7 Nisan 2021 Çarşamba

Çokça Sevgi

 Merhaba sevgili okur. Karmaşık zamanlardayız. Yol alıyoruz. Hep beraber aldığımız yollar var. Kendi kendimize aldığımız yollar var. Ama sonuçta yol alıyoruz. Zor hikayelerden geçiyoruz. İyi olmaya çalışıyor aslında hepimiz bir yerinden iyileşmek istiyoruz. Biraz zaman, biraz sabır, çokça sevgi belki ihtiyacımız. Hoş zaman kavramının anlamsal olarak nerede konumlanacağını çözmekten aciz haldeyiz. Sabır desen bu coğrafyanın, iklimin daha ana rahmine düşmeden hücremize işlediği bir kavram. O zaman çözecek tek şey var çokça sevgi. Sevebilme hali. Neyse sebeb-i girizgâh yine yeniden EfYam. Bölümden memnun değilim çünkü toplamda beş dakika bile sürmeyen sıkıştırılmış bir koşmacaya kurban edildik yine. Yazmamayı da düşündüm ama sonra sizlere, bekleyenlere saygıdan kısa bile olsa bir yazı yazmam gerektiğini düşündüm. Yazı nereye gidecek bilmiyorum. Sizin gibi ben de sonunda göreceğim. Hadi takıl peşime kovalayalım hikâyeyi.

Yamaç ve Masal ikilisi ile başladık bölüme. Baba kız arasındaki sevgi üç yıllık boşluğa rağmen derin bir bağlanmaya dönüşüyor. Masal onca yaşadığına rağmen sevgi dolu bir kız. Sanıyorum bizim boşluklarını doldurmamız gereken hikâyede Efsun Masal’ı bedenen koruduğu gibi ruhen de korumayı başardı. Onu sadece belli zaman aralıklarında görmesine rağmen sevginin değerli bir şey olduğunu, kızının en değerlisi olduğunu hissettirmeyi başardı. Temelde Efsun sevmeyi bilen bir kadın zaten. Biz onun sevdikleri için feda edebileceklerini göre göre geldik buralara.  Hayatta tutmak için şifasını da hayatını da verir Efsun. Masal da babasının yanaklarını, kolay uyum sağlama becerisini aldığı kadar annesinin büyüsünü, şifacılığını almış. Sevgi… Efsun ve Yamaç arasındaki sevginin Efsun yoluyla Masal’a aktığı öyle belli ki. Neyse bölüme dönelim.  Baba kız bu bölüm baya vakit geçirdi birlikte. Olması gereken buydu ama işte Çukur evreni garip olduğu için en azından bu konudaki serzeniş duyulmuş diyorum. Masal ve Yamaç birlikte uyandı, birlikte ev topladı. Hatta Yamaç yeni ev fikrini ilk kızıyla paylaştı. Halen Efsun, Yamaç ve Masal’ı aynı sofrada görememiş olmak da bizim çilemiz galiba. Aaa sahi Efsun ve Yamaç’ı da hiç öyle görmedik biz. Yemek bile yemediler birlikte. Bile derken yani baya bile. Gerçi Efsun’un vejetaryen olduğunu biliyordu Yamaç. Belki biz görmeden yemek filan yemişlerdir. Malum daha önemli mevzulara odaklıydık biz. Çukur sokaklarında adını bilmediğimiz bazı karakterlerin yürüyüşünü izlemek, üstünü başını yırtan bazı insanları görmek, neye hizmet ettiği belli olmayan olaylar yumağını deli saçması gibi toplamaya çalışmak gibi önemli işlerimiz vardı unutmuşum. Hala var. Ondan zaten toplamda beş dakika sürmüyor sahnelerimiz. Neyseee…! Yeni evlerini tutunca Yamaç kızıyla Efsun’u almaya gitti. Efsun’un geçen hafta Masal için, minik ailesi için hatırlamayı göze almıştı. Bu hafta Efsun’un kararının arkasında durduğunu gördük. Nihayet Efsun, Yamaç ve Masal bir araya geldi. Efsun kızına kavuştu, âşık olduğu adama da. Yamaç da nihayet gör beni diye yalvardığı kadının onu görmeye başladığını gördü.  Sahne öyle sıcak ki. Ancak sahnede herkesin dikkatini çeken şey Yamaç ve Masal arasındaki Efsun savaşı. İkili sanırım Efsun’u paylaşma konusunda baya sorun yaşayacak. Hoş ikisi de haklı. Üç yıl, ikisinden de Efsun’u çalan üç yıl. Kocaman boşa harcanmış üç yıl. Burada parantez. Ben Yamaç’a en çok bunun için kırılıyorum. Ona olanlar için annesini affedebilir, bana göre hatadır ama onun tercihidir. Ama kızı için ve Efsun için annesini affedemez. Affetmemeli. Kızını ve Efsun’u nereden aldığını, Efsun’un başına gelenleri ve halen yaşamakta olduklarını görebiliyorken hatta bundan dolayı acı çekiyorken tutup annesini affetmesi “Sevdiğim kadını karnında bebeği ile sokağa attın Sultan Hanım” diyen bir adamın “Senin de anan” diyerek Sultan Hanım’ı Efsun’un burnun dibine sokması tek kelime ile kepazelik sayın senarist bey. Hayır mantık silsilesini kaybettiğiniz her halinizden belli uzun zamandır da bari bazı noktalarda karakteri bu kadar basitleştirmeyin. Fantastik bile kaldırmıyor tür olarak. Bir de pavyon krizi var ama o konuya sadece dokunup geçeceğim zira sinirimi bozmaya niyetim yok. Senaristin ciddi bir pavyon travması olduğuna bir süredir iknayım zaten. Orda sorun yok. Ama sen neden Yamaç’ı itina ile pavyona sokuyorsun? Bizi neden oraya sürüklüyorsun?  Derdin nedir? Bu konuda kırmızı odalıksın anladık ama gidip bir uzmanla filan görüşsen daha iyi olmaz mı? Zaten salgını, gündemi anksiyete olmuş herkes sen daha neyi zorlama derdindesin? Kapat parantezi.

Efsun’u alan Yamaç ve Masal yeni “Yamaç Koçovalı Hanesi”ne geldi. Eve onca insanı doldururken Efsun’a sormaması, herkesi eve toplama sevdası filan derken pek çoğumuzun “Koçovalı Hanesi” yeni sürüm diye düşündüğü ev bana göre yeni dönemin başlangıcı. Eleştirilere katılsam da yazarımızın karmaşık düşünme becerisi olmadığı bilinen bir gerçek. Yani bir bölüm Çukur’un içinde olanları yazabiliyorsa EfYam’ı yazmayı beceremiyor, diğer bölüm EfYam’a odaklansa Çukur zırvalar evreni olup çıkıyor malum. Sadete geleyim. Ben o evin hanımının Efsun olacağını düşünüyorum.  Okurken gülümseyip çok beklersin diyenleriniz var eminim ama mantık bunu gerektiriyor. İdris’in mirası şu bu derken aslında neden buraya kadar sarktı anlamamakla beraber Yamaç kendi Çukur’unu kuruyor. Çatışması zayıf, ilgi çekicilikten uzak bir anlatım şekli var ama metin bu. Bu durumda da yanındaki kadın Efsun. Ben Efsun’u İdris’in hiçbir kadınıyla ilintilemedim. İlintilemem. Hoş senaristimiz İdris’in iki vazgeçilmezi Meliha ve Sultan’ın süreçlerinden “meliha”yı manasızca yaşattı Efsun’a. Muhtemel yaşayacağı süreç “Sultan” gibi duruyor. Yine de Efsun Yamaç için de seyirci için de bu iki kadına uzak. Çünkü her şeyden önce Efsun Yamaç’ın aşkı, en büyük aşkı, sevgilisi, ruhunun eşi. Sonrasında da kızının annesi. Kısaca Efsun “kendimi unuttum, bildiğim her şeyi” demiş olsa da hatırlamaya karar verdiği an acıları ile yükleneceği bir başka şey de kendisi olacaktır. Devam (Efsuncum Kentcim sesiyle). Balkon sahnesinde onca acıya, ayrılığa rağmen ayakta durmaya çalışan iki sevgili gördük. Parantez yine. Damla ile Cumali’nin mafya değilim artık travmasını dakikalarca konuşan Yamaç Sayın senaristimiz sayesinde asıl travmayı yaşayan, henüz uyuşturucudan kurtulma çabasındaki Efsun’la ancak ne kadar konuşabildi? Ben söyleyeyim iki dakika beş saniye. Efsun’un yaşadıklarının ağırlığı haftalarca bizim ruhumuzda bile asılı prangalar gibi sallanırken, isyandan isyana sürüklerken bizi uğruna onca acıyı yaşadığı adamla sadece bu kadar konuşabildi. Peki neden kesildi konuşma? Senaristin Çukur sevdası yüzünden. Anlamlı mı? Yooo onun anlam gibi bir derdi yok zaten. Kapa kapa. Devam. Balkon sahnesinde yaşadıklarının ağırlığını kaldırmakta ne kadar zorlandığını anlattı Efsun. Ama bir taraftan da kapatmak istediği hesaplardan ve bunun için ihtiyacı olan gücü bulmak istediğinden de bahsetti. Ki bana göre bölümün en ikonik sahnesi olan Efsun ve Sultan paralelinde gördük ki Efsun’da o güç var. Sultan’ı kendi yaşadıkları paralelinde evinin kapısına atan Efsun “Yamaç’ın annesi olduğuna dua et.” derken Yamaç’ın çocuğuna hamile olmasına rağmen karda kışta savunmasızca kapıya atıldığında Sultan’ın ne kadar acımasız olduğuna da vurgu yaptı. Sahne paralel olabilir ama kapıda ne Sultan Hanım’ı kaçırmak için bekleyen biri var ne de Sultan Hanım Efsun’un evine sığınmış biri. Sultan Hanım görmek için kapısına dayandığı torunu hiçe sayan, oğluna o senin ailen değil diyerek Yamaç’ı, sevgisini, seçimlerini hiçe sayan biri. Bir diğer taraftan Queen of Çukur mottosunun sahibi Efsun Kent, senarist prenses diyor ama yemeyiz, itina ile saçmalamak pahasına devrik bir kraliçeye dönüştürüldüyse de bundan sonrası dibi görüp dipten sekmek olacak sanıyorum. Diğer taraftan Çukur’un Sultan’ı devrik bir ana olacak gibi.

Şimdi okuduğumuz metinde en sevdiğim yere gelelim. Yamaç ve Efsun arasındaki aşka. Kısacık sahnelerinde bile gözlerinden uyku gibi akan sevdaya. İzin verilmese de birbirlerinin gözlerini buldukları an zamandan kopan, Yamaç’ın söylediği o çokça sevginin elle tutulabilir hale geldiği saniyelik anlar var ki hala hikâyede kalmamızı sağlıyor. Burada Tilya Damla ve Aras Bulut’un payı çok büyük. Yazılmayan, inatla kaçılan hikâyeye tek bakışla, dokunuşla, gülümseyişle öyle kendine özgülük katıyorlar ki Efsun ve Yamaç kurgu olmaktan çıkıp yaşamaya başlıyor. Mila’nın da ekibe katılmasıyla, evrendeki çekim gücü galiba devreye girdi kendileri gibi bir kızları var artık, o kendine özgülük EfYam ailesine de yansıdı. EfYam bütün hikâyeyi nasıl beş dakikalık sahneyle domine ediyorsa aynı şeyi Masal da yapıyor. Olduğu her sahnede o öne çıkıyor ve sahneyi domine ediyor. Bu benim için gülümseme nedeni. Çünkü haklı olduğumu görüyorum. Yamaç’a dair olan şey artık Çukur değil. Yamaç’a dair olan şey Koçovalı ailesi de değil. Yamaç’a dair olan Efsun ve Masal. Ne kadar yok saymak için patinaj çekilirse çekilsin bu böyle.  Diğer taraftan aşkın gözlerden kalbe oradan tüm ruhu ele geçirmesine odaklı Efsun ve Yamaç çokça aşkta kalsa artık. Aşka bulansalar, aşkla sarmalansalar, aşkta dursalar. Onlar için de bir süre zaman akmasa. İkisi kalsa bir süre. Aşkla, aşk için sadece…

Dilerim Tilya Damla ve Aras Bulut’u en kısa zamanda yeniden partner görürüz. Çok güzel bir aşk hikayesinin kahramanları olacaklardı ama olmadı. Oldurulmadı. Artık sebepleri de umrumda değil. Ben bu ikiliyi ister tv olsun ister dijital ki tercihim bu olur ama olsunlar da nerede olursa olsunlar da diyorum yeniden görmek istiyorum. Tüm karizmaları, birbirlerini tamamlama becerileri, o aşka dair geliştirebildikleri incelikli dilleri ile ben bu çifti aşk hikayesinde görmek istiyorum. Gerçekten yazılabilen bir hikâyede. Gönderdim evrene birileri tutsun.     

Hamiş: Adam kadını görmüş önce. Kadın bakmamış ama ona. Adam kadının gözlerine bakmış. Orada yemyeşil ormanlar varmış. Ama kadın bakmamış ona. Adam kadının saçlarına bakmış. Orada rüzgarlar varmış, delice esen. Ama kadın bakmamış ona. Adam kadının ellerine bakmış orda hayat varmış, dokunduğu her yerden fışkıran. Kadın bakmamış ama ona. Adam kadının yüzüne bakmış. Orada dünya varmış. Kadın bakmamış ama ona. Adam uzanmış elini yakalamış kadının. O eli tam kalbine koymuş. Kadın o an bakmış adama orman gibi derin, yemyeşil gözleriyle. Adam “Gör beni.” demiş. Kadın gülümsemiş. Adam o gülümsemeden uçuşan kelebeklere bakmış. Kadın “Bakmasam da görüyorum seni.” demiş. Sonra adamın kalbinin üstünde duran eliyle adama hayatı vermiş. Gözleriyle ormanları, sesiyle kuşları, yüzüyle dünyayı, saçlarıyla rüzgârı vermiş ona. Adam kadınla yaşamış. Aslında adam sadece onunlayken yaşamış. Çünkü sadece onunla tamamlanmış.    

                                                                                     UmayMasal




1 Nisan 2021 Perşembe

Gelmek Üzerine Şarkı

"Kalbimin üstünde duran başın

Hüznümü bahara çevirendi gözlerin.

Sadece sen yeterdin, sensiz ise hiçtim.

Denedim, bildim.

Ben sadece sende bendim..."  

Merhabalar sevgili okur. Biraz yorgunluk, çokça endişe, bir tutam gecikmeye rağmen yeniden EfYam’da buluşmak üzere burdayız. Haydi takıl peşime. Belki aklından, yüreğinden geçenleri bulursun yazılanlarda kim bilir? Geçtiğimiz hafta Efsun’u zindanda bırakmıştık. Yamaç da bir yanı Efsun bir yanı Çukur ortalarda bir yerlerde savruluyordu.  Geçtiğimiz hafta Efsun ve Yamaç arasında yaşanan yüzleşmede Efsun Yamaç’ın gelmeme, gelemememe sebebini öğrenmişti. Yamaç da Efsun’un yaşadıklarının onda bıraktığı izlerle yüzleşmek zorundan kalmıştı. Efsun, Yamaç’ı Böcek olarak geldiği zindandan günün sonunda  kendisi olarak çıkardı. Biz de bu hafta o zindandan tıpkı Yamaç gibi Efsun’un da kendisi olarak çıkacağını düşündük. Teknik olarak da bu düşündüğümüz doğru çıktı. Bu hafta Yamaç koşar adım Efsun’a giderken arkasında onu takip eden adamı fark etmedi bile. Yamaç Beycim bir de nasıl buldular seni diyorsun. Azcık önünü arkanı kollasan zaten başımıza açılan çoğu derdin yarısından kurtulmuş olacağız. Neyse… Yamaç geldiğinde Efsun küçük çaplı bir yoksunluk krizindeydi. Ancak burada dikkat çeken bir şey vardı ki Efsun artık Yamaç’a yönelik öfkesinden sıyrılmış gibiydi. Yamaç Efsun’u bırakıp çıkarken geride yine savunmasız kalan bir Efsun vardı. Efsun’u emanet etmek için Yamaç Aliço ve Emmi’yi arayadursun Efsun Amca tarafından bulundu. İşte burada Efsun’un zindandan kurtulma süreci başladı. Efsun’a verdikleri haplarla aslında Yamaç’a gözdağı veren Amca’nın demek istediği çok netti. “İstersem en sevdiğinin canını alabilecek kadar güçlüyüm. Almadım çünkü istemedim.” Yamaç yine, yeniden Efsun’la sınanırken bu mesajı aldı belki ama tabi ki durmayacak. Burada Yamaç’ı sadece Çukur’da tutabilmek için EfYam’a yapmadığı kalmayan senariste sormak istediğim şey şu: Tamam Yamaç’ı Çukur’dan çıkarmak istemiyorsun da Yamaç’ın tabiri ile kendisi olmaktan bile isteye vazgeçmiş Çukur tebaası için değer mi Yamaç’ın yaşadıkları? Burada temel o kadar zayıf kalıyor ki kendi yarattığı güya zeki, empati yeteneği gelişkin, alabildiğine bencilleşebilen ama ne hikmetse o bencillikten Çukur söz konusu olunca evirilip hastalıklı bir kendinden vazgeçme haline bürünen Yamaç’ın cidden inandırıcı olduğunu düşünüyor musun? Yamaç ve Efsun’dan bağımsız kurgu bütünü o kadar saçma ki hikâyenin dudağımın kenarında alaycı bir gülümseme ile izliyorum. Mesela bu haftaki bölüm nispeten kendi içinde tutarlıydı. Ama öncelik sonralık ilişkisi içinde bakınca öyle saçma sapan bağlanıyor ki senaristin artık gelişine yazdığına eminim, o derece. Bu arada EfYam’a dönmeden önce parantez; Barış Akarsu’ya selam gönderilen sahnede Aras Bulut’un ne kadar işine değer veren, çalışkan, iş disiplini olan bir oyuncu olduğunu bir kez daha gördük. Yeteneği konusunu söylemeye bile gerek yok ama yeteneğine yaslanmayan emek veren insanlar bana göre salt yetenekliyim diye gezenlerden daha değerli. Senaristin şansı da bu zaten. Boşluk dolu senaryosu oyuncular tarafından öyle bir dolduruluyor ki kurgu akışını özenle takip etmediğinizde anlayamıyorsunuz ne olup bittiğini. Neyse ben alanıma geri döneyim yani Efsun ve Yamaç’a bir de tabi ki onlara eklemlenen en tatlış ayrıntıya yani Masal’a. Yamaç kapının kilidinin açıldığını fark edip Efsun’a bir şey mi oldu korkusu ile koşar adım girdi kafese. Efsun’un nefes alışını duyana kadar o da nefes almadı. Efsun nefes aldığında derin bir “oh” çekip Efsun’u sımsıkı sardı. Burada minik parantez Tilya Damla’ya… Efsun’un uyanma travmalarını asla atlamıyor. Hikâye ve Efsun o kadar bütün ki kafasında, Efsun’un yaşadıklarının onda bıraktığı izleri an be an mimiklerinde görüyoruz. Kapat parantezi.   Yamaç korkuyla sarılırken Efsun’a başta onu Nizam sanıp iten Efsun’un Yamaç’a bakması ve ardından onu görmesi sanırım sahnenin en güzel detayıydı. Çünkü Efsun artık Efsun. Bağımlılık konusunda senarist EfYam üzerinden dram sağmaya devam etse de en azından Yamaç’ı iten, onu istemeyen, onu görmeyen Efsun yok artık. Birlikte iyileşme terminolojisi açısından bu önemli bir detay. Devamında Cumali’nin arabasında önce onun evine giderken ikisinin kucak kucağa olması ardından Efsun’un özleminden delirse de Masal’ın onu bitik halde görmesini istememesi üzerine Seher’in evine gidişleri en azından EfYam’a dair alan yaratmak açısından iyi olmuş. Burada bir parantez de rejiye. Hem zindan hem de araba sahnelerini kendileri izlemek için çekiyorlar galiba. Tamam karanlık çekim gereken sahneler bunlar ama o karanlıkta seyirci bir şey göremiyorsa ne anladık biz bu işten? O kadar amatör bir filtreleme, o kadar amatör bir montaj var ki sahne devamlılığındaki hatalar insanın anksiyetesini azdırır o derece. Böyle bir yapım böyle hatalar şaşkınlık verici. Odak noktasını EfYam’da tutarak devam. Seher’in evinde aynı yatakta uyanan EfYam… Efsun korku ile uyandığında ona varlığını hatırlatarak rahatlatmaya çalıştı Yamaç. Ona dokunarak asla Efsun’la olan temasını kesmeyerek, sesinin en nahif tonunda ona konuşarak sevdiği kadına sevgisini, güvenini hissettirmeye çalıştı. Bu sahnede Yamaç’ın hali öylesine içten, sarıp sarmalayıcı ki Efsun’u korumak, onu kalbine saklamak, ondan hiç ayrılmamak isteği bedeninden, gözlerinden taşıyor.  Efsun da Yamaç’tan kaçmayan, yeniden Efsun olmaktan korkmayan, bağımlılıktan kurtulmak isteyen haliyle gücüne olan inancını kaybetse de Simay’dan tamamen sıyrıldığını gösterdi bize. Sonrasında Yamaç’ı Masal’la gördük. Görmediğimiz alanlarda aralarında baba-kız bağı sağlam bir şekilde kurulmuş gibi. Masal’ın “Babammm!” diyerek sarıldığı Yamaç’ın bir mucizeymiş gibi baktığı kızını “Kızımmm!” diye sarıp sarmalaması sonra alıp kızını aşkına, kızının annesine götürmesi çok içtenlikli sahnelerdi. Efsun Masal’ı görmek istedi ama Masal onu görmesin istedi; Yamaç da Efsun’un isteğini yerine getirdi. Ben Yamaç ve Efsun’un arasındaki aşkın tutkudan, zihinsel uyumdan, tamamlanma duygusundan beslendiği gibi içlerinde barındırdıkları o sınır bilmez sevgi dolu çocuktan da beslendiğini düşünüyorum. Daha önce de EfYam arasında oyun arkadaşlığının düşmanken de aşıkken de sevgiliyken de hep sezildiğini söyledim. Kızlarına da geçirdikleri bu özellik anne ve baba olarak kızlarıyla sahnelerine de yansıyor. Çok kısıtlı sahnelerde birlikte görsek de hem Efsun hem Yamaç Masal ile olan sahnelerinde oyun oynayan ama bir taraftan kızlarına ellerinden geldiğince açıklama yapmaya çalışan, neden sonuç ilişkisi kuran anne ve babalar. Ben bu ayrıntıyı seviyorum. Geçtikleri cehenneme rağmen, etraflarındaki onca ihanete rağmen sevmek, sevilmek, sarıp sarmalamak, ne olursa olsun saklamamak terminolojisi EfYam’da devam ederken kızlarıyla ilişkilerine de sekmiş. Çok güzel bir şey bu. Ne kadar izletecek bilemiyorum ama EfYaMas çekirdek ailesi Çukur’un en tatlı, en dürüst, en içtenlikli ve yazar izin verirse en sevgisini gösteren ailesi olacak gibi. Hoş kim sevgi için, aşk için bu kadar bedel ödedi ki? Efsun zindanda Masal ve Yamaç için bıraktığı Simay’dan sonra Yamaç ve kızını izlerken yaşadığı katarsisle bağımlılıktan kurtulmaya da karar verdi. Ailesi için… Bundan sonra iyileşme sürecinin hızlanmasını temenni ederekten bölüme ilişkin yorumu bitiriyorum.

Şimdi gelelim EfYam aksında bölümden bölüme ilerleyen aşk kavramına. Efsun ve Yamaç hikayelerinin en başından beri çok özel bir çiftti. Epik bir şablonla ilerledi hikayeleri. İkisi de aynı yara ile birbirlerinin karşısında dikildi. Hatta birbirine silah çekti. Efsun Yamaç’ı öldürmeyerek, ki fırsatı vardı, Yamaç’ın merakını kamçıladı. Hali hazırda zaten onun fotoğrafından etkilenen bir adamın gözlerine bağladı böylece merakın ipini. O iple çekildi hep Yamaç. İp meraktan şaşkınlığa oradan ilgiye oradan onun ilgisini çekme isteğine oradan onun varlığını istemeye oradan onunla olmak isteğine oradan onsuz kalmanın acısına oradan imkansızlığa rağmen sadece onunla olmak için dünyayı yakma isteğine doğru ilerlerken hep aşkla bağlı kaldı aralarında. Şimdi ikisinin bir kızı var. Bedenleri çektikleri acıların izleri ile dolu. Ruhları parça parça. Masal ikisi için de sebep hayatta kalmak için ama Masal’dan daha büyük bir sebepleri var. İkisi arasındaki aşk. Güvenli evden beri “Büyük Aşk” tanımlı EfYam daha da büyüyor. Yamaç için kaybedişler ve buluşlarla sınandığı Efsun enlerin eni halinde. Onunla olduğu her an, gözlerinden, teninden, nefesinden kopamayan bir bağımlı gibi. Efsun’un yanından giderken gitmek istemeyen ama gitmek zorunda olan tam da bu nedenle yüzü asılan, gerilen Yamaç için Efsun gelmek üzerine bir şarkı gibi. Efsun “Geldin, geldin, ben seni çok bekledim.” diye kollarında ağlarken Yamaç’ın aslında defalarca gelmek üzere destan yazmaya çalıştığını, Efsun’dan gitmek gibi bir seçeneği olmadığını bilmiyor. Masal ile başlayan hikâyede artık Masal başlı başına bir düğüm daha. EfYam en başından beri birbirine aşkla düğümlenmişken şimdi anne ve baba olarak da bir düğümleri var. Senaryo boşluklarına rağmen her hücreleri Efsun ve Yamaç olan oyuncularımıza selam olsun diyorum.

Hamiş: Çünkü aşk enlerin enidir. Öncesi, sonrası, başkası yoktur. Ruhunun diğer yarısı oradayken dünyada başkasında kalmak, dünyada başkasına varmak yoktur. Çünkü aşkı bilen, enlerin eni varken acı dahi olsa onunla olmamayı seçemez. Aşk bile bile, seçerek tutsaklıktır. Neden daha azına razı olunsun ki?     

                                                                                                 UmayMasal






   

23 Mart 2021 Salı

Korkma Sevgilim: EfYam

 Yeniden merhabalar sevgili okur. Yol aynı, izlediklerimizin peşinden kendi kendimize ilerlediğimiz yerlerden yine takip mesafesini koruyarak EfYam’dayız. Takıl istersen peşime, gidelim. Geçen hafta Efsun, Yamaç ve Masal’ı her biri başka bir yere savrulmuş bırakmıştık. Geçen hafta genel tavra odaklandığımdan bölümü değerlendirmemiştim ki yazdıklarımın halen arkasındayım. Yine de bu haftaki EfYam’a bakarken geçtiğimiz haftaki olayları da değerlendirmek gerekiyor. Efsun’un travmatik acılarıyla karşılaşan Yamaç, o acılarla başa çıkma yöntemi olarak kullandığı bağımlılığından Efsun’u kurtarmak için zindanı çare olarak görmüştü. Sırtlayıp zorla kapattığı zindanda Efsun’u bırakıp Çukur’un dertlerinin peşine düşmüştü. Çok uzun zaman önce Çukur evrenini bir çeşit fantastik yapı olarak gördüğümü söylemiştim. Bu nedenle de reel mantık derdinde değilim. Ancak bu demek değil terminolojisi çok da zor olmayan evrende mantık olmayacak. Kurgunun en temel şartı budur. Kurduğunuz evrenin içinde olan mantık tutarlı olmalı. Neyse… Biz bu haftaya gelelimmm…

Bana göre bölüme damgasını vuran zindan yüzleşmesine odaklanalım. Öncesinde kısacık bir şey anlatmak istiyorum sizlere:

Aşk; korkuyla kapandığımız iç mezarımızda, aynı zamanda kölesi olduğumuz üç korku kölesinin taşıdığı ve içimizdeki toprağa gömdüğü o sevgiliyi bulmaktır. Aşkımız; yaşadıklarımızla, korkularımızla, baskılarımızla içimizdeki toprağa gömüldüğünde aslında gömdüğümüz sevgilimizdir. O baygın sevgili içimizde kurtarılmayı beklemektedir. O sevgili ki yapayalnız, kendisini hangi felaketin karanlık mezarlığa sürüklediğini bilmeden; sarayından çıkmış, güzelim korunaklı odasından kopmuş baygındır. Aşkın sahibi o sevgiliyi kilitli sandıklardan gün ışığına çıkarmak için kara toprağı kazır. Çürümüşlüklerden yeniden ve yeniden baharlarda yeşeren hayatı dünyaya getiren toprağın bağrında saklı sevgili yeniden ve yeniden nefes olsun diye toprakta gömülü o mezardan gerekirse zorla alınır. Gün ışığına çıkan sevgili aşkla seven tarafından kucaklansa da uyanma ancak ve ancak ölümle yaşamın bir araya gelmesiyle mümkündür. Yani öpücükle. Sevgili ancak baygın halde olduğu o uykudan o öpücükle uyandırılır.

Efsun kendisini unutmayı seçtiği kendi iç mezarında baygın haldeyken Yamaç zorla sokulduğu tabutta kendisi olmaya direne direne içine yerleştirilen “Böcek” hali ile gelene kadar  o mezardan burnunu çıkarmaya niyetli değildi. Çünkü hatırlamazsa acıya dayanmasının daha kolay olduğunu düşünüyordu. Çünkü Efsun olmazsa Efsun’un başına gelenlerle yüzleşmek zorunda kalmazdı. O halde Efsun’u, Yamaç’ın sevgilisi, şifacı, büyülü, Baykal’ın kızını mezarda ölüme terk etmek en iyi çözümdü. Kendinden en uzakta duran kimliğe Simay’a tutunarak sadece Masal için  Efsun’un anneliğinde kalarak yaşamayı seçmişti. Ta ki Yamaç’ın Böcek halini görene dek. Yamaç bir oyuncak tabancanın tetiklediği travmasıyla kendi adını unutmuş Efsun’a geldiğinde onca unutuşunun içinde Efsun’un şifacısı olarak sapasağlam durduğunu gördük. Yamaç kendisini unutsa da kalbinin ortasında duran Efsunlu yarasını unutmuyor ve Efsun’un onu kurtaracağını biliyor. En derin kuyudan onu çıkarabileceğini, en kötü yaralanmasında onun kanamasını durduracağını, ruhunun parçalanmışlığında onu yeniden bir araya getireceğini biliyor. Çukur’la ilişkisinde nasıl öğrenilmiş bir çaresizlik varsa Yamaç için o oranda Efsun’la ilgili seçilmiş bir kabulleniş var. Efsun’u bulduğu andan beri ona dirense de ona vursa da onu dövse de dövdürse de sevmiyorum istemiyorum dese de Efsun’dan geleni kabul eden bir Yamaç var. Çünkü Efsun en başta onu baygın halde olduğu iç mezarından çıkaran, verdiği nefesle onu hayata döndüren bunları yaparken bir kez bile karşılık beklemeyen biri. Yamaç için Efsun aşk. Başka tanımı yok. Sadece aşk. Kızının annesi olması sadece onun hikayesindeki ek. Efsun onun için parçalarını bir arada tutan güç, aklını yitirişini, terk edilmişliğini, sırtındaki bıçakları unutmasını sağlayan büyü. Efsun Yamaç için yaşama sebebi. Bu vurgu defalarca yapıldığı için ben de yazabilirim. Efsun Yamaç için kızından bile önde. Bunun için Efsun’la o zindana kendisini kilitletirken ölüm Efsun’dan gelecekse razıydı. Yamaç Efsun’dan gelecek her şeye razı. Efsun öfke, yoksunluk, korku, travma karması ruh haliyle ona saldırırken, onu ısırırken, ona vururken sesi çıkmaması bundan. Oysa Böcek’e dair anlarda bile en sevdiklerine bile gösterdiği tepki ortada. Diğer taraftan Efsun’un yaşadıklarını, çektiği işkencenin onun ruhunu tıpkı Yamaç gibi nasıl parçaladığını bizzat Efsun’un ağzından dinlediğimiz sahnede yine gördük ki Yamaç’ın Böcek’i ile Efsun’un Simay’ı arasında çok bir fark yok. Eş zamanlı olarak yaralarını birbirlerine açan iki sevgili sanki boşluğa konuşuyor gibi olsa da o boşluk yine biri için diğeri tarafından dolduruldu. Geldiğinden beri yaşadıklarını, korkularını kimseye anlatmayan Yamaç en büyük korkusunu, Efsun’u ve kızını yeniden kaybetmek, Efsun’a anlatırken onun travmatik titremesine duyarsız kalamayan Efsun Kent sahneye çıktı yeniden. Yamaç’ın ellerini tuttu, onun korkusunu besleyen işkencenin etkisinden sadece konuşarak ve kendisine ait kalbe elini koyarak sıyırıverdi Yamaç’ı. Yamaç’ın Gregor Samsa gibi dönüştüğü böcek bedeninde sıkışıp kalmasına izin vermedi. Yamaç’ın yenilmesinin, koruyamamasının en derin yaralarını taşıyan Efsun en az kendisi kadar yaralı Yamaç’ın Böcek olarak girdiği zindandan yeniden Yamaç’a dönüşerek çıkmasını sağladı. Çünkü Efsun bu hikâyenin şifacı tanrıçası. Diğer taraftan ayakta kalışlarının sebebini hep “aşk” a bağlayan Yamaç aşkla Efsun’u kendisini bulmaya ikna edemeyince Efsun’un Efsun olarak tutunduğu tek bağa tutundu. Annelik. Efsun “Korkma Sevgilim” diyerek Yamaç’ı gömülü olduğu mezardan çıkardı. Yamaç da “Canım” dediği, canını bağladığı kadını da hapsolduğu mezardan çıkmaya önce onu terk etmediğine ikna ederek sonra da Masal’ı hatırlatarak ikna etti. Efsun o mezardan çıkmaya şu an Masal için ikna olmuş gözükse de sonunda kendisine uyanması Yamaç’ın öpücüğü ile olacaktır umuyorum. Hoş bana göre Yamaç, Yamaç olarak o zindandan çıkarken Efsun tarafından öpülmüş olmalıydı da neyse. Şimdi hikâye akışı hangi noktaya gidecek göreceğiz. Bundan sonraki kısıtlı zamanda EfYam ailesini kızları Masal’la birlikte görmeyi diliyoruz. Korkularıyla birlikte yüzleşerek yol alan, belki ilk kez bu kadar uzun konuşmayı başaran EfYam’ın bundan sonra da konuşarak, birbirine tutunarak, aşkla ailelerini koruyabilmelerini diliyoruz. Tabi yine yeniden saçma sapan kaçırılmazsak. Kısaca mezar metaforu yansıması zindan istenmeyen saklanılan kimliklerin gömüldüğü bir metamorfoz noktasıysa Efsun da oradan sadece Efsun olarak çıkıp Simay’ı geride bırakacak demektir. Ne zaman? Umarım uzamaz. Çünkü yorulduk. Korkmaktan, savrulmaktan, sürekli karanlıkta kalan olmaktan yorulduk.  

Bir parantez de Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye… Zindan sahnesinde Böcek’ten Yamaç’a, Yamaç’tan Böcek’e; Simay’dan Efsun’a , Efsun’dan Simay’a an be an geçen ; karakterlerin travmalarına, öfkelerine, delirmeye ramak kala hallerine ordan aşka hem de en derininden en vazgeçilemezinden aşka düşen ruh çalkantılarına, korkuya, acıya, umuda, sevgiye, sevdaya, teslim olmaya, savaşa savrulan hepsini milim milim hissettiren oyunculuğunuza teşekkür. Efsun ve Yamaç siz olmasanız böyle bir çift izleyemezdik biz. Aşkla yaptığınız iş öyle geçiyor ki… Yine dilek ; yeniden en kısa zamanda  ikinizin üstüne kurulu bir hikayede aşkla görmek.  

                                                                                                 UmayMasal




 

16 Mart 2021 Salı

Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla-EfYam

 

İntikam nedir, nasıl alınır, kime haktır, kime hak değildir?  Selam sevgili okur. Yine yeniden adı gibi karanlık, pis Çukur evreninin nadide çiçekler gibi parlayan ama fazla parladığı içi bizzat yazanı tarafından her hafta daha da pisliğe bulanan aşkının peşinde EfYam’ın izinde buluştuk. Aslında iz takip edecek halimiz kalmamış ama çabalıyoruz. Daha önceki yazılarımda defalarca yazdım. Hikayeyi yazanımız elindeki cephaneyi tüketmiş olduğu için ve sağlam kale sadece EfYam kaldığı için asla iki karakteri kavuşturmuyor. Pavyondan çıkarıyor çünkü total dahil herkesi o sündürmenin yorduğunu biliyor ama bu kez Efsun’u karanlıkta kaybedip Yamaç’ı Çukur’a salıyor. İşin kötü tarafı ben artık buna cidden gülüyorum. Çünkü bunun bir kurgucu için en zavallı hal olduğunu bilecek kadar kurguyu tanıyorum. Bunca zaman getirdiğin karakteri, hikayeyi toplayamamak; üstelik bu denli korkunç bir noktaya getirmek sanırım artık deneysel bir gözleme dönüştü benim için. Kurgu nasıl yazılmaz atölyesi artık Çukur bana göre. Reytingi filan geçiyorum. Bu iş, finale yürürken reytingini koruyacak. Korusun da zaten oyuncular için. Ancak bunun sosyolojik tabanını da okuyabildiğim için şaşırmıyorum da. Sadece insanın yazdığı şeyi bu kadar güçlü oyuncular bedenlendirirken nasıl bu hale getirir sorusunun cevabı yok bende. Aslında var da yok. Bana göre Gökhan Bey “Kendim olduğum hikâye” dediği Çukur’da baya baya kendini kaybetti ve tüketti. Bunu da şuna bağlıyorum: Hikâye zaten orijinal değildi, ki değil bana güvenin, iş çığırından çıktı. O kadar çok ipi başka başka yumaklardan ödünç aldı ki şu an elinde farklı kalınlıklarda ama uyumsuz bir sürü iplikle kaldı. Bağlayamıyor. Bir de bu çözümsüzlüğün ortasında büyüyen Efsun ve Yamaç aşkı kontrolden çıkınca bu zavallı çözümsüzlük daha da beter hale geliyor. Yapım mıdır yoksa doğrudan kendisi midir bilmiyorum sebep, ki ben kendi tanrıcılık oynama egosuna mal etmekten yanayım,  bu sezonun başından beri yavaş yavaş geçen sezonki epik aksından kaydırdığı EfYam’ın tepesinde son altı yedi haftadır ter ter tepiniyor. Tepinmeye de devam edecek zira elinde başka bir şey yok. Zaman atlamasının neye hizmet edeceğini merak etmiştim mesela ben gereksiz bulsam da. Burada parantez Joseph Campbell’ın bir kitabı vardır. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Kahraman geçirdiği süreçlerde değişir, dönüşür, bambaşka bir ben kavramı ile başladığı noktaya gelir. Yamaç da dönüp dolaşıp aynı noktaya gelecek, başladığı yere, bu net. Ama sorun şu; bu adamın yaşadığı onca kayba, acıya, akıl kayıplarına rağmen gayet de farkında bir şekilde hala aynı hataları yapıyor olması. Çok merak ediyorum acaba yazan kişinin dönüşümden, gelişimden, değişimden anladığı ne? Farkındaysanız artık olay Yamaç ve Efsun’dan çıktı. Başa sarıp sarıp aynı sahneleri izleten, bunu da paralel diye yediren, bir şey bulamadıkça esas kadını kaçırtan, kadın kavramını hiçleştirip sürekli ama sürekli eril dil üzerinden intikamı, şiddeti hatta şiddet pornosunu aklayan artı kadın bedenini, ruhunu sadece ve sadece onu seven erkeğe yönelik işkence aracı gören zihniyet ayyuka çıktı artık. Ben Çukur’da kadın kavramına yönelik yazıyı finale saklıyorum ama burada da söylemeden geçmek mümkün değil. Üzüldüğüm nokta ben bu hikâyeye yani EfYam aşkına takılırken senaristin gerçekten o eril dünyada sağlam bir kadın karakteri barındırıp üstelik bu kadınla Yamaç’ın dönüşümünde inanılmaz katkı sağlayacağını düşünmemdi. Yanılmışım. Şaka gibi ama bu aşk Efsun’u dönüştürdü. Hem de ne için hala ve hala gözümüze sokulan 3 eşli, acımasız katil İdris’in intikamı için. Dedim ya ben gülüyorum artık. İnsan bunca sezon paralel adı altında sürekli aynı sahneleri izletir mi kendisine bu kadar sadık izleyenlere? Ben utanırdım. Hikâye yavaş gidiyor isyanına da artık gülüyorum. Gidemiyor ki hızlansın. Haftaya amca Efsun’u kaçırır, oradan aksiyon alır biraz. Başına gelenlerin artık bini aştığı Efsun daha başka neler yaşar, sağ kalır mı, yoksa Yamaç’ı delirtme misyonunu nasıl daha korkunç kurgular bu zihin bilmiyorum. Ama diyorum ya benim karakter olarak keşke benim olsa dediğim o Efsun Kent çoktan öldüğü ve geri gelmeyeceği için, bunu kabullendim evet, sadece gülüyorum. Sonuna kadar da izleyeceğim. Dedim ya bir iş nasıl yapılamaz, bir kurgu nasıl yazılamaz, karakter derinliği nasıl öldürülür, montaj denen şey nasıl bu kadar korkunç yapılır, oyuncunun performansı kesip kırparak nasıl yok edilir? Ders niteliğinde.

