1 Nisan 2017 Cumartesi

Fİ-1.bölüm

                                                                 ‘DENGE’
Zihin, kontrolünü elimizde tutabildiğimizde bize sayısız yarar sağlama yetisine sahip bir olgu. Durup düşünmeye ve durumları değerlendirerek kararlar almaya yönelttiğimizde kazandırdıkları, hatalarımızdan ders çıkara çıkara ilerlememize katkısı açısından muazzam bir değer zihin.  Hatta zihin kontrolünü duyguları kapatma noktasına getirebilenler için sanıyorum sağlam bir silaha bile dönüşebilir zihin. Peki tersinden alalım. Zihnin kontrolünü kaybedersek ne olur? Tamamen profesyönellik dışı bir bakış açısıyla düşünüyorum. Çünkü konunun uzmanı değilim. Ama zihnin kontrolünü insanın elinden alabilecek en güçlü unsur galiba tutkuları. Tutku; zihni karıştıran, kararları mantık çizgisinden kaydırabilme gücü olan bir şey. İnsan tutkusuna kapıldığında hızlı bir şekilde mantığının kontrolündeki zihnini sanrılarla doldurabiliyor. Delilik dediğimiz şey ise tutkudan beslendiğinde sanatsal bir hale dönüşüyor. Öyle ya Mozard, Van Gogh ve daha niceleri.
Fi’nin ilk bölümünde ana tema bana göre zihnin tutku karşısındaki savaşının delirmeye müsait bir yapıda yaratacaklarına dair ön hazırlıktı. Can Manay... Bölümün ve hikayenin temel karakteri. Zeki, kavrayışı yüksek, dolu ve bir o kadar tutkulu. Can Manay tüm kontrollü tavrına, planlı hayatına rağmen tam anlamıyla tutkudan ibaret bir adam. Burada parantez; üçlemeyi çok önce okudum ve kuşkusuz hikaye seyrini biliyorum. Okuduğum kitaplar görsele aktarıldığında pek de mutlu olan biri değilimdir. Zira kafamda kendi çektiğim filmle, karaktere dair oluşturduğum resimle asla uyuşmaz yönetmenin kadrajı ve cast. Ancak Fi’nin geneli ve hiç kuşkusuz Ozan Güven bunun istisnai örneklerinden. Ben Ozan Güven’i izlerken her mimiğiyle çalışılmış, parça parça oluşturulmuş bir Can Manay izledim. İlk bölümü adeta sırtlayan , Can Manay’ı ete kemiğe bürümüş, karakterin hastalıklı ruh geçişlerini bakışından sigara içişine kadar veren inanılmaz bir performans izledik Ozan Güven’den. Ayakta alkışlamak gerek diye düşünüyorum. Üçlemenin en bıçak sırtı karakteri ve çatışma unsurunu taşıyan kişisi çünkü Can ve Ozan Güven muazzam seçim olmuş. Parantezi kapattım. Fi’den devam. Can Duru’yu gördüğü sahneye kadar kontrollü, soğuk hayatını bize gösterirken aniden dans ederken gördüğü Duru içinde kusursuza olan tutkuyu tetikleyiverince anladık ki Can kontrolünü kaybettiğinde tamamen başka bir adama dönüşüyor. Eti’nin, Tülay Günal hayal edebildiğim en iyi Eti, geçmişe dair izleyiciye verdiği ipuçlarından anladığımız yegane şey Can dengesini yitirdiğinde çok tehlikeli. Ki daha ilk bölümden Duru’ya dair takıntısı hızlı bir şekilde ivmelendi ve Deniz-Duru ilişkisini manipüle etmeye başladı. Başlığa takılan kırmızı tüy sadece bir tüy değil tutkuyla istenen bir şey uğruna yapılabileceklerin minik başlangıcıydı. Can’ın penceresinden şimdilik gördüğümüz Deniz , mükemmeli ararken olayı BİZ’leştiren bir karakter. Deniz’in gösteri öncesi konuşmasında Biz dediği anda Can’ın yüzündeki umursamaz aşağılama Can’ın Ben’i merkeze alan yapısını,aslen ikili arasında ve değerlerinin çatışmasına dönüşecek hikayelerinin yansımasıydı. Burada Mehmet Günsur’un henüz karakter  ayrıntılanmasa da muazzam bir Deniz olduğunu söyleyebilirim.  Her karakterin sakatlıklarının, komplekslerinin  beslemesiyle gösteri dünyasından en tepedekilere bakan öykünün uğruna en çok fedakarlık yapılan kavramını yani güzelliği  temsil eden kişisi Duru’ya bakalım. Duru’nun beğenilmeye olan merakı, güzel olduğunun hissettirilmesine yönelik isteği, Can’ın Ben’ine Deniz’in Biz’inden daha yakın olduğunu daha ilk bölümden gösterdi.   Duru’yu Can’ın manipülasyonlarına açık hale getireceği çok belli olan bu arızası Deniz’le arasındaki çatışmayı da güçlendirecektir. Deniz’in bakış açısını bilmesine rağmen o kırmızı tüyü takması da kendi Ben’ini ne kadar değerli gördüğünün ve Biz’leşme tekamülünden henüz çok uzakta olduğunun kanıtı gibi.
Bölümde tanıştığımız bir başka karakter de Bilge’ydi. Üçleme içinde etkilendiğim kişilerden olan Bilge’yi kim oynayacak meraktaydım. Burada da doğru bir seçim yapılmış gibi duruyor. Bilge’nin Can’ın hayatına tıpkı o kapıda takılıp düşerken olduğu gibi paldır küldür dalacağı da netleşti. Özge karşısında hiç alışık olmadığı şekilde savunması düşen Can Manay’ın parçaladığı elini kurtardığı gibi, tutkusunun parçaladığı hayatını da sağaltmaya çalışan olacağı net. Abisi Doğru’yu almaya gittiğinde onu izleyen Can’ın merakını kamçıladığını da söyleyebiliriz. Özge’ye gelince , korkusuz ama kırılgan, asi ama şefkatli bu genç kadın sadece Can’ın değil Can’ın temsil ettiği her şeyin dinamitleyicisi olmaya aday gibi.
Sonuç olarak ilk bölümde dengede durmaya çalışan bir ruhun eğer içinde dengesizliği barındırıyorsa onu sarsacak bir tutkunun kolayca peşine takılabileceğini ve dengesini kaybedebileceğini gördük. Devamında neler yapabileceğini de göreceğiz kuşkusuz.  
Fi hikaye olarak görselliği yüksek bir üçlemeydi. Bu noktada aktarımı güzel olmuş. Özgür bir portalda ve özellikle 60 dakika tasarlanması da gerçekten iyi bir seçim. İlk bölümde oluşturulan evren ve yakalanan tempo saatlerce izlenen dizilerde kaliteden ne denli ödün verildiğini de ispatlıyor. Fi her şey bir tarafa kaliteli bir iş olmuş. Benim asıl merak ettiğim Pi’ye gidiş serüveninde Fi’yi takip edeceğim. Yazıyı yayınlansa da iki ve üçüncü bölümü izlemeden yazıyorum.
Yazar Azra Kohen’in sözüyle bitirelim; ‘‘ Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?’’
Emeklere Saygıyla...

                                                                                            UmayMasal 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder