27 Şubat 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel -15.Bölüm

    ‘Özledim, evet evet, yine özledim. 
      Ben üşürken uzaktan hep seni  düşledim. 
      Özledim, evet evet, yine özledim. 
      Koskocaman acıları nerelere gizledim.’      Cem Adrian  

Aşk…  Zamansızdır. Kuralsızdır. Sorgusuzdur. Bir atın ütünde uçuruma doğru giderken sizi kurtarandır.  Ne beni kabul ediyor musun diye izin ister ne de acıdan çok mutluluk vereceğim diye aşka inandırır. Kapılırken… Ve o an işte… Gözler buluşur ilk, durgun bir su gibi, yumuşacık. Kalbe doğru akmaya başlar, coşkusu artan bir şekilde. Ondan sonrası…. Geri dönüşü yoktur artıkYanlışlar,  hüzünler, zorluklar  da getirse çokça, beraberinde, acıyı hissede hissede dillerden dökülür o en güzel kelime: ‘Özledim.’  
Sühan’ın bize güveniyorum diyip karşılarına çıkan ilk dönemeçte Cesur’dan uzaklaşması, daha doğrusu öfkesinden kaçması… Sözlerin ağızdan çıkması kolaydır ama kaldırabileceğini düşündüğün zorluklarla yüz yüze gelmek, tokat gibi çarpar insanın suratına. Sühan da bunu en acı bir şekilde yaşadı işte. Beklentisi gerçeklerin ortaya çıkması, evet; Cesur’un bu süreçte sakin bir adam olmasını ummak ise, maalesef hayır. Düşününce de nasıl olabilsin ki? Yılların bütün öfkesini biriktirmiş de gelmiş Korludağ’a babasının çalınan hayatının hesabını sormaya.  Sühan’a ne kadar üzülsem de bu arada kalmışlığına, Cesur’a da aynı oranda hak veriyorum bin türlü oyun dönerken bu denli öfke içinde olmasına. Yalnız şu da var ki Cesur’un önem verdiği şeylerin en başında tabii ki  Sühan geliyor. Onun mutsuzluğu, kaçması, Cesur’un dediği gibi hemen savrulması en çok onu yaralıyor. Ama yine de her şeye rağmen onun yanına gidiyor, ağzından çıkacak tek bir kelimeyle bütün intikamından vazgececek kadar ona inandığını net bir şekilde gösteriyor. Cesur’un en sevdiğim özelliği işte… Sonuç bakımından iyi de olsa kötü de olsa ne istediğini açıkça belirtmesi.  
Sühan ise… Dilindeki kelimeler net gibi gözükse de hala çok karışık, aynı zamanda da kararsız. Ve bundan dolayı da kimin yanında olursa olsun en çok kendisi inciniyor, en çok kendisi üzülüyor. Tahsin’in gözaltı kararı sonrası Cesur’a takındığı tavırda ise bir yanım öz kızını bile acımasız bir oyun ile kaçırtan babanın suçsuz olabilieceğine nasıl inanırsın diye kızarken;  bir yanım da hak veriyor içindeki umuda, ne olursa olsun babasına sarılmasına.  Yalnız şu açıkça belli ki Cesur ve Tahsin arasında kalan Sühan, her yeni gerçek ile tanışmasında daha çok üzülecek, yıpranacak kesinlikle. Özellikle Tahsin’in çekirge misali zıplaması... Umulmadık zorluklar getirecek hep bu hikayeye. Adını da kullanmasıyla şu ana kadar üstüne atılan suçlamalardan bir şekilde sıyrıldı. Ama etrafındaki çember daralıyor ve bunun kendisi de farkında bana kalırsa. Kilit isim Rıza’nın da olaya güçlüce dahil olmasıyla işler iyice arapsaçına dönecek gibi gözükmekte ki Tahsin’in sonunun gelmesinde Rıza’nın en büyük paya sahip olması hiç de sürpriz olmaz gibi biz izleyenlere. Bu arada ayrıca Yiğit Özşener’e de iyi ki hoş gelmiş, hikayemize katılmış diyelim. Ezel’den sonra uzunca bir ara verip Cesur ve Güzel ile dönüş yapması gerçekten çok yerinde ve hoş bir karar olmuş. 
Çekirge zıplamaları demişken uzun atlama yarışı olsa eminim Cahide uzak ara önde birinci olur. Dört tarafı yalanlarla örülü ama ne yapıyor ne ediyor, her dafasında bir yolunu bulup kendini yakalanmaktan kurtarıyor. Şimdi bir de gerçekten de hamileyse önünde hiç kimse duramaz, ondan korkuyorum açıkçası. Yalnız bu gerçek hamilelik kısmına bir soru işareti getirmek istiyor ve bize bir ters köşe daha yapmazlar diye umuyorum. Çünkü Korhan üzülmesin tek derdim. Farklı bir konuda kısacık bir şey eklemek gerekirse Banu ile Bülent’in görüşme olayı açık bir biçimde kafa karıştırıcı duruyor. Bülent’in kendisine yanaşmasında başka emeller olduğunu düşünmesine rağmen yine de ona kapılan Banu, Cesur ile olan bağına ya da olayların gelişimine nasıl etki edecek ayrıca merak konusu. Gerçi Bülent ile Hülya’yı birlikte görmesi Banu’nun aklını biraz başına getirir ama zaaflar, kesinlikle olmaz denen şeyi oldurur maalesef. 
Son olarak da ‘Sen mi ben mi?’ sorusuna, ben ‘Siz’ demek istiyorum. Çünkü en baştan belliydi gidilecek yolların huzurla kaplı olmadığı ya da Sühan’ın da dediği gibi mayınlarla dolu olduğu.  Aşmak gerek, evet kolay değil belki ama inanıyorlarsa hele de vazgeçemiyorlarsa kaçmadan birlikte devam etmek gerek. Hissedilenin aksine ayrı olmak ya da uzaklaşmak değildir kanayan yaraların merhemi; o kadar engellerin, yalanların içinde, kaybolmuşluklarda karşınıza çıkan sevgiye inanıp, ona sıkıca sarılabilmektir.  

‘Biz senle ayrı yerlerde, aynı hayale kapılmış, aynı ormanda kaybolmuş çocuklar, 
Biz senle aynı yerinden vurulmuş, aynı yerinden kanayan, aynı yerinden acıyan aşıklar gibiyiz.’ 
     Cem Adrian 


Müge 




23 Şubat 2017 Perşembe

Bodrum Masalı-24.bölüm

‘‘Dünyayı mı bizleştiremedik,
Biz mi dünyalarımızda tek olmayı seçtik?’’
Bu hafta Bodrum Masalı evrenine AsAt’la dalmaktayım . En büyük SuKel’ci ilan edilen Aslı Ateş’e itiraz edip  AsAt’çı olduğunu iddia etse de bu bölümde AsAt’a dair gördüklerimiz, hissettiklerimiz ne Ateş açısından ne de Aslı açısından iç açıcıydı. Aslı ve Ateş aşkının gelişimi adına hep Kerem-Aslı metaforuna gönderme gören ben her hafta bu duygudan uzaklaşmakta ve savrulma halindeki ikiliyi gördükçe üzülüyorum. Bodrum Masalı karakterleri en başından bu yana sorunlarla boğuşmak zorunda kalan insanlar. İster iyi tarafta olsunlar ister kötü, sorun hayatın kendisinde olduğu gibi kimsenin yakasından düşmüyor. Burada sorun yok ;ama... İşte bu amanın temelinde şu sorun var: Neden Aslı ve Ateş iletişimlerinin başından beri o veya bu şekilde yanyana dururken sevgili olduktan sonra  bu kadar uzak düştüler? Tamam Aslı, yük üstüne yük taşıyan taşımak zorunda kalan Ateş’e yük vermek istemiyor, onu yüklerin altında ezmekten imtina ediyor, derinlerde bir yerlerde de Ateş’e yönelik güvensizliği de devrede ama yine de Aslı’nın Ateş’i kendine dair en özel sürecin bu kadar dışında tutması kırıcı. Ateş açısından kabul görür bir şey olduğunu da düşünmüyorum ki yarı zorla tüm o zor ve bir o kadar özel anları Uzay’ın paylaştığını öğrendiğinde bence daha da kırılacak. Ateş duygu dinamiğiyle yaşayan farkındalığı yüksek bir karakter. Duygusal olarak annesinin oğlu. Bakınız Maya ve Faryalı arasındakileri yanlış anladığını sandığımız hikaye bizi Aslı’yı Faryalı’nın kızı olarak okumaya kadar getirdi. Yani naçizane fikrim ilmek ilmek Uzay’ı Aslı’ya ekleyen hikayede Ateş yakacak bir şeyleri. Kendisi de yanacak, fena yanacak ama yakacak gibi. Ben baştan beri Uzay’ın sağalma süreci olarak bakmıştım Aslı’nın hikayesine eklenmesine. Ancak bu hafta Uzay’ın nüanslarda gizli tavırları beni de rahatsız etti. Diğer taraftan Ateş’in hayatına hamle yapmayı sürdüren Lal gerçeği var ki, tüm karanlık taraflarına rağmen Uzay’dan daha tehlikeli biri bana göre. Zira henüz yirmili yaşlarına yaklaşan genç bir adam üzerinde otuzlu yaşlardaki deneyimli bir kadının geçici de olsa etkisi büyük olabilir. Baştan beri kırılgan çizgide yürüyen Aslı-Ateş aşkında bu çift taraflı uçurum acıtıcı sonuçlar doğurabilir. Faryalı-Yıldız aşkının yanısıması Aslı-Ateş aşkının kaderinin tıpkı asıl gibi kırılgan olması, sorunlarla sarmalanması, güçlenmeye, güven duygusunu sağlama almaya vakti olmadan sert virajlara sokulması ne denli makul; izleyen ve yazanlara bırakıyorum yorumu. Nahif ve portakal rengi, kokusu taşıyan aşk hikayesinde biraz içini boşaltmak gibi değil mi bu? Bilemedim.  Diğer taraftan SuKel’i öğrendiğinde verdiği tepki Ateş’in asıl üzüldüğü noktanın kendisine güvenilmemesi olduğunu da net olarak ortaya koydu gibi. Ateş sevdiklerini öyle kendinden sayıyor ki, sevinç, hüzün, acı neleri varsa onun parçası olsun istiyor. Dışarda bırakılmak onu yaralıyor. Kelebek’i kardeşi gibi gören görmeye de devam eden  Ateş tabiki de Kelebek’i affetti. Ancak işte bu olaydaki yaklaşımdan hareketle Aslı’nın Uzay’ı dahil edip onu dışarda bırakmasının Ateş üzerindeki etkisi düşündürücü geliyor bana.
SuKel aşkına gelince tam gaz devam ediyor. Ateş’in tepkisiyle hafif sarsılsalar da enerjilerinden bir şey kaybetmeden tüm sevimlilikleriyle büyütüyorlar sevdalarını. Burada Su ile ilgili yaklaşım bana zaman zaman biraz eksik gelse de. Çevrelerinde olanlara rağmen Su’nun hiç etkilenmemiş hali bazen beni rahatsız ediyor. Ateş bir taraftan Kelebek diğer taraftan o sorun senin bu problem benim koşarken Aslı bile kendi gayya kuyusuna rağmen bir şekilde o dertlerden haberdar olurken Su süreçlerin o kadar dışında ki... Şaşırıyorum. Hoş hayatta böyle şanslı tipler de vardır biliyorum. Çevrelerinde kıyamet kopsa sevdikleri onları öyle bir koruma fanusuna alır ki olanı biteni anladıklarında çoğu şey yolundadır artık.
Artık yeni bir çiftimiz daha var değinmeden geçmeyelim:Alara-Ferdi . Her ne kadar Alara açısından Ateş’e kendisini hatırlatmak, bir şekilde Aslı ve Ateş’in arasına girmek için oluşturulmuş bir hikaye de olsa Alara’nın uzaktan uzağa izlemelerinin getirecekleri de ilginç ve kuşkusuz sorun olacak sonuçlar üretebilir gibi. En güçlü müttefiki Uzay’ı kaybettiğinden beri biraz çocukça hamlelere dönüşse de Alara’nın yaklaşımları hala risk barındırıyor. Uzay demişken, son haftalarda Uzay’ın Ateş’le sorunu olduğunu da düşünmeye başlamadım değil.  Tamam Aslı ile kader benzerlikleri Uzay’ı Aslı’ya yaklaştırdı. Sempati duymasını sağladı. Ancak ısrarla Ateş’in birlikte olduğu kızlara sarması, o çok büyük aşkı Alara’dan bu denli kolay vazgeçmesi de sorgulatıyor karakteri. Uzay aslında Ateş’te kabul mü görmek istiyor? Kabul görmedikçe de Ateş’i vurmanın yollarını mı keşfediyor? Alara olayında karşılıksız aşktan yürüyen hal burada annesizlikten dem vurup iyi insan olma kabulunden sonra yine karşılıksız aşka mı çıkacak? Dilerim olmaz.
Aşk dediğin demlendikçe acıtan ama derinleşen, aşk dediğin bakıştan kalbe oradan ruha mıhlanan. Faryalı ve Yıldız artık elele. Geçirdikleri fırtınalardan yorgun ama o oranda da emin, derin. Faryalı’nın tek sevdiği beklediği kadın artık yanında duruyor. Yıldız da yıllarına bedel aşkının avuçlarında huzurlu şimdilik. Bir hakediş varsa tabiki bu en çok FarYıl’ındır. Ancak kısa süreli meltem sanırım bu cephede de fırtınaya dönecek. Bora’nın tüm kaybedişlerin sorumlusu olduğunu öğrendik öğrenmesine. Evren açısından fena bir intikam kurbanlığı bu ama bir taraftan da Bora’nın ısrarla Faryalı’yı oyun dışı bırakma çabası devam ediyor. Tüm bu kargaşaya bir de Aslı’nın Maya ve Faryalı’nın kızı olması FarYıl’da nasıl bir etki yapar göreceğiz. Yalnız burada fena bir kıyas da yazık ki Yıldız’ın karşısına dikilecek. Aşka rağmen bebeğini aldırıp Faryalı’yı bırakan Yıldız; aşksızlığa rağmen bebeğini dünyaya getirip tüm küçük düşüşe katlanan ve Faryalı’ya babalığı veren Maya...
Son demde; Kördüğüm oldu içim, çözmeye çalıştıkça elime ayağıma dolanan; yüreğimi ruhumu dağlayan kor bir Ateş aşk Yıldız Yıldız ruhumda Kelebekler uçururken, Su gibi bir kız çocuğu gülümsüyor maziden bana, aynadaki aksim gibi kızımın gözleri Aslı’m gibi bana bakıyor.
Emeklere saygıyla...
                                                                                   UmayMasal   

             

20 Şubat 2017 Pazartesi

Aşk Laftan Anlamaz-Final Bölümü

‘Çünkü ayrılık sevdaya dahil,
Ayrılanlar hala sevgili...’
Yüreğim diyorum sana, yüreğim
Gitmesen keşke kalsan hep.
Diyorsun ki;
Olmaz bazen gitmek gerek.
Yol bir olduktan sonra kavuşuruz yine.
Aşk Laftan Anlamaz final yaptı. Beş yıl sonrayı anlatan kısma kadar eminim final olarak tasarlanmış bir bölüm değildi. Gerek Murat’ın tam da düşündüğüm gibi Doruk’u üzmemek için Sarte’den vazgeçişi, gerek Doruk’un Aslı’yı aldatması, Aslı’nın Cemil’e evlenme teklifi, gerekse Murat’ın yeni marka kurma hayalini hayata geçirmesine kadar. Her  hamlesi devamı gelecek hissi yaratan ama sanıyorum ani final kararıyla havada kalan açılmış parantezlerdi. Aşk Laftan Anlamaz iyi bir finali hakediyordu. Çünkü ALA fandom sonuna kadar sevgisiyle, inancıyla, öfkesiyle bu dizinin arkasında durdu. Olamaz mıydı, olabilirdi sanki. Neyse, biz elimizdekinden gidelim. Doruk’un attığı imza sonrası Murat’ın kardeşlik sınavından yıldızlı peki ile geçmesine şaşırmadım. Zira benim tanıdığım Murat böyle bir adam. Bkz geçen haftaki yazımız. Hayat’a ‘ben sana sahibim daha ne isterim’ diyerek bir nevi asansörde başlayan maceralarında Sarte varlığına son verdi Murat. Sonrası yüklerinden kurtulmuş bir adamdı zaten. Derya’nın gölgesini üzerinden çeken, Sarte’nin miras yükünü Doruk’a bırakan, aşkının sahibi kadından ilk defa yüzde yüz emin Murat. Hayat’la uyanmaya sevdalı, bebekleri olacağını daha Hayat ona söylemeden anlayan karısının her duygu değişimine hakim Murat. Diğer tarafta uçuş uçuş Hayat. Murat’la paylaşmayı öğrendikleri hayatlarındaki sırların yüklerini fora etmiş, bebeğini öğrenmesiyle aşkı gibi huzuru katlanmış Hayat. Sevgililer gününde yeni markalarıyla adeta bebeklerinin şansına ekledikleri gelecekleri. Sonunda ikiz çocukları, üçüncü bebeklerine hamile Hayat, baba Murat ve ailenin kalanı. Biraz eksik, biraz eksik biraz gedik de olsa mutlu son. Derya bedel ödedi mi? Doruk ve Aslı hangi yolları geçti? İpek ve Kerem’in her seferinde ellerinde patlayan nişanlarından sonra düğünleri nasıl oldu? Azime ve Haşmet nasıl biraraya geldi? Hayat’ın annesi babasına nasıl bir bedel ödetti? Peki ya Tuval ve Cemil’e ne oldu? Hyt markası tuttu mu yoksa Murat baba yadigarına geri mi döndü? Murat kayıp kardeşini buldu mu? Yok yok sormayacağım bu soruları.
Benim için Hayat, eğlenceli deli dolu kendine özgü bir kızdı. Yaralarını bilmedik biz Hayat’ın. Giresun’a dönmek istememesinde göreceği baskının olduğunu bilsek de aslında babasız hissettiğini bilmedik. Murat onu asansörde kollarına alıp kokusunu içine çektiğinde aslında Hayat’ın sahiplenilmeye vurulduğunu, Murat onu bıraktığında sendelemesinden anlamalıydık. Hayat Didem’i kurtarmaya o salıncağa koşarken aslında koştuğunun çocukluğundaki o düşüş olduğunu onu tutan bir babanın olmadığını, suya düşüp sadece Murat ona elini uzattığında tüm öfkesine rağmen kalkarken bazen sıcacık bir ele ihtiyacının olduğunu sadece hissettik. Hayat’ın klostrofobisinin Murat’a duyulan güvenle azala azala bitmesinden anlamalıydık bir kız çocuğunun ruhunu asla kaybetmediği bir beden olan Hayat’ın aşkla, güvenle, teslimiyetle Murat’a bağlanmasını. ‘Ben varken sana bir şey olmaz’ diyen Murat’la hangi korkulara veda etmedi ki Hayat. Yüzmeyi öğrendi, denizlere düşerek ;ama Murat’a tutunarak. İçindeki kız çocuğunu büyüttü. Söylediği yalanın bedelini öderken. Elleri yandı kalbinin yandığı gibi. Ses etmedi. Gitmesini gerektiren çok şeyle sınandı. Gitmedi. Aşkın kalıp savaşmak olduğuna inandı. İnatçıydı Hayat. Hayat gibiydi. İnişli çıkışlı her karşılığa dimdik durdu. ‘Beni affetmeyecek gibi davranma affedeceksin’ dedi Murat’a ve dediğini yaptırdı. Sadece affı almadı, Murat’ı peşinden koşturdu. Aşkını büyüttü. Sonunda o aşkı içinde kocaman oldu. Onu büyüttü anne yaptı.
Benim için Murat, baştan beri yarası saklı bir adamdı. Aşka inancı var mıydı? Bilmem, sanmam. Annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutan mutluluları eksik kalan bir işadamıydı. Murat sadece iki kişinin yanında, Azime Babanne ve Doruk’un, gerçekten gülen biriydi. Hayat, düzeninin ortasına düştüğünde Hayat’ı mahalle tipi bulsa da ona kapılmaktan kurtulamadı. Hayat’ın çocuk ruhlu hali ona hiç yaşayamadığı çocukluğunu yaşama fırsatı oldu. Gri tonlardaki yaşamına bir anda gökkuşağı doldu. Kimliği yalan olsa da, Hayat kendisi oldu hep. Kollarında sarhoş ‘valla mı?’ derken bile küçük kız çocuğu saflığı vardı Hayat’ta. Yaralarına dokundu Hayat Murat’ın. Sağalttı. Etraflarında dönen yalana dolana entrikaya rağmen aşk hep vardı. Hayat’ın yalanını öğrendikten sonra kırılıp parçalanan Murat, o parçalar elinde Hayat’ın ardından giderken en temel karakter özelliğini astı ceket gibi kapının ardına. Aşk yalanı bile eritti. Tüm sevgisizliğin ortasında vaha gibi duran aşka çölün yakıcılığına rağmen yürüdü Murat. Hayatındaki yalanlar da birer birer dökülürken avuçlarına öfkesini Hayat’tan çıkardı belki, belki Hayat’a dair çok kez şüpheye kapıldı ;ama ne sevmekten vazgeçti ne de sevildiğini bilmekten. Sonuna fırtınalar bitti. Aşk Murat’ı baba yaptı. Tüm kayıplıkları son buldu.
Benim için ALA, Burak Deniz ve Hande Erçel’i çok yakıştırdığım, Hayat ve Murat olarak ekran enerjilerini çok beğendiğim bir iş olarak başladı. Arada izlediğim iş, sonra özellikle Müge Uğurlar’ın kamerasına bayıldığım, bilhassa Tilt yorumuyla Bile Bile eşliğindeki sahnenin açıları, Murat’ın oradaki hali hala bir numaramdır,  yazmaktan ,irdelemekten keyif aldığım bir yola dönüştü. Alt mesaj aradım kendimce yazdım. Ne mutlu ki ALA’nın güzel izleyenleri, fandomu sevdi okudu.
Ben de bir sahne hayal ettim Hayat ve Murat’a. Hayat çizimlerin arasında, saçları kalemle toplu, Tuval’in direktiflerine bakarken gülümsüyor biraz yorgun. Karnı var baya. İlk bebekleri büyümüş. İkizler ya. Kapıdan giren Murat’ı fark etmiyor bile. Murat tüm umutsuzluğunu umuda, tüm yalnızlığını şenliğe çeviren kadına bakıyor karşıdan.  Sonra gidip kollarına alıyor Hayat’ı. Kokusunu çekiyor içine. Çizimlerin arasında Murat’ın bir başka portresi gülümseyerek bakıyor.
Hayat’a Murat’a veda ederken, son demde; aşk dediğin bir nefes. Ama öyle bir nefes ki hayat veren insana bir başkasını murad ilan eden. Ruh gibi üflendiği kamışı kendinden geçiren. Aşk ayrılıkta da aşk.
ALA fanlarına sevgiyle... Dilerim yine kesişir yolumuz. Sizlerle yolculuk keyifti.
                                                                                                     UmayMasal       





18 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel -14.Bölüm

Güzel anları yarım bırakan kötü haberler… Sühan, Cesur’dan duyduğu kelimelerin sarhoşluğunda içindeki şüpheleri yok etmişken;  Cesur ise, bu sefer,  gerçekten de Sühan’ın güvenini kazanmışken tam da romantik anlarımızın en ortasında Banu’dan gelen telefon çiftimizin gerçek dünyaya dönmesine neden oluyor ne yazık ki. - keza aynı şekilde bizim de – Rıza’nın başka bir cezaevine nakledilme sırasında onları takip eden Rıfat, yaşanılan kurmaca kazada ağır yaralanıp hastaneye kaldırılıyor, Rıza ise Tahsin’in verdiği ölüm emrinden kurtularak firar ediyor planlananın aksine. Durum böyle olunca  Rıza’nın firarı; ortalığın daha da karışmasına sebep olmakla birlikte sonuçları bakımından da Cesur’un istediği, umduğu getirilerin  eline tek tek geçmesine önayak olacak  gibi gözükmekte fikrimce. 
Savcı Serdar Savaştürk… Korludağ’a gelmesiyle merak edilenlerin en başında, duruşunun nasıl olacağı yönünde. Diğerleri gibi olayları görmezden gelerek örtbas mı edecek yoksa bu devran böyle gitmez mi diyecek? İlk olarak ayağının tozuyla Korludağ çiftliğine gidiyor Rıza’nın kaçışını Adalet’e sormak adına. Tam da o sırada mektup olayını öğrenen Sühan’ın çiftliğe gelmesiyle baba kız arasında geçen konuşmaya Savcı Savaştürk de şahit olunca ilk izlenimini de ediniyor böylece . Bu konuşma ile ilgili şunu diyebiliriz ki ayrıca, Sühan babasını ikna etmek amacıyla çırpınıyor deyim yerindeyse. Daha da geç olmadan yanlışlardan dönmesi için bütün çabası. Ama Tahsin’den bu isteğinin karşılığını bulamıyor  maalesef.  Öte yandan da duyduklarından sonra savcımız ise  mektupta ne yazıldığının peşine düşüyor önemli olduğunu düşünerek.  
Dizimizin çığrından çıkan en büyük meselesinin ana kahramanlarından biri: Hülya. Cahide, onun yurtdışına çıkması için Bülent işbirliğiyle pasaportun peşine düşüyor. Tabii ki aksilikler  yine peşlerini bırakmayınca da bütün kahramanlarımız kendilerini savcı odasının önünde buluveriyor birden. Yalnız Cahide’nin olayı kendi lehine çevirmek adına söylediği yalanlar, düzenlediği dolaplar olayların sarpa sarmasından başka hiçbir işe yaramamamakla birlikte savcının da bu olayı araştıracağını da belirtmesiyle iyice arapsaçına dönüyor her şey. Bu konunun gereğinden biraz fazla uzadığını düşünmekle beraber,  Korhan’ın bitmek bilmeyen kandırılması  da en kısa sürede  sonlanır diye umuyorum.  Ayrıca şu da var ki Cahide’nin en büyük tedirginliği olan Korhan – Hülya yakınlaşması da Korhan’ın Hülya hayali ile gerçekleşek mi acaba diye de kafamda bir soru işareti belirdi açıkçası.  Ve bu taraf hakkında söyleyebileceğimiz son şey ise Cahide’nin eline geçen, yıllar öncesinden gelen - önümüzdeki bölümlerde kritik gerçeklerin açığa çıkmasını sağlayacak-  Hasan Karahasanoğlu mektubu; akıbeti ne olacak merakla bekliyorum bakalım.  
Gelelim  güzel çiftimize… Biraz romantik anlar yaşadılar ama hemencik bozuldu maalesef… Cesur, hastane ve savcılık arasında mekik dokurken Sühan da onu yalnız bırakmadı tabii ki… Hayallerindeki evliliği yapamadılar belki ama yaşanılan olaylardan  mı yoksa birbirlerine olan sevginin eminliğinden midir bilinmez, gerçek bir karı - koca görüntüsü vermeye başladılar her anlamda. Fügen Hanım liderliğinde evde organize edilen doğumgünü kutlamasında Sühan ve Cesur’un karşılıklı sözleri de dediklerimi kanıtlamış oluyor bir neticede. Çiftimize dair söyleyebileceğim şey ise burada: Cesur’un Tahsin’e rağmen Sühan’ı sahiplenişini ayrı seviyorum; Sühan’ın Cesur’un yanında olmasını, elini tutmasını ise çok daha ayrı seviyorum aslında. Gerçeklerin zamanla açığa çıkması durumunda ilişkilerini elbette sorgulayacak, zor zamanlar geçirecekler ama şu anki sağlam duruşları için bile ‘iyi ki’ diyorum, onların dileklerine ben de katıldığımda.  
Rıza’nın kaçışının arkasında kim olduğunu belirlemek amacıyla savcıya verilen ifadeler doğrultusunda olayın iç yüzü  araştırılmaya devam ederken,  okları Cesur’a çevirmek isteyen Tahsin, planlarını  uygulamaya koyuyor ama bir yandan da gerçeklerin ortaya çıkacağı endişesini de yaşamıyor değil tabii ki. Önüne gelen suçlamalar karşısında çok rahat davranırken kapalı kapılar ardında, yaptığı kötülüklerin açığa çıkma riskini ciddi bir şekilde kendine dert ettiğini de hissedip gördük net bir şekilde. Yalnız Tahsin, üzerindeki kuşkuları yok etme girişiminde bulunsun dursun;  Savcı Savaştürk de boş durmuyor olanlar karşısında. Diğer bir yandan Rıfat’ın oğlunun da intikam sabebiyle  olaya dahil olmasıyla silahlar çekildi  Korludağ çiftiliğinde ve ne olura olsun bunun korkusunu yaşayan yine bir adet Sühan’ı izledik biz de… Burada hemen şunu ekleyeyim ki dizimiz hem adalete güven konusunda hem de sağlıkta şiddet konusunda güzel mesajlarla ile karşımızda oldu bu hafta.  
Sona yaklaşırken… Cesur, kendisine bir oyun düzenlendiğini sezerken Banu’nun babasının yardımıyla da  mektupta ne yazdığını en sonunda öğrendi. Duyduğu kelimeler,  onu resmen çılgına çevirdi ki  tam o sırada savcılığa gelen Tahsin’in karşısına dikilip, hesabını sordu kızgınlıkla.  Kendinden emin Tahsin ise, Cesur’un tutuklanma haberini almayı umarken; olayları doğru araştırıp kimsenin etkisinde kalmayan Savcı Serdar, herkesin gözü önünde kendisi için gözaltı kararını duyurdu. Biz de burada bir kez daha inanıyoruz ki adalet er ya da geç yerini bulur lafının doğruluğuna. Bütün bunlar yaşanırken Cesur’un haklı sevinci beliriyor ilk olarak gözümüzde, sonrasında ise okların kendisine dönmesiyle Tahsin’in şaşkınlığı… Belki kısa vadeli olacak bu sevinç ama boyun eğmediğini, eğmeyeceğini göstermiş olmakla beraber savcının da duruşunu da öğrenmiş olduk net bir biçimde. 
Ve son kısma gelirsek de Cesur – Tahsin hesaplaşmasını  sessiz ama üzgün bir şekilde izleyen Sühan… Bir yanında Cesur’un mutluluğu diğer yanında ise babasının öfkeli sözleri… Cesur’a demişti önceden: Bu savaşın kazanananı biriniz, kaybedeni ise ne olursa olsun ben olacağım diye. İşte bu cümle ilk defa acı bir gerçek gibi çarptı yüzüne. Dahası da olacaktır elbet… Ama tam da burada, ben de Sühan gibi inanmak istiyorum ki beraber olduğunuz sürece her şeyin çok güzel olacağına…  

Müge




Bodrum Masalı-23.bölüm

‘‘Bana bir masal anlat baba,
İçinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun güneş ve ay,
Anlatırken  tut elimi uykuya dalıp gitsem bile bırakıp gitme sakın beni...’’
Aile olmak, aile aramak, aile oluşturmak. Sanırım bu üçgen dahilindeydi Bodrum Masalı’nın dünyası geçtiğimiz hafta sonu izlediğimiz bölümde.  Her ne kadar aşk dolu bir bölüm beklesek de aşktan daha çok aileye ilişkin telaşlarla sınandı kahramanlarımız.
Bora’dan başlayalım irdelemeye kendimizce,Bora koskocaman bir soru işaretiyle girdi masalın evrenine. Gözde’nin çocuğuna aile oluşturmak derdinde gözüken Bora’nın başka bir hikayesi olduğunu hissetmiştik ki bu bölüm bir kazadan, bir kadından ,Yıldız’a ve Faryalı’ya yapılmış bir iyilikten parça parça bahsedildi. Bora’nın yaralı bir karakter olduğu zaten aşikardı, annesiz büyümüş, üvey annesi tarafından sevilmemişliğine ek aşık olduğu kadını da  kaybetmiş duran kendisini korumaya gücü yetmemiş doğmamış yiğeniyle empati kurup onu korumaya çalışan Bora. Yıldız’ın karşısında tehditvari tavrını bir anda yumuşatan, gri bir tavır çizen hangi tarafta olduğunu pek de belli etmeyen Bora. Soruyoruz Bora kimsin sen? Daha da iyisi Bora sen kimin hayatında hangi izdesin? Küçük bir virgül atarak buraya, Nejat İşler ve Şevval Sam arasındaki enerjiyi ne kadar özlediğimi de vurgulamak isterim.
Yıldız ve Faryalı’nın el ele zorluklarla savaşmaya hazır tavrı, Faryalı’nın gitmemiş olması, gitmeyecek gibi durması, kusura bakmayın bu senaryoda insan her şeye hazırlıklı olmalı gibi geliyor, inanılmaz keyifliydi. FarYıl için dizideki aşklar içinde sanırım Üzüm ve Haydar dışında rakip tanımayacak çift. İnsanın hayatı ne yöne giderse gitsin, aldatıldığını da sansa, terk edildiğine de inansa, o kişi gelip ta en derinden en çok canını yakacak şeyi de yapsa sevmeye devam edebilmenin gücü Yıldız ve Faryalı. Düşünün bir aşk ki, hayatınızı yaksın, kül etsin; bir aşk ki yokluğuyla sizi mutsuzluğa hapsetsin. Yine de siz o aşktan vazgeçmeden içinizde yüreğinizin en kuytusunda beklesin beklesin ve ikinci bahar gibi yeniden sizi filizlendirsin. Faryalı, vazgeçmişken Yıldız’ın gözlerinden, sözlerinden sadece bir ah demesini beklerken; sessizce kimsesizce gönderirken dudaklarını Yıldız’dan öpmesini değil sadece almasını beklerken, Yıldız’ın yüreğini bilmezken kendi yüreğini her fırsatta Yıldız’a anlatmasına rağmen, yok olmayı göze almışken Faryalı  Yıldız’daki gerçeğine ayıldı bu bölüm. Küçük adımlarla, belki korka korka gitse de aşklarının birlikteliğe yolculuğu ve Bora o yolculukta rol kapma telaşında olsa da FarYıl pupa yelken ilerlemek için esen meltemin fırtınaya ya da boraya dönmesini bekliyor.
Kelebek, canım Kelebek adın Hüsnü mü senin? Peki neden Kelebek? Renk renk iyilğinin mi sana getirdiği bir isim bu, hızla yardıma yetişmenin mi yoksa bir güne bir ömür sığdırabilmende mi? Sevgililer gününde romantizmin çıtasını en yukarı çakabilen tayflı ruhundan mı? Bilmiyorum söylemediler ki...
Kelebek’in Su ile aşkı son hız giderken daha geçen bölüm bu aşkı bildiğini öğrendiğimiz Ateş’in ikiliyi yakalaması ve devamında gelecek tepki sanırım SuKel açısından değil de Kelebek açısından sıkıntılı bir hal alacak. Ateş’in üzerine binen yüklerde en çok dertleştiği, sevdasını ilk itiraf ettiği Kelebek’in Ateş’e hissettiklerini söylememesi Ateş’i üzecek anlaşıldı. Ateş’in kırgınlığı da Kelebek’i üzecek. Su ve Ateş, et ve tırnak. Kırılsalar da , kızsalar da, bir yerinden kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Ama kendini her fırsatta Kelebek’e emanet eden Ateş’in kırılması bu noktada sanırım normal. Tek takıldığım bildiği halde bilmezden geldiği ilişkiye sert tavır koyması, bu kırgınlık çizgisini geçerse ne kadar doğal olur? Göreceğiz.
Aslı... Yakaladığı ipucu elinde kalmışken yeni yolları Aslı’ya açan Uzay. Aslı’nın acılarına ortak olmaya çabalayan ama bir şekilde dışlanan Ateş. Aslı’nın aile arayış çemberinde o çemberin merkezine her şekilde düşmeyi başaran Uzay ve çemberin dışında bırakılan Ateş. Bu durumun sonuna kadar farkında olan ;ama müdahale edemeyen Ateş. Uzay’ın Aslı’ya dahil oluşunu iliklerine kadar hissederken, o soğuk onu üşütmeye başlamışken ses edemeyen, sevdiği kek boğazına dizilen Ateş. Bu bir taraf... Ruhu çekilen, yenilmiş hisseden, geçmişini bir bilekliğe bağlamış Aslı. Ateş’i kendinden sayan ;ama onu kendi acılarından bile korumaya çalışan Aslı. Uzay’a gel demiyen ;ama gelmesine de engel olma gücü olmayan Aslı. Ne fena şey konuşamamak, ne fena şey için düğüm düğümken yaralarını en sevdiğine açamamak, ne fena hücrelerinin daha önce geçtiği yoldan yine sınanmak. AsAt bir sevdanın en keskin sınavında şimdi. Güven sınavı. Uzay amacı ister empatik takıntı, ister aşka giden bir yol açmak olsun Aslı’nın hayatında yer kaplamaya başlamışken, Bora’nın isteğiyle Ateş’e amacı belirsiz yürüyüşteki Lal AsAt’ı acıtacak gibi. Aslı Faryalı’ya doğru akıyor. Acısında onun kollarına sığınıyor. Sorularına onun yanında cevap arıyor. En büyük cevap Faryalı’da mı? Göreceğiz.
Burada küçük bir sitem; ben Ateş’in Aslı’ya ilk ‘Seni Seviyorum’ diyişini bir mesaj olarak beklemiyordum. Olmamalıydı. Ateş Aslı’ya elini sımsıkı tutup gözlerine bakarak söylemeliydi bu sözü. Kelebek’in Su’ya aşkı gibi beklenmedik olan itirafına benzer  Ateş’in aşk itirafı da kendi rengini taşımalıydı. Ateş’in sevgisini söyleyişi portakal kokmalıydı. Yazık oldu. Sahnedeki tüm Ateş Kelebek sevimliliğine rağmen, ikilinin arasındaki o müthiş komedi enerjisine rağmen o sözcükler öyle söylenmemeliydi Aslı’ya.
Son demde; kokumu tanırsın sevgilim, kokum annem ve babamdan miras bana. Sandıklar dolusu renkle beraber. Aynı değil renklerimiz biliyorum. Ama biliyorum biz seninle gökkuşağı gibiyiz. Ayrı ayrı olan renklerimiz gibi seslerimiz de bir senfoni berarber. Biz birbirimizden ,asırlar geçse de aramızdan, vazgeçemeyiz.

                                                                                  UmayMasal              

17 Şubat 2017 Cuma

Poyraz Karayel 80.Bölüm

Yine hareketli bir giriş yaptık bölüme. Havuza bizimkileri doldurmuşlar az kalsın elektriği veriyorlardı ki Eda yetişti. E zeki kadın sonuçta, boşuna bundan sonra senin adın Hızır olsun demediler. 

Hak edene hak ettiği ceza verilirken kötülerin de yavaş yavaş arkasına sığındıkları maskeleri düşüyor. Ayşegül sırtındaki yükü atıp tamamen özgürleşirken Çınar’ın sırtına binen yükler daha da artıyor. Annesinin günahının bedelini çekiyor. Doğruyu bulmaya çalışırken annesinin yaptığı yanlışlarda boğuluyor. Nevra’nın hastalıklı sevgisi en çok sevdiğim dediği oğlunu zehirliyor, ki sonunda bir karar vermesi gerekecek ve bu da bana göre Çınar’ın sonu olacak gibi… Çünkü ne olursa olsun oğlunu kaybetti ve Çınar bir daha onun yüzüne bakmayacak. Aksine duyduğu öfke daha da katlanacak. Nevra’da bunun farkında olduğu için Çınar’ı gözden çıkardı bence. 

Tabii bir de Savaş ve yapmak üzere olduğu iş var. Bahri Umman geçen hafta da söylediğim gibi eski kurt, insan sarrafı ve yılların getirdiği tecrübe ile de adımlarını temkinli atıyor. Bir işe gireceği zaman iki kere düşünüyor. Tecrübeleri onu yanıltmadı ve çocuklara iyilik götürüyoruz adı altında yapılacak olan silah kaçakçılığının farkına vardı. Savaş Bahri’nin konuşmasından sonra gerçekten pişmanlık duydu yaptığından dolayı. Nereye çıktığının değil de nasıl çıktığının önemli olduğunun farkına vardı ama gel gör ki Eda’nın ağzından çıkan kelimeler işin rengini değiştirdi. Nevra’nın işbirliğinin bozulacağını öğrenmesi yeni planlar yapmasına sebebiyet veriyor ve Savaş’ı, Bahri Umman’ın üzerine salıyor. Bu da Savaş’ın soluğu Bahri’nin kapısında almasına neden oluyor.

Sinan, Ayşegül’ün verdiği subliminal mesajları alıp babasına aktarırken yine çok güzel, neşeli anlar yaşanıyor. Artık ikisi de mutluluğu hak ediyorlar, hem de dibine kadar. O kadar çok badire atlattılar ki biraz mutlu olsalar acaba altından ne çıkacak, hangi engelle karşılaşacaklar diye düşünmüyor değilim. 

Maça diye çıkıp spor salonunda iz peşine düşenleri gecenin sonunda kadınların korkusu sardı ve koşa koşa kahveye döndüler ama gel gör ki söyledikleri yalan patlak verdi. Metin – Ali – Feyyaz zamanlarının Beşiktaş’ı şiir gibi top oynarken Ayşegül ve diğerlerinin de kafasında soru işareti oluştu. Onlar hâlâ top oynuyorlar mı ya? Onların bu halleri bizi neşelendirirken öncesinde Meltem’in yaptığı hem biraz kızdırdı hem tebessüm ettirdi. Zülfikar’ın sevgisinden emin olmak istedi, beni gerçekten seviyor mu göreceğiz dedi ve hareketini yaptı. Zülfikar hiç düşünmeden kendini kurşunun önüne atarken Meltem’de onun sevgisinden emin oldu. Sevginin filizlendiği yerde umut vardır. Hiç bitmez, engin bir denizdir. Tıpkı Sadrettin ve Songül gibi… Tabii Fatih faktörünün bu yeni farkına varılmış sevgide bir engel teşkil edeceği belliydi ve öyle de oldu. Aşkını hastalıklı yaşayanlardan olunca sonuçta kaçınılmaz oldu ama neyse ki Songül eskisi gibi hatalara düşmüyor. Evet, orada sarılmasa belki de Fatih’e böyle bir koz vermiş olmayacaktı ama Ayşegül ile paylaştıkları ve Sadrettin’e karşı yeniden yeşeren hisleri her şeyi yoluna koyacaktır. Bazen birbirini kaybetmek iyi oluyor, sonunda yeniden ait olduğun yeri buluyorsun. Songül ve Sadrettin aynı evin içinde kaybettiler birbirlerini, birçok hataya düştüler ama sonunda ait oldukları yeri, birbirlerini buldular bence. 

Mamafih sonunda kötülerin layığını bulduğu, hatalardan ders alındığı ve tabii ki kaybolanların ait olduğu yeri bulduğu güzel günler görmemiz umuduyla…

Sevgiyle, sağlıcakla kalın.

Frezya


Hayat Şarkısı 42.Bölüm

Oysaki öldüğüne kendimizi inandırmış, dünya bir pislikten temizlendi demiştik… Ama gel gör ki yine bir yolunu bulmuş, kurtulmuştu. Cem’i gördüğünü söyleyen Melek’in herkes halüsinasyon gördüğünü, hastalığından ileri gelen bir durum olduğunu düşündü fakat öyle değildi… Bu gelecek bölümde daha da netleşecek gibi. 

Hülya ve Kerim’in bol bol atışmasını izledik. Kerim yaptığı hataları görmeye ama aynı zamanda o hataları tekrarlamaya devam etti. Aslında Mahir çok güzel söyledi… Karşı koymayı bırak, sakinleş dedi. Dünyanın akışına ayak uydur ve en önemlisi kalbinin sesini dinle. Böylesine deli divane aşıkkeninsanlar ne kadar çok meyilli yanlışlıklar denizinde boğulmaya…

Hülya ve Kerim o kadar çok konuşuyorlar ki – aynı zamanda etrafındaki sesler de cabası – kendi gürültülerinden ve etraftaki seslerden birbirlerini duyamıyorlar. İki inatçı keçi ve dilin kemiği yok. Önce söylüyorlar sonra pişman oluyorlar. Hülya kendi ayaklarının üzerinde yol alabilmek için bir çözüm arıyor. Üç tane çocuğu var ama aslında bir çocuk gibi… Kimlikleri masanın üzerine koymuş kara kara düşünüyor, bir çıkış yolu arıyor. Çünkü zaman geçiyor, çocuklar büyüyor. Bahar, annesini teyze olarak biliyor. Mehmet, annesi olarak Hülya’yı bilse de kimliğinde Filiz’in adı yazıyor. Öyle bir girdabın içinde Hülya labirentte dönüp duruyor. Güçlü olmaya çalışmıyor, bence Hülya hep güçlü bir kadın oldu. Sorun Kerim’de. Onun böylesine güçlü olabilmesine hem hayranlık hem de kıskançlık duyuyor. Hülya’yı kaybetmekten korkarken yaptıkları onun yaptığı yanlışlarda daha da dibe batmasına neden oluyor aslında. Hülya’nın bu güçlü duruşundan dolayı onu tamamen kaybetmekten korkuyor ve yanlışa düşüyor.

Aslında Hülya’ya da kızıyorum, Melek için sarf ettiği o sözlerden dolayı… Melek ne olursa olsun gerçekten fedakarlıkyapmış bir kadın. Hülya için hayatından, yaşayacaklarından vazgeçmiş ama Hülya bazen acımasız davranıyor. Hani dedi ya “Ağlayamıyorum” diye… O yıllardır içinde biriktirmiş olmanın verdiği yüktür. Yüreğinde öyle bir yük biriktirmiş ki artık dayanamıyor… Dayanamadığı için bu hale düşmedi mi zaten? Evet, güçlü olmalıydı belki ama olamamışsa bu onun suçu değil. Hülya’yı bir kenara atmamış, aksine kendi yaşayacaklarından bertaraf edip hayatını Hülya’ya, Bahar’a adamış. Tam mutlu olacağım dedi, hayat Hüseyin’i karşısına çıkardı ama O da Araf’ta kalmışlığın bedelini hem kendine hem Melek’e ödetti. Aslında yaraları aynı yerden... İnsanlar birbirlerini yara izlerinden tanırlarmış, onlar da birbirlerini böyle buldular. Fakat Hüseyin duyduğu suçluluktan belki de tam olarak Melek ile bir şeyler yaşayamıyorlar. Her şey yarım kalıyor ve onlar yine mutlu olamıyorlar. Hüseyin, Melek’in yaşadıklarına daha fazla dayanamamasından dolayı kendini suçlu hissediyor. Aslında her şey için kendini suçlu hissediyor.

Herkes Hüseyin’in bu halinden endişe duyuyor haklı olarak ve bir gece vakti korkulan oluyor ama neyse ki Atıf yanındaydı ve bu defa ucuz atlattı.

Hülya ve Kerim’e geri döndüğümüzde tam bir şeyler yoluna girecekmiş gibi oluyor fakat inatları ve o bitmeyen gururları her seferinde onları iyice çıkmaza sürüklüyor. Kerim, ben kararlıyım boşanmayacağım dedi ama sonunda Hülya’nın aklına ekilmiş olan şüphe tohumları onu bu fikrinden vazgeçirdi. Sorduğu soru ve duyduğu şüpheden dolayı sonunda Hülya, bundan dolayı verdiği karardan da Kerim bir hayli pişmanlık duyacak gibi, ki sonlarda gözlere yerleşmiş o pişmanlık kendini belli etti hemen. 

Ne olursa olsun o aralarındaki git gelleri, birbirlerinden kopamayışları, dönüp dolaşıp birbirlerine tutunmaları çok güzel bir durum ve onların birbirlerinden asla kopamayacaklarını gösteriyor. İlişkiler pamuk ipliğine bağlıysa kopmaya meyillidir elbette… Fakat Hülya ve Kerim’in ilişkisi, aralarındaki bağ çok güçlü ve onlar ne kadar inkar etse de kopamaz. 

Son olarak Bayram Cevher’in babacanlığı… Hatice hala eve dolandırıcıları doldurunca cezası da çok güzel kesildi. Hele ki verilen cezanın geri dönüşü çok güzeldi. 

Cem’in geri dönüşü ise hiç iyi olaylara gebe değil bu aşikar, ki Hüseyin’in başına gelenler bunun bir nevi fragmanıydı. Sonunda Hülya’nın karşılaştığı sürpriz de asıl filmin başlangıç anonsu olsa gerek. 

Umarım bu sefer hak ettiğini bulur ve daha fazla zarar vermeden yaratmaya çalıştığı pislikte boğulur.

Sevgiyle, sağlıcakla kalın.

Frezya