30 Nisan 2021 Cuma

Daha Önce Kimseyi Sevmemiş Gibi

 Zamanlar elimizden akıp gidiyor ya sakin gibi ama aslında delice o akışın neresinde durduğumuzun sorgusunda bir yerden yazıyorum sevgili okur. Yaşanması zor coğrafyanın dünyaya dair daha da zor zamanlarıyla kesişimdeyiz. İyi olmak istiyoruz ama olmak zor. Çabalıyoruz güçlü kalmak için. Sadece güçlü kalmak ki mücadele etmek için gereken şey. Bir yanda inandıklarımız bir yanda inanmakta zorlandıklarımız bir yanda akan gerçek hikayeler derken belki yeni dünya düzenlerinde yüzmeyi öğreniyoruz kim bilir?  Neyse sizlerle buluşma sebebimiz olan aşk hikayesi Efsun ve Yamaç’ın masalının bu haftaki bölümünden devam edelim. Hadi takıl kalemin peşine belki kendinden bir şeyler bulursun.

Bu hafta kısıtlı zamanlarda üstelik diyalogsuzlukla da sınandığımız için sanırım biraz benim hayal gücümün insafına kaldın EfYam sever canım okur. Ne yapalım bu hikâye böyle. Postmodern romanlar gibi araları okurun tamamlaması gerekiyor. Teknik olarak tabi o tip bir romanla alakasız ama bizim senaristimiz artık nitelikli yazmayı bırakın yazmaya toptan üşendiği için elimizdeki verilerden ve oluşan karakterlerden ki çoğu zaman onların kimlikleri de hiçe sayıldı ya neyse diyerek yola çıkıp kendi hikayemizi yazıyoruz işte.

Geçtiğimiz hafta Efsun ve Damla’nın eski tarzlarına döneceklerinin sinyalini almıştık. Tam olarak da öyle oldu. Damla da Efsun da kendi tarzlarını yeniden kazandı. Efsun ikonik saçları ile arz-ı endam ederken hepimiz 3.sezon Yamaç “saçların çok güzel olmuş böyle” repliğini beklesek de bırakın bu cümleyi sahnede cümle bile kurulmayacağını, dudak okumak zorunda kalacağımızı bilemezdik tabi. Sırayla gidelim diyerek başa saralım. Akın’ın Yasmin’i hastaneye kaldırdığı ardından tüm Koçovalıların hastanede toplandığı sahnede aile kavramı ve bu kavramın altının boşluğu amca üzerinden tekrar gösterildi. Akın Yasmin’i kaybetmenin eşiğine geldiğinde aklına kendisinin de hayatını kurtaran Efsun geldi. Efsun’un kapısına gidip Yasmin’i kurtarması için ona yalvardı. Efsun ise Akın için yeniden büyülü ellerini kullandı. Burada parantez; ben Efsun’un büyülü ellerini, gözlerini ve hatta başlı başına Efsun’un kimliğini oluşturan her şeyi çok seviyorum. Tekrara düşeceğim belki ama Efsun dişil enerjinin temsilcisi şamanik bir karakter.  Bazı antilerin sürekli yazdığı Efsun’un cadıya benzetilmesine bile gülümsüyorum. Çünkü cadılık dişil enerjiden korkan erkeklerin kadınları sıkıştırmak, yakmak o gücü kullanmasını engellemek için ortaya attıkları bir yafta. Eğer dişil enerjiye sahip çıkmak, kadın olma bilincinde olmak, kendine veya istediğin birine şifa olabilmek, ayakta kalmak, güçlü durmak cadılıksa ben de cadıyım diyorum. Hepimiz cadı olabilsek keşke diyorum. Bana göre Çukur bittiğinde içindeki pek çok karakter tabi ki başta Yamaç ikonik tarzlarıyla hatırlanacak ama Yamaç’ın yanında hatırlanacak tek ve en ikonik kadın Efsun olacak. Kaldı ki bana göre Efsun sadece kadın kimliği ile değil bütünüyle Çukur evreninin en derin, özgün karakterlerinden biri. Hikâye aksını etkileyen, onun merkezine Yamaç’la oturan, seyircinin trajedisine şahit olduğu Yamaç’la beraber merakını kamçılayan tek kadın Efsun. Etkileyici, sofistike ve hep dediğimiz gibi tam anlamıyla bir Queen.  Parantezi kapatalım. Efsun’un Akın’la hastaneye girdiği sahne onun Sultan ve Koçovalı familya karşısında kurduğu üstünlüğün bir kez daha ilanı. Bu noktada Efsun’un bu üstünlüğü sağlarken halen Kent olmasını da önemsiyorum. Vakur, mağrur Queen Kent’in hala aynı güçte olup olmadığından emin olmaya çalışarak ellerine bakarken fonda çalınan müzik de onun Çukur’un annesi formatından çok Çukur’un Queen’i olduğunu gösteriyor. Efsun ile başlayan onun dişil gücünün yarattığı etkiye geçen en son Çukur’la biten müzik. Keşke müziğin adı Queen of Çukur olsa. Sanırım Toygar Bey senaristten daha net anlamış ya da anlatmayı başarmış Efsun’un Çukur’a karışmasını ve aslında Çukur’un da Efsun’a karışmasını. Burada yine parantez. Ben Çukur’un her an ihanete hazır tebaasından hiç hoşlanmıyorum. Onların Yamaç’ın kendini adayışına her seferinde ahmakça sırt dönüşünden de nefret ediyorum ama merkezde bu mahallenin olduğu anlatıda madem Çukur Yamaç’tı ve Yamaç Efsun’a karıştı ki bu kısım üçüncü sezonda çok iyi anlatıldı, biz Çukur’un da Efsun’a karışmasını izlemeliydik. Sonuçta başladığı noktaya gelen EfYam’ın işkence döneminin aslında hiçbir şeye hizmet etmediğini sadece zaman çaldığını gördüğümüz yerde bence asıl hikayelerden biri yine boşta kalan ipler gibi ucu açık kaldı. Yazık oldu. Parantezi kapat. Hastaneye girişte o hastanede neden Yamaç yoktu yine yeniden Efsun ve Yamaç neden bu kadar ayrı yazılıyor anlamıyorum. Düğümlenmiş bir aşktan bahsediyoruz. Ortak acılardan geçmiş, birbiri dışında gerçekten güveneceği kimse kalmamış, kızları olan bir çift bunlar. Yamaç üçüncü sezonda bile Efsun’a gidip sürekli anlatırken hala ve hala neden konuşmuyor bu iki insan anlamıyorum. Anlayamıyorum. Sahneleri neden geçiştiriliyor. Buraya şerh bırakıp devam ediyorum. Yamaç Emmi’yi korumaya çalışırken bizim Çukur evreninin en tuhaf karakteri maskeli beşler ile kapıştı ve sarı çizmeleri ile sonunda adamı patlattı. Bu arada yine ciddi şekilde okşandı Ninja maskeli tarafından. Buradan dönüşte Çukur ahalisine ayar verdi. Ecevit’ti galiba onun bacağa sıktı, bu arada Yamaç sen bilmiyorsun ama o Ecevit Efsun’u vermişti amcaya iyi yaptın, sonra yine Efsun’un kapısına gitti. Evet sevgili okur. Yamaç o kapıda yaralı beklerken benim de zihnimde “Ben gönlümün ayak bağını senin kapına astım da geldim.” diyerek Vurgunum çaldı. Resmi olmasa da en sağlam EfYam şarkılarından. Her ne kadar sahnede “Hiç ışık yok” çalsa da. Sahne klip tadında geçerken ben repliğe bu kadar aç bir sahnenin Meke ve Akın paralelinde şarkı fonuyla harcanmasına söyleniyordum. Hayatını adadığı, uğruna kayıplar yaşadığı mahallesinin değerlerini yitirişinin kırıklığını ruhunda taşıyan Yamaç’ın bedenindeki yaralardan çok ruhu kanarken şifayı Efsun’da bulması hatta onun huzuruna saklanmasının gösterildiği sahne böyle harcanmamalıydı. Yamaç daha önce annesi tarafından kovulduğunda da o huzura saklanmıştı. Oysa Yamaç önceleri deliliğe saklanıyordu artık yapmıyor. Efsun varken Yamaç’ın saklanacak bir evi var çünkü. Yamaç’ın evi o herkesi toplama telaşında olduğu bina değil. O çoktan dört duvardan çıkardı sığınağını. Kayboluşuyla kalbini sızlatan kadının kucağı onun sığınağı. Efsun’un elleri onun huzuru. Efsun’un göğsüne yattığında duyduğu ritim onun yaşama sebebi. Baktığında her şeyi unuttuğu gözler onun cenneti. Ama işte o ama… Neden anlatılmıyor, anlatılmak istenmiyor bu alt metin bilmiyorum hatta anlamıyorum. Yamaç’ın yaralarını temizleyip sonra öpüp sağaltmaya çalışan Efsun neden o dudak kenarını es geçiyor anlamlandıramıyorum. Yazılmıyor mu, yazılıyor ama kesiliyor mu, dert ne bu çiftle artık bilmiyorum ben. Ertesi sabah uyandıklarında minicik konuşmalarına Masal da eklenerek toplamda 1 dakika 39 saniye süren sahnenin yine kesilmesine de ne diyeceğimi bilemiyorum. Yaklaşık 140 dakika süren bir bölümde neden Yamaç’ın yaşam sebebi olan, sevgilisi Efsun ve kızı Masal neden yok sayılıp sadece 4 dakika toplam süre ile anlatılıyor ya da anlatılmıyor? Galiba son dört bölüme girerken hikâyenin genelinin girdiği çıkmazdan çıkmak için önüne geleni öldüren senaristin mutlu bir Yamaç’ı, aşık bir Yamaç’ı koyacağı bir resim yok. Öyle korkuyor ki Efsun ve Yamaç’ın büyüyen hikayesinden onlara yapmadığı kalmadığı halde birazcık huzur vermiyor. Birbirlerini sağaltmalarına, aile olmalarına, onların konuşmalarına, birbirlerini öpmelerine, sevmelerine izin vermiyor. Yamaç’ı başka türlü Çukur dramına nasıl hapsedecek değil mi? Selim’den sonra Emmi ve daha kimleri Yamaç’ın kucağında saçma bir mirasla öldüreceksin acaba?   Nedensellikleri o kadar zayıf ki her şeyin çözümlenen, altı doldurulmaya çalışılan her sahnenin aslında bizim hayalimiz olduğunu düşünüyorum artık. Devam. Yatakta Efsun ve Yamaç konuşmasında Yamaç’ın minik isyanı, Efsun ve Akın arasındaki yakınlığı hafiften sorgulayacağının işareti dokunuşlar ve Masal’ın tamamlayıcı gelişi süresi yetersiz olsa da çok sevimli bir sahne çıkarmış ortaya. Yamaç kadar bizlerin de derdi o Efsun’un erken kalkışları. Gönül ister Efsun ve Yamaç’ı kendi alanlarında ayrıca birlikte, Masal ile de ayrıca izleyelim. Ama kimin umurunda bizim gönlümüz. Hayır Efsun ve Yamaç cidden ateş gibi bir çiftken üstelik nasıl bir kurgucu bu çifte sahne yazmaz şaşkınım.  Yok ya şaşkın değilim. Biliyorum aslında. Bir süredir EfYam > Çukur. Olay bu. Bu arada Yamaç’ın kendi Çukur’unu kuracağını Efsun’un bu noktada nerede durduğunu daha önce yazdığım için tekrarlamıyorum. Yamaç'ın gitarı nerede diye de sorumu bırakıyorum.

Son demde; Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi gerçekten ikisi üzerine kurulmuş, daha uzun süreli beraber sahnelerinin olduğu bir işte ikonik bir aşkı anlatmak için bir araya getirecek bir yapımcı diliyorum. Burada ne yapımdan güldü yüzümüz ne senaryodan. Dilek fenerini uçurdum yine göğe.

Hamiş;

Kadın adama bakmış. Adam da kadına bakmış. O bakışta dünyalar varmış. Adam şaşırmış. Daha önce çok kadın görmüş adam hatta çok göz. Belki çok güzel gözler. Ama böyle bakan bir kadın böyle bakışına dünyaları sığdıran bir kadın hiç görmemişmiş. Sormuş. “Gözlerinde ne var senin, nasıl bu kadar çok şey sığıyor gözlerine senin?” Kadın gülümsemiş. Kadın gülümsediğinde kelebekler uçmuş mavi-yeşil. Adam yine şaşırmış. Kadın: “Benim gözlerime sığan onca şeyi sadece sen görüyorsun desem.” Adam gülümsemiş bu kez ama sormuş. “Nasıl?” Kadın uzanmış adamın elini tutmuş. “Ben seni nasıl görüyorsam sen de beni görüyorsun. Aramızda bir gümüş sicim var çünkü. Görünmeyen. Ben seni anlıyorum sen beni. Aramızda bize ait bir dil var çünkü. Sen benim gözlerimdeki dünyaları görüyorsun ben senin gözlerinde o dünyaları keşfetme merakını. Sen beni merak ediyorsun ben seni. Daha önce kimseyi merak etmemiş gibi, daha önce hiçbir şeyi bu kadar merak etmemiş gibi.” Anlamış adam daha önce kimseyi bu denli anlamamış gibi. Sevmiş adam. Daha önce kimseyi sevmemiş gibi.

 

                                                                                                                       UmayMasal  




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder