ilkaşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilkaşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2024 Pazartesi

İmkansızdan Seken Sevda- Metila

 

                                             "-metila"

İnsanı insan yapan en önemli şeylerin başında gelir duygu. Duymak ya da diğer değişle hissetmek kadar o hissi nasıl yaşadığın da önemlidir. Öfke, nefret, kibir gibi kötücül dediğimiz ama insana dair olan duygular kadar sevgi, acıma, empati gibi duyguları da ne noktaya kadar yaşadığımız da önemlidir. Bu hafta Sakla Beni evrenine işte tam olarak buradan bakmaya karar verdik. Hadi sevgili okur, takıl peşimize bakalım hangi karakterde hangi duyguya savrulmuşuz.

                                             "-İncila kuzenim mi benim? Anne sen nasıl bir çaresizlik içerisindesin?"

Sakla Beni iki temel sorunsalla başladı bu haftaki bölümüne. İlk sorun İncila’nın kaçırılması, ikicisi ise Naz’ın İncila’nın kuzeni olduğunu öğrenmesi. Önce Naz’la başlayalım. Naz annesi Filiz’in ağzından çıkan “İncila senin kuzeninmiş.” cümlesine inanamadı önce. Nasıl inansın? Onun bir tanecik kölesi, oyuncağı, kıskançlıklarının merkezi, stres topu nasıl olur da onunla aynı kandan çıkardı? Filiz’in her şeyine ortak olacak dediği İncila nasıl olur da özgür olabilirdi? Anne kızın asla yanaşamayacağı şeylerin başında geliyordu paylaşmak. İncila onun sahip olduğu neye ortak olabilirdi ki? 


                                            " -Dede şuna bir şey söyler misin? Senden dolayı iyice tepeme çıktı bu.

                                         -Sen de zamanında onun tepesine çıktın. İncila sana ne yapmak isterse özgür.                                              Benden ona tam destek."

Naz’ın olabileceklerle ilgili öngörüsünde Naz’ın bilinçaltını görmek karaktere daha yakından bakmaya da vesile oldu sanıyorum seyirci için. Naz İncila’yı dedesinin yanında hayal ederken de sonrasında kuzen olduklarını söylediği taktirde İncila’nın tepkisini tahmin ederken de Nazca düşündü. Böylece anladık ki Naz çocukluğundan beri İncila’ya yaptığı her şeyi bilinçli bir kötülükle yapmış. İncila’ya verdiği kendi tabiriyle “artıklar”ı da onu aşağılamak için vermiş. Onca işkenceyi yaparken İncila’nın dur dediğini duymuş ama duymazdan gelmiş. Kısaca Naz İncila’ya her yaptığını farkındalıkla yapmış. Bu, Naz’ın içindeki kıskançlığın ve kötülüğün boyutunu anlamak açısından bence oldukça iyi bir veri. Naz’ın yapabileceklerinin bir sınırı yok. Kendi istediklerinin olması, kendi beklentilerinin karşılanması dışında da umurunda olan bir şey de yok. Aynı annesi gibi. Hatta beklediği bebek bile onun beklentilerinin ve dayatmalarının bir kuklası. Bu noktada İncila’yı kaybetmek de istemiyor tabi. Hatta öyle istemiyor ki bebeği bile umurunda değil o an. Anne-kızın kendi isteklerini diğer tüm insanların beklentilerinden hatta hayatlarından öncelikli görmeleri asıl mutsuzluk nedenleri ama görebilecek farkındalıklarının olduğunu söylemek zor. Mete’nin dediği gibi ne Naz ne de Filiz asla doyacak insanlar değil. Bu nedenle de mutlu olma veya birilerini mutlu etme olasılıkları dahi yok. Naz’ın tırmanışı sürecektir. İncila onun için öyle bir savaş alanı ki sınır tanımazlığı İncila konusunda gidebileceği en yüksek yere gidecektir.


                                                                          "-Ne istiyorsunuz benden?
                                                                          -Para. 20 milyona ihtiyacım var."

Bölüm başı diğer sorunsala gelirsek… İncila’nın kaçırılması hepimizin acaba Mete tarafından kurtarılacak mı sorusuyla beklediğimiz bir olaydı aslında. Ancak ters köşe oldu ve Mete’nin babası tarafından kaçırılan İncila’dan Mete’nin babasının 20 milyon lira talep etmesiyle de şaşkınlığa uğradık. Üstüne Mete’nin babasının İncila’yı Mete ile ilişkisini ifşalamakla tehdit etmesiyle de şaşkınlığımız beşe filan katlandı. Şimdi burada bazı sorularımız var ve cevap bekliyoruz. Soru bir Mete’den pek de istekli ayrılmış gibi durmayan bu baba namzedi neden oğlunun hayatını darmadağın edecek böylesine bir darbeyi indirme peşinde?  Hadi bu arkadaş bu kadar insanlıktan çıktı neden 20 milyon gibi bir miktarı asla bulamayacağı ortada olan evin hizmetlisi İncila’dan istiyor? Gitsin Mete’den istesin. Nereden bakarsak bakalım saçmalık. Ha babanın başka bir hesabı var gibi de durmuyor ama velev varsa da yine durumun saçmalığını aklamaz bende.


                                                       "-Korkuyorum, çıkar mısın? Biri gelecek şimdi.

                                                       -Bembeyaz olmuş zaten yüzün. Neden korkuyorsun?"

Sakla Beni bölüm boyunca bahsettiğimiz bu iki düğüm ekseninde yani Naz’ın İncila acaba biliyor mu korkusuyla, İncila’nın para bulma çabası içindeki çaresizlikle karışık korkuyla dönerken başka başka duygularla da karşılaştık.  Bölümde açık ara hissedilen duygu korkuydu bu net. Naz ve İncila sırlarla korkadursun Mete de bölümün başından sonuna kadar tek bir korkuyla yaşadı. İncila’yı kaybetme korkusu. İncila gider korkusu. Mete’nin, bölümlerce kendisinden kaçan İncila’nın ona “sen varsan ben varım.” dediği noktada şaşkınlıkla karışık yaşadığı sevincin nedenini sanırım izleyenler bu bölüm anladı. Mete öyle korkuyor ki İncila’yı kaybetmekten. Yapması gerekenlerle İncila için endişelenme arasındaki sıkışmış korkusu  öyle yüksek ki. Ben Mete’nin aşkının evrildiği yerin çok derin olduğunu bu bölüm hissettim. Aslında Mete çok zor durumda. Babasına benzememek için hayatı boyunca gösterdiği çabada babasının kaderini yaşıyor olduğunu hissetmesi onu çok yıpratıyor. Naz’la evli ama İncila’ya aşık. En başta İncila’yı dinlemediği, anlama çabasına girmediği için o yüzüğü taktı parmağına öfkeyle. Kendisinin de o meşhur kavgada dediği gibi “Köpek gibi pişman.” ama artık ortada sadece aileler yok. Bir çocuk var. Senaristimizin satır arasında bize selam yolladığı İngiltere’de yaşananlardan miras bir çocuk ki umarım ilk bölümde Naz’ın odasından çıkan arkadaşındır. Hamilelik olayının başından beri Mete’nin İncila’dan sonra Naz’a dokunamadığını söylediğini yazdık durduk. Demek duyulmuş serzenişimiz. Hala bu çocuk mevzusunun, her ne kadar Mete’nin kader döngüsünü kırmak derdiyle yazıldığını bilsek de, Mete karakterini sıkıntıya soktuğunu düşünüyorum. Zarar veriyor ona. Sürekli yardıma hazır bir rakip varken özellikle. Naz’a söyletilse de bizzat Mete’nin İncila’ya ona âşık olduğu andan beri Naz’a dokunmadığını söylemesi gerektiğini düşünüyorum mesela. Bir de yavaş yavaş Naz’ın Mete tarafından sevilmediğine ikna olması gerekiyor ki buna dair sinyaller Kadir üzerinden verilmeye başlanmış olsa da yeterli değil. Mete’nin her an gözünün sevdiği kadının üzerinde olması, Naz’a katlanma çabası ve sonunda babası ile yüzleşecek olması karakteri açısından dönüştürücü. Aslında ilk bölümden bu yana Mete’nin aşkla büyümesine şahit oluyoruz bu da bir gerçek. Çapkın ve hovarda Mete’nin sorumluluk alma çabasına hem çocuğuna hem sevdiğine sahip çıkmaya çalışmasına, bunları yaparken çektiği acıya şahit oluyoruz. Yaptığı her hatanın bedelini çok sert ödüyor Mete. Bir süre daha ödeyecek gibi. Ne yapalım acı büyütüyor insanı.


                                                       "-Korumuyorum Mete, korumuyorum. Ben sabahtan akşama                                                               kadar onunla muhabbet etsem ne olur? Gözümde, gönlümde sen                                                                 olduğun sürece."

Diğer taraftan İncila-Mete aşkında da yeni bir dönemin başladığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Tutkudan kavgaya oradan arkadaşlığa sonra sevgili olmaya geçen Mete ve İncila ağır ağır sevdaya evriliyor. Zaten birini sevmek çok boyutlu bir sevme hali değil midir?  Peki Sevda

Hamiş; Sevda, sevmek kökünden gelmez. Sevda köken olarak Arapça bir sözcüktür. Tek başına köktür yani. Bu kökün anlamı da güçlü sevgi, güçlü aşktır. Köklendikçe köklenen aşk. Gözden kalbe oradan ruha işleyen aşk. Doğu’nun anlatı geleneğinde sevdalandığında artık başkasına yer kalmaz kalbinde. Öncesi ve sonrası kalmaz. Sevda çekmek, kavuşmayı beklerken çekilen acıdır. Sessizdir bu acı dünyaya ama bir o kadar çığlık çığlığa bağırır insan kendi yüreğine. Yürek sadece bir kez sevdalanır. O da kendi tamamlayıcısına denk gelirse. Ona denk geldikten sonra daha azına razı olamaz. Çünkü kendi iç mezarından çıkmıştır artık ruh. Başkasına koşamaz, başkası ile olamaz. Başkası çürütür o ruhu. Çünkü bilir ki o şey, o tamamlanma hali sadece O’nunla olabilir. Ölümde de yaşamda da birlikteliktir. Sevda olağandışıdır. Erişilmez olandır. Herhangi biri olamaz. Yalnızca O’dur. 

                                                            

                                                               "-Ben üçüncü bir yol bulacağım.

                                                                 -Biliyorum."

İncila bu duygunun ustası hikâyede, Mete ise çırağı. Öğreniyor Mete. İmkansıza düşe düşe öğreniyor. İncila'nın hayalden seken gerçeğe bakışındaki nahifliğe baka baka öğreniyor Mete sevdaya düşmeyi. Birbirleri için “enlerin eni” onlar. Bu nedenle Mete ve İncila için başka bir ihtimal yok. İncila, Mete olmadan da Mete’yi sevmeyi bilmiş. Onun başına gelenleri kabullenmesi bundan. Bekliyor İncila, o bulmak istediği üçüncü yolu bulmasını. Ne zaman demeden, neden demeden, suçlamadan bekliyor İncila. Çocukluğundan beri boğuluşuna şahit olduğu Mete’nin ruhuna yük getirmemek için onu dinliyor. Sadece dinliyor İncila ve seviyor. Bakışıyla, kalbiyle seviyor. Mete de öğreniyor. Kendisinde olanın karşılığını duyduğu andan beri daha da derine dalıyor sevdasında. Kadir’e sarıldı diye vazgeçmiyor İncila’dan mesela artık. Kıskanıyor ama kendisini artık o duyguya teslim etmiyor Mete. Biliyor kalbinin aynasını. Tıpkı İncila’nın aynasında yansıyan kendi görüntüsü gibi. İncila Mete, Mete İncila. Birbirlerinin yansıması onlar. Yaraları aynı, şifaları da aynı. Naz’ın kıskançlıkla bastığı ele Mete’nin önce merhem sürmesi ardından öperek şifalaması bundan.


                                         "-Baba"

Oğullar babalarıyla savaşmadan büyümez. Oğullar babalarını öldürmeden iktidar olamaz. Bu ölüm semboliktir ama büyümek için bir erkeğin bunu yapması gerekir. O baba hiç olmamışsa hele savaş daha derin olacaktır. Kaybolmuş bir çocukluğun hesabı illa ki sorulacaktır. Mete’in önünde yaşayacağı iki iktidar savaşı var kendi “beni” için. İlki bölüm sonu tam karşısında kaldı. Sevdiği kadını tehdit eden babasına savaş bıçağını çekecektir. Sonra… Sonra Ziya Dede. Mete bu iki savaştan galip çıktığında artık önünde kimsenin durabileceğini sanmıyorum. Pekiii, İncila savaşı? Asıl meydan savaşının olacağı alan İncila. Mete onun kalbini aldı bile. İncila’yı kaybetmenin kıyısına dahi gelse Mete karşısında kimse duramayacaktır. Naz bile. Hatta iki aile bile.

 


                                                                   "-Mete ne yapıyorsun sen?

                                                                   -Asıl sen ne yapıyorsun? Kaçıp gitmeyi mi planlıyorsun?"

Son demde; hala bıçak sırtı ilerliyoruz. Metila  aşkımızda netiz ama karşı cepheye dair hala bir hamlemiz yok. Bebekten şüphelendik gibi oldu ama sonra dağıldık. Naz’ın şiddet eğilimini çabuk atlattık ki bence orası kaşınmalı. Kadir İncila’ya bu mesafede kalmalı ve asla yaklaşmamalı. Naz ve Kadir arasındaki aks bence gelişebilir zira sevgisiz birliktelikler kişilerin ihtiyacı olan ilgiyi asla sağmaz. Naz Kadir’le Mete’nin sevgisizliğini görüp ona yönelebilir. Kaldı ki Naz’ın meydan savaşı ya İncila’yla ya da İncila için. O halde İncila’ya âşık olan Kadir neden Naz’ın hedefi olmasın ki? Mete’nin artık bazı noktalarda öne çıkıp kendisini göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Hayat sorumluluğu alabileceğini görelim. İncila’nın okul mevzusunu o gündeme getirmeli ve kız o tımarhaneden çıkmalı. Kendi hayatına yönelik bir şeyler yapmalı ki bu Naz’la gerilimi de artırır. Mete ve İncila’nın aşkla harmanlanmış dostluğunu da seviyorum. Ama aşka dair bazı dokunuşlara ihtiyaç var. Yapılmak isteneni anlamakla beraber o dokunulamayan ama en derinde yaşanan sevdayı görmemiz gerek. Elimizde harika iki oyuncu var. Sınırlar zorlanabilir. O duygu en yüksekten verilebilir. Aşk ne de olsa yüksek bir duygu.

                                                                                                           UmayMasal

2 Haziran 2019 Pazar

ArHas- Öykü

Ezgi Gör ve Burak Dakak’ı nasıl bir hikayede görmek isterdiniz sorusuna yanıt arıyorken Arhas fandom ben kendimce bir cevap bırakmak istedim bloga. Masalsı uyumu olan Ezgi ve Burak’ın bir gün, bir yerde yeniden biraraya geleceğini veya getirileceğini umuyorum. Bu biraraya gelmede yine umuyorum ki kendileri üzerine kurulan bir hikayenin tarafı olacaklar. İşte bu taraflık bence nasıl olsa güzel olurdu, onu anlatmaya çalışacağım küçük de olsa bir hikayecikle. Keyifle okumanız dileğiyle Arhas fandom. Bu arada zihninizde canlandırma güçlüğü olmasın diye Hasan ve Artemis isimlerini kullanmayı tercih ettim ama karakterler tamamen dizideki yapının dışındadır. Yani okuyacağınız hikayecik isimler dışında tamamen farklı bir evren. Şimdiden keyifli okumalar: )

                                              TAMAMLANMA
Genç adam babasıyla ettiği kavgadan sonra kendisini sokağa atmıştı. Yine ,yeniden, aynı konuda sayısını hatırlayamadığı kavgalardan biriydi yaşadıkları. Ancak Hasan artık bıkmıştı. Babasına kendisini anlatamamaktan, kendi hayalleriyle babasının planları arasında sıkışmanın verdiği yükten yorulmuştu. Bu yüzden ilk kez kapıyı çarpıp odasına kapanmak yerine gecenin bu saatinde sokak kapısını vurmuş dışarı çıkmıştı. Ne annesinin gözyaşlarını ne de abisinin nasihatlerini dinleyecek haldeydi. Yürüdü Hasan evinin bulunduğu sokağı geride bıraktı önce. Sonra çocukluğunun ev sahibi mahalleyi. Ellerini cebine soktu. Gecenin sonbahar ayazını hesaplamamıştı öfkeyle evden çıkarken. Ceket bile giymemişti. Annesinin dediği gibi ilk elleri ve burnu üşümüştü. Aldırmadı. İçindeki öfkeye tutundu. Yürümeye devam etti. Mahalleden de uzaklaştı. Yürüdü , yürüdü. O kadar kızgındı ki. Amacı yoktu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sadece kafasının içindeki bağırtıdan uzaklaşmaktı derdi. Durdu. Saatine baktığı an anladı iki saattir yürüdüğünü. Ayakları acıyordu. Bir an durdu. Annesi kesin delirmişti. Hayret telefonla aramamıştı. Sonra hatırladı şarja taktığı telefonunu da evde bıraktığını. Önce annesini aramayı düşündü sonra vazgeçti. “Biraz merak etsin. Ölmez ya!” dedi. Elini arka cebine attı. Cüzdanını evde bırakmadığını anlamanın iç huzurunu duydu bir anda. En azından aç kalmayacaktı ya da eve dönmek isterse taksiye filan binebilirdi. Dönmek istiyor muydu? Hayır. Hasan yürüdü. “Yakınlarda bir park olacaktı.”diye düşünüyordu bir taraftan. Okula giderken görmüştü. Üşüyordu. Aldırmadı. En fazla ne olabilirdi? Hasta olurdu, ki bu Hasan’ın umrunda bile değildi. Bugünkü kavgada açılan kaşının umrunda olmaması gibi. Kaşı aklına gelince elini revirdeki hemşirenin attığı dikişe uzattı. Hala çok acıyordu. Gülümsedi. “Peki Cem’in kırılan burnu ne kadar acıyordu?” Kuşkusuz Hasan’dan daha çok acı çekiyordu şu an. Cem’le kavga neden çıkmıştı? Hasan hatırlamıyordu bile. Cem’le ilk kavgaları Buse yüzünden çıkmıştı ama bugünkü olay Buse ile ilgili bile değildi. Aralarındaki kavga Buse ile ilgili olmaktan çıkmış garip bir üstünlük mücadelesine dönüşmüştü. Sonunda parkı gördü Hasan. Adımlarını hızlandırdı. Eylül aynının sonlarındaydı şehir. Parkta insanlar vardı hala. Saat de çok geç olmadığından belki boş bir bank bulmak için bakındı biraz. Sonunda biraz ilerdeki yaşlı çınarın altındaki bankı gördü. Gitti ve oturdu. Oturur oturmaz da ne kadar yorulduğunu fark etti Hasan. Derin bir soluk aldı. Bıkmış ruhunu bırakır gibi bıraktı sonra tuttuğu nefesini.  Geriye doğru yaslandı ve gözlerini kapattı. Derin bir soluk daha aldı.
-Pardon biraz toparlanırsan ben de oturmak istiyorum.
Hasan irkilerek açtı gözlerini. Karşısında kendisine bakan kızıl kıvırcık saçlı kıza baktı:
-Anlamadım, dedi.
Kız omuzlarını kaldırdı ve Hasan’ın bacağını işaret ederek:
-Anlamanı beklemiyorum zaten. Bacaklarını diyorum ,toparlarsan eğer ben de oturabilirim. Küçük ağa gibi yayılmışsın koca banka.
Hasan kızı baştan aşağı süzdü önce. Kendisine tepeden konuşulması hayatta en nefret ettiği şey olmasına rağmen bu kıza bakarken  içinde oluşmasına alışık olduğu o öfkenin zerresini hissetmediğini fark etti. Güldü. Hasan gülünce kız kaşlarını çattı:
-Neden gülüyorsun ya, komik mi söylediğim şey? Allahım ya insanlara insanlık öğretmek ne zor şey.
Hasan kızın öfkesine baktı. Gülümsemesi genişledi. Ama diğer taraftan kızın tabiriyle yayıldığı bankta toparlandı ve kızın da rahatlıkla oturabileceği kadar yer açtı:
-Kusura bakma. Aslında küçük ağalık taslamam pek. Hatta benden küçük ağa mağa da olmaz. Oturabilirsin,dedi.
Kız gözlerini kıstı. Hasan’ın tepkisini ölçüp biçmeye çalıştığı yüzündeki her mimikten belli oluyordu. Hasan işte ilk o an bu incecik kızın yüzündeki kocaman kahverengi gözleri çevreleyen uzun kızıl kirpikleri fark etti. Kız sırt çantasını taktığı tek omzundan indirip hemen yanına oturduğunda bu kez yan gözle ama dikkatle kızı incelemeye başladı. Kızın beline uzanan kızıl kıvırcık saçları vardı. İncecikti. Sanki şiddetli bir rüzgar çıksa uçacak gibi narindi. Beline bağladığı oduncu gömleğini belinden çözüp üstüne giydiğinde:
-Üşüdün mü?, dedi istemsizce Hasan.
Kız sanki başkasına konuşur gibi gözleri karşıda:
-Sonbahar ayazı. Dedem kışın ilk nefesi derdi,dedi.
Hasan bu kez kıza döndü:
-Güzel benzetme kışın ilk nefesi. Ama nefes daha çok hayat için kullanılan bir şey değil mi? Kış bana daha çok...
Kız gülümsedi bu kez. Hasan gülümseme karşısında sustu çünkü yine zihni konuşmaya başlamıştı. Dili ve zihni arasındaki bağ kopmuştu.  Zihni “Oha çok güzel gülümsüyor” derken ağzından çıkacak cümle havada kalmıştı. Kız cümleyi tamamlasın diye Hasan’a bakarken Hasan ne diyeceğini unutmuştu bile. Genç kız bu kez kocaman bir gülümseme fırlattı genç adama:
-Neden sustun?,dedi.
Hasan bir an düşündü. Elbette kendisini şu durumdan kurtaracak çok şey söyleyebilirdi. Ağzı iyi laf yapan, kızların çekici olarak nitelediği biriydi. En kötüsü bunun farkındaydı. Çapkındı. Hatta can yakanlardandı. En kötüsü can yakmayı sevenlerdendi. Ama şimdi , şu an ,burda ait olduğu Hasan kimliğinden yorgunken yeniden o kimliği giymek mi istiyordu? Saniyeler içinde bu soruyu sordu ve cevabını buldu. Kıza döndü:
-Sustum. Çünkü unuttum.
Kız biraz şaşkın:
-Unuttun mu? Cümlenin devamını mı? Niye ki?
Hasan da güldü. Geriye doğru yaslandı yeniden. Ama bu kez fazla yayılmadan. Gözleri karşıda:
-Gülümsedin, ondan.
Kızın kaşları çatıldı:
-O, ne demek öyle?
Hasan gayet vakur:
-Çok güzel gülümsüyorsun. Sen gülümseyince cümle uçtu kafamdan.
Kız hızla ayağa kalktı Hasan’ın cümlesi bitince. Bu kez Hasan şaşkın baktı kıza. Kız çantasını omzuna atarken Hasan da ayağa fırladı:
-Hey hey ne oluyor? Ne dedim ben şimdi?
Kız çattığı kaşlarının altında parlayan kahverengi gözlerinde kızıl bir öfke ile baktı genç adama:
-Bana asılamazsın anladın mı? Bana kimse asılamaz.
Hasan kızın tepkisinden şaşkın baktı o kızıl öfkeye önce. Elini uzatıp kolundan yakalamak istedi dönüp gitmeye hazırlanan kızı. Ancak kızı bileğinden yakaladığı anda genç kız bir anda Hasan’ın bileğini tutan elini yakaldı hızla kıvırdı ve arkasına alıverdi. Hasan beklemediği hamle karşısında şaşkın kalakalırken genç kız adeta tıslayarak:
-Bana sakın dokunma, dedi.
Hasan kurtulmak için hamle yapması gerektiğini bilse de , bu incecik narin kızda ortaya çıkan güce teslim olmak istedi. Hiçbir şey yapmadan sakince konuştu:
-Sadece dürüst olaya çalışıyordum ki emin ol genelde yaptığım bir şey değil. Ne sana iznin dışında dokunmak derdim ne de sana asılmak. Tekrarlıyorum hayatımda senin kadar güzel gülümseyen bir kız görmedim. Bu yüzden unuttum cümlemi ki pek sık başıma gelen bir şey değil.
Kız hala sımsıkı bileğini arkada tutmaya devam ederken Hasan sakince devam etti:
-Bak adını bile bilmiyorum. Hayatımda ilk kez bir kıza samimi olmak istedim ama o da kolumu kırmak istiyor şu an. Lütfen beni bırak çünkü bırakmazsan ben sana hamle yapmak zorunda kalacağım ve inan canını yakmak istemiyorum,dedi.
Kız bir an duraksadıysa da yavaşça bileğindeki baskıyı hafifletti Hasan’ın. Daha sonra da tamamen bıraktı bileği. Hasan’ın bileğini arkaya çevirirken yere fırlattığı çantasını yerden aldı ve hızla Hasan’ın yanından geçip yürümeye başladı. Hasan kızaran bileğine bakıp daha sonra kendisinden koşar adım uzaklaşan kızın ardından baktı.  Bir an zihnindeki o ses “Bırak gitsin” dediyse de ruhunun derinliklerinde bir yerde çatlayan bir merak duygusu zihnini bastırdı ve Hasan kendisini kızıl, kıvırcık saçlı narin ama güçlü kızın arkasından koşarken buldu. Ruhundaki çatlaktan yükselen bir ses bağırıyordu genç kızın ardından:
-Hey güneş saçlı kız, beklesene beni.
Kız  hızlı adımlarla yürürken Hasan’ın seslenmesiyle bir an duraksasa bile dönüp bakmadan devam etti. Hasan tekrar seslendi, bir taraftan da kıza yetişmeye çalışıyordu:
-Hey güneş saçlı neden kaçıyorsun? Korkutmak istemedim seni,dedi.
Bu kez genç kız durdu. Bir an derin derin nefes aldığını hissetti Hasan iyice yaklaştığı kızın. Kız döndüğü an ise hızını alamayan Hasan ister istemez genç kızla burun buruna geldi. Aynı anda da kendisini geriye çekti. Çünkü kızın son birkaç dakikadır gösterdiği hassasiyetlerin farkındaydı. Kız Hasan’ın geriye çekilme hamlesini bir bakışta fark etti. Karşısında sakince kendisine bakan genç adama dikti gözlerini. Hasan bir an duraksadı ama sonra:
-Adım Hasan ve gerçekten sana asılmadım,dedi bir hamlede.
Genç kız tek omzuna taktığı çantayı diğer omzuna da geçirdi yavaşça. Sonra dikkatle Hasan’ın yüzüne baktı. Gözlerini gözlerine dikti ve yine yavaş yavaş sağ elini uzatıp:
-Artemis, dedi.
Hasan uzatılan eli tutsa da şaşkın:
-Artemis? Takma ad filan mı?
Artemis’in kaşları bir an çatılsa da elini sımsıkı kavrayan ele bakıp gülümsedi yeniden:
-Gerçek adım bu. Takma ad değil. Adım Artemis.
Hasan Artemis’in gülümsemesine yine takılsa da bu kez çabuk toparladı kendisini:
-Ay tanrıçası. Vay annen ya da baban oldukça ilginç insanlar olmalı.
Hala elini bırakmayan Hasan’ın samimi şaşkınlığına bakıp yavaşça elini çekti Artemis Hasan’ın avucundan. Hasan ise Artemis’in gülümsemesinin ailesinden bahsedince nasıl solduğunu an be an görmüştü:
-İlginçtirler evet ama ismimi koyan dedem. Dedem arkeologdu. Ben doğduğumda Kybele ve Artemis arasında gidip gelmişler. Sonunda Artemis koymuşlar adımı.
Hasan az önce kalktıkları bankı işaret ederek:
-Bence birileri kapmadan gidip oturmalıyız,dedi.
Artemis tamam anlamında başını salladı. Banka doğru yürümeye başladıklarında Artemis:
-Kusura bakma belki fazla tepki verdim, dedi.
Hasan ellerini cebine sokarak ilerlerken:
-Özür dileme , sonuçta bu ülkede yaşamak zor. Hele kadın olmak daha zor. Çok da iyi niyetli değiliz sonuçta ve sen beni tanımıyorsun.
Artemis Hasan’a baktı:
-Her zaman bu kadar açık sözlü müsün?
Hasan güldü:
-Aslında değilimdir. Genelde son derece hesaplı davranırım. Hele bir kıza senin tabirinle asılacaksam,dedi.
Artemis:
-O zaman bana asılmıyorsun gerçekten?,diye sordu.
Hasan sonunda ulaştıkları banka yeniden oturup ayaklarını öne doğru uzattı ve başını göğe kaldırdı. Artemis de çantasını yere bırakıp yanına oturdu genç adamın. Hasan gökyüzünde görünmeyen yıldızları bulmaya çalışırken Artemis’e cevap verdi:
-Hayır. Sana asılmıyorum. Bu gece kendim gibi olmak istemiyorum çünkü. Normalde evet sana asılırdım belki ama normal olmak istemiyorum bu gece,dedi.
Artemis de tıpkı Hasan gibi gökyüzüne bakarken mırıldandı:
-İncinip incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok... ama seni kimin incitebileceğini seçebilirsin.
Hasan gözlerini Artemis’e dikti yeniden:
-Bunu biliyorum. Ama nereden?
Artemis gülümsedi. Hasan’ın iç sesi yine bağırdı: “Lutfen böyle gülümseme!”
-Film “The Fault in Our Stars” orda esas oğlan esas kıza diyordu sanırım ya da tam tersi,dedi Artemis.
Hasan dikkatini dağıtmamak için Artemis yerine karşıya bakmaya başladı. Ellerini ensesinde kilitledi ve kaykıldı:
-Romantik filmleri sevmem ama bu dediğin filme kız arkadaşımla gitmiştik. Şu ikisi de kanser hastası olan aşıklar di mi?
Artemis gülümsemedi bu kez. Hasan bakmıyordu ama yine de onun ses tonundan sezdi gülümsemediğini:
-Evet , o film. Ama bu cümle bence son derece realist. Hayatta hangi noktada kırılacağımızı seçemeyiz ama bizi kimlerin kırabileceğini seçme şansımız var.
Hasan güldü bu kez:
-Katılmıyorum. Annemizi ve babamızı seçemiyoruz. Ailemizi , akrabalarımızı... Kısaca seçebilme becerimiz varsa bile sadece arkadaş ve sevgililerimizi seçiyoruz. Bunların da bizi kırma becerisi bence diğerleri kadar çok değil.
Artemis döndü. İlk kez Hasan’ın gözlerine bu kadar dikkatle baktı:
-Aptal değilsin, dedi.
Hasan şaşkınlıkla gözlerini açtı ve kahkaha attı. Aynı anda da kaykılarak oturduğu bankta dikleşti:
-Oooo.. Teşekkür ederim. Bana diyorsun ama sen de baya açık sözlüsün,dedi.
Artemis omuz silkti:
-Ama ben senin gibi sadece bu gece için böyle bir tavır benimsemiyorum. Genelde böyleyim ben. Çok da sevilmez bu huyum,dedi.
Hasan Artemis’e gülümsedi:
-İnan hayatımda en çok ihtiyacım olan şey açık sözlülük şu ara,dedi.
Artemis:
-Anlatmak ister misin?,diye sordu.
Hasan karşısındaki kıza baktı. Artemis’in samimi merakındaki saflığı gördü kahverengi gözlerinde ve en az kendisininki kadar acıtıcı bir kaçış.  Artemis ise Hasan’ın siyaha çalan koyu kahve gözlerindeki o garip hüznü gördü. İkisi de hayattaki korkularının cevaplarını değil, cevap kovalamacasındaki yol arkadaşını gördü. Anlatmak , anlamak, yol almak üzerine. Hasan:
-Anlatmak isterim Artemis . Hatta galiba sadece sana anlatabilirim. Ama bir şartla sen de bana anlatacaksın, dedi.
Artemis kızıl kirpikleri kahverengi gözlerini kapattı. Artemis nefes aldı. Derin çok derin bir nefes:
-Peki, zaten birine anlatmazsam cıldırabilirim,dedi.

Ve önce Hasan’ın anlatısı başladı...
                          UmayMasal

6 Mayıs 2019 Pazartesi

ArHas- Ek Sahne

Kimi anlar vardır karakter kendi yolunu arar. O yol çoğu zaman okurun, izleyenin kalbinden geçerek sonsuza ulaşır. Kimi aşk vardır hikayesinden bağımsız kendi nefesine tutunur. Her okurda her kalpte nefeslenir sonsuza uçar. Kerem’le Aslı’dan , Leyla ile Mecnun’a, Ferhat ile Şirin’den, Romeo ve Juliete kadar. Kim aşkın hikayesinde son verebilir ki? O hep yol alır ve yol bulur.  Artemis ve Hasan’ın hikayesindeki eksiğe küçük bir tamamlama bırakmak dileğiyle yazılmıştır sevgili okur. Keyifle okumanız dileğiyle... ArHas’a...
(Yer Hastane odası – Artemis ve Hasan)
Hasan’la Artemis hastane odasında yalnız kalmıştır doktorun herkesi dışarı çıkarmasıyla. Hasan sağ elini uzatır kendisine dolu gözlerle bakan Artemis’e:
-Çillim, hala kurumadı o gözlerindeki yaşlar.
Artemis uzatılan eli yakalar sağ eliyle. Parmaklarını teker teker geçirir Hasan’ın parmaklarına. Sonra sol eliyle de kapatır ikisinin ellerinin üzerini. İkisi de ellerine bakar. Artemis’i dolan gözlerinden süzülen tek damlayı serbets bırakır. Hasan tekrar bakar Artemis’in yüzüne. Diğer eliyle uzanmak ister Artemis’in yüzüne ,ama canı yanar. Onun canının yandığını fark eden Artemis telaşlanır:
-Deli misin? Daha yeni ameliyat oldun. Kıpırdanma. Canın yanıyor.
Hasan yaklaşan Artemis’i kendisine daha da çeker acısına rağmen. Yatağa oturmasını sağlar. Artemis onun canını yakmaktan imtina ederek oturur yatağa. Hasan uzanıp yanağını okşar Artemis’in:
-Benim canım sen böyle ağladığında yanıyor Çillim, der.
Artemis dudakları titreyerek gözlerini kaçırır Hasan’dan :
-Ne kadar korktum biliyor musun? Kalbin durduğunda ne hissettim biliyor musun? O an her şey paramparça oldu dünyada.
Artemis artık ağlamaktadır. Hatta sarsıla sarsıla ağlamaktadır. Hasan onun üzüntüsünü görünce tutar genç kızı göğsüne çeker. Artemis onun canını yakmaktan korkar ve geri çekilir:
-Ne yapıyorsun Hasan? Canın yanacak,der.
Hasan bileğinden yakaladığı kızı göğsüne çeker sakince ve başını yaslamasını sağlar bu kez. Artemis Hasan’ın ısrarına dayanamaz korka korka da olsa yumuşak hamlelerle başını genç adamın göğsüne koymaya itiraz etmez. Hasan bir eliyle kızın başını tutarken diğer eliyle sakince kızıl kıvırcık saçlarını okşar.
-Biliyorum, sevgilim. Kalbim durduğunda nasıl korktuğunu biliyorum. Çünkü o ateşten topa dönen evi gördüğümde , senin içerde olduğunu bilirken kalbimin ortasında yanan şeyin nasıl bir acı olduğunu biliyorum. Seni kaybedersem yaşayamayacağımı anladığım andı o. Sen gidersen arkanda sensiz yaşamayı başaramayacağımı anladığım andı. Sana nasıl aşık olduğumu anladığım andı.  Şimdi sen bana diyorsun ya, kalbin durduğunda diye. Benim kalbim sensin. Sen burdayken ben gidebilir miydim? Bu kalp seni bırakıp durabilir mi?
Artemis daha fazla dayanamaz. Başını kaldırır Hasan’ın göğsünden. Hala ağlamaktadır. Sımsıkı tutar sevdiği adamın ellerini. Hasan’ın gözleri de dolmuştur. Artemis:
-Öyle korktum ki, gidersin diye. Sensiz kalırım diye. O an sanki ruhum çekildi içimden. Sana bir şey olsaydı...
Hasan parmağını dudaklarına bastırır Artemis’in. Gülümser:
-Sen yanımdayken mi? Sen beni beklerken mi? Bak bana Çillim. Ben seni bırakıp gider miyim?  Gidebilir miyim?
Artemis ilk kez gülümser:
-Gitmezsin. Gidemezsin.
Hasan da gülümsemeye devam ederek:
-Gidemem. Hem ben gitmeye kalksam mesela yolumu kaybettiğim için  sen benim elimden tutar yolu bulmamı sağlarsın.
Artemis:
-Kaybolmana izin vermem ki...
Hasan:
-İzin vermezsin. Sen hep buldun beni. En karanlık anımda, en kaybolduğum noktada buldun ve elimden tutup çıkardın o karanlıklardan. İlk tanıştığımız andan beri. Hep elimden tutup yanlıştan döndürdün. Bana öğrettin. Yol aramayı, doğruyu bulmayı, sorgulamayı.
Artemis gülümser:
-Sen de hep beni kurtardın. Benim için alevlerin arasına girdin. Dayak yedin. Gökhan anlattı nasıl yana yakıla beni aradığınızı. Nasıl dağıldığını, nasıl üzüldüğünü.
Hasan dudaklarını büzer ama çapkın bir gülümseme yerleşir yüzüne:
-Nasıl dağıldığımı mı anlattı sana Gökhan? Siz hayırdır kanka mı oldunuz benim kankamla?
Bu kez Artemis çilveli bir gülümseme fırlatır Hasan’a:
-Ne, ne var yani? Azcık anlattıysa Gökhan. Hem sen bana anlatıyor musun?
Hasan:
-Ben sana kimseye anlatamadığımı anlatıyorum hep Çilli. Kim biliyor ki sırlarımı senden başka?
Artemis uzanır tüy gibi bir dokunuş bırakır Hasan’ın solgun yanağına:
-Doğru “Yoldaş Çilli” olarak hep anlattın bana. Anneni, babanı, babamı...
Artemis “babamı” derken mahzunlaşır. Hasan Artemis’in neyi düşündüğünü anlar. Tekrar tutar boşta kalan tek elini:
-Artık sorun yok, sana yemin ediyorum. Seni üzmemek için, senin için. Biliyorum. Seni çok üzdüm. Çok hata yaptım Çilli. Ama söz bundan sonra hata yok, yanlış yok.
Artemis yüzüne yerleşen hüzünden sıyrılır:
-Hatayı hepimiz yaptık Hasan. Büyüklerimiz en büyük hataları yaptı. Sen ödedin bedelini yaptıklarının. Ölümden döndün. Nolur artık bunları konuşmayalım olur mu?
Hasan bir an durur, sonra:
-Sana ne anlatmamı istersin Çilli?
Artemis durur. Gözlerini tavana diker. Düşünür. Sonra Hasan’a bakar:
-Her istediğimi anlatacak mısın?   
Hasan güler:
-Ne istersen anlatacağım. Sor ve cevabını al. Sonra Gökhan’a filan sormana gerek kalmasın.
Artemis minik bir kahkaha patlatır:
-Oooo Hasan Taşkın ve kıskançlık. Ne o Gökhan’ı mı kıskandın?
Hasan da güler:
-Ne, ne var yani kıskanamaz mıyım?
Artemis hem hoşuna gitmiş hem de şaşkın güler:
-Gökhan’ı mı? Yok artık.
Hasan yattığı yerden kıpırdar. Kalkmaya çalışır. Artemis anında müdahale eder:
-Kıpırdama. Dikişlerin açılacak. Ne yapıyorsun Hasan?
Hasan:
-Sana yaklaşmaya çalışıyorum.
Artemis biraz kızgın:
-O ne demek öyle? Yanındayım işte. Neden kalkıyorsun?
Hasan yine çapkın gülümser:
-Yeterince yakın değil. Kalkıp gözlerinin ta içine bakmam lazım ama itiraf ediyorum canım yanıyor.
Artemis yüzüne hafif bir tebessüm yayılsa da kaşlarını çatmaya çalışır:
-Yanar tabi. Bir durmadın Hasan Taşkın, yerinde bir durmadın. Hoş ne zaman durmayı başardın ki?
Hasan düşünür:
-Başka bir çare bulmak gerek.
Artemis anlamadan bakar:
-Neye?
Hasan:
-Gözlerini istiyorum Artemis, tam olarak burun mesafemde hem de. Gözlerini istiyorum.
Artemis şaşkın ve utangaç genç adama bakar. Ne diyeceğini bilemez. Hasan düşünür:
-Buldum galiba. Ben gelemiyorsam sen gelirsin.
Artemis utanarak sorar:
-Nasıl olacak o dediğin?
Hasan eliyle Artemis’e yataktan kalkmasını işaret eder. Yataktan kalkan Artemis’in eline tutunur yatakta sola kayar. Artemis tam olarak ne olduğunu anlamadan bakar olanlara ama sormaz. Hasan iyice yerleşir. Yatağın sağ tarafında oluşan boşluğa bakar ve yatağa dokunur:
-Hadi, der.
Artemis boşluğa bakar.Hasan’ın ne demek istediğini anlasa da anlamazdan gelir:
-Ne hadi?
Hasan yine güler:
-Çilli, gel bakalım yanıma. Hem yoruldun bütün gün, hem de benim sana, varlığına ihtiyacım var. Yat yanıma ki gözlerini, o derinliğinde kaybolduğum gözlerini, yakından görebileyim. Söz o gözlere bakarak anlatacağım ne istersen.
Artemis bir an tereddüt etse de önce ceketini çıkarır. Sonra Hasan’ın yanına yatar. Elleri yine kenetlenir gençlerin. Hasan canı yansa da döner Artemis’e doğru. Burun burunadır iki genç. Birbirlerinin gözlerine bakarlar Hasan konuşmaya başlar:
-Hani dedin ya Gökhan’ı mı kıskandın diye? Ben seni hep kıskanıyorum mesela kim olduğunun önemi yok. Hatta sonradan düşündüm ben seni hep kıskanmışım zaten. Sen her Doruk dediğinde mideme giren krampların sebebi seni kıskanmammış ama anlayamayacak kadar kibirliymişim. Çillim, sen o kadar benimsin ben o kadar seninim ki sana benden yakın olmaya çalışan herkesi kıskanırım ben. Sen sevgilimsin benim, aşık olduğum kız ama bu kadar değil. Sen yoldaşımsın, arkadaşım, dert ortağım ve dostum. Ben kim olsa paylaşamam seni. Anladın mı?
Artemis başını sallar. Bir süre birbirlerine bakarlar. Sonra Artemis:
-Hasan sana bir şey sorsam?
Hasan eli Artemis’in yüzünde dolaşarak:
-Sor. Ne istersen sor güzelim,der.
Artemis biraz tereddütlü:
-Sen beni ne zaman sevdin? Tamam yangında anladın bana sevginin aslında aşk olduğunu ama hiç düşündün mü sen beni ne zaman böyle sevdin? Benim için alevlere dalacak kadar.
Hasan bir süre Artemis’in yüzünde , saçlarında dolaştırır elini. Sonra çok net:
-Düşündüm. Fark ettiğimde çoktan yarıyı geçmiş olan bu sevda ne zaman içimde yeşerdi diye. Bana yardım ettiğin ve babanın ofisine gitttiğimiz gece mi dedim önce? Sonra anladım ki ondan çok önce çünkü yine Doruk demiştin bana ve benim içim çekilmişti. Düşündüm. Düşündüm. Ben sana gelmek istedim hep Artemis. Canım yandı, sana gelmek istedim. Korktum , sana gelmek istedim. Artemis ben galiba seni o sahilde gördüğüm andan beri sevdim. Çok sevdim. Anlayamadım, belki anlamak istemedim.
Artemis yüzünde dolaşan Hasan’ın elini yakalar:
-O zaman neden?
Susar Artemis. Hasan’ın parmakları hala Artemis’in dudağının kenarındadır. Ama o parmakların ait olduğu el de Artemis’in elinde bir süre dururlar. Hasan yutkunur, sonra burnunu kızın burnuna dayar. Artık aralarında mesafe kalmamıştır:
-Korktum. Anneme aşık olduğunu, her hücremle bildiğim adamın kızına aşık olamazdım. Zaten ben aşık olamazdım ki. Başımda dünya kadar dert vardı. Korktum. Seni o dertlerde, anne ve babamız arasındaki kargaşada kaybetmekten korktum. Dur istedim. Orda ol. Her istediğimde seni yanımda bulabilmek istedim. İstedim ki beni bırakma. İstedim ki sevgilim olamayacaktın madem yoldaşım ol. Kardeşim dedim senin için babana sırf senden uzak durabileyim diye. Korktum sana aşık olmaktan çok korktum.
Hasan gözlerini kapatır ve alnını Artemis’in alnına dayar. Kızı iyice çeker kendisine. Gözleri kapalı nefes alır. Sonra gözlerini açar ve Artemis’e bakar. Kızın gözleri yine dolu doludur:
-Ahmaklık işte . Sanki direnebiliyoruz da duygularımıza. Artemis , sen benden her gitmeye kalktığında paramparça oldum ben.  O kapının önünde bana bakarak tanıştığımız güne lanet ettin ya, sonra  hayatıma girişinle benim bitişim başladı diyip uzak duralımla bitirdin ya cümleni, çektin gittin. Ben orda sarsıldığım kadar hiç sarsılmamıştım hayatımda. Darmadağın oldum. Hala anlamadan, nedenini sorgulamadan. İçim bomboş kaldım. Ama bilemezdim ki bu çilli kızın beni daha da beter sarsma gücü olduğunu. İsterse beni parçalara ayırabileceğini. Hani senin neden dediğin o olay var ya? Başkasının elini tutmaya kalkışmam. Sanıyor musun benim dudaklarımdan bir kez olsun sevgi sözcüğü çıkabildi o zaman? Çıkmadı, çıkamadı. O zaman bile bu ahmak kafam anlayamadı nedenini. Kalbim bilse de. Ben senden başkasına seni seviyorum diyemedim. Diyemeyeceğim asla.
Hasan’ın da bir damla kayar gözlerinden. Artemis’in ise gözyaşları ip gibi inmektedir. Hasan uzanır Artemis’in akan gözyaşlarını siler parmak uçlarıyla. Sonra uzanıp acı çekse de yarası yüzünden aldırmaz,  kızın gözlerini teker teker öper. Yeniden başını onun başına dayar ve gözleri kapalı mırıldanmaya başlar boğuk sesiyle:
-          Desem ki sen benim için
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek
Su gibi aziz bir şeysin,
Nimettensin , nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Artemis ve Hasan gözleri kapalı , burun buruna , alınları birbirine dayalı uyurlar. Elleri , tüm parmaklarıyla kenetlidir.
Hamiş: Sahneyi Eda Baba şarkısı “Sonbahar” eşliğinde okursanız, ben o şarkıyla yazdım çünkü. Sevgiyle...
                                                                                  UmayMasal





