Ruhumun Fısıltısı
‘‘Benzerlik mi, karşıtlık
mı?
Kayıp mı, bir olmak mı?
Bütün mü, parça mı?
Sen ruhumun fısıltısını
duyan
Gitme.
Ben annesizlikle sınanmak
istemiyorum.’’
Hayatta sahip olunan en değerli şeydir anne. Kalbimizdir. Ruhumuzdur. Sesi
aklımızın, vicdanımızın seslenişidir. Dinlemedik sandığımız ama duyduğumuz.
Bizi biz yapandır anne. Her sırrımızı bilen, duygularımızı, hayallerimizi biz
daha yüzleşemeden anlayan bizi yumak çözer gibi çözendir anne. İşte tam da bu
yüzden anneyi kaybetmek kendini kaybetmektir. Vicdanın kendi sesini bulana
kadar sağır kalmaktır anne kaybı. Yönünü kaybetmek pusulanı yitirmektir.
Meryem’in yeni bölümünde Gülümser giderken bıraktıkları ağır. Güçlü ve Savaş
için acı, Meryem için yine yeniden suçluluk, Naz için öfkesine harman hüzün,
Burcu için sevdiği adamın kalbinde kalacak ağıt. Gülümser gitmeli miydi? Gerçekten
bitmiş miydi hikayesi? Bilmiyorum. Savaş’ı Meryem’e, Güçlü’yü Burcu’ya en
vazgeçilmezinden bağlamak için atılmış bir adım mıydı bu gidiş? Kuşkusuz
öyleydi. Savaş ve Meryem’in arasında her acıda güçlenen ve vazgeçilmesi
imkansız hale gelen o duygunun son birkaç bölümdür sesi çıkmasa da bu bölüm
özellikle karaciğer nakli konusuyla aralarındaki duyguyu yeniden somut bir
şekilde görme şansımız oldu. Savaş’ın minnete dolanmış aşkı gözlerinden akarken
asıl aşık olanın Meryem olduğunun Savaş’a sarılırken ve ona dokunurken
gösterdiği reflekslerden hissedilmesi çok güzeldi. Acılarla dolu ve iyi
karakterlerimizin tamamının hüzne boğulduğu bölümde nefeslendirdi bu kısacık
an. Meryem ve Savaş’a dair diğer güzel ayrıntı kuşkusuz Derin’den rahatsız olan
Meryem’di. Derin kadınca hisleriyle uzun zamandır Savaş’ın Meryem’e akmak üzere
olduğunu hatta aktığını biliyor. Bir parça gözdağı bir parça kıskançlık Derin’in
Savaş’a hamle yapmasına neden oldu. Orada Meryem bu durumdan rahatsızlığını
gözleriyle gösterirken Savaş’ın Meryem’e bakışındaki rahatsızlıkla aslında
Derin’den ne kadar uzak olduğunu, yönünün her an Meryem’e döndüğünü de
göstermesi açısından muazzamdı.
Erkekler dayanıklılık, kayıtsızlık ve güçten oluşan bir imaj sergileme
adına, yüzlerine geçirdikleri maskenin ardında eziliyorlar. Bu toplumun genel
bakış tarzının vücud bulmuş modelleri sokaklarda olduğu gibi sokağın yansıması
kurguda da kol geziyor. Savaş ve Güçlü’nün onca acının ortasında dayanmak
pahasına ,ki zaman zaman kontrolü kaybetseler de, o maskeye tutunma çabalarını
da gördük. Yurdal, Oktay ve diğerlerini söylemiyorum bile. Çünkü o cephe zaten
maskelerle yaşamaktan kendi yüzünü unutmuş durumda. Bana göre durağan bir bölüm
olsa da bölümün en etkileyici sahnesi Gülümser’in öldüğünü haber aldıkları an
Savaş’ın varlığını reddetse de ailesi tarafından sarmalanırken kaybın asıl
sahibi Güçlü’nün o an tutunacak kimseyi bulamamasıydı. Baştan beri annesini
vuran adamın peşine düşeceğini bilsek de bana göre o adamı öldürmeye o an karar
verdi. Duygularıyla yaşayan bir karakter Güçlü. Kuşkusuz bölümün de en ön plandaki
karakteriydi. Savaş Gülümser’i anne yerine koymuş olsa da Güçlü’nün acısı
sanırım bir tık üstteydi. Kenan Acar’ın oyuncuğu ile o farkı incelikle ama bir
taraftan da kafalara vura vura anlattığı bir bölümdü baştan sona. Sonuçta kimsesize
kimsesiz bir hikayeye dönüştü Meryem. Burcu’nun kimsesizliğine karşın, şu ana
kadar tersi bir done görmedik çünkü, Güçlü’nün kimsesizliği; Meryem’in
kimsesizliğine karşın Savaş’ın aslında olan kimsesizliği. Ama sanırım bu
hikayede Burcu’yu bilemesek de en beter durumda olan Savaş. Meryem babasının
kaybına rağmen sevildiğini ve ailesinden kendisine kalan değerlerin mirasını
üstlendiğini biliyor. Keza Güçlü de. Savaş ise babasıyla öyle bir noktada
ayrılıyor ki, sanırım bu ölümden beter. Değer yargılarında, hayata bakışında
hayattayken bir babayı gömmek ondan kalan mirası istememek yok saymak acıdır
sanırım. Öyle ya babasına ciğerin beş para etmez deme noktasına geldi Savaş. Ki
savcı, Sevinç, Derin üçgeninde dördüncü köşenin babası olduğu gerçeği önüne
koyulduğunda Savaş’ı Meryem bağı dışında ne durdurur bilemiyorum.
Önümüzdeki bölümlerde ne noktalara gideceğimizi beklerken artık hikayede
mekan olarak bile karakol, hastane, Beliz’in evinden çıkıp mesela Meryem’in
mahallesine gitmeyi teklif ediyorum. Biliyorum Oktay Meryem geçmişini Savaş’a
yakalatmamak adına kaçınılıyor o mekandan. Lakin karanlıklardan, grilerden
yılmış bir izleyen olarak artık sıcak görüntüler de görmek istiyorum.
Başından beri aşk sarmalının ortasındaki bir varolma mücadelesi gibiydi
Meryem’in öyküsü. Hani yıllardır kadının meselesidir ya sesini duyurmak, ölümü
pahasına da olsa varlığını onaylatmak ve mümkünse erkek dünyasında ayakta
kalmak. Meryem dönüşürken bu mücadelenin su yüzüne çıkmasını umdum. Şu ana
kadar sözde de kalsa. İstedim ki Meryem dönüşürken Savaş’a yönelik gelişen
duyguları Oktay’a olandan bu nedenle farklı olsun. Oktay’da sessizleşen ve
kabulle şekillenen aşkı Savaş’ta çığlık çığlık olsun. Büyüsün, kendisini Savaş’la
eşitlesin, kabul etmesin geleni uğruna savaşsın. Bekliyoruz bakalım. Meryem’in
katmanlı olduğunu düşündüğümüz ruhundan kabul dışında neyin soyunup gün ışığına
çıkacağını, Savaş’a hissedilenin Meryem’de neyi hangi noktada nereye
savuracağını bekliyoruz. Birbirlerinde sınadıkları güven her şeye rağmen orada
duruyorken gelecek dalgalar onların parmak uçlarından birbirlerine tutunma
halini sağlam bir kavrayışa ne zaman dönüştürecek bekliyoruz.
Son demde; gözünü yumup kendini teslim edebiliğin birini affetmek mesele
yoksa sevmediğinin ihaneti sana koyar mı? Hayat top, tüfek saldırırken sırlarla
sarmalanmış kalbime tutunduğum senin gözlerinken ve sen bana sarılıp burnunu
saçlarıma saklarken yüreğimde sana ihanet ettiğimi söyleyen düğümle ne
yapacağım? Sana dair içimdeki her duygu kontrolüm dışında büyüyor. Dur desem
bile umrunda değil kalbimin. Koşuyor sana, seni paylaşmak istemiyor,
paylaşmaktan korkuyor. Ama bir taraftan da beynimdeki o kıymık zonkluyor. Ya gerçek
onu benden kopratırsa...
Emeklere saygıyla...
Biraz daha uzun olsaydı keşke okumalara doyamadım ya😍😍😍 Çok güzel yazmişsiniz yüreğinize sağlik 😍😍
YanıtlaSil