16 Mart 2021 Salı

Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla-EfYam

 

İntikam nedir, nasıl alınır, kime haktır, kime hak değildir?  Selam sevgili okur. Yine yeniden adı gibi karanlık, pis Çukur evreninin nadide çiçekler gibi parlayan ama fazla parladığı içi bizzat yazanı tarafından her hafta daha da pisliğe bulanan aşkının peşinde EfYam’ın izinde buluştuk. Aslında iz takip edecek halimiz kalmamış ama çabalıyoruz. Daha önceki yazılarımda defalarca yazdım. Hikayeyi yazanımız elindeki cephaneyi tüketmiş olduğu için ve sağlam kale sadece EfYam kaldığı için asla iki karakteri kavuşturmuyor. Pavyondan çıkarıyor çünkü total dahil herkesi o sündürmenin yorduğunu biliyor ama bu kez Efsun’u karanlıkta kaybedip Yamaç’ı Çukur’a salıyor. İşin kötü tarafı ben artık buna cidden gülüyorum. Çünkü bunun bir kurgucu için en zavallı hal olduğunu bilecek kadar kurguyu tanıyorum. Bunca zaman getirdiğin karakteri, hikayeyi toplayamamak; üstelik bu denli korkunç bir noktaya getirmek sanırım artık deneysel bir gözleme dönüştü benim için. Kurgu nasıl yazılmaz atölyesi artık Çukur bana göre. Reytingi filan geçiyorum. Bu iş, finale yürürken reytingini koruyacak. Korusun da zaten oyuncular için. Ancak bunun sosyolojik tabanını da okuyabildiğim için şaşırmıyorum da. Sadece insanın yazdığı şeyi bu kadar güçlü oyuncular bedenlendirirken nasıl bu hale getirir sorusunun cevabı yok bende. Aslında var da yok. Bana göre Gökhan Bey “Kendim olduğum hikâye” dediği Çukur’da baya baya kendini kaybetti ve tüketti. Bunu da şuna bağlıyorum: Hikâye zaten orijinal değildi, ki değil bana güvenin, iş çığırından çıktı. O kadar çok ipi başka başka yumaklardan ödünç aldı ki şu an elinde farklı kalınlıklarda ama uyumsuz bir sürü iplikle kaldı. Bağlayamıyor. Bir de bu çözümsüzlüğün ortasında büyüyen Efsun ve Yamaç aşkı kontrolden çıkınca bu zavallı çözümsüzlük daha da beter hale geliyor. Yapım mıdır yoksa doğrudan kendisi midir bilmiyorum sebep, ki ben kendi tanrıcılık oynama egosuna mal etmekten yanayım,  bu sezonun başından beri yavaş yavaş geçen sezonki epik aksından kaydırdığı EfYam’ın tepesinde son altı yedi haftadır ter ter tepiniyor. Tepinmeye de devam edecek zira elinde başka bir şey yok. Zaman atlamasının neye hizmet edeceğini merak etmiştim mesela ben gereksiz bulsam da. Burada parantez Joseph Campbell’ın bir kitabı vardır. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Kahraman geçirdiği süreçlerde değişir, dönüşür, bambaşka bir ben kavramı ile başladığı noktaya gelir. Yamaç da dönüp dolaşıp aynı noktaya gelecek, başladığı yere, bu net. Ama sorun şu; bu adamın yaşadığı onca kayba, acıya, akıl kayıplarına rağmen gayet de farkında bir şekilde hala aynı hataları yapıyor olması. Çok merak ediyorum acaba yazan kişinin dönüşümden, gelişimden, değişimden anladığı ne? Farkındaysanız artık olay Yamaç ve Efsun’dan çıktı. Başa sarıp sarıp aynı sahneleri izleten, bunu da paralel diye yediren, bir şey bulamadıkça esas kadını kaçırtan, kadın kavramını hiçleştirip sürekli ama sürekli eril dil üzerinden intikamı, şiddeti hatta şiddet pornosunu aklayan artı kadın bedenini, ruhunu sadece ve sadece onu seven erkeğe yönelik işkence aracı gören zihniyet ayyuka çıktı artık. Ben Çukur’da kadın kavramına yönelik yazıyı finale saklıyorum ama burada da söylemeden geçmek mümkün değil. Üzüldüğüm nokta ben bu hikâyeye yani EfYam aşkına takılırken senaristin gerçekten o eril dünyada sağlam bir kadın karakteri barındırıp üstelik bu kadınla Yamaç’ın dönüşümünde inanılmaz katkı sağlayacağını düşünmemdi. Yanılmışım. Şaka gibi ama bu aşk Efsun’u dönüştürdü. Hem de ne için hala ve hala gözümüze sokulan 3 eşli, acımasız katil İdris’in intikamı için. Dedim ya ben gülüyorum artık. İnsan bunca sezon paralel adı altında sürekli aynı sahneleri izletir mi kendisine bu kadar sadık izleyenlere? Ben utanırdım. Hikâye yavaş gidiyor isyanına da artık gülüyorum. Gidemiyor ki hızlansın. Haftaya amca Efsun’u kaçırır, oradan aksiyon alır biraz. Başına gelenlerin artık bini aştığı Efsun daha başka neler yaşar, sağ kalır mı, yoksa Yamaç’ı delirtme misyonunu nasıl daha korkunç kurgular bu zihin bilmiyorum. Ama diyorum ya benim karakter olarak keşke benim olsa dediğim o Efsun Kent çoktan öldüğü ve geri gelmeyeceği için, bunu kabullendim evet, sadece gülüyorum. Sonuna kadar da izleyeceğim. Dedim ya bir iş nasıl yapılamaz, bir kurgu nasıl yazılamaz, karakter derinliği nasıl öldürülür, montaj denen şey nasıl bu kadar korkunç yapılır, oyuncunun performansı kesip kırparak nasıl yok edilir? Ders niteliğinde.

Birkaç haftadır bunca çekilen boşa değil galiba mutlu son hesabı var yazarın diyordum. Böyle ters köşe yapacak büyük ihtimalle dedim hep. Ama artık buna da inanmıyorum. Yamaç ve Efsun’u biraz bile yan yana yazmayan, iki cümle konuşmalarını engelleyen, Yamaç’ın babalık sevincini yok sayan, sevdiği kadını travmasına rağmen zindana tıkmasına neden olan üstelik tüm bunlar olurken çekip giden, abisine “Bir şey olursa bana olsun senin karın kızın var.” diyerek çok değil daha bir gece önce tehlikenin göbeğinden aldığı, ruhu paramparça aşkını ve kızını hiçe saydıran yazar mı mutlu son yazacak? Sanmam. Tanrıcılık oyununa devam.  Neyse Efsuncum Kentcim kuş ölür sen uçuşu hatırla kafasıyla seni kalbimize gömdük. Efsun ve Yamaç aşkına gelince, valla ben artık orda Aras Bulut ve Tilya Damla uyumundan başka bir şey görmüyorum. İkisi de kanının son damlasına kadar ayakta tutmaya çalışıyor bu aşkı. Mimikler, bakışlar ve EfYam’a özgü ne varsa. Ama ben artık Efyam filan göremiyorum. Dram sağmak için heba edilen, tv dünyasının en epik, en özgün aşkı olmaya adayken artık ne noktaya gideceği belli olmayan garip bir şeye dönüştü. Yazık. Bu arada unutmuşum Çukur’da sadece Koçovalılar intikam alır. Başkasına zinhar yasaktır. Çünkü tek baba İdris’tir gerisi iskele babasıdır. Motto bu. Kusura bakma sayın okur, bu hafta masal anlatacak hal bırakmadı sayın yazar bizde belki bir başka zamana….

Aras Bulut İynemli ve Tilya Damla Sönmez’i gerçek bir hikâyede, mantık silsilesi olan, sağlam bir kurguda yeniden izlemek dileğiyle…

                                                                                                      UmayMasal




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder