TUTSAK
*“İhaneti sende gördüm ,
sende şiddeti gördüm, aşkı gördüm.
Yanarak içinden geçtim
aşkın, kor olmadan küle döndüm.
Dokun bana bana dokun nolur,
hasretinden öldüm.
Kopar zincirleri yeniden
gel, durmadan gel hep gel...”
‘Hangi kadını sevdiysem terk etti beni, önce annem, sonra Sevinç şimdi de
sen’le başlayan sonra aynı cümlenin sonuna eklenen ‘Belki de sevdiğine
kavuşmamaktır benim kaderim’le biten Savaş’ın duygularının hikaye boyunca
nereden nereye savrulduğunun özeti anne oğul dertleşmesiyle yola çıktık bu Çarşamba
Meryem’de.Savaş konuşurken hem Gül annesine veda etti hem de Meryem’le bundan
sonraki ilişkisinin değişeceğinin sinyalini verdi. Bu özette konuşan Savaş
artık hiçbir şeyin aynı olmayacağını hikayenin ve karakterlerin bir eşiği
geçtiğini anlattı. Kuşkusuz bölüm boyunca memnun olunmayan, geren, hikayenin
ayaklarını yerden kesen durumlar oldu lakin... İşte bu lakin son sahnede
özetteki dertleşmeden çıkardığımız sonucun ne kadar doğru olduğunu da yüzümüze
vurdu. Son sahneye tekrar gelmek üzere bölümü başa saralım biz de.
Acılar büyütür diyerek yola çıksa da bu bölüm bana göre anne kaybının
insanı ne kadar derinden sarstığının ne kadar büyüttüğünün girizgahıyla
başladık. Gülümser’in kaybı her karaktere o veya bu şekilde dokundu. Tülin’e ,
Yurdal’a, Beliz’e, Berk’e, Derin’e hatta öyle veya böyle Oktay’a. Acının merkezinden
yayılan o dalga hale hale etrafa titreşimini gönderirken iyi kalplerde acıya
ortak olma kötülerde acıyı lehine kullanma tavrını kustu. Maskeler sıyrıldı,
duygular açık edildi. Kim kötü kim daha kötü ortaya saçıldı. Anneye hissedileni
anlatmaya benim sözcüklerim yetmez. Köktür anne içimizde sürgün veren. Bizi koruyan,
kaç yaşında olursak olalım sert rüzgarların bizi üşütmesine engel olan. Bu nedenle
Güçlü ve tabiki Savaş en çok canı yananlardı. Güçlü abisinin kendi ruhundaki
fırtınaya siper olacağını bilerek yaslandı Savaş’a. Savaş o fırtına kendi
yüreğini vursa da iki kardeşine kol kanat gererek acısına şimdilik mühür vurdu.
Gözünden akan yaşı durdurdu. Bıraktı ona yaslansınlar. Acının tazeliği
kokularla zihinlerinde kalplerinde dolaşırken Savaş bir tek Meryem’e bakarken o
da bazı anlarda gerçekliğinden koptu. Meryem’e gelince acıya alışmış bünyelerin
vereceği bir tepkiyle Gülümser’in ölümünü kabullenmeye çalışan Güçlü,Savaş,Naz
üçlüsüne iyi gelmeye çalıştı. Ellerine anne gibi tarhana çorbası verdi ki
üşüyen ruhları azcık ısınsın. Kahve verdi ki uyumanın çok uzağındaki gözlerine
ve bedenlerine yardımı olsun. Meryem etraflarındaki varlığıyla onları sarıp
sarmalayadursun kapıdan giren Derin’le beraber kıskanmanın o duygudayken bile
gölge olarak geçebileceğini Meryem’in gözlerinde görmemiz yine mümkün oldu. Derin’in,
üzgünüm ama haklı ,suçlamalarından yaralanıp dışarı çıksa da Güçlü’nün gözünde kardeşliğe
geçen, Savaş’ta aşkın kendisi olan Meryem yanında yine onları buldu. Derin de
dış kapının mandalı konumunu yine kabullenmese de hissetmek zorunda kaldı. Naz’a
gelince Meryem’in abisi için anlatılandan fazlası olduğunu hissetmişti zaten. Bu bölüm
Meryem’in getirdiği tüm felaketlere rağmen abisini büyüttüğünü hatta daha bir
abi yaptığını tespit ederek Savaş’ın da dediği gibi tanıyınca vazgeçmenin,
sevmenin imkansız olduğu o saflığa kendisinin de kapıldığını söyleyiverdi. Ben bu
sürüklenişe Sargun tarafından daha kim katılır merak ediyorum.
Gelmek istemesem de Oktay’a değinmeden geçmek imkan dahilinde değil. Oktay
müneccim hali, suç makinesine dönüşmeyi her hafta daha bir azimle başarır hale
geldiğinden beri bir parça karakter kimliğini yitirdi bende. Kötü bile olsa
zaaflar ,hatalar,hatta sevilen birinin olması gerçeklik katıyor bence
karaktere. Oktay son zamanlarda biraz yitirdi sanki bunu. Meryem’i seviyor ya
her şeyi onun için yapıyor ya demiyor aklım. Duygudaşlık kurmamın zaten
mümkün olmadığı biriyken yaptıklarını da kendi karakterinde bir yere
koyamıyorum artık. Tavuk boğazlar gibi adam öldürmesi, İstanbul’da başka savcı
kalmamış gibi her taşın altından çıkması, hatta bu durumun bırak bizim iyi
tayfayı savcılıkta dikkat çekmemesi. Buraya girdim mi çıkamıyorum. Meryem’in baş
savcı amcası Turan’a ne oldu mesela? Oktay Şahin’in Yurdal Sargun’a ilişkin her
davaya atlayıp atlayıp sonra Yurdal’ı serbest bırakması kimsenin mi umrunda
değil? Hani seri katile bağladı bu adam fütürsuzlaştı, ukalalaştı. Dünkü stajyer
değil miydi? Ne ara bu denli güçlendi, örgüt gibi çalışır oldu? Para kaynağı
Yurdal’ken, Yurdal’ı çarpar hale ne ara geldi? Sorular sorular. Burda aksayan
çok şey var. Bence acilen bu konunun ayakları yere bastırılmalı. İnandırıcılık hikaye
için en önemli devam nedeni bana göre. Haftalardır acıdan kapkara giden
hikayede bir de inandırıcılık giderse ne olur ben bilemiyorum. Neyse, Oktay
yaptıklarıyla Güçlü’nün anne acısını neredeyse kendi egosuna kurban edecekken
Meryem Oktay’ın karşısına dikildi. Her ne kadar hep aynı tehditle Oktay’ı
kışkırtmak istemiyor düşüncesiyle Meryem’e ‘Ne istersen’ dedirtilse de bir
başka hata burada yapıldı. Kabul Oktay her yaptığıyla, her hamlesiyle Meryem ve
Savaş’ı birbirine itiyor. Yine aynı şey oldu. Belki Savaş’ı bir daha görme
demesi muhtemel Oktay ikiliyi o sahnede o şekilde karşı karşıya bıraktı ama Meryem yara alıyor. Bir yerde yavaşta olsa,
bazı taraflar kesinlikle sabit kalsa da dönüşmek gerek, değişmek gerek. Bu bölüm
de boyun eğdi Meryem. Bekliyoruz. Ne zaman başkaldıracak diye?
Berk-Beliz-Derin hattı da ne yazık ki Oktay’a yarayacak gibi duruyor. Sanırım
Meryem- Oktay arasındaki Sevinç olayının Savaş’a yönelik sarmalı çözümlenip
Yurdal’a dair sırlarla eli güçlenen bir Oktay çıkacak karşımıza. Tabi Meryem
Savaş aşkına düşman bir Oktay’a karşılık hala babasının katilini bilmeyen
Meryem, annesinin azmettiricisini bilmeyen Savaş. Hala Oktay’ın derdinin Savaş
ve sahip oldukları düşüncesindeyim. Savaş’ın ittiklerini itmesi ve
istediklerini istemesinden. Yanılıyor muyum? Bakalım.
Son sahneye gelirsek, beni bu sahnede en çok etkileyen ne Savaş’ın
neredeyse Meryem’i öpecek olması ne de Meryem’in Savaş’tan kopmaktan duyduğu
acı. Sahnede Savaş’la Meryem arasındaki o duygunun imkansızlıktan kendi
tercihleriyle güven duygusuyla sarmalanarak bambaşka bir yere gelmesi vardı. Savaş
Meryem’in her adımı neden attığını bilecek, düğümlerini çözecek kadar tanıyor
artık onu. Ağzından çıkanla gözlerinden akanı, bedeninden sızanı harf harf
tanımlıyor. Meryem’e gelince vazgeçmekte ne kadar zorlandığını Savaş’sız kalmak
istemediğini aslında bas bas bağırıyor. Savaş’ı sarıp sarmalamak isterken Savaş
uğruna gitmesi gerekirken bile istemediğini söylüyor fısıldayan haliyle. Tutup bırakmayacak
olan Savaş’a en cılız sesiyle söylüyor artık iyi gelmiyoruz birbirimize sözünü.
Kararlı mı Meryem gitmeye? Fırında kalarak, Savaş’a bu son derken tut beni
bırakma diyen gözlerle mi? Savaş’ın aşk itirafı ukalalık mı karşısındaki
kadını artık ezberlemek mi? ‘Sen de beni seviyorsun’, derken kendi duygusunu
ortaya koyan Savaş Meryem’e de ben seni artık satır satır biliyorum dedi. Savaş
Meryem’den nefret ederken en başta şimdi ondan gelene razı hale geldi. Savaş değişti,
Savaş öfkelerine kurban vermeden düşünmeyi, tanımayı öğrendi Meryem’de. Hissettiği
ve gördüğünü, kalbiyle aklını harmanlamayı bildi. Zekiydi, gönlünün zihnini de
açtı. Şimdi Oktay’ın karşısına çıkarken Meryem için tüm kötü ve art niyetli
kavgalara daha hazır bence. Saflığı yeterince kötüye kurban verdi. Dahasına izin
vermeyecektir. Geçen hafta parmak
uçlarından tuttuğu Meryem’in elini kıskıvrak kavrayarak devam edecek yola. Korunamamışların ruhunda onu koruyarak.
Son demde; bırak beni ağlayayım, insafsız kaderimin sarmaşık düğümüne. Özlem
duyayım özgürce yaşanamayan ve yaşanamayacak olan aşkıma. İzin ver hüznüme, ıstırabım
kırsın elimdeki ayağımdaki prangayı. Merhamet senin içinde biliyorum. Bulmaya cesaretim
yok, sen bul ben sende nefes alayım
Emeklere saygıyla...
*Sezen Aksu-Tutsak(Nilüfer yorumu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder