‘DENGE’
Zihin, kontrolünü elimizde tutabildiğimizde bize sayısız yarar sağlama
yetisine sahip bir olgu. Durup düşünmeye ve durumları değerlendirerek kararlar
almaya yönelttiğimizde kazandırdıkları, hatalarımızdan ders çıkara çıkara
ilerlememize katkısı açısından muazzam bir değer zihin. Hatta zihin kontrolünü duyguları kapatma
noktasına getirebilenler için sanıyorum sağlam bir silaha bile dönüşebilir
zihin. Peki tersinden alalım. Zihnin kontrolünü kaybedersek ne olur? Tamamen profesyönellik
dışı bir bakış açısıyla düşünüyorum. Çünkü konunun uzmanı değilim. Ama zihnin
kontrolünü insanın elinden alabilecek en güçlü unsur galiba tutkuları. Tutku;
zihni karıştıran, kararları mantık çizgisinden kaydırabilme gücü olan bir şey. İnsan
tutkusuna kapıldığında hızlı bir şekilde mantığının kontrolündeki zihnini
sanrılarla doldurabiliyor. Delilik dediğimiz şey ise tutkudan beslendiğinde
sanatsal bir hale dönüşüyor. Öyle ya Mozard, Van Gogh ve daha niceleri.
Fi’nin ilk bölümünde ana tema bana göre zihnin tutku karşısındaki savaşının
delirmeye müsait bir yapıda yaratacaklarına dair ön hazırlıktı. Can Manay...
Bölümün ve hikayenin temel karakteri. Zeki, kavrayışı yüksek, dolu ve bir o
kadar tutkulu. Can Manay tüm kontrollü tavrına, planlı hayatına rağmen tam
anlamıyla tutkudan ibaret bir adam. Burada parantez; üçlemeyi çok önce okudum
ve kuşkusuz hikaye seyrini biliyorum. Okuduğum kitaplar görsele aktarıldığında
pek de mutlu olan biri değilimdir. Zira kafamda kendi çektiğim filmle,
karaktere dair oluşturduğum resimle asla uyuşmaz yönetmenin kadrajı ve cast. Ancak
Fi’nin geneli ve hiç kuşkusuz Ozan Güven bunun istisnai örneklerinden. Ben Ozan
Güven’i izlerken her mimiğiyle çalışılmış, parça parça oluşturulmuş bir Can
Manay izledim. İlk bölümü adeta sırtlayan , Can Manay’ı ete kemiğe bürümüş,
karakterin hastalıklı ruh geçişlerini bakışından sigara içişine kadar veren
inanılmaz bir performans izledik Ozan Güven’den. Ayakta alkışlamak gerek diye
düşünüyorum. Üçlemenin en bıçak sırtı karakteri ve çatışma unsurunu taşıyan
kişisi çünkü Can ve Ozan Güven muazzam seçim olmuş. Parantezi kapattım. Fi’den
devam. Can Duru’yu gördüğü sahneye kadar kontrollü, soğuk hayatını bize
gösterirken aniden dans ederken gördüğü Duru içinde kusursuza olan tutkuyu
tetikleyiverince anladık ki Can kontrolünü kaybettiğinde tamamen başka bir
adama dönüşüyor. Eti’nin, Tülay Günal hayal edebildiğim en iyi Eti, geçmişe
dair izleyiciye verdiği ipuçlarından anladığımız yegane şey Can dengesini
yitirdiğinde çok tehlikeli. Ki daha ilk bölümden Duru’ya dair takıntısı hızlı
bir şekilde ivmelendi ve Deniz-Duru ilişkisini manipüle etmeye başladı. Başlığa
takılan kırmızı tüy sadece bir tüy değil tutkuyla istenen bir şey uğruna
yapılabileceklerin minik başlangıcıydı. Can’ın penceresinden şimdilik gördüğümüz
Deniz , mükemmeli ararken olayı BİZ’leştiren bir karakter. Deniz’in gösteri
öncesi konuşmasında Biz dediği anda Can’ın yüzündeki umursamaz aşağılama Can’ın
Ben’i merkeze alan yapısını,aslen ikili arasında ve değerlerinin çatışmasına
dönüşecek hikayelerinin yansımasıydı. Burada Mehmet Günsur’un henüz karakter ayrıntılanmasa da muazzam bir Deniz olduğunu
söyleyebilirim. Her karakterin
sakatlıklarının, komplekslerinin beslemesiyle gösteri dünyasından en
tepedekilere bakan öykünün uğruna en çok fedakarlık yapılan kavramını yani
güzelliği temsil eden kişisi Duru’ya
bakalım. Duru’nun beğenilmeye olan merakı, güzel olduğunun hissettirilmesine
yönelik isteği, Can’ın Ben’ine Deniz’in Biz’inden daha yakın olduğunu daha ilk
bölümden gösterdi. Duru’yu Can’ın manipülasyonlarına açık hale
getireceği çok belli olan bu arızası Deniz’le arasındaki çatışmayı da
güçlendirecektir. Deniz’in bakış açısını bilmesine rağmen o kırmızı tüyü
takması da kendi Ben’ini ne kadar değerli gördüğünün ve Biz’leşme tekamülünden
henüz çok uzakta olduğunun kanıtı gibi.
Bölümde tanıştığımız bir başka karakter de Bilge’ydi. Üçleme içinde
etkilendiğim kişilerden olan Bilge’yi kim oynayacak meraktaydım. Burada da
doğru bir seçim yapılmış gibi duruyor. Bilge’nin Can’ın hayatına tıpkı o kapıda
takılıp düşerken olduğu gibi paldır küldür dalacağı da netleşti. Özge karşısında
hiç alışık olmadığı şekilde savunması düşen Can Manay’ın parçaladığı elini
kurtardığı gibi, tutkusunun parçaladığı hayatını da sağaltmaya çalışan olacağı
net. Abisi Doğru’yu almaya gittiğinde onu izleyen Can’ın merakını kamçıladığını
da söyleyebiliriz. Özge’ye gelince , korkusuz ama kırılgan, asi ama şefkatli bu
genç kadın sadece Can’ın değil Can’ın temsil ettiği her şeyin dinamitleyicisi
olmaya aday gibi.
Sonuç olarak ilk bölümde dengede durmaya çalışan bir ruhun eğer içinde
dengesizliği barındırıyorsa onu sarsacak bir tutkunun kolayca peşine
takılabileceğini ve dengesini kaybedebileceğini gördük. Devamında neler yapabileceğini
de göreceğiz kuşkusuz.
Fi hikaye olarak görselliği yüksek bir üçlemeydi. Bu noktada aktarımı güzel
olmuş. Özgür bir portalda ve özellikle 60 dakika tasarlanması da gerçekten iyi
bir seçim. İlk bölümde oluşturulan evren ve yakalanan tempo saatlerce izlenen
dizilerde kaliteden ne denli ödün verildiğini de ispatlıyor. Fi her şey bir
tarafa kaliteli bir iş olmuş. Benim asıl merak ettiğim Pi’ye gidiş serüveninde Fi’yi
takip edeceğim. Yazıyı yayınlansa da iki ve üçüncü bölümü izlemeden yazıyorum.
Yazar Azra Kohen’in sözüyle bitirelim; ‘‘ Bir kişiye duyulan aşktan daha
acımasız bir şey var mıdır?’’
Emeklere Saygıyla...
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder