6 Mart 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel -16.Bölüm

‘Elim gerçeklerle dolu olsaydı, onu açmadan önce çok düşünürdüm.’ Bovier de Fontenelle 
Gerçekler hakkında yazılmış çok doğru bir söz değil mi? Sanıyorum ki bu konuda çoğumuz hemfikirizdir. Çünkü gerçeğe dair ne varsa, hep peşinden koşarız; hep onu bulmak, anlamak isteriz sonunu düşünmeden. Evet, belki bize iyi şeyler getirebilir ama şu var ki bizden, sahip olduğumuz iyi şeyleri de beraberinde götürebilir. Ama göze alınmışsa, yola çıkılmışsa bir kere, ondan vazgeçiş hiç kolay değil hatta imkansızdır. Cesur da bunu yaşadı işte bu bölüm. Peşinden koştu gerçeğin, babasının geçeğinin. O da acı bir cevapla karşılık verdi ona. Tam da Sühan’ın yanındayken gelen mesajla silahla öldürüldüğünü öğrendi ve bütün önlemlere karşın dalga geçer gibi Tahsin’in karşısına dikildi. Kıvanç Tatlıtuğ o kadar güzel oynamış ya da yaşamış ki  sahneyi; ‘Bana babamı nasıl öldürdün, anlat bakayım.’ diye soruyor biraz soğuk, biraz donuk ama çokça psikopatça… Gerçekten de bu rollerin adamı ki bambaşka bir şekilde oynuyor, bambaşka bir şeye bürünüyor resmen. Sühan ise aynı bildiğimiz gibi bu karşı karşıya gelmede… Hala ne tarafta olduğunu tam anlamıyla anlayamıyoruz. Sürekli Cesur’a laf sokma derdinde… Adam, babasının öldürüldüğünden emin olmuş , dolayısıyla öfkelenmiş ve hesap sormaya gitmiş herkesin aynı ölçüde tepki göstereceği gibi.  Hala Cesur’dan kendisinin yaptığı ya da yapmaya çalıştığı gibi olayları tarafsız bir şekilde  ele almasını nasıl isteyebiliyor çözemiyorum. Zaten her şeye taraf olarak başlamış olan bir kişiden duygularını yok sayıp düşünmesini, davranmasını beklemek… İşte bu biraz haksızca bana göre… Neyse diyerek Cahide’nin mucizevi hamilelik olayına değinelim biraz da…  
Çekirge bu sefer bir sıçradı pir sıçradı, tam on ikiden vurdu resmen. Tam gerçekleri açıklayacağı sırada odayı kaplayan kalp atışı sesleri Cahide’nin kurtarıcısı oldu. Dizi tarihinde yalandan gerçeğe geçişte Cahide kadar şanslı bir kişi daha yoktur sanırım. Şimdi bir de kendi bebeğini eline alacak ya Hülya’nın bir önemi kalmadı tabii. Ona karşı soğuk ve mesafeli davranıyor. Ama Hülya da az çakal değil ve bunun farkında. Her olaydan bir şekilde sıyrılmayı başaran Cahide çok çok zor ama, bakalım Hülya ile yaptığı planların üstünü örtebilecek mi? Eğer bunu da başarırsa ‘Kurnazlık nasıl yapılır, planlar doğru biçimde nasıl işler?’ konulu ders verme mertebesine de erişmiş olur.  
Sühan ve Cesur… Bütün karanlıklar içinde insanın içini aydınlatarak parıldıyorlar. İkisi de, Tuba ile Kıvanç, öyle doğal ki sanki karşımda gerçek bir çift  varmış hissine kapılıyorum onları izlerken. Konuşmaları; biribirlerine olan davranışları, tepkileri yazılmış bir senaryodan değil de içlerinden gelmişçesine, yaşayarak önümüze seriyorlar gibi. Hatta artı olarak gibisi bile fazla olabilir burada. Bilemiyorum belki bu görsel anlamda da birbirlerine