“Ne ikna edici bir intihar biçimidir; şimdi seninle göz göze gelmek...
Sigmund Freud”
Başkasına aşık olmak, kendini
onun iradesine teslim etmek ve ona karşı heyecan duymak tehlikelidir. Günümüzde hızla artan şekilde ilişkilere
girmek kuşkusuz çok daha güvenli ve
rahat olmalı. Oysa önemli bir kişiden önemli bir şeyin tutkusunu yüklenmek ,
duygusal yaşantının merkezinde yer alan hayati bir tehlikedir. Bunu Mitchell
şöyle açıklar: “ Sizi gerçek bir kişiyi arzuluyorsam , yalnızca cinsel değil
romantik bir yaklaşımın da peşinde isem , başım ciddi derecede belada
olabilir. Nitekim bu büyük beladan kaçış
yoktur. ... Sizin beni istemenizi istiyorum. Sizin beni sevmeniz, beni çekici
bulmanız ve heyecan verici bulmanız. Böyle olmasını ne kadar istersem
isteyeyim, gerçekleştiremem. Çünkü olur da gerçekleştirirsem , istediğim bu
olmaz. Beni istemeni istiyorum. Seni beni istemen için zorlar ya da kandırırsam
bu sayılmaz.”
Evet sayılmaz. Yukarıdaki aşk
tanımında saklı iki adam ve bir kadın var. Kurgu evreninin kurallarına inat
Türk dizi tarihinin imkansız çifti olmaya yol alan Hazan ve Yağız , tabiki
ortalarında hala duran Sinan. Sayılmayan , zorlayan, intikam almaya çalışan
Sinan’ın öncesinde hissettiğini varsaydığı duyguların aşk olmadığının kanıtı bu
sözcük: Kandırmak. Yazanı , karakteri doldurmaya çalışanı bu ifadeden haberdar
mıdır bilmiyorum. Olsa tutup dün gece izlerken kanımı beynime çıkaran o sahneyi
yazarlar mıydı, bilmiyorum. Ancak Sinan sadece Hazan açısından değil kurgu
açısından da bir kandırmaca olduğunu gösterdi bölüm boyunca. Çoktan miadını
dolduran bir kapışmanın ortasında yaptıklarının bedelini ödemekten uzak,
görselin gücünü arkasına almış bir kandırmacayla aşk olmaya en layık hikayenin
altını boşaltmaktan başka hiçbir vasfı olmaksızın bağırdı durdu. Onca senenin
emeğine, aşktan vazgeçişine, hayat kurtarışına cevaben sadece bencilce üstlenip
ilk fırsatta ortaya dökeceği sırla Hazan’ı tehdit ederken hala televizyon
ekranında hikaye üretemeyince kadına şiddetle süre çalmaya çalışanlara ek
görseller ekledi hafızalarımıza. Saldırganca tüm motivasyonu terk ederim
edilmem olan sözde kötümüz gösterişli ama o kadar boş argümanlarıyla hem
kadınının kadınlık gururunu elinden alırken hem de kardeşlik nedir kavramına
selam çaktı bölüm boyu. Üstlendiği evlatlık yalanını kendi lehine kullanırken
süreç içinde Yağız’dan nasıl vazgeçtiğini babasıyla konuşmalarında da açık
etti. Onun derdi baştan beri parlak, çalışkan ve tuttuğunu koparan ağabeyiydi. İspatladı.
Elinde kanıt yokken bile içten içe bildiği ilgiydi zaten onu Hazan’a çeken. Sevmenin
Sinan’ın bildiği bir şey olmadığını da gördük.
Yağız, Mitchell’in dediği gibi
sevdiğini sevmesi için zorlamayan, inadına sevmeye devam eden, sevmesini
isteyen , kandırmayan bir adam olduğunu yine gösterdi. Yağız kandırmıyor. Yağız
Hazan’a bakarken tam da bu yüzden kendi olmaktan çıkıyor. O saçmalığın
daniskası haline gelen yüzüğe rağmen Hazan’a artık başkasına ait gibi değil de
kendine ait bakıyor. İstediği ama olsun diye zorlamadığı aşk olduğundan beri,
Hazan ona aşkla bakmaya başladığından beri Yağız eski Yağız değil. Ancak bir taraftan
da sahip çıkmadığını düşündüğümüz aşkı, bir taraftan bir türlü Hazan’ın elini
tutmaması üzerine kızgınlık duyduğumuz Yağız aslında nasıl bir adamdı? Hazan’dan
uzak durabilir miydi? Hazan’a bakmadan durabilir miydi? Geçen haftaki bölümü
yok sayarak burdan devam ediyorum. Bana kalsa aşkın en imkansız ve gerilimli
halinde olan Yağız’ın bakışlarındaki aşk, Ağva’daki hali olan kıskançlık ve
koruma içgüdüsü tamam ama o sukunet tamam değil. Bu sakinliği karşısındaki
kadına dair güvene versem de sanki ara ara kontrolden çıktığını görmek de gerekiyor.
Hazan’a temas etmek istediğini ona yakın olmaktan kaçamadığını hissetmek
gerekiyor. Sevgili değilken daha sevgili olan YağHaz’ı sevgiliyken en azından
acı paylaşmak için birlikte görmek gerekiyor. Dokunmak istiyorum ama
dokunamıyorum demek bu denli zor mu? Seviyorum ama bekliyorum demek bu kadar mı
imkansız? Kelimeleri babasına tükendi Yağız’ın Hazan’a değil. Kendi baharı olan
Sonbahar Kıza bakarken yeşeren gözlerinden sevda akarken neden Hazan’a uzun
uzun bakamıyor Yağız? Aynı çatı altında iki kelime olsun konuşup yanındayım
diyemiyor iki aşıktan biri diğerine. Ayrılık sevdaya dair çünkü ayrılanlar hala
sevgili... Biliyoruz ancak kavuşmadan ayrılığa mahkum edilen Yağız ve Hazan’ın
kelimelerini de ellerinden almanıza içerliyoruz.
Kovanım yağma olsun... Hazan
içine girdiği kovandan-yalıdan- çıkmaya bile çalışmıyor artık. Kendi annesinin
kilidini asarak odaya kapattığı Rapunzel’imiz prensini sessizce beklerken aşk
ve ısdırabın coğrafyasında cadıların sırları, cinayetleri, kötü adamların
tacizleriyle uğraşıyor. İdealindeki erkeğin hayallerden değil gerçeklerden
oluştuğunu, bir zamanlar sevdi sandığı hayalin hayal bile değil koca bir
egosantrizm içeren kabus olduğuna ayılmış esaretinin bitişini bekliyor. Hazan’ın
prangası o yüzük. Prangayı takan ise annesi. Hazan için annesi her adımda
silikleşiyor. Yağız’ın babasıyla tükettiklerine ek Hazan da annesiyle
duygularını, anne-kızlık bağını tüketiyor. Hazan’ın dünyası aşkın savuruculuğu
ile darma duman olurken tüm coşkusuyla da gözlerinde devriye bekliyor aslında. Yağız’a
her baktığında onu her gördüğünde boğazına oturan yumru koşmak isteyip
gidemeyen, konuşmak isteyip konuşturulmayan her esir gibi özgürlüğüne bakar
gibi devriye geziyor gözlerinde. Çünkü gerçek aşk her şeyin feda edilmesi
tehditini içinde taşır. Mevcut varoluşları hızla tüketerek kendi varoluşunu
yaratır. Kurguya ters tüm entrikalara rağmen görmek istediğini gören göz olan
bizimki Hazan’a bakarken bunları görüyor demek ki.
Son olarak baştan beri aynalara
bakan ama aşklarının karşılığının olduğunu anlayınca aynaları bırakan YağHaz’ın
“Kalp ve Göz” hikayesine. Aşk sevdiklerimizin
yüzüne tuttuğumuz bir ayna olabilir. Ama Romantik aşkta aynayı sık sık
sevdiğimizin yüzüne değil kendi yüzümüze tutarız. Yağız da Hazan da aynaya bakarken aşık oldukları insanları
görmek için kendi gözlerine bakıyordu. Çünkü onu görebilecekleri tek yasaksız
yer kendi gözleriydi. Karşılık alma umudu olmayan sevdalarında ne zaman tüm
olmazlara inat o karşılığı gördüler artık aynaya ihtiyaçları kalmadı. Çünkü artık
ayna karşılarındaydı. Ağır başlı, unutulmayan bir sanat gibi aşk ağır ağır
çileyle öğretiyor kendisini.
Hikayenin gidişine göre sezon
finaline, reytinglere göre finale giderken tüm bilinmezlerin ortasında kurgu
kuralları alt üst olmuşken, bazı karakterler ömrünü bitirmiş hala top
koştururken Aytmatov’un “Hiç mi aşk acısı çektiren yok aramızda” sözüne inat
Yağız ve Hazan’ın acısına tüm hayal evrenine rağmen oyuncuların bedenlerinde
ruh bulmuş gerçekliğnde eşlik edip acı çekiyoruz. Cellat olmayı seçmiş
kadınların elinde iki aşığın ruhuna ruhuna batan hançerler en ufak
nefeslenmemize izin vermiyor. Oysa ne güzel şeysiniz siz Yağız Hazan. Senden
nefret ediyorumdan , seni seviyorum ama sana neye gelen , sonra ise seni
seviyorumu bir türlü aşık olduğuna söyleyemeyen YağHaz siz ne güzel şeysiniz. Tüm
bunları aşabileceğimizi göster demesini umduğumuz esas kızımıza, birbirimizin hiçbir şeyi olmayacaktık ama her
şeyi olduk diye cevap vermesini umduğumuz esas oğlanımıza kadar siz ne güzel
şeydiniz Yağhaz... Harcandınız : ( dilerim dönersiniz hiç olmadığı kadar özgün
hiç olmadığı kadar aşkla ve birlikte.
Aynen.. :)
YanıtlaSil