İntikam nedir, nasıl alınır, kime
haktır, kime hak değildir? Selam sevgili
okur. Yine yeniden adı gibi karanlık, pis Çukur evreninin nadide çiçekler gibi
parlayan ama fazla parladığı içi bizzat yazanı tarafından her hafta daha da pisliğe
bulanan aşkının peşinde EfYam’ın izinde buluştuk. Aslında iz takip edecek
halimiz kalmamış ama çabalıyoruz. Daha önceki yazılarımda defalarca yazdım. Hikayeyi
yazanımız elindeki cephaneyi tüketmiş olduğu için ve sağlam kale sadece EfYam
kaldığı için asla iki karakteri kavuşturmuyor. Pavyondan çıkarıyor çünkü total
dahil herkesi o sündürmenin yorduğunu biliyor ama bu kez Efsun’u karanlıkta
kaybedip Yamaç’ı Çukur’a salıyor. İşin kötü tarafı ben artık buna cidden
gülüyorum. Çünkü bunun bir kurgucu için en zavallı hal olduğunu bilecek kadar kurguyu
tanıyorum. Bunca zaman getirdiğin karakteri, hikayeyi toplayamamak; üstelik bu
denli korkunç bir noktaya getirmek sanırım artık deneysel bir gözleme dönüştü benim
için. Kurgu nasıl yazılmaz atölyesi artık Çukur bana göre. Reytingi filan
geçiyorum. Bu iş, finale yürürken reytingini koruyacak. Korusun da zaten oyuncular
için. Ancak bunun sosyolojik tabanını da okuyabildiğim için şaşırmıyorum da. Sadece
insanın yazdığı şeyi bu kadar güçlü oyuncular bedenlendirirken nasıl bu hale
getirir sorusunun cevabı yok bende. Aslında var da yok. Bana göre Gökhan Bey “Kendim
olduğum hikâye” dediği Çukur’da baya baya kendini kaybetti ve tüketti. Bunu da
şuna bağlıyorum: Hikâye zaten orijinal değildi, ki değil bana güvenin, iş
çığırından çıktı. O kadar çok ipi başka başka yumaklardan ödünç aldı ki şu an
elinde farklı kalınlıklarda ama uyumsuz bir sürü iplikle kaldı. Bağlayamıyor. Bir
de bu çözümsüzlüğün ortasında büyüyen Efsun ve Yamaç aşkı kontrolden çıkınca bu
zavallı çözümsüzlük daha da beter hale geliyor. Yapım mıdır yoksa doğrudan kendisi
midir bilmiyorum sebep, ki ben kendi tanrıcılık oynama egosuna mal etmekten
yanayım, bu sezonun başından beri yavaş
yavaş geçen sezonki epik aksından kaydırdığı EfYam’ın tepesinde son altı yedi
haftadır ter ter tepiniyor. Tepinmeye de devam edecek zira elinde başka bir şey
yok. Zaman atlamasının neye hizmet edeceğini merak etmiştim mesela ben gereksiz
bulsam da. Burada parantez Joseph Campbell’ın bir kitabı vardır. Kahramanın Sonsuz
Yolculuğu. Kahraman geçirdiği süreçlerde değişir, dönüşür, bambaşka bir ben
kavramı ile başladığı noktaya gelir. Yamaç da dönüp dolaşıp aynı noktaya
gelecek, başladığı yere, bu net. Ama sorun şu; bu adamın yaşadığı onca kayba,
acıya, akıl kayıplarına rağmen gayet de farkında bir şekilde hala aynı hataları
yapıyor olması. Çok merak ediyorum acaba yazan kişinin dönüşümden, gelişimden,
değişimden anladığı ne? Farkındaysanız artık olay Yamaç ve Efsun’dan
çıktı. Başa sarıp sarıp aynı sahneleri izleten, bunu da paralel diye yediren, bir
şey bulamadıkça esas kadını kaçırtan, kadın kavramını hiçleştirip sürekli ama
sürekli eril dil üzerinden intikamı, şiddeti hatta şiddet pornosunu aklayan artı
kadın bedenini, ruhunu sadece ve sadece onu seven erkeğe yönelik işkence aracı
gören zihniyet ayyuka çıktı artık. Ben Çukur’da kadın kavramına yönelik yazıyı
finale saklıyorum ama burada da söylemeden geçmek mümkün değil. Üzüldüğüm nokta
ben bu hikâyeye yani EfYam aşkına takılırken senaristin gerçekten o eril dünyada
sağlam bir kadın karakteri barındırıp üstelik bu kadınla Yamaç’ın dönüşümünde
inanılmaz katkı sağlayacağını düşünmemdi. Yanılmışım. Şaka gibi ama bu aşk
Efsun’u dönüştürdü. Hem de ne için hala ve hala gözümüze sokulan 3 eşli, acımasız
katil İdris’in intikamı için. Dedim ya ben gülüyorum artık. İnsan bunca sezon paralel
adı altında sürekli aynı sahneleri izletir mi kendisine bu kadar sadık
izleyenlere? Ben utanırdım. Hikâye yavaş gidiyor isyanına da artık gülüyorum. Gidemiyor
ki hızlansın. Haftaya amca Efsun’u kaçırır, oradan aksiyon alır biraz. Başına gelenlerin
artık bini aştığı Efsun daha başka neler yaşar, sağ kalır mı, yoksa Yamaç’ı
delirtme misyonunu nasıl daha korkunç kurgular bu zihin bilmiyorum. Ama diyorum
ya benim karakter olarak keşke benim olsa dediğim o Efsun Kent çoktan öldüğü ve
geri gelmeyeceği için, bunu kabullendim evet, sadece gülüyorum. Sonuna kadar da
izleyeceğim. Dedim ya bir iş nasıl yapılamaz, bir kurgu nasıl yazılamaz,
karakter derinliği nasıl öldürülür, montaj denen şey nasıl bu kadar korkunç
yapılır, oyuncunun performansı kesip kırparak nasıl yok edilir? Ders niteliğinde.
Birkaç haftadır bunca çekilen
boşa değil galiba mutlu son hesabı var yazarın diyordum. Böyle ters köşe
yapacak büyük ihtimalle dedim hep. Ama artık buna da inanmıyorum. Yamaç ve
Efsun’u biraz bile yan yana yazmayan, iki cümle konuşmalarını engelleyen, Yamaç’ın
babalık sevincini yok sayan, sevdiği kadını travmasına rağmen zindana tıkmasına
neden olan üstelik tüm bunlar olurken çekip giden, abisine “Bir şey olursa bana
olsun senin karın kızın var.” diyerek çok değil daha bir gece önce tehlikenin
göbeğinden aldığı, ruhu paramparça aşkını ve kızını hiçe saydıran yazar mı
mutlu son yazacak? Sanmam. Tanrıcılık oyununa devam. Neyse Efsuncum Kentcim kuş ölür sen uçuşu hatırla
kafasıyla seni kalbimize gömdük. Efsun ve Yamaç aşkına gelince, valla ben artık
orda Aras Bulut ve Tilya Damla uyumundan başka bir şey görmüyorum. İkisi de
kanının son damlasına kadar ayakta tutmaya çalışıyor bu aşkı. Mimikler, bakışlar
ve EfYam’a özgü ne varsa. Ama ben artık Efyam filan göremiyorum. Dram sağmak
için heba edilen, tv dünyasının en epik, en özgün aşkı olmaya adayken artık ne
noktaya gideceği belli olmayan garip bir şeye dönüştü. Yazık. Bu arada unutmuşum
Çukur’da sadece Koçovalılar intikam alır. Başkasına zinhar yasaktır. Çünkü tek
baba İdris’tir gerisi iskele babasıdır. Motto bu. Kusura bakma sayın okur, bu
hafta masal anlatacak hal bırakmadı sayın yazar bizde belki bir başka zamana….
Aras Bulut İynemli ve Tilya Damla
Sönmez’i gerçek bir hikâyede, mantık silsilesi olan, sağlam bir kurguda yeniden
izlemek dileğiyle…
UmayMasal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder