“Sen nefes
verirdin ben buğusunda ısınırdım...”
Yüreğimin acısı tenimin acısıyla
bir oldu. Acıtıcı ve sert. Çok sert bir acı bu. Gözyaşlarımı içine alamıyor. Gözyaşları
acıyı dışarı kusar derlerdi oysaki kitaplardaki kadınlar. Bense kendi
gözyaşımda boğuluyorum. İçinde yüzdürdüğüm ruhum, gözyaşlarım akarken içime
boğuluyor. Sıkıştım. Katılaşıyorum. Elimden bir şey gelmiyor. O beni kristalleştiriyor.
İçine alıyor. Bırakıyorum içine alsın diye. İzin veriyorum benden başka bir şey
yaratsın diye. Şekil versin beni kendisine katsın. Tüm bunları tek bir nefesle
yapsın. Nefes alsın ben onun buğusunda ısınayım. Ben olayım. O nefes,senin
nefesin, bana değdiği anda ben yükseldim. Karanlık bir kuyudan çıkardığında
beni yükseldim ellerinde. Önce başım sandım o karanlık kuytudaki soluksuzluktan
kurtulan. Önce tenim sandım hayata tutunan. Sonra baktın bana “Benimlesin”
dedin. Isındım nefesinle bana karışan sende. Okşadın beni, saçlarımı çektin
yüzümden. Aslında çıkardın ruhumun üzerindeki karanlıkları. Bana bulaşmış
insana dair ilk şeyi, toprağı, silkelerken doğduğumda annemin üzerime bulaştırdığı
karamsarlığı aldın üzerimden. Öyle imkansız, öyle uzak, öyle yakın, öyle hafif
ve ağır. Sen ömrümde bana ilk göz kırpan ışık, sen ruhumu hafifleten hikaye,
sen düşüşlerdeki kalkış, sen kalbime, etime çöken acının merhemi ama yasakların
adı, acı, acı, daha çok acı. İmkansızlık bu kadar mı acıydı? Kalsa mıydık o
mezarda? Kucak kucağaydık nasılsa. Eski zaman sevdalıları, sorgusuz, sualsiz
cezalandırılanlar gibi o mezarda kalsa mıydık? Uğruna avucumu kanattığım anda anlamadığım
için mi bu işkence? Oysa kan değil miydi söz? Eskiden anlaşmalar kanla yazılmaz
mıydı? Ben sana fark etmeden orda mı söz vermiştim? Aşk... Acı yoksa aşk yoktur. Böyle demiştim sana di
mi? Şimdi acıdan boğuluyorum. Gidecek yer dönecek köşe bulamıyorum. İnandığım aşk
hayalden senin bedenine gerçek olarak inince önceden bulaştırıldığım her batak,
dolaştığım her ip beni daha beter boğmaya başladı. Anladım. Boğulmak filan
umrumda değilmiş benim aslında. Çocukluğumun mezarı annemin yüreğinden
sürgünlüğümden beri boğulmaktaymışım ben. Nefes... Nefesim yokmuş ki benim. Doğarken
hapsolduğum sırlardan başlamış benim soluksuzluğum. Seçimler sadece daha dibe
itmiş beni. Neyi seçecektim ki? Acıyı bilen acıyı, hatayı bilen hatayı. Şimdi sen o
batağın kıyısında bana elini uzatmışken, parmaklarının ucu bana değerken ben dibe
hızla çekiliyorum. Hem de senin için. Olsun. Dibe gidip boğulurum. Nefessizliğe
alışığım, nefesimin sen olduğunu biliyorum, sensiz nefes alamıyorum,
almıyormuşum. Biliyorum, sen yoksan boğulurum. Olsun. Aşk uzun bir düşüştür. Düşerim.
Gidersen düşerim. Bırakırsan düşerim. Oysa ben seninle ölürüm seni bırakmam. Bırakır
mısın beni? Gider misin? Oysa ne çok sevmişim seni. Fark etmeden. Nerede
başladığını bilmediğim, anladığımda kökleri içimi çoktan sarmalamış olan. Tüm kısıtlanmışlıklarımın
sembolü sandığım adam. Senden nefret ettim ben. Bana dayatılan reddettiğim ne
varsa giyinip üstüme kabuk gibi , sana geldiğimde sen o kabuktan ibaret
sandığında beni, yüzüne açtığım yaradan akan kanmış beni sana mühürleyen. Önlenemez
kinimmiş aslında benim sana koşmama neden olan. Nefret aşk kadar güçlü, aşk
kadar derin. Ben bir uyumsuzdum. Ben bana dayatılanlara, acılara saklanarak
karşı koyarken uyumsuzdum. Biriyle, birileriyle uyumlu olmak istemedim ki. Babam
yoktu. Babam gitmişti. Herkes giderdi babam gittiyse. Baba öldüyse herkes
ölürdü. Annem yoktu. Sevmedi ki beni. Sevmek varlıktır. Yoktu ki. Yokluk,
yoksunluk. Sen sana duyduğum nefretle hayatımın ortasına daldığında ,
istemediğim bir yakınlığa dönüştün önce. Çünkü nefret ettiğine kayıtsız kalamıyormuş
insan. Tıpkı Freud’un dediği gibi nefret, sevgiden yaşlıymış. En az aşk kadar
biricikmiş. Şahsiymiş. Öğrendim. Ben kimseden senden ettiğim kadar nefret
etmedim. Sana muhtac olduğum kadar kimseye muhtaç olmadım. Muhtaç oldukça, sen
benim katıksız nefretime sadece el uzattıkça, öfke büyüttüm sana içimde. O eli
tutmak zorunda kaldıkça, bırakıldıkça öfkem bastırdı nefretimi. Bulutlandı duygularım.
Göz gözü görmedi. O siste yönümü kaybettim. Ama sana güvendim. Hatta o
bulutlanan duygularda tek gerçek vardı. Fark ettiğim sana dair tek duygu. Güvendim
sana. Dönüşen nefretimin ilk emaresiydi güvenim. Oysa ben güvenmezdim kimseye. Siste
uzanan elini tuttum yürüdüm. Bir baktım bir kapının önündeyim. Sana baktım. Göremedim
gözlerini. Ellerin güvendiğim ellerin o kapıyı işaret etti bana. İçeri girdim. Sis
dağıldı. Bulutlar gitti. Ama sen yoktun. Yoktun. Yokluğunda öğrendim hiç
parçası olmak istemediğim sırları ben. Beni dibe çekecek hikayelerin parçası
haline getirildim. Oysa çözmek istediğim tek sır vardı hayatta: Aşk. Olmak istediğim
tek cümleydi:Biz. Şimdi dipte aşka , sana düşmüşken ben’in biz’den sakladığı
sır var aramızda duran. Avucumda duran sır, seni huzursuz edecek, hayatını
karıştıracak korkusuyla saatli bomba gibi gün sayıyor. Ama artık sana olan
aşkımla , suç ortaklarımdan kopup ayrılan duygularımla, sırrın yükü omzuma ağır
geliyor. Benliğim çatlaklarından sızdırıyor bu sırrı. Çatlıyorum. Parçalanıyorum.
Uğruna. Sen beni bırakma diye. Seninle olmasam da nefesin orda olsun diye. Nefesim
olan sevdan bana kalsın diye. Çünkü gidersen düşerim. Dibe giderim. Ben annemin
Sonbaharı, senin gözlerinin İlkbaharı. Solarım. Hep soluk olan renklerimin
hayata tutunuşu gözlerindeki aksini yitirmektense ölürüm. Seninle ölürüm ama
seni bırakmam.
Uyumsuzluklarımın uyumlu halisin
sen. Anlamsızlıkların en anlamlı hali. Her
seçiş bir vazgeçişmiş. Seni seçmedim ben tüm körlüğümle. Belki öfkemden, belki
benim bile varlığını fark etmediğim aşkımın sende karşılığı olmadığını
düşünmemden. Öyle ya annem bile sevmemişti beni. Sen neden sevecektin? Tuttuğum
ele güvenmedim ben. Tuttuğum elin kalbime sızmasına izin vermedim ben. Verdim sandım.
Vermemişim. Kalbimi çoktan avcuna bırakmışım. Sana güvendiğim o an ben ruhumu
sana katmışım. Aramızdaki her cümle bizeymiş. Etrafımızda uçuşan her an
kimsenin olmadığı bir hikayenin noktalama işaretleriymiş. Öğrendim. Ben sana
aşık olmayı öğrendim. Adım adım, yol yol, nefret nefret, güven güven öğrendim. Seni
üzmekten korka korka, senin başkasını sevme ihtimalinden darmadağın ola ola,
sana başkasının dokunma ihtimalinden yana yana, beni sevme ihtimaline bir
papatya kökünde tutuna tutuna. Bazen yok sayan cümlelerine inat, gözlerinde
gördüğüm bana kök salarak. Prangalara rağmen, bana dayatılanlara rağmen,
karakterine ters bana yaptırılanlara rağmen; kırdığın camlara, parçaladığın
duvarlara, en çok da gözlerindeki acıya tutunarak dayanıyorum. Varsınlar yazmasınlar
hikayemizi hakettiğince ben seni çok seviyorum.
Hazan Çamkıran’a dedim ki kimse
sormuyor sana. Yağız bile. Anlatsana ama Yağız’a anlatır gibi. Nasıl sevdin sen
Yağız’ı? Neden sevdin? Hiç ona onu sevdiğini söyleyebildin mi? Sorularıma toptan
böyle yanıt verdi. Hiç kesmedim sözünü. Anlattı anlattı. Belki dedi, Yağız da
sorar bir gün.
Bence Hazan...
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder