Eksiliyoruz adım adım. Bir yanımız siyahlarda diğer tarafımız grilere hapis yaşıyoruz. Yaşamak ağır bir yük demiş ya şair o yük başa çıkma yöntemlerine rağmen acıtıyor omuzlarımızı. Neyse işte o başa çıkma yöntemlerinden birinde EfYam’dayız. Efsun ile Yamaç’ın aşkı bu karmaşık zamanlarda minik bir nefeslenme hikayesi bizler için ya da öyleydi. Çünkü bu hikâye çoğu noktada eksikleri, yanlışları ile canımızı yaktı. Anlatılan hikâyenin can yakması beklendik olabilir belki ama işte mantık silsilesi önemli bir ayrıntı oluyor hikâyede. Canım neden yanıyor, o acı neye hizmet ediyor bilirsem belki katlanma olasılığım yükselirdi diye düşünüyorsun. Neyse… Neyselerle geçiyordu ömrümüz hazan mevsimleri gibi ama yine de tutunmak lazımdı baharlara inanca diyerek geçiyoruz bölüme dair bize göre bizce çözümlemeye. Haydi gel sevgili okur beraber yürüyelim o yolu kim bilir belki kendi zihninden, kalbinden geçenlere rastlarsın. Geçtiğimiz hafta Yamaç’ı kucağında çeyizleri Efsun’un kapısında annesini eve alması için Efsun’a melül melül bakarken bırakmıştık. Bu hafta EfYam oradan olmasa da bir tık ileriden başladı. Tam anlamıyla Efsun’un “Bu kadın buradan gidecek” isyanıyla sahneyi açtık. Aslında içeri nasıl kabul edildiklerini de merak ettiğim çeyizci tayfanın başı Sultan Hanım derin bir sakinlikle karşıladı Efsun’un isyanını. Burada parantez Gökhan Horzum bu tip sahnelerde neden arayı boş geçiyor soruma artık cevap aramıyorum çünkü bir cevabım var: Adamda bağlama mantığı yok. Topu seyirciye atıyor. Neyse bu sahnenin ana fikirlerinden biri Sultan’ı evden atmasını Yamaç’tan saklamayan Efsun’un Sultan’a karşı hissettikleri konusunda da son derece dürüst olduğuydu. Yamaç’tan yine saklamadı, sessiz kalmadı. Hatta Sultan’a en çok Masal konusunda içerlediğini de gösterdi. Diğer taraftan iki hafta önce annesini de eve getirmekten bahseden Yamaç bu hafta, tam da olması gerektiği gibi, Efsun’a Sultan’ı affetmek zorunda olmadığını söyledi. Efsun-Sultan hesaplaşmasından Cumali-Sultan hesaplaşmasına dönen diyaloglar Medet’in Feyyaz’ı dövmesi ile mola verse de masa metaforunun önemli olduğu hikâyede ikinci raunt Yamaç’ın ve Efsun’un oturmadığı masada devam etti. Edip Cansever’in bir şiiri vardır: Masa da masaymış ha, der. Salih de geldikten sonra Yamaç o masanın üstüne pek çok şey koydu. Medet’in seri katilliğini, Cumali’nin vukuatlarını ki başta bizzat kendisini vurmasını sanıyorum kastetti, annesinin söylemeye dilinin varmadığı vukuatlarını tek tek hatırlattı. Salih de keza aynı şekilde. Yalnız bu kadar nasıl desem leş bir ailenin yüzleşmesini bu kadar sulandırarak vermek sanıyorum sadece Gökhan Horzum ve ekibine dair bir özellik olmalı. Sen bana sıktın, o ötekine sıktı, anam da zaten çocuğum karnındayken sevgilimi kapıya attı, ben üç sene işkence gördüm ruhunuz duymadı, sevdiğim kadın ve çocuğumun başına gelmedik kalmadı ama olsunnnn ben ailemi geri isterim. Cidden hangi kafada yazılıyor bunlar anlamış değilim. Tamam her fırsatta Yamaç’ı satan, varotik mahalle için Yamaç’ın hayatının içinden geçeceksiniz de bari yaşanmışlıklarını sulandırmayın. Hala izleyiciye üç eşli İdris’in güzellemesini yaparken üstelik. Ki asıl komik olan kısım bence orası. Zavallı oğullar onları okutmayan, Yamaç’ın kişisel çabası İdris’e mal edilemez bence, torunlarını karadul ruhlu Sultan’ın insafına bırakan, Çukur halkını silah kaçakçılığı ve pavyon korumalığı ikileminde tutan zavallı düzenin mimarı İdris ama güzellenen, insan biriktiren baba. Traji-komik. Ben zaten bu senaryoya gülüyorum da çoğu zaman, bu ara gülmek için hal kalmadığından es geçiyorum. Neyse devam. Masada Yamaç Bey’in “Kol kırılır yen içinde kalır. Birbirinizi affedeceksiniz.” restini gören Efsun “Bazı şeylerin affı olmaz.” diyip noktayı koydu. Yamaç ise Efsun’un peşinden merdivenleri koşar adım çıkarak kadını merdiven başında yakaladı. Devamı “Ya annen ya ben.” şeklinde gelse de Yamaç’ın öncelikli tercihinin aşağıda kıyamet koparken durduğu yer, Efsun ve kızının yanı, olduğu net. Her ne kadar babasının mirasını, emanetini her neyse devam ettirme takıntısı sürse de orda bir yerde bir alan var. O alan sadece Efsun’a ait. “Sana ailenle mutluluklar.” cümlesini duyduğunda yüzünün aldığı şekil de bunun göstergesi. Git Yamaç’tan , ben gidiyorum tavrına evrilen Efsun’u Kulkan’la durdursa da Yamaç, eminim Kulkan kozu olmasa da zaten Efsun’u bırakmayacaktı. Burada parantez; Yamaç’ın aşkta ciddi bir dönüşüm geçirdiğini düşünüyorum. Güvenli evden beri Yamaç’ın Efsun’a duygularını gösterme şeklindeki anlayış, her ne kadar aldığı kararlarda halen sıkıntılar olsa da başka bir yerde. Efsun’u kaybetme korkusuna yönelik ayrıntıların her bölümde mutlaka verilmesi de zaman zaman beni sona ilişkin endişelere sürüklese de Yamaç’ın katlana katlana büyüyen bir aşkta olduğu gerçeğinin de altını çiziyor. Parantezi kapatıp devam. Bir sonraki EfYam sahnesinde Kulkan Erdenet’i kovalama macerasına kapıldık. Akın’ın yardımıyla pavyonda bulunan Kulkan ki bu pavyon olayı gittikçe travmatik bir hal aldı da neyse Efsun ve Yamaç tarafında uzun süre İstanbul sokaklarında kovalandıktan sonra maskeli tarafından çatıdan atılmak suretiyle Efsun’un önüne düştü. Efsun da Kulkan’ın önce gözlerine baktı sonra kafasına sıktı. Ki bence acılar içinde kıvrana kıvrana ölen Kulkan’a yine iyilik yaptı. Burada iki şey üzerinde durmak lazım. Birincisi Maskeli nedir? Bu arkadaşın varlığının sebebi nedir? Ben size söyleyeyim. Bizim senarist dağıttığı hikâyeyi toplamaktan o kadar aciz ki artık işine yaramayan veya kurguya bir yerinden yerleştiremediği karakterleri ortadan kaldırmak için böyle Çukur evreninde dahi saçma sapan duran bir Ninja bozması ile aktivasyon almaya çalışıyor. Fethi Naci şey der: “Yazarlığın en aciz noktasıdır kurguda bir sonuca ulaşamayınca ölümlerden medet ummak.” Gökhan Horzum tam bu noktada duruyor. Öyle zavallı bir noktada ki Yamaç’ı bir yerlere dokundurmadan hikâyeye patinaj yaptırmak için bütün ölümleri bu abuk sabuk maskeliye yüklüyor. Celasun ve Karaca yok ama canım Koçovalılar “Hayırdır.” bile demiyor. Hoş bunlar üç yıl kaybolan Yamaç’a da hayırdır dememişlerdi. Zekâ küpü Koçovalılar. Komik çok komik. Değinmek istediğim diğer nokta ise; Efsun’un iyileşmesi neden bu kadar uzatıldı madem senelerce Yamaç’a ve Efsun’a işkence edilme sebebi Kulkan’ı bu ne olduğu belli olmayan adam öldürecekti? Ben Salih’in amca gerçeğini öğrenme süresi uzasın diye uzadı sanmıştım da yine öğrenmedi. Yani bu uzatmalar neye hizmet etti şimdi? Kaç bölümdür patinaj yapan hikâye sünmeye devam etsin diyeymiş galiba. Sonra bir açık nokta daha var. Geçen hafta tüm travmasını çözmek Kulkan’ın ölümüne bağlıymış gibi konuşan Efsun’a Kulkan’ın resmini cebinde taşımasının gerekçesini “Ona yapacaklarımı unutmamak için.” diyen Yamaç’ın da bu konuda travması olduğu belli edilmişti. Kulkan öldü. Neden bu iki insan eve döndüğünde konuşmadı? Neden işkenceden işkenceye savurduğunuz, ayrılıktan ruhlarını parçaladığınız bu iki aşık bir kelime bile konuşamıyor bu konuda? Zindanda konuştular bitti mi? Şaka. Ne konuştular orda? Birbirlerini sağaltmak için hiçbir şey yapamadılar. Oysa bölümlerce portakal satmak zorunda kalan ve katilliği özleyen Cumali’nin kariyerine dönme travmasını konuştuk biz. Yamaç’la konuştuk, Damla ile konuştuk yetmedi bu hafta anasıyla konuştuk. Ancak Masal’ı üç yıl göremeyen, birbirinden ayrı kalan, işkence gören Efsun ve Yamaç’ı konuşurken göremedik. Aynı masada kahvaltı ederken bile göremedik. En komiği ne? Aslında hikâyede gerçekten ilgi çeken tek aks Efsun ve Yamaç. Geri kalan tüm çatışmalar öyle karton, öyle lüzumsuz, öyle bitmiş ki. Artı tüm ekip bunun farkında olmalı ki bu hafta dizinin en az kırk dakikası saçma sapan eski sahnelerle geçti. Acizlik. Acizlik ötesi seyirciye saygısızlık ama ne gam. Para konuşur. Neyseeee. Son EfYam sahnemiz ayrı ayrı aynı evde Yamaç’ın Masalcımın tabiri ile Bibaldi eşliğinde uyanması ve Efsun’un tamamen ona döndüğünü anlaması, Efsun’un ise neşeyle kızıyla dans edip sonra kendisini bulmasının nişanesi Efsun Kent tarzına dönüşünün müjdecisi alışverişe çıkışı. Burada Yamaç kızı ve sevdiği kadını neden dans ederken görmedi, neden Efsun’un hazırladığı o kahvaltı sofrasında ailecek salatalık yemediler diye sormuyorum çünküüü kimin neye hizmet ettiği belli olmayan hikâyede Çukur sokaklarındaki kedileri kovalamak çok önemli. Kısaca bölümün ilk bir saati dışında izlediğimiz her şey bana göre kurgu anlamında zırva. Hatta zırva ötesi.
Bu bölüm sevdiğim şeyler Yamaç’ın
Efsun’a hissettiği aşkın büyüklüğü nedeniyle kendi intikamını Efsun’un avucuna
bırakması, her ne kadar tatmin edici bir son olmasa da, Efsun Kent’in dönüşü, Sultan’ın
Queen Kent tarafından tahtından paldır küldür indirilişi ve kimsenin buna ses
edemeyişi, üstelik Sultan’a boyun eğen onca insanın gözü önünde saklanmadan,
sakınmadan bunu yapması, kesinlikle Efsun ve Yamaç’ın Çukur raconunda çatapata
beraber gitmesi ve Efsun’un kızında kendine dair izler bırakması. Bunlar güzeldi.
Keşke daha çok Efsun, Yamaç, Masal görsek. Bir parantez daha, o kadar amatör iş
yapıyorlar ki kuvvetle muhtemel unuttular, Yamaç’ın gitarı neden EfYam odasına
asılmadı? Bir de dizi bitmeden Yamaç’ın o gitarla Efsun’a şarkı söylediğini
filan görsek fena olmaz sanki.
Son demde; Tilya Damla Sönmez ve
Aras Bulut İynemli’nin çok cool bir çift olduğunu ve her tip sahneye uyum
sağladıklarını yine yeniden gördük. Aralarında öyle bir enerji var ki
yazılmayan ne varsa tamamlıyor, kurgu olduğunu belli eden her hatayı aralarında eritiyor geriye
sadece kendine ait bir gerçeklikte Efsun ve Yamaç kalıyor. Son dönemde izlediğim
en müthiş çift Tilya Damla ve Aras Bulut. Sofistike bir o kadar cool aynı
zamanda tutkulu ve nahif olmayı başarıyorlar. Kendi aralarında onlara dair bir
dil var ve bu ikisinin anlattıkları hikâyeyi tüm Çukur evreninin üzerine
çıkarıyor. Alan yaratıp istila ediyorlar. Eminim
yapımcılar da bunun farkındadır ama ben yine de dileğimi bırakıyorum. Bu çift
mutlaka ama mutlaka sadece ikisinin üzerine kurulu bir işte olmalı ve bize aşkı
anlatmalı. Efsanevi bir uyumları var. Efsanevi bir aşk hikayesi anlatacaklar
eminim ki kısıtlı sürelerde, tüm karşı çabaya rağmen EfYam’ı yarattılar. Efsun ve Yamaç aşkını başka bir yere koydular.
Hamiş; zaman ve rüzgâr
karşılaşmış. Zaman rüzgâra ne tarafa gittiğini sormuş. Rüzgâr bilmediğini
söylemiş esmekmiş onun derdi. Bu kez rüzgâr sormuş zamana ne tarafa aktığını. Zaman
bir varmış bir yokmuşa gittiğini söylemiş. Rüzgâr anlamamış. Zaman gülümsemiş. Onu
anlamak için durmuş ona bakan rüzgârın savurduğu ağaçlara, bulutlara bakmış ve
demiş ki:
“Bir kadının dudaklarına hapsolmaya,
bir varmış bir yokmuş diyebilen; evvel zaman içinde sonraki zamanın dışındaki
yemyeşil gözleri olan bir kadının toprağında bulutlanıp yağmaya niyetli kibirli
bir savaşçının vazgeçişinde durmaya, ikisinin aşkının tam ortasında akışımı durdurmaya,
onların birbirini anlamaya adanmış hikayesinde sonsuzluğuma onları kâtıp
ululamaya.” Rüzgâr zamanda görmüş o aşkı sonra rüzgâr zamana, zaman rüzgâra
karışmış. Rüzgâra kapılmış her şey de o hikayedeki aşka…
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder