Merhaba sevgili okur. Karmaşık zamanlardayız. Yol alıyoruz. Hep beraber aldığımız yollar var. Kendi kendimize aldığımız yollar var. Ama sonuçta yol alıyoruz. Zor hikayelerden geçiyoruz. İyi olmaya çalışıyor aslında hepimiz bir yerinden iyileşmek istiyoruz. Biraz zaman, biraz sabır, çokça sevgi belki ihtiyacımız. Hoş zaman kavramının anlamsal olarak nerede konumlanacağını çözmekten aciz haldeyiz. Sabır desen bu coğrafyanın, iklimin daha ana rahmine düşmeden hücremize işlediği bir kavram. O zaman çözecek tek şey var çokça sevgi. Sevebilme hali. Neyse sebeb-i girizgâh yine yeniden EfYam. Bölümden memnun değilim çünkü toplamda beş dakika bile sürmeyen sıkıştırılmış bir koşmacaya kurban edildik yine. Yazmamayı da düşündüm ama sonra sizlere, bekleyenlere saygıdan kısa bile olsa bir yazı yazmam gerektiğini düşündüm. Yazı nereye gidecek bilmiyorum. Sizin gibi ben de sonunda göreceğim. Hadi takıl peşime kovalayalım hikâyeyi.
Yamaç ve Masal ikilisi ile
başladık bölüme. Baba kız arasındaki sevgi üç yıllık boşluğa rağmen derin bir bağlanmaya
dönüşüyor. Masal onca yaşadığına rağmen sevgi dolu bir kız. Sanıyorum bizim
boşluklarını doldurmamız gereken hikâyede Efsun Masal’ı bedenen koruduğu gibi
ruhen de korumayı başardı. Onu sadece belli zaman aralıklarında görmesine
rağmen sevginin değerli bir şey olduğunu, kızının en değerlisi olduğunu
hissettirmeyi başardı. Temelde Efsun sevmeyi bilen bir kadın zaten. Biz onun sevdikleri
için feda edebileceklerini göre göre geldik buralara. Hayatta tutmak için şifasını da hayatını da
verir Efsun. Masal da babasının yanaklarını, kolay uyum sağlama becerisini
aldığı kadar annesinin büyüsünü, şifacılığını almış. Sevgi… Efsun ve Yamaç
arasındaki sevginin Efsun yoluyla Masal’a aktığı öyle belli ki. Neyse bölüme
dönelim. Baba kız bu bölüm baya vakit
geçirdi birlikte. Olması gereken buydu ama işte Çukur evreni garip olduğu için
en azından bu konudaki serzeniş duyulmuş diyorum. Masal ve Yamaç birlikte
uyandı, birlikte ev topladı. Hatta Yamaç yeni ev fikrini ilk kızıyla paylaştı. Halen
Efsun, Yamaç ve Masal’ı aynı sofrada görememiş olmak da bizim çilemiz galiba. Aaa
sahi Efsun ve Yamaç’ı da hiç öyle görmedik biz. Yemek bile yemediler birlikte. Bile
derken yani baya bile. Gerçi Efsun’un vejetaryen olduğunu biliyordu Yamaç. Belki
biz görmeden yemek filan yemişlerdir. Malum daha önemli mevzulara odaklıydık
biz. Çukur sokaklarında adını bilmediğimiz bazı karakterlerin yürüyüşünü
izlemek, üstünü başını yırtan bazı insanları görmek, neye hizmet ettiği belli
olmayan olaylar yumağını deli saçması gibi toplamaya çalışmak gibi önemli
işlerimiz vardı unutmuşum. Hala var. Ondan zaten toplamda beş dakika sürmüyor
sahnelerimiz. Neyseee…! Yeni evlerini tutunca Yamaç kızıyla Efsun’u almaya
gitti. Efsun’un geçen hafta Masal için, minik ailesi için hatırlamayı göze
almıştı. Bu hafta Efsun’un kararının arkasında durduğunu gördük. Nihayet Efsun,
Yamaç ve Masal bir araya geldi. Efsun kızına kavuştu, âşık olduğu adama da. Yamaç
da nihayet gör beni diye yalvardığı kadının onu görmeye başladığını gördü. Sahne öyle sıcak ki. Ancak sahnede herkesin
dikkatini çeken şey Yamaç ve Masal arasındaki Efsun savaşı. İkili sanırım Efsun’u
paylaşma konusunda baya sorun yaşayacak. Hoş ikisi de haklı. Üç yıl, ikisinden
de Efsun’u çalan üç yıl. Kocaman boşa harcanmış üç yıl. Burada parantez. Ben Yamaç’a
en çok bunun için kırılıyorum. Ona olanlar için annesini affedebilir, bana göre
hatadır ama onun tercihidir. Ama kızı için ve Efsun için annesini affedemez. Affetmemeli.
Kızını ve Efsun’u nereden aldığını, Efsun’un başına gelenleri ve halen yaşamakta
olduklarını görebiliyorken hatta bundan dolayı acı çekiyorken tutup annesini
affetmesi “Sevdiğim kadını karnında bebeği ile sokağa attın Sultan Hanım” diyen
bir adamın “Senin de anan” diyerek Sultan Hanım’ı Efsun’un burnun dibine
sokması tek kelime ile kepazelik sayın senarist bey. Hayır mantık silsilesini
kaybettiğiniz her halinizden belli uzun zamandır da bari bazı noktalarda karakteri
bu kadar basitleştirmeyin. Fantastik bile kaldırmıyor tür olarak. Bir de pavyon
krizi var ama o konuya sadece dokunup geçeceğim zira sinirimi bozmaya niyetim
yok. Senaristin ciddi bir pavyon travması olduğuna bir süredir iknayım zaten. Orda
sorun yok. Ama sen neden Yamaç’ı itina ile pavyona sokuyorsun? Bizi neden oraya
sürüklüyorsun? Derdin nedir? Bu konuda
kırmızı odalıksın anladık ama gidip bir uzmanla filan görüşsen daha iyi olmaz
mı? Zaten salgını, gündemi anksiyete olmuş herkes sen daha neyi zorlama
derdindesin? Kapat parantezi.
Efsun’u alan Yamaç ve Masal yeni “Yamaç
Koçovalı Hanesi”ne geldi. Eve onca insanı doldururken Efsun’a sormaması, herkesi
eve toplama sevdası filan derken pek çoğumuzun “Koçovalı Hanesi” yeni sürüm
diye düşündüğü ev bana göre yeni dönemin başlangıcı. Eleştirilere katılsam da yazarımızın
karmaşık düşünme becerisi olmadığı bilinen bir gerçek. Yani bir bölüm Çukur’un
içinde olanları yazabiliyorsa EfYam’ı yazmayı beceremiyor, diğer bölüm EfYam’a
odaklansa Çukur zırvalar evreni olup çıkıyor malum. Sadete geleyim. Ben o evin hanımının
Efsun olacağını düşünüyorum. Okurken gülümseyip
çok beklersin diyenleriniz var eminim ama mantık bunu gerektiriyor. İdris’in mirası
şu bu derken aslında neden buraya kadar sarktı anlamamakla beraber Yamaç kendi
Çukur’unu kuruyor. Çatışması zayıf, ilgi çekicilikten uzak bir anlatım şekli
var ama metin bu. Bu durumda da yanındaki kadın Efsun. Ben Efsun’u İdris’in hiçbir
kadınıyla ilintilemedim. İlintilemem. Hoş senaristimiz İdris’in iki
vazgeçilmezi Meliha ve Sultan’ın süreçlerinden “meliha”yı manasızca yaşattı
Efsun’a. Muhtemel yaşayacağı süreç “Sultan” gibi duruyor. Yine de Efsun Yamaç
için de seyirci için de bu iki kadına uzak. Çünkü her şeyden önce Efsun Yamaç’ın
aşkı, en büyük aşkı, sevgilisi, ruhunun eşi. Sonrasında da kızının annesi. Kısaca
Efsun “kendimi unuttum, bildiğim her şeyi” demiş olsa da hatırlamaya karar
verdiği an acıları ile yükleneceği bir başka şey de kendisi olacaktır. Devam (Efsuncum
Kentcim sesiyle). Balkon sahnesinde onca acıya, ayrılığa rağmen ayakta durmaya
çalışan iki sevgili gördük. Parantez yine. Damla ile Cumali’nin mafya değilim
artık travmasını dakikalarca konuşan Yamaç Sayın senaristimiz sayesinde asıl
travmayı yaşayan, henüz uyuşturucudan kurtulma çabasındaki Efsun’la ancak ne
kadar konuşabildi? Ben söyleyeyim iki dakika beş saniye. Efsun’un
yaşadıklarının ağırlığı haftalarca bizim ruhumuzda bile asılı prangalar gibi
sallanırken, isyandan isyana sürüklerken bizi uğruna onca acıyı yaşadığı adamla
sadece bu kadar konuşabildi. Peki neden kesildi konuşma? Senaristin Çukur
sevdası yüzünden. Anlamlı mı? Yooo onun anlam gibi bir derdi yok zaten. Kapa kapa.
Devam. Balkon sahnesinde yaşadıklarının ağırlığını kaldırmakta ne kadar
zorlandığını anlattı Efsun. Ama bir taraftan da kapatmak istediği hesaplardan
ve bunun için ihtiyacı olan gücü bulmak istediğinden de bahsetti. Ki bana göre
bölümün en ikonik sahnesi olan Efsun ve Sultan paralelinde gördük ki Efsun’da o
güç var. Sultan’ı kendi yaşadıkları paralelinde evinin kapısına atan Efsun “Yamaç’ın
annesi olduğuna dua et.” derken Yamaç’ın çocuğuna hamile olmasına rağmen karda
kışta savunmasızca kapıya atıldığında Sultan’ın ne kadar acımasız olduğuna da
vurgu yaptı. Sahne paralel olabilir ama kapıda ne Sultan Hanım’ı kaçırmak için
bekleyen biri var ne de Sultan Hanım Efsun’un evine sığınmış biri. Sultan Hanım
görmek için kapısına dayandığı torunu hiçe sayan, oğluna o senin ailen değil diyerek
Yamaç’ı, sevgisini, seçimlerini hiçe sayan biri. Bir diğer taraftan Queen of
Çukur mottosunun sahibi Efsun Kent, senarist prenses diyor ama yemeyiz, itina
ile saçmalamak pahasına devrik bir kraliçeye dönüştürüldüyse de bundan sonrası
dibi görüp dipten sekmek olacak sanıyorum. Diğer taraftan Çukur’un Sultan’ı
devrik bir ana olacak gibi.
Şimdi okuduğumuz metinde en
sevdiğim yere gelelim. Yamaç ve Efsun arasındaki aşka. Kısacık sahnelerinde
bile gözlerinden uyku gibi akan sevdaya. İzin verilmese de birbirlerinin
gözlerini buldukları an zamandan kopan, Yamaç’ın söylediği o çokça sevginin elle
tutulabilir hale geldiği saniyelik anlar var ki hala hikâyede kalmamızı
sağlıyor. Burada Tilya Damla ve Aras Bulut’un payı çok büyük. Yazılmayan,
inatla kaçılan hikâyeye tek bakışla, dokunuşla, gülümseyişle öyle kendine
özgülük katıyorlar ki Efsun ve Yamaç kurgu olmaktan çıkıp yaşamaya başlıyor. Mila’nın
da ekibe katılmasıyla, evrendeki çekim gücü galiba devreye girdi kendileri gibi
bir kızları var artık, o kendine özgülük EfYam ailesine de yansıdı. EfYam bütün
hikâyeyi nasıl beş dakikalık sahneyle domine ediyorsa aynı şeyi Masal da
yapıyor. Olduğu her sahnede o öne çıkıyor ve sahneyi domine ediyor. Bu benim
için gülümseme nedeni. Çünkü haklı olduğumu görüyorum. Yamaç’a dair olan şey
artık Çukur değil. Yamaç’a dair olan şey Koçovalı ailesi de değil. Yamaç’a dair
olan Efsun ve Masal. Ne kadar yok saymak için patinaj çekilirse çekilsin bu
böyle. Diğer taraftan aşkın gözlerden kalbe
oradan tüm ruhu ele geçirmesine odaklı Efsun ve Yamaç çokça aşkta kalsa artık. Aşka
bulansalar, aşkla sarmalansalar, aşkta dursalar. Onlar için de bir süre zaman
akmasa. İkisi kalsa bir süre. Aşkla, aşk için sadece…
Dilerim Tilya Damla ve Aras Bulut’u
en kısa zamanda yeniden partner görürüz. Çok güzel bir aşk hikayesinin
kahramanları olacaklardı ama olmadı. Oldurulmadı. Artık sebepleri de umrumda
değil. Ben bu ikiliyi ister tv olsun ister dijital ki tercihim bu olur ama olsunlar
da nerede olursa olsunlar da diyorum yeniden görmek istiyorum. Tüm karizmaları,
birbirlerini tamamlama becerileri, o aşka dair geliştirebildikleri incelikli
dilleri ile ben bu çifti aşk hikayesinde görmek istiyorum. Gerçekten yazılabilen
bir hikâyede. Gönderdim evrene birileri tutsun.
Hamiş: Adam kadını görmüş önce. Kadın
bakmamış ama ona. Adam kadının gözlerine bakmış. Orada yemyeşil ormanlar
varmış. Ama kadın bakmamış ona. Adam kadının saçlarına bakmış. Orada rüzgarlar
varmış, delice esen. Ama kadın bakmamış ona. Adam kadının ellerine bakmış
orda hayat varmış, dokunduğu her yerden fışkıran. Kadın bakmamış ama ona. Adam kadının
yüzüne bakmış. Orada dünya varmış. Kadın bakmamış ama ona. Adam uzanmış elini
yakalamış kadının. O eli tam kalbine koymuş. Kadın o an bakmış adama orman gibi
derin, yemyeşil gözleriyle. Adam “Gör beni.” demiş. Kadın gülümsemiş. Adam o
gülümsemeden uçuşan kelebeklere bakmış. Kadın “Bakmasam da görüyorum seni.” demiş.
Sonra adamın kalbinin üstünde duran eliyle adama hayatı vermiş. Gözleriyle ormanları,
sesiyle kuşları, yüzüyle dünyayı, saçlarıyla rüzgârı vermiş ona. Adam kadınla
yaşamış. Aslında adam sadece onunlayken yaşamış. Çünkü sadece onunla
tamamlanmış.
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder