19 Mayıs 2018 Cumartesi

Kışın Çocuğu (Yağız) –YağHaz

“Seni öpmek gökyüzünü öpmek gibi mavi, yeşil bir şeydi
Seni öpmek nefes gibiydi, yüzyıllık bir yalnızlığın uykusundan uyanmak gibi.”
Söz uçar yazı kalır. Aşk uçar ,acı kalır. Aşkı yırtarak kurtaramazsınız kendinizi ortasında bıraktığı acıdan, mektubu yırtarak kurtarırsınız. Aşk acı gibi, mektup kılığında çok gitti geldi aramızda. Bakış oldu o mektup, zarflandı, pulu yapıştı. Gitti geldi. Söz olmadı. Mektup kalmayınca acıdan da aşktan da kurtulurum sandım.  Çünkü aşkın acısı paylaşılmıyor. En iyisi kendi kendine yaşamak, ıssız, sessiz, tenha, kapalı, mezar gibi. Kapatmak lazım aşkı en dibe. Kutuya koymak, gömmek, belki tabuta tıkmak , üstünü toprakla kapatmak gerek. Bağırmasın içinizde, sussun; acıtsa da duymamak lazım sesini. Zamanı lime lime etmek lazım. Paylaşılan zamanı, her bir parçasını başka kuytuya saklamak lazım. Gitmek belki o acıdan , o aşktan gitmek lazım. Kaçmak lazım, üstüne kapılar kilitlemek. Belki bağırmak lazım içten içten “günlere bakarsın katı katı, üzerine çekersin perde...” perdelemek lazım. Görmesinler, duymasınlar, bilmesinler. Üşümek lazım, donmak. Tabuta tıktığın o sevdanın yaslı kışında donmak lazım. Donsun ki acı azalsın. Soğusun. Varsın hayat donsun, varsın yaşam kalmasın, acı soğusun. Acı buz kessin, hissedilmesin. Hissedilmesin yeter ki, sussun. Gözlerimdeki gözlerin sussun. Yaşayamadığım sen sussun. Her şey ama her şey buz tutsun. Yok olmasın ama koca bir kışın, ömürlük kışın altında uyusun.
Kaçamadım, susamadım. Seni buldum, başka yollara, başka kıtalara saklanmak istedim, saklanamadım. Beni buldun. Biz’i buldun. Gömdüğüm ne varsa çıkarttın, gözlerindeki sözlerle önüme koydun.
Oysa saklandığım çocukluğumla ne rahatmışım. Korkularımı bilerek, kendimi bilerek; bu kadarım diyerek ne kadar belirli ne kadar sağlam ve dengeliymişim. Büyümek ve gerçek kendiniz olmak güç ister demiş, Cummings. Benden büyümem istendiğinde ben güçlü müydüm ki? Bana git dendiğinde içimdeki çocuğun dikenleri kirpi gibi saplandı kalbime. Ben sökemedim ki o dikenleri içimden. Annem oldu o dikenler korktuğum gecelerde , babam oldu battı. Derine, derine battı. Dağladı beni. Acıya alıştırdı, sevgisizliğe alıştırdı. Alıştım ben. Uzaklaştırılmaya alıştım, beklenenleri yapmaya alıştım. Alıştım ben. Şimdi durdum bakıyorum. Hayattaki tek derdi ailesinin parçası olmaya çalışmak olan bana bakıyorum aynada. Kibir maskesinin arkasına saklanan, yalnızlığın kıskacında solumaya çalışan bana bakıyorum. Ipıssız bir adaya dönen ruhuma bakıyorum. Nefesimi kesen korktukça yalnızlıktan sarıldığım kibrime bakıyorum. Nefes, nefes, nefes. Ne zamandır almıyorum ben o nefesi? 12 yaşından beri mi? Yalnızlığın dört duvarıyla çevrelendiğimden beri mi? Kardeş rekabetinin orta yerinde sahiplenici rolünü giydiğimden beri mi? Kendim olmama kendimi bulmama izin verilmediğinden beri mi? Hayat aile, aile hayat çizgisinde zorunda kalarak tutulduğumdan beri mi? İstediğimi yap, sahip çık, ağabeysin sen, Yağız’sın sen, yap. Çözmen gerekeni çöz, anlaman gerekeni anla, yapman gerekeni yap, hissetmen gerekeni hisset. Hisset. Ama gerekeni hisset fazlasına yer yok. Kaç ,daha uzağa kaç. Açma sakın kendini, duvarlarını ör içeri alma. Acılar güç verir acını çek. Gözlerim buzlu bir camın arkasından bakıyordu benim. İçimi soğutmuştum ben.  Duygu yok. Duygu iletişim getirir çünkü, yakınlık kurdurtur, hatta aşık eder. Hatta Aşık eder. Etti. Etti engel olamadım. Sana aşık etti, durduramadım. Direndim. Olmadı.
Seni ilk gördüğümde hangi yalanın parçası olarak karşıma geldiğini bilmeden nefret ettim senden. O yalanın en seven sandığımın ağzından çıktığını bilmeden nefret ettim. Nefretin bir duygu olduğunu hesaplamadan yüzüme açtığın yaraya öfke  duydum. Seni buldum, annemi kaybettim. Paralellik mi? Anneme karşılık sen mi? O gece sana gelmem miydi cezam, annemin kaybında hayat bulan yoksa sen benim yaşayacağım tüm kayıplara karşılık sığınacak bahar mıydın? Bilmedim. Düşünmedim. Bana düşman gibi bakan gözlerinden alamadım gözlerimi sonra. Milan Kundera haklıymış, nefret bizi düşmanlarımıza çok sıkı bağlayarak hapsediyormuş. Ben senin gözlerindeki karanlığa hapsoldukça kılıç gibi kestin nefretimi. Nefretim seni tanıdıkça sevgiye dönüştü. Sevgi nefretle başlıyormuş öğrendim. Sevgiyi önceleyen , neyi istemediğimizi , neyin dışına çıkmak istemediğimizi bilmemizmiş. Nefret keşfetme duygusunu ortaya çıkarıyormuş. Onun dışına çıkmayı kolaylaştırıyormuş. Keşfettim seni.  Bildim. Ben seni bildim. Bildikçe sana tutuldum. Tutuldukça pişman oldum. Pişman oldukça tutuldum. Öğrendiklerimi aldın elimden. Almana izin vermemek için sımsıkı tuttum onları. Bir bakışla ruhumdaki kış yarını bahara döndürmene kapılmamak için kovaladım seni kendimden. Gözlerine değil sözlerine inandım. Yaralarımızın ortaklığından tanıdığım ruhuna değil , küçük kız çocuğu hayallerine inandım. Ruhum yıprandı, duygularım yıprandı, bu günbegün insanı öldürebilecek bir histi. Karanlık. Bıraktım sarsın etrafımı. İzin verdim. İrademle en derine gömdüm seni. Bir mezar kazdım. Annemin yanına. Kalbimin ortasına. Gömdüm seni. Üstüne yazdım bir kar tanesi kayıp gidecek, eriyip yitecek. Susacak içimdeki ses, susacak mektup gibi söze dökülmeden akan gözler. Kapattım gözümü. Sustum. İrade meselesiydi. Özgür irade mi özgürlük mü? Tercih mi zorunluluk mu? İçimdeki sonsuz koşullar zincirine bağlı iradem. Kardeşliğe , babalığa , aileye dayanan iradem. Bana ve yine bana dayanan iradem. Beni eylemsizleştiren iradem. Gömdüm seni. Sevdamı gömdüm. Ta ki biri seni gerçekten o mezara gömene dek. Ben o mezarda seni çıkartırken tırnaklarımla kazıyarak, arkamı kollamadan, hayatı yok sayarak, aslında kalbime gömdüğüm mezardan da çıkarmışım seni. Sevdam senin bedeninde gün yüzüne çıkmış ve ben buna kocaman gülümsemişim aslında. Hayatta olmana, benimle olmana, benim için olmana kaybettirecek olduğu onca şeye rağmen ıssızlığımdan beni kurtaran sana kavuşmaktı beni gülümseten. Sen benim yetim çocukluğumun oyun arkadaşı, sen benim ölümlere dayandığım omzum, vicdanım, imkansızım, bana rağmen aşkım... Keşke dediğim pişmanlığım, iyiki dediğim sığınağım. Kara sevdam, aşkım. Suskunluğum.
Şimdi senin de beni sevdiğini biliyorum. Aramızda duran sırlara rağmen , engellere rağmen seni çok sevdiğimi ve bundan vazgeçemeyeceğimi biliyorum. Öyle sevdim ki seni. Her ilmeği boynuma geçe geçe, öyle bile bile sevdim ki seni ,senin beni sevme ihtimaline tutunmadan; şimdi sen beni seviyorken kaçar mıyım? Senden başkasının kalmadığını göremeyecek kadar kör ve sağır mıyım? Sadece...
Her şeyin bir zamanı var. Seni seviyorum demenin bile bir zamanı var. Şimdi sen o güzel gözlerinle bana bakıp “zaman sessiz bir testeredir” diyorsun biliyorum. Ağır ağır kesecek bizi. Hayır. İzin vermem. Bak Milena’m seni kaybetmekten öye korkuyorum ki, belirsizliğin verdiği o hazza tutunamıyorum artık. Sana, her detaya tutunup parçaları topluyorum.  Seni öptüğümde aldığım hayat nefesi olmadan yaşamam mümkün mü sanıyorsun artık? Sen beni öptüğünde tüm imkansızlığına rağmen uyandığım sevdanın karşılıklı olduğu masala veda eder miyim sanıyorsun? Tökezleyeceğim elbet, savruluyorum, susuyorum. Ben yaşamayı bilmiyorum ki aşkı. Yaşamamam için yapılacakları biliyorum. Seni kazanmak istiyorum. En çok seni seviyorum. Benim kalbim benim acım değil artık, hayata dönmüş ve varolmuş bir bizlik var. Biz. Sadece biz. Sağaltacağın öperek iyi edeceğin yaralarım var, sarılıp kanamasın diye kapatmak istediğim yaraların var. İçimde kalmana, bende kalmana, masumluğunun gerçekler karşısındaki ayakta duruşuna ihtiyacım var. Sana muhtacım. En baştan beri bana koşan ellerine, en baştan beri sana koşan ellerimi tutmana ihtiyacım var. Artık dayanmak ne zor biliyor musun? Sana başkasının parmaklarının dokunmasına katlanmak ne zor? Kalbinin bana ait olduğunu bile bile o prangaya bakmak ne zor? Senden başkası kalmazken, inandığım, öğrendiğim her şey çözülürken mezarda fısıldadığım, mezardan çıkardığım aşkım, sen dile düşerken sabretmek ne zor? Bekliyorum. Elini tutacağım, prangadan seni kurtaracağım anı bekliyorum. İçime içime bağırsam da ben seni çok seviyorum. Varsın dudaklarımı mühürlesinler ben sana gözlerimle koşuyorum. Varsın haketmeyen kabuslar araya girsin tüm düşmanlığıyla, ben burdayım. Elini tutacağım anı bekliyorum. En acı anlarda bile sana gülümsemeyi başaran ruhumla sana hazırlanıyorum. Çoktan parçam olduğunu bile bile sana koşuyorum. Arkamda deli rüzgar. Tamamlanacağımız güne şafak sayıyorum.
Yağız’a sor dediniz. Sordum. Hazan ne ki senin için? Hazan’a neden koşmuyorsun? Onu da kesmedim. Bıraktım konuşsun gönlünce. Araya da girmedim, bölmedim. En son sadece bunları Hazan’a söyle oldu mu dedim.
Bence Yağız...
UmayMasal

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder