23 Mart 2021 Salı

Korkma Sevgilim: EfYam

 Yeniden merhabalar sevgili okur. Yol aynı, izlediklerimizin peşinden kendi kendimize ilerlediğimiz yerlerden yine takip mesafesini koruyarak EfYam’dayız. Takıl istersen peşime, gidelim. Geçen hafta Efsun, Yamaç ve Masal’ı her biri başka bir yere savrulmuş bırakmıştık. Geçen hafta genel tavra odaklandığımdan bölümü değerlendirmemiştim ki yazdıklarımın halen arkasındayım. Yine de bu haftaki EfYam’a bakarken geçtiğimiz haftaki olayları da değerlendirmek gerekiyor. Efsun’un travmatik acılarıyla karşılaşan Yamaç, o acılarla başa çıkma yöntemi olarak kullandığı bağımlılığından Efsun’u kurtarmak için zindanı çare olarak görmüştü. Sırtlayıp zorla kapattığı zindanda Efsun’u bırakıp Çukur’un dertlerinin peşine düşmüştü. Çok uzun zaman önce Çukur evrenini bir çeşit fantastik yapı olarak gördüğümü söylemiştim. Bu nedenle de reel mantık derdinde değilim. Ancak bu demek değil terminolojisi çok da zor olmayan evrende mantık olmayacak. Kurgunun en temel şartı budur. Kurduğunuz evrenin içinde olan mantık tutarlı olmalı. Neyse… Biz bu haftaya gelelimmm…

Bana göre bölüme damgasını vuran zindan yüzleşmesine odaklanalım. Öncesinde kısacık bir şey anlatmak istiyorum sizlere:

Aşk; korkuyla kapandığımız iç mezarımızda, aynı zamanda kölesi olduğumuz üç korku kölesinin taşıdığı ve içimizdeki toprağa gömdüğü o sevgiliyi bulmaktır. Aşkımız; yaşadıklarımızla, korkularımızla, baskılarımızla içimizdeki toprağa gömüldüğünde aslında gömdüğümüz sevgilimizdir. O baygın sevgili içimizde kurtarılmayı beklemektedir. O sevgili ki yapayalnız, kendisini hangi felaketin karanlık mezarlığa sürüklediğini bilmeden; sarayından çıkmış, güzelim korunaklı odasından kopmuş baygındır. Aşkın sahibi o sevgiliyi kilitli sandıklardan gün ışığına çıkarmak için kara toprağı kazır. Çürümüşlüklerden yeniden ve yeniden baharlarda yeşeren hayatı dünyaya getiren toprağın bağrında saklı sevgili yeniden ve yeniden nefes olsun diye toprakta gömülü o mezardan gerekirse zorla alınır. Gün ışığına çıkan sevgili aşkla seven tarafından kucaklansa da uyanma ancak ve ancak ölümle yaşamın bir araya gelmesiyle mümkündür. Yani öpücükle. Sevgili ancak baygın halde olduğu o uykudan o öpücükle uyandırılır.

Efsun kendisini unutmayı seçtiği kendi iç mezarında baygın haldeyken Yamaç zorla sokulduğu tabutta kendisi olmaya direne direne içine yerleştirilen “Böcek” hali ile gelene kadar  o mezardan burnunu çıkarmaya niyetli değildi. Çünkü hatırlamazsa acıya dayanmasının daha kolay olduğunu düşünüyordu. Çünkü Efsun olmazsa Efsun’un başına gelenlerle yüzleşmek zorunda kalmazdı. O halde Efsun’u, Yamaç’ın sevgilisi, şifacı, büyülü, Baykal’ın kızını mezarda ölüme terk etmek en iyi çözümdü. Kendinden en uzakta duran kimliğe Simay’a tutunarak sadece Masal için  Efsun’un anneliğinde kalarak yaşamayı seçmişti. Ta ki Yamaç’ın Böcek halini görene dek. Yamaç bir oyuncak tabancanın tetiklediği travmasıyla kendi adını unutmuş Efsun’a geldiğinde onca unutuşunun içinde Efsun’un şifacısı olarak sapasağlam durduğunu gördük. Yamaç kendisini unutsa da kalbinin ortasında duran Efsunlu yarasını unutmuyor ve Efsun’un onu kurtaracağını biliyor. En derin kuyudan onu çıkarabileceğini, en kötü yaralanmasında onun kanamasını durduracağını, ruhunun parçalanmışlığında onu yeniden bir araya getireceğini biliyor. Çukur’la ilişkisinde nasıl öğrenilmiş bir çaresizlik varsa Yamaç için o oranda Efsun’la ilgili seçilmiş bir kabulleniş var. Efsun’u bulduğu andan beri ona dirense de ona vursa da onu dövse de dövdürse de sevmiyorum istemiyorum dese de Efsun’dan geleni kabul eden bir Yamaç var. Çünkü Efsun en başta onu baygın halde olduğu iç mezarından çıkaran, verdiği nefesle onu hayata döndüren bunları yaparken bir kez bile karşılık beklemeyen biri. Yamaç için Efsun aşk. Başka tanımı yok. Sadece aşk. Kızının annesi olması sadece onun hikayesindeki ek. Efsun onun için parçalarını bir arada tutan güç, aklını yitirişini, terk edilmişliğini, sırtındaki bıçakları unutmasını sağlayan büyü. Efsun Yamaç için yaşama sebebi. Bu vurgu defalarca yapıldığı için ben de yazabilirim. Efsun Yamaç için kızından bile önde. Bunun için Efsun’la o zindana kendisini kilitletirken ölüm Efsun’dan gelecekse razıydı. Yamaç Efsun’dan gelecek her şeye razı. Efsun öfke, yoksunluk, korku, travma karması ruh haliyle ona saldırırken, onu ısırırken, ona vururken sesi çıkmaması bundan. Oysa Böcek’e dair anlarda bile en sevdiklerine bile gösterdiği tepki ortada. Diğer taraftan Efsun’un yaşadıklarını, çektiği işkencenin onun ruhunu tıpkı Yamaç gibi nasıl parçaladığını bizzat Efsun’un ağzından dinlediğimiz sahnede yine gördük ki Yamaç’ın Böcek’i ile Efsun’un Simay’ı arasında çok bir fark yok. Eş zamanlı olarak yaralarını birbirlerine açan iki sevgili sanki boşluğa konuşuyor gibi olsa da o boşluk yine biri için diğeri tarafından dolduruldu. Geldiğinden beri yaşadıklarını, korkularını kimseye anlatmayan Yamaç en büyük korkusunu, Efsun’u ve kızını yeniden kaybetmek, Efsun’a anlatırken onun travmatik titremesine duyarsız kalamayan Efsun Kent sahneye çıktı yeniden. Yamaç’ın ellerini tuttu, onun korkusunu besleyen işkencenin etkisinden sadece konuşarak ve kendisine ait kalbe elini koyarak sıyırıverdi Yamaç’ı. Yamaç’ın Gregor Samsa gibi dönüştüğü böcek bedeninde sıkışıp kalmasına izin vermedi. Yamaç’ın yenilmesinin, koruyamamasının en derin yaralarını taşıyan Efsun en az kendisi kadar yaralı Yamaç’ın Böcek olarak girdiği zindandan yeniden Yamaç’a dönüşerek çıkmasını sağladı. Çünkü Efsun bu hikâyenin şifacı tanrıçası. Diğer taraftan ayakta kalışlarının sebebini hep “aşk” a bağlayan Yamaç aşkla Efsun’u kendisini bulmaya ikna edemeyince Efsun’un Efsun olarak tutunduğu tek bağa tutundu. Annelik. Efsun “Korkma Sevgilim” diyerek Yamaç’ı gömülü olduğu mezardan çıkardı. Yamaç da “Canım” dediği, canını bağladığı kadını da hapsolduğu mezardan çıkmaya önce onu terk etmediğine ikna ederek sonra da Masal’ı hatırlatarak ikna etti. Efsun o mezardan çıkmaya şu an Masal için ikna olmuş gözükse de sonunda kendisine uyanması Yamaç’ın öpücüğü ile olacaktır umuyorum. Hoş bana göre Yamaç, Yamaç olarak o zindandan çıkarken Efsun tarafından öpülmüş olmalıydı da neyse. Şimdi hikâye akışı hangi noktaya gidecek göreceğiz. Bundan sonraki kısıtlı zamanda EfYam ailesini kızları Masal’la birlikte görmeyi diliyoruz. Korkularıyla birlikte yüzleşerek yol alan, belki ilk kez bu kadar uzun konuşmayı başaran EfYam’ın bundan sonra da konuşarak, birbirine tutunarak, aşkla ailelerini koruyabilmelerini diliyoruz. Tabi yine yeniden saçma sapan kaçırılmazsak. Kısaca mezar metaforu yansıması zindan istenmeyen saklanılan kimliklerin gömüldüğü bir metamorfoz noktasıysa Efsun da oradan sadece Efsun olarak çıkıp Simay’ı geride bırakacak demektir. Ne zaman? Umarım uzamaz. Çünkü yorulduk. Korkmaktan, savrulmaktan, sürekli karanlıkta kalan olmaktan yorulduk.  

Bir parantez de Tilya Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye… Zindan sahnesinde Böcek’ten Yamaç’a, Yamaç’tan Böcek’e; Simay’dan Efsun’a , Efsun’dan Simay’a an be an geçen ; karakterlerin travmalarına, öfkelerine, delirmeye ramak kala hallerine ordan aşka hem de en derininden en vazgeçilemezinden aşka düşen ruh çalkantılarına, korkuya, acıya, umuda, sevgiye, sevdaya, teslim olmaya, savaşa savrulan hepsini milim milim hissettiren oyunculuğunuza teşekkür. Efsun ve Yamaç siz olmasanız böyle bir çift izleyemezdik biz. Aşkla yaptığınız iş öyle geçiyor ki… Yine dilek ; yeniden en kısa zamanda  ikinizin üstüne kurulu bir hikayede aşkla görmek.  

                                                                                                 UmayMasal




 

16 Mart 2021 Salı

Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla-EfYam

 

İntikam nedir, nasıl alınır, kime haktır, kime hak değildir?  Selam sevgili okur. Yine yeniden adı gibi karanlık, pis Çukur evreninin nadide çiçekler gibi parlayan ama fazla parladığı içi bizzat yazanı tarafından her hafta daha da pisliğe bulanan aşkının peşinde EfYam’ın izinde buluştuk. Aslında iz takip edecek halimiz kalmamış ama çabalıyoruz. Daha önceki yazılarımda defalarca yazdım. Hikayeyi yazanımız elindeki cephaneyi tüketmiş olduğu için ve sağlam kale sadece EfYam kaldığı için asla iki karakteri kavuşturmuyor. Pavyondan çıkarıyor çünkü total dahil herkesi o sündürmenin yorduğunu biliyor ama bu kez Efsun’u karanlıkta kaybedip Yamaç’ı Çukur’a salıyor. İşin kötü tarafı ben artık buna cidden gülüyorum. Çünkü bunun bir kurgucu için en zavallı hal olduğunu bilecek kadar kurguyu tanıyorum. Bunca zaman getirdiğin karakteri, hikayeyi toplayamamak; üstelik bu denli korkunç bir noktaya getirmek sanırım artık deneysel bir gözleme dönüştü benim için. Kurgu nasıl yazılmaz atölyesi artık Çukur bana göre. Reytingi filan geçiyorum. Bu iş, finale yürürken reytingini koruyacak. Korusun da zaten oyuncular için. Ancak bunun sosyolojik tabanını da okuyabildiğim için şaşırmıyorum da. Sadece insanın yazdığı şeyi bu kadar güçlü oyuncular bedenlendirirken nasıl bu hale getirir sorusunun cevabı yok bende. Aslında var da yok. Bana göre Gökhan Bey “Kendim olduğum hikâye” dediği Çukur’da baya baya kendini kaybetti ve tüketti. Bunu da şuna bağlıyorum: Hikâye zaten orijinal değildi, ki değil bana güvenin, iş çığırından çıktı. O kadar çok ipi başka başka yumaklardan ödünç aldı ki şu an elinde farklı kalınlıklarda ama uyumsuz bir sürü iplikle kaldı. Bağlayamıyor. Bir de bu çözümsüzlüğün ortasında büyüyen Efsun ve Yamaç aşkı kontrolden çıkınca bu zavallı çözümsüzlük daha da beter hale geliyor. Yapım mıdır yoksa doğrudan kendisi midir bilmiyorum sebep, ki ben kendi tanrıcılık oynama egosuna mal etmekten yanayım,  bu sezonun başından beri yavaş yavaş geçen sezonki epik aksından kaydırdığı EfYam’ın tepesinde son altı yedi haftadır ter ter tepiniyor. Tepinmeye de devam edecek zira elinde başka bir şey yok. Zaman atlamasının neye hizmet edeceğini merak etmiştim mesela ben gereksiz bulsam da. Burada parantez Joseph Campbell’ın bir kitabı vardır. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Kahraman geçirdiği süreçlerde değişir, dönüşür, bambaşka bir ben kavramı ile başladığı noktaya gelir. Yamaç da dönüp dolaşıp aynı noktaya gelecek, başladığı yere, bu net. Ama sorun şu; bu adamın yaşadığı onca kayba, acıya, akıl kayıplarına rağmen gayet de farkında bir şekilde hala aynı hataları yapıyor olması. Çok merak ediyorum acaba yazan kişinin dönüşümden, gelişimden, değişimden anladığı ne? Farkındaysanız artık olay Yamaç ve Efsun’dan çıktı. Başa sarıp sarıp aynı sahneleri izleten, bunu da paralel diye yediren, bir şey bulamadıkça esas kadını kaçırtan, kadın kavramını hiçleştirip sürekli ama sürekli eril dil üzerinden intikamı, şiddeti hatta şiddet pornosunu aklayan artı kadın bedenini, ruhunu sadece ve sadece onu seven erkeğe yönelik işkence aracı gören zihniyet ayyuka çıktı artık. Ben Çukur’da kadın kavramına yönelik yazıyı finale saklıyorum ama burada da söylemeden geçmek mümkün değil. Üzüldüğüm nokta ben bu hikâyeye yani EfYam aşkına takılırken senaristin gerçekten o eril dünyada sağlam bir kadın karakteri barındırıp üstelik bu kadınla Yamaç’ın dönüşümünde inanılmaz katkı sağlayacağını düşünmemdi. Yanılmışım. Şaka gibi ama bu aşk Efsun’u dönüştürdü. Hem de ne için hala ve hala gözümüze sokulan 3 eşli, acımasız katil İdris’in intikamı için. Dedim ya ben gülüyorum artık. İnsan bunca sezon paralel adı altında sürekli aynı sahneleri izletir mi kendisine bu kadar sadık izleyenlere? Ben utanırdım. Hikâye yavaş gidiyor isyanına da artık gülüyorum. Gidemiyor ki hızlansın. Haftaya amca Efsun’u kaçırır, oradan aksiyon alır biraz. Başına gelenlerin artık bini aştığı Efsun daha başka neler yaşar, sağ kalır mı, yoksa Yamaç’ı delirtme misyonunu nasıl daha korkunç kurgular bu zihin bilmiyorum. Ama diyorum ya benim karakter olarak keşke benim olsa dediğim o Efsun Kent çoktan öldüğü ve geri gelmeyeceği için, bunu kabullendim evet, sadece gülüyorum. Sonuna kadar da izleyeceğim. Dedim ya bir iş nasıl yapılamaz, bir kurgu nasıl yazılamaz, karakter derinliği nasıl öldürülür, montaj denen şey nasıl bu kadar korkunç yapılır, oyuncunun performansı kesip kırparak nasıl yok edilir? Ders niteliğinde.

Birkaç haftadır bunca çekilen boşa değil galiba mutlu son hesabı var yazarın diyordum. Böyle ters köşe yapacak büyük ihtimalle dedim hep. Ama artık buna da inanmıyorum. Yamaç ve Efsun’u biraz bile yan yana yazmayan, iki cümle konuşmalarını engelleyen, Yamaç’ın babalık sevincini yok sayan, sevdiği kadını travmasına rağmen zindana tıkmasına neden olan üstelik tüm bunlar olurken çekip giden, abisine “Bir şey olursa bana olsun senin karın kızın var.” diyerek çok değil daha bir gece önce tehlikenin göbeğinden aldığı, ruhu paramparça aşkını ve kızını hiçe saydıran yazar mı mutlu son yazacak? Sanmam. Tanrıcılık oyununa devam.  Neyse Efsuncum Kentcim kuş ölür sen uçuşu hatırla kafasıyla seni kalbimize gömdük. Efsun ve Yamaç aşkına gelince, valla ben artık orda Aras Bulut ve Tilya Damla uyumundan başka bir şey görmüyorum. İkisi de kanının son damlasına kadar ayakta tutmaya çalışıyor bu aşkı. Mimikler, bakışlar ve EfYam’a özgü ne varsa. Ama ben artık Efyam filan göremiyorum. Dram sağmak için heba edilen, tv dünyasının en epik, en özgün aşkı olmaya adayken artık ne noktaya gideceği belli olmayan garip bir şeye dönüştü. Yazık. Bu arada unutmuşum Çukur’da sadece Koçovalılar intikam alır. Başkasına zinhar yasaktır. Çünkü tek baba İdris’tir gerisi iskele babasıdır. Motto bu. Kusura bakma sayın okur, bu hafta masal anlatacak hal bırakmadı sayın yazar bizde belki bir başka zamana….

Aras Bulut İynemli ve Tilya Damla Sönmez’i gerçek bir hikâyede, mantık silsilesi olan, sağlam bir kurguda yeniden izlemek dileğiyle…

                                                                                                      UmayMasal




9 Mart 2021 Salı

Yamaç'ın Ailesi

 İnsanın kayboluşları olur zaman zaman. Bile isteye kaybeder kendisini kimi zaman bazen de istemeden sürüklenişlerindedir o kayboluş. İlki öyle ya da böyle bir tercihtir. Lakin ikincisinin travmatik etkisinden çıkmak zordur. Sürükleniş zordur çünkü. Karşı koymaya çalışsan da kurtulamayacağın kadar şiddetli olabilir o akıntı. Hele ki çabalayıp çabalayıp yine de engel olamazsan o kayboluşun şiddetine travma derinleşir. Selam sevgili okur… Yine yeniden EfYam için buluştuk. Çok şükür de kavuştuk ama… Yok yok burada sonra oraya geleceğim demek. Sebebi girizgâh Efsun ve Yamaç için. Haftalar önce onları birbirlerinden kopartıp üstüne kendi kimliklerinden soyutlamak için çıktıkları korkutucu yolculuğun sonuna geldik nihayet. Epik bir sahne ile Yamaç ailesini kurtardı ama dediğim gibi ben en baştan başlamak istiyorum. Hadi takıl peşime, istersen.

Bölümün başında Yamaç’la karşılaştık. Bir karabasanın içindeydi. Yaşadıklarının güçlü ruhundaki travmatik izlerinin onu nasıl etkilediğini hatırladık yeniden. Biz Yamaç ne yaşadı biliyoruz. Gösterildi çünkü. Acısını, adını, kendini korumak için verdiği mücadeleyi, bedenine ayrı ruhuna ayrı yapılan işkenceyi, kendisini nasıl unuttuğunu, zamanı nasıl kaybettiğini hepsini izledik. Ölmeden ölmesi istendi. Kendisini kaybetmesi için her şey yapıldı acımasızca. O da kaybetti. Sonra bir şekilde ipin ucundan tekrar tutup kendisini bulmayı başardı. Parça parça hatırladığı anılarından, değerlerinden, sevgilerinden ne kaldıysa toplamaya çalıştı. Her hafta onun kendi kimlik puzzlenı tamamlamasını izledik. Hala da eksikleri olduğunu, kendi ağzından duyduğumuza göre, söyleyebiliriz. Zaten çok yaralı bir ruh Yamaç. Son yaşadıkları da onu daha derinden parçaladı. Öyle böyle parçalarını topluyor. Bu toplama sürecinde de iki unsur öne çıkıyor: Efsun ve Çukur. Karabasanından uyandığında hatta uyandırıldığında abisi Cumali’nin boğazına yapışan, önceden de defalarca kendisine dokunulması konusunda tepki veren Yamaç. Banyoda kendi suratına bakarken sırtındaki işkence izlerini gördüğümüz Yamaç. Kahvaltı masasında açlıkla ona işkence edenlerden kalan izlerle deli gibi yiyen Yamaç. Seçmediği sürüklenişte hak etmediği kadar acı çeken Yamaç’ın yüzündeki gülümseme nedeni ise Efsun’la ikisinin kızı Masal. Onları yanına almak isterken Efsun’un kaygılarına, korkularına takıla takıla düşüyor Yamaç. Oysa onun yamaçlarından hep Efsun düşüyordu daha önce. Bu aralarındaki dengenin ne kadar değiştiğinin kanıtı aslında. İşin Efsun tarafına geleceğim ama Yamaç konusunda şunu belirtmekte fayda var. Yamaç Koçovalı Efsun Kent’e aşık. Hatta öyle büyük bir aşk ki bu Efsun olmadan nefes alamaz gibi. Çukur’u sırtında bir sandalye ile dolaşıp “madem para yok pasif direnişle sinir bozarım” kafasında racon keserken bile aşık. Annesiyle nihayet hesaplaşırken de aşık. Burada parantez, Yamaç ilk döndüğünde kimliğine dair parçaları ararken annesinin elini öpmüştü. Ben orada Yamaç’ın Efsun’un evden gidişine dair ayrıntıyı hatırlamadığını Cumali hatırlatmasının sadece seyirciye yönelik olduğunu hissetmiştim. Bu hafta anladım ki doğru anlamışım. Yamaç’ın zihnindeki eksik parçalar oturdukça bakış açısındaki değişim de ortaya çıkıyor. Annesi ile Çukur üzerinden dönen hesaplaşma boyunca sevdiğim kadın vurgusu ile sen aslında beni çiğnedin, tamam, ama neden aynı duyarlılığı evimiz yok olurken gösteremedin diye sorguladı Yamaç. Yamaç’ın sorgusu kıymetli çünkü Sultan sorgulanamazdı. Rahmetli Selim hariç oğulları üzerinde kurduğu hükümdarlık buna izin vermedi. Sonunda Yamaç da o sorgu noktasında geldi ki devamında eşyalarının tamamını alarak Koçovalı hanesini terk etti. Bunu Yamaç’ın kendi hanesini kuracağına yormak istiyorum. Sonuçta bir savaş çıkacak ve bu bir iktidar savaşı. O savaşta haneler de önemli olacaktır. Aile her şeydir diyen ben değilim. Bunu diyen hikâyenin yazanı. Koçova hanesi merkezli Çukur’da acaba yeni hane Yamaç’ın Efsun’la kuracağı hane mi olacak? Olamaz mı? Olabilir. Cumali Amca ve Sultan Ana/ King of Çukur Yamaç ve Queen of Çukur Efsun. Kapat parantezi. Yamaç sandalye turundan sonra Efsun’a gitti. Konuşmaya. Konuşamadı. Efsun konuşmasına izin vermedi. Çünkü Efsun da biliyor eğer Yamaç’ı dinlerse ona inanacak. Burada yine parantez. Efsun da tıpkı Yamaç gibi rüya gördü. Rüya gibi başlayan ve karabasana dönüşen bir görsel. Babaannesini öldürdüğü kıyafetlerin neredeyse aynısını giymiş şekilde cam evinin bahçesindeydi Efsun. Travmatik bir sembol. Babaannesini öldürdüğünde başladı ruhundaki kırılma çünkü. Sonra Yamaç’ı gördü. Tıpkı geçen hafta olduğu gibi ona “Ben artık geldim.” diyordu. Rüyasında dahi Yamaç’tan kaçtı. Geç, dedi önce sonra kızım, dedi. Yamaç onu bırakmasa da direndi kızıma zarar verirler, diyerek. Bu da travmatik bir başka imge. Yamaç’ı çok seviyor Efsun. Hep sevdi, korudu. Onunla, onun için Çukur’a gitti. Sonra kendisini Yamaç’ın olmadığı bir dünyada buldu. Ne olursa olsun onu bulacağına dair umudu o üç yıl içinde ne koşullarda elinden alındı? İşte biz bunu bilmiyoruz. İşkence gördüğünü, bir saat kızını görmek için yaptığı anlaşmayı, kimsenin kendisine dokunmasına izin vermediğini, bağımlılığını biliyoruz. Sahneye çıkmak için o hapları aldığını da biliyoruz. Ama o anlaşma nasıl yapıldı bilmiyoruz. Kızına dair korkusunun boyutu kabusunda gizli. Üç yıl gelmeyen, gelemeyen Yamaç’a sevgi baki belki ama kızını koruma refleksi daha yüksek. Burada küçük bir eleştiri. Bu bölümü gömmemeye karar verdim çünkü. Bir ordu adamın Yamaç’ı durduramayacağını bilen Efsuncum Kentcim ne gibi bir motivasyonla Yamaç yerine o adamla kalmayı yeğliyorsun anlamadım. Neyse devam. Biz Efsun’a yapılanların sınırını bilmiyoruz. Tek görebildiğimiz Efsun’un da Yamaç gibi mecburi bir sürükleniş içinde kendisini kaybettiği. Kızı dışında bir şeyi varlığında bırakmamak için çabaladığı ama rüyasında ve Yamaç dövülürken verdiği tepkiden anlaşıldığı gibi Yamaç’ın orda sapasağlam durduğu. İşte biz bunları biliyoruz. Yamaç ona “ Ben daha kim olduğumu yeni hatırladım, hatırladığım anda da seni hatırladım. Eğer seni hatırlamasaydım, hayatımda sen diye bir şey olmasaydı belki de şu an ayakta duracak hali bulamayacaktım. Ben sen varsın diye yaşıyorum sen varsın diye kim olduğumu biliyorum.” dediğinde gözleri ona inansa da Yamaç’ı itekleyecek, onu dövdürecek, o dövülürken ağlama krizine girecek kadar kendinden kaçmasına ne neden oldu bilmiyoruz. Ama kötü bir şeyler oldu biliyoruz. Gelelim ne olursa olsun Efsun’un gözlerinde kendisini gördüğüne inandığım sadece Masal için değil Efsun için, ailesi için vazgeçmeyen Yamaç’a. Bir tarafta amcası ile mücadele etmek için maddi güç toplamaya çalışırken ailesini kurtarmaya tek başına giden Yamaç, tıpkı beş bölüm önce Efsun’u almak için gidip onlarca adamla mücadele ettiği gibi bu bölüm de Efsun ve Masal için onlarca adamla mücadele etti. Bu kez ailesini aldı ve çıktı. Sahnede ikonik anlar vardı. İlki kuşkusuz camdan izlediği Efsun ve Masal’a korkarak gülümserken Nizam’ın Efsun’un saçlarına dokunduğunu görmesi. Yamaç yavaş yavaş hatırladıklarına Efsun’a karşı hissettiği aşkla beraber gelen kıskançlığı da ekledi. Orda Nizam’ın dokunuşu ona Efsun’a dokunulmasına karşı hissettiği kıskançlık, korku, sahiplenme, onun özel alanında kendisinden başkasına tahammül edememe duygularını hatırlattı. Dolayısıyla bu duyguları ona en şiddetli hissettiren Çağatay Erdenet’i. Efsun’a dokunulması sanıyorum Yamaç’ı kendisine dokunulmasından daha çok delirtebilecek tek şey. İkinci ikonik an ise bana göre Efsun, Masal ve Nizam’ın olduğu odaya girip Nizam’ın sırtına silahı dayadığında Efsun’u gördüğü an. Muhtemelen kızını da görüp Efsun’un ve kızının korkusunu okuduğu için Nizam’ı dışarı çıkarması. Efsun’a “Bakma buraya.” demesi. Yamaç Efsun’u hep bildi. Onun kanlı gömleklerini yıkarken alışacağız demesine rağmen ölümleri sevmediğini, babasının intikamı için karıştığı suç dünyasında kanı sevmediğini bildi. Hem Efsun’u hem kızını korkutmak istemedi tüm deliliğini yüklenmiş olduğu halde. Son kısım ise oldukça epik, silahı bıraktığı an sakinleşen Efsun’un korkusunun kaynağının ne olduğunu anlamış ve onu sakinleştirmeye çalışıp ikna etmeye gayret eden Yamaç. Her şeyin bittiğini kimsenin kızlarını alamayacağını Efsun’a söyleyip kendi ailesini kucaklayıp çıktı Yamaç. Bir yorum görmüştüm. Kucağına dünyasını sığdırdı diye. Evet Yamaç kucağına kendisine ait olan, kendi seçtiği, seçmekten bir an tereddüt duymadığı dünyasını sığdırdı. Çünkü Yamaç kendisi için sadece kucağındaki kadını ve ondan olan çocuğunu istedi. Daha fazlasını hiç istemedi. Yamaç kendi ailesini buldu ve yanına aldı. Sonrası… Göreceğiz. Efsun ve Yamaç arasındaki ilişki Masal ile yeni bir boyut kazanacak. İkisinin de hayali olan bir şey bu birliktelik. Hayal etmeye korkar hale getirilseler de bu böyle. Travmatik yaralarını birbirleriyle sağaltacaklar. Canları yandı, şimdi birbirlerinin yaşadıklarını öğrendikçe daha da yanacak. Ama umarım ruhlarını kıran, kendileri olmaktan ikisini de eş zamanlı kopartan her şeyle beraber mücadele etmeye güçleri olacak. Aralarındaki aşk her şeyden büyük çünkü. Zamandan, mekândan, algılardan hatta Çukur’dan. Kim bilir bu aşk belki Çukur’u bile iyi eder.  

Hamiş; tüm kurtarma periyodu boyunca “Efsun” sözcüğünü sayıklamaya çeviren, baştan beri Efsun Yamaç’ın yaşama sebebi dediğimiz için bizi yalancı çıkarmayan, gerçek aşkın engel tanımadığını, dur durak bilmediğini anlatan tavrına selamlar Yamaç Koçovalı.

Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli, EfYam’a inancınız, onlara özgü diliniz, Efsun ve Yamaç’ı siz oynadığınız için teşekkür. Dilek belli biz sizi bir daha bir arada istiyoruz. Başından sonuna aşkta olan bir hikayede.         

                                                                                                      UmayMasal




2 Mart 2021 Salı

Bizim Masalımız: EfYam

 

“Zaman” demiş kadın. “Zaman, diye bir şey var.” Başını sallamış adam. Kırıkmış kadın. Zamanın onların aleyhine akan kısmına. Oysa hayal etmişmiş kadın. İmkansızlıklarına rağmen bir arada olabileceklerine inandırmış çünkü adam onu. O da hayal etmiş. O hayale tutunmuş hayatta yapayalnız kalmışlığında. Adam aşkıymış, adam ailesiymiş, adam umudu, adam masalıymış. Adam kaybolmuş, aşkı kaybolmuş, ailesi kaybolmuş, umudu kaybolmuş, masalı kaybolmuş. Onca kaybolana tahammül etmek zormuş. O da kayıplara kendisini eklemiş. Kendini kaybetmeye karar vermiş. Uykuya bırakmış içindeki kimliği. Unutma nehrine bırakmış onu.  Ölse bile umurunda değilmiş de işte hayatta kalması için bir sebebi varmış. Kızı. Nehirden geçince başka bir kimlik yaratmış. Kendisine en uzak yerden. Aslında hiç olmadığı ruhlardan birini seçmiş. Çünkü o zaten ruhları bilirmiş. Başka türlü hem hayatta kalıp hem de içindeki aşık kadını öldüremezmiş ki. Şimdi adam gittiği yerden dönmüş ona bakıyormuş. Elini uzatmış tutmasını bekliyormuş. Kadın ise içinde bir yerde bağıran o aşık kadını susturup gitmek istiyormuş. Çünkü o eli tutmuş daha önce. Hangi zamanda olduğunu hatırlamadığı bir yerde. Masal prensesi olduğu bir yerde. Tutmuş ve gitmiş onunla. Sadece aşk için, aşkla. Canının yanacağını bile bile yürümüşmüş onunla yolu. Sonra adam ormanın en karanlık yerinde bırakmış gitmişken Prenses karnında bebeği ile zebanilerin ortasında kalmışmış. Beklemiş adamı ama adam gelmemiş. Öldü sanmış bazen. Ölmese gelirdi demiş kendi kendine. Cehennemin ortasında bir koza örmüş kızına ve kendisine. Yangının kızına ulaşmasını engelleyen. Kendi kanatları tutuşsa da önemsemeden korumaktaymış kızını. Şimdi adam karşısında, ölmemişken, gözleri ona aşkla bakarken, hala severken ama daha önce gelmemişken, kalbi paramparçayken, bedenindeki yanıklarla nasıl gitsinmiş onunla? Kızını bildiği kozadan çıkarıp zebanilere rağmen, korkularına rağmen nasıl hadi diyebilsinmiş ki ona. Aşk, kalbini, bedenini, ruhunu paramparça etmişken o hangi parçaya tutunup içinde çığlık atan o aşık kadının istediğine tamam diyebilsinmiş ki?

Adamsa sevgilerden, öfkelerden geçip geldiği hayatında ölümün ilmiğinde asılı hayatında en vazgeçtiği anda gözlerine tutunduğu kadına bakıyormuş yine. Onun başkalaştığını söyleyen ama aslında ona hala aşkla bakan gözlerine. O gözlerde hep kendini görmeye alışıkmış adam. Kendi acısında ortak olan, onu sarıp sarmalayan, iyileştiren gözler. Şimdi o gözlerde daha önce görmediği acılar varmış. Elini her uzattığında tutan, canının parçası kadın ona öfkeyle bakıyormuş artık. Anlamamış önce, sırtına saplanan her bıçağı affetmeye alışkın adam. Sonra anlamış ki artık karşısında kendi prensesi yok. Var ama yok. Miş’li geçmiş zamanlar gibi bir görünüp bir kayboluyor onun aşık olduğu kadın karşısında. Anlamış adam. Korkunun, acının bilediği kadının ruhunda gölgeye dönen “O” nu bulması gerektiğini. Kızının adında saklı kendi masallarını, masalının prensesini yeniden bulabilmek için o karanlık kuyuya dalması gerektiğini. Tıpkı onun böcekleştirilirken hapsedildiği karanlık kuyu gibi bir karanlığın aşık olduğu kadını sarıp sarmaladığını. Adam biliyormuş kadının bilmezden geldiğini. Çünkü onu onca zamana inat öptüğünde, en derininde hissetmiş yine ölümle yaşamın yer değiştiğini ruhunda. Bunu yapabilen tek kadınmış o. Dudakları onun dudaklarına her dokunduğunda yaşamı ona hediye edebilen tek kadınmış o. Yine yeniden yapabildiyse bunu, öfkesine, kırgınlığına ve ötelediği kendiliğine rağmen adam nasıl inansınmış sevilmediğine. İzin vermiş gitmesine ama aslında vermemiş. Çünkü artık ikisine ait başka bir masala başlama zamanıymış.

Tekrar merhaba sevgili okur. Nereden başlayıp ne yazayım bilmediğim bir yerde durdum uzun süre. Sonra dedim bırakayım gitsin sözcükler. Madem bu hikâyenin anlatıcısı acıyla, korkuyla, mantıksızlıklarla kurban ediyor bu aşkın masalını bırakayım, istediği yerden gitsin sözcükler. Yamaç ve Efsun dışında kimsenin ruhundaki acının trajediye dönmediği, aşkın bedeli olduğundan emin olduğum işkencelere ek kayboluşun gözyaşında öylece bakıyorum hikâyeye. Efsun’u anlamaya çalışıyorum, anlıyorum ama bir yandan da diyorum ne olursa olsun kızını o insanlarla nasıl bir arada tutmayı göze alırsın? Yamaç’ı anlamaya çalışıyorum, anlıyorum ama bir yandan güçlü dediğin kadının, tacize, tecavüze uğrayıp uğramadığını bilmeden, ne yaşıyor acaba diye emin olmadan iki gün daha dayanır nasıl dersin. Sonra duruyorum. Bunlar Efsun ve Yamaç değil ki diyorum. Senarist çoktan ihanet etti kendi karakterlerine. Sevdiği kadının başka bir adamla kahve içmesine tahammül edemeyen Yamaç mı kızını, aşkını öylece bırakacak da Çukur derdine düşüp savaş ilanı yapacak? Neden önce o dediği olayı çözmeye odaklanmadı da elleri bağlı, içi rahat çıkabildi sokaklara? Efsun, ya o, kimlere kimlere kafa tutan Efsun, kendisinden geçti de kızını o adama yakın tutmayı nasıl göze aldı? O kız biraz büyüdüğünden başına gelecekler, gelebileceklerin farkında değil mi ki de, Yamaç’a uzak dur diyerek zarar verme diyebiliyor? Ben artık senaristin ne yaptığını bildiğini de derdinin hikâye bütünü de olduğuna inancımı yitirdim. Hatta ben bu senariste inancımı yitirdim. Çünkü yazamıyor. Elinde patlamış kimsenin ilgisini çekmeyen bir amca hikayesi, paralel diye diye bu saate kadar doldurma sahnelerle getirdiği bir süreç var. Sağlam diyebileceği tek kale var. O da Efsun ve Yamaç. Haftalardır cinsiyetçi diliyle kadını aşağılama üzerine kurduğu dram sağma şablonundan çıkamıyor çünkü oradan çıkarsa Yamaç’a ailesini verirse elinde hiçbir şey kalmayacak. Üretecek çatışması yok. Korkuyor. Çünkü yazamıyor. Başından beri kopyala yapıştır getirdiği hikâyede kendi korkuları, cinsiyetçi dili, üretemeyen hayal gücü ile kaldı. Mesele pavyona tıktığı Efsun üzerinden kadın dramı yapmak. Ama bu bir yüzyıl önce yapılıyordu zaten. Mesele ne? Mesele hayal edebilme becerisi. O da sizde yok beyefendi. Efsun’u oradan çıkarıp Yamaç’a ailesini verip çıkartsana savaşı. Yapamazsın. Beceremezsin ki. Çünkü kimsenin umru değil o leş Çukur’a ne olduğu farkındasın. Kimse ilgilenmiyor. Kimse amcanın derdinde filan değil. Tam da bu yüzden sen karakterlerine ihanet edip kolaycılığı seçiyorsun. Eeee tam da bu yüzden asla sanatla yan yana anılmayacaksın eminim. Anılma da zaten. Sanat kolayı sevmez çünkü. Kopyalamayı zaten sevmez. Neyse…

Geri sayıma giderken EfYam için tek teşekkürüm Damla Sönmez ile Aras Bulut İynemli’ye. İzliyorsam, takip ediyorsam sebebi sizsiniz. Başka da bir şey yok zaten. Dilerim gerçekten yazabilen, hayal edebilen, kendi hikayesine ihanet etmeyen bir öykücünün yazdığı hikâyede sizleri izleme fırsatımız olur. Çünkü sizin için kullanacağım tek ifade: MUHTEŞEMSİNİZ.

Hamiş: Efsuncum Kentçim bu sana;

Eskiden cadı dediler kadınlara. Çünkü kadının dişi gücü erkeği korkuttu hep. Kybele vardı. Umay vardı. İsis vardı. Hepsi evvel zamanların tanrıçalarıydı ama aslında dişi güçleriydi. Bereketti onlar, doğaydı, yaşamdı. Ölümden yaşam yaratırdı onlar. Aslında hepsi cadıydı. Hepimize bahşedilen o ölümden yaşam yaratma becerisinin ana kaynaklarıydı. Sen bu hikayelerin parçasıydın. Yamaç’a yaşamı verdin. Umay gibi. Yamaç’ı ölümden korudun İsis gibi. Sen Yamaç’a yeni bir başlangıç verdin Kybele gibi. Ama sen biri yazık ki kadın olan iki eril dili geçemedin. Olsun. Biz seni saklıyoruz bir yerlerde. Belki bir gün…

 

                                                                                                               UmayMasal





        

26 Şubat 2021 Cuma

Zaman Düştü Parçalandı

 

“Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahta boşa
Saatler çalışır, izinsiz
Hep bir sonraya
Resimler sarı güneşsizlikten
Duygular değişir
Dostlar dağılır dört bir yana
Kendi yollarına
Ve sen, ben değirmenlere karşı
Bile bile birer yitik savaşçı
Akarız dereler gibi, denizlere
Belki de en güzeli böyle
Sen, ben değirmenlere karşı
Uçurtma uçar sözlüğümden
Geri gelmeyecek bir kuştur
Yaşanmamış kırıntılar, sadece bir düş

Tekrar selamlar sevgili okur. Zamanlar düşüyor ellerimizden biz ise onu yakalama çabasında akışı durduramadan acımızla, tatlımızla, alışkanlıklarımızla sürükleniyoruz. Aşka dair umudumuz kurguda saklı yola devam. O yolda da şu ara ortak paydamız: Yine yeniden Efsun ve Yamaç’tayız. Bir yerlerde kaybolmuş iki aşığı yine uzun süreli ayrılığın pençesinde bırakmıştık. Yamaç mahallesinde kendisini ararken tüm bu kayboluştan sorumlu ailesinin yaptıklarını unutmuş hesap sormak şöyle dursun parça parça ruhunun tamamlayıcısını bulma çabasında bile olmayan bir halde dolaşıyordu. Ağabeyi, annesi, Koçovalı evi derken Yamaç bıraktığından ya da hatırladığından farklı bir Çukur bulduğunu anladı. Neyse dönüp dolaşıp Çukur’un kaderiyle Efyam kaderi kesişmese zerre umrumda değil oralarda ne olduğu ama ne yapacaksın Yamaç Çukur’dan çıkamıyor. Efsun Yamaç’tan çıkamıyor. Yamaç, Efsun ve Çukur’un kaderi birbirine dolaşıyor. Ne yapalım? Başa gelen çekilir. Salih’in “Mecnun’a dönmüşsün.” dediği Yamaç’a sebep olarak “Efsun’u mu?” demesini bir kenara koyarak bölüm ayak izlerini takip edelim. Sonra geleceğim ama o Leyla ve Mecnun hikayesine yönelik son birkaç haftanın metaforik göstergelerine. Salih kardeşinin iyileşmesi konusunda tek dert sahibi olarak Yamaç’ı kendine getirmeye çalıştı. Oğlunun kendini kaybetmiş halini bile anlamaktan, algılamaktan aciz Sultan Hanım’ı bu adam onca zaman işkence görmüş üstüne bilmediği düzenin ortasına düşmüş diye durup bir an düşünmeyen Cumali’yi sorgulamıyorum bile. Koçovalı bencilliği. Closer’da bir söz vardı: Bu sevgi nerede? Göremiyorum, dokunamıyorum, hissedemiyorum. Duyabiliyorum. Bazı kelimeleri duyabiliyorum ama bu basit kelimeler işime yaramıyor. Zavallı Yamaç Koçovalı, sevgisini kelimelerle değil onu sarıp sarmalayarak, onun için riske girerek Yamaç olduğu için severek gösteren Selimlerden Efsunlardan oldun sen bu aile müsveddeleri için. Onların boş sözleri için. Keşke fark etsen aile dedikleri şeyin boş bir iktidar söyleminden başka bir şey olmadığını. Aile denen şeyin senin için gerçek sevenlerden ibaret olduğunu fark etsen. Konuşmayan ama sadece seni sevenler olduğunu. Seni koruyanlar olduğunu anlasan. Bu arada not: Salih’i hiçbir zaman Koçovalı görmedim. Görmeyeceğim. Hatta Sultan’a bakınca iyi ki onun elinde büyümemiş diyorum. Sevginin ne olduğunu bilmiş. Neyse… Amca’nın Yamaç’a el öptürme takıntısının faydacı sonucuyla Kulkan Yamaç’a teslim edildi. Sonunda Salih’e “Efsun’u bulsam yeter.” diyen Yamaç’a Efsun’a dair bir ipucu verildi. Hikayenin genel kurgu akışından, boşluklarından hatta özellikle Efsun’un getirildiği noktadan nefret ediyorum ama ben Yamaç’ın Efsun için vazgeçişlerini seviyorum. Bazen yetmez diyorum çünkü Efsun öyle çok şey yaşadı ki bu aşk için yine de sadece Efsun için durabilmesinden, kendinden vazgeçebilmesinden bir yanım hala etkileniyor. Ailesinin yaptıklarını görebilse, orda metnin altı dolsa, hatta finalde gerçekten âşık olduğu tek kadını, Efsun’u ve kızını alsa gidebilse diyorum. Sonra… Devam.

Kulkan ve Yamaç’ın Efsun’un izini sürerken Yamaç’ın gazinoya girip “Eee ne işi var Efsun’un burda?” demesi ardından mikrofon gelince “al işte” diyen Kulkan’a “Niye, neden?” diyen Yamaç. Valla çoğu konuda farklı düşünebiliriz seninle ama son bir aydır biz de senin sorduğun bu soruları soruyoruz Yamaç’cım: “Niye, neden, mümkün mü, nasıl yani?” Hatta baya baya acaba senin delirmeye müsait zihninin kara deliğinde bir kâbus mu görüyoruz hep beraber diye de kafa patlattık. Sonra ayıldık. Senin zihnin değil başkasının karanlık dehlizleri, bu içinde çokça cinsiyetçilik barındıran bir zihin. Yine neyse ve yola devam. Yamaç Efsun’u arayadursun Efsun kızı Minik’e Yamaç ve Efsun’un masalını anlattı. Sanırım bu öykü artık sadece Yamaç’ın acı hikayesi değil. Efsun ve Yamaç’ın acı hikayesi. Masalda Efsun’un Yamaç’ı sevmekten vazgeçmediğini ama Yamaç’ın onu terk ettiğine inandığını da anladık. O terk ediş ölüm mü, unutuş mu bilemiyoruz artık. Devamında Nizam’ın evinin kapısında Kulkan’la hırlaşan Yamaç’ın anlama çabasına şahit olduk. Ama Kulkan da tıpkı senaristin bizim sorularımıza cevap vermemesi gibi Yamaç’a, sanırım korkudan, Efsun’un başına ne geldi tam olarak anlatmadı. Bir de en itici tarafı anlatmadığı eksik gerçeklikte bile öyle pişkindi ki, tek kelime ile nefretlikti. Ardından Yamaç  eve göz atmaya gitti ve sanırım bölümün en duygusal sahnesi ile karşılaştık. Efsun, Yamaç ve Minik. Her ne kadar Yamaç kızını görüyor diye paylaşılsa da sahne Yamaç en başından beri istediği şeyi gördü orda. Efsun’la kurmak için yanıp tutuştuğu aileyi. Efsun’un yaşadığını, kızının doğduğunu, ikisinin gülümsediğini gördü Yamaç. Döndüğü andan beri duygularında durağan olan Yamaç aşkı olan kadın ve bebeği sağ diye sevinçten ağlamaya başladı. Olanı ona anlatmayan Kulkan yüzünden pek anlayamasa da sezdi ve Efsun’un peşine düştü. Sonunda da Efsun’la karşı karşıya kaldı. İkisini de titreten, Yamaç’ın gözlerini dolduran, Efsun’un nefesini kesen bir karşı karşıya olma hali. Yamaç’ın nefesinin hep Efsun olduğunu düşündüm ben. Bu bölüm gördüm ki gerçekten öyle. Onu gördüğü an yaşamaya başladı. Kızı da onun için Efsun’la beraber hayatta kalma sebebi. O “Abi ya” nidası da tam olarak bu. Devamı “Dünya varmış, yaşamak buymuş…” sadece Efsun’u isteyen Yamaç’ın yeniden aslan kesilme nedeni de Efsun ve Minik olacak gibi. Ama bir taraftan düşen ve parçalanan zamanın ondan aldıklarını nasıl unutacak EfYam? Ellerinden alınan birlikte zamanların, mutlu anların onların yerine konan işkencelerin hesabı ne olacak? Bedeli kim ödeyecek? Zaman, asla dönüşü olmayan zaman hep değirmenlerle savaşan EfYam için tersine akacak mı? Efsun ve Yamaç aşkı ikisi açısından başından beri sadece iki kişilik. Orada kimse olmadı. Güya var gibi olan üçüncüler bile aslında yoktu. Hatta Yamaç herkesi o kadar dışında tuttu ki Salih’le dahi konuşmadı Efsun’a aşkını. Hoş Salih biliyormuş. Yamaç’ın kaçamamacasına Baykal’ın kızına tutulduğunun farkındaymış. Bu aşkta kaçabilme yok. Gidebilme yok. Ayrılık olsa da o ayrılık bile sevdaya dahil. Çünkü onlar ayrılsalar da sevgili. Şimdi herkesin bildiği ve çektirdikleri acıya bedel olarak kabullendikleri aşkta Yamaç ve Efsun yalnız değil. O sığındıkları kendi ıssız adalarında kızları da var artık. Bedeller kabul edilir değil ikisi için. Çünkü o bedeli sadece ikisi değil kızları da ödedi. Kendi paylarına affetme özgürlükleri olabilir ama ne birbirlerinin payına ne de özellikle kızları payına affetme olasılıkları olmamalı. Kaybolan zamanların, parçalanan ruhların, o kızın babasını ve annesini görmeden geçirdiği anların bedeli yok. Diğer taraftan Çukur’un merkezine oturan EfYam ve kızlarının, ruhlarındaki dalgalanma neleri değiştirecek göreceğiz. Yaşadıklarından yola çıkarak ne Yamaç eski Yamaç olabilir ne de Efsun eski Efsun. Belki kendi minik ailelerinde güvene, sevgiye teslim olabilirler ama genişleyen halkada Koçovalı iki yüzlülüğüne teslim olmamalılar.  

Şimdi gelelim yukardaki paranteze. Efsun ve Yamaç’tan Leyla ve Mecnun’a…

Leyla ile Kays birbirine âşık olur. Aileleri onların birlikte olmasına izin vermez. Ama o kadar severler ki birbirlerini bir süre sonra herkes duyar bu aşkı. Araya aracılar girer. Gizlice görüştürülürler. Ama ikisi de birbirini görünce heyecandan önce titremeye başlar sonra bayılır. Kays’ın ailesi razı olur oğullarının Leylasız yaşayamayacağını anladıklarından ama Leyla’nın babası ikna olmaz. Hatta tutar Leyla’yı başkasıyla evlendirir. Leyla’ya âşık olan kocası onun kendisini öldüreceğinden korkar ve Leyla’ya dokunmaz evliliği süresince ama Leyla’nın zorla evlendiğini bilmeyen Kays çöllere düşer. İçinde aşktan başka bir şey kalmayana kadar dolaşır, dolaşır. Çöl hayvanlarıyla arkadaş olur. Kendisini unutur. Zaman akar. Kays artık Mecnun diye anılmaya başlanır. Artık Kays’ta sadece Leyla’ya aşkı kalmıştır. Öncesi, sonrası kalmaz. Zaman akmaya devam eder. Leyla altın kafesinde, Mecnun çöllerde aşkla yaşarlar. İki yıl geçer. Leyla’nın kocası ölür. Leyla altın kafesinden çıkar ve çöllere düştüğünü bildiği Mecnun’u aramaya başlar. Sonunda bulur. Ama Kays aklını yitirmiştir aşkta. Leyla’yı tanımaz. Leyla’nın nefesi kesilir. Ama kendisini sevdiği adama hatırlatamaz. Geri döner çaresiz. Sonra da hastalanır, ölür. Mecnun da onun ölümünü duyar. Mezarına gider ağlaya ağlaya orda can verir. Kötülük çiçeklerindeki, kötülük sarmalına ek son birkaç haftadır Leyla ve Mecnun’a göndermelere doyamayan hikâyeye selam. Efsun’u kurtarmak için tek başına giden Yamaç’ın çöllerde aklını yitirmiş halinden, altın olmasa da kafese kapatılan Efsun’a, sahnede “Su ver Leyla” diyen Efsun’dan Salih’in “Mecnun’a dönmüşsün” dediği Yamaç’a, karşı karşıya kaldıkları anda ruhlarını orada teslim edecek hale gelen EfYam’a. Aşk büyük bir şey. Metinde eksik gedik gitse de o kadar güçlü ki Efsun ve Yamaç aşkı o garip metnin içinde kendine ait bir alanda, ondan bağımsız ilerliyor gibi. Ben üzülürdüm bu hikâyeyi bağımsız bir halde kullanamadım diye. Çünkü tutkusu, şefkati, acısı, gülümseyişi, ağlaması ile kusursuz bir aşk hikayesi olabilecek bir dinamik EfYam. Burada Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin oyunculuğu, Efyam’a inancı,kusursuz ekran kimyası da etkili. Hep diyorum, bu ikiliyi bir gün aşkı anlatırken ama uzun zamanlar onlara verilirken görmek dileğim. En çok da müzikalde görmek isterdim sanıyorum.     

Son demde; masallar hep bilir der yazar. Masallar en derini bilir. En gerçek olan her zaman masallardır. Aşkta masaldır. Yaşamak da ölüm de masal. Masal dünyadır. Geçmiş masaldır. Gelecek masal. Açıl susam açıl der, zaman açılır. Zamanın içinden geçen de masaldır. Öyle ki bu hikâyenin en güçlü masalı Efyam’dır.  Efsun ve Yamaç aşkı her şeyden büyüktür. Öyle olmasaydı masallardaki gibi, Efsun ve Yamaç en imkansızı sevmeyi seçmezlerdi. Öyle olmasaydı ikisi için de aşk, onun düşmanı olduğunu bile bile gözlerden kalplerine akmazdı. Öyle olmasa daha ilk anda ruhunun eşini tanımazdı ikisi de.  

                                                                                                   UmayMasal 





20 Şubat 2021 Cumartesi

En Hamlet, En Aşk:EfYam

 Merhabalar değerli okur. Soğuk ve karlı havada, korona günlerinin başka bir perdesinde, dramatik zamanların trajik sonuçlarını göre göre kendi aklımızı koruma çabasıyla yaşıyoruz. Zor. Evlerimizden okullara gitmek için, işlerimize gitmek için çıkıyor arkadaşlarımızla kahve içmekten korka korka evlerimize dönüyoruz. Sinemaya gidemediğimiz için dijitalde, televizyonda kafamızı dağıtmaya çalışıyoruz ki hepimizi kesiştiren Efyam da tam bu dağıtma çabasının ortasında güzel, masalsı aksıyla bağladı tümümüzü. Aşkta nefeslenelim istedik ama olmadı. EfYam’a döneceğim. Şimdi bir arkadaşımın @_tuhafseyler’in isteği üzerine hikâyeye başka bir yerden bakacağım.

Daha önce Yamaç’ın erteleme refleksi üzerinden Hamlet benzerliği üzerinde durmuştum. Ancak Yamaç’ın başlı başına zaten bir Hamlet yansıması olduğunu yazmadık. Danimarka prensi Hamlet babası tarafından felsefe eğitimi için Almanya’ya gönderilir. Her ne kadar Yamaç Çukur’dan ve ailesinin lanetinden kaçmak için uzağa gitse de aileden uzaklaşma paralel. Hamlet babasının ölüm haberini alarak ülkesine döner. Yamaç ise henüz evlenmişken annesinin isteği üzerine Çukur’a döner. Ağabeyi Kahraman ölmüş babası ise felç olmuştur. Kayıpların yarattığı mecburiyet dönüşleri getiriyor. Hamlet babasının ölümüne çok üzülür. Ama onu daha çok üzen babasının ölümünden iki ay sonrasında annesinin ve amcasının evliliğidir. Şaşkınlık ve üzüntü içinde tutmak zorunda kaldığı öfke sarmalı onun içinde saklı olan deliliğe yaklaştırır. Ama Hamlet bekler. Tam bu sırada Hamlet’in en yakın arkadaşı Horacio ona babasının hayaletinin kale burçlarında dolaştığını söyler. Bu söylem Hamlet’in babasının hayaleti ile konuşma sürecini başlatır. Süreç boyunca Hamlet babasının bir yılan sokması sonucu değil amcası ve annesi tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü anlar. Yamaç’a geri dönelim. Yamaç babasını öldürdü. Öldürmek zorunda kaldı. Sonrasında sığındığı delilik anlarında ne zaman dara düşse ve kendisini unutma noktasına gelse babasının hayaleti ile konuştu. Konuşuyor. Burada parantez. Hamlet’in amcası Cladius iktidar için abisini öldürüp sıra Hamlet’te olmasına rağmen anne Gertrude ile evlenerek tahta çıkar. Böylece Hamlet’in iktidarına da engel olur. Şimdi durduğumuz noktada Azer, Timsah ve Yücel tarafından Yamaç’a babası öldürtüldü. O ölüm hem Yamaç’ın hem Çukur’un trajedisinde en yüksek nokta. Peki güya Baykal’ın intikamı için Efsun finansörlüğünde gerçekleşen bu olay aslında son bölümde krallığını ilan eden amcanın zehirleme stratejisi mi? Hamlet’e geri dönelim. Ertelemelerle pusuda bekleyen Hamlet bir tiyatro oyununda kraliçe ve krala yaptıklarını izletir ve tepkilerinden tahminlerinin doğru olduğunu anlar. Ama karşı tarafta boş durmaz ve Hamlet’in İngiltere’ye gitmesine karar verilir. Amaç Hamlet’in öldürülmesidir. Ama yolda olaya uyanan Hamlet geri döner. Geri döndüğünde nişanlısı Ophelia’nın delirip suda boğularak öldüğünü öğrenir. Tıpkı Sena’nın boğularak ölmesi gibi. Tıpkı Çukur’dan uzaklaştırılan Yamaç’ın ölmese de kendisini unutması gibi. Şimdi durduğumuz yerde amcası Cumali Çukur’u ele geçirdi. Geçmişten bugüne Erdenetler dışındaki tüm düşmanların derdi Çukur’u ele geçirmekti zaten. Peki bu kişilerin motivasyonları nelerdi? Kişisel intikamların muhatap olarak doğrudan Çukur’u alması garip değil mi? Peki Cumali amca ise tüm bu motivasyonların kaynağıysa ve tek derdi adım adım zayıflatmaya çalıştığı mahalleyi ele geçirmekse. Yamaç da tıpkı Hamlet gibi amcası için aradaki tek engel olduğundan Erdenetler kullanılarak saf dışı bırakıldıysa. Bir de Cumali amca ve Sultan arasında nasıl bir ilişki olacak? Bunu merak ediyorum. Gizli bir rekabet mi yoksa başka bir şey mi? İdris ve Cumali arasındaki tek mesele iktidar mı? Yazılabilirse aks olarak Hamlet’ten nereye kadar feyz alacak bekliyorum.

Gelelim EfYam’a… İki haftadır yazmıyorum onlar hakkında çünkü öyle saçma ve akıl dışı bölümler izledik ki tamamen EfYam üzerine merkezlense de öyle mantıksızdı her şey yazmak gelmedi içimden. Hatta bu hafta kavuşmaya dair bilgiler gelmese, umarım doğru bilgidir, klavye başına oturur muydum tartışılır. Çünkü Efsun ve Yamaç’a yüklenen acının sınırsızlığında dolaşan izleyen için tek bir aydınlık nokta bırakmadı senarist. Kavuşmaya dair umudunu yitiren izleyen için kaç bölümdür süren işkenceye dayanmak için sabır kalmadı. Zaten zor bir coğrafyada yaşayan insanları bu kadar zorlamanın anlamı var mı? Tartışılır. Anlatılmak istenen hikâyede zaten bazı acılara gönüllü gelen izleyiciye ufacık umut bırakmamak sadece boğar ve bıktırır.

Efsun ve Yamaç… Bir de adını bilmediğimiz EfYam bebeği… Son iki bölümün tek merak unsurları bu üçlü. Çukur’u izleyen herkes Çukur’un akıbetinden çok bu üçlünün ne zaman bir araya geleceğini merak ediyor. Çünkü trajediden trajediye koşan Yamaç için tek saf mutluluğun Efsun ve kızı olduğunu düşünüyor, hissediyor.   Yamaç ve Efsun’un kendilerini kaybetme paralelinde yitip giden hayatlarında pay sahibi olanların ödemekten çok uzak oldukları bedellere inat EfYam’ın sadece birbirlerine olan aşkları yüzünden cezalandırılması herkesi rahatsız ediyor. Üzüyor. Antileri burada tenzi ediyorum çünkü onların derdi hikâye ve gelişimi olsa çoktan Yamaç’ın en zor, en imkânsız, en riskli, en kabulü zor, eni en çok karşılayan aşkının Efsun olduğunu anlar ya peşini bırakırlardı bu hikayenin ya da kabullenirlerdi olanları. Kurgusal aşkta bir terminoji vardır: Aşk “enlerin eni”dir. Aşkın sıralaması, idare edeni, yeterlisi, kâfi olanı yoktur. Aşk ne kadar en ise o kadar aştır. Aşk, erişilmezliğe erişmektir. Aşk olan bir şeydir ama asla olağan bir şey değildir. Aşk yalnızca olağandışıdır. Bu yüzden aşk birçok değildir tektir. Aşk herhangi biri değildir, yalnızca odur. Ölümle yaşamdır. Son üç haftadır ölümle sınanan, yaşamaya çalışan, imkansıza rağmen birbirine yürüme cesaretleriyle işkencelere de katlanan, çektiklerinin referansıyla diğerinden umudu kesmeleri gerekirken kesemeyen Efsun ve Yamaç. Bu umudu şarkı söylerken tek tek masalardaki yüzlerde Yamaç’ı arayışına saklayan Efsun; onca yaşanana rağmen içinde kendisini bulmaya çalışırken bir an bile Efsun’un hayatta olmayabileceğini düşünmeyen rüyalarında, geçmişinde sadece aşkla ona tutunan Yamaç. Aşkın en hali Efsun ve Yamaç.  Hikâye ne kadar zırvalarsa zırvalasın daha eni olmayacak ve Yamaç hep Efsun’da kalacak. Kavuşursak haftaya görüşmek dileğiyle sevgili okur.  

                                                                                                            

                                                                                                                             UmayMasal





 

13 Şubat 2021 Cumartesi

Ruh Eşi Kimdir?

 Ruh eşi metaforu yüzyıllardır anlatı geleneğinin bir parçası. Kimi bunun sadece Yunan mitlerine ait bir olgu olduğunu söyler kimi ise mitolojik olmaktan çıkıp aslında insanın ruh yolculuğunda en büyük arayışı temsil ettiğini savunur. Peki o arayış peşine düşenler açısından ruh eşliği nasıl bir yapılanmadır?

Ruh eşi, evrende sizin eşiniz olan, yaradılış olarak sizi tamamlayan ve içinizde daha ilk karşılaşmada çarpılma hissi yaratmasıyla tanımlayabileceğiniz kişidir. Aslında ruh eşini arama yolculuğunda kişinin kendisini eksik hissetmesinden çok kendisini tanımasının ardından onu tamamlayacak o ruhu tanımlama becerisi edinmesi esastır.  Çünkü diğer yarımızı bulma yolculuğu ancak bu tanımlama ve sonrasında bulduğumuz taktirde o yol arkadaşıyla yola devam edebilme becerisi ile anlam kazanır. Kısaca yaşanan zorluklar, kayıplar, kendini anlama becerisi ve ardından ne kadar imkânsız noktadan gelirse gelsin o ruh eşi için hazır olma koşuludur çoğu zaman o tamamlanma hissi. Peki son dönem anlatı geleneğinde ruh eşi metaforuna yaslanan hangi aşklarla karşılaşıyoruz? Bizim baktığımız yerden göz atalım.

                                                               




EFYAM

“Ellerinde ne var senin, gözlerinde ne var? Efsun büyü demek değil mi?”

Efsun Kent ve Yamaç Koçovalı aşkı tam anlamıyla ruh eşi metaforuna yaslanan bir dinamik. Kişisel yolculukları da bu noktada paralel. Yamaç ailesini korumak için Efsun’un babası Baykal Kent’in ölümüne sebep oldu. Efsun Kent ise babasının ölümüne neden olan aileden intikam almak için Çukur’u yıkmak istedi ama Yamaç’ın babasının ölümüne sebep olanlardan biri olmaktan da kaçamadı. Hikâye aslında düşman olan ikilinin karşılaşması ile başladı. Daha ilk bakışta Efsun’a “Muhteşem” diyen yaralı Yamaç’ın geçirdiği onca travmadan sonra ruh eşini anında tanımlaması Yamaç’a dokunan büyülü Efsun’un düşmanını şifalandırması hikâye aksının gideceği yönü anında işaret etti adeta. Düşman aşıklar terminolojisini ruh eşi metaforuna yükleyen hikâye masallarla, yaraları sarmakla, imkansıza rağmen birbirine yürümekten vazgeçmeme haliyle devam etti. Şaşırtıcı tarafı bu epik aşkın Çukur gibi bir evrendeki tezatlığıydı. Gelinen nokta ikisi açısından trajedi olsa da  Yamaç ve Efsun açısından son aşk sadece birbiri. Yamaç’ın “imkansızdık” ifadesindeki di’li geçmiş zaman artık bu aşkın imkansızlığı tanımayacağının en büyük kanıtı. Onca acıdan sonra mutlu olmalarını istediğimiz ama nereye varacağını bilemediğimiz aşkta gitmesi gereken nokta birbirlerinden başka hiçbir şeyin kalmaması ama tabi EfYam’ın en büyük sıkıntısı Çukur gibi bir evrende var olması. Tek başına bir dizinin hikayesi olabilecek aşkın gücü öylesine belirgin ki bazı bölümlerde sahneleri olmasa dahi olan sahneleri ortalama dört dakikayı geçmese dahi sosyal medyayı sallıyorlar. Bunda kuşkusuz Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’nin kusursuz kimyaları ve oyunculuklarının payı büyük. İkiliyi metaforik bir aşk hikayesinde partner izlemek isteriz. Üç haftada bir dört dakika az çünkü. Bir heves kursak hikayesi var aramızda.  Belki bir gün.




YAĞHAZ

“Cesaretin var mı?”

İmkansızlıkta en derin engel kişinin kendisidir. Yağız ve Hazan paralel hikayelerinde ilk evlat olmak, kardeşe sahip çıkmak, aileye sahip çıkmak aksında kendinden vazgeçme ortaklıklarıydı aslında eş ruhun yansıması. Yağız daha deneyimli ve kendisini tanıyan birey olmanın avantajını hikâye boyunca dezavantaj gibi taşıdı boğazında. Çünkü o karşısına çıkan kızın kendindeki gücünü, tamamlayıcı etkisini çok önce anladı ve tanımladı. Ama kızın kendisini tanımlama süreci kardeşine takıldığı için hissettiği her şeyi delice bir tutkuyla kontrol mekanizmasına aktardı. Bizzat yazarı tarafından Yağız Egemen bir marka değil diye lanetlense de aslında jantilik, kadına değer verme, kararlarına saygı duyma bağlamında ciddi bir marka da oldu. Diğer taraftan annesinin kurban seçilen kızı Hazan da önce kadın olmak nedir sorunsallarında savrulurken, değer verilmek, kendisi olmak, nezaketle saygı kazanmak kavramlarının ondaki boşluklarını dolduran adama yürüme konusunda tereddütler yaşadı. En metaforik sahne olan birlikte bir mezara gömülmelerinde ise aşkın bilhassa eş ruh isen karşı konulamayacak bir şey olduğu üstelik gerekirse o yolda ölüme beraber yürünebileceği de görüldü. Kısaca hikayelerine bizzat yazarı tarafından ihanet edilse de, seyirci ile inatlaşma uğruna ertelene ertelene son bölüme getirilse de Yağız ve Hazan son sahnede olsa da mutlu bir şekilde sonsuza yolculandı. Deniz Baysal ve Çağlar Ertuğrul da eşsiz ekran kimyalarıyla bu çifti uğurladı. Bu aşkta cesaret sorunsalının sonunda aileleri gömmekle mümkün olduğu sonucuyla da bıraktılar bizi. Anneler ve babalar, kardeşler hiçleşti. Kimse kalmadı aşktan başka.


JONAENERYS

“You know nothing Jon Snow”

Ateş ve Buz’un şarkısı metaforunun bana göre yüklenicileri olan Jon Snow ve Daenerys Targeryen. Sekiz sezon süren dizinin geriye bakılınca iz bırakan kiminin aralarındaki kan bağı nedeniyle korkunç kiminin Game of Thrones evreninde olduğu için oldukça epik bulduğu sonu hüsran ruh eşi çift. Tahta doğru giderken aslında birbirlerine yaptıkları yolculukları bile başlı başına aynılık içeren, karşılaşmalarında oldukça epik bir aksla kraliçe ve kral olarak tanımlanan Ejderha binicileri Jon ve Dany. Mother of Dragon Dany’nin bebeğim, çocuklarım dediği ejderlerinden birini Jon uğruna feda ettiğinde anlamalıydık bu eş ruhluluk halinde mertebe olarak Dany’nin daha yukarıda olduğunu. Zira en sona gelindiğinde “Kraliçem” diyerek kendisinde bıçağı saplayan Jon Snow’un toplumun refahı uğruna onu kurban edebileceğini tahmin bile edemedi. Mutlu sonu olamayan bu aşk hikayesinde en ciddi merak unsuru ise ikisinin kızının tahta çıkacağı varsayımlarından hareketle gerçek bir şarkı olacak kızın niteliğiydi. Cevaplanmayan sorularla korkunç bir sezonla veda ettik ikisine. Sanırım Jon Snow’u canlandıran Kit Harington bile beklemiyormuş Jon’un bu son bıçak hamlesini ki senaryo okumalarında gözyaşlarına boğulmuş bu sahneyi okurken. Ne diyebilirim? Biz de senin duygunu ve şaşkınlığını paylaşıyoruz.


HİLEON

“Ne yazık ki bu savaşta mağlubum Hilal”

İmkânsız nerede başlar. Düşmanlık. Doğru nokta. Ama işte aşk garip bir şey. Biri vatanı işgal edilmiş bir genç kız biri o vatanı işgal eden genç adam da olsa öyle bir yerden yakalanılıyor ki ruh eşlik oltasına ne kadar çırpınsa kurtaramıyor kendisini. Hilal “Cevdet kızı” direnişçi, yazar, aktivist olarak hikayede tüm kışkırtıcılığını ortaya koyarken sakin, nazik, akılcı ve yine yazan Leon ondan etkilenmemek için çabaladı başlarda. Ama garip olan bu kaç kovala da ilk teslim olanın kalbi temsil eden Hilal’den önce akla odaklanan Leon olmasıydı. Sonrasında ise ilişkinin kalbini temsil eden Hilal’in fethedilme süreci. Metaforik aslında. Neydi? Kendisini tanımlayabilme becerisidir ruhunun eşine açılan kapı. İlk tanımlayan teslim olur. Çünkü bilir. Leon da bildiği için sonuna kadar ikna etmek için kovaladı Hilal’i. Korudu, vazgeçti, peşinden gitti, kimliğini sorguladı. Akla dair her şeyi Leon yaptı. Hilal ise başta zor teslim olsa da sonrasında asla geri adım atmadı. Kalpti çünkü.  Türk-Yunan savaşının ortasında filizlenen aşkları hırpalansa da, kayıplarla sürekli sınanmak zorunda kalsalar da, ayrılık ezberlerine dönüşse de sonunda bir şekilde birlikte kalmayı başaran Hilal ve Leon’a ilişkin tek acabam Leon’un ülkesine ihaneti olarak kalacak. Bilmiyorum bu olmadan hikaye nasıl bağlanırdı ama… Neyse mevzu aşk. Aynılık ve farklılık üzerinden oldukça ilginç bir yerden anlatılan ruh eşi Hileon o kadar sevildi ki ünleri ülke sınırlarını aştı. Kuşkusuz burada da Miray Daner ve Boran Kuzum kimyasının payı büyük oldu. 


NİHKEM

“Kuş ölür sen uçuşu hatırla”

Nihan ve Kemal. Aslında bu ikilinin ruh eşliğine eşlik eden Emir’i es geçemem sanıyorum. Kara Sevda’nın acılı çifti tam anlamıyla ruh eşi metaforu ve beraberinde halk hikayesi aksı barındırıyordu. Güçlü yazılan bir aşktı. Sonunu sevmesem de. Nihan ve Kemal sosyal sınıflar, aileler, intikamlar ama daha çok dizideki başka bir aşk Emir’in Nihan’a duyduğu takıntılı aşkla sınandılar. Her sınavı geçtiler. Aileleri aynı masaya oturttular, kayıplara rağmen affettiler, intikamları sağalttılar ama Emir’i geçemediler. Aşkın bıçak gibi iki yüzü üzerinden aslında yeryüzünde en güçlü şeyin aşk olduğunu anlattılar. Ne olursa olsun birbirinin varlığına ait olma bundan vazgeçememe, kıskanma, kaçma kovalama, bir hafta Kemal bir hafta Emir’in kazanması; Nihan’ın kendince çıkışları derken iki mayınla, bence tuhaftı, kapattık hikayeyi. Sanırım Nihan’la Kemal’i de sonsuzda buluşmak üzere uğurladık.

 

Muhakkak daha bir sürü çift var ruh eşliği metaforuyla yazılan, yazılmaya çalışılan. Bazısı yazarının çabasıyla tamamlanan bazısı yine aynı çaba ile harcanan. 14 Şubat öncesinde güçlü kadınlarla güçlü adamların ruh eşliği üzerine aşka dair, aşkla hikayeler izlemek dileğini koyalım başucumuza. Zaten başka türlüsü de geçmiyor seyirciye. Yukarıda anlattıklarımız ya da andıklarımız sadece birkaç örnek.

Son demde; bizi aşk kurtaracak mirim, demiş yazar. Katılıyorum. Kurguda hapis kalan hatta bazı yazanlarca kapitalist bakış açısına kurban edilen aşk ne zaman saklandığı kurgudan sekip dünyaya yeniden düşecek o zaman kurtulacağız. Bu da sanırım yeniden dişil gücün dengeyi sağlamasıyla olacak. Eril dillerde, ellerde, zihinlerde hapsolan dişillik ne zaman yolunu bulup tanrıça gücünü eline alacak o zaman denge ile aşk geri dönecek. O halde… Nice sevgilerde, aşklarda, hikayelerde….


                                                                                                                          UmayMasal