5 Mart 2017 Pazar

Adı Efsane -6.Bölüm

''Bana öyle bakma,anlayacaklar.''
Herkese merhabalar,ben Berra! Canım arkadaşlarımın güzel bloguna bu hafta Adı Efsane ile konuk oluyorum...''Bu da nereden çıktı?'' denmesin diye belirteyim dedim..
Gelelim Adı Efsane'ye..Lise dizilerine tövbe etmiş bir insan olmama rağmen bu dizinin her hafta bir öncekinden daha sağlam adımlarla beni fethetmesi gerçekten ilginç bir durum. Neyse,fazla uzatmadan hadi başlayalım konuşmaya..

Öncelikle dizinin hayatı pişmanlıklardan oluşan ama sevgi dolu babası Tarıkla başlayalım. Kavga,dram,yumruklar,şikayetler,sözleşmeler derken işini elinde tutmayı basket takımı ve Bahar Hoca sayesinde -onu şikayet edenin Bahar hoca olduğunu görmezden geliyorum zira o geçen haftanın konusuydu- beceren Tarık sonunda kızlarına sadece haftasonları onda kalmaları koşuluyla da olsa kavuşmayı başardı..Tabi ilk haftasonu başlarına gelmeyen kalmadı ama.



Tabi ki özlemin verdiği hevesle evi dayadışedi,kızlar için elinden geldiğince en uygun hale getirmeye çalıştı ama bu taktikleri sadece küçük kızı Zeyno'nun yüzünde  güller açmasına sebep oldu. Olaylara daha gerçekçi bakabilecek kadar yaşı olan Melis için aynı şeyi söyleyemedik dün...Geçmişten gelen kızgınlıkları içten içe babasını deli gibi özleyen Melis'in hıınlık kat sayısını tavan yaptı. Öfkesi babasının onları geri kazanma çabasına ''Bu mu babalık?'' diyecek kadar büyüktü. Ama azıcık yalnız kaldığında bile babasının aldığı müzik kutusu elinde ağlayacak kadar da çok seviyor babasını,sadece deli gibi öfkesine tutunmuş vaziyette şuan için. Zamanla değişeceği bir gerçek. Uzun lafın kısası ilk haftasonları bir miktar zehir oldu diyebiliriz. Çaresizliğin ve pişmanlığın altında ezilen Tarık maalesef hata yaparak yine milli içkimizin yanında aldı soluğu ama Bahar hoca tam zamanında yetişti neyseki...


Olayı milli içkiden,milli içeceğe bağlamayı başardı ve böylece Tarık'ın bir yarasını daha sarıp ayağa kalkmasına yardım etti. Bu ikili de ilerleyen zamanlarda tutkunun tam ortasına düşecekler belli ki...Tabi olası bir ilişkinin Seçil tarafından nasıl karşılanacağı malum. Tarık'a olan karşılıksız aşkının derinliğini bu hafta gözyaşlarında bir kez daha gördük..Onun aşkı da öfkesinin,nefretinin ve hırsının arkasından Tarık'a bakıyor işte ne yapsın teyzecim..Ama baştan kaybedilmiş bir savaş bu Seçil'ciğim. 'sen ablamın aşkısın.' 



Ve ve ve gelelim yazı başlığının konusu olan zat-ı şahanelere...Tabi ki Hakan ve Melis'ten bahsediyorum efendim..HakMel ismiyle anılan güzel çiftimiz bu bölümde bana kalırsa birbirleriyle ilk aşk çarpışmalarını yaşadılar. Hakan'ın Melis'i her gördüğü yerde değişen bakışları bu bölüm sadece bakıştan öteye geçti ve yüzünde bir gülümseme olarak belirdi. Tabi Hakan'ı Melis'i peşine takarak bütün HakMel fandomunu halay konumuna getiren Tarık'ın bu çarpışmalardaki payını es geçemeyiz. Efsane! Efsane! Efsane!
Gelelim o bale sahnesine..Başta ilgilenmiyormuş gibi yapıp sonra gözlerini Melis'in üstünden bir an bile ayırmayan Hakan..Tuttuk seni evlat. Ama ona öyle bakma,anlayacaklar.



Evet,gerçekten Hakan ve Melis'in aşk hikayesine çok uygun bir şarkı olduğuna inanıyorum. İleride birbirleri için çok savaşlar verecekler on metre öteden belli. Kıvanç,Sibel,Seçil ve belki de Tarık bile yollarına taş koymaya çalışacak. Ama aralarındaki bu tutku önlerinde dağ olsa yıkar geçer,eminim. Dizideki ilk HakMel'ci olan sevgili Fiko sana da kucak dolusu sevgiler..
Bu aşkta beni daha çok etkileyen taraf tahmin edebileceğiniz üzere Hakan..Sorunlu bir babadan -boyun devrilsin Fevzi.-  kaynaklı zor aile yaşantısı onu olduğundan daha olgun olmaya itmiş durumda. Annesine ve kardeşine sahip çıkmaya çabalıyor henüz kendisinin bile sahip çıkılmaya ihtiyaç duyduğu yaşında. Aşk duygusuyla ilk kez karşılaşıyor ve henüz kendisi bile ne kadar kuvvetli bir şeyin içine çekildiğinin farkında değil. Melis Hakan'ın en büyük mücadelelerinden biri olacak ve Hakan her dakika daha da fazla bağlanacak ilk ve kuvvetle muhtemel son aşkına. ''ikinize karşı bu dünya,sizi anlamayacaklar.''



Gelelim Melis'e.. Bölüm başından beri sevimsiz 'erkek şeyi'yle buluşma çabalarında olan Melis'in kendini her defasında Hakan'ın yanında bulması fazlasıyla güzeldi. Hakan Melis'e karşı olan duygularının henüz kuvvetinin farkında değil ama Melis ondan kat kat daha kör vaziyette.




Bakışlarıyla çok şey anlatsa da henüz altını çiziyorum henüz kendine bir şeyleri anlatabilmiş değil. Her ne kadar Kıvanç'a gitmek için Hakan'ın arkadaşlarıyla buluşmuş olsa da Melis dün ikinci defa Hakan'ın dünyasına adım attı. İlki Hakan'ın babasından gördüğü şiddeti Melis'le paylaştığı zamandı ikincisi ise o depodaki sıcak sohbetti.. Hakan'ın Melis'e olan küçük ama tatlı jestleri -elinde çekirdek uzatması,ceketini vermesi gibi- gecenin tadı tuzu oldu ta ki Melis'in erkek şeysi depoya girene kadar...Hakan'ın bu aşktaki ilk hayal kırıklığı olarak not edilsin o sahne. Canımın içi o kadar ayna karşısında Melis'i düşüne düşüne hazırlanmıştı bir de. Yangına elinde körükle koşan Sibel'in ortadaki ateşi daha da kuvvetlendirmeye çalışması Fiko'yu da delirtti ki bütün HakMel'cilerin sesi olan Fiko,Sibel'e bir güzel bağırdı. Sağolsun. Her neyse,aşkın hayal kırıklığı tarafına hoş geldiniz Hakan bey. Buyurmaz mıydınız?
Kıvanç'ın bir seçim yapmasını istedikten sonra son sahnede ''Hakan!'' nidasıyla depoaya geri gelen Melis hepimizin gönlünü tekrar kazandı ama zamanlama bu kadar mı kötü olur be Melis'cim? Hakan'ın çok sevgili babasının dertleri Melis'in başında patladı ve kız kaza kurşunun hedefi olup fragmanda da görüldüğü üzere Hakan'ın kollarının arasına yığıldı.
Gelecek bölümde Tarık'ın kızı için çektiği acıya ağlayacak ve Hakan'ın Melis'e sıkı sıkı bağlanmasını izleyecek gibiyiz..O zaman ne diyeyim haftaya televizyon başına otururken mendilinizi hazır edin..Herkese teşekkürler,sevgilerimle...
Dip not: Almila Ada'nın muhteşem bale performansına şapka çıkartmadan geçemeyeceğim.

Berra



27 Şubat 2017 Pazartesi

Bodrum Masalı-25.bölüm

Toprağa bereketli kıvamını veren sır suda gizlidir. Topraktan çekilmiş suyun çatlattığı tarlalar diyarı olan Anadolu hem toprağın sırrını vermeye hem suyun o toprağa katacaklarına açık bereket tanrıçalarının sır dolu yurdudur. Bu hafta kıyıdan kıyıya koşan ruhların bedenlemiş halinde aslında sırdan sırra savrulurken her karakter, çocukluklardan damıtılmış anılardaki atlı karıncalar derin Ege sularının sırlı fırtınalarına teslim etti kendisini. Peki nasıl oldu? Öncelikle geçtiğimiz haftadan kalan Aslı’nın babası Faryalı mı, sorusuna cevap aradık. Aslında daha çok Faryalı’nın bu konuyla ilgili ne yapacağı, nasıl bir tepki vereceğiydi merak konusu. Maya ve Faryalı’nın geçmişlerinden süzülüp gelen Aslı’ya dair sır Aslı için hala gizemini korusa da Faryalı için artık koskocaman bir ateş çemberi. Çünkü Faryalı tam yıllara sığdırdığı bekleme serüveninde koskocaman bir mutlu sona ulaşmak üzereyken; Su ve Ateş tarafından kabul görmüşken, bir tarafta yanında yöresinde Asım Kaptan’ın kızı olarak büyümüş Aslı bir yanında sevdasının eksik parçalarıyla kalakaldı öylece. Sadece bu kadar olsa Faryalı’nın kendi avuçlarında bunlar dururken Bora  da hala nedenini anlayamadığım şekilde Faryalı’yı Bodrum’dan sürgün etmek istiyor. Sözde neden Ergüven ailesini biraraya getirmek gibi dursa da bana göre Su’nun kardeşini kurtarmak için yaptığı hamleden sonra bu argüman oldukça sığ ve mantıktan uzak. Sanırım yaratıcılarımız da bunun farkında ki, Gözde’nin düşük tehlikesini Faryalı’ya yükleyen Evren’e Bora’yı inandırarak ellerindeki argümanı desteklemeye çalışıyorlar. Bora açısından Evren’in güvenilmezliği ve geçmişi ne kadar bu yalana inanmasını sağladı ya da sağlamalı tartışılır. Diğer taraftan Evren’i terk eden ve sadece çocuğunun huzuru için dönmüş görünen Gözde’nin de bu kadar kimliğinden uzaklaşan bir profil çizmesinde de hormonlardan başka çıkar yol bulamıyorum. Yani Faryalı’nın gitmesinin Gözde-Evren ilişkisi adına sağlıklı sonuçlar doğuracağı tezi biraz çürük kalıyor sanki Gözde açısından.
Her şeyimiz elimizden alınabilir ;ama tavrımızı seçme özgürlüğü alınamaz, demiş Victor Frankl. İşte Su ve Ateş karabasan gibi bir geceden çıktıları anda babaları Bora’nın kafasına silahı henüz dayamış, babalarının ezeli rakibi onun katil olmasını son anda engellemişken, gözlerinin önünde baba figürü hızla çürümüş duvarlar gibi sapır sapır dökülüyorken ve bu duyguya direnmeye çalışıp bir taraftan da yaralarına yara eklerken gelen telefonla seçimin ortasında kaldılar. Varlığını istemedikleri, büyüdüğü rahimden nefret ettikleri kardeşlerinin hayatı için seçim yapmak zorunda kaldılar. Babalarının mı annelerinin mi çocukları olduğunu tavırlarıyla göstermek zorunda kaldılar. Hiç zorlandılar mı? Hayır. Ölüme karşı hayatı, kötüye karşı iyiyi, babalarına karşı annelerini seçerken hiç zorlanmadılar. Kardeşlerinin hayatını kurtarmaya kardeşlikle gittiler, başardılar. Evren’i de kendi gerçeği, karanlığı, yalnızlığıyla yüzyüze bıraktılar. Kendinden olanın kendine en yabancı olması en büyük yalnızlık değil mi?
Zaman dediğin ayarsız saatli bomba. Ne zaman neyle karşı karşıya kalacağının hangi anda hangi anıyı, hayali, gerçeği patlatacağının net olmadığı; beklentilerin karşısında eriyip yok olduğu, parçalandığı bir bomba. Aslı kendi gerçeğini ararken; her acının üstüne yine o acıyı sağaltacak bir başka acıyla gidiyor. Aslı’nın en büyük acısıydı terk edilmişlik. İstenmemek, sevilmemiş olmak, yok sayılmak. Aslı belki en zor olanlarla sınanırken, yalanı, eksilmişliği, gerçeklikle anlamlandırmaya çalışırken ve tükenirken bir taraftan da aslında terk edilmediğini öğrenerek, annesinden zorla kopartıldığını anlayarak gözyaşı damlaya damlaya içini temizliyor. Sudan gelen Aslı, suyla arınıyor. Diğer tarafta üzerindeki yüklerden yorgun, dedesinin torunu Ateş, kendi yangınları içinde kor yine ağlayarak soğumaya çalışıyor. Bu noktada; ben Uzay’ın yürüdüğü yolun menşei ne olursa olsun Aslı ve hatta Aslı’nın Ateş aşkının Uzay’ı iyileştireceği fikrindeydim, fikrindeyim. Lakin benim derdim yük üstüne yük taşıyan; birbirini arayan eş ruhlar gibi öncesinin özlemle geçtiğini hisseden Ateş ve Aslı’nın birbirini hissetse de birbiriyle paylaşamadığı anlar. Yoksa Uzay’ın dahli ya da Uzay’ın varlığı değil. Uzay kendi acısını sağaltma peşinde bilyorum, biliyoruz. Sadece Ateş’in ve Aslı’nın dert zinciri birbirini boğmasın endişemiz ona. Kaldı ki, sandığımız gibi Faryalı net Aslı’nın babasıysa FarYıl kadar AsAt da bu fırtınadan etkilenir gibi.
FarYıl... Yıllanmış aşkın kavuşma arefesinde kucaklarına düşen bomba... Yıldız olanlardan bihaber oğlu ve kızının desteğini almışken mutlu ve o oranda huzurluyken, Faryalı’nın derdi bir değil bin oldu. Aslı ve devamında Bora’nın aramalarıyla Bodrum Masalı evrenine dahil olacak gibi görünen Maya bu ilişkiyi sarsacaktır. Aslı Yıldız için nereye kadar sorun olur tartışılır, çünkü hem kendi terk edişinden sonra gelişen bir olayın sonucu hem biricik oğlunun aşkı, ama Maya velev ki geldi ciddi sorunların kapısını açacaktır. Tam kavuştuk derken görüşmek hayal olmaz umalım.. Bu kısımda tek güvendiğim Süha. Süha’nın aklı selim, duyarlı ve o oranda bağlılık içeren dostluğu. FarYıl’ı tutacaktır. Bu kez savrulmalarına müsade etmeyecektir diyorum
Su ve Hüsnü... Evet evet Hüsnü. Kelebek yine her yerde her sorunun altında üstünde yanında. Ateş’i ağlarken görüp içi giden ama erkek egosunun rengini bilmenin Ateş’i kendinden saymanın duygusuyla yanına gidemeyen Kelebek. Su’yu omuzlayan, kan verdi diye onu pekmeze, portakal suyuna boğan; Ateş’in her bakışında kardeşimi emanet edeceğim adam vurgusunu alan Kelebek. Ruhu yüzünden güzel adam.  Su, bu kez olayın ortasında kalmanın ağırlığıyla çözülürken omuz verip sarıp sarmalayan yine Kelebek. Ateş’le beraber yükün altına girmekten çekinmemesi Ateş için büyük şans. Su ve Kelebek aşkıysa bu hafta biraz dramın gerisinde kalsa da hala uçuş uçuş hala en genç aşk. Boşuna hem Ateş hem Su iyiki demiyor. Bora olmasa ne Ateş’in ruhunu tamamlayan Aslı’sı olacaktı ne de Su’yun ruhunu kanatlandıran Kelebek’i. Para pul gitmiş ne gam Aşk varsa hazine vardır.
Son demde demeden önce; bu hafta Faryalı ve Aslı konuşmasında çekilen sahneye hayran olduğumu belirtmek isterim. Hem Timuçin Esen’in oyuncuğunundaki o geçişkenliğe hem de çekim açılarına bayıldım. Bir sırrın insanın hayatında yaratacağı fırtınadan, kırılmış çocukluklara, o sırrın kaç hayata dokunduğundan, ortaya çıkartacağı zamansal kırılmaya; son olarak Faryalı’nın hücrelerinin Yıldız’a nasıl koştuğuna kadar her şeyiyle harikaydı. Çekenin oynayanın yazanın eline zihnine sağlık diyelim.
Son demde; bir soluktun hayatımda özlediğimi bile bilmediğim, kanatlarımdın uçabildiğimi bile sezemezken; ruhumdun kendimden bile gizlediğim. Aşk karşılığı olmasa da sevda, karşılığı olsa da masal. Sen benim masalımdın, hep öyle kaldın.
Emeklere saygıyla...

                                                UmayMasal  

Cesur ve Güzel -15.Bölüm

    ‘Özledim, evet evet, yine özledim. 
      Ben üşürken uzaktan hep seni  düşledim. 
      Özledim, evet evet, yine özledim. 
      Koskocaman acıları nerelere gizledim.’      Cem Adrian  

Aşk…  Zamansızdır. Kuralsızdır. Sorgusuzdur. Bir atın ütünde uçuruma doğru giderken sizi kurtarandır.  Ne beni kabul ediyor musun diye izin ister ne de acıdan çok mutluluk vereceğim diye aşka inandırır. Kapılırken… Ve o an işte… Gözler buluşur ilk, durgun bir su gibi, yumuşacık. Kalbe doğru akmaya başlar, coşkusu artan bir şekilde. Ondan sonrası…. Geri dönüşü yoktur artıkYanlışlar,  hüzünler, zorluklar  da getirse çokça, beraberinde, acıyı hissede hissede dillerden dökülür o en güzel kelime: ‘Özledim.’  
Sühan’ın bize güveniyorum diyip karşılarına çıkan ilk dönemeçte Cesur’dan uzaklaşması, daha doğrusu öfkesinden kaçması… Sözlerin ağızdan çıkması kolaydır ama kaldırabileceğini düşündüğün zorluklarla yüz yüze gelmek, tokat gibi çarpar insanın suratına. Sühan da bunu en acı bir şekilde yaşadı işte. Beklentisi gerçeklerin ortaya çıkması, evet; Cesur’un bu süreçte sakin bir adam olmasını ummak ise, maalesef hayır. Düşününce de nasıl olabilsin ki? Yılların bütün öfkesini biriktirmiş de gelmiş Korludağ’a babasının çalınan hayatının hesabını sormaya.  Sühan’a ne kadar üzülsem de bu arada kalmışlığına, Cesur’a da aynı oranda hak veriyorum bin türlü oyun dönerken bu denli öfke içinde olmasına. Yalnız şu da var ki Cesur’un önem verdiği şeylerin en başında tabii ki  Sühan geliyor. Onun mutsuzluğu, kaçması, Cesur’un dediği gibi hemen savrulması en çok onu yaralıyor. Ama yine de her şeye rağmen onun yanına gidiyor, ağzından çıkacak tek bir kelimeyle bütün intikamından vazgececek kadar ona inandığını net bir şekilde gösteriyor. Cesur’un en sevdiğim özelliği işte… Sonuç bakımından iyi de olsa kötü de olsa ne istediğini açıkça belirtmesi.  
Sühan ise… Dilindeki kelimeler net gibi gözükse de hala çok karışık, aynı zamanda da kararsız. Ve bundan dolayı da kimin yanında olursa olsun en çok kendisi inciniyor, en çok kendisi üzülüyor. Tahsin’in gözaltı kararı sonrası Cesur’a takındığı tavırda ise bir yanım öz kızını bile acımasız bir oyun ile kaçırtan babanın suçsuz olabilieceğine nasıl inanırsın diye kızarken;  bir yanım da hak veriyor içindeki umuda, ne olursa olsun babasına sarılmasına.  Yalnız şu açıkça belli ki Cesur ve Tahsin arasında kalan Sühan, her yeni gerçek ile tanışmasında daha çok üzülecek, yıpranacak kesinlikle. Özellikle Tahsin’in çekirge misali zıplaması... Umulmadık zorluklar getirecek hep bu hikayeye. Adını da kullanmasıyla şu ana kadar üstüne atılan suçlamalardan bir şekilde sıyrıldı. Ama etrafındaki çember daralıyor ve bunun kendisi de farkında bana kalırsa. Kilit isim Rıza’nın da olaya güçlüce dahil olmasıyla işler iyice arapsaçına dönecek gibi gözükmekte ki Tahsin’in sonunun gelmesinde Rıza’nın en büyük paya sahip olması hiç de sürpriz olmaz gibi biz izleyenlere. Bu arada ayrıca Yiğit Özşener’e de iyi ki hoş gelmiş, hikayemize katılmış diyelim. Ezel’den sonra uzunca bir ara verip Cesur ve Güzel ile dönüş yapması gerçekten çok yerinde ve hoş bir karar olmuş. 
Çekirge zıplamaları demişken uzun atlama yarışı olsa eminim Cahide uzak ara önde birinci olur. Dört tarafı yalanlarla örülü ama ne yapıyor ne ediyor, her dafasında bir yolunu bulup kendini yakalanmaktan kurtarıyor. Şimdi bir de gerçekten de hamileyse önünde hiç kimse duramaz, ondan korkuyorum açıkçası. Yalnız bu gerçek hamilelik kısmına bir soru işareti getirmek istiyor ve bize bir ters köşe daha yapmazlar diye umuyorum. Çünkü Korhan üzülmesin tek derdim. Farklı bir konuda kısacık bir şey eklemek gerekirse Banu ile Bülent’in görüşme olayı açık bir biçimde kafa karıştırıcı duruyor. Bülent’in kendisine yanaşmasında başka emeller olduğunu düşünmesine rağmen yine de ona kapılan Banu, Cesur ile olan bağına ya da olayların gelişimine nasıl etki edecek ayrıca merak konusu. Gerçi Bülent ile Hülya’yı birlikte görmesi Banu’nun aklını biraz başına getirir ama zaaflar, kesinlikle olmaz denen şeyi oldurur maalesef. 
Son olarak da ‘Sen mi ben mi?’ sorusuna, ben ‘Siz’ demek istiyorum. Çünkü en baştan belliydi gidilecek yolların huzurla kaplı olmadığı ya da Sühan’ın da dediği gibi mayınlarla dolu olduğu.  Aşmak gerek, evet kolay değil belki ama inanıyorlarsa hele de vazgeçemiyorlarsa kaçmadan birlikte devam etmek gerek. Hissedilenin aksine ayrı olmak ya da uzaklaşmak değildir kanayan yaraların merhemi; o kadar engellerin, yalanların içinde, kaybolmuşluklarda karşınıza çıkan sevgiye inanıp, ona sıkıca sarılabilmektir.  

‘Biz senle ayrı yerlerde, aynı hayale kapılmış, aynı ormanda kaybolmuş çocuklar, 
Biz senle aynı yerinden vurulmuş, aynı yerinden kanayan, aynı yerinden acıyan aşıklar gibiyiz.’ 
     Cem Adrian 


Müge 




23 Şubat 2017 Perşembe

Bodrum Masalı-24.bölüm

‘‘Dünyayı mı bizleştiremedik,
Biz mi dünyalarımızda tek olmayı seçtik?’’
Bu hafta Bodrum Masalı evrenine AsAt’la dalmaktayım . En büyük SuKel’ci ilan edilen Aslı Ateş’e itiraz edip  AsAt’çı olduğunu iddia etse de bu bölümde AsAt’a dair gördüklerimiz, hissettiklerimiz ne Ateş açısından ne de Aslı açısından iç açıcıydı. Aslı ve Ateş aşkının gelişimi adına hep Kerem-Aslı metaforuna gönderme gören ben her hafta bu duygudan uzaklaşmakta ve savrulma halindeki ikiliyi gördükçe üzülüyorum. Bodrum Masalı karakterleri en başından bu yana sorunlarla boğuşmak zorunda kalan insanlar. İster iyi tarafta olsunlar ister kötü, sorun hayatın kendisinde olduğu gibi kimsenin yakasından düşmüyor. Burada sorun yok ;ama... İşte bu amanın temelinde şu sorun var: Neden Aslı ve Ateş iletişimlerinin başından beri o veya bu şekilde yanyana dururken sevgili olduktan sonra  bu kadar uzak düştüler? Tamam Aslı, yük üstüne yük taşıyan taşımak zorunda kalan Ateş’e yük vermek istemiyor, onu yüklerin altında ezmekten imtina ediyor, derinlerde bir yerlerde de Ateş’e yönelik güvensizliği de devrede ama yine de Aslı’nın Ateş’i kendine dair en özel sürecin bu kadar dışında tutması kırıcı. Ateş açısından kabul görür bir şey olduğunu da düşünmüyorum ki yarı zorla tüm o zor ve bir o kadar özel anları Uzay’ın paylaştığını öğrendiğinde bence daha da kırılacak. Ateş duygu dinamiğiyle yaşayan farkındalığı yüksek bir karakter. Duygusal olarak annesinin oğlu. Bakınız Maya ve Faryalı arasındakileri yanlış anladığını sandığımız hikaye bizi Aslı’yı Faryalı’nın kızı olarak okumaya kadar getirdi. Yani naçizane fikrim ilmek ilmek Uzay’ı Aslı’ya ekleyen hikayede Ateş yakacak bir şeyleri. Kendisi de yanacak, fena yanacak ama yakacak gibi. Ben baştan beri Uzay’ın sağalma süreci olarak bakmıştım Aslı’nın hikayesine eklenmesine. Ancak bu hafta Uzay’ın nüanslarda gizli tavırları beni de rahatsız etti. Diğer taraftan Ateş’in hayatına hamle yapmayı sürdüren Lal gerçeği var ki, tüm karanlık taraflarına rağmen Uzay’dan daha tehlikeli biri bana göre. Zira henüz yirmili yaşlarına yaklaşan genç bir adam üzerinde otuzlu yaşlardaki deneyimli bir kadının geçici de olsa etkisi büyük olabilir. Baştan beri kırılgan çizgide yürüyen Aslı-Ateş aşkında bu çift taraflı uçurum acıtıcı sonuçlar doğurabilir. Faryalı-Yıldız aşkının yanısıması Aslı-Ateş aşkının kaderinin tıpkı asıl gibi kırılgan olması, sorunlarla sarmalanması, güçlenmeye, güven duygusunu sağlama almaya vakti olmadan sert virajlara sokulması ne denli makul; izleyen ve yazanlara bırakıyorum yorumu. Nahif ve portakal rengi, kokusu taşıyan aşk hikayesinde biraz içini boşaltmak gibi değil mi bu? Bilemedim.  Diğer taraftan SuKel’i öğrendiğinde verdiği tepki Ateş’in asıl üzüldüğü noktanın kendisine güvenilmemesi olduğunu da net olarak ortaya koydu gibi. Ateş sevdiklerini öyle kendinden sayıyor ki, sevinç, hüzün, acı neleri varsa onun parçası olsun istiyor. Dışarda bırakılmak onu yaralıyor. Kelebek’i kardeşi gibi gören görmeye de devam eden  Ateş tabiki de Kelebek’i affetti. Ancak işte bu olaydaki yaklaşımdan hareketle Aslı’nın Uzay’ı dahil edip onu dışarda bırakmasının Ateş üzerindeki etkisi düşündürücü geliyor bana.
SuKel aşkına gelince tam gaz devam ediyor. Ateş’in tepkisiyle hafif sarsılsalar da enerjilerinden bir şey kaybetmeden tüm sevimlilikleriyle büyütüyorlar sevdalarını. Burada Su ile ilgili yaklaşım bana zaman zaman biraz eksik gelse de. Çevrelerinde olanlara rağmen Su’nun hiç etkilenmemiş hali bazen beni rahatsız ediyor. Ateş bir taraftan Kelebek diğer taraftan o sorun senin bu problem benim koşarken Aslı bile kendi gayya kuyusuna rağmen bir şekilde o dertlerden haberdar olurken Su süreçlerin o kadar dışında ki... Şaşırıyorum. Hoş hayatta böyle şanslı tipler de vardır biliyorum. Çevrelerinde kıyamet kopsa sevdikleri onları öyle bir koruma fanusuna alır ki olanı biteni anladıklarında çoğu şey yolundadır artık.
Artık yeni bir çiftimiz daha var değinmeden geçmeyelim:Alara-Ferdi . Her ne kadar Alara açısından Ateş’e kendisini hatırlatmak, bir şekilde Aslı ve Ateş’in arasına girmek için oluşturulmuş bir hikaye de olsa Alara’nın uzaktan uzağa izlemelerinin getirecekleri de ilginç ve kuşkusuz sorun olacak sonuçlar üretebilir gibi. En güçlü müttefiki Uzay’ı kaybettiğinden beri biraz çocukça hamlelere dönüşse de Alara’nın yaklaşımları hala risk barındırıyor. Uzay demişken, son haftalarda Uzay’ın Ateş’le sorunu olduğunu da düşünmeye başlamadım değil.  Tamam Aslı ile kader benzerlikleri Uzay’ı Aslı’ya yaklaştırdı. Sempati duymasını sağladı. Ancak ısrarla Ateş’in birlikte olduğu kızlara sarması, o çok büyük aşkı Alara’dan bu denli kolay vazgeçmesi de sorgulatıyor karakteri. Uzay aslında Ateş’te kabul mü görmek istiyor? Kabul görmedikçe de Ateş’i vurmanın yollarını mı keşfediyor? Alara olayında karşılıksız aşktan yürüyen hal burada annesizlikten dem vurup iyi insan olma kabulunden sonra yine karşılıksız aşka mı çıkacak? Dilerim olmaz.
Aşk dediğin demlendikçe acıtan ama derinleşen, aşk dediğin bakıştan kalbe oradan ruha mıhlanan. Faryalı ve Yıldız artık elele. Geçirdikleri fırtınalardan yorgun ama o oranda da emin, derin. Faryalı’nın tek sevdiği beklediği kadın artık yanında duruyor. Yıldız da yıllarına bedel aşkının avuçlarında huzurlu şimdilik. Bir hakediş varsa tabiki bu en çok FarYıl’ındır. Ancak kısa süreli meltem sanırım bu cephede de fırtınaya dönecek. Bora’nın tüm kaybedişlerin sorumlusu olduğunu öğrendik öğrenmesine. Evren açısından fena bir intikam kurbanlığı bu ama bir taraftan da Bora’nın ısrarla Faryalı’yı oyun dışı bırakma çabası devam ediyor. Tüm bu kargaşaya bir de Aslı’nın Maya ve Faryalı’nın kızı olması FarYıl’da nasıl bir etki yapar göreceğiz. Yalnız burada fena bir kıyas da yazık ki Yıldız’ın karşısına dikilecek. Aşka rağmen bebeğini aldırıp Faryalı’yı bırakan Yıldız; aşksızlığa rağmen bebeğini dünyaya getirip tüm küçük düşüşe katlanan ve Faryalı’ya babalığı veren Maya...
Son demde; Kördüğüm oldu içim, çözmeye çalıştıkça elime ayağıma dolanan; yüreğimi ruhumu dağlayan kor bir Ateş aşk Yıldız Yıldız ruhumda Kelebekler uçururken, Su gibi bir kız çocuğu gülümsüyor maziden bana, aynadaki aksim gibi kızımın gözleri Aslı’m gibi bana bakıyor.
Emeklere saygıyla...
                                                                                   UmayMasal   

             

20 Şubat 2017 Pazartesi

Aşk Laftan Anlamaz-Final Bölümü

‘Çünkü ayrılık sevdaya dahil,
Ayrılanlar hala sevgili...’
Yüreğim diyorum sana, yüreğim
Gitmesen keşke kalsan hep.
Diyorsun ki;
Olmaz bazen gitmek gerek.
Yol bir olduktan sonra kavuşuruz yine.
Aşk Laftan Anlamaz final yaptı. Beş yıl sonrayı anlatan kısma kadar eminim final olarak tasarlanmış bir bölüm değildi. Gerek Murat’ın tam da düşündüğüm gibi Doruk’u üzmemek için Sarte’den vazgeçişi, gerek Doruk’un Aslı’yı aldatması, Aslı’nın Cemil’e evlenme teklifi, gerekse Murat’ın yeni marka kurma hayalini hayata geçirmesine kadar. Her  hamlesi devamı gelecek hissi yaratan ama sanıyorum ani final kararıyla havada kalan açılmış parantezlerdi. Aşk Laftan Anlamaz iyi bir finali hakediyordu. Çünkü ALA fandom sonuna kadar sevgisiyle, inancıyla, öfkesiyle bu dizinin arkasında durdu. Olamaz mıydı, olabilirdi sanki. Neyse, biz elimizdekinden gidelim. Doruk’un attığı imza sonrası Murat’ın kardeşlik sınavından yıldızlı peki ile geçmesine şaşırmadım. Zira benim tanıdığım Murat böyle bir adam. Bkz geçen haftaki yazımız. Hayat’a ‘ben sana sahibim daha ne isterim’ diyerek bir nevi asansörde başlayan maceralarında Sarte varlığına son verdi Murat. Sonrası yüklerinden kurtulmuş bir adamdı zaten. Derya’nın gölgesini üzerinden çeken, Sarte’nin miras yükünü Doruk’a bırakan, aşkının sahibi kadından ilk defa yüzde yüz emin Murat. Hayat’la uyanmaya sevdalı, bebekleri olacağını daha Hayat ona söylemeden anlayan karısının her duygu değişimine hakim Murat. Diğer tarafta uçuş uçuş Hayat. Murat’la paylaşmayı öğrendikleri hayatlarındaki sırların yüklerini fora etmiş, bebeğini öğrenmesiyle aşkı gibi huzuru katlanmış Hayat. Sevgililer gününde yeni markalarıyla adeta bebeklerinin şansına ekledikleri gelecekleri. Sonunda ikiz çocukları, üçüncü bebeklerine hamile Hayat, baba Murat ve ailenin kalanı. Biraz eksik, biraz eksik biraz gedik de olsa mutlu son. Derya bedel ödedi mi? Doruk ve Aslı hangi yolları geçti? İpek ve Kerem’in her seferinde ellerinde patlayan nişanlarından sonra düğünleri nasıl oldu? Azime ve Haşmet nasıl biraraya geldi? Hayat’ın annesi babasına nasıl bir bedel ödetti? Peki ya Tuval ve Cemil’e ne oldu? Hyt markası tuttu mu yoksa Murat baba yadigarına geri mi döndü? Murat kayıp kardeşini buldu mu? Yok yok sormayacağım bu soruları.
Benim için Hayat, eğlenceli deli dolu kendine özgü bir kızdı. Yaralarını bilmedik biz Hayat’ın. Giresun’a dönmek istememesinde göreceği baskının olduğunu bilsek de aslında babasız hissettiğini bilmedik. Murat onu asansörde kollarına alıp kokusunu içine çektiğinde aslında Hayat’ın sahiplenilmeye vurulduğunu, Murat onu bıraktığında sendelemesinden anlamalıydık. Hayat Didem’i kurtarmaya o salıncağa koşarken aslında koştuğunun çocukluğundaki o düşüş olduğunu onu tutan bir babanın olmadığını, suya düşüp sadece Murat ona elini uzattığında tüm öfkesine rağmen kalkarken bazen sıcacık bir ele ihtiyacının olduğunu sadece hissettik. Hayat’ın klostrofobisinin Murat’a duyulan güvenle azala azala bitmesinden anlamalıydık bir kız çocuğunun ruhunu asla kaybetmediği bir beden olan Hayat’ın aşkla, güvenle, teslimiyetle Murat’a bağlanmasını. ‘Ben varken sana bir şey olmaz’ diyen Murat’la hangi korkulara veda etmedi ki Hayat. Yüzmeyi öğrendi, denizlere düşerek ;ama Murat’a tutunarak. İçindeki kız çocuğunu büyüttü. Söylediği yalanın bedelini öderken. Elleri yandı kalbinin yandığı gibi. Ses etmedi. Gitmesini gerektiren çok şeyle sınandı. Gitmedi. Aşkın kalıp savaşmak olduğuna inandı. İnatçıydı Hayat. Hayat gibiydi. İnişli çıkışlı her karşılığa dimdik durdu. ‘Beni affetmeyecek gibi davranma affedeceksin’ dedi Murat’a ve dediğini yaptırdı. Sadece affı almadı, Murat’ı peşinden koşturdu. Aşkını büyüttü. Sonunda o aşkı içinde kocaman oldu. Onu büyüttü anne yaptı.
Benim için Murat, baştan beri yarası saklı bir adamdı. Aşka inancı var mıydı? Bilmem, sanmam. Annesinin ölümünden kendisini sorumlu tutan mutluluları eksik kalan bir işadamıydı. Murat sadece iki kişinin yanında, Azime Babanne ve Doruk’un, gerçekten gülen biriydi. Hayat, düzeninin ortasına düştüğünde Hayat’ı mahalle tipi bulsa da ona kapılmaktan kurtulamadı. Hayat’ın çocuk ruhlu hali ona hiç yaşayamadığı çocukluğunu yaşama fırsatı oldu. Gri tonlardaki yaşamına bir anda gökkuşağı doldu. Kimliği yalan olsa da, Hayat kendisi oldu hep. Kollarında sarhoş ‘valla mı?’ derken bile küçük kız çocuğu saflığı vardı Hayat’ta. Yaralarına dokundu Hayat Murat’ın. Sağalttı. Etraflarında dönen yalana dolana entrikaya rağmen aşk hep vardı. Hayat’ın yalanını öğrendikten sonra kırılıp parçalanan Murat, o parçalar elinde Hayat’ın ardından giderken en temel karakter özelliğini astı ceket gibi kapının ardına. Aşk yalanı bile eritti. Tüm sevgisizliğin ortasında vaha gibi duran aşka çölün yakıcılığına rağmen yürüdü Murat. Hayatındaki yalanlar da birer birer dökülürken avuçlarına öfkesini Hayat’tan çıkardı belki, belki Hayat’a dair çok kez şüpheye kapıldı ;ama ne sevmekten vazgeçti ne de sevildiğini bilmekten. Sonuna fırtınalar bitti. Aşk Murat’ı baba yaptı. Tüm kayıplıkları son buldu.
Benim için ALA, Burak Deniz ve Hande Erçel’i çok yakıştırdığım, Hayat ve Murat olarak ekran enerjilerini çok beğendiğim bir iş olarak başladı. Arada izlediğim iş, sonra özellikle Müge Uğurlar’ın kamerasına bayıldığım, bilhassa Tilt yorumuyla Bile Bile eşliğindeki sahnenin açıları, Murat’ın oradaki hali hala bir numaramdır,  yazmaktan ,irdelemekten keyif aldığım bir yola dönüştü. Alt mesaj aradım kendimce yazdım. Ne mutlu ki ALA’nın güzel izleyenleri, fandomu sevdi okudu.
Ben de bir sahne hayal ettim Hayat ve Murat’a. Hayat çizimlerin arasında, saçları kalemle toplu, Tuval’in direktiflerine bakarken gülümsüyor biraz yorgun. Karnı var baya. İlk bebekleri büyümüş. İkizler ya. Kapıdan giren Murat’ı fark etmiyor bile. Murat tüm umutsuzluğunu umuda, tüm yalnızlığını şenliğe çeviren kadına bakıyor karşıdan.  Sonra gidip kollarına alıyor Hayat’ı. Kokusunu çekiyor içine. Çizimlerin arasında Murat’ın bir başka portresi gülümseyerek bakıyor.
Hayat’a Murat’a veda ederken, son demde; aşk dediğin bir nefes. Ama öyle bir nefes ki hayat veren insana bir başkasını murad ilan eden. Ruh gibi üflendiği kamışı kendinden geçiren. Aşk ayrılıkta da aşk.
ALA fanlarına sevgiyle... Dilerim yine kesişir yolumuz. Sizlerle yolculuk keyifti.
                                                                                                     UmayMasal       





18 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel -14.Bölüm

Güzel anları yarım bırakan kötü haberler… Sühan, Cesur’dan duyduğu kelimelerin sarhoşluğunda içindeki şüpheleri yok etmişken;  Cesur ise, bu sefer,  gerçekten de Sühan’ın güvenini kazanmışken tam da romantik anlarımızın en ortasında Banu’dan gelen telefon çiftimizin gerçek dünyaya dönmesine neden oluyor ne yazık ki. - keza aynı şekilde bizim de – Rıza’nın başka bir cezaevine nakledilme sırasında onları takip eden Rıfat, yaşanılan kurmaca kazada ağır yaralanıp hastaneye kaldırılıyor, Rıza ise Tahsin’in verdiği ölüm emrinden kurtularak firar ediyor planlananın aksine. Durum böyle olunca  Rıza’nın firarı; ortalığın daha da karışmasına sebep olmakla birlikte sonuçları bakımından da Cesur’un istediği, umduğu getirilerin  eline tek tek geçmesine önayak olacak  gibi gözükmekte fikrimce. 
Savcı Serdar Savaştürk… Korludağ’a gelmesiyle merak edilenlerin en başında, duruşunun nasıl olacağı yönünde. Diğerleri gibi olayları görmezden gelerek örtbas mı edecek yoksa bu devran böyle gitmez mi diyecek? İlk olarak ayağının tozuyla Korludağ çiftliğine gidiyor Rıza’nın kaçışını Adalet’e sormak adına. Tam da o sırada mektup olayını öğrenen Sühan’ın çiftliğe gelmesiyle baba kız arasında geçen konuşmaya Savcı Savaştürk de şahit olunca ilk izlenimini de ediniyor böylece . Bu konuşma ile ilgili şunu diyebiliriz ki ayrıca, Sühan babasını ikna etmek amacıyla çırpınıyor deyim yerindeyse. Daha da geç olmadan yanlışlardan dönmesi için bütün çabası. Ama Tahsin’den bu isteğinin karşılığını bulamıyor  maalesef.  Öte yandan da duyduklarından sonra savcımız ise  mektupta ne yazıldığının peşine düşüyor önemli olduğunu düşünerek.  
Dizimizin çığrından çıkan en büyük meselesinin ana kahramanlarından biri: Hülya. Cahide, onun yurtdışına çıkması için Bülent işbirliğiyle pasaportun peşine düşüyor. Tabii ki aksilikler  yine peşlerini bırakmayınca da bütün kahramanlarımız kendilerini savcı odasının önünde buluveriyor birden. Yalnız Cahide’nin olayı kendi lehine çevirmek adına söylediği yalanlar, düzenlediği dolaplar olayların sarpa sarmasından başka hiçbir işe yaramamamakla birlikte savcının da bu olayı araştıracağını da belirtmesiyle iyice arapsaçına dönüyor her şey. Bu konunun gereğinden biraz fazla uzadığını düşünmekle beraber,  Korhan’ın bitmek bilmeyen kandırılması  da en kısa sürede  sonlanır diye umuyorum.  Ayrıca şu da var ki Cahide’nin en büyük tedirginliği olan Korhan – Hülya yakınlaşması da Korhan’ın Hülya hayali ile gerçekleşek mi acaba diye de kafamda bir soru işareti belirdi açıkçası.  Ve bu taraf hakkında söyleyebileceğimiz son şey ise Cahide’nin eline geçen, yıllar öncesinden gelen - önümüzdeki bölümlerde kritik gerçeklerin açığa çıkmasını sağlayacak-  Hasan Karahasanoğlu mektubu; akıbeti ne olacak merakla bekliyorum bakalım.  
Gelelim  güzel çiftimize… Biraz romantik anlar yaşadılar ama hemencik bozuldu maalesef… Cesur, hastane ve savcılık arasında mekik dokurken Sühan da onu yalnız bırakmadı tabii ki… Hayallerindeki evliliği yapamadılar belki ama yaşanılan olaylardan  mı yoksa birbirlerine olan sevginin eminliğinden midir bilinmez, gerçek bir karı - koca görüntüsü vermeye başladılar her anlamda. Fügen Hanım liderliğinde evde organize edilen doğumgünü kutlamasında Sühan ve Cesur’un karşılıklı sözleri de dediklerimi kanıtlamış oluyor bir neticede. Çiftimize dair söyleyebileceğim şey ise burada: Cesur’un Tahsin’e rağmen Sühan’ı sahiplenişini ayrı seviyorum; Sühan’ın Cesur’un yanında olmasını, elini tutmasını ise çok daha ayrı seviyorum aslında. Gerçeklerin zamanla açığa çıkması durumunda ilişkilerini elbette sorgulayacak, zor zamanlar geçirecekler ama şu anki sağlam duruşları için bile ‘iyi ki’ diyorum, onların dileklerine ben de katıldığımda.  
Rıza’nın kaçışının arkasında kim olduğunu belirlemek amacıyla savcıya verilen ifadeler doğrultusunda olayın iç yüzü  araştırılmaya devam ederken,  okları Cesur’a çevirmek isteyen Tahsin, planlarını  uygulamaya koyuyor ama bir yandan da gerçeklerin ortaya çıkacağı endişesini de yaşamıyor değil tabii ki. Önüne gelen suçlamalar karşısında çok rahat davranırken kapalı kapılar ardında, yaptığı kötülüklerin açığa çıkma riskini ciddi bir şekilde kendine dert ettiğini de hissedip gördük net bir şekilde. Yalnız Tahsin, üzerindeki kuşkuları yok etme girişiminde bulunsun dursun;  Savcı Savaştürk de boş durmuyor olanlar karşısında. Diğer bir yandan Rıfat’ın oğlunun da intikam sabebiyle  olaya dahil olmasıyla silahlar çekildi  Korludağ çiftiliğinde ve ne olura olsun bunun korkusunu yaşayan yine bir adet Sühan’ı izledik biz de… Burada hemen şunu ekleyeyim ki dizimiz hem adalete güven konusunda hem de sağlıkta şiddet konusunda güzel mesajlarla ile karşımızda oldu bu hafta.  
Sona yaklaşırken… Cesur, kendisine bir oyun düzenlendiğini sezerken Banu’nun babasının yardımıyla da  mektupta ne yazdığını en sonunda öğrendi. Duyduğu kelimeler,  onu resmen çılgına çevirdi ki  tam o sırada savcılığa gelen Tahsin’in karşısına dikilip, hesabını sordu kızgınlıkla.  Kendinden emin Tahsin ise, Cesur’un tutuklanma haberini almayı umarken; olayları doğru araştırıp kimsenin etkisinde kalmayan Savcı Serdar, herkesin gözü önünde kendisi için gözaltı kararını duyurdu. Biz de burada bir kez daha inanıyoruz ki adalet er ya da geç yerini bulur lafının doğruluğuna. Bütün bunlar yaşanırken Cesur’un haklı sevinci beliriyor ilk olarak gözümüzde, sonrasında ise okların kendisine dönmesiyle Tahsin’in şaşkınlığı… Belki kısa vadeli olacak bu sevinç ama boyun eğmediğini, eğmeyeceğini göstermiş olmakla beraber savcının da duruşunu da öğrenmiş olduk net bir biçimde. 
Ve son kısma gelirsek de Cesur – Tahsin hesaplaşmasını  sessiz ama üzgün bir şekilde izleyen Sühan… Bir yanında Cesur’un mutluluğu diğer yanında ise babasının öfkeli sözleri… Cesur’a demişti önceden: Bu savaşın kazanananı biriniz, kaybedeni ise ne olursa olsun ben olacağım diye. İşte bu cümle ilk defa acı bir gerçek gibi çarptı yüzüne. Dahası da olacaktır elbet… Ama tam da burada, ben de Sühan gibi inanmak istiyorum ki beraber olduğunuz sürece her şeyin çok güzel olacağına…  

Müge




Bodrum Masalı-23.bölüm

‘‘Bana bir masal anlat baba,
İçinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun güneş ve ay,
Anlatırken  tut elimi uykuya dalıp gitsem bile bırakıp gitme sakın beni...’’
Aile olmak, aile aramak, aile oluşturmak. Sanırım bu üçgen dahilindeydi Bodrum Masalı’nın dünyası geçtiğimiz hafta sonu izlediğimiz bölümde.  Her ne kadar aşk dolu bir bölüm beklesek de aşktan daha çok aileye ilişkin telaşlarla sınandı kahramanlarımız.
Bora’dan başlayalım irdelemeye kendimizce,Bora koskocaman bir soru işaretiyle girdi masalın evrenine. Gözde’nin çocuğuna aile oluşturmak derdinde gözüken Bora’nın başka bir hikayesi olduğunu hissetmiştik ki bu bölüm bir kazadan, bir kadından ,Yıldız’a ve Faryalı’ya yapılmış bir iyilikten parça parça bahsedildi. Bora’nın yaralı bir karakter olduğu zaten aşikardı, annesiz büyümüş, üvey annesi tarafından sevilmemişliğine ek aşık olduğu kadını da  kaybetmiş duran kendisini korumaya gücü yetmemiş doğmamış yiğeniyle empati kurup onu korumaya çalışan Bora. Yıldız’ın karşısında tehditvari tavrını bir anda yumuşatan, gri bir tavır çizen hangi tarafta olduğunu pek de belli etmeyen Bora. Soruyoruz Bora kimsin sen? Daha da iyisi Bora sen kimin hayatında hangi izdesin? Küçük bir virgül atarak buraya, Nejat İşler ve Şevval Sam arasındaki enerjiyi ne kadar özlediğimi de vurgulamak isterim.
Yıldız ve Faryalı’nın el ele zorluklarla savaşmaya hazır tavrı, Faryalı’nın gitmemiş olması, gitmeyecek gibi durması, kusura bakmayın bu senaryoda insan her şeye hazırlıklı olmalı gibi geliyor, inanılmaz keyifliydi. FarYıl için dizideki aşklar içinde sanırım Üzüm ve Haydar dışında rakip tanımayacak çift. İnsanın hayatı ne yöne giderse gitsin, aldatıldığını da sansa, terk edildiğine de inansa, o kişi gelip ta en derinden en çok canını yakacak şeyi de yapsa sevmeye devam edebilmenin gücü Yıldız ve Faryalı. Düşünün bir aşk ki, hayatınızı yaksın, kül etsin; bir aşk ki yokluğuyla sizi mutsuzluğa hapsetsin. Yine de siz o aşktan vazgeçmeden içinizde yüreğinizin en kuytusunda beklesin beklesin ve ikinci bahar gibi yeniden sizi filizlendirsin. Faryalı, vazgeçmişken Yıldız’ın gözlerinden, sözlerinden sadece bir ah demesini beklerken; sessizce kimsesizce gönderirken dudaklarını Yıldız’dan öpmesini değil sadece almasını beklerken, Yıldız’ın yüreğini bilmezken kendi yüreğini her fırsatta Yıldız’a anlatmasına rağmen, yok olmayı göze almışken Faryalı  Yıldız’daki gerçeğine ayıldı bu bölüm. Küçük adımlarla, belki korka korka gitse de aşklarının birlikteliğe yolculuğu ve Bora o yolculukta rol kapma telaşında olsa da FarYıl pupa yelken ilerlemek için esen meltemin fırtınaya ya da boraya dönmesini bekliyor.
Kelebek, canım Kelebek adın Hüsnü mü senin? Peki neden Kelebek? Renk renk iyilğinin mi sana getirdiği bir isim bu, hızla yardıma yetişmenin mi yoksa bir güne bir ömür sığdırabilmende mi? Sevgililer gününde romantizmin çıtasını en yukarı çakabilen tayflı ruhundan mı? Bilmiyorum söylemediler ki...
Kelebek’in Su ile aşkı son hız giderken daha geçen bölüm bu aşkı bildiğini öğrendiğimiz Ateş’in ikiliyi yakalaması ve devamında gelecek tepki sanırım SuKel açısından değil de Kelebek açısından sıkıntılı bir hal alacak. Ateş’in üzerine binen yüklerde en çok dertleştiği, sevdasını ilk itiraf ettiği Kelebek’in Ateş’e hissettiklerini söylememesi Ateş’i üzecek anlaşıldı. Ateş’in kırgınlığı da Kelebek’i üzecek. Su ve Ateş, et ve tırnak. Kırılsalar da , kızsalar da, bir yerinden kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Ama kendini her fırsatta Kelebek’e emanet eden Ateş’in kırılması bu noktada sanırım normal. Tek takıldığım bildiği halde bilmezden geldiği ilişkiye sert tavır koyması, bu kırgınlık çizgisini geçerse ne kadar doğal olur? Göreceğiz.
Aslı... Yakaladığı ipucu elinde kalmışken yeni yolları Aslı’ya açan Uzay. Aslı’nın acılarına ortak olmaya çabalayan ama bir şekilde dışlanan Ateş. Aslı’nın aile arayış çemberinde o çemberin merkezine her şekilde düşmeyi başaran Uzay ve çemberin dışında bırakılan Ateş. Bu durumun sonuna kadar farkında olan ;ama müdahale edemeyen Ateş. Uzay’ın Aslı’ya dahil oluşunu iliklerine kadar hissederken, o soğuk onu üşütmeye başlamışken ses edemeyen, sevdiği kek boğazına dizilen Ateş. Bu bir taraf... Ruhu çekilen, yenilmiş hisseden, geçmişini bir bilekliğe bağlamış Aslı. Ateş’i kendinden sayan ;ama onu kendi acılarından bile korumaya çalışan Aslı. Uzay’a gel demiyen ;ama gelmesine de engel olma gücü olmayan Aslı. Ne fena şey konuşamamak, ne fena şey için düğüm düğümken yaralarını en sevdiğine açamamak, ne fena hücrelerinin daha önce geçtiği yoldan yine sınanmak. AsAt bir sevdanın en keskin sınavında şimdi. Güven sınavı. Uzay amacı ister empatik takıntı, ister aşka giden bir yol açmak olsun Aslı’nın hayatında yer kaplamaya başlamışken, Bora’nın isteğiyle Ateş’e amacı belirsiz yürüyüşteki Lal AsAt’ı acıtacak gibi. Aslı Faryalı’ya doğru akıyor. Acısında onun kollarına sığınıyor. Sorularına onun yanında cevap arıyor. En büyük cevap Faryalı’da mı? Göreceğiz.
Burada küçük bir sitem; ben Ateş’in Aslı’ya ilk ‘Seni Seviyorum’ diyişini bir mesaj olarak beklemiyordum. Olmamalıydı. Ateş Aslı’ya elini sımsıkı tutup gözlerine bakarak söylemeliydi bu sözü. Kelebek’in Su’ya aşkı gibi beklenmedik olan itirafına benzer  Ateş’in aşk itirafı da kendi rengini taşımalıydı. Ateş’in sevgisini söyleyişi portakal kokmalıydı. Yazık oldu. Sahnedeki tüm Ateş Kelebek sevimliliğine rağmen, ikilinin arasındaki o müthiş komedi enerjisine rağmen o sözcükler öyle söylenmemeliydi Aslı’ya.
Son demde; kokumu tanırsın sevgilim, kokum annem ve babamdan miras bana. Sandıklar dolusu renkle beraber. Aynı değil renklerimiz biliyorum. Ama biliyorum biz seninle gökkuşağı gibiyiz. Ayrı ayrı olan renklerimiz gibi seslerimiz de bir senfoni berarber. Biz birbirimizden ,asırlar geçse de aramızdan, vazgeçemeyiz.

                                                                                  UmayMasal