Hileon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hileon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2021 Cumartesi

Ruh Eşi Kimdir?

 Ruh eşi metaforu yüzyıllardır anlatı geleneğinin bir parçası. Kimi bunun sadece Yunan mitlerine ait bir olgu olduğunu söyler kimi ise mitolojik olmaktan çıkıp aslında insanın ruh yolculuğunda en büyük arayışı temsil ettiğini savunur. Peki o arayış peşine düşenler açısından ruh eşliği nasıl bir yapılanmadır?

Ruh eşi, evrende sizin eşiniz olan, yaradılış olarak sizi tamamlayan ve içinizde daha ilk karşılaşmada çarpılma hissi yaratmasıyla tanımlayabileceğiniz kişidir. Aslında ruh eşini arama yolculuğunda kişinin kendisini eksik hissetmesinden çok kendisini tanımasının ardından onu tamamlayacak o ruhu tanımlama becerisi edinmesi esastır.  Çünkü diğer yarımızı bulma yolculuğu ancak bu tanımlama ve sonrasında bulduğumuz taktirde o yol arkadaşıyla yola devam edebilme becerisi ile anlam kazanır. Kısaca yaşanan zorluklar, kayıplar, kendini anlama becerisi ve ardından ne kadar imkânsız noktadan gelirse gelsin o ruh eşi için hazır olma koşuludur çoğu zaman o tamamlanma hissi. Peki son dönem anlatı geleneğinde ruh eşi metaforuna yaslanan hangi aşklarla karşılaşıyoruz? Bizim baktığımız yerden göz atalım.

                                                               




EFYAM

“Ellerinde ne var senin, gözlerinde ne var? Efsun büyü demek değil mi?”

Efsun Kent ve Yamaç Koçovalı aşkı tam anlamıyla ruh eşi metaforuna yaslanan bir dinamik. Kişisel yolculukları da bu noktada paralel. Yamaç ailesini korumak için Efsun’un babası Baykal Kent’in ölümüne sebep oldu. Efsun Kent ise babasının ölümüne neden olan aileden intikam almak için Çukur’u yıkmak istedi ama Yamaç’ın babasının ölümüne sebep olanlardan biri olmaktan da kaçamadı. Hikâye aslında düşman olan ikilinin karşılaşması ile başladı. Daha ilk bakışta Efsun’a “Muhteşem” diyen yaralı Yamaç’ın geçirdiği onca travmadan sonra ruh eşini anında tanımlaması Yamaç’a dokunan büyülü Efsun’un düşmanını şifalandırması hikâye aksının gideceği yönü anında işaret etti adeta. Düşman aşıklar terminolojisini ruh eşi metaforuna yükleyen hikâye masallarla, yaraları sarmakla, imkansıza rağmen birbirine yürümekten vazgeçmeme haliyle devam etti. Şaşırtıcı tarafı bu epik aşkın Çukur gibi bir evrendeki tezatlığıydı. Gelinen nokta ikisi açısından trajedi olsa da  Yamaç ve Efsun açısından son aşk sadece birbiri. Yamaç’ın “imkansızdık” ifadesindeki di’li geçmiş zaman artık bu aşkın imkansızlığı tanımayacağının en büyük kanıtı. Onca acıdan sonra mutlu olmalarını istediğimiz ama nereye varacağını bilemediğimiz aşkta gitmesi gereken nokta birbirlerinden başka hiçbir şeyin kalmaması ama tabi EfYam’ın en büyük sıkıntısı Çukur gibi bir evrende var olması. Tek başına bir dizinin hikayesi olabilecek aşkın gücü öylesine belirgin ki bazı bölümlerde sahneleri olmasa dahi olan sahneleri ortalama dört dakikayı geçmese dahi sosyal medyayı sallıyorlar. Bunda kuşkusuz Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin kusursuz kimyaları ve oyunculuklarının payı büyük. İkiliyi metaforik bir aşk hikayesinde partner izlemek isteriz. Üç haftada bir dört dakika az çünkü. Bir heves kursak hikayesi var aramızda.  Belki bir gün.




YAĞHAZ

“Cesaretin var mı?”

İmkansızlıkta en derin engel kişinin kendisidir. Yağız ve Hazan paralel hikayelerinde ilk evlat olmak, kardeşe sahip çıkmak, aileye sahip çıkmak aksında kendinden vazgeçme ortaklıklarıydı aslında eş ruhun yansıması. Yağız daha deneyimli ve kendisini tanıyan birey olmanın avantajını hikâye boyunca dezavantaj gibi taşıdı boğazında. Çünkü o karşısına çıkan kızın kendindeki gücünü, tamamlayıcı etkisini çok önce anladı ve tanımladı. Ama kızın kendisini tanımlama süreci kardeşine takıldığı için hissettiği her şeyi delice bir tutkuyla kontrol mekanizmasına aktardı. Bizzat yazarı tarafından Yağız Egemen bir marka değil diye lanetlense de aslında jantilik, kadına değer verme, kararlarına saygı duyma bağlamında ciddi bir marka da oldu. Diğer taraftan annesinin kurban seçilen kızı Hazan da önce kadın olmak nedir sorunsallarında savrulurken, değer verilmek, kendisi olmak, nezaketle saygı kazanmak kavramlarının ondaki boşluklarını dolduran adama yürüme konusunda tereddütler yaşadı. En metaforik sahne olan birlikte bir mezara gömülmelerinde ise aşkın bilhassa eş ruh isen karşı konulamayacak bir şey olduğu üstelik gerekirse o yolda ölüme beraber yürünebileceği de görüldü. Kısaca hikayelerine bizzat yazarı tarafından ihanet edilse de, seyirci ile inatlaşma uğruna ertelene ertelene son bölüme getirilse de Yağız ve Hazan son sahnede olsa da mutlu bir şekilde sonsuza yolculandı. Deniz Baysal ve Çağlar Ertuğrul da eşsiz ekran kimyalarıyla bu çifti uğurladı. Bu aşkta cesaret sorunsalının sonunda aileleri gömmekle mümkün olduğu sonucuyla da bıraktılar bizi. Anneler ve babalar, kardeşler hiçleşti. Kimse kalmadı aşktan başka.


JONAENERYS

“You know nothing Jon Snow”

Ateş ve Buz’un şarkısı metaforunun bana göre yüklenicileri olan Jon Snow ve Daenerys Targeryen. Sekiz sezon süren dizinin geriye bakılınca iz bırakan kiminin aralarındaki kan bağı nedeniyle korkunç kiminin Game of Thrones evreninde olduğu için oldukça epik bulduğu sonu hüsran ruh eşi çift. Tahta doğru giderken aslında birbirlerine yaptıkları yolculukları bile başlı başına aynılık içeren, karşılaşmalarında oldukça epik bir aksla kraliçe ve kral olarak tanımlanan Ejderha binicileri Jon ve Dany. Mother of Dragon Dany’nin bebeğim, çocuklarım dediği ejderlerinden birini Jon uğruna feda ettiğinde anlamalıydık bu eş ruhluluk halinde mertebe olarak Dany’nin daha yukarıda olduğunu. Zira en sona gelindiğinde “Kraliçem” diyerek kendisinde bıçağı saplayan Jon Snow’un toplumun refahı uğruna onu kurban edebileceğini tahmin bile edemedi. Mutlu sonu olamayan bu aşk hikayesinde en ciddi merak unsuru ise ikisinin kızının tahta çıkacağı varsayımlarından hareketle gerçek bir şarkı olacak kızın niteliğiydi. Cevaplanmayan sorularla korkunç bir sezonla veda ettik ikisine. Sanırım Jon Snow’u canlandıran Kit Harington bile beklemiyormuş Jon’un bu son bıçak hamlesini ki senaryo okumalarında gözyaşlarına boğulmuş bu sahneyi okurken. Ne diyebilirim? Biz de senin duygunu ve şaşkınlığını paylaşıyoruz.


HİLEON

“Ne yazık ki bu savaşta mağlubum Hilal”

İmkânsız nerede başlar. Düşmanlık. Doğru nokta. Ama işte aşk garip bir şey. Biri vatanı işgal edilmiş bir genç kız biri o vatanı işgal eden genç adam da olsa öyle bir yerden yakalanılıyor ki ruh eşlik oltasına ne kadar çırpınsa kurtaramıyor kendisini. Hilal “Cevdet kızı” direnişçi, yazar, aktivist olarak hikayede tüm kışkırtıcılığını ortaya koyarken sakin, nazik, akılcı ve yine yazan Leon ondan etkilenmemek için çabaladı başlarda. Ama garip olan bu kaç kovala da ilk teslim olanın kalbi temsil eden Hilal’den önce akla odaklanan Leon olmasıydı. Sonrasında ise ilişkinin kalbini temsil eden Hilal’in fethedilme süreci. Metaforik aslında. Neydi? Kendisini tanımlayabilme becerisidir ruhunun eşine açılan kapı. İlk tanımlayan teslim olur. Çünkü bilir. Leon da bildiği için sonuna kadar ikna etmek için kovaladı Hilal’i. Korudu, vazgeçti, peşinden gitti, kimliğini sorguladı. Akla dair her şeyi Leon yaptı. Hilal ise başta zor teslim olsa da sonrasında asla geri adım atmadı. Kalpti çünkü.  Türk-Yunan savaşının ortasında filizlenen aşkları hırpalansa da, kayıplarla sürekli sınanmak zorunda kalsalar da, ayrılık ezberlerine dönüşse de sonunda bir şekilde birlikte kalmayı başaran Hilal ve Leon’a ilişkin tek acabam Leon’un ülkesine ihaneti olarak kalacak. Bilmiyorum bu olmadan hikaye nasıl bağlanırdı ama… Neyse mevzu aşk. Aynılık ve farklılık üzerinden oldukça ilginç bir yerden anlatılan ruh eşi Hileon o kadar sevildi ki ünleri ülke sınırlarını aştı. Kuşkusuz burada da Miray Daner ve Boran Kuzum kimyasının payı büyük oldu. 


NİHKEM

“Kuş ölür sen uçuşu hatırla”

Nihan ve Kemal. Aslında bu ikilinin ruh eşliğine eşlik eden Emir’i es geçemem sanıyorum. Kara Sevda’nın acılı çifti tam anlamıyla ruh eşi metaforu ve beraberinde halk hikayesi aksı barındırıyordu. Güçlü yazılan bir aşktı. Sonunu sevmesem de. Nihan ve Kemal sosyal sınıflar, aileler, intikamlar ama daha çok dizideki başka bir aşk Emir’in Nihan’a duyduğu takıntılı aşkla sınandılar. Her sınavı geçtiler. Aileleri aynı masaya oturttular, kayıplara rağmen affettiler, intikamları sağalttılar ama Emir’i geçemediler. Aşkın bıçak gibi iki yüzü üzerinden aslında yeryüzünde en güçlü şeyin aşk olduğunu anlattılar. Ne olursa olsun birbirinin varlığına ait olma bundan vazgeçememe, kıskanma, kaçma kovalama, bir hafta Kemal bir hafta Emir’in kazanması; Nihan’ın kendince çıkışları derken iki mayınla, bence tuhaftı, kapattık hikayeyi. Sanırım Nihan’la Kemal’i de sonsuzda buluşmak üzere uğurladık.

 

Muhakkak daha bir sürü çift var ruh eşliği metaforuyla yazılan, yazılmaya çalışılan. Bazısı yazarının çabasıyla tamamlanan bazısı yine aynı çaba ile harcanan. 14 Şubat öncesinde güçlü kadınlarla güçlü adamların ruh eşliği üzerine aşka dair, aşkla hikayeler izlemek dileğini koyalım başucumuza. Zaten başka türlüsü de geçmiyor seyirciye. Yukarıda anlattıklarımız ya da andıklarımız sadece birkaç örnek.

Son demde; bizi aşk kurtaracak mirim, demiş yazar. Katılıyorum. Kurguda hapis kalan hatta bazı yazanlarca kapitalist bakış açısına kurban edilen aşk ne zaman saklandığı kurgudan sekip dünyaya yeniden düşecek o zaman kurtulacağız. Bu da sanırım yeniden dişil gücün dengeyi sağlamasıyla olacak. Eril dillerde, ellerde, zihinlerde hapsolan dişillik ne zaman yolunu bulup tanrıça gücünü eline alacak o zaman denge ile aşk geri dönecek. O halde… Nice sevgilerde, aşklarda, hikayelerde….


                                                                                                                          UmayMasal


10 Şubat 2017 Cuma

Bir Şarkısın Sen Aşk , Hayat Olduğunca Sürecek..

Şubatın kırmızısı düşmüş her yere. Aşk hayatın karanlık dehlizlerine mahkumiyetinden boy vermeye çalışırken gülümsüyor kurgu karakterlerin kurgu ruhlarında. Ne tuhaf hayattaki karşılıklar hafifledikçe sanki parlamaya, imkansıza yol almaya talip bize anlatılan hikayeler. Gerçeklikte aşk nerede ve kimde? Toprakta mı, gökte mi? Sanırım daha çok şarkılarda ve dizilerde bu aralar... Aşk kaç büyümden, aşk dön ölümden,aşk bir sebepten gel gir dünyama...
Farketmeden AsAt
Susamış suların akışı gibi, çaresiz gözlerin bakışı gibiydi Aslı. Kapının ansızın çalışı gibi Ateş girmişti kalbinden içeri. Akrebin Ateş’e yanışı gibi yanmaya başlamıştı için için. Başkasına olan sevgisinin bedellerindeki Ateş’e aşkında beklentiden vazgeçip uzaktan Ateş’in yanında ,kendisine cevapsız sorular sordu sürekli. Ateş ise kaybolup giderken hayatı fırtınalarda Aslı’da gönlünce bir ada bulmuştu. O ada onu sarıp sarmalarken farketmeden Aslı’nın oluvermişti. Aşkları güneşin gölgede kalışı gibi gizli saklı büyürken uykunun düşlere dalışı gibi birbirlerinden saklanırken birden kalplerin yaşamasına sebep nabzına dönüştü işte. Aşk farketmeden birini birine ait kılardı.
Nefes Bile Almadan HayMur
Kelebek kadar olan ömrü bilirdi Murat.  Sevmenin lazım olduğunu bilse de güvenemezdi. Kaybedecek neyi vardı ki kaybetmişti sevmeye dair olan her şeyi. Hayat’la karşılaştı. Orda anladı ki aşk için ne gerekiyorsa onda vardı. Anladığı an nefes bile almadan sevdi. Murat’ı tanıdıkça sarmaşıklar gibi sardı Hayat’ın kalbini Murat’a dair aşkı. Değiştirdi Hayat’ı bu sevda kanını değiştirdi, koydu zehrini. Düşündükçe daha çok sevdiler birbirlerini. Gitgide sarhoş oldular birbirlerine. Ruhlarını kaybetmiş gibi sadece birbirleri için yaşamaya başladılar. Nefes bile almadan birbirlerine dair oldular. Aşk birbirinin nefesi olmaktı çünkü.
Zaferlerim Hileon
Bir hücrede Hilal yasladı yüzünü Leon’un göğsüne. Belki henüz dalmıştı uykuya ya da dalmamıştı. O hücrede başladı aşkı Leon’un. Sonra şafak söker gibi güneşin saçlarındaki renklerini gördü Hilal’in. Paramparça hissettiği hayatında, parçalanmışlıklarda Leon belki ilk defa bir bütün oldu kim bilir. Hilal imkansızlıklar içinde vatan sevgisiyle dolu kalbinde imkansız biçimde karşılaştı Leon’la.  Şimdi o aşk, Hileon için yok olup gitseler de, sonlarını görseler de, ölümü tatsalar da yenilmeden, yitip gitseler de, sonlarını bilseler de asla düşmeden kazanılacak bir zafer. Zaferlerin en büyüğü değil mi aşk?
Ne Güzel Güldün SuKel

Durup dururken yanına yanıbaşına gelen bir aşktı Kelebek için Su. Su başlarda Kelebek’in sözlerini anlamsız bulsa da tüm karmaşalarda Kelebek her unutuluşta Su’ya hak verirken aşkın aceleye gelmeyeceğini bilirken büyüdü aşk. Su bazen yalandan bazen gerçek güldü Kelebek’e. Yalandan da olsa Kelebek için hep güzel güldü. Ayrı dünyalardandı ikisi. Tanışmak zordu anlaşmak daha zor. Çok kısa zamanda ve belki koşulların zoruyla iyi anlaştılar. Kelebek Su gitse bile, gelmese bile  iyi olsun ;ama daha çok onu unutmasın istedi. Su gitmedi. Sonra gerçekten hiç yalansız güldü Kelebek’e. Kelebek’in ona baştan beri güzel güldüğünü bilerek hem de. Aşk güzel gülmekti.
                                                                                          UmayMasal

3 Şubat 2017 Cuma

Vatanım Sensin- Esaret mi Hürriyet mi Aşk?

’Ne efsunkar imişsin ah ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten...’’
Namık Kemal Hürriyet Kasidesi’nden alıntı beyitte der ki; Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin, gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.  Hürriyete sevda her aşkın üzerinde mi acaba?  Vatanım Sensin, sorunsalını bu soru  üzerine kuran bir dizi. Her karakter, genele ait atmosferin yansıması içinde hem genelde hem kendine özgü mücadeleler verirken bu sorunun eşiğine gelip gelip düğümleniyor. Kafası karışanlar, sevdaya düşenler, ihanet edenler,kendi canından geçenler...
İşgal günlerini anlatırken o dönem şartlarını algılarını aktarmaya çalışırken bir taraftan da sorguluyor söz konusu vatansa gerisi teferruattır diyebilen yüreklerin yanı sıra neler de yaşanmış olabilir o günlere dair? Ortak amaçların etrafında birleşebilmenin ne kadar zor olabileceğini Kuvva-i Milliye örneğiyle anlatmaya çalışırken kahramanlığın sadece başkaldırmak değil organize hareket edebilmek olduğunu da anlatmaya çalışıyor. İşgal günlerinin kahramanlarına selam duruyor dizi. Cevdet’te, Azize’de, Hilal’de ruh bulan hürriyet sevdası zamanla kendi sevdalarına baskın geliyor. Henüz Hilal cephesinde ayak sesi duyulan durum en çok Azize’yi Cevdet’i acıtıyor ve acıtacak gibi görünüyor. Burada en azından Cevdet ve Azize’nin yaralanan sevdasının kurtuluşu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla mümkünken; Hilal’in sürüklendiği aşk imkansızlık uçurumlarıyla çevrili. Bir tarafta ablası Yıldız, diğer tarafta Leon’un işgal güçlerinin dahlinde bir asker oluşu. Hem de sıradan bir asker değil , işgal gücünü elinde tutan kişinin oğlu. Ne demişler, iki kişi birbirini sever de kavuşurlarsa mutluluk olur, biri kaçar öbürü kovalarsa aşk olur, ikisi de sever lakin birleşemezlerse işte o zaman efsane olurmuş. Sanırım bu dizide efsaneliğe aday çift Hilal ve Leon olacak. Hilal sivri karakteri, isyana meyilli yapısı, dürüstçe dövüşmeye hazır bakışları, sözcükleriyle Leon’u çoktan etkilemiş dururken; Leon’un birikimli ve nahif karakteri, haksızlıkla mücadeleden kaçmayan yaklaşımı da Hilal cephesinde takdir bulmuş gözüküyor. İkilinin kavga soslu tartışmalarından kıvılcımlar çıkarken vatan sevdası kimin tarafında vatanım sensine dönüşür sanırım izleyiciyi meraklandıracak sorulardan. Ancak en azından şu net olarak belli ki, Hilal ve Leon aşkı, dizi tarihi olan efsane çiftlerden Nazlı ve Niko’ya oranla daha sert bir savaştan geçecek.
Azize’yi boşama noktasına getirilen Cevdet ise; hem ailesi hem muhtemel tehlike Tevfik,bir tarafta da Eşref Paşa ve düzenli bir direnişi organize etme çabasındaki Mustafa Kemal arasındaki gerilimin yansıması ile başa çıkmaya çalışıyor. Yunanlıların işgaline karşı direnirken, Cevdet’i direnişe dahil olurken yaşadıklarından çok sevdiklerine ilişkin sınavlar yıpratacak gibi.  Çünkü Cevdet seçimlerini vatanın geleceğini düşünerek yapma gayretinde.
Yıldız, dizide sorumluluk, farkındalık ve insani değerler anlamında en zayıf kalan karakter. Neden olduğu şeylerin sorumluluğunu asla almayan, vicdani yükünü taşımayı reddeden tutumuyla , ailesinin ,Ali Kemal’in çabalarını görmemekte direnirken Leon’la gelecek kurmakta ısrarını sürdürüyor. Korkarım ne linç girişiminden ne de sebep olduğu felaketlerden ders alan Yıldız Leon’un Hilal’e aşık olmasıyla en büyük hayal kırıklığını yaşayacak gibi. Peki bu durum Yıldız’a ders olur mu? İşte bir soru daha. Yıldız o kadar umarsız ki, onun dönüşümünü sağlayacak sınav ne sertlikte olur beklemek gerek.
Bana göre dizinin bir başka önemli karakteri Eftelya. Tevfik açısından felakete dönüşebilecek olan Eftelya özellikle Azize’nin gözünün açılmasında katkı sahibi olabilir. Zira her şeye farkındalığı üst seviyede olan Azize Tevfik konusunda kör ve sağır. En ufak bir şüphe kalbinden geçmiyor.
Vatanım Sensin’i bu denli güçlü bir dizi haline getiren kuşkusuz işlediği konuyla beraber oyunculuklardaki sahicilik. Tevfik karakterinde Onur Saylak adeta ders veriyor. Her mimiği, konuşması, beden dilini kullanmasıyla o kadar başarılı ki, Tevfik seyirci için lanet bir adama dönüşüyor. Keza Bergüzar Korel, Senan Kara, Baki Davrak; genç oyuncular Boran Kuzum, Miray Daner, Pınar Deniz, Kubilay Aka da son derece başarılı. Ama Halit Ergenç, Cevdet’i yaratırken kanıyla canıyla, hani derler ya tüm ruhuyla diye, o kadar gerçek ki hayran olmamak elde değil. Oynadığı bir önceki karakter hafızalarda hala taptazeyken, bu denli Cevdet olmasını , eskiyi hatırlatmamasını ayakta alkışlamak lazım sanıyorum. Albay Cevdet de sanıyorum hafızalara kazınacak oyunculuklarından biri olacak Halit Ergenç’in.
Son demde;
*‘‘...
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan
                        bu memleket bizim.
....
Güneyden Kuzey’e,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
Seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i.
...’’    
                                                                            UmayMasal
*Nazım Hikmet- Kuvvayi Milliye