16 Mayıs 2018 Çarşamba

Sonbaharın Kızı(Hazan)-YağHaz

“Sen nefes verirdin ben buğusunda ısınırdım...”
Yüreğimin acısı tenimin acısıyla bir oldu. Acıtıcı ve sert. Çok sert bir acı bu. Gözyaşlarımı içine alamıyor. Gözyaşları acıyı dışarı kusar derlerdi oysaki kitaplardaki kadınlar. Bense kendi gözyaşımda boğuluyorum. İçinde yüzdürdüğüm ruhum, gözyaşlarım akarken içime boğuluyor. Sıkıştım. Katılaşıyorum. Elimden bir şey gelmiyor. O beni kristalleştiriyor. İçine alıyor. Bırakıyorum içine alsın diye. İzin veriyorum benden başka bir şey yaratsın diye. Şekil versin beni kendisine katsın. Tüm bunları tek bir nefesle yapsın. Nefes alsın ben onun buğusunda ısınayım. Ben olayım. O nefes,senin nefesin, bana değdiği anda ben yükseldim. Karanlık bir kuyudan çıkardığında beni yükseldim ellerinde. Önce başım sandım o karanlık kuytudaki soluksuzluktan kurtulan. Önce tenim sandım hayata tutunan. Sonra baktın bana “Benimlesin” dedin. Isındım nefesinle bana karışan sende. Okşadın beni, saçlarımı çektin yüzümden. Aslında çıkardın ruhumun üzerindeki karanlıkları. Bana bulaşmış insana dair ilk şeyi, toprağı, silkelerken doğduğumda annemin üzerime bulaştırdığı karamsarlığı aldın üzerimden. Öyle imkansız, öyle uzak, öyle yakın, öyle hafif ve ağır. Sen ömrümde bana ilk göz kırpan ışık, sen ruhumu hafifleten hikaye, sen düşüşlerdeki kalkış, sen kalbime, etime çöken acının merhemi ama yasakların adı, acı, acı, daha çok acı. İmkansızlık bu kadar mı acıydı? Kalsa mıydık o mezarda? Kucak kucağaydık nasılsa. Eski zaman sevdalıları, sorgusuz, sualsiz cezalandırılanlar gibi o mezarda kalsa mıydık?  Uğruna avucumu kanattığım anda anlamadığım için mi bu işkence? Oysa kan değil miydi söz? Eskiden anlaşmalar kanla yazılmaz mıydı? Ben sana fark etmeden orda mı söz vermiştim? Aşk...  Acı yoksa aşk yoktur. Böyle demiştim sana di mi? Şimdi acıdan boğuluyorum. Gidecek yer dönecek köşe bulamıyorum. İnandığım aşk hayalden senin bedenine gerçek olarak inince önceden bulaştırıldığım her batak, dolaştığım her ip beni daha beter boğmaya başladı. Anladım. Boğulmak filan umrumda değilmiş benim aslında. Çocukluğumun mezarı annemin yüreğinden sürgünlüğümden beri boğulmaktaymışım ben. Nefes... Nefesim yokmuş ki benim. Doğarken hapsolduğum sırlardan başlamış benim soluksuzluğum. Seçimler sadece daha dibe itmiş beni. Neyi seçecektim ki? Acıyı bilen  acıyı, hatayı bilen hatayı. Şimdi sen o batağın kıyısında bana elini uzatmışken, parmaklarının ucu bana değerken ben dibe hızla çekiliyorum. Hem de senin için. Olsun. Dibe gidip boğulurum. Nefessizliğe alışığım, nefesimin sen olduğunu biliyorum, sensiz nefes alamıyorum, almıyormuşum. Biliyorum, sen yoksan boğulurum. Olsun. Aşk uzun bir düşüştür. Düşerim. Gidersen düşerim. Bırakırsan düşerim. Oysa ben seninle ölürüm seni bırakmam. Bırakır mısın beni? Gider misin? Oysa ne çok sevmişim seni. Fark etmeden. Nerede başladığını bilmediğim, anladığımda kökleri içimi çoktan sarmalamış olan. Tüm kısıtlanmışlıklarımın sembolü sandığım adam. Senden nefret ettim ben. Bana dayatılan reddettiğim ne varsa giyinip üstüme kabuk gibi , sana geldiğimde sen o kabuktan ibaret sandığında beni, yüzüne açtığım yaradan akan kanmış beni sana mühürleyen. Önlenemez kinimmiş aslında benim sana koşmama neden olan. Nefret aşk kadar güçlü, aşk kadar derin. Ben bir uyumsuzdum. Ben bana dayatılanlara, acılara saklanarak karşı koyarken uyumsuzdum. Biriyle, birileriyle uyumlu olmak istemedim ki. Babam yoktu. Babam gitmişti. Herkes giderdi babam gittiyse. Baba öldüyse herkes ölürdü. Annem yoktu. Sevmedi ki beni. Sevmek varlıktır. Yoktu ki. Yokluk, yoksunluk. Sen sana duyduğum nefretle hayatımın ortasına daldığında , istemediğim bir yakınlığa dönüştün önce. Çünkü nefret ettiğine kayıtsız kalamıyormuş insan. Tıpkı Freud’un dediği gibi nefret, sevgiden yaşlıymış. En az aşk kadar biricikmiş. Şahsiymiş. Öğrendim. Ben kimseden senden ettiğim kadar nefret etmedim. Sana muhtac olduğum kadar kimseye muhtaç olmadım. Muhtaç oldukça, sen benim katıksız nefretime sadece el uzattıkça, öfke büyüttüm sana içimde. O eli tutmak zorunda kaldıkça, bırakıldıkça öfkem bastırdı nefretimi. Bulutlandı duygularım. Göz gözü görmedi. O siste yönümü kaybettim. Ama sana güvendim. Hatta o bulutlanan duygularda tek gerçek vardı. Fark ettiğim sana dair tek duygu. Güvendim sana. Dönüşen nefretimin ilk emaresiydi güvenim. Oysa ben güvenmezdim kimseye. Siste uzanan elini tuttum yürüdüm. Bir baktım bir kapının önündeyim. Sana baktım. Göremedim gözlerini. Ellerin güvendiğim ellerin o kapıyı işaret etti bana. İçeri girdim. Sis dağıldı. Bulutlar gitti. Ama sen yoktun. Yoktun. Yokluğunda öğrendim hiç parçası olmak istemediğim sırları ben. Beni dibe çekecek hikayelerin parçası haline getirildim. Oysa çözmek istediğim tek sır vardı hayatta: Aşk. Olmak istediğim tek cümleydi:Biz. Şimdi dipte aşka , sana düşmüşken ben’in biz’den sakladığı sır var aramızda duran. Avucumda duran sır, seni huzursuz edecek, hayatını karıştıracak korkusuyla saatli bomba gibi gün sayıyor. Ama artık sana olan aşkımla , suç ortaklarımdan kopup ayrılan duygularımla, sırrın yükü omzuma ağır geliyor. Benliğim çatlaklarından sızdırıyor bu sırrı. Çatlıyorum. Parçalanıyorum. Uğruna. Sen beni bırakma diye. Seninle olmasam da nefesin orda olsun diye. Nefesim olan sevdan bana kalsın diye. Çünkü gidersen düşerim. Dibe giderim. Ben annemin Sonbaharı, senin gözlerinin İlkbaharı. Solarım. Hep soluk olan renklerimin hayata tutunuşu gözlerindeki aksini yitirmektense ölürüm. Seninle ölürüm ama seni bırakmam.
Uyumsuzluklarımın uyumlu halisin sen.  Anlamsızlıkların en anlamlı hali. Her seçiş bir vazgeçişmiş. Seni seçmedim ben tüm körlüğümle. Belki öfkemden, belki benim bile varlığını fark etmediğim aşkımın sende karşılığı olmadığını düşünmemden. Öyle ya annem bile sevmemişti beni. Sen neden sevecektin? Tuttuğum ele güvenmedim ben. Tuttuğum elin kalbime sızmasına izin vermedim ben. Verdim sandım. Vermemişim. Kalbimi çoktan avcuna bırakmışım. Sana güvendiğim o an ben ruhumu sana katmışım. Aramızdaki her cümle bizeymiş. Etrafımızda uçuşan her an kimsenin olmadığı bir hikayenin noktalama işaretleriymiş. Öğrendim. Ben sana aşık olmayı öğrendim. Adım adım, yol yol, nefret nefret, güven güven öğrendim. Seni üzmekten korka korka, senin başkasını sevme ihtimalinden darmadağın ola ola, sana başkasının dokunma ihtimalinden yana yana, beni sevme ihtimaline bir papatya kökünde tutuna tutuna. Bazen yok sayan cümlelerine inat, gözlerinde gördüğüm bana kök salarak. Prangalara rağmen, bana dayatılanlara rağmen, karakterine ters bana yaptırılanlara rağmen; kırdığın camlara, parçaladığın duvarlara, en çok da gözlerindeki acıya tutunarak dayanıyorum. Varsınlar yazmasınlar hikayemizi hakettiğince ben seni çok seviyorum.

Hazan Çamkıran’a dedim ki kimse sormuyor sana. Yağız bile. Anlatsana ama Yağız’a anlatır gibi. Nasıl sevdin sen Yağız’ı? Neden sevdin? Hiç ona onu sevdiğini söyleyebildin mi? Sorularıma toptan böyle yanıt verdi. Hiç kesmedim sözünü. Anlattı anlattı. Belki dedi, Yağız da sorar bir gün.
Bence Hazan...

                                                                                                             UmayMasal 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder