“Kadın
yakaladı genç adamı
elinden.
Genç adam
Yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine.
Işıklı bi deniz dibi gibi
başlarında,sağda solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor.
Sallanıyor ayakları, sallanıyor ayakları.
Dudakları...
Sevmek mükenmmel iş delikanlım.
Sev bakalım.
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seevvv
sevebildiğin kadar.-N.H.R”
Nefret intikamcıdır. Artı nefret ne
kadar hareketsizse intikam o kadar hareketlidir. Ancak nefret öyle bir duygudur
ki hayata hevesle sarılmış kişiyi ele geçirmesi zordur. Öte yandan , yaşamına
anlam verecek üretkenliği olmayan, nefreti yatıştırmanın yolunu bulamaz,
varlığının tamamını intikam amacıyla tehlikeye sokmaya yatkındır. Bu nedenledir
ki ağır ruh hastalarında, kendisine kötülük yapanın cezalandırılması kolayca
yaşamın amacı haline gelebilir. Çünkü intikam alınmadığı müddetçe sadece
kendisine saygısı değil, benlik ve kimlik duygusu da çökme tehlikesi
altındadır. Bunları neden anlatıyorum. Sinan’ın insanlığa sığmayan intikam
sürecini tanımlamak için mi? Hayır. Yazan ekibinin bana göre seyirciye
nefretinin tabanını çözmek için. Sinan karakteri kötü olma adına o kadar boş,
argümansız, gereksiz ki yukarıdaki intikam unsurunun altını dolduracak ne
kimliğe ne de kişiliğe sahip. Bu da tamamen yazanların yarattığı bir boşluk. Yağız
ve Hazan arasındaki yaşanmamış duygunun her hafta lanetlenmesine ek o kadar
sakil duruyor ki bu intikam telaşı Türk dizi tarihinin en kolpa kötüsü olarak
yazılacak, tabi yazılacak bir yer bulursa şu an dışında. Zira Kara Sevda’nın
Emir’i , bu konuda sanırım en güçlü yazılmış kötülerdendir. Argümanları
hastalıklı da olsa inandırıcı, empatiye acık. Oyunculuk anlamında canlandırılma
biçimine ise laf eden, taş olur. Kaan Bey açısından tam bir başyapıt. Fazilet
Hanım evrenindeki Sinan ise o oranda altı boş. Yarattığı çatışma da bu
doğrultuda inandırıcılıktan uzak. Üzgünüm. Farklı olabilir miydi? Olabilirdi. Tercih
edilmedi. Hatta bazen bu karakterin sırf seyirciye ayar vermek için yazıldığı
kanaatine bile kapılıyorum. Çünkü neden kapılmayayım? Sinan’ın ağzından çıkan
her replik buna hizmet etmedi mi finale bir kala bölümünde? Yağız’la
konuşmasında her kullandığı kelime sosyal medyayı güya umursamayan
yazanlarımızın sosyal medya alıntılarıyla bezeliydi. Komik mi evet çünkü karton
karakterde karton repliklerdi. Trajik mi evet zavallığın ve artık tükenmenin
inatlaşmanın nişanesiydi. Unutulacak mı? Ben kendi adıma hikayeye ihanet edeni
unutmam dedim. Bundan sonra da unutmayacağım. Umarım farkında olan kimse de
unutmaz.
Şimdi gelelim YağHaz’a...
Yağız kardeşinin kendisine oynadığı oyunu anladığında ilk aklına gelen Ağva
oldu. Hazan’ın orada uğradığı tacizi, taciz diyorum daha başka bir sözcük yok
tanımlayan, anımsadı. Hoş keşke minik bir flash back görsedik orda. Mesela kapıdan
çıktıklarında Hazan’ı yüz ifadesi gibi. Mesela öfkesi kabarsaydı Yağız’ın bunu
düşündükçe arabada. Olmadı mı? Bu da mı olmadı? Yağız Sinan’la olanca
sukunetiyle yüzleşmeye çalışırken Sinan’ın sosyla medya argümanlarının arasına
sıkıştırılmış aşk itirafına bakalım. Ben “Biz”den kaçtım dedi Yağız. Ağva’da
sizi o eve kilitlerken ve sizi barıştırırken “Biz”den kaçtım, dedi. Demek ki
Yağız’cım sen sizin “Siz”olduğunuzu Hazan daha bunu bilmezken biliyordun. Aynı Hazan’ın
sana bakan şaşkın hali gibi baktım bu itirafa. Yetmedi, senin içindi, dedi Yağız.
