22 Temmuz 2017 Cumartesi

Kalp Atışı-4.Bölüm

‘‘Güzelliğin şerefine alevli bir keman eşliğinde

Dans et benimle.

Paniğe doğru dans et benimle

Kendimi güvenle toparlayana kadar...’’

Kaybettiklerinin acısı taptaze duruyorsa yüreğinin ortasında hele kayıplarının adresi en değerlilerinin mahallesiyse yeniden aynı acıyı tazeleme ihtimali olan bir kayba engel olmak için hayatını hiçe sayabilirsin. Bölüm Eylül’e dair korkusuyla bu dediğimiz duyguyu yansıtan Ali Asaf’la açıldı. Evet yaralanan saldırgandı ve Eylül iyiydi. Hatta Eylül yine günün kahramanıydı ama Ali Asaf hem korkma biçimiyle hem de Oğuz’a verdiği tepkiyle aşkının sahiplenici tarafını o korkunun içinde haykırdı. Oğuz’a gelince aslında elinden geleni yapmasına rağmen ortasında kaldığı durum onu sanıyorum bir parça Ali Asaf’a karşı kurdu. İlerleyen bölümlerde Selim Hoca’nın da incelikle ektiği rekabet tohumarına ek Eylül sevdası Oğuz’u hangi kıyıya savurur göreceğiz. Kore versiyonunu izlemedim ama izleyenlerin söylediğine göre nitelikli rekabet hissiyle devam edecek Oğuz. Yani bizdeki yapılanma Türk olan Oğuz açısından nasıl bir karaktere dönüştürülür bilemiyorum tabi. Bir taraftan da adil olması sebebiyle Eylül’e en çok benzediğini düşündüğüm Oğuz’un ahlaki veya vicdani anlamda sorunlu bir kimlik kazanmasını çok da istemediğimi söylemek isterim. Zira Oğuz’un yaşadığı o kompleksli duyguya Eylül müdahalesi sırasında kalp atışları hızlanan ve bunu tanımlamaya çalışan Oğuz gerçekten çok sevimliydi. Devamında Eylül’e bakışlarının takılması, bunun istem dışı olduğunu belli eden hali, farkındalığı su yüzüne çıktığındaki şaşkınlığı ile içten içe hikayesini merak ettiren biri oluyor Oğuz. Eylül’e karşı oluşan duyguları aralarındaki rekabet hissini tatlı bir zemine mi taşır, o rekabeti Oğuz açısından Ali Asaf’a mı yönlendirir? Göreceğiz. 

Bölümün diğer sürprizi Mehmet. Asi, karmaşık, baştan beri Eylül’e dair bir hikaye. Hatta Eylül’ün bizim açımızdan bilinmeyen tarafına ortaklık eden Mehmet. Ali Asaf’ın şimdilik bildiği tek rakibi. Eylül’ü ondan alan adam Mehmet. Öyle görünüyor ki Eylül açısından geçmişine saklanan ve bırakılmayan biri Mehmet. Esma gibi Ali Asaf gibi. Mehmet’in kendine dair hikayesi de sanırım ilgi çekici bir düğüm olacak. Ali Asaf açısından da kıskançlık nedeni. Ancak öyle ya da böyle Mehmet için elimizdeki en güçlü veri aşk anlamında Ali Asaf’a rakip olmayacak olsa da,bence, Eylül’ün içindeki Eylül anlamında en net bilgiye sahip kişi. Onun kimliğine, hayattaki duruşuna saygı duyan ve Eylül’ü gerçekten seven biri. 

Annemin tabiriyle bölüme damgasını vuran kişiye gelince. Alp hayatına dair hikayeyle sanıyorum herkesi dağıttı. Terk edilmeye dair duyarlılığı sebebiyle tabiki tahmin ettik yaşanmışlığı olduğunu ama en sondaki ‘Sen de beni sevdiğin için mi terk ettin anne?’ sorusu sanıyorum dağlanmadık yürek bırakmamıştır. Hayatların insanları nerelere, nasıl sürükleyebileceğini öngöremediğimizi hatta hikayelerini bilmeden kimseyi yargılamamak gerektiğine dair vurucu bir sarmaldı anlatılan. Bir taraftan kadına, seçimlerine dair şiddeti, töre adı altında işlenen cinayetleri anlatırken bunun sonuçlarının görünenden fazla hayatı nasıl etkilediği adına da güzel bir vurguydu. Alp’e can veren Selahattin Paşalı’nın performansı yıldızlı bir pekiyiyi hakediyor. Resmen ağlattı bizi. Duygudan duyguya geçerken, bebek için çabalarken, öfkelenirken, kırılmışlığını gözleriyle anlatırken en çok yargıladığı kadından annesine dair ufacık sevgi umuduna tutunurken. Ben çok etkilendim.

Bahar, babası ve dedesi bildiğimiz gibi. Bahar yaptığı hata ile bir can kaybına sebep olurken en az babası kadar soğuk ve kibirli. Doktorluğun müdahale sırasında, sonrasında, hatta bir kaybı yakınına aktarırken ne kadar insana dair ne kadar zor bir meslek olduğuna ilişkin önemli bir örnekti yaşanan. Doktorun insanlığını kaybetmek gibi bir lüksü olmamalı. İnsanlığını yitiren doktor olmamalı. Hoş bence insanlığını yitiren tümden buhar olsun ya. Eylül’ü belki bundan çok sevdik. Güçlü,mesafeli ama bir o kadar insan. Bir bebeği hayata döndürmek için çabalarken, mucize yaratırken, hasta yakınını sakinleştirmeye çalışırken ve bir hastasını kaybetiğinde oturup ağlarken. Eylül’ün güçlü bir kadın karakter oluşunu o gözyaşları asla değiştirmiyor neden? Eylül güçlü, acımasız değil. Bir aşk hikayesini tamamlamak için gözünü budaktan sakınmayacak kadar cesur. Ama yarattığı mucizelere takılmadan her hasta kaybında dağılıp sonra yeniden yola devam edecek gücü toparlayan bir kadın Eylül. Seviyoruz, ne diyelim.

Ali Asaf’a gelince , aşkına sahip çıkacağını Selim Hoca’ya söylerken muhtemelen Selim’de hissettiği Eylül sahiplenmesinin gittiği noktaya vurgu yaptı. Selim içindeki bizce malum durumu kabullenmiş görünmüyor. Ali Asaf ise tüm tatlılığına, kibarlığına rağmen Eylül’ün etrafında olanlara alabildiğine net ve sert tepkiler vermeye devam ediyor. Ah mine’l aşk. İşi zor. Bu hızla giderse, Mehmet, Selim, Oğuz derken Eylül’e talip kaç aday çıkar tahmin etmesi güç. Fadime Nine bile iki arada torununa istedi ya bizim kızı. Ali Asaf’ın işi ve Eylül arasında bölünmüş algısı Bahar’ın örmeye çalıştığı örümcek ağını ne vakit gerçekten görüp ciddiye alacak bu da bir başka merakım. Hoş babasının vurulması Ali Asaf adına bu durumla yüzleşme zorunluluğu getirir belki. Gerçi Ali Asaf çok net bir şekilde babasına dayatılmaya çalışılan durumdan hoşlanmadığını söyledi ama sonuçlar ne noktaya varacak bilemiyoruz. 

Gelelim son sahneye. Dance me to the end of love. Leonard Cohen’in efsanevi şarkısı Eylül ve Ali Asaf’ın ilk dans şarkısı ve kuşkusuz ilk öpücüğüne fon olarak bence harika seçim olmuş. Çünkü geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Leonard Cohen 20.yy’ın halk ozanlarından sayılabilecek bir sanatçı. Aşkı anlamaya, anlamlandırmaya çalışmış, beden ve zihin ikilemlerini hatta sonrasında bütünselliğini değerlendirmiş bir usta. Ne hoş, dizi de olsa bir çiftin bütünleşmesinde ve biz olma yolculuğunun başlangıcında bu şarkının seçimi. Sahne anlamında görselliği yüksek, oyuncuların duyguyu sonuna kadar geçirdiği bir sondu. Ali Asaf’ın sonuna kadar Eylül’ün yanında duracağını, babannesi konusunda en büyük destekçisi olacağını söylemesi çok değerliydi. Burada güven kavramının aşkta, her tip ilişkide ne denli değerli olduğunu da tekrar gördük. Artık Ali Asaf tarafından çok önceden adı konmuş duygunun Eylül’de karşılığının da netleştiği ortada. Belki hep netti ama Eylül kapalı kutu. Zaten Musa Dede-Fadime Nine aşkında kendilerine paralellik kuran çiftimiz duygularına dair kapıyı yavaş yavaş aralamaya başlamıştı birbirine. ‘Hep sevmiş, hep sevecek.’ Son sahnedeki öpücük bir nevi mühür görevi görüyor. Söylenmemiş, söylenememiş sözcüklere, yoklukla ezberlenmiş aşklara.

Son demde, merkezine aşkı alan ama hariçte pek çok duyguyu, insana dair durumu anlatmaya çalışan Kalp Atışı ritmini yitirmeden devam ediyor. Her hasta ile, her müdahale hikayesiyle insan hayatının aslında başlı başına bir mucize olduğunu, ailenin, sevmenin ve sevilmenin sağlıkla beraber en önemli hazine olduğunu da anlatmaya devam ediyor. Doktorlarımızın hikayelerini öğrendikçe çok daha içselleştirilen bir iş. Evet çoğumuzun kahramanı Eylül. Ama zamanla bir o kadar Ali, bir parça Oğuz, bir tutam Alp. Çok karakterli işleri bu nedenle daha çok seviyorum galiba. Ritmi yükseltirken bir taraftan da kendine ait bir evren yaratma konusundaki inandırıcılığı artıyor. Oyuncuların da her hafta daha da sindirdiği roller yaşayan insanlara dönüşüyor. Parantez; Öykü Karayel gözlerinde fırtınayı da yağmuru da güneşi de gösteren kadın. Sen gerçekten çok iyisin. Eylül senden başka kimse olamazmış.

Emeklere saygıyla...

UmayMasal  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder