18 Aralık 2016 Pazar

Aşk Laftan Anlamaz-23.bölüm

‘‘Öyle şeyler söyleyebilmek isterdim ki sana,
Eğer bulabilseydim doğru sözcükleri.
Öyle şeyler yapabilmek isterdim ki senin için,
Eğer bulabilseydim doğru yolları...’’
Dünya öyle bir hal aldı ki, neresinden bakarsanız bakın gülümseme ve ona en çok yakışan duygu olan sevgi yara üstüne yara almış. Sevemiyoruz, sevsek de bu duygunun getirdiği nahiflikten uzaklara düşüyoruz. Gerçeğimiz renkleri keşfetmekten mesafeli; karalara,grilere boğuluyoruz. Acı üstüne acı yaşarken kaçıyoruz. Kendimizden, dünyadan kaçıyoruz. Bazen kitaplara, bazen filmlere, bazen dizilere...
Aşk Laftan Anlamaz’a kaçmak, Hayat ve Murat’ı izlemek bir parça gülümsemek,ara vermek gerçeklere. Gülümsemek ne değerli, gülümsetmek de. Düşünüyorum. Gülümsemeyi unutmasaydık birbirimize, ne olurdu, nasıl olurdu dünya diye? Affedin içimdeki hüzünden kopamıyorum bir türlü. Geçiyorum 23.bölüm yorumuma naçizane;
Hayat öyle çocuk ruhlu bir kadın ki. Sevgisi, aşkı, intikamı ile. Murat’ı uyutup aldığı intikamla içini ferahlatmaya çalışırken Murat’ın ona yaptıklarına paralel acılar çekmesini sağlamaya çalışıyor. Bunu öyle saf ve içtenlikli  yapıyor ki, gerçekten Murat da o acıları çekiyor. Sanmıyorum entrika ruhundaki bir kadın bunları yapsa Murat’ın ciddiye alacağını. Murat da Hayat’ının içindeki kız çocuğunu parçaladığını bildiği için bu kadar üzgün. Bu nedenle gülse de ,intikam tavrına kalbi acıyor Hayat’ın davranışlarındaki. Murat’ın Hayat’ın dizlerinde uyuduğu sahnede bu ikili arasındaki tutkulu aşka bir başka kapının daha açılacağı sezildi bence. Annesinden ciddi bir darbe daha yemesi muhtemel Murat sanıyorum Hayat’ın şefkatine sığınacak. Çünkü Murat babannesine ağladığı ve ‘Çok sevdim’ dediği sahne dışında kimsenin yanında çocuklaşmadı Hayat’la çocuklaştığı kadar. Hep o ciddi tavrını korumayı bildi başkalarının yanında. Hayat’ın dizlerine yatarken onun hep yanında olmasını istediğini, onsuz kalmaktan endişesini de birebir kendi ağzından duyduk Murat’ın. Hayat ise tüm kırgınlığına rağmen Murat’sız kalmak istemediğini itiraf ederken yine o çocuk-kadın ruhunu yansıttı. Bana göre Hayat açısından ayrıntının en belirgin olduğu sahne net bir şekilde aralarındaki çekişmeden faydalanmaya çalışan Emre’ye koyduğu tavırdı. Eşine laf söyletmeyen ve prim vermeyen haliyle aralarına kimseyi sokmaya niyetinin olmadığını gösterdi Hayat. Hayat’ı sanıyorum Murat’a ilişkin bir sınav bekliyor. Her şeye rağmen Hayat’ın elini bırakmayan Murat aşk konusunda öyle veya böyle sınavını vermişken Hayat ne yapacak göreceğiz. Ancak bu iki karakterin zaman zaman komedi soslu da olsa hızla sevdaya yol alan aşkı hafta hafta daha seyirlik olacak gibi. Burada küçük bir parantez; Burak Deniz, Murat’ı yaladı yuttu haftalardır. İlk bölümden bu yana sınırlarını esnete esnete Murat’ın içinden başka bir Murat çıkarttı. Hande Erçel’e gelince Hayat’ı içselleştirmeyi başardı. Bu da ikilinin özellikle karşılıklı sahnelerinde çok belli oluyor. İkisinin karşılıklı her sahnesi ama romantik ama komik ama dramatik enerji anlamında resmen patlıyor. Ki son sahne olan zeybek oynamada bu enerji zirve yaptı. Bu kısmı ayrıca yazmak istediğimden parantezi kapatıp devam ediyorum.
Annesini  bulunca ona dair kaygı ve meraklarının peşine düşer dediğim Murat beni şaşırttı bu bölüm. Annesini affetmesindeki kolaylık da beni şaşırtmıştı ki Hazal ile görüşmesine dair flash back kafamdaki şüpheleri doğruladı. Murat annesine güvenmiyor ve babannesine dediği gibi bir af durumu söz konusu değil. Sadece sorularına cevap bulana kadar onu yanında tutup yeniden kaybetmek istemiyor. Adalet duygusuyla suçlunun suçu ispatlanana kadar masumdur mottosunda bekliyor. Murat’ın karakterinin en önemli özellikleri güven ve adalet. Ki Haşmet Dede’nin ona olan güven duygusundan bu denli etkilenmesi bu nedenle şaşırtıcı değil. Murat güvende olmak güvende tutmak istiyor hep. Herkesi, yaratacakları tüm karmaşaya rağmen aynı eve toplama telaşı da bundan belki. Bölüm boyunca Hayat’a kendisini affettirmeye çalışan bir Murat izledik. Hayat’ın kimi zaman çocukça hal alan intikam oyunlarına gülüp geçti. Zaman zaman ciddileşip Hayat’ı incelikle vurmayı bildi. Sonra yine pişman oldu. Aralarındaki duygunun sıradanlıktan uzak bir masal aşkı olduğunu, yaşanmışlıkları daha çok olan Murat Hayat’a göre daha net görüyor. Bu da onu daha mücadeleci ve daha kıskanç yapıyor. Hayat’ta var olanın salt güzellikten çok, o en başta bahsettiğimiz çocukça saflıktan gelen ruhu olduğunu biliyor. Başka birinin bunu fark etme ihtimali genç adamı rahatsız ediyor kuşkusuz. Hayat’ın önceki bölümlerde çektiği acıların paralellerini çeken Murat’ın affedilme süresi nereye varır göreceğiz. Umalım ki çok uzamasın.
Haşmet Dede ve Azime Babanne arasındaki aşka geçmeden evvel senaristlerimizi tebrik etmek istiyorum. Haşmet Dede hikayesinde ciddi trajedi içeren bir durumu hem dramatik hem komik işleyebilmek gerçekten önemli bir başarı. İki büyük arasındaki aşkı da gençlerin arasını bulmakta vesile yapmak da güzel bir fikir. Artı ben yaşı ilerlemiş aşklardaki aşkın yaşı olmaz, sevgi biten bir şey değil vurgusunu seviyorum. Haşmet Dede ve Azime aşkı öyle sıcak, tatlı bir huzur. Hem hüzünlü hem esprili.  İpek-Kerem ve Aslı-Doruk aşkları da hikayeye renk katıyor. Her aşkın kendi dinamiği, kendine dair farklı renkleri var. Hayat-Murat aşkı kırmızı ki bu rengin tutkusunu, hareketini,vuruculuğunu, enerjisini yansıtıyor; Aslı-Doruk daha çok turuncu ki enerjiyi, sağlığı,samimiyeti hissettiriyor ; İpek-Kerem ise daha çok yeşil ki şifalı,dengeli, tazelik verici. İçiçe aşklar vatanı Aşk Laftan Anlamaz. Kendi dünyasının çekirdeğine aşkı koyan bir kurgusu var.
Sonlara gelirken önceden ayrıca yazmak istediğim sahneye geleceğim. 23.bölümün zirve sahnesine. Zeybek zeybek olalı böyle tutkulu oynandı mı bilmiyorum ekranda. Kuşkusuz erkeksi bir havası olan ve bir Egeli olarak Canım Atatürk’ün dediği gibi bizim salon dansımız olduğuna inandığım bu oyuna tüm ruhumla bağlıyımdır. Emin olunuz ki performans anlamında çok çok iyilerini izlemişliğim de var. Lakiiiin... Kimin fikriyse bu oyunu bu çifte oynatmak buradan tebrikler. Çünkü Hande Erçel- Burak Deniz zeybek oynarken aşkı öyle bir anlattılar ki sanıyorum bu sahne çok uzun süre hafızalarda kalacaktır. Hayat- Murat aşkının gelgitli duygularını, şiddetli tutkusunu, dokunmadan dokunabilmeyi benim diyen unutulmaz aşk sahnelerine nazire yapar gibi hissettirdiler. Belki bundan bu aşk hikayesi sevdaya yol alıyor gibi geldi bana. Bir söz vardır; aşk ölümlülüğün panzehiridir ve ölüm aşk coşkusunun gölgesinde devriye bekler.  Gerçek aşk her şeyin feda edilmesi tehdidini içinde taşır. Ben bu son sahnede ve Murat’ın gidişinde bu sözleri anımsadım. Neden ki???  Emeklere selamla...


                                                                                           UmayMasal

15 Aralık 2016 Perşembe

Poyraz Karayel 72.Bölüm

Gün geçmiyor ki bir manyaklık olmasın. Poyraz boşuna söylemiyor "Hepsi manyak!" Diye...
Nevra hanım etrafa tüm zehrini saçarken nasibini en çok bizimkiler ve de Çınar alıyor. 

Poyraz'ı vuran Eda, Halil'i kaçıran Eda, aşık Eda... Aşk bazen de aptallık oluyor ve Eda'nın düştüğü durum da bunun en acı örneği... Hepimiz hayatımızda bir kez aşık olmuşuzdur ve aşkın bazen biz farkına varmasak da gözlerimizi kör ettiğini hissetmişizdir... Şahsen öyle bir hataya düşmüşlüğüm vardır. Hata diyorum çünkü yaptığım aptallıkları düşündükçe kendime kızıp, söyleniyorum. Aynı akşam bizim Eda'ya saydırıp söylenmemiz gibi... Eda'nın sevgisi, sadakati öyle büyüktü ki karşısındakinin yalan söylemiş olabileceğini hiç düşünmedi bile... Poyraz gönderilen videoyu dikkatle izlemese ellerinin bağlanmadığı, Kerem'in yalan söylediğinin farkına varmasa ortaya daha kötü sonuçlar çıkabilirdi. Neyse ki Poyraz her şeyin farkına varmış Eda'nın yapabileceği hamleleri hesaplayıp güzel bir plan yapmıştı. Poyraz, Eda'yı kurtarmış Halil'i elinde tutmayı başarmıştı belki ama kendi tabiriyle Allah belanı versin Mümtaz işleri berbat edeceğe benziyor. 
Nevra tüm suçu Yavuz'a yıkıp kendisini akladı ve şimdi de elindeki kozları kullanmaya hazırlanıyor. Biri Mümtaz'ın ipini çekecek görüntülerken diğeri de Ayşegül'e karşı kullandığı Despina'nın görüntüleri. Tabi şu an en büyük koz Ajan Sinan'ın sayesinde Poyraz'ın elinde. Nevra'nın kocasını sevmediğini ve Çınar'ın sevdiği adamdan olduğunu biliyorken bir de gizemli sevgilinin aşk mektuplarına ulaşılmıştı. Tabii ki bu mektuplar bir hayli ortalığı karıştıracak belki biraz farklı bir boyut kazandıracak Nevra konusunda... Sonuçta kalbi kırılmış biraz da hırslarının kurbanı bir kadın Nevra ve biz onun neden bu kadar gaddar olduğunu daha iyi anlayacağız.
Sinan'ın Despina ile konuşurken Ayşegül'ün Çınar'a dönme sebebini söylemesi ile biraz fitili ateşlemiş olabilir. Sonuçta işin ucu Bahri Umman’a dokunuyor ve zaten belli edilmese de ufak çaplı bir savaş vardı. Şimdi o savaş daha belirgin bir hâl alacak gibi… 

Yine olaylardan her zaman ki gibi en çok etkilenen, yorulan Poyraz ve Ayşegül olacak. Ayşegül eli kolu bağlı bir şekilde mahkum olduğu hayata katlanmak zorunda kalması yetmiyormuş gibi bir de Nevra ile uğraşıyor. Tabii Çınar’ı da unutmamak lazım… Geçen hafta ki yazımda umarım Çınar’ın sevgisi hep masum kalır ve psikopatlığa bürünmez demiştim. Keşke demeseymişim… Çınar’ın bölüm sonuna doğru yapmaya çalıştığı şey Ayşegül’ü taciz etmesi çok kötü oldu. Affedilebilecek yanı yok. Annesinin onun üzerinde kurduğu baskı ve sürekli ona işlemeye çalıştığı şeyler hiç iyi şeylere sebep olmuyor bir kez daha anladık. 

Songül olayı var bir de… Yaptığı yanlışın farkında değil hâlâ ve sadece Sadrettin’in öğrenip öğrenmemesini önemsiyor. Sadrettin birçok hata yaptı etrafına çok zarar verdi ama bu asla Songül’ü haklı çıkarmaz. Ki Sadrettin ve Hasan Yağmur’un arasında geçen o kısa ama anlamlı diyalog yüzde bir tebessüm bıraktı. Bacanak Sadrettin oldu sana Baba Sadrettin.

Gelecek bölümlerde olaylar daha fazla karışacak belki ama bağları hep kuvvetli olan Poyraz ve Ayşegül olacak bence. Ne demiş Zarifoğluİnsana imtihan olarak özlemek yeter! Bir şehri, Bir sesi, Bir nefesi...” Ayşegül ve Poyraz da özleyerek en büyük imtihanı veriyorlar her zamanki gibi… Ne de olsa en fazla tecrübe ettikleri şey… Tecrübe ettikleriyle kenetleniyorlar birbirlerine… 

Sevgiyle, sağlıcakla kalın


Frezya..


14 Aralık 2016 Çarşamba

Aşk Laftan Anlamaz- 22.bölüm

Murat:Kördüğüm
Hayat: İskender’in Kılıcı
‘Öyle uzak ki yerim, uzakları aşıyor,
Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor...’
Hayatımızın ortasında bombalar patlarken fütursuzca bizler o hayatın bir yerlerinde savrulmadan tutunma telaşındayız işte. Tüm bunların içinde belki azıcık kafa dağıtma eylemi bizler için sanal kurgular. Aşk Laftan Anlamaz yaz aylarında romantik komedi olarak çıktığı yoldan şimdi dram sosunu da ihmal etmeyerek yürüyor. Yazdan kışa geçerken azıcık sallansa da senarist değişikliğinin verdiği enerji kısa zamanda toparladı diziyi. Kaldı ki dizinin en önemli kozu, son zamanlarda çok zor bulunan, ekran kimyası taşıyan bir ana çifte sahip olması. Hayat-Murat meselesinde, Hande Erçel ve Burak Deniz gerçekten hem görsel olarak çok yakıştı hem de bu iki karakteri seyirciye hissettirme olarak çok başarılılar. Burak Deniz Murat’ın yaşadığı her travmatik durumu sadece bakışlarıyla bile anlatabilme yeteneğine sahipken Hande Erçel de Hayat’ı her hafta yükselen bir ivmeyle anlatmayı başarıyor. Geçtiğimiz günlerde Türkan Şoray-Kadir İnanır benzetmesine rastladım ikili için. Her değerin kendisine ait olduğuna ve her yeni değerin kendisini var ettiğine inanan ben bir an gördüğüm resimde benzer bir etki hissettiğimi itiraf etmeliyim. İşte bu, sanırım baştan bahsettiğimiz ekran kimyası oluyor. Herkesle de bu kimya tutmuyor.  Gelelim Aşk Laftan Anlamaz’ın 22.bölümüne;
Murat hayatındaki kadınlardan üst üste aldığı darbelerle sarsılıyor haftalardır. Didem’le başlayan sahte hamilelik, ardından aşık olduğu kadının kimlik sahteciliği, babannesinin sakladığı sırlar derken zaten Derya gibi bir üvey anneyle büyümüş Murat Sarsılmaz travmatik depremlerle yerle bir oldu. Son birkaç haftadır da kendisine rağmen Hayat’ı yanında tutan bir Murat izledik. Öfkesine, güvensizliğine rağmen tutkuyla karısını seven ve kıskanan bir adamdı Murat. Hayat’sa yaptıklarının ve hatalarının bilincinde, atarlı tutarlı karakterine rağmen Murat’tan uzağa düşmemek adına katlandı Murat’ın zaman zaman haddini aşan tutumuna. Tabi geçtiğimiz hafta Murat’ın Hayat’ın sabrını taşırıp kalbini paramparça etmesine kadar. Kalbi kırılan Hayat, Murat’ın içinde kördüğüme dönen ne seninle ne sensiz mottosunu bir darbede kılıç gibi kesip attı. Aşkına rağmen gidebildi Hayat. Bunun altında belki, vicdan yükünü artık Murat’a bırakmanın huzuru da vardı kim bilir? Murat’a gelince, onca yükün, güvensizliğin üzerine asla haksızlık yapmadığına olan inancının tek hamlede, kağıttan kuleler gibi elinde kalışıyla korkarım daha da sarsıldı. Bu hafta özgüven, güvensizlik ve pişmalık duygularında kaybolan bir Murat izledik. Öfkesiyle vazgeçer gibi olsa da sonunda gördüğü rüyadaki mutluluğun peşine düştü Murat. Ne olursa olsun vazgeçmeyen, sözünün eri adama dönüş yaptı; aslında hiç o noktadan kaymamış da olsa.
Murat’ın içindeki kördüğüm bir değil beş değil. Hayat kendine dair olanı madem çözemiyorsun ben keserim dedi gitti. Ama Murat açısından hayatın kendisine dair kırılganlıklar ve öfkeler o kadar yoğun ki, Murat’ın kaybetme korkusuyla kendisine yönelttiği suçluluk hali afla sonuçlanacak mı bilemiyorum. Çünkü Murat’ın yakınlarına karşı zor affedici olmasının temelinde kuşkusuz ihanete uğramış hissetmesi var. Yazık ki, Murat’ın annesinden başlayarak tüm kadınlarında farklı sebeplere, temellendirmelere dayalı olsa da, yalan adeta anıt gibi dururken, affedicilik nereye kadar samimiyetle ve gerçekten devreye girer kestirmek zor. Şimdi kendisi için affedilebilir bulmadığı bir hatanın peşinden sürüklenedursun Murat Sarsılmaz, annesinin gerçekleriyle yüzleşirken yeterince kendisiyle barışık olabilecek mi? Kendisiyle barışık olamayan Murat Hayat’la arasındaki tutkulu aşkta hangi noktada durabilecek? Empati becerisini geliştirmesi gereken çiftimiz olaylara kendi cephelerinden bakarken aralarındaki zıtlaşmadan beslenen tutku onları nerelere taşıyacak? Çok sordum : )

Murat’la  Hayat kendi aralarındaki kaç kovalada rollerini değişmiş devam ederken bir de Haşmet Dede ve Azime Babanne hikayesi var ki, oldukça keyifli devam ediyor. Metin Akpınar’ın çizdiği tatlı sert dede diziye pekçok bakımdan hareket getirdi. Hem dizinin eksenindeki değişimi perçinledi. Hem de sıcaklık verdi. Hayat’ın annesinin de rötuşlanması iyi oldu. Murat’ın annesini ve Derya’yı çatışma kozu olarak elinde tutan senaristlerimiz sanıyorum Hayat’ın babasını da devreye sokacaktır. Burada naçizane bir eleştirim Murat’ın babasının gönderilmesine, ne olursa olsun Murat’ın babası bana göre bir denge unsuruydu ve yaptığı hatalarla yüzleşme anlamında hikayeye derinlik katacaktı. Umarım en kısa zamanda dönsün. Doruk’lu Aslı’lı, İpek’li Kerem’li diğer çiftlerimize gelince; Kerem ve İpek katettikleri yollar anlamında en sağlam duran çift. Çünkü, korkuları, yalnızlıkları, acılarıyla yüzleşip aştıkları çok şey var. Aslı ve Doruk ise yeni başlangıçlarıyla taze bir bahar havası estirecek gibi duruyor. Derya’nın gölgesini her fırsatta hissettireceği bu çiftin sınavı Derya’nın Doruk’un ruhuna ısrarla ekmeye çalıştığı hırs tohumları olmasın umalım.   
Son satırda , aşk hayata dair tek gerçekliktir demiş şair; tüm kibirleri ve hırsları içinde soğurur yok eder. 
                                                                     UmayMasal      



8 Aralık 2016 Perşembe

Poyraz Karayel 71.Bölüm yorumu

Tam da Poyraz ve Ayşegül kavuşuyor demiştim ki yine bir engel çıktı. Neden bilmem bana hep Nevra baştan beri itici gelmişti ve geçen hafta adeta soğukkanlı bir seri katil gibi kocasını öldürmesini anlatmıştı. Sonrasında da oğlunu öldürdü. Yavuz iyi bir adam değildi belki ama böylesini de hak ediyor muydu tartışılır…

Ayşegül daha fazla devam edemeyeceğini söylediğinde Bahri bir çözüm bulmuştu belki ama o da pek uzun sürmedi… Ayşegül yeniden kendini gardiyan Nevra nezaretindeki hapishanede buldu.

Nevra sevgi ve şefkat konusunda Yavuz’a ne kadar cimri davrandıysa Çınar’a da bir o kadar cömert olmuştu. Duyduğu nefret ve öfkenin kaynağı her neyse sadece Çınar konusunda kayboluyordu. Despina’nın Bahri’yi korumak için birini vurması ve bunu Nevra’nın görmesi her şeyi altüst etmişti. Ki Nevra gerçekten çok tehlikeli bir kadın ve bunu her bölüm daha da iyi anlayacağız galiba… Önceden bakışlarıyla ya da önsezilerle bu kanıya varırken artık fiilen yaptığı şeyleri gördükçe emin oluyoruz. Çok zeki ve fazlasıyla hırslı bir kadın ve tek zaafı Çınar…

Araba sahnesinde Çınar’ın ona göre Hikmet’e Ayşegül hakkında yakınması, Poyraz’a olan aşkına anlam verememesi, unutamamasına, hâlâ onu sevmesine dayanamaması bir hayli zor bir durumdu bana göre… Poyraz, Ayşegül’e diyordu ya hani “Biz de vicdansız olalım” diye. Dediği kadar kolay olsa keşke bencil, hep kendini düşünen, vicdanı olmayanlardan olabilsek. Galiba o an daha çok istemiştir bunu Poyraz. Hiç istemedikleri bir duruma maruz kalmaları, kendi çektikleri acılar yetmiyormuş gibi bir de etrafına acı vermeleri ikisini de yeterince yıpratıyor. Kendi suçları olmadığı halde yaşamak zorunda kaldıkları şeylerin vicdan azaplarını yine suçsuz olan Poyraz ve Ayşegül çekiyordu.

Hepimiz Poyraz ve Ayşegül’ün artık kavuşmasını istiyoruz belki ama bence bu Çınar’a ihanet etmeden olmalı. Kaldı ki ne Poyraz ne de Ayşegül bunu yapacak insan değiller. Ne olursa olsun Ayşegül ve Poyraz’ın birbirlerine duyduğu sevgi kadar masum Çınar’ın duyduğu sevdi de… Tabi umudum hep o sevginin temiz ve saf kalıp herhangi bir psikopatlığa bulaşmaması…

Bana göre bu sancılı süreç bir süre daha devam edecek, Ayşegül belki boşanmak isteyecek ama sevdiği kadından vazgeçmeyen bir Çınar olacak karşısında, ki bunun sinyallerini bu hafta net bir şekilde aldık…

Çınar, Poyraz’ın yaşadığından artık emin ve peşini bırakmayı düşünmüyor. Bunu Çınar çözebilir mi emin değilim ama bana göre bu işe Nevra el atacak. Çünkü Poyraz’ın Ayşegül’deki yeri ve bunun Çınar’a yansımasının çok net farkında Nevra… Tek zaafı da Çınar olduğu için onun uğruna yapamayacağı, öğrenemeyeceği şey yoktur diye düşünüyorum.

Bir de Songül var tabii… Songül’ün okula gitmesi konusunda Despina’nın destek olması, yanında durması gerçekten takdire şayandı belki ama Songül’ün bunu hak etmediğini bir kez daha göstermiş olması kızdırıyor. Sadrettin’in yapmış oldukları tasvip edilemez şeyler belki ama Songül’ün yaptığı artık savunulacak bir yan bırakmadı. Bu olay ortaya çıktığında eminim Despina’nın başı ağrıyacak. Herkesi kendimiz gibi sanıyoruz ya hep ondan geliyor bunlar başımıza, baş ağrılarımız hep bu vicdanımız yüzünden…

Ve son olarak Eda, Eda’nın Kerem’i… Halil’in istihbarata konuşması birçok olayı çözecekti belki ama son anda gelen telefon her şeyi değiştirdi. Bir anda sevdiği adamı korumak için silahını Poyraz’a doğrulttu. Bunun altından da Nevra çıkar mı bilmiyorum ama Eda’nın bu zaafının Poyraz’ın çok fazla başını ağrıtacağına eminim.

Fazla hareketli, heyecanı yüksek bir bölüm oldu ve merakla haftaya olacakları bekliyorum. Umarım vicdanımızı çok sızlatmayan bölümlerden olur. Sevgiyle kalın..

Frezya

6 Aralık 2016 Salı

Poyraz Karayel 70.Bölüm yorumu

Aslında nasıl başlayacağımı bilemiyorum. İlk kez böyle bir şey yazacağım ve umarım keşke hiç yazmasaydınız diyecek kadar gına getirmem. Sürçü lisan edersem affola

Poyraz Karayel üç sezondur devam ediyor ve her sezon sonunda artık yazacak bir şey kalmadı desem de şaşırtmaya devam ediyor. En son sezon finalinde Poyraz ölünce “Tamam dedim artık devam edecek bir şey kalmadı, Ayşegül’ün yolu diye devam etmeyecekler herhalde” diye düşündüm. Yeni sezon başladı Poyraz’ın olmaması koca bir boşluk tabii… Ayşegül acı çekiyor, sevdiği adamı kaybetmiş ama gel gör ki hayatına Çınar’ı almıştı. Poyraz’ı bu şekilde arkasında bırakabileceğini düşünüyordu galiba… Hani diyor ya “Bir Ayşegül devri kapanmış yenisi başlamıştı diye. Aslında kendi de biliyordu asla o devrin kapanmayacağını ama bir şeyleri ardında bırakmaya çalışan bir kadının yapmaya çalıştığı gibi geçmişte yaşadığı acıları ardında bırakmaya çalışmıştı… Tabi ki başarılı olamamıştı… 

Çoğumuz Ayşegül’ün evlenmesini tasvip etmeyip sen Poyraz’ı nasıl arkanda bırakırsın diye isyan ettik ama Onun penceresinden bakmayı hiç düşünmedik ya da düşünmek istemedik… Bilmiyorum belki benim çevremdekiler için geçerlidir bu tez ama çok savunulur. Birini ardında bıraktığında unutmanın en kolay yolu bir başkasına kalbini açmaktır. Bana göre doğru değil yani gerçekten seven biri kolay kolay ardında kimseyi bırakamaz… Daima yanında taşır onu…

Ayşegül’de Poyraz’ı ardında bırakmaya çalıştı ve Çınar’a tutundu. Çınar’ın ona olan sevgisinin Poyraz’ı unutturabileceğini düşündü belki de ama öyle olmadı… Her ne kadar aklı ona Poyraz öldü artık yoluna bakmalısın dese de kalbi hep zıttını söyledi. Düğünden hemen önce bile “Poyraz’a ihanet ediyormuş gibi hissediyorum” dedi… Ama Poyraz ölmüştü ve hayatını yoluna koymak istiyordu…

Ayşegül ve Çınar sonunda evlendiklerinde Çınar’ın kalbi hissettiği heyecanla hızla atıp sevinci içine sığmazken Ayşegül’ün kalbi hissettiği vicdan azabıyla kavruluyordu… Ayşegül yol ayrımına gelmiş bir karar vermişti belki ama sonuçları gerçekten ağır olacaktı.

Benim yaşayarak idrak ettiğim bir şey varsa kader dediğimiz şey yollarda değil de yol ayrımlarında çiziliyordu… Ayşegül ve Poyraz’ın kaderi de zaten çok zorlu bir süreç, ince bir çizgi üzerinde devam ediyordu ki tabiri caizse tam olarak araftakalmışlardı son yaşadıklarıyla…

Evlendikten sonraki ilk danslarında Ayşegül, Poyraz’ı kanlı canlı karşısında görmüştü. İki yıl kimine göre çok çabuk geçiyor kimine ise asır gibi geliyordu… Onlar da öyle hissetmişlerdi… Poyraz maruz kaldığı işkencelere hep Ayşegül’e kavuşacağını düşünerek direnmişti, Ayşegül’e duyduğu aşk onun güçlü kalmasını sağlamıştı ama gel gör ki Ayşegül’ün tutunacak dalı kalmamıştı… Mezarda kefeni açtırıp Poyraz’ın yüzünü görmeseydi eğer bir umut yaşıyor der, beklerdi…

Hastanedeki o sahne bana göre anlatılmaz yaşanır denen cinstendi… Harikulade oynadı İlker Kaleli ve Burçin Terzioğlu… Birbirine hasret kalmış iki aşığın sevgisi, özlemi, öfkesi… Hepsini iliklerimize kadar hissettik… Poyraz, Ayşegül’ün bir başkası ile evlenmiş olmasına hazmedemezken Ayşegül’de iki yıldır Poyraz’ın kendinden saklanmış olmasına, hiçbir haber vermemesine hazmedemiyordu. Birbirlerine duydukları sevgi ve özlem hep gözlerine yansırken dilleri hep öfke ve nefret kusuyordu. Bir süre böyle devam etti belki ama Bahri Bey’in Poyraz’la, Eda’nın Ayşegül ile konuşması her şeyi değiştirdi. İkisinin de çektiği acılar gün yüzüne çıkmış hissettikleri öfke yitip gitmişti. 

Öfkeleri yitip gitse de ortada koca bir engel vardı, Ayşegül artık evliydi. Boşanmak istediğini Çınar’a söyleyecekti ama İsa için aranan ciğer Çınar’da idi… Çınar geçmişte yaşadığı acı bir olayın vicdan azabını hâlâ en derininde hissederken biraz olsun vicdanının sesini susturabilmek adına tüm o hayati tehlikelere rağmen İsa’ya donör olmayı kabul etmişti. İsa kurtulmuş Çınar ise kısmi felç kalmıştı… Tabii bu Poyraz ve Ayşegül’ün kavuşmasına bir süre daha –umarım bu süre çok fazla uzamaz- engel olacaktı. 

Çınar’ın Ayşegül konusunda günden güne artan şüpheleri Poyraz’ın öldü denilip hiçbir şekilde ölüm belgesine, onu geçtim tek fotoğrafına ulaşamaması içindeki kuşkuyu daha da büyütür olmuştu. Ki sonunda avukatı arayıp mezarın boş olduğunu söylemesi şüphelerinde yanılmadığının da göstergesi olmuştu.

71. bölümde ne olacak merakla bekliyorum. Poyraz’ın yaşadığını öğrenen Çınar, ne yapması gerektiğini bilemeyen Ayşegül, sevdiği kadına yakın ama bir o kadar uzak kalan Poyraz… Nevra’nın etrafa saçtığı nefret ve kin... Daha fazlasını Çarşamba günü izleyip göreceğiz…


Frezya



5 Aralık 2016 Pazartesi

Bodrum Masalı 15.bölüm

Mecnun’um  Leyla’mı gördüm, diye başlar şarkı. Aşk öyle bir hal ki insanoğlu için, ilk gençlikten yaşlılığın son demlerine dek hangi durakta, nerde karşılaşırsak karşılaşalım kendi iç dinamiğini kendisine göre oluşturuyor. Kuşkusuz her aşk biricik, her aşk benzersiz. Lakin karmaşık metropol karanlığında öyle zor ki onun duyularımızda bıraktığı izleri takip etmek. Metropol çok pis, gürültülü, kokuları baskın, karanlığı soğuk. Belki bu nedenledir, aydınlık, dingin ve deniz tuzu kokan Bodrum’un başrolündeki aşkların duyularda bıraktığı gölgeli izlere takılıp gitmemiz. İskelelerden, yeşil sahalara, oradan portakal bahçelerine savruluşumuz. Hatta kötülerin bile dönüp dolaşıp aşkların yollarını açışı bundan belki kim bilir? Hal hal bakalım mı masalımızdaki aşklara?
Aşkın bakma hali: FarYıl
Aşka dair söylenebileceklerin başındadır bakmak ve görmek. Bazen görürsün ;ama söyleyemezsin. Dilsiz kalır sevdan. Susarsın. Umudunu yükleyip gemilere, uzaklara demir alırsın. Faryalı demir almak istedi yıllarını demirlediği limandan gittiği adres olmasa da geleceği meçhule bağlı. Sattı, savdı, geride ailesini  bırakmayı göze alarak. Aşkının yükünü Yıldız’ın boynuna bıraktığının farkında olmaksızın hem de. Acıttı Yıldız’ı gitme ihtimali, sustu. Yıldız da sadece baktı. Gözlerinden çağlayan damlalara inat Faryalı’ya baktı. Söylenecek sözlerini ruhlarının duvarlarına çarpa çarpa boğmaya alışmışların kaderiydi bakmak çünkü. İkisi de sadece baktı, karşısındaki görsün istedi. Ama duygularının penceresi olan gözlerindeki birikmiş acıya, sevgiye rağmen birleşemeyen o eksik parçalar birini gitmeye birini kalmaya mühürledi. Taa kiii Gözde’nin Evren’e kurduğu intikam tuzağına kadar. Gözde öyle bir bomba bıraktı ki Bodrum’un masalının ortasına ve pimini öyle bir çekti ki... Vay ki ne vay. Evren’in baştan beri süren pişkince hallerinin sona erişine şahit olduk. Kabul ediyorum dudaklarıma pis bir gülümseme yerleşti o an. Devamında Evren ne yapar bilmiyorum ;ama Gözde’nin her şeyi göze almış hali sanırım Evren’in sonunu hazırladı. Faryalı’nın bundan sonra bir yere gidemeyeceği gün gibi ortada. Yıldız’a dair yanan, kavrulan umutları yeniden can bulacak mı? Göreceğiz. Benim tahminin Yıldız’ın boynundaki kolye bu noktada anahtar görevi üstlenecek. Birbirlerine bakmayı bırakıp ne vakit gerçekten görecekler? Galiba vicdanlarının üzerindeki yük kalktığında...
Aşkın dokunma hali: SuKel
‘Elin elimde olsun, yeter. Avuçların avuçlarımın içinde ısınsın. Senin hayal olmadığını orada olduğunu bileyim yeter. ’
Kelebek sonunda kendisini anlatmanın rahatlığıyla kocaman gülümsedi bölüm boyunca. Abisine Su’yu geride bırakamayacağını söylerken kanadının biri kırılsa da inatla sahip çıktı renklerini canlandıran aşka. Su ve Kelebek ellerini birleştirerek başladı aşklarına. Bölüm boyunca da el eleydiler. Cenk’le olan Su ile Kelebekle olan Su  arasındaki fark da ortadaydı. Baştan beri dibe vurup seken Su’yu yakalayan Kelebek’in elini tutarken uçuş uçuştu Su. Her ne kadar kafasının karışık olduğunu söylese de Su, ki bu beni rahatsız ediyor, Cenk’ten gelen zarfı Kelebek’e yoracak kadar da kaptırmış duruyor kendisini. Diğer taraftan Faryalı Yıldız Evren üçgeni bu ilişkiyi de sarsacak gibi. Su’nun baba aşkı ortada. Kelebek’in de abisine ve adalete olan inancı da ortada. İkisini o veya bu şekilde karşı karşıya getirecek bu durum. Sanırım Su ve Kelebek açısından gerçek sınanma orada başlayacak. Her şeye rağmen aşk mı kazanacak?
Aşkın duyma hali: Uzay
Üzgünüm . Bu noktada Alara ve Uzay diyemiyorum. Uzay’ın çığlıklarına o kadar sağır ki Alara. Uzay onu duyarken, ona olanı biteni anlatmaya çalışırken pişman olmak yerine ısrarla intikam peşine düşen Alara’nın Uzay’ı duyması zor. Uzay’ın işitilmek istediği o kadar net ki. Bu bölüm yine Alara’ya artık beni duy derken ne kadar acılı bir oğlan çocuğu hali vardı. Uzay, Aslı ve Ateş’i Alara’ya karşı korumak zorunda kalacak gibi. En azından Alara’yı bu bölüm desteklememesi ve Aslı’ya haber uçurması bana umut verdi. Aslı ile anne kaybı üzerinden kurduğu empati Uzay’ı bir nebze iyiliğe yöneltse de yaptıkları yapacaklarının teminatı karakterimiz ne noktada ne tercihler yapar göreceğiz. Yineliyorum, Uzay Aslı’ya aşık olmasın.
Aşkın koklama hali:AsAt
‘Önce kokunu duydum bilinmezliklerden. Bir yerlerden tanıdıktın, öylesine yabancıyken bana. Sonra sonra öyle sızdın ki içime. Fark ettiğimde zaten her şey sen olmuştu. Bense sana öyle karışmıştım ki, ben diye bir şey kalmamıştı. Artık bizdik.’
Geçen hafta Ateş’i Aslı’yı öperken bırakmıştık. Bu hafta ise sevgili olmayı öğrenen AsAt’ı izledik. En sağlam ilişkiler dostluktan geçenlerdir derler. Aslı baştan beri bir tek Ateş’e aşık olmanın rahatlığındayken Ateş ise tüm yaşanmışlıklarına ters bambaşka bir acemilik halindeydi. Duygularını itiraf ederken utanan, Aslı öğrenmek isterken sorulara cevap veremeyen bir Ateş’ti. Aslı Ateş’e dair umutlarının gerçeğe dönüşmesinden mutlu okulunu uzatma  pahasına Ateş’e koşarken Ateş bulduğu her fırsatta Aslı’nın kokusuna boğdu kendisini. Bir saçlarına gömdü burnunu bir boynuna. Aslı ve Ateş’in portakal kokan aşkında derinden derinden gelen ve yükselen bir tutku da gözlerden kaçmadı bence. Çocukça ve biraz arkadaşça alay etmelerin, hafıza tazelemelerin arasına öyle tutkulu bakışlar, koklayışlar,öpüşler eklendi ki; bu çiftin katmanlı ilişkisine başka katmanların ekleneceğinin de sinyali verildi. Ateş’e babasını söylemeye karar veren Aslı bunu başaracak mı merak konusu. Ancak her kimden öğrenirse öğrensin, ki Aslı söyler dilerim, Ateş için travmatik bir hal alacak ailesinin dağılma durumu. Bu halden de onu yine Aslı’nın anne şefkatindeki aşkı çıkartacaktır. Zira artık şiir yürekli kızımız Ateş’in sevgilisi. Sarıp sarmayalacaktır aşkın sağaltıcı etkisi.
Son demde; ‘Her kalp kendi içindeki çiçeğin kokusunu verir’ demiş yazar...

                                                                     UmayMasal                

1 Aralık 2016 Perşembe

No 309 24. Bölüm yorumu

Mucizeler... Biz inansak da inanmasak da yıldızlar gibi göz kırpıp dururlar hayatımızda. Yanından geçip gittiğin insan kalbin olur, kalbim dediğin insan düşmanın... Bilemezsin. Tıpkı hayatın bizlere neler armağan edeceğini ya da bizden neler eksilteceğini kestiremeyeceğimiz gibi. Lale ve Onur da mucizeler ve tesadüflerle birbirine bağlanan iki güzel aşık. Çok sınavlardan geçtiler, çok engeller aştılar ve nihayet dün gece rüya gibi bir nikahla evlendiler. Rüya gibi diyorum çünkü inanin ben dahil coğu izleyici hala inanamakta bu mutluluğa. İkinci kez iptal olan bir nikahı hicbirimiz kaldıramazdık sanırım.Sakız  gibi uzatmanın bir manası yoktu, uzatmadılar da cok şükür. Gelelim bölümün geneline; her zamanki gibi başrollerin ince elenmiş, sık dokunmuş sahneleriyle bezeli bir zaman geçirdim diyebilirim. Yan karakterlerin dozu aşmayan varlıkları,komedi ve dramın eşit düzeyde işlenişi ve kötülüklerin bile tadında oluşu bu diziyi izlememin sebeplerini bir kez daha koydu ortaya. Buray'in neşeli müzikleri de atmosferin canlı kalmasını sağlayan diğer bir ögeydi ve bu bölüme çok yakışmıştı açıkcası. Lale'nin gelinliğinin zarafetini de dipnot düşmesem olmaz hani. Tabi bu bölüm bizi gizemli sorulara boğan, mektup meselemiz vardı bir de. Şimdilik üstü örtüldü gibi dursa da benim için büyük bir huzursuzluk kaynağı oldu. Pelinsu'nun yazılanlardan bir haber oluşu beni şaşırtsa da ve diğer şüpheliyi doktor Onur olarak düşünsem de onun da mektubu yazmadığını söylemesi, soru işaretlerini perçinledi zihnimde. Mektubu kim yazdı? Kötü biri mi yoksa bir ters köse olarak iyi biri mi? Bu sorunun cevabını hep birlikte alacağız elbet ama evlilik sözleşmesi konusunda Onur'un yalan söylemesi olmadı bana gore. Yalan yalano doğurur derler ve iki aşık arasındaki dürüstlük gölgelenmemeliydi hiçbi şekilde. İsmet babaannenin Onur'a anlattığı masalsı hikayeleri de bu yüzden çok seviyorum işte. Şayer bir gün Onur ve Lale'nin arasına kara bulutlar girerse ki girecek; Onur sadece babaannesini dinlemeli. Bu arada Lale'nin kıskançlık sahneleri de ayrı bir tatliydi. Keşke hep mutlu olsalar dedirtiyolar insana. 
Sözün özü; hayata mola vermemi sağlayan bu diziye, oyunculara, yazana, çekene, tüm ekibe kolay gelsin diyor ve basarılarının devamını diliyorum.

                                        Şekerpare :)