çok uygun olduklarından da kaynaklanabilir ama bir çoğumuzun görüşünün bu yönde olduğunu sezinleyebiliyorum. Bölümde ise birbirlerine özlem içindeler, bunun da farkındalar ama yaşanılanlar onları istemsiz bir şekilde uzaklaştırıyor ne yazık ki. Bunu bir günlüğüne de olsa aşmak için bütün kargaşanın dışında kalarak kendilerine bir gün ayırma şansı yakalıyorlar. Sonunun kötü şeyleri beraberinde getireceğini, uzun süre birbirlerine hasret kalacaklarını bilsek de, biz de kapılıyoruz onlara, o anlara. Tahsin Korludağ faktörü olmasa gerçekten mükemmel bir çift olacaklar aslında, her anlamda da işte. Bir ‘Maalesef hayat!’ cümlesi bırakıyorum buraya. Bunları düşününce de önlerine çıkacak her zorlukta Sühan’ın Cesur’a dediği  ‘O zaman bunları aklından çıkarma.’  lafını üstüne basa basa, hiç unutturmayacak biçimde iade ediyorum ben de, her ikisine de. 
Gelelim biraz da Yiğit Özşener yani nam-ı diğer Rıza’ya… Ezel’de gösterdiği müthiş perfomanstan sonra özlem içinde olduğumuz oyuncunun diziye katılacağını duyunca izleyciler olarak hepimiz çok sevindik. Hikeyemizin kilit ismi olacağını, Cesur’a yardım ederek Tahsin’in sonunu getireceğini umduk güzel güzel hayaller içinde. Tabii ki bu da hiç şaşırtmayacak şekilde kursağımızda kaldı yine. Rıza şimdiye kadar şahit olduğumuz en hain planın yaratıcısı olarak karşımıza çıktı. Cesur’u Tahsin’e karşı iyice bilemek adına Fügen Anne’yi resmen bir kalemde harcadı ki savaşta her şey mübah değildir; ben buna inananır, bunu söylerim her zaman. Oyunu kurallarına göre oynamak gerekir, hadi onu geçtik diyelim aynı şiddetle karşılık verene böyle acımasızca planlar uygulanır. Masum insanlara bu şekilde yazılan sonlar… İnsanın canını hep daha cok acıtır. Yine bir neyse diyerek cevam edersek Fügen Anne’nin ölümünün bu sefer gerçekten de suçsuz olan Tahsin’in üzerine kalması birçok şeyi değiştireceği kesindir.  Cesur ile Sühan’ın zaten gereğinden fazla çalkantılı biçimde devam eden ilişkileri iyice çıkmaza girecek gibi gözükmekte önümüzdeki bölümlerde. Gerçi olayın  içyüzü mutlaka ortaya çıkacaktır ama bu anlaşılana kadar olan süreç kahramanlarımızı çokça üzmeye yeteceği de aşikardır.   
 Son olarak diyebiliriz ki yani bölüm özellikle Cesur’un annesi ile olan son sahnesi nezdinde hepimizin canını bir hayli yakacağa benziyor. Normal ölüm bile bizlerde onarılmayacak yaralar bırakırken bir annenin oğlunun gözünün önünde o şekilde can vermesi… Hiçbir kelimede karşılık bulamayacak acıda bana göre… Şunu da altını çizerek belirtmek istiyorum Kıvanç Tatlıtuğ’un bu tür sahnelerine daha önce de şahit olmuştuk ki fragmandan da izlediğimize göre işini son derece mükemmel, bizi ise yine mahvedecek biçimde yapmış belli ki. Yalan yok ne kadar acı verici de olsa herkesler gibi ben de o sahneyi dört gözle beklemekteyim. Şimdi böyle diyorum ama izledikten sonra bakalım nerden nereye doğru savrulacağız kim bilir. Ve herkese şimdiden iyi seyirler…  

Müge


Poyraz Karayel Final

Ağlamak
Bazı acılarda yetmez
Bazı ölümlere

Özdemir Asaf


Sevgili deli kardeşlerim!

Hayat uzun bir yol, bizler ise yolcu… Yollar hiçbir zaman dümdüz olmaz, engebeler, yokuşlar, dik bayırlar, keskin virajlar olur… Bazen çamura saplanırsın ve o saplandığın yerden kurtulmaya, yoluna devam etmeye çalışırsın. Bir insan hiç mi o saplanan çamurdan kurtulamaz be kardeşlerim! Kurtulamadım. Kötülerle kötü olmamak için çabalarken daha çok battım o çukura. Derin bir soluk almak isteyip kafamı gökyüzüne çevirdiğimde yıldızlar göz kırptı, sevdiğim kadın hiç bırakmadı ellerimiZaten o bırakmadığı için ben güçlüydüm, o beni bıraksa ohoo ben çoktan delirmiştim. Bakmayın o zamanlar da çok aklı başında değildim ama Ondan güç alıp en azından akıllı gibi davranabiliyordum.

Tam her şey yoluna girdi artık sonsuz huzura kavuştun Poyraz derken uçsuz bucaksız çöle düştüm, Mecnun oldum.

Ben güzel günlerin başlangıcı deyip sevdiğimle uzun bir seyahate çıkarken yolu daha yarılamadan yapayalnız kaldım. Kalabalıklar arasında var ama yok oldum. O an keşke zaman dursa dedim, O öylece kollarımda acı çekerken kollarımda hep böyle kalsa, yaşasa beni bırakmasa, biz böylece kalsak dedim. Sanki daha beş dakika önce sarmaş dolaş birbirimize karışarak şarkı söylememiş gibi şimdi benden uzaklara gidiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Yüreğimden taşan acı dışarı çığlık olup taşarken ne aldığım nefes yetti ne de haykırışlarım onu geri getirdi. Benden ben istemesem de kopup gitti.

Ben ne suç işledim ki dünyanın bütün acılarını benim üzerime yıktılar albayım? 

Poyraz ve Ayşegül için gönül isterdi ki mutlu son olsun… Lakin Ethem Bey mutlu sonlara inanmayan, realist kişiliğini gösterdi ve gerçekler acıdır dedi bize. İçten içe beklediğim bir sondu, Poyraz dışında biri ölecek diye düşünüyordum ki Poyraz’ı Mecnun edecek kişi olan Ayşegül öldü. 

Ayşegül’ün ölümüne dayanamayan bir Poyraz olmadı tabii ki… Bahri Umman ikinci kez evlat acısını yaşarken torunu Hasan Yağmur ile oynarken yorgun kalbi daha fazla dayanamadı ve öldü.

Songül ve Sadrettin ise sonunda yeniden birbirlerini buldular. Ne diyordu Emrah Serbes; “Arada birbirimizi kaybettiğimiz iyi oldu. Bir şeyin kıymetini bilmenin en klasik yolu onu kaybetmektir.” Songül ve Sadrettin’de önce birbirlerini kaybettiler sonrasında buldular. Hem de bu sefer bir daha birbirlerini bırakmamak üzere. 

Eda, Poyraz’ın küçük(!) bir yardımıyla kariyerinde zirveye doğru yol alırken sonunda kızına kavuşmayı da başarabiliyor.

Ümran, Taşkafa, İsa ve Albayım mutlulardı ama herkes gibi buruklardı. 

Zülfikar ve Meltem ise sonunda kavuşmuş iki çiçek bir tanede böcekleri olmuştu. Ayşegül, Sefer ve Sema onlarda yaşayacaklardı artık. 

Gönül isterdi ki Ayşegül ve Poyraz için de böyle olsun. Evlensinler, Sinan’ın kardeşleri olsun, yine sabah kahvaltısı klasiği menemen partisi olsun. Ayşegül’ün yemek yapıp yapamadığı tartışılsın, mesela Poyraz’ın Ayşegül’e benzeyen bir kızı olsun ve bir babanın nasıl kızının ilk aşkı olduğunu göstersin. Kuru – pilav – cacık üçlüsüne yeni üyeler katılsın, gerçekten mutlu olsunlar. Mutlulukları hep kötü ve kötülüklerin gölgesinde kalmasın… Fakat bu defa sonutamamen zifiri karanlık oldu. Nevra öyle bir intikam hırsıyla bilenmişti ki nefreti kendi oğlunun ölümüne neden oldu. Fakat onun kör olmuş gözleri bunu göremediği için oğlunun ölümünden Ayşegül’ü sorumlu tuttu. İlk seferde başaramadı belki, sonunda bu sefer kurtulduk dedik ama öyle olmadı hiç umulmadık bir zamanda mutluluktan ayakları yerden kesilmişken Nevra’nın soğuk nefesini ensesinde hissettiAyşegül. Kaybedecek bir şeyi kalmayan, sadece intikam isteyen Nevra hiç düşünmeden sapladı çakıyı Ayşegül’ün sırtına… 

Son defa sevdiği adamı görebilmek, ona sarılabilmek, kokusunu son kez ciğerlerine doldurabilmek, sesini son defa duyabilmek için ona doğru yürüdü. Daha fazla dayanamadı yığıldı yere, Poyraz ilk an anlamadı, neler oluyor diye düşündü ve ona doğru koştu. Sonra ne kadar istemese, kabullenemese de Ayşegül’ün gittiğini fark etti. Ne zamanı geri sarabildi ne de durdurabildi. Ne Ayşegül geri geldi, ne de O bir daha iyi olabildi. 

Sinan ise hem annesi gibi sevdiği Ayşegül ablasını, en yakın arkadaşını hem de babasını kaybetmişti. Küçük kalbinde derin bir yarası vardı artık. 

Velhasılıkelam başladığımız yerde bittik albayım. 

Tarih sadece mutsuzları yazar ve sen de hiç unutulmayacaksın #PoyrazKarayel 

Elveda Poyraz’ım.

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Frezya


5 Mart 2017 Pazar

Adı Efsane -6.Bölüm

''Bana öyle bakma,anlayacaklar.''
Herkese merhabalar,ben Berra! Canım arkadaşlarımın güzel bloguna bu hafta Adı Efsane ile konuk oluyorum...''Bu da nereden çıktı?'' denmesin diye belirteyim dedim..
Gelelim Adı Efsane'ye..Lise dizilerine tövbe etmiş bir insan olmama rağmen bu dizinin her hafta bir öncekinden daha sağlam adımlarla beni fethetmesi gerçekten ilginç bir durum. Neyse,fazla uzatmadan hadi başlayalım konuşmaya..

Öncelikle dizinin hayatı pişmanlıklardan oluşan ama sevgi dolu babası Tarıkla başlayalım. Kavga,dram,yumruklar,şikayetler,sözleşmeler derken işini elinde tutmayı basket takımı ve Bahar Hoca sayesinde -onu şikayet edenin Bahar hoca olduğunu görmezden geliyorum zira o geçen haftanın konusuydu- beceren Tarık sonunda kızlarına sadece haftasonları onda kalmaları koşuluyla da olsa kavuşmayı başardı..Tabi ilk haftasonu başlarına gelmeyen kalmadı ama.



Tabi ki özlemin verdiği hevesle evi dayadışedi,kızlar için elinden geldiğince en uygun hale getirmeye çalıştı ama bu taktikleri sadece küçük kızı Zeyno'nun yüzünde  güller açmasına sebep oldu. Olaylara daha gerçekçi bakabilecek kadar yaşı olan Melis için aynı şeyi söyleyemedik dün...Geçmişten gelen kızgınlıkları içten içe babasını deli gibi özleyen Melis'in hıınlık kat sayısını tavan yaptı. Öfkesi babasının onları geri kazanma çabasına ''Bu mu babalık?'' diyecek kadar büyüktü. Ama azıcık yalnız kaldığında bile babasının aldığı müzik kutusu elinde ağlayacak kadar da çok seviyor babasını,sadece deli gibi öfkesine tutunmuş vaziyette şuan için. Zamanla değişeceği bir gerçek. Uzun lafın kısası ilk haftasonları bir miktar zehir oldu diyebiliriz. Çaresizliğin ve pişmanlığın altında ezilen Tarık maalesef hata yaparak yine milli içkimizin yanında aldı soluğu ama Bahar hoca tam zamanında yetişti neyseki...


Olayı milli içkiden,milli içeceğe bağlamayı başardı ve böylece Tarık'ın bir yarasını daha sarıp ayağa kalkmasına yardım etti. Bu ikili de ilerleyen zamanlarda tutkunun tam ortasına düşecekler belli ki...Tabi olası bir ilişkinin Seçil tarafından nasıl karşılanacağı malum. Tarık'a olan karşılıksız aşkının derinliğini bu hafta gözyaşlarında bir kez daha gördük..Onun aşkı da öfkesinin,nefretinin ve hırsının arkasından Tarık'a bakıyor işte ne yapsın teyzecim..Ama baştan kaybedilmiş bir savaş bu Seçil'ciğim. 'sen ablamın aşkısın.' 



Ve ve ve gelelim yazı başlığının konusu olan zat-ı şahanelere...Tabi ki Hakan ve Melis'ten bahsediyorum efendim..HakMel ismiyle anılan güzel çiftimiz bu bölümde bana kalırsa birbirleriyle ilk aşk çarpışmalarını yaşadılar. Hakan'ın Melis'i her gördüğü yerde değişen bakışları bu bölüm sadece bakıştan öteye geçti ve yüzünde bir gülümseme olarak belirdi. Tabi Hakan'ı Melis'i peşine takarak bütün HakMel fandomunu halay konumuna getiren Tarık'ın bu çarpışmalardaki payını es geçemeyiz. Efsane! Efsane! Efsane!
Gelelim o bale sahnesine..Başta ilgilenmiyormuş gibi yapıp sonra gözlerini Melis'in üstünden bir an bile ayırmayan Hakan..Tuttuk seni evlat. Ama ona öyle bakma,anlayacaklar.



Evet,gerçekten Hakan ve Melis'in aşk hikayesine çok uygun bir şarkı olduğuna inanıyorum. İleride birbirleri için çok savaşlar verecekler on metre öteden belli. Kıvanç,Sibel,Seçil ve belki de Tarık bile yollarına taş koymaya çalışacak. Ama aralarındaki bu tutku önlerinde dağ olsa yıkar geçer,eminim. Dizideki ilk HakMel'ci olan sevgili Fiko sana da kucak dolusu sevgiler..
Bu aşkta beni daha çok etkileyen taraf tahmin edebileceğiniz üzere Hakan..Sorunlu bir babadan -boyun devrilsin Fevzi.-  kaynaklı zor aile yaşantısı onu olduğundan daha olgun olmaya itmiş durumda. Annesine ve kardeşine sahip çıkmaya çabalıyor henüz kendisinin bile sahip çıkılmaya ihtiyaç duyduğu yaşında. Aşk duygusuyla ilk kez karşılaşıyor ve henüz kendisi bile ne kadar kuvvetli bir şeyin içine çekildiğinin farkında değil. Melis Hakan'ın en büyük mücadelelerinden biri olacak ve Hakan her dakika daha da fazla bağlanacak ilk ve kuvvetle muhtemel son aşkına. ''ikinize karşı bu dünya,sizi anlamayacaklar.''



Gelelim Melis'e.. Bölüm başından beri sevimsiz 'erkek şeyi'yle buluşma çabalarında olan Melis'in kendini her defasında Hakan'ın yanında bulması fazlasıyla güzeldi. Hakan Melis'e karşı olan duygularının henüz kuvvetinin farkında değil ama Melis ondan kat kat daha kör vaziyette.




Bakışlarıyla çok şey anlatsa da henüz altını çiziyorum henüz kendine bir şeyleri anlatabilmiş değil. Her ne kadar Kıvanç'a gitmek için Hakan'ın arkadaşlarıyla buluşmuş olsa da Melis dün ikinci defa Hakan'ın dünyasına adım attı. İlki Hakan'ın babasından gördüğü şiddeti Melis'le paylaştığı zamandı ikincisi ise o depodaki sıcak sohbetti.. Hakan'ın Melis'e olan küçük ama tatlı jestleri -elinde çekirdek uzatması,ceketini vermesi gibi- gecenin tadı tuzu oldu ta ki Melis'in erkek şeysi depoya girene kadar...Hakan'ın bu aşktaki ilk hayal kırıklığı olarak not edilsin o sahne. Canımın içi o kadar ayna karşısında Melis'i düşüne düşüne hazırlanmıştı bir de. Yangına elinde körükle koşan Sibel'in ortadaki ateşi daha da kuvvetlendirmeye çalışması Fiko'yu da delirtti ki bütün HakMel'cilerin sesi olan Fiko,Sibel'e bir güzel bağırdı. Sağolsun. Her neyse,aşkın hayal kırıklığı tarafına hoş geldiniz Hakan bey. Buyurmaz mıydınız?
Kıvanç'ın bir seçim yapmasını istedikten sonra son sahnede ''Hakan!'' nidasıyla depoaya geri gelen Melis hepimizin gönlünü tekrar kazandı ama zamanlama bu kadar mı kötü olur be Melis'cim? Hakan'ın çok sevgili babasının dertleri Melis'in başında patladı ve kız kaza kurşunun hedefi olup fragmanda da görüldüğü üzere Hakan'ın kollarının arasına yığıldı.
Gelecek bölümde Tarık'ın kızı için çektiği acıya ağlayacak ve Hakan'ın Melis'e sıkı sıkı bağlanmasını izleyecek gibiyiz..O zaman ne diyeyim haftaya televizyon başına otururken mendilinizi hazır edin..Herkese teşekkürler,sevgilerimle...
Dip not: Almila Ada'nın muhteşem bale performansına şapka çıkartmadan geçemeyeceğim.

Berra