27 Mart 2019 Çarşamba

ArHas- Sen Her Şeysin



“Gitme, gidersen ben benden giderim.
Sevmekten vazgeçme beni,
İçindeki şarkının ben olmasına izin ver her deliliğime rağmen.
Bırakma beni bu dünya denen kargaşanın ortasında.
Işığım,  dibe vurduğumda beni sektirip aldığın

Her anın , her bakışın aşığıyım.”

 Aşk konusunda ya içinizden geleni söylersiniz ya da susar ve oturursunuz. Arası yoktur. Ama varlığını da inkar edemezsiniz. Belki denersiniz, duymazdan gelirsiniz bir süre çığlığını içinizde ama o tiz sesiyle yankılandıkça ruhunuzun duvarında bile isteye kaçsanız da farkındalıksız yürümeye çalışsanız da adımlarınızı, kalbinizi karıştırarak kendisini duyurur. Aşk birleştirici bir güçtür. Dirençtir. Özellikle ölüm karşısında onun zıtlığı gibi durur. Kafa tutar ölüme. Varoluşu anlamlandırır. Anlamlanırsın. Sebeb-i Girizgah: Artemis ve Hasan yani Arhas.
Görüntülerle anlatılan hikayelerini biz de bize göre sözcüklerle anlatalım dedik. Bakalım ne gördük, ne duyduk, ne hissettik.

Bazı coğrafyalar bazılarından daha zordur. Kayıplık ve yas eğer yüklendiyse omuzlarına senin fikrin bile sorulmadan büyümek zorunda hissedersin kendini. Sana sunulanlar, yapman gerekenler, olması istenenler, başa çıkman ya da çözmen gerekenlerin senin adına başkalarınca üstlenilmesi... Prens olmasan da sana sunulan bir efendilik pozisyonu. Bu pozisyon için yetiştirilmen ama bir taraftan eksik gedik , babasız, anneli ama onun hükmünün tanınmadığı şiddet bombardımanlarının ortasında kalma hali. Hasan nereye kadar duyuyordu kadınların sesini bizle yola çıktığı Taşkınhan’da. Sorgulamadan itaat metodunun ona öğretildiği evreninde rahatlıkla karışık kavram kargaşalarıyla büyüyen Hasan başkalarının gördüğü zararlarla ne kadar ilgiliydi ki tek bir iftirada annesini silivermesi şaşkınlık vericiydi bizim için. Dedesi , atası ne zaman yalan söylemişti ki, erklik denilen gücü elinde sımsıkı tutarken? Sorgulamak denilen sözcük var mıydı onun için lügatte? Dedesi, soyadı sorgulanabilir miydi? Hasan’ın annesiyle yaşadığı travmatik gelgitler onu önce istemeyerek sürükledi İstanbul’a sonra isteyerek annesinin yanında bıraktı. Adım adım yalan denen unsurla yüzleşirken annesine yaptıklarının acısıyla düştü o mağrur omuzları. İnandıklarının teker teker elinden alınmasıydı öncelikle onu sarsan. Bu sarsıntılardan hemen önce tanıştı Artemis’le. Tüm benliğine ters bir şekilde hem de. Kadının sessizliğinde saklı acılara alışa alışa büyüyen Hasan’ın hayatına sokak ortasında bağır çağır daldı Artemis. Herkes ne der zihniyetine bağımlı Hasan’ın evrenine kimseyi umursamadan istediği gibi şarkı söyleyerek hatta korkusuzca ona kafa tutarak , bir parça utangaç ama çoğunlukla   cesur bir kız olarak kazındı.


 Artemis Hasan için yalnızlığında uzanan el oldu önce. Dışı zengin içi fakir Artemis hiç hor görmedi Hasan’ı. Ne konuşmasına takıldı, ne de törpülenmemiş görgüsüzlüğünü umursadı. Bir şekilde genç adamın içinde sakladığı ve kimseye göstermediği  kendi ruhuna eş o hüznü gördü Artemis. Hasan henüz o beceriye erişemese de Artemis’e çekildi hep. Oysa mükemmel görüntülü hayatında mükemmel olması beklenen kız çocuğu Artemis’in ruhuna yüklenen anne ihtiyacı en az Hasan’daki baba ihtiyacı kadar derindi. Hasan bunu görebilecek düzeye gelecek mi bilmiyorum ama Artemis’in baştan beri Hasan’da kendi ruhunun diğer yarısını gördüğü net. Diğer taraftan anne ve babalarının geçmişlerini bilmeden hatta kim kimin nesi anlamlandırmadan aralarında oluşan bağ belki de bir parça aynı hücrelerin yine yeniden birbirlerini tanımlaması ve birbirine koşmasıydı. Artemis babasından aldığı her zerre ile kendi annesinin ruhundaki Hasan’a çekilirken tıpkı babası gibi farkındalığı yüksek davrandı hep. Tanımlama becerisi gelişkin Güneş Saçlı Kız Artemis ilk aşkına hızla uçtuğunu bildiği kanatlarının yanması pahasına asla geri adım atmadı. Aşk acısını babasına anlattığında Hasan’la arasında oluşan bağın ne olduğunu bilecek kadar da olgundu. Hasan ise Artemis’in yavaş yavaş hayatının vazgeçilmezi olmaya doğru adımladığı yolu göremeyecek kadar cahildi genç kızın bilgeliği karşısında. Bu cehaletle hayatının anlamını yüklediğini sandığı Taşkınhan Prensliğinden olmanın yarattığı boşlukla kendine aradığı yolu kahramanlık olarak buldu. Hasan için kendisini ispatlama, ailesini sırtlayabilme becerisinin olduğunu gösterme , baba yokluğunu kapatma refleksi olarak gelişen kahramanlık duygusu başta doyurucu gibiydi. Tam da bu nedenle kahramanlık egosu bir süre örttü her şeyin üstünü. Tam da bu anda öğrendiği Artemis’in Kadir’in kızı olduğu gerçeği ile Artemis’i dostluk, kardeşlik kavramına kodlaması gerçekleşti. Neydi? İmkansızsa daha imkansıza yürüsün bırak. Yoluna kalbini değil belki ama elini tuttuğu büyük ölçüde ona karşı sorumluluk hissettiği Selen’le devam ederken refleksi hala o kahraman egosuydu Hasan’ın. Koruma, kollama, ben güçlüyüm yaparım duygusunda davrandı hep Selen’e. Bu yakınlaşmaya bire bir şahit olan Artemis kendi dilinde sessiz gözyaşlarıyla acı çekti belki ama bir yanı hep o mutluysa tamam demekten de geri durmadı. Hasan’ın Selen’in elini tuttuğundan emin olana kadar kendice hamleler yapsa da emin olduğu an geri çekildi. Ama çektiği acıya rağmen , ailesinin dağılma arifesinde olmasına rağmen her ihtiyacı olduğunda Hasan’ın yanında olmaktan da geri durmadı. Hasan hastaneye gelip acıya dayanamayan bedeni hastane yatağındayken “Biz birbirimizi çok yanlış anladık Hasan” derken kırgınlığı, kızgınlığı daha çok aşkının acısıyla görmezden geldi Hasan’ın her şeye rağmen sadece onun için korkularına bile ara verdiğini. Hasan ise, kendisini bakışından tanıyan kıza hissettiklerini kodladığı dostluktan çıkarmaya cesareti olmasa da Çilli dediği Artemis’in hayatında biri olma ihtimalinin onu rahatsız edişiyle ilk kez karşılaştı.

Sonra tüm kırgınlığına inat Can hastanedeyken sımsıkı sarılıp Hasan’a “Dökül” dedi Artemis. Duvarları geçebilme becerisinin bu genç adam için aslında sadece kendine özgü olduğunun farkında olmadan.  Yine kendisini öteledi, anlaşılmazlığın onu acıtışını sustu ve Hasan’ın acısına odaklandı. Hasan’ın ise ilk sığınışı olmadı bu Artemis’e. O her acıda sadece Artemis’e sığındı ya da sığınmak istedi. Babasının yaşadığını öğrendiği anda hissettiği acıyı anlatmaya yine Artemis’e geldi Hasan. Oysa hali hazırda bir kıza arkadaş olmasına rağmen “Artemis’e ihtiyacım var” diyebildi. Çünkü Artemis artık Hasan’ın kalbine adımladığı yolda merkeze yaklaşırken kaleleri ala ala ilerliyordu. Kendisi bile bunun farkında değilken, Hasan bile bunun farkında değilken. Babasının gerçeğini ararken yine yanında olmasına izin verdiğiydi Artemis Hasan’ın, ki kimseye eyvallahı olmaması karakterinin vazgeçilmeziyken.

Kırgınlık kalbinde öylece dururken Artemis hep yanında olduğu, asla dertleriyle başbaşa bırakmadığı Hasan’ın tam karşısında durduğunda ,fark etti Hasan karşısındaki kızın savaşçı ruhu kendisinden vazgeçerse ne hissedeceğini. Babalarının savaşında kendi babasını koruma telaşındaki Hasan’ın Artemis’e verdiği zararla yüzleşmesi ve hiç yapmadığını, sorgulamayı, denemesinde saklıydı aslında Artemis’in her anlamda onu hayatında istemediğini söylemesinin acısı. Artemis “ Senle ben dost , arkadaş , senin olmak istediğin ama benim bir türlü anlayamadığım o şey asla olamaz. Uzak duralım” ,dediğinde ve gittiğinde paramparça olan Hasan’ın parçalarının savrulması için gelen ikinci darbeydi Artemis’in kaçırılması. Babasına katil dediği kızın hayatının tehlikeye girmesiyle kalbindeki gerçekle yüzleşmek zorunda kalan Hasan deli divane arayışının sonunda alevlere dalarak kurtardığı Artemis’in “Her şeyi” olduğunu biliyordu artık.


Ona sarılmanın , onun elini tutmanın , onun gözlerinde kaybolmanın tamamlanma olduğunu koyduğu her sete, her engele rağmen ona aşık olduğunu biliyordu Hasan. Artemis’in yine tüm cesaretiyle karşısına dikilip “Sana çok aşığım” demesi üzerine dili tutulan ,Artemis dönüp gitmeye kalkana kadar konuşmakta zorlanan ama o gidecek diye korkup artık duygularını içinde tutamayan Hasan’dı aslında teslim olan. Kalelerini adım adım verdiği Artemis’in ellerine yüreğini koyan.


Şimdi geldiğimiz noktada anne babalarının aşkının sarsıntılarıyla sarsılan Artemis ve Hasan’ın dostluk, sırdaşlık, aşk barındıran ilişkisinin düğüm düğüm ilerlediği sarsıntıların o düğümleri sıkacağı aşikar. Hasan için “Çillim” dediği kız her teslim oluşunda tanrıça Artemis’e dönüşüyor. Doğruları için asla savaştan kaçmayan Artemis , Hasan’ın düşünmesinde, sorgulamasında , hissetmesinde, değişmesinde o kadar etkili ki. Şu ana kadar hissediş olarak daha tepede gördüğümüz Artemis’e yetişmek için koştuğu ve arayı kapattığı söylenebilir. Artemis’te kendine dair en ufak tereddüte dayanamaması bundan. Artemis’e sadece bakışlarını değdirdi diye kıskanması bundan.

Çünkü Hasan için Artemis “Enlerin eni”. Çünkü aşkın ortalaması yoktur, azı, idare edeni , yeterlisi yoktur. Aşk olağan değildir. Olağandışıdır. Aşk tam da bu yüzden birçok değildir. Tektir. Aşk herhangi biri değildir, yalnız odur. Hasan için ateşin içinden çıkardığı Artemis, O. Artemis için uğruna ateşe giren Hasan, O. Acısalar da, kırılsalar da , kanatsalar da birbirlerini aşkın yüzü tek. Ne Hasan için ne de Artemis için başka yüzü yok, başka anlamı yok. Tam da bu yüzden sınanacakları her acıya hazır oluşları. Çünkü onlar olağan değil, olağanüstü.




 Hamiş: Hasan için Artemis neden her şey? Cevabı basit aslında Hasan’da ne yarımsa o tam Artemis’te. Artemis Hasan için umut demek, huzur, mutluluk ama bir taraftan da hayat demek. Hedefler, bağımsızlık, cesaret demek. Hasan için Artemis affedemediği hayata tutunma sebebi demek. Elinden alınmış çocukluğuna inat çocuklaşma demek. Yeniden tamamlamayı düşleyebileceği eksikler demek. Akıl demek.  Hasan için Artemis “en” demek. Artemis için Hasan neden aşk? Çünkü Hasan kalp, sevgi, koşulsuzluk, cesaret, ölümü göze alacak kadar tutkulu sahipleniş demek. Artemis için Hasan “en” demek. Kısaca ArHas , kalple aklın biraraya gelip birbirine teslim olurken olağanüstüleşmesi demek.


 İlk aşkın tüm tutkusunu ve saflığını barındıran Artemis Hasan aşkında kuşkusuz kontrast renklerin uyumlu dansını izlemek çok keyifli. Çünkü hayattaki en gerçek duygu aşk. Farklılıklara rağmen , acıya rağmen ayakta tutan ve sağaltan bir yanı var. Hasan Artemis’le yaralarını iyileştirecek, Atremis Hasan’la hayatta daha cesur yürüyecek. İlk aşktan ömürlük aşka yol alacak Artemis ve Hasan’ın hikayesi dönüştürme becerisi olan her aşk gibi yazılacak.  

                                                                                                                       UmayMasal     

           

23 Şubat 2019 Cumartesi

Gülperi- İlk Aşkım

“Durdurun dünyayı, ilk sevdadan ruha düşecek var.”
Aşk canlıdır. Doğar, büyür, değişir, gelişir. Aşk gerçekse hissedeni değiştirir. Aşk karşılıklı yaşanıyorsa hele acıtan ne varsa içine alır, el ele tutuşan iki kalbin arasına sıkıştırır ve yavaş yavaş eriterek yok eder. Aşkın halleri vardır. İlk hali,  orta hali, son hali. Orta hali biraz ortalama olduğundan belki pek de hatırlanmaz ama ilk ve son hali insanda iz bırakır. Gülperi bu hafta “İlk Aşkım” diyerek yola çıktı.  Aşkın ilk halinden son haline selam çaktı. Sonra ortalamaları alınan ve adına da aşk denilen aslında aşkın yolundan gitmeyen başka başka hallere de bakışını fırlatıp geride bıraktı. Aşk neydi, bir parça da bunu sorgulattı. Tüm bunları yaparken bir parça eksik bir parça gedik kalsa da hem aşkın ilk halini yaşayan Artemis ve Hasan’ın gözlerinde hem ilk halden sekip son halde yakalanan Kadir ve Gülperi’nin birleşen ellerinde Selen’e ve Eyüp’e duyulanları öğüttü, yok etti. Kısaca aşkın tamamlanma hissini yaşatanla olduğunu bunun kişinin kendi ruhunu, kalbini birinin eline ister parçalasın ister baştacı etsin diye teslim edebilmesinde saklı olduğunu ayrı ayrı iki çiftle anlatmaya çabaladı durdu. Kaçımız anladı, kaçımız sanal gerçekliklere hapsolmuş dünyalarımızdan aşkı sadece görsellikle bağdaştırdı bilemem ama aşk bir kurguda daha yolunu buldu. Uzun girizgahtan sonra hadi bölüme bakalım.
Gülperi ve Kadir bu bölüm yaşadıkları kazanın da etkisiyle hızlandırılmış kararları arasında bir süre savrulsa da sonunda nikah masasına oturmayı başardı. Eyüp’ün ikisinin hayatına nasıl müdahil olduğunu öğrenen Gülperi eski kocasını çocuklarının babası sıfatından bile kovarken kuşkusuz Eyüp’le en başta neden evlendiğine dair meraklarımızı da kamçıladı.  Eyüp öyle bir karakter ki ağa oğlu olmanın tüm ukalalığını, had bilmezliğini ruhunda taşıyor. Nezaketten ve sevgiden fazlasıyla yoksun. İşin açıkçası en iyi arkadaşını aldatan , sevdim dediği kadını yalanlarla bir evliliğe razı eden adamı Kadir gibi bir adamdan sonra nasıl sevip geleceğini teslim edebilmiş Gülperi şaşırtıcı. Diğer taraftan Kadir konusunda yaptığı eleştirilerde de haklı Gülperi. Neden bir yolunu bulmak yerine teslim oldu ki Kadir? Her neyse ikili kendi arasındaki hesaplaşmanın ardından nikah masasına yürüdü yürümesine ama orada Eyüp’ten sonra Şeyma devreye girdi sanki. Şeyma’nın kendisini dövdürmeye kadar vardırdığı planda hedef nikahı durdurmak değil kuşkusuz. Eğer amaç bu olsaydı daha keskin bir hamle gerekirdi. Şeyma bu evliliğe yönelik daha kollektif bir plan yapmış gibi duruyor. Kızı Artemis Şeyma için bir cepheye dönüşecekse bu hamle oldukça etkili olabilir. Şeyma’nın anneliğine bakışımı daha önce yazmıştım. Kuşkusuz kızını seviyor ama kendisini daha doğrusu egosunu daha çok seviyor Şeyma. Bu nedenle Artemis, Kadir arasındaki bağı zayıflatmaya çalışması beni şaşırtmaz. Babasının onunla konuşmadan evlenmesine zaten çok kırılacak olan Artemis’in kalbi kırık, saldırıya uğramış annesinin yanında olması beklenebilir. Artemis çok zeki bir kız olsa da iş entrikaya gelince annesine inanmayı seçecektir. Kadir ve Gülperi’yi ise ciddi sıkıntılar bekliyor. Evlendiler ve çok güzel oldular. Ancak Gülperi ve Kadir için huzur uzak. Bir tarafta bu evliliğe hiç de olumlu bakmayacakları gün gibi ortada olan Hasan,Artemis, Bedriye üçlüsü diğer tarafta Eyüp ve Şeyma’nın hastalıklı takıntıları. Hem ilk aşktan filizlenip son aşka dönüşen duygularına sahip çıkmaya çalışırken hem de artık ortak sahip oldukları aileyi korumaya çalışacaklar. Burada küçük bir parantez. Son iki haftadır Gülperi ve Kadir cephesinin çatışma unsuru olan Eyüp bana göre seyirci açısından inandırıcılığını yitirdi. Ortalama bakış açısıyla bile her şeyi yapan ama sürekli yırtan bir tip hem inandırıcı değil hem de izleyen açısından yorucu. Bu cephenin tek çatışmasını Eyüp ya da Şeyma’nın takıntılarına yüklemek bence hikayeye kan kaybettiriyor. Artemis ve Hasan’ın arasındaki duygular da çatışma olarak hikayeye eklenecek bu kesin ama konu açma hususunda biraz daha mantık aslında bir mücadele öyküsü olan Gülperi’yi inandırıcı kılacaktır. Sürekli kadına şiddetin varyasyonlarını görsek de bunların kişiler üzerindeki travmatik etkilerini çok çabuk atlatıyoruz. Bedriye’nin durumu daha orada kapanmadan dururken neredeyse yakılmak üzere olan Artemis’in, ki bulumia hastası, kaçırılma olayından sapasağlam bir ruh haliyle çıkması da garip. Artemis güçlü yazılan bir karakter ama derinlik verilmedikçe hiçbir karakter vermek istediği mesajı tam veremiyor. Unutmamak lazım her hikaye aslında bir karakter yolculuğu. Biz o karakterlerin nasıl değiştiğini anlayamazsak o hikayeye inanmayız. Hepimiz gibi nedenlere bağlı değişkenlerdir bizi o hikayedeki karakterle empati yapmaya iten. Her bölüm birilerinin kaçırılması, öldürülmesi ya da kaza yapması gerekmeden duyguları, düşünceleri de duyabileceğimiz, ilişkilerin diyaloglarla açıklandığı anlara ihtiyaç var bence. Yine naçizane...
Gülperi ve Kadir’i nikah masasında bırakıp başka bir ilk aşka bakalım. Gökhan ve Bedriye aşkında da sanırım bir şeyler yerine oturmuyor. İki hafta önce birbirlerini sevdiklerini itiraf eden ikisi arasında oturmayan bir şeyler var. Bedriye’nin iki sosyal sınıf arasında kaldığını zaten hep söyledik. Ancak babasının gerçekte nasıl biri olduğuyla yüzleştiğinde bile Gökhan’a söylediklerinde tutarsızlık olması yine o başta söyediğim empatiyi eksik bırakıyor. Bedriye ile bağ kurulmuyor. Karşısındaki Gökhan’la eksik gedik de olsa kurulan bağ Bedriye ile kurulmuyor. Çünkü anlattıkları onunla ilgili olan her şeyde o kadar satır arası ki, izleyene geçmiyor. Tek tek toplanması gereken ip uçları için izleyen uğraşmıyor. Yine de bu ikiliden umutluyum. Bir şekilde öğrenecekler ve ikisi de acılarını diğerinden hafifletmenin yolunu bulacak. Bilhassa baba kaybıyla karşılaşacak gibi duran Gökhan için önemli. Yazardan not; keşke Seyit ölmese. Burada yine parantez. Seyit’in ölmesinin tek bir faydası olabilir. Hasan için örnek olmaktan çok uzak babasının yerine koyulan kişi kuşkusuz Seyit. Bu hafta söylemiyle de bunu çok net anlattı Hasan. Seyit varken Hasan ve Kadir arasında benzer bir bağ kurulması olası görünmüyor. Bu noktada belki Hasan ve Kadir arasında akıl hocası , öğrenci bağı oluşturmak adına bu ölüm planlanmıştır. Yine de ben Hasan için Kadir’in bir zorunluluk değil seçim olmasını dilerdim. Babasız büyüyen bir çocuğa bir ağabeyle beraber bir de baba verilebilirdi bence. Kapattık parantezi.
ArHas...
Bu hikayenin en nahif ilk aşkı. Çocukluğun , temizliğin ve sığınmanın sürgün verdiği bir aşk Artemis ve Hasan aşkı. Baştan beri hikaye açısından planlanan ve olması gereken aşk. Artemis’in an be an büyümesine şahit olduğumuz aşkının yanında Hasan bize biraz hızlandırılmış gelse de ilk andan beri ipuçları Hasan’ın mimiklerine yerleştirilmiş aşk ArHas. Hasan’ın kaçtığını hep söyledim. İçin için sevdiğinin hep Artemis olduğu o kadar netti ki. Kaçışını yüklediği, Artemis’e aramızda elektirik var dediği Selen’le oldurmaya çalıştığı ilişkide sadece cevap veren olma misyonunu yavaş yavaş üstlenirken yöneldiği, konuştuğu, aradığı hep ama hep Artemis’ti. Artemis’le bağı kendisi bunu reddetse de herkes tarafından fark edildi. Artemis duvar örmediği tek kişiydi Hasan’ın. Konuştuğu, yardım için yanına koştuğu, bulamadığında huzursuz olduğu limanı. Artemis Hasan’ın en kırılgan yeri. Artemis Hasan’ın çocukluğu. Artemis’in biraz Amelie biraz tanrıça çokça Çilli karması ruhunda gizli o çocukluk, Hasan’ın sığınağı. Bu hafta yine yağmur gibi yağan dertlerinin arasında Artemis’i görmek istemesi aslında hiç de yeni değil. Hasan zaten baştan beri bunu yapıyor. Artemis’in cesaretine hayran kalması da yeni değil Hasan’a göre zaten baştan beri çok güçlü ve cesur Artemis. Şeyma’ya söylediklerini hatırlayın. Hasan’a göre Artemis’in onu en iyi anlayan kişi olması da yeni değil. Selen’e bunu bölümler önce söyledi. Yani kısaca Hasan’ın aşkı da yeni değil. Selen’e söylediği gibi ateşin içinden alırken yansaydı ilk kez kalbi ,apartmanın önünde Artemis onu sıfatlarından soyarken ağlamaklı olmazdı. Hasan için baştan beri Çillisi, artık sevgilisi olan kızla ilgili tek şey yeni. Artık sevdiği kız kadar onun da cesareti var bu sevdaya. Çünkü neredeyse kaybetmek üzere olduğu kızın hayatında her şey olduğunu biliyor artık. Bir an çocuklaştığı, gülümsediği sonra birden dertleştiği, gözleriyle onu seven kızın, onun geldiği zenginlikten vazgeçtiğini bildiğini biliyor. Artemis’in sevgilisine ilk hediyesinin pahallı bir saat değil de kendi yaptığı kek olmasının manasında gizli aslında Hasan’la Artemis arasındaki duygunun büyüklüğü. Anne ve babalarına rağmen direneceklerine inancım da bundan. Belki Gülperi ve Kadir direnme gücünü yetişkinliklerinden buldular ama Artemis ve Hasan onların hücreleriyle geçen deneyimle, savrulsalar bile direnecekler. Diliyorum bu direnci gösterirken de konuşmaya, dertleşmeye, aşkla birlikte dostluklarını da sürdürmeye devam ederler. Çünkü ArHas çok katmanlı bir ilişki. Yazılma düsturu bu. Korunmalı. Yine parantez. Hasan’ın dertleri çok. Baştan beri böyle. Biz de Artemis gibi aldık kabul ettik ama arada küçük esler verilse de karakter azcık nefes alsa. Bu koşturma hali fazla sanki biraz.Kapattık parantezi. Hasan’ın gerçeklere teker teker vakıf olmasında, düşünmesinde , sorgulamasında yaşadıkları kadar Artemis’in de etkili olduğunu düşünüyorum. İlişkilerinin tabanında diyalog olan ArHas ilerleyen bölümlerde aileye ilişkin çıkmazlarda birbirlerine tutunarak ayakta kalmalı.Aşkın doğası direnmekse direnmeli.

Hamiş: Düş kurarken düştüm dünyaya. Sen ve ben ,ikimiz. Karşıma çıktığında önce sesini duydum, sonra kokunu. Sonra ne sesini unuttum ne de kokunu. Elimi tut dedin. Tuttum. Bırakma dedin, bırakamadım ki. Ben kendimi gözlerinde unuttum. Sen ne zaman başını başka tarafa çevirsen ben gözlerimi yüzünde buldum.

                                                                                          UmayMasal