2 Mart 2021 Salı

Bizim Masalımız: EfYam

 

“Zaman” demiş kadın. “Zaman, diye bir şey var.” Başını sallamış adam. Kırıkmış kadın. Zamanın onların aleyhine akan kısmına. Oysa hayal etmişmiş kadın. İmkansızlıklarına rağmen bir arada olabileceklerine inandırmış çünkü adam onu. O da hayal etmiş. O hayale tutunmuş hayatta yapayalnız kalmışlığında. Adam aşkıymış, adam ailesiymiş, adam umudu, adam masalıymış. Adam kaybolmuş, aşkı kaybolmuş, ailesi kaybolmuş, umudu kaybolmuş, masalı kaybolmuş. Onca kaybolana tahammül etmek zormuş. O da kayıplara kendisini eklemiş. Kendini kaybetmeye karar vermiş. Uykuya bırakmış içindeki kimliği. Unutma nehrine bırakmış onu.  Ölse bile umurunda değilmiş de işte hayatta kalması için bir sebebi varmış. Kızı. Nehirden geçince başka bir kimlik yaratmış. Kendisine en uzak yerden. Aslında hiç olmadığı ruhlardan birini seçmiş. Çünkü o zaten ruhları bilirmiş. Başka türlü hem hayatta kalıp hem de içindeki aşık kadını öldüremezmiş ki. Şimdi adam gittiği yerden dönmüş ona bakıyormuş. Elini uzatmış tutmasını bekliyormuş. Kadın ise içinde bir yerde bağıran o aşık kadını susturup gitmek istiyormuş. Çünkü o eli tutmuş daha önce. Hangi zamanda olduğunu hatırlamadığı bir yerde. Masal prensesi olduğu bir yerde. Tutmuş ve gitmiş onunla. Sadece aşk için, aşkla. Canının yanacağını bile bile yürümüşmüş onunla yolu. Sonra adam ormanın en karanlık yerinde bırakmış gitmişken Prenses karnında bebeği ile zebanilerin ortasında kalmışmış. Beklemiş adamı ama adam gelmemiş. Öldü sanmış bazen. Ölmese gelirdi demiş kendi kendine. Cehennemin ortasında bir koza örmüş kızına ve kendisine. Yangının kızına ulaşmasını engelleyen. Kendi kanatları tutuşsa da önemsemeden korumaktaymış kızını. Şimdi adam karşısında, ölmemişken, gözleri ona aşkla bakarken, hala severken ama daha önce gelmemişken, kalbi paramparçayken, bedenindeki yanıklarla nasıl gitsinmiş onunla? Kızını bildiği kozadan çıkarıp zebanilere rağmen, korkularına rağmen nasıl hadi diyebilsinmiş ki ona. Aşk, kalbini, bedenini, ruhunu paramparça etmişken o hangi parçaya tutunup içinde çığlık atan o aşık kadının istediğine tamam diyebilsinmiş ki?

Adamsa sevgilerden, öfkelerden geçip geldiği hayatında ölümün ilmiğinde asılı hayatında en vazgeçtiği anda gözlerine tutunduğu kadına bakıyormuş yine. Onun başkalaştığını söyleyen ama aslında ona hala aşkla bakan gözlerine. O gözlerde hep kendini görmeye alışıkmış adam. Kendi acısında ortak olan, onu sarıp sarmalayan, iyileştiren gözler. Şimdi o gözlerde daha önce görmediği acılar varmış. Elini her uzattığında tutan, canının parçası kadın ona öfkeyle bakıyormuş artık. Anlamamış önce, sırtına saplanan her bıçağı affetmeye alışkın adam. Sonra anlamış ki artık karşısında kendi prensesi yok. Var ama yok. Miş’li geçmiş zamanlar gibi bir görünüp bir kayboluyor onun aşık olduğu kadın karşısında. Anlamış adam. Korkunun, acının bilediği kadının ruhunda gölgeye dönen “O” nu bulması gerektiğini. Kızının adında saklı kendi masallarını, masalının prensesini yeniden bulabilmek için o karanlık kuyuya dalması gerektiğini. Tıpkı onun böcekleştirilirken hapsedildiği karanlık kuyu gibi bir karanlığın aşık olduğu kadını sarıp sarmaladığını. Adam biliyormuş kadının bilmezden geldiğini. Çünkü onu onca zamana inat öptüğünde, en derininde hissetmiş yine ölümle yaşamın yer değiştiğini ruhunda. Bunu yapabilen tek kadınmış o. Dudakları onun dudaklarına her dokunduğunda yaşamı ona hediye edebilen tek kadınmış o. Yine yeniden yapabildiyse bunu, öfkesine, kırgınlığına ve ötelediği kendiliğine rağmen adam nasıl inansınmış sevilmediğine. İzin vermiş gitmesine ama aslında vermemiş. Çünkü artık ikisine ait başka bir masala başlama zamanıymış.

Tekrar merhaba sevgili okur. Nereden başlayıp ne yazayım bilmediğim bir yerde durdum uzun süre. Sonra dedim bırakayım gitsin sözcükler. Madem bu hikâyenin anlatıcısı acıyla, korkuyla, mantıksızlıklarla kurban ediyor bu aşkın masalını bırakayım, istediği yerden gitsin sözcükler. Yamaç ve Efsun dışında kimsenin ruhundaki acının trajediye dönmediği, aşkın bedeli olduğundan emin olduğum işkencelere ek kayboluşun gözyaşında öylece bakıyorum hikâyeye. Efsun’u anlamaya çalışıyorum, anlıyorum ama bir yandan da diyorum ne olursa olsun kızını o insanlarla nasıl bir arada tutmayı göze alırsın? Yamaç’ı anlamaya çalışıyorum, anlıyorum ama bir yandan güçlü dediğin kadının, tacize, tecavüze uğrayıp uğramadığını bilmeden, ne yaşıyor acaba diye emin olmadan iki gün daha dayanır nasıl dersin. Sonra duruyorum. Bunlar Efsun ve Yamaç değil ki diyorum. Senarist çoktan ihanet etti kendi karakterlerine. Sevdiği kadının başka bir adamla kahve içmesine tahammül edemeyen Yamaç mı kızını, aşkını öylece bırakacak da Çukur derdine düşüp savaş ilanı yapacak? Neden önce o dediği olayı çözmeye odaklanmadı da elleri bağlı, içi rahat çıkabildi sokaklara? Efsun, ya o, kimlere kimlere kafa tutan Efsun, kendisinden geçti de kızını o adama yakın tutmayı nasıl göze aldı? O kız biraz büyüdüğünden başına gelecekler, gelebileceklerin farkında değil mi ki de, Yamaç’a uzak dur diyerek zarar verme diyebiliyor? Ben artık senaristin ne yaptığını bildiğini de derdinin hikâye bütünü de olduğuna inancımı yitirdim. Hatta ben bu senariste inancımı yitirdim. Çünkü yazamıyor. Elinde patlamış kimsenin ilgisini çekmeyen bir amca hikayesi, paralel diye diye bu saate kadar doldurma sahnelerle getirdiği bir süreç var. Sağlam diyebileceği tek kale var. O da Efsun ve Yamaç. Haftalardır cinsiyetçi diliyle kadını aşağılama üzerine kurduğu dram sağma şablonundan çıkamıyor çünkü oradan çıkarsa Yamaç’a ailesini verirse elinde hiçbir şey kalmayacak. Üretecek çatışması yok. Korkuyor. Çünkü yazamıyor. Başından beri kopyala yapıştır getirdiği hikâyede kendi korkuları, cinsiyetçi dili, üretemeyen hayal gücü ile kaldı. Mesele pavyona tıktığı Efsun üzerinden kadın dramı yapmak. Ama bu bir yüzyıl önce yapılıyordu zaten. Mesele ne? Mesele hayal edebilme becerisi. O da sizde yok beyefendi. Efsun’u oradan çıkarıp Yamaç’a ailesini verip çıkartsana savaşı. Yapamazsın. Beceremezsin ki. Çünkü kimsenin umru değil o leş Çukur’a ne olduğu farkındasın. Kimse ilgilenmiyor. Kimse amcanın derdinde filan değil. Tam da bu yüzden sen karakterlerine ihanet edip kolaycılığı seçiyorsun. Eeee tam da bu yüzden asla sanatla yan yana anılmayacaksın eminim. Anılma da zaten. Sanat kolayı sevmez çünkü. Kopyalamayı zaten sevmez. Neyse…

Geri sayıma giderken EfYam için tek teşekkürüm Damla Sönmez ile Aras Bulut İynemli’ye. İzliyorsam, takip ediyorsam sebebi sizsiniz. Başka da bir şey yok zaten. Dilerim gerçekten yazabilen, hayal edebilen, kendi hikayesine ihanet etmeyen bir öykücünün yazdığı hikâyede sizleri izleme fırsatımız olur. Çünkü sizin için kullanacağım tek ifade: MUHTEŞEMSİNİZ.

Hamiş: Efsuncum Kentçim bu sana;

Eskiden cadı dediler kadınlara. Çünkü kadının dişi gücü erkeği korkuttu hep. Kybele vardı. Umay vardı. İsis vardı. Hepsi evvel zamanların tanrıçalarıydı ama aslında dişi güçleriydi. Bereketti onlar, doğaydı, yaşamdı. Ölümden yaşam yaratırdı onlar. Aslında hepsi cadıydı. Hepimize bahşedilen o ölümden yaşam yaratma becerisinin ana kaynaklarıydı. Sen bu hikayelerin parçasıydın. Yamaç’a yaşamı verdin. Umay gibi. Yamaç’ı ölümden korudun İsis gibi. Sen Yamaç’a yeni bir başlangıç verdin Kybele gibi. Ama sen biri yazık ki kadın olan iki eril dili geçemedin. Olsun. Biz seni saklıyoruz bir yerlerde. Belki bir gün…

 

                                                                                                               UmayMasal





        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder