31 Aralık 2020 Perşembe

Yamaç'ın Güvenli Evi: Efsun

Canım Benim,

Bilir misin "canım" dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep- Ahmet Arif   

Kadın olmanın terminolojisi bu ülkede garip. Garip sözcüğünün içeriğine tehlikeli, acıtıcı, zorlayıcı, kırılgan, şiddetli… Selam sevgili okur. Sen istedin diye beş dakika peşindeki yolculuğa devam. Süreklilik için söz veremem ama elden geldiğince, dil döndüğünce, tabi sizler de istedikçe kovalamayı sürdürürüz. Geçen hafta iki kadın karakteri biri su ve elektrik ortamında bağlı, biri çift testere onu kesmek için inerken masada yine bağlı bırakmıştık. Geçtiğimiz hafta izleyici ile alay eden ve bana göre senaristin daha ne kadar saçmalayabilirim çabasının sonucu olan tutumu nedeniyle bir hayli sulansa da hikâyede, bunun bir suç dizisi olduğunun farkında olarak, kadına işkence kavramının böyle aleni hale gelmesini sevmedim. İki kadının da kurbanlık koyunlar gibi sadece erkeğe acı çektirmek için araç haline getirilmesinden de nefret ettim. Daha da ilerleyelim. Zaten bu hikâyenin sorun yumağı haline gelen iki kadın bir adam durumunun yarattığı poligami yeterince mide bulandırıcı. Üstüne şiddet dozu yüksek aman beyim kimi seçecek alt mesajının verilmesi başlı başına rezalet. En baştan beri Yamaç’ın sevdiği kadın net olsa da sebebini anlayamadım şekilde ikinci kadını aile evine götürmekle başlayan saçmalama çıtası her geçen hafta daha da yukarı çekilerek olmayan üçgen varmış gibi davranıldı. Ortada bir geometrik şekil var bu doğru. Ama bu olsa olsa Yamaç’ın vicdanına oynayan hanımefendi ile aşık olduğu kadının gururu arasında gel git yaşayan delikanlının helezonik ruh halidir. Kısaca Yamaç aslında iki kadın arasında kalmadı. Senaristin ne yaptığını bilmez hallerine rağmen bir tarafı hep netti. Yamaç ayaklı bir vicdan olarak dolaşmasının karşılığı olarak bir tarafı geride bırakamadığı için aslında dut gibi âşık olduğu kadın olan Efsun’la arasında sorunlar yaşadı. Bir de şunu çok net yazabilirim. Karşı tarafta Yamaç’ın yumuşak karnı olan vicdanına sonuna kadar oynadı. Senaristimiz bu işlerin uzmanı olmasından mütevellit sonuna kadar sosyal medyaya oynadı yani. O muuu bu muuu? Bir tarafa netlikle seni seviyorum dedirtmesine rağmen, Efyam aşkına verdiği anlamsız aralara sıkıştırdığı vicdani sessizlikler yüzünden kafa karıştırdı. Çünkü o da biliyor. Bu toplum gördüğüne bakar altında yazan şeye değil. En kötü hamlesi de kaçırılmada iki kadını aynı odada tutması oldu. Üstelik kendince yazdığı şeyin mizahını da yaptı. Komik miydi? Hayır. Kaldı ki bunun cevabını da bu hafta aldığı reytingle gördü. Tabi bence. Neyse. Bu hikâyede çok bence var. Sanırım senarist postmodernizm seviyor. Okur eksik parçaları kafasında tamamlasın diye bekliyor. Hani Yamaç neden bıraktı Efsun’u o havuz başında, Çağatay meselesinde sabah yanında uyandığı ve babaannesini onu yaşatmak için öldürmüş bir kadına nasıl öyle korkunç bir tepkiyle bağırarak verdi filan. Tamam Efsun ve Yamaç’ın sevdasının alt metnini okuyanlar var.  Ama işte birinin anlatıcıya hatırlatması gerekenler de var. Bir yazdığı şey Amerikan uyarlaması bir, birkaç da olabilir kararsızım, suç dizisi, bir de geçen hafta galiba suç parodisini denedi, iki ise kitlesinin büyük bölümü, Efyam tayfayı tenzi ederek, sanırım cilalı taş devrinde yaşıyor metin okuma becerisi olarak. Kısaca demek istediğim diyalog yaz be adam. Cidden nedenselleştir argümanını. Alıyorsun eline kalemi karambole karşına hoşuna giden hangi sahne varsa pachwork yapar gibi monte ediyorsun hikâyeye ama anlattığın karakter eksiliyor. Boş bomboş hale geliyor. Anladık doydun, anladık bitse de gitsek diyorsun. Ama dört sene ekmeğini yediğin o karakterlere, seyircine haksızlık bu yapılan. Karakter dönüşür, değişir, olayı budur anlatının. Mitler bile karakter dönüşümüne adar kendini.  Hayat gibidir hikâye. İzlerken, okurken anlarsın ama neden öyle oldu. Biz kendi kendimize diyoruz bir şeyler ama bu hikâyede son zamanda kim neyi neden yapıyor belli değil. Konuşmuyorlar. Gerisinden bana ne de Efsun ve Yamaç düşmanken daha çok konuşuyordu. Anlıyorlardı birbirlerini. Bu iki insanın çocuğu olacak ve son zamanlarda sakata gelse de birbirlerine, birbirlerinin hayatı için kendinden vazgeçecek kadar aşıklar. Bırak konuşmayı, kavga bile edemiyorlar. Kendi içlerinde kıskançlıktan kuduruyorlar, o kıskançlıkla saçma sapan hamleler yapıyorlar ama yok kimse eteğindeki taşı dökemiyor. Saçma mı saçma. Leb demeden Çorum’u anlayan, ben demiyorum abisi dedi, bizim zekâ küpü Yamaç Koçovalı söz konusu Efsun olunca Medetleşiyor diyecektim ki vazgeçtim. Medet bu hafta zekasını ispatladı zira, Yamaç Koçovalı zekâsı out Medet in bundan böyle. Şaka bir yana Efsun’u kurtaran Team Efsun bana başta güçlü gelmese de sonradan izlediğim halleri ile, Efsun kısmında olan her şeyin altının kalın kalın çizilmesi sebebiyle belki, ne kadar sevimli bir seçimmiş dedirtti. Medetle Efsun bağının Salih yolunu açmasını umuyorum. Sadece Efsun ile sahnesi olmasını istediğim için değil, Yamaç’ın gözünden akan aşkın herkes tarafından görülmesine rağmen bir türlü konuşulamamasına çare olsun istiyorum Salih. Yamaç otursun ona anlatsın. Cumali sahnesinde, Yamaç’a Selim kadar abilik yapma çabası gösterse de, ki zaten daha yumuşak olması karaktere ters, Yamaç’ta hala konuşma, açıklama hali yok. Belki Yamaç Efsun’u istiridyedeki inci tanesi gibi saklarken bu normaldi. Çünkü kızı Baykal’ın kızını, düşmanı olarak ona silah doğrultmuş kadını saklaması normaldi. Ama artık nerede durduğunu seçtiği noktada saklayamaz. Efsun’un ona dediği gibi, tehlikeye attıklarının başında Efsun var. Galiba bu haftaya kadar Yamaç Efsun’u asla tehlikeye girmeyecek konumda sanıyordu. Hoş nasıl sanıyordu bu da tartışmaya açık. Bizzat kardeşin kardeşi, babanın oğlunu harcadığı sistematiğin, hem de Yamaç’a aşkı afişe olmuş bir Efsun için yapabileceklerini tahmin etmesi güç olmamalıydı. Keşke o testereleri biri anlatsa, herhalde anlatmışlardır, biz de görsek veya görseydik o tepkiyi. Sorun bu zaten. Kimse izlediği şeyin romcom olduğunu düşünmüyor. 140dk da 70dk istemiyor. Verilmesi gereken 15dkda dolu, diyalog olan, duygunun sözcüklere de döküldüğü bir hikâye içi hikâye görmek dert. Neyi neden yaptıklarını söyleyebilsinler. Yamaç’ın anlayanının kalmadığı, Selim’i gömdüğü zamanlarda dert ortağı Salih yokken, tüm bunların varlığında bile gittiği, planlarını anlattığı, yaralarını sardırdığı kadınla konuşamaması saçmalık. Çok derin bir noktada duran sonra birden sığlaşıp attığımız kulaçların tabana vurmasına neden olan bu aşkın kendi askını yeniden bulması mümkün mü? Bilmiyorum. Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez karşılıklı her sahnelerinde kanları, canları ile Efyam’ı o yüksek duyguda tutmayı başarıyor. İzleyen kimsenin senaryodaki boşluklara rağmen duyguda boşa düşmesine izin vermiyorlar. Mesela bu hafta Yamaç gözleri dolu Efsun’un olduğu odaya giriyor. Bakıyor. Karşısında eli ayağı dolaşmış, korkmuş, ne tepki alacağından emin olamayan bir küçük kadın gözlerinde yaşlarla ona bakıyor. Sonra “Canııımm”. Kucaklaşma. Ağlayarak, karşılıklı pişmanlıkla, korkuyla, aşkla. Sahneyi ikili öyle bir yorumluyor ki sadece bakıyor ve kalıyorsun. Tablo gibiler. Ama, işte o ama kalıyor orda. Mesela bence Efsun pişman ama niye? Efsun Yamaç’a yaşatması muhtemel acından dolayı pişman. Yamaç’ın ikinci bir travmanın eşiğinden döndüğünü bildiği için o özür. Yamaç iyi mi merakı da ona. Fakat bunu kaç kişi böyle yorumlar ki? Erdenetler’e gittiği için neden pişman olsun, sebep olan Yamaç. Orda Yamaç pişman olmalı. Ki oldu. Korumalıydı. Öyle adam dikmesine bile gerek kalmadan, sadece ertelemek yerine sevdiği kadına gidecek ve neden diyecekti. Hepsi bu. Korumalıydı Efsun’u. Git demek o kadar kolay olmamalıydı. Bedel ödendi karşılıklı. O bedele üçüncü birinin dahil edilmesi de galiba ayak oyunuyla Yamaç’ı iki arada gösteren senaristimizin son hamlesine yoldu. Bu hafta sembolik şekilde yol ayrımında kalan Yamaç vicdanı ile aşkı arasında ilk kez yemişim vicdanını dedi ve aşka gitti. Hatta anlamayanlara tekrarı da Cumali Abisiyle olan konuşmada yapıldı. En son Dan Brown Kayıp Sembol’ün son kısmında ahmağa anlatır gibi katil neden katil olduyu anlatırken bu kadar garip hissetmiştim ve uzun süre yazarı okumamıştım. Şey geçmişti aklımdan “Oradan salak gibi mi görünüyoruz acaba?” Lakin geçen haftaki alaycı tutumundan bence mantıklı şekilde dümen kırmış anlatımda gerek Cumali’nin ifadeleri gerek Yamaç’ın halleri ve en son “O kız olmaz” diyip devamında çark ederek “Mevzu ben değilim.” diyen abisine cevap verir gibi Efsun’a gidip sarılarak uyuyan, sabah tıpkı abisinin hayata tutunuş sebebi olan kadına tutunuşu gibi Efsun’a tutunuşunu göstermek bana göre başta bahsettiğim cilalı taş dönemi okura alt yazıydı. Üstelik üçüncü darbede bana göre Karaca- Yamaç konuşmasında gelmiş. Yamaç bu konuşmada ezilir büzülür diye beklerken ben, baya baya net şekilde Karaca’ya seçimin ona ait olduğunu, Cumali’ye kızsa da, Azer ile Efsun’un aynı noktada durmadığını anlatmaya çalışmış. Sadece burada eksik kalan belki şu vazgeçememe noktasında onu anlayabildiğini söyleyebilirdi kıza. Bu arada minik not: Ben bu Koçovalı familyanın bencilliğine hayret ediyorum zaten. Yamaç bunlardan nasıl çıkmış şaşırtıcı. Hoş o da ayarsız. Sencillikten ölecek o da. Arası yok. Bazen biri yüzüne tokat atsa da dese oğlum sen hayırdır, bunlar bu kadarına değer mi? O kadro şu ara Afganistan’da malum. Şu ana kadar tek ben dediği karar Efsun gibi duruyor. Bu bölüme kadar olabildiğince flu çizilen ama bu bölüm altı kalın kalın çizilmeye çalışılan Yamaç için Efsun’un vazgeçilmezliği net. Her şeye rağmen dediğinde de netti ama işte arada ne olduysa izleyicinin kafası karıştırıldı.  Neyse senarist bence çivi üstüne çivi çakmış bu hafta bazı tabutlara. Bakalım dağıtıp lime lime ettiği hikâyeyi toplamayı başarabilecek mi? Bir de karakterlerin bazı özellikleri vardır. Onları da iade-i itibar yaparsa seviniriz. Mesela bir anlık korku, hormonlar, babaanne krizi, Yamaç’la olan anlamsız kriz, pişmanlık diye kediye dönen Efsun Kent’in tiger halini bize verirsen söz aradaki saçmalıkları zihnimizden sileceğiz. En azından deneriz. Denemeye çalışırız.  Bu kadın sadece tek bir kişiye gardını indirebilir: Yamaç. Başkalarına inmez o gard. İnmemeli. Efsun böyle biri çünkü. Tarzı, hikayedeki yeri, hatta Çukur’daki evi bile, olacaksa, Baykal’ın evi olmalı. Bu kadın asla haftalardır isyanımızla başlayan git gide hayal kırıklığına dönüşen eşitlemeye maruz kalmamalıydı. Efsun bu hikayedeki tek kişi ile benzeşiyor ve ona eşit kalmalıydı. Efsun Yamaç’ın yansıması. Ama Yamaç ile duygu durum paylaşımında, tamamladıkları bütünlükte, üstlendikleri roller farklı. Yamaç hep kalp. Efsun akıl. Bu ilişkinin dinamiğinde iki zeki, kavrayışı yüksek ruhlarında aynılıkları ne kadar belirginse ilişkinin yapılanışında tamamen bütünleşen birinin zayıf tarafını diğeri kapatan bir halleri var. Vardı. Çatışması tam da buradan yürümeliydi. Yürüseydi efsaneye koşan bir çift olacaktı Efyam. Ben mesela bu hikâyenin yaratıcısı olsam, hoş hikâyeyi yaratan başka anlatmış ve kendi dinamiğini korumuş, uyarlayıcısı olsam demek daha doğru galiba, Efsun ve Yamaç’ı daha ilk bölümde ana aşk olarak yazmadığıma çok pişman olurdum. Bazen düşünüyorum. Ya her şeyden bihaber yurt dışında karşılaşan Efyam olsaydı. Âşık olsalardı. Sonra Baykal’ın kızı Efsun kaybolsaydı. Ve Yamaç Koçovalı ile Çukur’da Baykal’ın kızı olarak karşılaşsaydı. Al, imkansızlığın dibi. Aras Bulut ve Damla kimyası da nereye giderdi? Beş dakikalık toplam süreleriyle sosyal medyayı sallamayı başaran, millet dizisinin prını yapacak diye deli gibi uğraşırken hiçbir şey yapmadan sadece oynayarak ışıklarını seyirciye geçiren bu çifte üzülüyorum. Öyle başkalar ki, keşke demekten kendimi kurtaramıyorum. Keşke sadece ikisi üzerine kurulu bir hikâyenin kahramanı olsalardı. Onlarla ağlasaydık, gülseydik ama hikayelerini boşluksuz izleseydik. Bu arada yazmadan geçemeyeceğim süresi kısa olsa da çok ikonik üç sahne gördük. Altı dolu olsa daha da büyüyecek sahnelerdi. İlk “Canım” Ahmet Arif’e selam çakan Yamaç’ın “Can benim, düş benim” diyen hikayesinin öznesine ithaftı. Koltukta göğsünde sımsıkı tuttuğu Efsun’la dünyasındaki her şeyden soyutlanan, ilk kez sadece orda olmak istemekle kalmayan gitmesi gerekse de orda kalmayı seçen Yamaç vardır. Üçüncü sahne ise, uyuyamayan Efsun’a gelip sarılan hem onu uyutan hem onunla uyumayı başaran üçüncü sezon Yamaç’ına selamdı. Tercih. Yamaç çoktan yaptığı tercihte ilk kez kendi gerçeğine teslim oldu. Vicdan ve aşkta, kaybetme korkusu onu götürüp aşkın kapısına bıraktı yine. Diğer taraftan akvaryum evi ben de çok seviyor olsam da sanki yeni ev beraberinde başka bir şey getirecek gibi. Tahmin etmeyi sevmiyorum. Zira ne düşünsek sanki tersini yapmaya çalışan bir senarist var ama Efsun ve Yamaç ilişkisi bundan böyle boyut atlayacak gibi. Akvaryum ev Efsun Kent’in eviydi. Koçovalı evi Yamaç’ın evi. Bu yeni ev Efsun-Yamaç evi olacak sankiiii. Ama tabi göreceğiz. Yamaç’ın güvenli evi Efsun Kent ile kapattık bu yılı. Başımıza ne gelecek bakalım.

Son demde; mutlu yıllar EfYam Tayfa. Sağlıklı, huzurlu, istediğiniz sahnelerin, istediğiniz dolulukta olduğu bir yıl olsun.

Dilek bırakıyorum yine; Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez’i başka bir işte tekrar görmek dileğiyle. Dijital platform olsun😊  Sevgiler….

                                                                                                                         UmayMasal





10 Aralık 2020 Perşembe

Efsun- Yamaç: EfYam

 

“Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum

Yerini yadırgayan eşyalar gibiyim ya hep ben!

Ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine,

Bilemem, belki bu yüzden

Ben sana yanlış bir yerden edilmiş,

Bir büyük yemin gibiydim.

Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve

Yine de döneyim, döneyim istedim.” – Birhan Keskin

Selam sevgili okur. Yorucu bir yılın sonuna doğru giderken ne noktada ne düşünmeli sorgusundayız çoğumuz. Aslında nefeslerimiz bile maskelere saklanırken o nefesi kaybetmekten korkumuz bizi yoruyor. Başka pek çok şey gibi. Hayatın içindeki o zor zamanlara inat bazen bir şeylere tutunup kafamızı dağıtmak isteği sanırım ayakta tutan çoğumuzu. Sebeb-i girizgâh malum. Efsun, Yamaç yani EfYam. Bu kez yazıya şiirle başlamak istedim. Canın isterse takıl peşime EfYam olmasına bir türlü izin verilemeyen Efsun ve Yamaç’a bakalım. Çukur evrenini uzmanına bırakacağım bırakmasına da minicik küçücük bir sitemle açacağım yazıyı. Bu hafta evrende önemli bir kayıp yaşandı. Selim öldü. Bu ölüm Yamaç’ın dönüşümüne hizmet açısından belki değerli görülebilirdi ama… İşte bu ama sorun. Selim Çukur’un tapuları için öldü. Çağatay tarafından kısasa kısas mantığı ile kardeşi Arık için öldürüldü. Bu sahne sanırım eril dilin başka bir eril dile meydan okumasının sözde epik anlatımı olacaktı. Olmamış. Kısasa kısas yapılsa da tamamen Koçovalı Familyasını mağdur göstermek adına seçilen hedef Selim olmuş. Hatta Selim  yaratıcı evrenin efendisi yazarımız tarafından kurban sütununa sürüklenirken sadece yaratılacak mağduriyete o kadar odaklanılmış ki olan Selim’in nahif ruhunun sokak ortasında kanlı tapularla zebani babaya teslimine varmış. Hep söylüyorum hikayedeki oyunculukları tenzih ederek yazıyorum. Çok ayrıntılamayacağım. Çünkü genel hikâye aksı beni pek ilgilendirmiyor. Çünkü hali hazırda orijinali varken o orijinalden yola çıkılıp yolunu alt metin anlamında şaşırmış bir yapı en iyi ihtimalle atlaya zıplaya izlenebilir bana göre. Ancak Öner Erkan’a ve yarattığı karaktere böyle bir ölüm ve beraberinde ölüm sebebi  en hafif tabiriyle haksızlık olmuş. Neyse dönelim asıl mevzumuza.  Girişteki şiiri bana Efsun ve Yamaç’ı hatırlattığı için kullandım. Yamaç’ın kendisini hep aynı yerden yaralayan Koçovalı evine devamlı dönüşü, Efsun’un da onu daima aynı yerden yaralayan Yamaç’a dönüşü. Kuşkusuz her iki durumda tartışmaya açık. Bir de tabi Koçovalı evinin Yamaç için alternatifi bir başka ev de  Efsun. Senaristimiz unuttuğundan ya da özellikle hatırlamak işine gelmediğinden belki ne olursa olsun dönüleceği sözü verilmiş bir Efsun Kent olduğunu es geçiyor bu sezon. Yamaç acıdan acıya, sorundan soruna koşarken kendisini de unuttuğundan sanırım kendine dair olan tek şeyi aşkını da onun bebeğini de çoğu noktada hatırlayamıyor. Hatta belki de Çukur’a dair her şeyi görev bilinciyle hatırlamasından sebep diğer bebeği hatırlaması. Pardon. Tespit yok metin kovalama var. Şimdi Selim’i kaybeden Yamaç yas sürecinde. Aslında hayatı koca bir yas sürecine dönüşen Yamaç’ın ne kadar yas tutabildiği konusu da tartışmaya açık. Bu senaryoda ne kadar da tartışmaya açık boşluk var hey hat. Neyse.  Koçovalılar bir yas tutamama direncine sahip ve bu yüzden hepsi hayaletlerle yaşıyor. O hayaletlerin tamamı da Yamaç’ın ruhuna çörekleniyor. Başka ruhu olan kalmadı malum. Yamaç hayaletlerle yaşıyor. Çukur hayaletler diyarı. Tam da bundan galiba zavallı Selim ölüme yürürken Selim’in ölümünden  çok cehennem zebanilerine odaklanılması. Geçelim. Selim’in acısını Yamaç kadar belki daha derinden hisseden Akın’ın yalıya saldırısının öncesine gelelim. (Burak Dakak yine yolumuz kesişti😊 ) Efsun Kent  yalıda Erdeneler’in iç çatışmalarını izlemede. Burada metin o kadar boş ki, neresinden tutmalıyım bilemiyorum. Kendi adıma Efsun’un bebeğinden haberdar olan Çağatay Erdenet’i  ve her an Yamaç’la savaşa girmesi kuvvetle muhtemel Erdenet familyasını kontrol altında tutma çabası olarak tanımlamaya çalışıyorum Efsun’un bu halini. Ama bir taraftan da öz kardeşini öldürme çabasını bizzat Seren’den duymasına rağmen ne amaçla -ki eminim GH burada amaçsızca yazdı bu diyalogu. Derdi sadece Efsun’u o odaya sokmaktı.- Cengiz’le Çağatay’ı konuşmaya çalıştı bilmiyorum. Burada metni anlama, hatta oyuncunun beden dilinden olanları çözemeyenlere dip not: Efsun Erdenetlerden nefret ediyor. Çağatay gitti diye bir an sevinen ama sonra dönüşüne yönelik belirsizlikten gerilen Efsun bana göre Çağatay’a şans filan vermemiş. Geçen hafta EfYam ilişkisini çevirdiği romcom tadından şikayetimi beyan ettiğimden o topa girmiyorum şimdilik. Diğer taraftan Akın’ın saldırısı sırasında Cengiz ve Efsun arasında yazılan diyaloglar da tuhaf. GH komik mi olmak istedi ne? Hoş hayvan öldürmemek için vejetaryen olan Efsun , Yamaç ve bebeği için babaannesini öldürse de, kafalarına kurşun yağarken Cengiz’i kurtarma refleksi göstermemesi mümkün değil.  Devam. Akın saldırısından sonra Cengiz’in öfkesine şahit olan Efsuncum Kentcim hemen Yamaç’ı aramaya kalktı lakin aradığı numaraya ulaşılamadı. Üzülme Queen biz de bir süredir aradığımız Efyam’a ulaşamıyoruz. Ertesi sabah koşa koşa Yamaç’a giden “Queen of Çukur Efsun Kent” Çukur’un kapısında arz-ı endam etti. O kapıdan içeri de sokacaklar seni hissediyorum ama susuyorum. Yamaç Bey’e Cengiz’in planlarından hemencecik bahseden ve endişesini dile getiren Efsun, Yamaç’ın doğal Efsun duvarına tosladı ama bu konuya bağışıklık geliştirdiği için de takılmadan yoluna devam etti. Takılırsa ilerleyemiyor kız da ne yapsın. Koruyucu Melek olmak kolay mı? Öyle tv karşısında olmuyor o işler.  Önce Cengiz’i Yamaç’tan uzak tutmayı denese de sonuçta kuleye kapatılan yine kendisi oldu. İlginç değil mi? Efsun Kent ve bebeği, Yamaç Koçovalı’nın intikam deliliği  karşısında Cengiz Erdenet’in kalkanı oldu. Bu Erdenetler de ne tuhaf kötü çıktı ya. Biri kaçar biri saklanır.  Efyamcılar Efsun’u Rapunzel’e benzetirken şaka maka Efsun Rapunzel kaderi yaşayacağını tahmin ettiler mi? Sanmam.  Peki Queeni kuleden kim kurtaracak?  King of Çukur Yamaç Koçovalı.   Nasıl ve ne zaman? İşin açıkçası bilmiyorum. Senaristimiz iki şeyi çok seviyor. Çok kenarlı geometrik şekilleri ve Efyam’ın uzak olmasını. Analitik mi? Yok onu sevmiyor. Burada parantez. Efsun ve Yamaç bize en başından beri kavga ile bile olsa konuşabilen bir çift olarak verildi. Hatta acıda sağaltabilme becerileriyle birbirlerine sonuna kadar sahip çıktılar. İmkânsız anlarda bile Yamaç Efsun’a gitmenin yolunu buldu. Efsun’a göre onu bekleyen birine rağmen hatta Efsun’un yanında onu görürse öldürecek kişiye rağmen Yamaç Efsun’a gitmenin yolunu buldu. Bu sezon o havuz başı olayını es geçerek, yazar burada o olayı hala mantıksız bulduğunun şerhini düşer, Efsun’un travmasını sağaltan da Yamaç oldu. Kısaca bize verilen çiftin ,bu sezon eksik gedik olsa da geçen sezon referanslarıyla hareket edersek, uzak durmaları ne olursa olsun imkânsız. Bu sadece bizim yani Efsun ve Yamaç için izleyenlerin fikri de değil. Emin olun genel izleyici de bu saçma boşluğun farkında. Hatta hikâyenin genelindeki duygu boşluğunun farkında herkes. En azından hissinin farkında. Bize verilen aşkta net olan bir şey var. Efsun ve Yamaç ruh eşi. Birbirlerinin ruhlarını okuma becerilerinden hikâye paralellerine kadar hikâyenin gelişimi bunu bağırıyor. Şu an yeniden ivmelenmeye başlayan ama çatışma aksında gözüken EfYam’ın, bilgisi Efsun’dan icraatı Yamaç’tan şeklindeki gelişimi de hoş ama bir o kadar da boş. Üzgünüm sayın senarist. Yetmez. Bize borçlu olduğun alfa bir çift ve onun yine birlikte hareket edebileceği  bir hikâye borçlusun. Sen başlattın biz değil.  Efsun ve Yamaç’ı imkânsız diye bir şey yoktur inan yeter kafasına getiren de sensin. Yamaç’ın üstünde tepinerek reyting kapma telaşını bırakıp gerçekten hikayeni yazmanı diliyorum. Evet bu hikâye senin değil, evet bu hikâyeyi kendin yaratmadın belki ama bunca sene ekmeğini yediğin izleyiciye de oyuncuya da bunu bence borçlusun. Ruh ve bedene böldüğün aşkı bütünlemeyi de bence bunca zaman sömürdüğünüz aşka borçlusun. Ben kendi hikayesine ihanet edenlerin bu borcu ödeme duygusuna geleceğini hiç sanmasam da borcunu hatırlatmak istedim. Gerisi vicdan ve zekâ. Sonunda mutlu sonsuz olmayacaksa da, ki aslında mutlu çocuklukları ellerinden alınan bu iki birbirinin eşi ruh bunu hak etse de, onlara beraber mutlu an vermeyi borçlusun. Özellikle en çok tepesinde tepindiğin Yamaç’a. Kuşkusuz tüm farkındalığını elinden almış olsan da o minicik mutluluk onun için sadece Efsun’da. Onun ellerinde ve gözlerinde. 

Hamiş: Biri Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi başka dizide partner yapsın. Bu iş biter bitmez. Film de olur. Netflix tercihimizdir.

                                                                                                                             UmayMasal






2 Aralık 2020 Çarşamba

EfYam'ı Beklerken

 

Geçtiğimiz hafta Efsun ve Yamaç sahnesini bırakın Efsun’un adı dışında varlığı olmadığından yazmak mümkün olamadı değerli okur. Bunca sıkıntıda, iniş çıkışta yine yeniden EfYam’a takılıp gitmekse derdin haydi gel birlikte yürüyelim o meşakkatli yolu. Meşakkati sisten biraz da el yordamıyla bulma çabasının verdiği gerilimden olsa gerek yine de bulmaya çalışalım yolumuzu. Yamaç Bey’in attığı   Cyrano de Bergerac tiradını iteleyip kenara biraz Hamlet’ten bahsederek başlayalım yazıya. Hamlet benim bildiğim kadarıyla tiyatro tarihinin en çok tartışılan karakterlerinden biri. Pek çok açıdan ilgi çekici bir karakter ama bizim yazıya konu etme sebebimiz erteleme denince kendilerinin birinci sırada akla gelmesi. Oyun boyunca erteler Hamlet. Kasıtlıdır. Çünkü eyleme geçme açısından yetersiz görünmesi gereklidir. Okuduğum eleştirisinde Goethe Hamlet için diyor ki : “Kahramanı kahraman yapan güçlü sinirlere sahip olmayan güzel, saf ve son derece ahlaklı bir tabiat ne taşıyabileceği ne de fırlatıp atabileceği ağır bir sorumluluğun altına gömülür. İmkansız olan isteniyordu ondan-kendisi imkansız olan değil onun için imkansız olan. Bu görev ona her hatırlatıldığında, nasıl da soluğu kesilir, dolanıp durur, ıstırap çeker, hamle yapar ve geri çekilir. Sonunda ruh dinginliğine bir daha kavuşamayacak şekilde, düşüncelerle boğuşurken amacını yitirir.” Ama ilerleyen süreçte Hamlet’in dertleri insanlığın muhasebesine dönüşür. Kısaca o ertelemeler daima bir amaca hizmet eder. Neden bunları anlattım? Kurguda her şey amaca hizmet eder. Erteleme de. Yamaç’ın ertelemeleri neye hizmet ediyor acaba? Ya da aslında kurgu bütününde hangi karakterin hamlesi anlık durumlar dışında gerçek bir çatışmaya hizmet ediyor? Çukur’un genel evrenini uzmanına bırakıp- tapu olayının saçmalığına şerh de koyup- EfYam’dan devam ediyorum.  Efsuncum Kentcimin Erdenet hanedanının kanatları altına girmesini aslında bahsettiğim genel çatışmayı besleyici unsur olarak görmüştüm en başında. Bana göre Çağatay Erdenet takıntısı ileri boyutta olan Yamaç Efsun’u o yalıda tutmamak Çağatay ise tam tersine tutmak için kılıçlarını keskin çekecekti. Aralarındaki egosal rekabet de level atlayacak sonunda koskocaman bir patlamaya dönüşecekti. Bir taraftan da Efsun’u haksız yere suçlayan Yamaç kendi hataları ile yüzleşecek, değerlisi kadının değerini kavrayacaktı falan filan. Bu arada Efsun da queenliğin raconunu hem Yamaç’a hem de Çağatay’a kesecekti. Unutmuşum. Çukur evrenindeyiz. Neydiiiii?   Son of anarchy uyarlaması Çukuristan hayal evreni. Bu evrende kadının adı yok. Duygu Asenacım ruhun şad olsun. Hayatın gerçekliğinde kadını hiçe sayan düzenin yansıması kurgularda tanrılığa soyunan ataerkil kafalar işte. Kadın da olsa erkek de yazamayan belki yazmaya korkan ozanlar gibiler. Neyse Yamaç Efsun’u erteliyor. Efsun’un yalıda olma durumunu, Efsun’un onu korumak için vazgeçtiklerini bile bile erteliyor. Çağatay takıntısına rağmen karnında kendi bebeğini taşıyan, çok seviyorum dediği kadını erteliyor. Bu hafta anladık ki canını yakmaya çalıştığını anladığı kadını ateş çemberinin ortasında bırakmaya gönlü razı olarak erteliyor. Bu noktada Yamaç tayfa bana kızacak ve argüman olarak şunu diyecek biliyorum: “Yamaç nelerle uğraşıyor, Yamaç Çukur’u korumaya çalışıyor, Yamaç herkesi korumaya çalışıyor.” Doğru Yamaç herkesi korumaya çalışıyor. Başta ailesini ve sonra mahallesini. Peki sayın vicdan sahibi seyirci 140 dk ya on dakika Efsun Yamaç sahnesini sığdıramayan senariste, hayatta yapayalnız bıraktığı, bebeğini korumaya çalışan, ailesi gördüğü adam ve bebeği için babaannesinden olan, kırıklığını zırhının altına gizleyen, ön izleme  dahilinde söylüyorum, o kırgınlıklara rağmen yine yeniden Yamaç’ı uyarmaya giden Efsun için nasıl kızamıyorsunuz? Çukur evreninin en mağrur kadınını Güneşi Beklerken ya da Kavak Yelleri yazıyormuşçasına ergen sahnelere sıkıştırıp EfYam dediğiniz masalsı çiftin altını boşaltmasına nasıl üzüntü ile bakamıyorsunuz? Efsun ve Yamaç karşılaştıkları andan beri denklikleri, kavgada bile argüman güçleri, zekaları, birbirlerinin bakışından tanıdıkları eş ruh halleriyle buraya getirdi bizi. “Canın yandığında hep böyle kaçar mısın?”  “Kaçmıyorum, canım da yanmıyor.” “Benim yanıyor.” Biz bu çiftin o karanlık dünyada kendince barındırdığı ışıkla sevdik. Yamaç’ın Efsun’un gözlerine her takıldığında nefesinin kesilmesiydi derinlikleri, Efsun’un Yamaç’ın ruhunu okuyarak onun içinde can çekişen çocuğa dokumasıydı bize dokunan. Bu sezon hangi mantıkla nereye evrildi bilmiyorum. Bizim bilemeyeceğimiz hangi nedenler EfYam’ı sürekli konuşamayan ergen romcom çiftlerine çevirdi yine bilmiyorum. Saçma sapan ayrılık nedenlerine kendimizce alt metinler yazıyoruz. Duraksamalara, tepkilere, bu aşka odaklanmayan kimsenin o anlamı yüklemeyeceğini bile bile anlam yüklüyoruz. Çünkü o anlamlar gerçekte verilmiyor. Bunun da hımmm çok heyecanlı olması bekleniyor galiba. Bazen durup düşünüyorum. Bu bir suç evreni, aşk? Sonra diyorum ki bu işin babası “Baba” da bile aşk vardı. Şu an aynı akstaki dizilerin tamamı, hem ana temasına hem de aşka aynı oranda yer veriyor. Çünkü sevginin çatışmaya katkısı vardır. Sevginin empatiye katkısı vardır. Çukur da değil. Tamam alıntı yaptığın evren çok sert olabilir ama senin bize verdiğin Yamaç da Jax değil yani. Geçen hafta Çağatay’a eee diyerek kalan, bir önceki hafta kıskançlıktan deliye dönen Yamaç, sanki sıradan bir trip yiyormuş gibi erteleyen Yamaç; kendisinden esirgenen şefkatin başkasına kolayca bahşedildiğini gördüğü için içindeki kırıkların acısından Çağatay’a gittiğini sandığımız Efsun’un adeta Yamaç’la cilveleşir gibi tavrı. Neyi nereye koymalı bilmiyorum. Şu bir gerçek ama kabullenmek lazım: Senaristimiz bıkmış, doymuş, zaten belli bir izlenmesi olan dizi için aklını yormayı bırakmış, elindeki başrol oyuncusunun oyun gücüne yaslanmış, etrafının da onu besleyeceğinden emin temcit pilavı gibi aynı şeyleri sunup duruyor. Patinaj çekiyor. Eli ne Yamaç’ı hikayenin aslındaki kadar pislik birine dönüştürmeye eriyor ne de o akstan kurtarıp özgünleştirebiliyor. Yapamadıkça İdris’in ölümünden dram sağıyor. Kısaca ne suç dizisi yazabiliyor, ne aşkın hakkını teslim ediyor, ne de aile diye yutturmaya çalıştığı Koçovalılar’ın dramlarına ikna ediyor. Peki izlenme? O konu başka bir inceleme konusu. Bir de geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşa söylediğim bir cümle vardı: “Çukur da aslında en derinlikli yazılan iki karakterden biri Selim.” Demeseydim keşke. Adamın ölümü, öldüyse tabi, neydi o benzetme muhabbet kuşu ölümü gibi olmuş. Hele ön izleme. “Benim abim öldü.” Dram tamam, oyuncunun duygu tamam, acı tamam, geride bırakılan aşık kadın ve şoku tamam. Üstündeki müzik “bu hayatın heycanı meycanı yok.” Gerçekten mi demek istiyorum, gerçekten mi? Bu kadar mı sevmedin Selim’i senarist bey. Hoş neden sevesin di mi? Senin ataerkil kafanda Efsun kadar Selim de öylesine anlatılan, amaca hizmet eden karakter. Selim’in ayrıksı hisseden ruh halini erkek egemen diziye gölge gibi yerleştirme cesaretin olup bunu en sevdiği ile paylaşmadan öbür tarafa yollamak da ne bileyim? Neyse. Bu hikayede Efsun’un yalnızlığı, kırgınlığında saklı o eski zaman cadısına selamlar; Yamaç’ın geri dönmek istediği tertemiz çocukluğuna onu götürebilme gücü ile, zamanı geriye ileriye sarabilme becerisiyle orda duruyor Baykal’ın kızı, İstanbul’un yarısının sahibi Efsun Kent. Yamaç’ın parçalanan ruhunu sağaltan bu kadını hatırlaması dileğiyle. Çünkü onlara onca acının ortasında on dakika huzur vermemekte kararlı senaristimiz  konuşmalarına izin vermeyecek. Neydi? Zamanı değil. Efyam tayfa bekleyin bakalım sıranızı.  Ben seni sen kendini ötelediğin için erteledim. Masal uzaklığındaki anılara dönüşen bir rüyayı bekle sen de bizimle Efsun bekle. Beklerken sana şarkı yollayalım. Hediyemiz olsun.

“Bir ince pusudayım

Yolumun üstü engerek

Bir garip akşamdayım

Sırtımı gözler tüfek

Ben senin sokağına

Ulaşamam dardayım

O mazlum gözlerine

Bakamam firardayım…”

 Hamiş: Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez'i başka bir işte en kısa zamanda partner görmek dileğiyle.... En kısa zamanda...

                                                                                                         UmayMasal









22 Kasım 2020 Pazar

SİBEL

 

Daha önce hiç film eleştirisi yazmadım. Aslında şu ana kadar yazdığım eleştiriler de tamamen hikâye içindeki aşka takılıp gitmek üzerineydi. Anlamını çözmeye çalıştım hikayelerin. Varsa alt metnini anlatmaya çalıştım. Hepsini de kendimce yaptım. Ama dediğim gibi daha çok hikâyeye attım çengelimi bendeki iziyle yorumladım. Sebeb-i girizgâh Sibel. Bu konuda profesyonel değilim. Kamera açılarından ya da renk skalasından bahsedemeyeceğim. Ben bildiğim yerden, izlemeyenler için çok da ön bilgi vermeden Sibel’in bende bıraktığı ize odaklanmaya gayret edeceğim.

Beyaz perdede son yıllarda büyük bütçeli kahraman filmleri izliyoruz. Dünyayı kurtaran kahramanlar arasında kadınları görmek cinsiyet eşitsizliğinin farklı dalga boylarında da olsa her topluma yayıldığı dünyada bizi belki de gülümseten, bir anlığına da olsa rahatlatan bir şey. Oysa biliyoruz. Toplum hayatı içinde sağ kalmanın, kadın olarak yaşamanın, bu hayat benim demenin başlı başına bir kahramanlık olduğunu çok net biliyoruz. Metropol kadınları bundan bir on sene önce viyadüklerden atılan kırsal genç kızlarına göre kendisini şanslı sayarken şimdi durduğumuz yerde aslında hepimizin yaş, meslek, şehir fark etmeksizin tehlikede olduğunu biliyoruz. Çünkü kadın olmanın, hele hele başkaldırmaya kalktığında toplum tarafından hatta bizzat hemcinsleri tarafından cezalandırılma sebebi olabileceğini acı da olsa öğrendik. Peki bu noktada ne yapacağız? Tabi ki geri çekilmeyeceğiz. Ataerkil düzen içinde varlığımızın varlık sebebi olduğunu anlatmayı başaracağız. Bölge, sınıf, yaş, inanç fark etmeksizin yapacağız bunu. Direnmek ve yapmak zorundayız.  

Sibel’e gelince; gerçek bir kahramanın hikayesi Sibel. Sadece ıslık diliyle konuşmasıyla kadın olarak değil bütünüyle toplumun dışladığı bir kimlik aslında. Ötelenmenin, sevilmemenin, dışlanmanın tüm şiddetini ruhunda hissediyor. Farklılığın can yakıcılığı, ait olmak istediği topluluğun onu kabul etmemek için direnmesi tüm bunların ortasında belki kendisine benzettiği Ali ile oluşan bağı. Hikâyeyi anlatmak istemiyorum. Ama Sibel’in dönüşümü, dönüşürken o toplumun kesif karanlığında  açmayı başardığı delik o kadar değerli ki.   Tek başına verilen mücadelenin eğer kendini keşfetmeyi başarabilirsen en değerlisi olduğuna dair bir anlatı. Masal. Başta bir kurdun peşine düşüp kahraman olmayı hesaplayan Sibel’in toplumun korkularını ve değer yargılarını yakıp yıkması, babası ve kız kardeşinin onu yalnız bırakmasına rağmen ayakta kalışı ardından ayağa kalkışı. Daha önce yaşanmış kaderleri tersine çevirip kendi kaderinin iplerini başkalarına vermeyişi. Yemyeşil Karadeniz’de umudu aşka, başkalarına, topluma hatta aileye bile bağlamayan bir film Sibel. İnsanın umudunun kendisinde, kendi gücünde olduğunu hatta o gücün değiştirme becerisine odaklanan bir hikâye.  Sen değiş ki toplum değişsin.

Oyunculuk konusunda belki teknik anlamda yorum yapamam ama ben izlerken oyuncuyu inanıyorsam o kişi olduğuna ikna oluyorsam başarılıdır argümanı üzerinden yürümek sanırım bir seyirci olarak hakkım. Filmdeki her oyuncu ayrı ayrı çok başarılı. Beni Sibel evrenine tek tek ikna ettiler ama Damla Sönmez performansı dışında Emin Gürsoy’u çok sevdim. Duygusu, sükûneti, korkusu her şeyi ile derinden hissettirdi bana babalığı. Gösterişsizliği bu kadar etkileyici yansıtmak bence beceri. Damla Sönmez’e gelince… Sibel sadece sen olabilirmişsin gibi hissettim Damla Sönmez. Bilemiyorum bir oyuncu yaptığı işi ne şekilde değerlendirir ama bence en büyük paye bu. Senden başkası Sibel’i bize anlatamazmış hissini vermek. İnadı, korkusu, sevgisi, korkusuzluğu, yabaniliği, şefkate olan ihtiyacı en çok da ayrıksılığı. Tam bir performans oyuncusu olduğunu göstermişsin yine. Sibel’e inancın her hücrene işlemiş. Deniz Seviyesi’nde de çok sevmiştim ama Sibel anlatılmaz bir kompozisyon olmuş. Almışsın eline fırçayı her hücresine kadar ruhunla doldurmuşsun karakteri. Ne denir? Bizde emek her şeyden değerli. Bu nedenle emeklerine sağlık, ömrüne bereket. Başarıların katlansın Minik Kaplan 😊   

                                                                                                        UmayMasal




17 Kasım 2020 Salı

EFYAM USULÜ

 Can Dündar’a göre üç şeyin kırılması can yakıcı: kalbin, gururun, hayalin. Hiçbir çıkıkçının tedavi edemeyeceği kadar ağır hasara yol açacak söz ise: “Sana inanmıştım.”

Genel Çukur evrenini takipçisine bırakıp yine yeniden Efyam’dayız sevgili okur. İstersen sen de takıl peşime birlikte Efyam usulünün takipçisi olalım. Geçtiğimiz hafta baklava krizleri, Çağatay kavgası, Nehir sarılması derken başımıza geleceklerin fragmanını izlemiştik zaten. Masallardan feyz alarak zaten imkânsızlık denizinin fırtınasında ayakta kalmaya çalışan aşkın, saçma sapan üçgenler, dörtgenlere sıkışarak yaz dizisi kafasındaki senaryomuzda  nasıl bozuk para gibi harcandığını izlemenin acı tadı damağımızda devam edelim. Efsun ile karşılaştık ilk. Hazırlanıyordu. Biz biliyorduk Çağatay’a gideceğini ama bu sahnede gördük ki aslında Efsun pek de istemediği bir şeyi yapmaya karar vermiş. Efsuncum en az senin kadar biz de anlamıyoruz Kraliçem bu senaristin kafasını sal gitsin biz salladık zaten hayatım.  Efsun’un nefret ettiği her halinden belli olan Çağatay Erdenet’e gitmesi başlı başına saçmalık biliyoruz ama ne yaparsın bizim hikayenin ataerkil yaratıcısının kafası seni ganimet yapmaya kararlı. Yamaç – Çağatay savaşının merkezine seni çekmek için ne yaratıcı şeyler yapılırdı lakin Çukur mevsimi ay Çukur yelleri o da değil neydi ya hah sadece Çukur böyle bir dizi. Dedik ya geçen hafta saldık. Yamaç Koçovalı’yı sanırım sadece onurunu kırmak için yanında tutan Cengiz Erdenet’in kahvaltı masası diğer çatışma alanıydı. Hem de ne çatışma. Burada parantez Mehmet Ada Öztekin’indi galiba bir kahvaltı metaforu vardı. Yanılıyorsam şimdiden özür ama aklımda kaldığıyla anlatayım. Kahvaltı ailedir. Başka hiçbir öğün kahvaltı kadar aile olamaz. Tam da bu nedenle dağılmış bir kahvaltı masası kadar ailenin dağılmışlığını anlatan resim olamaz. Bu hem Yamaç’ın hayali hem de Erdenet masası için düşünülebilir diyorum. Hoş bana göre ne Koçovalılar ne de Erdenetler aile. Hep diyorum aile diye diye şiddeti güzelleyen, bu kadar sevgisiz bir anlatım görmedim ben. Bana göre Yamaç dışında kimse gerçekten ailesini sevmiyor. O da galiba babasının kıymetlisi olmaktan sebep bu kadar Çukuyyyy diye diye kendini savuruyor zavallı. Günün sonunda İdris’in oğlu olmadığını filan öğrenirse ne olur diye düşünüyorum bazen. 0 şaka. Düşünsenize onca vazgeçiş, onca çile, onca zulüm, onca acı, kaybediş boşa çıkmış. Yunan tragedyası kıvamında bir deliriş. Neyse ben teorisyen değilim. Sevmem de zaten. Hikâyeyi kovalamak dert. Aile olmayan, iktidar savaşındaki kahvaltı masasına gelen Yamaç; Çağatay’ın yanındaki sandalyeye elini atıp uyarıyı aldığı an Efsun tam bir Queen edasıyla salona girdi. İşte yeni çatışma alanımızın ilanı sahne. Çağatay’ın yanına oturan Efsun ve ayakta kalan Yamaç. Herkesin içinde Efsun’a duygularını belli eden Çağatay ve susmak zorunda kalan Yamaç. Efsun için meydan okuyan Çağatay ve bu meydan okumayı kabul edemeyen Yamaç. Efsun’u suçlarken bas bas bağıran ama Çağatay’a içine içine küfretmek zorunda kalan Yamaç. Sevdiği kadını geride bırakıp çıkmak zorunda kalan Yamaç. Ee o kahvaltı masasını yani aileyi dağıtmak sana yakışır diyorum Yamaç Koçovalı. Neyse devam. Efsun’a bizzat kendisinin söyledikleri zihninde yankılanırken kıskançlıktan deliren Yamaç’ın duygularını yaşamasına yine canım Çukur ve dertleri izin vermedi. Bir sonraki sahne Çağatay-Efsun. Birlikte kahve içen ikiliyi gören Yamaç’ın , Efsun’la bakışmasındaki anlamı çözmek zor değil sanıyorum. “Bunu konuşacağız Efsun Hanım.” “Ne zaman istersen Yamaç Bey.” Sonrası korkunç bir el titremesi.  Tüm bu olanların kurgusal anlamda saçmalık olduğunu , yine tekrarlıyorum Efsun’u Çağatay’a götürecek ve içerde olmasını sağlayacak milyon tane mantıklı argüman üretilebileceğini düşünsem de şunu itiraf ediyorum. Yamaç ve Efsun arasındaki dengenin bu kadar birbirine denk oluşu inanılmaz. Sahneleri ışıldıyor. Sevmek denen şeyin bakışlardaki gücü, kavgadaki güç dengesi, beden dilleriyle meydan okumaları o kadar güçlü ve öngörülmez ki.  Yamaç’tan asla korkmayan, kısasa kısas yapabilme cesaretindeki Efsun’a bayılıyorum. O kadar ikonik bir karakter ki Efsun. Onda Şehrazad’ı, Kleopatra’yı, eski zaman cadılarını, kısaca Kurtlarla Koşan Kadınları görüyorum. Ataerkil zamanlara kafa tutan mitolojik tanrıçalar gibi. Gücünün farkında. Öyle farkında ki bizzat babasının, hatta Yamaç’ın çekindiği Çağatay’a posta koymaktan bir adım geriye gitmiyor. Bunu total izleyicinin anlamasını beklemiyorum. O zaten yıllardır Nehir gibilere mahkûm edildi ve tırnak içinde adam istemezken onu sarhoş edip hamile kalan, adamın dertleriyle hiç ilgilenmeyen, kendine ait hikayesi olmayan, olsa da ısmarlama sahnelerle sakil kalan karaktere sadece “razıyım” diyor diye “iyi kız” etiketini yapıştırılır yıllardır. Çünkü iyilik onun gözünde erkeğe ne kadar sadık ne kadar razı ne kadar ona dair olmasıyla ölçülür. Ah orta çağ sen nelere kadirsin. Kadını cadı diye yakan kafalar sen her yerdesin. Devam. Efsun’un Çağatay’a ben buradayım dediği sahnede anladığımız bir başka şey de şu: Efsun Yamaç’a inancını yitirmiş. Becerikli(!) senaristimizin patlatma noktası biraz zayıf kalsa da aslında Efsun’un Yamaç’a inanmaya ihtiyacı olduğunu ve artık onu yanında istediğini en son kavga sahnesinde görmüştük zaten. “Ben senin yanındaydım, sen hiç benim yanımda olmadın.” Efsun, baştan beri Yamaç’tan bir şey beklemedi. Hatta hep “Git” dedi. Yeri geldi gitmeye karar verdi. Mağrurdu. Efsun ilk kez birine Yamaç için boyun eğdi. Yamaç ölecek diye nefessiz kaldığı an Cengiz’e boynunu büktü ve onun boynuna halkayı geçirmesine izin verdi. Sonra ne oldu? O Cengiz’i gören Yamaç, hiç olmadığı halde, ben varken Çağatay vardı dedi. Efsun ne yaptı sözde rakibesinin çocuğunu kurtarmaya çalıştı. Ardından odasında gözyaşlarına boğuldu. Tek başına. Öğrendik ki Efsun hamile. Yamaç’a söylemekten o an vazgeçti o tahlili yırtarak. Çünkü Efsun bu. Efsun bir adamı bebeği kullanarak kendisine bağlamaya çalışacak bir kadın değil ki. Sonra babaannesinin ölümü. Ki bu konuda kızgınım hala. Ne olursa olsun öldürtmemeliydi senarist Efsun’a babannesini. Ama oldu olan. Bundan sonraki kısımda anlıyoruz ki Yamaç’a hiç gel demeyen, sana ihtiyacım var cümlesini kurmayan Efsun’un Yamaç’a, onun onu sarıp sarmalamasına ihtiyacı var. Nasıl olmasın ki? Biz buradan kahrolduk hayatta leş de olsa bir ailesi kalmayan Efsun’un yalnızlığına. Arık Böke’ye selam: Büyük aşk helal olsun.  Evet o aşk için feda ettikleri o kadar çok ki Efsun’un. Peki Yamaç. Çukur için feda etmekten Efsun’un feda ettiklerine kör olan Yamaç. Ne kadar farkında aşık olduğu Efsun’un ona ne kadar ihtiyacı olduğunun? Senarist Efsun’a büyük bir aşk yazıyor. Her şey bir tarafa. Efsun bu hikâyenin yananı. Yandıkça yalnızlaşanı. Ama artık yalnız olmak istemiyor. Bu o kadar belli ki. Yaralarını açtığı adam, ona onu sevdiğini söyleyen adamın artık davranışlarıyla yanında olmasını istiyor Efsun. Belki bebeği için bu kadar savunmasızca istiyor bunu. Belki babasından sonra ilk kez birinin göğsüne saklanmak istiyor onca olandan sonra. Görmek istiyor Yamaç’ı. Artık Yamaç’ı başkasıyla değil hemen yanı başında istiyor.  Çünkü Çağatay Erdenet ne der: Efsun’un sözleri değil davranışları önemli. Tam da bu nedenle Efsun Yamaç’a onu sevdiğini söylemeden bizi kocaman aşkına inandırmadı mı? Yamaç’ın ona bas bas bağıran suçlamaları, hep gidişi, başkasından olan bebeği, Yamaç için öldürdüğü babaannesi, Yamaç’ın ona ve bebeğine silah çeken abisi, aralarındaki baba kördüğümü, Yamaç’ın ailesi, Yamaç’ın ölümlerden dönüşleri, Yamaç’ın Çukur’u, Yamaç’ın tercihleri ve Yamaç’ın gelmeyişleri. Baş analizcimiz fütürist Yamaç Koçovalı’nın da dediği gibi büyük kavga geliyor. Okuyor mu bilmiyorum senarist. Ama o kavga olursa Efsun eteğindeki tüm taşları döksün rica ederim. Her birinin üzerinden kalın kalın geçerek mesela hayat kurtarmalarını anlatsın Efsun, Yamaç’ın kafasına bardaklar fırlatarak onun yüzünden yaşadığı acıyı bağırsın suratına, yorulduğunu, taşımak zorunda kaldıklarının ondan aldığı gülümsemeyi hatırlatsın. Yamaç da bir kez Efsun konusunda o kafasını çalıştırsın. Devam. Çağatay ile yakınlaşmayı es geçiyorum. Bana göre Efsun’un kendisini ikna etme çabasının parçası bu ama yazık ki pişman olacak olan da kendisi. Hata belki ama Efsun’u anlamaktan ve onu sahiplenmekten öteye düşemiyorum. Hayal kırıklığına uğradı Efsun çünkü. Gerçeğin duvarına tosladı. Üst üste. Aşkla sevdiği adamın imkansızlığına tosladı, o adamın hayatındaki ikinci kadına tosladı ki burada bebek için olduğunu kenarda tutuyorum, kimsesizliğine tosladı, Yamaç’ın onu bıraktığı yerde yalnızlığına tosladı. Çünkü Efsun ondan esirgenen şefkatin başkasına nasıl bonkörce verildiğine tosladı. Diz çökmek yerine hançerini çekti. O hançer en az sapladığı adam kadar kendisini de kanatacak olsa da Efsun Kent aşka başkaldırdı.    

Son demde; masal gibi, efsaneye dönüşecek bir aşkı harcayan hikâyeye bir şerh bırakıyorum. Efsun’u bırakmayacağım belki ama dedim ya ben onu yolladım İsviçre’ye. İzlediğim Efsun Kent Damla Sönmez’e emanet. Kanının son damlasına kadar onu yaşatacak biliyorum ama kırıldığımız noktayı da buraya bırakalım. Anlatı geleneğinde kadın egemenliğini bitirir ataerkil yapı. Sonra ozanlar bile kadını düşürür, tanrıça olan kadın hikayelerde bile diz çöker hale gelir. Ben Efsun’un ayaklarının dibine düşen Yamaç’ı görünce bambaşka bir aşk göreceğimi sanmıştım. Zamanı atlayan ruhuyla Efsun Kent bir tanrıçaydı. Yamaç ise o tanrıçaya aşık savaşçı. İmkansızlardı ama o ölçüde epiklerdi. Efsun’un Yamaç’ı her kurtarışı  ruhundaki tanrıçaya selamdı. Yamaç’ın her kopamayışı o aşkın büyüsündeki yansımaydı. Öyle bir yerde ıskalandı ki bu aşk. Yazık oldu. Acı olan bu. Ismarlama gibi duran sahnelerle, mantık hatalarıyla, karakterlerdeki esnemelerle tv tarihine geçecek bir hikâye yandı kül oldu. Oysa Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye ne kadar da yakışacaktı bu epik aşkın kahramanlarına can vermek. Sitem bu. Gerisi boş zaten.  

Yazıyı Figen Genç’in sesinden dinlediğim şarkıyla yazdım. Efsun ve Yamaç’a olsun..

değdi saçlarıma bahar küleği

  nazende sevgili yadıma düştü

  her erin bahtına bir güzel düşer

  sen de tek çemenim adıma düştün

  nazende sevgilim yadıma düştün…”

 

                                                                                                           UmayMasal






10 Kasım 2020 Salı

EFSUNCUM KENTCİM

 

“Aşk unutulmuş bir sanat gibi, ağırbaşlı bir çileyle öğreniliyor şimdi. Eski bir kadınsın sen, aşkı öğretmek için celladını tekrar tekrar dirilten.”- Cezmi Ersöz.

 

Yutkunuyorum. Sakinim. Sakinim. Hayır sakin değilim. Baklavalardan sekmem lazım. Odağımı kondurmam gereken noktam tam olarak Efsun Kent. Bu bölüm ötesi yok. İki yüzlülükte sınır tanımayan Koçovalı ailesi zerre umurumda değil. Yani bana ne oğlunun acısı uzasın kafasındaki Sultan’ın suçlu olmadığına inanınca oğluna haber yollamasından. Veya bir kadının kafasına silah dayayan güya abiden. Hamile olmasa o tetiği çekmekten tereddütü olmayacak olması da beni ilgilendirmiyor. Üstelik neden dediğinde karşısındaki kadın babamı öldürdünüz demesine rağmen. Offf tabi ya bu hikâyede sadece ve sadece Koçovali iki yüzlülüğü intikam alır, alabilir. Çünkü iyilik dediğin silah kaçakçılığı yaparken mahallendeki amcaya iki kilo elma filan almaktır. Takılma geç. Dahası mı? Olmaz mı? Mesela iki yüzlülük nerede başlar nerede biter? Bunu düşünmek lazım. İki yüzlülük kurguda tam anlamıyla kalemini satmakla başlar. Hani derler ya simit sat kalemini satma. İşte o noktadır iki yüzlülük. Satarsın veya satmazsın. Örnekle açıklayayım: Birkaç hafta önce yazarsın bir bölüm. Kadınlara yönelik şiddeti alabildiğine eleştirirsin. Hani o senin baş karakterin var ya hah işte o halay başıdır o bölümde. Aslandır, kaplandır. Harikadır. Duyar yerine ulaşır. Sonra iki hafta geçer aynı karakter kadının rahmini bahçesinin salatalık yetiştirilen toprağına benzetir. O kadınların kimliği, varlığı, duyguları filan hiçtir. Dert babasının istediği tohumdur ve ekilmiştir. Tutmuştur. Kutlanmalıdır. Sahi o kadınlar kimdir? Mesela suç evreni diyerek anlatılan yapıda hayat kurtarmak için ölümler görmüş, daha biraz önce bizzat canımız karakterimizin abisi tarafından tehdit edilmiş, kırılmış, korkmuş, üstelik kendi kapısının önü çok temizmiş gibi her fırsatta karakterimiz tarafından hunharca suçlanmış kızımız biri. Diğeri de ailesi olmayan, hala yaşayan bebek sayesinde sevgi uman başka kızımız. İkisi de olduğu yerde mutsuz, kırgın, ikisi de ama haklı ama haksız sebeplerle aldatıldı sanan kadınlar. Peki bizim esas oğlanın derdi ne? Salatalıkları.  Pardon ama unutmuşum  bir çizgi var. Erkek egemen bir toplumda güçlü kadını ezmeye çalışmak ne kadar reva ise ezik, zavallı kadını koruyup kollamak da o kadar erkekçe bir meziyet. Hani diyoruz ya. Aşıksın madem neden Efsun’a bu kadar sertken, sevmediğin kadına aynı oranda şefkatlisin. Denklem basit. Efsun Kent ama güçlü kadın. Efsun Kent ama eyvallahı olmayan kadın. Ezilmeli. Mesela sadece eskiden beri tanığı bir adamla sadece konuştu diye azarlanmalı hem de ikinci defa. Neden? Çünkü gerçek hayatta da güçlü kadın alerjisi var bu erkek milletinin. Kurgu da olsa konuşturulmasın, bağırılsın aman ezik olanla empati kurulsun, o sevilsin, okşansın. Ey kadınlar kadınlarımız razı olun. Hep razı olun ki erkeğiniz sizi istesin. Bir şekilde tutunun o adamın hayatına. Çünkü varlığınızı ona bağlamanız lazım ki hayatta anlamınız olsun. Derdiniz bu değilse bile verdiğiniz mesaj aynen bu sayın senarist bil istedim. Bunun lügatteki karşılığını ise size bırakıyorum. Oturun düşünün.

Efsuncum Kentcim. Sen benim için artık bu evrenden bağımsızsın. Bundan sonraki süreçte sana ne yapacaklar bilmiyorum. Ama benim kafamdaki hikâyede sen eski zaman hikayelerinden fırlamış varlığınla, bebeğine kendince sahip çıkıyorsun. Çoktan o evi terk ettin. Bebeğinin babasına bir not yazdın. Sorumluluğun sende olduğunu ve bu rezalete daha fazla katlanamayacağını söyledin. Çağatay takıntısı için bir psikiyatrist telefonu da ekledin nota.  Tohumluk olarak kullanmak istediği başkası varsa diye de küçük bir ikaz notu da bıraktın. Hatta doktorun parasını merak etmemesi gerektiğini aile terapisi alacaklarsa karşılacağını da söyledin. Bir de şunu yazdın:

“Çok güzel olabilirdik seninle. Aynı masalın içinde kalabilirdik. Kendi masalımızı benim anlattıklarıma ekler kızımıza anlatmaya başlayabilirdik. Ben senin saçlarını okşardım, sen ellerimi hiç bırakmazdın mesela. Yemyeşil bir bahçede güle oynaya yaşardık. Kocaman gülümsetirdim seni. Aşkın celladı olan onca güvensizliğin akıp giderdi. Anlardın birini sevdiğinde aslında sadece sevdiğini. Aması, fakatı olmadığını. Sonra belki anlatılırdık bizde. Gerçekten aile olduğumuz için bıraktığımız gerçek izlerde. Olamadık. Hoşça kal. Ben artık seni diriltmekten vazgeçiyorum.”

Şimdi kıssadan hisse atlaya zıplaya EfYam sahnesi yorumlamaya. Hoş geriye ne kaldıysa. Cumali’nin Efsun’a doğrulttuğu silahla bırakmıştık geçen hafta. Bu hafta Efsun’a babasının ölümüyle bağlantısını sordu Cumali. Efsun Kent ise her zamanki korkusuzluğuyla bebeğini sarıp sarmaladığı elleri milim kıpırdamadan “Parayı ben verdim, ama bunu yapacaklarını bilemedim.” dedi. Sonrada nedenini söyledi. “Babamı öldürdünüz.” İdris baba da Baykal iskele babası mı? Tam bu arada Yamaç Bey yetişti. Abisine, senin kafana sıkmamamın sebebi var diyen abisine, tam da o sebebin yani zorunda kalışın Efsun için de geçerli olduğunu anlatmaya çalışarak “farkı yok” dedi. Her ne kadar Cumali’yi durduran “Hamile” sözcüğü olsa da Yamaç Efsun’un kendisinden farklı olmadığını söyledi bir kere. Cumali’ye gelince Efsun’un ve Yamaç’ın birbirlerine bakışlarından daha çok Efsun’un halinden anladı bebek kimin, orada kardeşi ile düşman diye silah çektiği kadın arasındaki duygu ne? Hepsini anladı. Sonra da Çağatay gibi hissetti kendisini. Hamile bir kadının neredeyse çocuğunu alacak olan adam. Acımazsız katil. Efsun’un ne kadar dik ve güçlü bir kadın olduğunun da bir kez daha altı kalın kalın çizildi. Dağılan Yamaç’ı yine kollarına alan Efsun’du. Sonra hesaplaştı Efyam. Kendi geçmişleriyle. Birbirlerinin babalarının ölümündeki paya rağmen durmamacasına büyüyen aşkla ne yapacaklarını konuşmaya çalıştılar. Efsun gerçeklerin sesi olurken, olmayacak ifadesinin Efsun’un ağzından dökülmesinin bile Yamaç Bey’i nefessiz bırakabildiğini gördük. Çağatay kıskançlığının artık garip bir takıntıya dönüşmesi de sahnenin diğer ayrıntısıydı. Sonra bebeğe rağmen Efsun’a kapım açık diyen ama yine karşısında dimdik ben Yamaç’ı seçtim diyen Efsun’u gördük tüm cesaretiyle. Sonrası…. Yazmak bile istemiyorum. Efsun’a güç yettirmeye çalışan bir Yamaç. Dinlemeyen, hamile olmasına rağmen karşısındaki kadına nezaket gösteremeyen, hayatının en büyük yalanlarını ona söylemiş ve bunu sadece ona ceza vermek için yapmış insanlara gösterdiği anlayışın zerresini Efsun’dan esirgeyen Yamaç. Sarılma sahnesine gelince başkası varmış diyen kadına bunu seninle konuşmama getirmesi, sadece çocuk için orta yol bulma çabası cepte dursun, zerre kafa karışıklığı sezmedik Yamaç Bey de. Öyle ki o hala Efsun’la yürüyebilir miyim kafasında gibi. Peki onları gören, yüzünde müstehzi bir gülümseme ile giden Efsun? İşte o ne yapacak öngöremem artık. Bence ilk uçakla bu rezil Çukur ve onun getirdiği her şeyden kaçsın ama kaçmayacak. Yamaç’a ağır bedel ödetecek. Çünkü Yamaç’ın celladı olabilecek tek kişi Efsun. Aşk için onu defalarca diriltecek de onun ruhunu öldürecek güçte olan Efsun. Gerisini yazmak istemiyorum. Şuruplu tatlı sevmem zaten. Orda bıraktım çıktım. Sadece bir suç dizisinde yazılan en epik karakterin bu leş duruma nasıl ve neden sokulduğunu anlamaya çalışıyorum. Ha cevaplarım var ama… Not: Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli başka bir işte yeniden partner olsun, keyifle izleyelim. Bu kadar.         

                                                                                                                        UmayMasal





7 Kasım 2020 Cumartesi

SADECE EFYAM

 

Depremler, salgınlar, hayata dair dertler arasında savrulurken kendini hikâyeye emanet etmek bazı durumlarda ruhunu sağaltabilir. Kendi hikayeni yazmak için odaklanmakta zorlanıyorsan var olan başka bir hikâyenin kahramanıyla el ele yola devam etmek de iyi gelebilir. Tam olarak o noktadan sana yazıyorum canım okur. Bütünü yine uzmanına kalsın ben Efsun ve Yamaç’lı on dakikanın peşine takılayım, dilersen sen de gel.

Yaralanmış olan yarasından tanır insanı. Yamaç gibi. Yamaç’ın Efsun’u yarasından tanıması gibi. Toplamda on dakikadan daha az olan bir sahnede yine kocaman bir hikâye yazmayı başardı EfYam. Geçen hafta Akın’dan aldığı bilgiye rağmen Efsun’un kendisi için babaannesini öldürmüş olduğuna tam ikna olamayan Yamaç bu hafta nihayet Efsun’un evine geldi ve iki aşık yüzleşti. Yamaç’ın inanmak isteyen ama sanki inanamayan hali başta beni şüphelendirdiyse de sonraki adımlarda gördük ki Yamaç Efsun’un babaannesinden sadece kendisi için vazgeçebileceğine gerçekten inanamamış. Belki de ailesi bile onun için bir şeylerden vazgeçemediği için. Efsun’un parçalanmış haline şahit olduğu andan itibaren kendi zorunda kalışının yansımasını gördü Efsun’da. Kendi acısının onu delirme noktasına nasıl getirdiğini bildiği için de Efsun’un o deliliğe yaklaşmasına izin vermedi. O noktadan sonra da net olarak inandı Yamaç Efsun’un tam olarak kendisini korumak için babaannesini öldürdüğüne.  Efsun’u kendisiyle yüzleştirmeye çabalarken bir taraftan da Efsun’la aralarında akan duyguyu da isimlendirdi Yamaç. Çokça zamandır yanlış anlamalara, üçüncü şahısların yarattığı gerilimlere kapılan çiftimiz acıda da eşitlenirken duvarlarını yıktı ve Yamaç’ın ağzından “beni seviyorsun” “seni seviyorum, çok seviyorum” cümleleri döküldü. Efsun’un bir sezon önce “diyelim ki ben seni ölmeni istemeyecek kadar çok sevdim” şeklindeki farazi ama diğer taraftan güçlü cümlesinden sonra satır arası ifadelere gizlenen EfYam bu hafta bizzat Yamaç’ın ağzından netleştirildi. Güya iki kadın arasında savrulan Yamaç’ın pek de savrulmadığı, kalbinde sadece ve sadece Efsun’un olduğu anlatıldı. Bu sahnede Yamaç’ın Efsun’u sarıp sarmalarken gözlerinden dökülen yaşlar, Efsun’u, ki bizzat Efsun ona hiç yanımda olmadın demişti, yalnız değilsin dercesine göğsüne bastırışı, onunla kurduğu dokunma bağını asla kopartmayışı “seni çok seviyorum” cümlesinin yansımasıydı. Yamaç açısından inanılmaz bir şey olmalı, kendisi için Efsun’un hayattaki tek akrabasından vazgeçmesi. Burada parantez. Senaristimiz elindeki tam anlamıyla alfa olan bu çifti çatışmadan çatışmaya sürükleyecektir. Sebep aşikâr. Öncelikle  Yamaç ve Efsun epik bir çift. Yunan tragedyalarından fırlamış gibiler. Artı masalsı bir tarafları var. Baş başa kaldıkları her an başından sonuna birbirine denk iki gücün çarpışmasını izliyoruz. Farklılıkları, aralarında duran imkansızlıklar, yaratılan güvensizlikler derken bir taraftan ölümüne birbirini yaralamaya muktedir bir yandan birbirini sağaltma becerisine sahip ruh eşlerini izliyoruz aslında. Geçmişte defalarca Yamaç’ı iyileştiren Efsun’a karşılık Efsun’u iyileştiren Yamaç’ı görmemiz tam olarak bundan.

Yüzleşmeye geri dönelim. En başında kolları bağlı Efsun’un karşısında duran Yamaç’ın her ne kadar resmi gibi de dursa bu kez Efsun’un bizzat kendisinden gerçekleri duymaya kararlı olduğunu da söyleyebiliriz aslında. Diğer taraftan Efsun’un da biz izleyenler gibi günlerdir Yamaç’ı beklediğini de gördük. Efsun haklı olarak “Ben senin yanındaydım, sen benim yanımda olmadın.” diye bağırırken Yamaç’ın ona hak verişi, onu yakalamaya çalışması, Efsun’un Yamaç’ı itmesi ve Yamaç’ın elinin kanaması. Buraya kadar ciddi bir hesaplaşma aslında. Peki bundan sonrasında Yamaç’ın başta Efsun’un yüzünü ve elini bile kana bulayacak kadar kanayan o yarayı umursamadan sadece Efsun’a sarılması, Efsun’u yaşadıklarını kabullenmesi için zorlaması ve sonunda gözyaşlarıyla karşılıklı kabul. Yamaç’ın sevdiği tek kadının Efsun olduğunu kabullenmesi, Efsun’un babaannesini Yamaç ve bebeği için öldürmek zorunda olduğunu kabullenmesi. Burada Efsun’un aşkının ispata ihtiyacı kalmadığı fikrindeyim. Zaten genç kadın defalarca ispatladı kendisini. Sıra Yamaç’ta. Sanırım senaristimiz de bunun farkında ki Yamaç’a “ben de olsam aynı şeyi senin için yapardım, seni sevdiğim için, çok sevdiğim için.” dedirtti. Bu konudaki aksiyonu yakın zamanda alacağımızı umuyorum. Sahnenin devamında geçen sezonda bıraktığımız hesaplaşmanın yeniden gündeme geldiğini gördük ki Yamaç’ın Çağatay, Efsun’un Nehir kıskançlığı yeniden deşilecek dedirtti bu hatırlatma. Yalnız bu noktada gözden kaçmaması gereken bir durum var. Yamaç Efsun’a “Seni seviyorum.” dedi. Bunu söylerken bebeğin varlığından haberi bile yoktu. Bu Efsun açısından ciddi bir done. Zira Efsun gibi zeki bir kadın Yamaç’ın bu cümleyi önüne gelene kurmayacağını bilir. Nereden baksan imkânsız bir ilişkide Yamaç bunu söylemişse gerçekten hissettiğindendir. Yani senarist ne noktada güvensizlik yaratacak bilemiyorum. Sonuçta Efsun Nehir’in bebeği aldırmaya gittiğini biliyor ama Yamaç yetişti mi yetişmedi mi bilmiyor. Kaldı ki Efsun zaten en başından beri Yamaç’ın duygularına tutunmuştu. Biliyordu Nehir’i sevmediğini. Unutulmasın Yamaç bu kadına kalmak isterken gitmek zorunda oluşunun canını yaktığını söyledi daha önce. Gelelim Yamaç cephesine. Yamaç Efsun’un kendisini seçebileceğine asla ihtimal vermedi. Erdenetler başta Çağatay olmak üzere Efsun’a yaklaştıkça da bu uğruna şehir alınacak kadına verecek mahallesi bile olmadığını düşünüp Efsun’u suçladı. Ama bu hafta anladı ki Efsun tüm o listelere, önceliklere, ihtimallere inat ne şehir ne de mahalle için sadece Yamaç yaşasın diye kendisini hayat boyu sürecek bir acıya hapsetti. Yamaç karşılıksız fedakarlıklarını ailesi uğruna sırtına yük edinirken Efsun’un sadece kendisi için yüklendikleriyle karşılaştı. Bu noktadan sonra Yamaç Efsun’a, Efsun’un sevgisine güvenmeyip ne yapacak? Son turda öğrendiği bebek gerçeği ise tüm bu sarmala eklenen önemli bir ayrıntı. Bazı seçenekler okuyorum. Yamaç kimi seçecek diye? Bence geldiğimiz noktada Yamaç için sadece  Efsun ve Çukur arasında bir tercih söz konusu olur. Yoksa x’ler y’ler geçer gider. Manasızdır. Eğer manalı hale getirilmeye çalışılırsa zaten o noktada baya sulu sepken hale gelmiş olan durum daha beter bir hal alır. Ki az buçuk kurguyu bilen biri olarak bir yazarın kendi hikayesine ve karakterine bu kadar ihanet etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum bundan sonra Yamaç sadece Efsun ve Çukur arasında kalabilir ki ben Efsun ve Yamaç zekâsı birleşirse bu arada kalmışlığı çözebilir diyorum. Burada bir parantez daha. Efsun Çağatay’a gidecek mi?  Efsun Erdenetleri sevmiyor. Çünkü onlar için sınır olmadığını bilecek kadar tanıyor hepsini. Sevgiler, zaaflar, ait oluşlar onların kitabında yok. Bu nedenle Efsun tek koşulda Çağatay’a gider bence. İçerde olmak için. Yamaç ikna olursa sadece Yamaç için. Hep söylüyorum kimyası ve aurası ile gerçekten inanılmaz bir çift Efsun ve Yamaç. Ekranda ışıldıyorlar. Çevremde genel olarak hikâyeyi izlemese bir bu çifti izleyen çok kişi var. Senarist bey kusura bakmasın.  Bir de hikâyeyi seven onun içinde Yamaç’ın kalemi olan kadının Efsun olduğunu düşünen de var. Bunda kuşkusuz  Efyam büyüsünün etkisi çok. Ama burada unutulmaması gereken bir başka şey daha var. Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli uyumu. Bu hafta yaklaşık on dakikalık bir sahnede öyle devleştiler, öyle paslaştılar ki… Duygudan duyguya sürükledikleri izleyici eminim gözlerini ekrandan ayıramadı. Işıldadılar. En güzel tarafları da hem dibine kadar dramatik hem de alabildiğine komik olabilme becerileri. Artı hem bu kadar cool hem de sevimli olabilmeleri de sanırım eşsizliklerine eşsizlik katıyor. Ne denir?  Bir gün bir yerde sadece ikisi üzerine kurulu bir hikâyeye… Gönderdik dileği belki biri tutar. Bir de planı bu değil biliyorum ama unutulmaz sonlar illa kötü olacak diye bir kaide yoktur. Bence mutlu ama unutulmaz son yazabilmektedir iş. Efsun ve Yamaç’a oradan bir mutlu son, beraber lütfen. Kızlarıyla. Olamaz mı olabilir.

Son demde Yamaç’ın Efsun’un hamile olduğunu öğrendiği sahne pek çok açıdan önemliydi. Birincisi Yamaç sevdiği kadından olan çocuğu onca imkansızlığa rağmen çok istedi. İki Efsun “eğer istemez…” diye başladığı cümle ağzına tıkılsa da eminim “eğer istemezsen sorumluluk almak zorunda değilsin” diyecekti ki daha biraz önce onu sevdiğini itiraf etmiş bir adama bile seçenek sunabilen gücü ortadaydı. Üç Yamaç baştan beri Efsun’u sakladı. Ailesinden, herkesten. Sanırım Efyamcılardan birinin benzetmesiydi. İstiridyenin içindeki inci gibi sakladı. Şimdi iki incisi var. Ama bu inciler herkesten daha fazla tehlikede. Cuma Ali  duracak ama Çağatay, Cengiz, Sultan diye uzar gider liste. Bir de umarım töre dizisine dönüp saçma sapan düşmanın kızı ve çocuğunu istemeyiz, biz ötekini isteriz diye bir saçmalık izlemeyiz ve Yamaç da o topa girmez. Çünkü Yamaç’ın ruhuna aykırı bu durum.

Pazartesi ola hayrola…

                                                                                                      UmayMasal