Birkaç haftadır bunca çekilen boşa değil galiba mutlu son hesabı var yazarın diyordum. Böyle ters köşe yapacak büyük ihtimalle dedim hep. Ama artık buna da inanmıyorum. Yamaç ve Efsun’u biraz bile yan yana yazmayan, iki cümle konuşmalarını engelleyen, Yamaç’ın babalık sevincini yok sayan, sevdiği kadını travmasına rağmen zindana tıkmasına neden olan üstelik tüm bunlar olurken çekip giden, abisine “Bir şey olursa bana olsun senin karın kızın var.” diyerek çok değil daha bir gece önce tehlikenin göbeğinden aldığı, ruhu paramparça aşkını ve kızını hiçe saydıran yazar mı mutlu son yazacak? Sanmam. Tanrıcılık oyununa devam.  Neyse Efsuncum Kentcim kuş ölür sen uçuşu hatırla kafasıyla seni kalbimize gömdük. Efsun ve Yamaç aşkına gelince, valla ben artık orda Aras Bulut ve Tilya Damla uyumundan başka bir şey görmüyorum. İkisi de kanının son damlasına kadar ayakta tutmaya çalışıyor bu aşkı. Mimikler, bakışlar ve EfYam’a özgü ne varsa. Ama ben artık Efyam filan göremiyorum. Dram sağmak için heba edilen, tv dünyasının en epik, en özgün aşkı olmaya adayken artık ne noktaya gideceği belli olmayan garip bir şeye dönüştü. Yazık. Bu arada unutmuşum Çukur’da sadece Koçovalılar intikam alır. Başkasına zinhar yasaktır. Çünkü tek baba İdris’tir gerisi iskele babasıdır. Motto bu. Kusura bakma sayın okur, bu hafta masal anlatacak hal bırakmadı sayın yazar bizde belki bir başka zamana….

Aras Bulut İynemli ve Tilya Damla Sönmez’i gerçek bir hikâyede, mantık silsilesi olan, sağlam bir kurguda yeniden izlemek dileğiyle…

                                                                                                      UmayMasal




9 Mart 2021 Salı

Yamaç'ın Ailesi

 İnsanın kayboluşları olur zaman zaman. Bile isteye kaybeder kendisini kimi zaman bazen de istemeden sürüklenişlerindedir o kayboluş. İlki öyle ya da böyle bir tercihtir. Lakin ikincisinin travmatik etkisinden çıkmak zordur. Sürükleniş zordur çünkü. Karşı koymaya çalışsan da kurtulamayacağın kadar şiddetli olabilir o akıntı. Hele ki çabalayıp çabalayıp yine de engel olamazsan o kayboluşun şiddetine travma derinleşir. Selam sevgili okur… Yine yeniden EfYam için buluştuk. Çok şükür de kavuştuk ama… Yok yok burada sonra oraya geleceğim demek. Sebebi girizgâh Efsun ve Yamaç için. Haftalar önce onları birbirlerinden kopartıp üstüne kendi kimliklerinden soyutlamak için çıktıkları korkutucu yolculuğun sonuna geldik nihayet. Epik bir sahne ile Yamaç ailesini kurtardı ama dediğim gibi ben en baştan başlamak istiyorum. Hadi takıl peşime, istersen.

Bölümün başında Yamaç’la karşılaştık. Bir karabasanın içindeydi. Yaşadıklarının güçlü ruhundaki travmatik izlerinin onu nasıl etkilediğini hatırladık yeniden. Biz Yamaç ne yaşadı biliyoruz. Gösterildi çünkü. Acısını, adını, kendini korumak için verdiği mücadeleyi, bedenine ayrı ruhuna ayrı yapılan işkenceyi, kendisini nasıl unuttuğunu, zamanı nasıl kaybettiğini hepsini izledik. Ölmeden ölmesi istendi. Kendisini kaybetmesi için her şey yapıldı acımasızca. O da kaybetti. Sonra bir şekilde ipin ucundan tekrar tutup kendisini bulmayı başardı. Parça parça hatırladığı anılarından, değerlerinden, sevgilerinden ne kaldıysa toplamaya çalıştı. Her hafta onun kendi kimlik puzzlenı tamamlamasını izledik. Hala da eksikleri olduğunu, kendi ağzından duyduğumuza göre, söyleyebiliriz. Zaten çok yaralı bir ruh Yamaç. Son yaşadıkları da onu daha derinden parçaladı. Öyle böyle parçalarını topluyor. Bu toplama sürecinde de iki unsur öne çıkıyor: Efsun ve Çukur. Karabasanından uyandığında hatta uyandırıldığında abisi Cumali’nin boğazına yapışan, önceden de defalarca kendisine dokunulması konusunda tepki veren Yamaç. Banyoda kendi suratına bakarken sırtındaki işkence izlerini gördüğümüz Yamaç. Kahvaltı masasında açlıkla ona işkence edenlerden kalan izlerle deli gibi yiyen Yamaç. Seçmediği sürüklenişte hak etmediği kadar acı çeken Yamaç’ın yüzündeki gülümseme nedeni ise Efsun’la ikisinin kızı Masal. Onları yanına almak isterken Efsun’un kaygılarına, korkularına takıla takıla düşüyor Yamaç. Oysa onun yamaçlarından hep Efsun düşüyordu daha önce. Bu aralarındaki dengenin ne kadar değiştiğinin kanıtı aslında. İşin Efsun tarafına geleceğim ama Yamaç konusunda şunu belirtmekte fayda var. Yamaç Koçovalı Efsun Kent’e aşık. Hatta öyle büyük bir aşk ki bu Efsun olmadan nefes alamaz gibi. Çukur’u sırtında bir sandalye ile dolaşıp “madem para yok pasif direnişle sinir bozarım” kafasında racon keserken bile aşık. Annesiyle nihayet hesaplaşırken de aşık. Burada parantez, Yamaç ilk döndüğünde kimliğine dair parçaları ararken annesinin elini öpmüştü. Ben orada Yamaç’ın Efsun’un evden gidişine dair ayrıntıyı hatırlamadığını Cumali hatırlatmasının sadece seyirciye yönelik olduğunu hissetmiştim. Bu hafta anladım ki doğru anlamışım. Yamaç’ın zihnindeki eksik parçalar oturdukça bakış açısındaki değişim de ortaya çıkıyor. Annesi ile Çukur üzerinden dönen hesaplaşma boyunca sevdiğim kadın vurgusu ile sen aslında beni çiğnedin, tamam, ama neden aynı duyarlılığı evimiz yok olurken gösteremedin diye sorguladı Yamaç. Yamaç’ın sorgusu kıymetli çünkü Sultan sorgulanamazdı. Rahmetli Selim hariç oğulları üzerinde kurduğu hükümdarlık buna izin vermedi. Sonunda Yamaç da o sorgu noktasında geldi ki devamında eşyalarının tamamını alarak Koçovalı hanesini terk etti. Bunu Yamaç’ın kendi hanesini kuracağına yormak istiyorum. Sonuçta bir savaş çıkacak ve bu bir iktidar savaşı. O savaşta haneler de önemli olacaktır. Aile her şeydir diyen ben değilim. Bunu diyen hikâyenin yazanı. Koçova hanesi merkezli Çukur’da acaba yeni hane Yamaç’ın Efsun’la kuracağı hane mi olacak? Olamaz mı? Olabilir. Cumali Amca ve Sultan Ana/ King of Çukur Yamaç ve Queen of Çukur Efsun. Kapat parantezi. Yamaç sandalye turundan sonra Efsun’a gitti. Konuşmaya. Konuşamadı. Efsun konuşmasına izin vermedi. Çünkü Efsun da biliyor eğer Yamaç’ı dinlerse ona inanacak. Burada yine parantez. Efsun da tıpkı Yamaç gibi rüya gördü. Rüya gibi başlayan ve karabasana dönüşen bir görsel. Babaannesini öldürdüğü kıyafetlerin neredeyse aynısını giymiş şekilde cam evinin bahçesindeydi Efsun. Travmatik bir sembol. Babaannesini öldürdüğünde başladı ruhundaki kırılma çünkü. Sonra Yamaç’ı gördü. Tıpkı geçen hafta olduğu gibi ona “Ben artık geldim.” diyordu. Rüyasında dahi Yamaç’tan kaçtı. Geç, dedi önce sonra kızım, dedi. Yamaç onu bırakmasa da direndi kızıma zarar verirler, diyerek. Bu da travmatik bir başka imge. Yamaç’ı çok seviyor Efsun. Hep sevdi, korudu. Onunla, onun için Çukur’a gitti. Sonra kendisini Yamaç’ın olmadığı bir dünyada buldu. Ne olursa olsun onu bulacağına dair umudu o üç yıl içinde ne koşullarda elinden alındı? İşte biz bunu bilmiyoruz. İşkence gördüğünü, bir saat kızını görmek için yaptığı anlaşmayı, kimsenin kendisine dokunmasına izin vermediğini, bağımlılığını biliyoruz. Sahneye çıkmak için o hapları aldığını da biliyoruz. Ama o anlaşma nasıl yapıldı bilmiyoruz. Kızına dair korkusunun boyutu kabusunda gizli. Üç yıl gelmeyen, gelemeyen Yamaç’a sevgi baki belki ama kızını koruma refleksi daha yüksek. Burada küçük bir eleştiri. Bu bölümü gömmemeye karar verdim çünkü. Bir ordu adamın Yamaç’ı durduramayacağını bilen Efsuncum Kentcim ne gibi bir motivasyonla Yamaç yerine o adamla kalmayı yeğliyorsun anlamadım. Neyse devam. Biz Efsun’a yapılanların sınırını bilmiyoruz. Tek görebildiğimiz Efsun’un da Yamaç gibi mecburi bir sürükleniş içinde kendisini kaybettiği. Kızı dışında bir şeyi varlığında bırakmamak için çabaladığı ama rüyasında ve Yamaç dövülürken verdiği tepkiden anlaşıldığı gibi Yamaç’ın orda sapasağlam durduğu. İşte biz bunları biliyoruz. Yamaç ona “ Ben daha kim olduğumu yeni hatırladım, hatırladığım anda da seni hatırladım. Eğer seni hatırlamasaydım, hayatımda sen diye bir şey olmasaydı belki de şu an ayakta duracak hali bulamayacaktım. Ben sen varsın diye yaşıyorum sen varsın diye kim olduğumu biliyorum.” dediğinde gözleri ona inansa da Yamaç’ı itekleyecek, onu dövdürecek, o dövülürken ağlama krizine girecek kadar kendinden kaçmasına ne neden oldu bilmiyoruz. Ama kötü bir şeyler oldu biliyoruz. Gelelim ne olursa olsun Efsun’un gözlerinde kendisini gördüğüne inandığım sadece Masal için değil Efsun için, ailesi için vazgeçmeyen Yamaç’a. Bir tarafta amcası ile mücadele etmek için maddi güç toplamaya çalışırken ailesini kurtarmaya tek başına giden Yamaç, tıpkı beş bölüm önce Efsun’u almak için gidip onlarca adamla mücadele ettiği gibi bu bölüm de Efsun ve Masal için onlarca adamla mücadele etti. Bu kez ailesini aldı ve çıktı. Sahnede ikonik anlar vardı. İlki kuşkusuz camdan izlediği Efsun ve Masal’a korkarak gülümserken Nizam’ın Efsun’un saçlarına dokunduğunu görmesi. Yamaç yavaş yavaş hatırladıklarına Efsun’a karşı hissettiği aşkla beraber gelen kıskançlığı da ekledi. Orda Nizam’ın dokunuşu ona Efsun’a dokunulmasına karşı hissettiği kıskançlık, korku, sahiplenme, onun özel alanında kendisinden başkasına tahammül edememe duygularını hatırlattı. Dolayısıyla bu duyguları ona en şiddetli hissettiren Çağatay Erdenet’i. Efsun’a dokunulması sanıyorum Yamaç’ı kendisine dokunulmasından daha çok delirtebilecek tek şey. İkinci ikonik an ise bana göre Efsun, Masal ve Nizam’ın olduğu odaya girip Nizam’ın sırtına silahı dayadığında Efsun’u gördüğü an. Muhtemelen kızını da görüp Efsun’un ve kızının korkusunu okuduğu için Nizam’ı dışarı çıkarması. Efsun’a “Bakma buraya.” demesi. Yamaç Efsun’u hep bildi. Onun kanlı gömleklerini yıkarken alışacağız demesine rağmen ölümleri sevmediğini, babasının intikamı için karıştığı suç dünyasında kanı sevmediğini bildi. Hem Efsun’u hem kızını korkutmak istemedi tüm deliliğini yüklenmiş olduğu halde. Son kısım ise oldukça epik, silahı bıraktığı an sakinleşen Efsun’un korkusunun kaynağının ne olduğunu anlamış ve onu sakinleştirmeye çalışıp ikna etmeye gayret eden Yamaç. Her şeyin bittiğini kimsenin kızlarını alamayacağını Efsun’a söyleyip kendi ailesini kucaklayıp çıktı Yamaç. Bir yorum görmüştüm. Kucağına dünyasını sığdırdı diye. Evet Yamaç kucağına kendisine ait olan, kendi seçtiği, seçmekten bir an tereddüt duymadığı dünyasını sığdırdı. Çünkü Yamaç kendisi için sadece kucağındaki kadını ve ondan olan çocuğunu istedi. Daha fazlasını hiç istemedi. Yamaç kendi ailesini buldu ve yanına aldı. Sonrası… Göreceğiz. Efsun ve Yamaç arasındaki ilişki Masal ile yeni bir boyut kazanacak. İkisinin de hayali olan bir şey bu birliktelik. Hayal etmeye korkar hale getirilseler de bu böyle. Travmatik yaralarını birbirleriyle sağaltacaklar. Canları yandı, şimdi birbirlerinin yaşadıklarını öğrendikçe daha da yanacak. Ama umarım ruhlarını kıran, kendileri olmaktan ikisini de eş zamanlı kopartan her şeyle beraber mücadele etmeye güçleri olacak. Aralarındaki aşk her şeyden büyük çünkü. Zamandan, mekândan, algılardan hatta Çukur’dan. Kim bilir bu aşk belki Çukur’u bile iyi eder.  

Hamiş; tüm kurtarma periyodu boyunca “Efsun” sözcüğünü sayıklamaya çeviren, baştan beri Efsun Yamaç’ın yaşama sebebi dediğimiz için bizi yalancı çıkarmayan, gerçek aşkın engel tanımadığını, dur durak bilmediğini anlatan tavrına selamlar Yamaç Koçovalı.

Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli, EfYam’a inancınız, onlara özgü diliniz, Efsun ve Yamaç’ı siz oynadığınız için teşekkür. Dilek belli biz sizi bir daha bir arada istiyoruz. Başından sonuna aşkta olan bir hikayede.         

                                                                                                      UmayMasal




2 Mart 2021 Salı

Bizim Masalımız: EfYam

 

“Zaman” demiş kadın. “Zaman, diye bir şey var.” Başını sallamış adam. Kırıkmış kadın. Zamanın onların aleyhine akan kısmına. Oysa hayal etmişmiş kadın. İmkansızlıklarına rağmen bir arada olabileceklerine inandırmış çünkü adam onu. O da hayal etmiş. O hayale tutunmuş hayatta yapayalnız kalmışlığında. Adam aşkıymış, adam ailesiymiş, adam umudu, adam masalıymış. Adam kaybolmuş, aşkı kaybolmuş, ailesi kaybolmuş, umudu kaybolmuş, masalı kaybolmuş. Onca kaybolana tahammül etmek zormuş. O da kayıplara kendisini eklemiş. Kendini kaybetmeye karar vermiş. Uykuya bırakmış içindeki kimliği. Unutma nehrine bırakmış onu.  Ölse bile umurunda değilmiş de işte hayatta kalması için bir sebebi varmış. Kızı. Nehirden geçince başka bir kimlik yaratmış. Kendisine en uzak yerden. Aslında hiç olmadığı ruhlardan birini seçmiş. Çünkü o zaten ruhları bilirmiş. Başka türlü hem hayatta kalıp hem de içindeki aşık kadını öldüremezmiş ki. Şimdi adam gittiği yerden dönmüş ona bakıyormuş. Elini uzatmış tutmasını bekliyormuş. Kadın ise içinde bir yerde bağıran o aşık kadını susturup gitmek istiyormuş. Çünkü o eli tutmuş daha önce. Hangi zamanda olduğunu hatırlamadığı bir yerde. Masal prensesi olduğu bir yerde. Tutmuş ve gitmiş onunla. Sadece aşk için, aşkla. Canının yanacağını bile bile yürümüşmüş onunla yolu. Sonra adam ormanın en karanlık yerinde bırakmış gitmişken Prenses karnında bebeği ile zebanilerin ortasında kalmışmış. Beklemiş adamı ama adam gelmemiş. Öldü sanmış bazen. Ölmese gelirdi demiş kendi kendine. Cehennemin ortasında bir koza örmüş kızına ve kendisine. Yangının kızına ulaşmasını engelleyen. Kendi kanatları tutuşsa da önemsemeden korumaktaymış kızını. Şimdi adam karşısında, ölmemişken, gözleri ona aşkla bakarken, hala severken ama daha önce gelmemişken, kalbi paramparçayken, bedenindeki yanıklarla nasıl gitsinmiş onunla? Kızını bildiği kozadan çıkarıp zebanilere rağmen, korkularına rağmen nasıl hadi diyebilsinmiş ki ona. Aşk, kalbini, bedenini, ruhunu paramparça etmişken o hangi parçaya tutunup içinde çığlık atan o aşık kadının istediğine tamam diyebilsinmiş ki?