Her şey kardeşi içindi. Vazgeçişleri, gitmeye kalkması. O zaman Hazan’dan emin
olmama durumu çok da “şey” ettiğin bir kavram değil miydi yoksa? Sonra ne
dedin, “O yüzüğü onun duygularına, gururuna rağmen ben taktım.” İşte bu en
sağlam itiraf ve farkındalık. Ah yavrum niye o zaman bunca farkındalığa kıza
geçen hafta o yüzük için vurdun. Yanımda olmadın, olmayacaksın dedin. Konuşalım
dediğinde yine yeniden git dedin. Bu yüzük yalan çıkacak dediğinde kardeşimin
gerçeği dedin. Sen taktın madem o yüzüğü o kızcağızın parmağına neden
duygularını söylemesine bile fırsat vermedin? Unuttum Fazilet Evreninde bir
bölüm bir asır. Devamlılık mı? O ne? Sonrasında Hazan’ın oyunun parçası
olduğunu öğrenip sebeplerini anlayamayınca kıza geç kaldın dedin. Peşinden gelince
de kimseye olamadığın kadar duygusal dinlemeye kalktın, sakladıklarını. Yağız’ın
Hazan’a tutunma çabası her ne kadar yazılan hikayede inceliklilikten uzaklaşsa
da oyuncular o kadar sindirmiş durumda ki Yağız’la Hazan’ı, o duyguyu
gözleriyle mimikleriyle verip açığı kapatıyorlar. Adım adım duygu değişimlerini
gözlerinde görebiliyoruz, repliklerdeki boşluğa rağmen. Yağız’ın Hazan’ın
ağzından çıkacakları umutla bekleyişi, onu bilinmezden kurtarmasını istemesi,
sadece Hazan’ın dürüstlüğüne ihtiyacı olması. Ama yine ikisinin konuşamaması. Defalarca
ve defalarca konuşamaması. Bunlar Hazan’ı zorlayacak düğümler. Finale bir kala
duygusal açılımı zor düğümler. Keşke... Neyse. Hazan’a gelince son zamanda
kendisine biçilen rolün tam ortasında Sinan ve Yağız arasında savrularak
bitirdi bölümü. Ne Sinan’ı durdurabildi ne de kendini Yağız’a anlatabildi. Bu kadar
güçlü, ailesini bile sırtlayan, hakarete bıçakla cevap verebilecek kadar gözü
kara kızı ne ara bu hale getirdiniz? Hazan öyle biriydi ki, gözünü budaktan
sakınmazdı. Sinan’a asla güvenmedi ki şu durumda güvensin. Kaybetme pahasına
Sinan’a o kozu vermezdi. Ertelemezdi. Ertelemenin mutluluğu ertelemek olduğunu
bilirdi. Ertelemenin hikayeyi zamanı ertelemek olduğunu bedeli
erteleyemeyeceğini bilirdi. Benim tanıdığım Hazan bunu bilirdi. Bildirmediler. Çünkü
intikam en sertinden , en insanlık dışı olanından alınmalıydı. Ne dedi Sinan’ın
ağzından Yağız Egemen olmanın bedeli ödenmeliydi. Ödetilmeliydi. Yağız Egemen’i
sevmenin bedeli ödetilmeliydi. Hatta öyle ödenmeliydi ki Yağız Egemen bile
kalmamalıydı. Bırakılmamalıydı geride. Eski Yunan tragedyalarında olduğu gibi
kandırılmalı, bunu anlamalı ama sonra yine kandırılmalı kendi katline o
kandırılmayla yürümeliydi. Şaka.. Değil. İnsanların , basının ortasında gerçek
kimliğini öğrenen Yağız yazgısıyla karşılaşırken o yazgının taraflarıyla
çevrili ama o kadar yabancı ve yalnızdı. Hazım durdurmadı oğlunu, Yasemin
dışında kimsenin yüzünde acı görmedik. Hazan’ı tenzi ediyorum. Yağız ailem
dediği ve vurduğu her darbeye rağmen kabul görme refleksiyle sineye çektiği acıları
gözlerine dola dola kendisiyle yüzleşti. Önce kendisiyle sonra katil olduğunu
bildiği, onu ve sevdiği kadını yerin altına gömen annesiyle. Egemenlerin elinde
oyuncağa dönen yazgısıyla. Geriye dönüp baktığımızda önce Hazım sonra Sinan’ın
elindeki kalemle baştan ve baştan işine geldiği gibi yazdığı yazgıya ek hem
Kerime hem Hazan. Tıpkı Yasin için Hazım’a dedikleri gibi. Ailesini, kim
olduğunu bilmesine izin verilmemiş, soyadı dışında Egemen olmasının altı
doldurulmamış, abi olmasına karar verilmiş, ilk kez aşık olduğu kıza bile
yaklaşması abilikle kesilmiş Mehmet Yıldız. Aşk. Ne kadar sağaltırsın ki kendin
olma eyleminin elinden alındığını öğrendiğinde. Ne kadar gerçek kalırsın ki
Truman Show yaşadığını anladığında. Kaç bölüm sürer acını hazmetmen, kaç zaman?
Anlar mısın seni seven kadının bu yük uğruna nelerden vazgeçtiğini mesela? Tanır
mısın sana babalık yaptığını söyleyen adamı? Kardeşim diyip uğruna vazgeçtiklerin
aklından geçer mi bu kadar aşağılıkça sana vurmuşken o? İntikam, Mehmet Yıldız’ın
intikamı Yağız Egemen’i kurtarır mı gerildiği çarmıhtan? Yoksa gider misin? Final
olmasa yüksek ihtimalle giderdin. Yine git. Fakat sevdiğini de al git. Hatalarına
rağmen onu da al git. Bırak Egemenler kendi pisliklerinde boğulsun. Her biri
ayrı hastalıklı takıntılarıyla yollarına devam etsinler. Kuşkusuz 3.sezon
olsaydı karanlık bir Yağız izlemek büyük keyif olacaktı. Adım adım oyun kuran
olan, her hamlesiyle çok sevdiği ama onu kandıran babasından ilmek ilmek on iki
yaşındaki Yağız’ın intikamını alan adam olarak harikalar yaratacaktı ki bir de aşk ayağı var ki bunun tadından
yenmeyecekti.
Yağız’la Hazan aşkının bu kadar varsayılıp bu kadar oldurulmamasının
temelinde ne olduğunu merak ediyorum aslında. Yağız ve Hazan “Biz” kelimesini
kullanmak dışında “Biz”e dair bir şey yapmamışken adeta taşlandılar bunca
zaman. Fazilet’in dediği gibi birbirlerine kor gibi bakmaları dışında, sevgi
sözcüğü bile kullanmadılar. Bildiler sadece, gömülürken diğerinin hayatı için
kendilerini hiçe sayarken bildiler, aralarındaki çekimden bildiler, acısını
kendi acısını unutacak kadar çok hissetmekten bildiler, başkasının dokunuşuna
dayanamamaktan bildiler ama söylemediler. Söyleyemediler. Aşk ihaneti
aklamazmış. Hikaye. Nazım’ın da dediği gibi, “Sevmek mükenmmel iş delikanlım/ Sev
bakalım/Mademki kafanda ışıklı bir gece var/ benden izin sana/seevvv/sevebildiğin
kadar. Oldurulmasa da varsayım gibi kalsa da gelmiş geçmiş en güzel çiftler
arasına yazıldı adınız Yağız ve Hazan. Varsın yazanınız size ihanet etmiş olsun
aldırmayın biz size yepyeni sonlar yazarız. Fazilet evreninden sektirir yeni
evrenlerde tutarız. İçi boşaltılan ruhlarınızı alıp kendinizle doldurup yine
hikayelere yol aldırırız. Unutmak ne kelime unutturmaya çalışana yine
hatırlatırız. Gerçek mi? Gerçeğin hangi gerçek olduğunu, sanalın nerede
başladığını kim bilebilir? Hem Anna Karanina’nın yaşamadığını kim söyleyebilir?
Hamiş: Ellerin zamandı. İlk onları tuttum. Bırakmadım. Bırakamazdım ki. Ellerim
sana koştu ki benim. Engelleyemedim, engellemedim. Zamanı tuttum ben ellerinde.
Biz’li zamanları. Hapsettim. Gidişini görsem de, sarkaç gibi sallandı içimde
tik takları avucumun içine hapis serçe parmağın gibi. Nabzım eşlik etti onlara.
Sensiz kimsesiz, hissiz, acılı. Gidişini izledim ben gitme demek isterken. Gittin.
Avucumda kokun kaldı, geride anılar. Biz seninle tek ruhun iki parçası. Yol ayrımlarına
inat birarada kalmalıydık. Bırakmadılar. Sustuk. Ağladık. İlk ben gittim, sonra
sen. Ne fark eder? Ben izledim gidişini. Gitme demek isterken hem de. Tutsan elimi
yine, bırakmasan. Çıkarsan beni bu hızla dönen zembereğin koşusundan. Varsaymasak
artık, varolsak.
UmayMasal