıkan vasiyet mevzusu ile yeniden şüpheler içine düşen Sühan… ilk istikamet Korludağ çifti oluyor ve annesi tarafından yazılan vasiyetnameyi, babasının herhangi bir hamlesine karşı güvence altına alıyor. Çiftlikte bulunduğu sırada ise maruz kaldığı Cahide’nin anlamlı sorularına karşı rol yaparak mutlu bir evliliği olduğuna inandırmaya çalışan Sühan önceki yazımda belirttiğim gibi muhtemel Tahsin ile Sühan karşılaşmalarına bir yenisini daha ekliyor. Babasının kendisini haklı çıkarmak adına sarf ettiği iğneleyici sözlerine karşın ise altta kalmıyor tabii ve gereken cevabı veriyor. Bu kısımda tam da şunu söyleyebilirim ki olayların getirdiği kafa karışıklıkları hariç Sühan’ın bu net tavrı çok hoşuma gidiyor. Söz konusu, yıllarca bir yanlışını görmemiş ya da görmek istememiş (Çünkü kızı dışında herkes ile sorunlu bir Tahsin Korludağ) çok sevdiği babası dahi olsa, nerde ne şekilde durması gerektiğini çok iyi bilmekle kalmayıp, düşüncelerinden de asla taviz vermiyor. Durum böyle olunca da beklediği sözler yerine Sühan’ın kendisine daha da diklenmesi Tahsin Korludağ’ın elinin havaya kalkmasına sebep oluyor ve o elin inerek daha derin yaralar açmasını ise Korhan engelliyor. Bu sahne, sanırım, Sühan için babası ile yaşadığı anların ilk sırasına yerleşiyor ki dilinden büyük bir hüzün ile ‘Tanıştığımıza memnun oldum Tahsin Korludağ!’ cümlesi dökülüyor. Ve sonrası… İşte çok üzüldüğüm ilk sahne.. Babası ile karşı karşıya gelen bir kızın göz yaşları... Müzik ile sahne o kadar güzel uyuşmuş ki Sühan’ın yıkılışı insanın içine resmen bir sızı bırakıyor, kendisini bir yere ait olamama hissi ise ekrandan bizlere çok net bir şekilde geçiyor. Ve tam burada Tuba Büyüküstün’e ilk alkışımızı bırakıyoruz.
Korludağ çiftliğinde hayal kırıklıkları rüzgarları eserken Alemdaroğlu çiftliği ise kesilen elektrik ve su derdiyle uğraşıyor. Uzun süre gelmeyen elektrik ve suyun normal olmadığını düşünen Cesur bunun bir komplo olduğunu anlıyor ve yollara düşüyor. Hesabını soruş şekli beni eskilere götürüp, gözümde birden Kuzey Tekinoğlu belirmesine neden oluyor özlemle. (Kuzey Tekinoğlu’na bir selam)
Bütün bunlar yaşanırken bölümümüzün son sahnesini içeren mektup, hapishaneden Rıza tarafından yazılıp Cesur’a yollanıyor. Yalnız mektubun akıbeti, önümüzdeki bölümde pek de umduğumuz gibi olmayacak sanki ama her şeyde olduğu gibi bir mesaj yola çıkmışsa elbet gideceği yere ulaşır tezine inanmak istiyorum burada.
Ve gelelim Cesur’un dediği gibi Bülent’in farkında olmadan düğmeye basmasıyla tabloların ortaya çıkmasına. Bir ara vererek hemen belirtmek isterim ki dizinin en sevdiğim noktası olayların sakız gibi uzamaması ve temposunun çok akıcı bir şekilde ilerlemesi. Son zamanlarda böyle dizilere hasret kalmıştık resmen. Ve burada da senaristimize bir alkış bırakıyor, kalemine sağlık diliyorum. Yeniden tablolarımıza dönersek de ortaya çıkmaları Cesur’un kendi kimliğini bulmasında ilk adımı atmasını sağlıyor. Savcılığa verilen ifadeler sonrası da tablo davasının genişletilmesi kararı.. Ve Korhan’ın deyimiyle Cesur’un, Tahsin Korludağ ile savaşında 1-0 öne geçmesi... Alemdaroğlu çiftiliğinde kış zamanı baharın gelmesini müjdeliyor. Yalnız mahkeme seyrini ayrıca merak etmekle beraber, burada en önemli nokta olarak Tahsin Korludağ’ın ilk defa korkmasını gösterebilirim bence. O kadar yalan içinden kendine bir hayat yaratan Tahsin, bunun yıkılacağından ciddi derecede endişe duyuyor. Ve bu korkunun varacağı noktayı, getireceklerini de kafamda canlandırdığımda hiç hoş şeyler belirmiyor ne yazık ki.
Korhan,Cahide ve Hülya… Zavallı Korhan hem babasının yaptıklarıyla uğraşıyor hem de bir yandan düşmanın bile ona yapmayacağı kötülüğü anlamlandırmaya çalışıyor. Şans eseri de Hülya ile karşılaşınca kafasındaki soruları bulmak adına peşine düşüyor. Gittiği yolun sonunda ise karşısında biricik eşi Cahide… Bence çiftlikteki en tehlikeli kişi… Hırslarının da etkisiyle Hülya konusunu bile Cesur’a yıkan Cahide’de, oyun ya da kötülük konusunda Tahsin Korludağ ile başabaş yarışabilme potansiyeli var kesinlikle. Yalnız her adımını itina ile planlayan Cahide’nin bu yakalanmadan sıyrılma çabalarını büyük merakla bekliyorum.

Güven… Kazanması çok zor ama kaybetmesi de bir o kadar kolay. Ve bana hiçbir zaman güvenmeyeceksin bunu anladım, diyen Cesur. O kadar duygu karışıklığı içindeki Sühan, aklı da kalbi de aynı ölçüde belirsiz. Cesur’un yanında durmasının sonucu olarak Tahsin’in bir talimatıyla işçilerinden oluyor ve beklenen öfke patlaması gerçekleşiyor. Şunu söyleyebilirim ki son zamanlarda izlediğim en güzel kavgaya şahit olduk bence. İki oyuncu da o kadar gerçekçi oynuyorlar ki kavga hiç bitmesin istiyorum resmen. Sühan’a çok üzüldüm ama böyle güzel kavgaları çokça izleriz diye umuyorum ileriki bölümlerimizde. Bu arada Sühan konusuna ayrıca değinmek istiyorum aslında. Çok gelgitli olduğuna dair yorumlar okuyorum. Şu açıdan bakabilirsek böyle olmasını da anlayabiliriz sanki. Yerli yerinde giden bir hayat… Ve birden ortaya çıkan bir adam… Onun hikayesiyle önceki inandığı bütün gerçeklerin yıkılması… Bu gerçekler hem de babanızın yalan olduğunu söylüyorsa. Bir de babanızın düşmanına aşık oluyorsanız; o zaman kime, neye güveneceğini şaşırırsınız işte. Dolayısıyla bu kararsız hallerinde olmasına hak veriyorum galiba ve Cesur’a olan güveni oturtmak için daha zamanımız var diye düşünüyorum. Ama ben onları ikilemde kalma hallerini de izlemeyi seviyorum. Uzun zaman sonra böyle bir çifti ekranda görmeyi gerçekten özlemişim ve İyi ki bir araya gelmişler, getirilmişler diyorum büyük bir zevkle... Cesur ve Güzel’le…


Müge…

30 Ocak 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel- 11.bölüm

‘Sen  benim sigortamsın.’  

'Benimle evlenir misin?' Geçen bölüm sonunu Sühan'dan hepimizi çok mutlu edecek bir teklif ile bitirmiştik. Evet, teklif çok güzel ama içinde güzellikten daha çok hayal kırıklığı,öfke, üzüntü gibi bir sürü anlam barındırıyordu. Sırf kendisini Cesur'dan uzaklaştırmak adına babası tarafından acımasız bir plan ile  kaçırıldığını öğrenen Sühan bütün bu duygularla ve en önemlisi intikam isteğiyle Cesur'a evlenme teklifinde bulundu. Kendini garantiye almak adına Sühan ile evlenmek amacında  
 olan Cesur ise gizliden başladığı nikah işlemlerine gelen teklif ile resmen dört ayak üstüne düştü. Yalnız nedeni ne olursa olsun içindeki şüphelere rağmen bu gelişme izleyicileri heyecanlandırmaya yetti de arttı. 
 Tahsin Korludağ ise kızının güvenini geri kazanmak adına düzenlediği planın Cesur'un akıllıca davranması sonucu Sühan'ın gözünden iyice düştü ve büyük bir hayal kırıklığı ile çok sevdiği kızının 'Ben bugün babamı kaybettim.' diyecek kadar güvenini yok etti. Neyse ki biz burada bütün bu olumusuzluklara rağmen Sühan'ın yanında iyi ki bir Korhan Korludağ var diyebiliyoruz. 
Korhan Korludağ...Bir kardeşin sahip olmak isteyebileceği tüm özelliklere sahip bir ağabey. İki kardeş arasındaki ilişkiyi çok güzel yansıtıyor iki oyuncu ve onları birlikte izlemek çok hoşuma gidiyor. Korhan,  çocukken babasının geçmişte yapmış olduğu bütün kötülükleri bir rastlantı sonucu öğrenen ve bunun ağırlığıyla yaşayan biri olarak karşımıza çıkıyor. Olayların gerçek yüzünü bildiği için de Tahsin Korludağ ile yıldızı bir türlü barışmıyor ve babası tarafından daima Sühan'ın gölgesinde  
bırakılıyor. Bütün bunlara rağmen Korhan kendince güzel bir evliliğe sahip. Karısı Cahide ile tek eksikleri ise bir çocuk. Miras konusunda çocuğun çok önemli olduğuna inanan Cahide , çocuk sahibi olmak adına şeytana bile ters pabuç giydirecek bir plana girişti geçtiğimiz haftalarda. Plan şu an yolunda gidiyor gibi görünüyor ;ama her zaman olduğu gibi yalancının mumu ne yazık ki yatsıya kadar yanacak görüşündeyim. Bu oyunun gelişeceği süreci de getireceği kargaşayı da ayrıca merakla bekliyorum aslında.  
 Yeniden çiftimizin nikahına dönecek olursak Cesur'un intikamında yol arkadaşı olan Banu'nun ve Cahide'nin miras konusunda en büyük engel olarak gördüğü Sühan'ın bir de evlilik ile çiftliğe sahip olacağını öğrenmesiyle engelleme çabalarının olmazsa olmaz kısmına şahit olduk ve burada yine devreye giren Cesur'un aklı sayesinde Korhan şahitliğiyle çiftimiz nihayet nikah masasına oturdu. Nikahta önüne gelen kimlik fotokopisiyle bu evliliğin önceden planlandığını öğrenen Sühan her şeyin  
oyun olduğunu bilmesine ve  kendisinin de bunu belirtmesine rağmen içten içe bir kez daha hayal kırıklığı yaşayarak Cesur'a evet dedi. Çünkü Sühan, Cesur'u oyunlar içinde, planlar dahilinde, intikam amacında da olsa gerçekten seviyor, ona karşı koyamıyor. Sühan'a bu konuda üzülsem de çiftin arasındaki bu gelgitli durum beni daha çok diziye çekiyor. Yalnız burada Cesur'un gerçek hislerini izleyiciler olarak tam anlayamadık diye düşünüyorum. Oyun ve intikam kısmı o kadar yolunda ilerliyor ki Cesur'un Sühan'ı da bir nevi yaşam sigortası olarak adlandırdığında  gerçek duyguları konusunda izleyicilerin ciddi derecede şüpheye düşürüldüğünü hissediyor ve görüyorum. Umuyorum ki bu şüpheler de en kısa zamanda  
netleşir de çiftimizi bu belirsizlik gölgesi olmadan güzelce izleyebiliriz diye ümit ediyorum.   
Nikah sonrasına gelirsek Tahsin Korludağ,  Sühan ve Cesur  yüzleşmesi bölümün en güzel sahnelerinden birisiydi dersek sanıyorum abartmış olmayız. Özellikle burada beni etkileyen duygu  ise Sühan'ın ne olursa olsun babasının hayatı için kaygı duyup koşarak yanına gelmesiydi.  İnsan kötülükler de olsa sevdiklerinden kolayca vazgeçemiyor, kendini  daima onların yanında buluyor. Ve baba - kız arasında gerçekleşecek bu tür sahnelere ileri ki bölümlerde çokça şahit olacağız gibi görünüyor ne dersiniz?   
Bir yerde evlilik varsa elbette kutlama da olması da gerekiyordu.  Alemdaroğlu çiftliği de Fügen hanım önderliğinde hazırlıklarını yaptı ve çiftimizde,  belirli amaçlarla gerçekleşmiş de  olsa evliliğin mütevazi kutlamasını gerçekleştirildi. Görüyorum ki bu evliliğe en çok izleyiciler ve Fügen hanım sevindi. Fügen Hanımın sevinci öyle güzeldi ki insan,sadece o mutlu olsun diye evlilik hiç bozulmasın hep sürsün duygusuna kapılıyor.   
Bölüm sonuna gelirsek Cahide'nin dolduruşlarına gelen Korhan, Sühan'a çiftliğin evlilik ile Sühan'ın üstüne geçeceğini Cesur'un bildiğini söyledi.Sühan ise bunun doğruluğunu araştırarak geçmişte Cesur'un bu durumdam haberdar olduğunu öğreniyor ve bir kez daha kendini aldatılmış hissediyor, kendini yollara vurdu. :) Ayrıca bu sahnede bir flashback ile kutlama sonrası Banu'dan gelen aramanın etkisiyle Cesur'un odasına giden Sühan'ın Cesur'un sözleriyle ona karşı koyamayışını ve 
 teslim oluşunu izledik.  

Bu iki sahne birleşimi bana göre bölümün en göze çarpan kısmıydı  ve Sühan ne olursa olsun hep bu ikilemi, hayal kırıklığını yaşayacağını hissederken hissettirdi. Yalnız şu var ki tam da o sırada Cesur elinde bir yüzük kutusuyla konuk evinde onu bekliyordu.  
İlk deneyimim olarak söyleyebilirim ki bir şeyler anlatmak, yazmak gerçekten çok zormuş ve uzun zaman sonra bir diziyi kaçırmadan izliyorum. Bunun en büyük sebebi tabii ki Kıvanç Tatlıtuğ ve Tuba Büyüküstün etkisi. İkisini birlikte izlemek gerçekten çok büyük bir keyif ve senaryo da şu an çok güzel ilerliyor. Umuyorum ki arada inişler çıkışlar da olsa çoğunlukla dengede ilerleriz ve bu çifti uzun bir süre ekranlarda görürüz. Çünkü bana göre gözümüze, gönlümüze hitap eden güzellikleri erken kaybetmemeliyiz. 


muge_muge1