Deniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2022 Pazartesi

Ayrılmak Diye Bir Şey Yok Aslında- TürMer

 “Tanımak haddinden fazla şefkatin sızısını. Yaralanmak kendi aşk idrakinizle; kan ağlamak isteyerek ve sevinçle.”- Cibran

Aşka dair en önemli ayrıntı aşkın kendisinden başka hiçbir şeyi barındırmadığıdır. Kendisinden başkasını vermez kendisinden başkasından da almaz. Rotasını çizemezsiniz çünkü aşk kendi rotasını çizer. Kendisini gerçekleştirmek için o rotanın doğrultusunda ilerler.

Selam sevgili okur. Aşka dair hikayeler içinde bir yerinden bağ kurduğumuz Türkan ve Somer’den devam etmek üzere buradayız. Sezonun son bölümünde toplam hikâyenin orta yerinde tüm düğümlerin atıldığı noktadaki Türkan Somer aşkının derinlik kazanışıyla, ayrılık olmadan eylüle kadar uğurladık çifti. Adım adım bakalım mı bölüme? Haydi takıl peşime belki kendine dair izler bulursun yazının bir yerlerinde.

Geçtiğimiz hafta aşka teslim olan, yıldızlardan dilek tutan, çocukluk yaralarını birlikte sarıp sarmalayan, sevgiden sarmalanıp uyumayan, denizin kalbinde kucak kucağa kalan Türkan’la Somer’in en keyifli oldukları anda öğrendikleri satış haberiyle sarsıldıkları yerde kalmıştık. Türkan’ın gözleri babasının yaşadığı kırgınlık ve çaresizlikle dolmuştu. Bu hafta iki sevgili bu çaresizliğin sebebinin Rüçhan Hanım olduğunu öğrendi. Tıpkı Sadık Baba’nın dediği gibi Türkan ve Somer’in birlikte olmaması için bütün kozlarını oynuyordu Rüçhan Korman ki oynamaya da devam edecekti. Durumun netliği karşısında Türkan’ın Somer’e tepkisi “Ayrılalım.” oldu. Geçtiğimiz haftalarda “ne olursa olsun elini bırakmayacağım” dediği Somer’e hemen ayrılıktan bahsetmesi garip gelebilir ama Türkan’ın Rüçhan Korman’ın yapabileceklerini en iyi bilen kişi olduğunu da unutmamak lazım. Türkan’a işkence eden, ailesinin adını hırsıza çıkarmaya kalkan Rüçhan’ın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor Türkan. Diğer taraftan Somer de annesinin yapabileceklerini biliyor ama Somer’in bildiği başka bir şey daha var. Somer bu kez annesine ne kendisini kurban etmek istiyor ne de sevdiğini. Türkan’ a hissettiği duygunun tanımının aşk olduğunu biliyor Somer.  Türkan’ın onun tamamlayıcısı olduğunu da biliyor. Türkan’ın korkularını tam da bu nedenle göğüslemekten kaçmıyor. Ayrılık sözcüğünü bile istemiyor aralarında. Türkan’ın Somer’in hayatına getirdiği koşulsuz sevgi Somer için çok kıymetli ama bu kadar değil. Çünkü Türkan sadece koşulsuz bir sevgiyi getirmedi Somer’in hayatına aile sıcaklığını, sarıp sarmalamanın önemini, umutlanmanın nasıl sıcacık bir duygu olduğunu da getirdi. Sevdiklerin için savaşmanın ne kadar değerli olduğunu öğrendi Somer Türkan’dan. Tam da bu yüzden bölüm boyunca Kalender evini Rüçhan’a kaptırmamak için savaştı. Ama Fatih’le ama Rüçhan’la. Türkan’a da artık ailen benim ailem dedi. Oğul olarak da bağıra basıldı. Diğer taraftan Rüçhan’ın Türkan’a beslediği nefretin hızla büyümesine de şahit olduk bölüm boyu. Nefretin büyüme nedeni bize Özer Baba’nın ağzından Türkan’ın Somer üzerindeki etkisi ve Rüçhan tarafından bu etkinin yansıması kopuş olarak ifade edildi ama… Kusura bakılmasın. Bu köklü nefret ikna edici değil. Evet Rüçhan kendi kader yoldaşı olarak gördüğü Türkan’ın gidişini ona ilk isyanı olarak yorumladı. Öncesinde altın krizi çıkararak ki bile isteye yaptı bunu derdi Türkan’ı korkutarak ailesiz bırakmaktı. Rüçhan kendi yolundan giden bir Türkan istedi ama bir yerinde Türkan o yolu terk etti. İşin garip tarafı yolu terk ettiği an Somer’in parçalanmış ilgisi bir anda tamamen Türkan’a odaklandı. Parçalanmış ilgi ile anlatmak istediğim şu: Somer Türkan’la evlendiğinden beri ilgileniyordu. Bir yerinden Türkan onun hep ilgisini çekti. Şarkı söylemesi, dürüstlüğü, sevme şekli, ailesi, güzelliği… Bütünlüklü olarak değerlendirmese de bunca şeyi teker teker yakalamakla tanıdı Türkan’ı. Sonra Türkan gidince anladı ki yavaş yavaş hayatında önemli bir yere sızıp yerleşivermiş Türkan. 9.bölüm hezimetini de duygularından kaçma olarak yorumlamak istiyorum zira başka türlüsü gelinen yerde makul görünmüyor. Neyse Somer ev telaşına düşmüşken bana göre bölümün en önemli yüzleşmelerinden biriyle karşılaştı. Mine ile. Mine ve annesinin itişmesinin ortasında ne olduğunu anlamaya çalışırken Somer kafalardaki soru işaretlerine de cevap verdi. Daha önce ben nasıl baba olacağım telaşıyla beklediği çocuğa dair şüpheleri kendisine dair netleşince Somer sanılanın aksine çok mutlu olmadı. Verdiği tepkinden anladık ki Somer, Türkan’a yürümeye karar verdikten sonra o çocuğun kendisinin olmamasını tercih etmiş. Lakin yine de sorumluluk almaya eyvallah demeyi de ihmal etmeyen Somer cümlesini de şöyle tamamladı: “Benden bir şey bekleme. Çünkü artık benim kalbim de aklım da Türkan’a ait.” Bu cümle önemli. Türkan’ın bölümler önce Somer’e “Aklın ve kalbin başkasında değil mi?” sorusunda Mine’ye dair evet diyemeyen Somer, Mine’ye Türkan için kolaylıkla bunu söyleyebildi ve yolunun ayrıldığını da ekledi. Kuşkusuz dinamikleri farklı ilişkilerden bahsediyoruz ama izleyen açısından Somer’in Türkan sevdasının daha başka bir noktaya ilerlediğini görmek önemli. Kalenderlerin evinde küçücük koltuğa sığmaları, birbirleri olmadan uyuyamamaları, mutfakta birlikte yemek yapmaları bunlar minik ama özel anlar. Çünkü Somer’in Korman kibrinden Türkan için nasıl sıyrıldığının kanıtı. Fatih’e karşı, Mine’ye karşı hatta Rüçhan’a karşı kolayca ortaya çıkan Somer Korman kibri, Türkan ve sevdikleri söz konusu olunca yok hükmünde. Diğer taraftan bir diğer güçlü yüzleşme de Somer ve Rüçhan arasında yaşandı. Mine konusunda dahi annesine direnemeyen Somer artık annesinin fikirlerini umursamıyor. yaptırımlarını da. Söz konusu Türkan'sa  Somer Rüçhan'a direniyor. En tepeden tehditlerle üstelik. Çünkü bu aşk onu özgürleştirdi. Hem aklında hem kalbinde tek çünkü. Onun için Türkan çok anlamlı. Her biri için ayrı ayrı feda edilebilir pek çok şey. Ki etti de. Kalenderlerin evinin kurtulması için bizim mavi panjurlu evin harcanmasına içerlesem de doğru olan doğru olandır. Sonuçta ev kurtarıldı. Devamında iki güzel sahnede iki güzel dans izledik. Biri Somer’in Türkan’da evliliklerine dair tüm kötü anıları silme çabasının ürünü evlilik teklifi, diğeri küçük düğün merasimi. Burada parantez bazı noktalarda aksadığını da düşünsem öyle güzel paraleller kuruluyor ki hikayede bu hoşuma gidiyor. Örneğin Somer evin babası gibi balık getiriyor Kalenderlere, Türkan’la pişirip onca kedere rağmen neşeyle kocaman bir aile sofrası kurabiliyorken aynı anda belki aynı ağdan çıkan balığı sorunsuz hayatına sorun kata kata tek başına yemek durumunda kalan Rüçhan yalnızlığı. Yine Somer’in  Türkan’la her anında o yaşayamadığı tüm çocukluğu ortaya çıkarması ve muziplikleriyle karısını güldürüp öpüp koklaması. Sevgisini ona göstermekten asla sakınmayan, bencil davranmayan Türkan’a aynı tondan cevap veriyor Somer. Kaldı ki aralarındaki saflığın simgesi balonlarla yapılan evlilik teklifinden sonra edilen dansın tutkusu, yine derinleşen ve büyüyen aşkın izi. Burada yine parantez. Yönetmenin yakaladığı, oluşturduğu sekanslar inanılmaz sanatsal bu ikiliye. Cem Adrian eşliğindeki dans sahnesinin çekimleri muhteşem olmuş. Türkan- Somer aşkı gibi. Hem yüzlerinden, gözlerinden, hikayelerinden gün gibi açık hem de gizli, kendilerine dair. Hem masum hem tutkulu. Son sahne zeybekte de yine küçük dokunuşlar çok keyifli. Öncelikle bir su çifti olduğunu hep yazdığım Türkan Somer’in denizin içinde oynuyormuşçasına hem de “Deniz Üstü Köpürür” le oynaması çok manidar. İkincisi Somer’in Türkan’ı dansa kaldırırken söylediği cümle “Sadık Baba düğünde Türkan’la siz oynarken çok özenmiştim.” Somer’cim evlenmeyi istemediğin kızın babası ile dansına özendin demek. Özenmek keşke barındırır derler. Neyse ‘keşke bırakmama telaşın’ demek sana da hizmet ediyor. Diğer taraftan Somer’i artık Türkan’dan ayıramayacağını Mine bile anlamışken saldırısına onu dahil eden Rüçhan’ı yeni sezonda karma vuracak gibi duruyor. Çoğu kişinin aksine üvey abi olayının TürMer açısından değil de Korman cephesi açısından büyük sarsıntı yaratacağını düşünüyorum ben. Nesrin sahnesine ayrı bir parantez. Sezonun başından beri evlatlarının hayatını gasp eden iki anne izledik. Biri sevgi ile yaptı bunu biri tehditle. Rüçhan öyle kibirli ki oğlunu adım adım kaybettiğinin farkında değil. Sanıyorum ikinci sezon bu kaybı tümden yaşadığında ne olduğunu anlayacak. Ki karakterin geldiği noktaya bakınca, memnun değilim durduğu net karanlıktan, Rüçhan’ın sert düşmesi lazım. Nesrin’e gelince, o cidden sert düştü. Bir anda yüzleştiği Türkan Korman gerçeği kendi çocuğuna yaptığı kötülükle de karşı karşıya bıraktı onu. Hemen öncesinde Fatih’le yaşadıkları da burada yaşadığı yıkımın gücünü arttırdı. Yetmedi Somer, Mine ve bebeği öğrendi. Yetmedi bahçede tüm bu imkansızlığın ortasında karısını mutlu etmek için evin hissesini alan aşık Somer’le ona en başından beri aşık olan kızı Türkan’ın dans ederken yaşadığı mutluluğu gördü. Bu kocaman düğüm geldi Nesrin’in kalbinin üstüne çöktü. Şimdi ne olacak? Göreceğiz ama ben Türkan ile Somer’in yaşayacağı o büyük hesaplaşma öncesi ilişki anlamında köklenmesini görmek istiyorum. Bunu da öyle hamilelikle filan değil konuşmaları, birlikte sahneleri, birbirleri için vazgeçtikleri ve seçtikleriyle görmek istiyorum. Sahneleri kesintisiz olduğunda youtube’dan da anlaşılacağı üzere etkileri büyüyor. Konuşabilen, dertleşebilen bir çift TürMer. Bu kullanılmalı. İlişki güçlensin ki yaşanacak fırtınadan ikisi sağ çıksın. Bir de bu ikili çok güzel dans ediyor. İnsanın zihninde Leonard Cohen çalıyor onları izlerken. Bu değerlendirilmeli.

Son demde; “Karışmak nedir?” diye sordu kuş denize. Deniz: “Bir olma halidir.” dedi. “Bir olmak için ne yapmalı?” dedi kuş bu kez. Deniz cevap verdi: “Aşık olmak lazım ama beklentisizce. O zaman benlik bize dönüşür ve aradaki farklar ortadan kalkar. Fark yoksa engel yoktur. Engel koymak yoktur. Yokluktaki tek varlık sevgidir aşktır.”

İyi tatiller… Umarım, eylülde buluşmak üzere…

                                                                                                 UmayMasal



     

1 Nisan 2017 Cumartesi

Fİ-1.bölüm

                                                                 ‘DENGE’
Zihin, kontrolünü elimizde tutabildiğimizde bize sayısız yarar sağlama yetisine sahip bir olgu. Durup düşünmeye ve durumları değerlendirerek kararlar almaya yönelttiğimizde kazandırdıkları, hatalarımızdan ders çıkara çıkara ilerlememize katkısı açısından muazzam bir değer zihin.  Hatta zihin kontrolünü duyguları kapatma noktasına getirebilenler için sanıyorum sağlam bir silaha bile dönüşebilir zihin. Peki tersinden alalım. Zihnin kontrolünü kaybedersek ne olur? Tamamen profesyönellik dışı bir bakış açısıyla düşünüyorum. Çünkü konunun uzmanı değilim. Ama zihnin kontrolünü insanın elinden alabilecek en güçlü unsur galiba tutkuları. Tutku; zihni karıştıran, kararları mantık çizgisinden kaydırabilme gücü olan bir şey. İnsan tutkusuna kapıldığında hızlı bir şekilde mantığının kontrolündeki zihnini sanrılarla doldurabiliyor. Delilik dediğimiz şey ise tutkudan beslendiğinde sanatsal bir hale dönüşüyor. Öyle ya Mozard, Van Gogh ve daha niceleri.
Fi’nin ilk bölümünde ana tema bana göre zihnin tutku karşısındaki savaşının delirmeye müsait bir yapıda yaratacaklarına dair ön hazırlıktı. Can Manay... Bölümün ve hikayenin temel karakteri. Zeki, kavrayışı yüksek, dolu ve bir o kadar tutkulu. Can Manay tüm kontrollü tavrına, planlı hayatına rağmen tam anlamıyla tutkudan ibaret bir adam. Burada parantez; üçlemeyi çok önce okudum ve kuşkusuz hikaye seyrini biliyorum. Okuduğum kitaplar görsele aktarıldığında pek de mutlu olan biri değilimdir. Zira kafamda kendi çektiğim filmle, karaktere dair oluşturduğum resimle asla uyuşmaz yönetmenin kadrajı ve cast. Ancak Fi’nin geneli ve hiç kuşkusuz Ozan Güven bunun istisnai örneklerinden. Ben Ozan Güven’i izlerken her mimiğiyle çalışılmış, parça parça oluşturulmuş bir Can Manay izledim. İlk bölümü adeta sırtlayan , Can Manay’ı ete kemiğe bürümüş, karakterin hastalıklı ruh geçişlerini bakışından sigara içişine kadar veren inanılmaz bir performans izledik Ozan Güven’den. Ayakta alkışlamak gerek diye düşünüyorum. Üçlemenin en bıçak sırtı karakteri ve çatışma unsurunu taşıyan kişisi çünkü Can ve Ozan Güven muazzam seçim olmuş. Parantezi kapattım. Fi’den devam. Can Duru’yu gördüğü sahneye kadar kontrollü, soğuk hayatını bize gösterirken aniden dans ederken gördüğü Duru içinde kusursuza olan tutkuyu tetikleyiverince anladık ki Can kontrolünü kaybettiğinde tamamen başka bir adama dönüşüyor. Eti’nin, Tülay Günal hayal edebildiğim en iyi Eti, geçmişe dair izleyiciye verdiği ipuçlarından anladığımız yegane şey Can dengesini yitirdiğinde çok tehlikeli. Ki daha ilk bölümden Duru’ya dair takıntısı hızlı bir şekilde ivmelendi ve Deniz-Duru ilişkisini manipüle etmeye başladı. Başlığa takılan kırmızı tüy sadece bir tüy değil tutkuyla istenen bir şey uğruna yapılabileceklerin minik başlangıcıydı. Can’ın penceresinden şimdilik gördüğümüz Deniz , mükemmeli ararken olayı BİZ’leştiren bir karakter. Deniz’in gösteri öncesi konuşmasında Biz dediği anda Can’ın yüzündeki umursamaz aşağılama Can’ın Ben’i merkeze alan yapısını,aslen ikili arasında ve değerlerinin çatışmasına dönüşecek hikayelerinin yansımasıydı. Burada Mehmet Günsur’un henüz karakter  ayrıntılanmasa da muazzam bir Deniz olduğunu söyleyebilirim.  Her karakterin sakatlıklarının, komplekslerinin  beslemesiyle gösteri dünyasından en tepedekilere bakan öykünün uğruna en çok fedakarlık yapılan kavramını yani güzelliği  temsil eden kişisi Duru’ya bakalım. Duru’nun beğenilmeye olan merakı, güzel olduğunun hissettirilmesine yönelik isteği, Can’ın Ben’ine Deniz’in Biz’inden daha yakın olduğunu daha ilk bölümden gösterdi.   Duru’yu Can’ın manipülasyonlarına açık hale getireceği çok belli olan bu arızası Deniz’le arasındaki çatışmayı da güçlendirecektir. Deniz’in bakış açısını bilmesine rağmen o kırmızı tüyü takması da kendi Ben’ini ne kadar değerli gördüğünün ve Biz’leşme tekamülünden henüz çok uzakta olduğunun kanıtı gibi.
Bölümde tanıştığımız bir başka karakter de Bilge’ydi. Üçleme içinde etkilendiğim kişilerden olan Bilge’yi kim oynayacak meraktaydım. Burada da doğru bir seçim yapılmış gibi duruyor. Bilge’nin Can’ın hayatına tıpkı o kapıda takılıp düşerken olduğu gibi paldır küldür dalacağı da netleşti. Özge karşısında hiç alışık olmadığı şekilde savunması düşen Can Manay’ın parçaladığı elini kurtardığı gibi, tutkusunun parçaladığı hayatını da sağaltmaya çalışan olacağı net. Abisi Doğru’yu almaya gittiğinde onu izleyen Can’ın merakını kamçıladığını da söyleyebiliriz. Özge’ye gelince , korkusuz ama kırılgan, asi ama şefkatli bu genç kadın sadece Can’ın değil Can’ın temsil ettiği her şeyin dinamitleyicisi olmaya aday gibi.
Sonuç olarak ilk bölümde dengede durmaya çalışan bir ruhun eğer içinde dengesizliği barındırıyorsa onu sarsacak bir tutkunun kolayca peşine takılabileceğini ve dengesini kaybedebileceğini gördük. Devamında neler yapabileceğini de göreceğiz kuşkusuz.  
Fi hikaye olarak görselliği yüksek bir üçlemeydi. Bu noktada aktarımı güzel olmuş. Özgür bir portalda ve özellikle 60 dakika tasarlanması da gerçekten iyi bir seçim. İlk bölümde oluşturulan evren ve yakalanan tempo saatlerce izlenen dizilerde kaliteden ne denli ödün verildiğini de ispatlıyor. Fi her şey bir tarafa kaliteli bir iş olmuş. Benim asıl merak ettiğim Pi’ye gidiş serüveninde Fi’yi takip edeceğim. Yazıyı yayınlansa da iki ve üçüncü bölümü izlemeden yazıyorum.
Yazar Azra Kohen’in sözüyle bitirelim; ‘‘ Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?’’
Emeklere Saygıyla...

                                                                                            UmayMasal