Adamsa sevgilerden, öfkelerden geçip geldiği hayatında ölümün ilmiğinde asılı hayatında en vazgeçtiği anda gözlerine tutunduğu kadına bakıyormuş yine. Onun başkalaştığını söyleyen ama aslında ona hala aşkla bakan gözlerine. O gözlerde hep kendini görmeye alışıkmış adam. Kendi acısında ortak olan, onu sarıp sarmalayan, iyileştiren gözler. Şimdi o gözlerde daha önce görmediği acılar varmış. Elini her uzattığında tutan, canının parçası kadın ona öfkeyle bakıyormuş artık. Anlamamış önce, sırtına saplanan her bıçağı affetmeye alışkın adam. Sonra anlamış ki artık karşısında kendi prensesi yok. Var ama yok. Miş’li geçmiş zamanlar gibi bir görünüp bir kayboluyor onun aşık olduğu kadın karşısında. Anlamış adam. Korkunun, acının bilediği kadının ruhunda gölgeye dönen “O” nu bulması gerektiğini. Kızının adında saklı kendi masallarını, masalının prensesini yeniden bulabilmek için o karanlık kuyuya dalması gerektiğini. Tıpkı onun böcekleştirilirken hapsedildiği karanlık kuyu gibi bir karanlığın aşık olduğu kadını sarıp sarmaladığını. Adam biliyormuş kadının bilmezden geldiğini. Çünkü onu onca zamana inat öptüğünde, en derininde hissetmiş yine ölümle yaşamın yer değiştiğini ruhunda. Bunu yapabilen tek kadınmış o. Dudakları onun dudaklarına her dokunduğunda yaşamı ona hediye edebilen tek kadınmış o. Yine yeniden yapabildiyse bunu, öfkesine, kırgınlığına ve ötelediği kendiliğine rağmen adam nasıl inansınmış sevilmediğine. İzin vermiş gitmesine ama aslında vermemiş. Çünkü artık ikisine ait başka bir masala başlama zamanıymış.

Tekrar merhaba sevgili okur. Nereden başlayıp ne yazayım bilmediğim bir yerde durdum uzun süre. Sonra dedim bırakayım gitsin sözcükler. Madem bu hikâyenin anlatıcısı acıyla, korkuyla, mantıksızlıklarla kurban ediyor bu aşkın masalını bırakayım, istediği yerden gitsin sözcükler. Yamaç ve Efsun dışında kimsenin ruhundaki acının trajediye dönmediği, aşkın bedeli olduğundan emin olduğum işkencelere ek kayboluşun gözyaşında öylece bakıyorum hikâyeye. Efsun’u anlamaya çalışıyorum, anlıyorum ama bir yandan da diyorum ne olursa olsun kızını o insanlarla nasıl bir arada tutmayı göze alırsın? Yamaç’ı anlamaya çalışıyorum, anlıyorum ama bir yandan güçlü dediğin kadının, tacize, tecavüze uğrayıp uğramadığını bilmeden, ne yaşıyor acaba diye emin olmadan iki gün daha dayanır nasıl dersin. Sonra duruyorum. Bunlar Efsun ve Yamaç değil ki diyorum. Senarist çoktan ihanet etti kendi karakterlerine. Sevdiği kadının başka bir adamla kahve içmesine tahammül edemeyen Yamaç mı kızını, aşkını öylece bırakacak da Çukur derdine düşüp savaş ilanı yapacak? Neden önce o dediği olayı çözmeye odaklanmadı da elleri bağlı, içi rahat çıkabildi sokaklara? Efsun, ya o, kimlere kimlere kafa tutan Efsun, kendisinden geçti de kızını o adama yakın tutmayı nasıl göze aldı? O kız biraz büyüdüğünden başına gelecekler, gelebileceklerin farkında değil mi ki de, Yamaç’a uzak dur diyerek zarar verme diyebiliyor? Ben artık senaristin ne yaptığını bildiğini de derdinin hikâye bütünü de olduğuna inancımı yitirdim. Hatta ben bu senariste inancımı yitirdim. Çünkü yazamıyor. Elinde patlamış kimsenin ilgisini çekmeyen bir amca hikayesi, paralel diye diye bu saate kadar doldurma sahnelerle getirdiği bir süreç var. Sağlam diyebileceği tek kale var. O da Efsun ve Yamaç. Haftalardır cinsiyetçi diliyle kadını aşağılama üzerine kurduğu dram sağma şablonundan çıkamıyor çünkü oradan çıkarsa Yamaç’a ailesini verirse elinde hiçbir şey kalmayacak. Üretecek çatışması yok. Korkuyor. Çünkü yazamıyor. Başından beri kopyala yapıştır getirdiği hikâyede kendi korkuları, cinsiyetçi dili, üretemeyen hayal gücü ile kaldı. Mesele pavyona tıktığı Efsun üzerinden kadın dramı yapmak. Ama bu bir yüzyıl önce yapılıyordu zaten. Mesele ne? Mesele hayal edebilme becerisi. O da sizde yok beyefendi. Efsun’u oradan çıkarıp Yamaç’a ailesini verip çıkartsana savaşı. Yapamazsın. Beceremezsin ki. Çünkü kimsenin umru değil o leş Çukur’a ne olduğu farkındasın. Kimse ilgilenmiyor. Kimse amcanın derdinde filan değil. Tam da bu yüzden sen karakterlerine ihanet edip kolaycılığı seçiyorsun. Eeee tam da bu yüzden asla sanatla yan yana anılmayacaksın eminim. Anılma da zaten. Sanat kolayı sevmez çünkü. Kopyalamayı zaten sevmez. Neyse…

Geri sayıma giderken EfYam için tek teşekkürüm Damla Sönmez ile Aras Bulut İynemli’ye. İzliyorsam, takip ediyorsam sebebi sizsiniz. Başka da bir şey yok zaten. Dilerim gerçekten yazabilen, hayal edebilen, kendi hikayesine ihanet etmeyen bir öykücünün yazdığı hikâyede sizleri izleme fırsatımız olur. Çünkü sizin için kullanacağım tek ifade: MUHTEŞEMSİNİZ.

Hamiş: Efsuncum Kentçim bu sana;

Eskiden cadı dediler kadınlara. Çünkü kadının dişi gücü erkeği korkuttu hep. Kybele vardı. Umay vardı. İsis vardı. Hepsi evvel zamanların tanrıçalarıydı ama aslında dişi güçleriydi. Bereketti onlar, doğaydı, yaşamdı. Ölümden yaşam yaratırdı onlar. Aslında hepsi cadıydı. Hepimize bahşedilen o ölümden yaşam yaratma becerisinin ana kaynaklarıydı. Sen bu hikayelerin parçasıydın. Yamaç’a yaşamı verdin. Umay gibi. Yamaç’ı ölümden korudun İsis gibi. Sen Yamaç’a yeni bir başlangıç verdin Kybele gibi. Ama sen biri yazık ki kadın olan iki eril dili geçemedin. Olsun. Biz seni saklıyoruz bir yerlerde. Belki bir gün…

 

                                                                                                               UmayMasal





        

26 Şubat 2021 Cuma

Zaman Düştü Parçalandı

 

“Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahta boşa
Saatler çalışır, izinsiz
Hep bir sonraya
Resimler sarı güneşsizlikten
Duygular değişir
Dostlar dağılır dört bir yana
Kendi yollarına
Ve sen, ben değirmenlere karşı
Bile bile birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi, denizlere
Belki de en güzeli böyle
Sen, ben değirmenlere karşı
Uçurtma uçar sözlüğümden
Geri gelmeyecek bir kuştur
Yaşanmamış kırıntılar, sadece bir düş

Tekrar selamlar sevgili okur. Zamanlar düşüyor ellerimizden biz ise onu yakalama çabasında akışı durduramadan acımızla, tatlımızla, alışkanlıklarımızla sürükleniyoruz. Aşka dair umudumuz kurguda saklı yola devam. O yolda da şu ara ortak paydamız: Yine yeniden Efsun ve Yamaç’tayız. Bir yerlerde kaybolmuş iki aşığı yine uzun süreli ayrılığın pençesinde bırakmıştık. Yamaç mahallesinde kendisini ararken tüm bu kayboluştan sorumlu ailesinin yaptıklarını unutmuş hesap sormak şöyle dursun parça parça ruhunun tamamlayıcısını bulma çabasında bile olmayan bir halde dolaşıyordu. Ağabeyi, annesi, Koçovalı evi derken Yamaç bıraktığından ya da hatırladığından farklı bir Çukur bulduğunu anladı. Neyse dönüp dolaşıp Çukur’un kaderiyle Efyam kaderi kesişmese zerre umrumda değil oralarda ne olduğu ama ne yapacaksın Yamaç Çukur’dan çıkamıyor. Efsun Yamaç’tan çıkamıyor. Yamaç, Efsun ve Çukur’un kaderi birbirine dolaşıyor. Ne yapalım? Başa gelen çekilir. Salih’in “Mecnun’a dönmüşsün.” dediği Yamaç’a sebep olarak “Efsun’u mu?” demesini bir kenara koyarak bölüm ayak izlerini takip edelim. Sonra geleceğim ama o Leyla ve Mecnun hikayesine yönelik son birkaç haftanın metaforik göstergelerine. Salih kardeşinin iyileşmesi konusunda tek dert sahibi olarak Yamaç’ı kendine getirmeye çalıştı. Oğlunun kendini kaybetmiş halini bile anlamaktan, algılamaktan aciz Sultan Hanım’ı bu adam onca zaman işkence görmüş üstüne bilmediği düzenin ortasına düşmüş diye durup bir an düşünmeyen Cumali’yi sorgulamıyorum bile. Koçovalı bencilliği. Closer’da bir söz vardı: Bu sevgi nerede? Göremiyorum, dokunamıyorum, hissedemiyorum. Duyabiliyorum. Bazı kelimeleri duyabiliyorum ama bu basit kelimeler işime yaramıyor. Zavallı Yamaç Koçovalı, sevgisini kelimelerle değil onu sarıp sarmalayarak, onun için riske girerek Yamaç olduğu için severek gösteren Selimlerden Efsunlardan oldun sen bu aile müsveddeleri için. Onların boş sözleri için. Keşke fark etsen aile dedikleri şeyin boş bir iktidar söyleminden başka bir şey olmadığını. Aile denen şeyin senin için gerçek sevenlerden ibaret olduğunu fark etsen. Konuşmayan ama sadece seni sevenler olduğunu. Seni koruyanlar olduğunu anlasan. Bu arada not: Salih’i hiçbir zaman Koçovalı görmedim. Görmeyeceğim. Hatta Sultan’a bakınca iyi ki onun elinde büyümemiş diyorum. Sevginin ne olduğunu bilmiş. Neyse… Amca’nın Yamaç’a el öptürme takıntısının faydacı sonucuyla Kulkan Yamaç’a teslim edildi. Sonunda Salih’e “Efsun’u bulsam yeter.” diyen Yamaç’a Efsun’a dair bir ipucu verildi. Hikayenin genel kurgu akışından, boşluklarından hatta özellikle Efsun’un getirildiği noktadan nefret ediyorum ama ben Yamaç’ın Efsun için vazgeçişlerini seviyorum. Bazen yetmez diyorum çünkü Efsun öyle çok şey yaşadı ki bu aşk için yine de sadece Efsun için durabilmesinden, kendinden vazgeçebilmesinden bir yanım hala etkileniyor. Ailesinin yaptıklarını görebilse, orda metnin altı dolsa, hatta finalde gerçekten âşık olduğu tek kadını, Efsun’u ve kızını alsa gidebilse diyorum. Sonra… Devam.

Kulkan ve Yamaç’ın Efsun’un izini sürerken Yamaç’ın gazinoya girip “Eee ne işi var Efsun’un burda?” demesi ardından mikrofon gelince “al işte” diyen Kulkan’a “Niye, neden?” diyen Yamaç. Valla çoğu konuda farklı düşünebiliriz seninle ama son bir aydır biz de senin sorduğun bu soruları soruyoruz Yamaç’cım: “Niye, neden, mümkün mü, nasıl yani?” Hatta baya baya acaba senin delirmeye müsait zihninin kara deliğinde bir kâbus mu görüyoruz hep beraber diye de kafa patlattık. Sonra ayıldık. Senin zihnin değil başkasının karanlık dehlizleri, bu içinde çokça cinsiyetçilik barındıran bir zihin. Yine neyse ve yola devam. Yamaç Efsun’u arayadursun Efsun kızı Minik’e Yamaç ve Efsun’un masalını anlattı. Sanırım bu öykü artık sadece Yamaç’ın acı hikayesi değil. Efsun ve Yamaç’ın acı hikayesi. Masalda Efsun’un Yamaç’ı sevmekten vazgeçmediğini ama Yamaç’ın onu terk ettiğine inandığını da anladık. O terk ediş ölüm mü, unutuş mu bilemiyoruz artık. Devamında Nizam’ın evinin kapısında Kulkan’la hırlaşan Yamaç’ın anlama çabasına şahit olduk. Ama Kulkan da tıpkı senaristin bizim sorularımıza cevap vermemesi gibi Yamaç’a, sanırım korkudan, Efsun’un başına ne geldi tam olarak anlatmadı. Bir de en itici tarafı anlatmadığı eksik gerçeklikte bile öyle pişkindi ki, tek kelime ile nefretlikti. Ardından Yamaç  eve göz atmaya gitti ve sanırım bölümün en duygusal sahnesi ile karşılaştık. Efsun, Yamaç ve Minik. Her ne kadar Yamaç kızını görüyor diye paylaşılsa da sahne Yamaç en başından beri istediği şeyi gördü orda. Efsun’la kurmak için yanıp tutuştuğu aileyi. Efsun’un yaşadığını, kızının doğduğunu, ikisinin gülümsediğini gördü Yamaç. Döndüğü andan beri duygularında durağan olan Yamaç aşkı olan kadın ve bebeği sağ diye sevinçten ağlamaya başladı. Olanı ona anlatmayan Kulkan yüzünden pek anlayamasa da sezdi ve Efsun’un peşine düştü. Sonunda da Efsun’la karşı karşıya kaldı. İkisini de titreten, Yamaç’ın gözlerini dolduran, Efsun’un nefesini kesen bir karşı karşıya olma hali. Yamaç’ın nefesinin hep Efsun olduğunu düşündüm ben. Bu bölüm gördüm ki gerçekten öyle. Onu gördüğü an yaşamaya başladı. Kızı da onun için Efsun’la beraber hayatta kalma sebebi. O “Abi ya” nidası da tam olarak bu. Devamı “Dünya varmış, yaşamak buymuş…” sadece Efsun’u isteyen Yamaç’ın yeniden aslan kesilme nedeni de Efsun ve Minik olacak gibi. Ama bir taraftan düşen ve parçalanan zamanın ondan aldıklarını nasıl unutacak EfYam? Ellerinden alınan birlikte zamanların, mutlu anların onların yerine konan işkencelerin hesabı ne olacak? Bedeli kim ödeyecek? Zaman, asla dönüşü olmayan zaman hep değirmenlerle savaşan EfYam için tersine akacak mı? Efsun ve Yamaç aşkı ikisi açısından başından beri sadece iki kişilik. Orada kimse olmadı. Güya var gibi olan üçüncüler bile aslında yoktu. Hatta Yamaç herkesi o kadar dışında tuttu ki Salih’le dahi konuşmadı Efsun’a aşkını. Hoş Salih biliyormuş. Yamaç’ın kaçamamacasına Baykal’ın kızına tutulduğunun farkındaymış. Bu aşkta kaçabilme yok. Gidebilme yok. Ayrılık olsa da o ayrılık bile sevdaya dahil. Çünkü onlar ayrılsalar da sevgili. Şimdi herkesin bildiği ve çektirdikleri acıya bedel olarak kabullendikleri aşkta Yamaç ve Efsun yalnız değil. O sığındıkları kendi ıssız adalarında kızları da var artık. Bedeller kabul edilir değil ikisi için. Çünkü o bedeli sadece ikisi değil kızları da ödedi. Kendi paylarına affetme özgürlükleri olabilir ama ne birbirlerinin payına ne de özellikle kızları payına affetme olasılıkları olmamalı. Kaybolan zamanların, parçalanan ruhların, o kızın babasını ve annesini görmeden geçirdiği anların bedeli yok. Diğer taraftan Çukur’un merkezine oturan EfYam ve kızlarının, ruhlarındaki dalgalanma neleri değiştirecek göreceğiz. Yaşadıklarından yola çıkarak ne Yamaç eski Yamaç olabilir ne de Efsun eski Efsun. Belki kendi minik ailelerinde güvene, sevgiye teslim olabilirler ama genişleyen halkada Koçovalı iki yüzlülüğüne teslim olmamalılar.  

Şimdi gelelim yukardaki paranteze. Efsun ve Yamaç’tan Leyla ve Mecnun’a…

Leyla ile Kays birbirine âşık olur. Aileleri onların birlikte olmasına izin vermez. Ama o kadar severler ki birbirlerini bir süre sonra herkes duyar bu aşkı. Araya aracılar girer. Gizlice görüştürülürler. Ama ikisi de birbirini görünce heyecandan önce titremeye başlar sonra bayılır. Kays’ın ailesi razı olur oğullarının Leylasız yaşayamayacağını anladıklarından ama Leyla’nın babası ikna olmaz. Hatta tutar Leyla’yı başkasıyla evlendirir. Leyla’ya âşık olan kocası onun kendisini öldüreceğinden korkar ve Leyla’ya dokunmaz evliliği süresince ama Leyla’nın zorla evlendiğini bilmeyen Kays çöllere düşer. İçinde aşktan başka bir şey kalmayana kadar dolaşır, dolaşır. Çöl hayvanlarıyla arkadaş olur. Kendisini unutur. Zaman akar. Kays artık Mecnun diye anılmaya başlanır. Artık Kays’ta sadece Leyla’ya aşkı kalmıştır. Öncesi, sonrası kalmaz. Zaman akmaya devam eder. Leyla altın kafesinde, Mecnun çöllerde aşkla yaşarlar. İki yıl geçer. Leyla’nın kocası ölür. Leyla altın kafesinden çıkar ve çöllere düştüğünü bildiği Mecnun’u aramaya başlar. Sonunda bulur. Ama Kays aklını yitirmiştir aşkta. Leyla’yı tanımaz. Leyla’nın nefesi kesilir. Ama kendisini sevdiği adama hatırlatamaz. Geri döner çaresiz. Sonra da hastalanır, ölür. Mecnun da onun ölümünü duyar. Mezarına gider ağlaya ağlaya orda can verir. Kötülük çiçeklerindeki, kötülük sarmalına ek son birkaç haftadır Leyla ve Mecnun’a göndermelere doyamayan hikâyeye selam. Efsun’u kurtarmak için tek başına giden Yamaç’ın çöllerde aklını yitirmiş halinden, altın olmasa da kafese kapatılan Efsun’a, sahnede “Su ver Leyla” diyen Efsun’dan Salih’in “Mecnun’a dönmüşsün” dediği Yamaç’a, karşı karşıya kaldıkları anda ruhlarını orada teslim edecek hale gelen EfYam’a. Aşk büyük bir şey. Metinde eksik gedik gitse de o kadar güçlü ki Efsun ve Yamaç aşkı o garip metnin içinde kendine ait bir alanda, ondan bağımsız ilerliyor gibi. Ben üzülürdüm bu hikâyeyi bağımsız bir halde kullanamadım diye. Çünkü tutkusu, şefkati, acısı, gülümseyişi, ağlaması ile kusursuz bir aşk hikayesi olabilecek bir dinamik EfYam. Burada Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin oyunculuğu, Efyam’a inancı,kusursuz ekran kimyası da etkili. Hep diyorum, bu ikiliyi bir gün aşkı anlatırken ama uzun zamanlar onlara verilirken görmek dileğim. En çok da müzikalde görmek isterdim sanıyorum.     

Son demde; masallar hep bilir der yazar. Masallar en derini bilir. En gerçek olan her zaman masallardır. Aşkta masaldır. Yaşamak da ölüm de masal. Masal dünyadır. Geçmiş masaldır. Gelecek masal. Açıl susam açıl der, zaman açılır. Zamanın içinden geçen de masaldır. Öyle ki bu hikâyenin en güçlü masalı Efyam’dır.  Efsun ve Yamaç aşkı her şeyden büyüktür. Öyle olmasaydı masallardaki gibi, Efsun ve Yamaç en imkansızı sevmeyi seçmezlerdi. Öyle olmasaydı ikisi için de aşk, onun düşmanı olduğunu bile bile gözlerden kalplerine akmazdı. Öyle olmasa daha ilk anda ruhunun eşini tanımazdı ikisi de.  

                                                                                                   UmayMasal