sibel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sibel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mayıs 2022 Salı

Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı

 Tilya Damla Sönmez’e…

Arkadaşım, arkadaşımız Tilya Damla. Âdettendir arkadaşlara doğum gününde hediye verilir. Kuşkusuz sana da bir sürü hediye veren oldu, olmaya da devam edecek. Ben sana ne hediye vereyim diye düşünürken sözcüklere olan sevgimizin ortak paydamız olduğunu hatırladım ve sana sözcükler hediye etmeye karar verdim. Hem belki benim düşüncelerimi ve duygularımı paylaşan birileri de vardır kim bilir? Hem nasıl bir serüvenden geldiğimizi yazmak, buraya not düşmek de keyifli olabilir diye de düşündüm. Seninle tanışıklığımız en azından benim için Ceylan’la sanıyorum. Bir Aşk Hikayesi’nde Korkut’un acılı  hikayesinin ortağı, onun sevdasının muhatabı Ceylan’ın aşkla büyüyüşünde izledim ilk seni.  Zaman zaman şımarıkça zaman zaman korkarak ,bir kız çocuğunun ruhunun çizile çizile büyümesinin de öyküsüydü aslında. Sonra Gülru olarak gördüm seni. Hırslı, aşık, öfkeliydi Gülru. Hayattan intikam almak için sınırlarını zorlamaktan asla kaçınmayan genç bir kadındı. Garip şekilde kendi eğlenceni de kattığın bir karakterdi Gülru ama  orda bir yerde kaçırdım galiba seni ben.


Sonra Efsun’la yeniden karşılaştık seninle. Asla izlemeyeceğim hatta izlemeyi bile düşünmeyeceğim bir dizinin ortasında bir anda Efsun Kent olmuştun. İyi bir oyuncu olduğunu zaten biliyordum ama Efsun’la birlikte müthiş bir anlatıcı olduğunu da keşfettim. Hep dediğim gibi Şehrazad’tan referans alan, bazen yazan bunun fakında mıydı diye tereddüt etsem de, inanılmaz eril bir hikâyenin içinde ışıldayan, alabildiğine  dişil karakteriyle hikâyeyi ele geçiren Efsun. Sen öyle Efsun olmuştun ki oyunculuğundaki güce bir kez daha hayran oldum. Sanırım tam da o noktada yani Efsun’un eril evrene başkaldırısında ruhlarımız bir çeşit arkadaşlık bağına sahip oldu. Pek çok kişi buna katılacaktır. Sen ne kadar hissettin ya da bunun kendince ne kadar tarafısın bilemiyorum ama kurgu evrenine de fazlasıyla sirayet eden kadını hiçleştirmeye yönelik çabaya karşı ortak taraf olma tutumumuzdan biz zaten çoktan arkadaş olmuştuk bana göre.




 Sonra Damla ve Sibel’le tanıştım. Evet kronolojik değildi keşiflerim ya da seninle tanışma sürecim. Damla’ya çokça kızdım ben ama savrulmanın ne demek olduğunu bildiğim için o savruluşta kaybolmanın üstelik çocukluk ve sonrasında gençlik denen sarmalda tek başına, yersiz ve yurtsuz hissetmenin yarattığı tahribattı bana göre onun çığlıkları. Onunla da bağ kurmamı, pişmanlıklarına üzülerek finalde onu uğurlamamı sağladın. Sibel’e gelince… Kuşkusuz başyapıtlarından biri Sibel. Kadının özündeki ruhsal gücün yansıması Sibel’de arketipsel Vahşi Kadın’ın başkaldırarak toplumun Mavi Sakallarına karşı mücadelesini anlatırken sen de içinde yaşadığın dünyanın Mavi Sakallarına başkaldırdın belki de. Bunun için içimde en çok hissettiğim yaratılarından biri.  Aldığın ödülleri sonuna kadar hak etmekle birlikte Sibel’de ortaya koyduğun performansın en etkileyici hatta büyüleyici tarafı içine aldığın, kendine mal ettiğin seyircinin o atmosfere senin gözlerinle bakmasını sağlamandı. İnsanlık denen varoluşsal mücadelede aslında toplumların hangi maskara düzenlere babalık, sevgi, vicdan gibi kavramları nasıl kurban edebildiklerini izlerken ağladım.  


Sonra Anna ile tanıştım. Kırılgan ama güçlü. Bir Çağ Fatih’ine kafa tutabilecek cesarette ve zeki. Kısacık anlara sığdırdın onun hikayesini. Ben tanışırken teker teker yarattığın kadınlarla Efsun’da eviriliyordu kendi hikayesinde. Efsun’un evirilişi dursun bir kenarda bu kez Ophelia oldun bir anda. Hamlet’in kendi delirişinde parçaladığı Ophelia ve o parçalanmada sevdiği adamla birlikte pay sahibi baba ve erkek kardeş. Her seferinde erkeklerce sadece kendi çıkarları için parçalanan kadın ruhu, yağmalanan kadın hayatı. Bu kez Ophelia’ydın hem de aynı anda Efsun’un içinden başka başka Efsun’lar çıkarırken. Etkileyiciydi. Kabul ediyorum can yakıcı ama etkileyici bir performans süreciydi. Çok zaman geçmeden seni Arya olarak gördük. Bu kez adalet arayan bir savcıydın. Özgür seçimleri olan Arya’yı çok kısa zamanda Efsun’dan öyle bağımsız yaratmıştın ki yine oyunculuğun adına taktire şayan bir hamleydi. Arya özgürdü özgür olmasına ama yine de bir erkeğin hikayesinde heba olup gidivermişti günün sonunda. Sonra Dilruba’yı getirdin bize. Öyle bir hikâyede ve öyle bir anlatımla ki üzgünüm sadece senin sahnelerin ekseninde izleyebildim. Başta çok kızdım bu hikâyede ne işi var diye? Sonra sonra oynadığın karakter üzerinden anlatıyı ve beraberinde yarattığı yansımayı izledim. Hoş benzer bir deneyimi Efsun’la da yaşamıştım zaten ama burada en üzücü taraf bizzat kadın diliyle eril bir şekilde ezilen, ezildikçe şakşaklanan zihniyetti. Ne tuhaf.  

Şimdi seninle karşılıklı duruyoruz. Senin de eğer okursan düşüneceğin gibi daha tanışmadığım karakterlerin var. Tanışacaklarım da var. Sevdiklerim var sevmediklerim var. Sevdiklerim olacak, sevmediklerim de olacak. Bazen sana kızacağım, ki kızdığım da oldu; ama en çok seninle olan sevgiye dayalı arkadaşlığımızın devam edeceğini biliyorum sanırım bu serüvende. Tezer Özlü der ki; “Yolculuk ilginçtir. Dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden, gecelerden geçilir. İnsanlardan geçilir. Irmaklar görülür… Sonra yol ilerler. Dünyalara açılan, yeni yaşamlardır yolculuklar.” Hepimiz hayat içinde kendi hikayemizin peşinde bir serüven yaşıyoruz. Seçimlerimiz, seçmediklerimiz bize eşlik ediyor. Serüven dediğimiz çoğu zaman kendimiz oluyoruz ve çocukluğumuzun gizli bahçelerine dönmeye gayret ediyoruz. Burada kişisel yaşamımızın sanatçısı olmaya kendi kişisel mitolojimizi kurgulamaya çalışıyoruz aslında.  Sen de ben de biz de rutinin öldürücülüğünden uzak, süresiz başkalaşmalara açık yaşamak için mücadele ederken yoldayız ve yoldaşız işte.  Oruç Aruoba’nın dediği gibi “Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, kendi yerleşikliğidir; kendi yeri – kendisidir.” Canım Arkadaşım Tilya Damla Sönmez, doğum günün kutlu olsun.  Yeni yaşın sana istediğin ne varsa versin. Bu serüvende hep aş kendini bir şekilde biz de seninle yeniyi arama gücümüze güç katarak ilerleyelim. Sen bizdeki kıymetini bil. Seninle heyecanlanan, senden ilham alan bunca ruhun elini omzunda hisset. Seni en kısa zamanda başta tiyatro sahnesi olmak üzere hayal perdesine hizmet eden her yerde görmek dileğini bırakıyorum buraya. Ek olarak umarım müzikal yaparsın. Kurt kadınları anlatmaya devam olur mu? 

Seviliyorsun hem de baya seviliyorsun Tilya Damla Sönmez, Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı.    

                                                                                                                                       Umay Masal 




22 Kasım 2020 Pazar

SİBEL

 

Daha önce hiç film eleştirisi yazmadım. Aslında şu ana kadar yazdığım eleştiriler de tamamen hikâye içindeki aşka takılıp gitmek üzerineydi. Anlamını çözmeye çalıştım hikayelerin. Varsa alt metnini anlatmaya çalıştım. Hepsini de kendimce yaptım. Ama dediğim gibi daha çok hikâyeye attım çengelimi bendeki iziyle yorumladım. Sebeb-i girizgâh Sibel. Bu konuda profesyonel değilim. Kamera açılarından ya da renk skalasından bahsedemeyeceğim. Ben bildiğim yerden, izlemeyenler için çok da ön bilgi vermeden Sibel’in bende bıraktığı ize odaklanmaya gayret edeceğim.

Beyaz perdede son yıllarda büyük bütçeli kahraman filmleri izliyoruz. Dünyayı kurtaran kahramanlar arasında kadınları görmek cinsiyet eşitsizliğinin farklı dalga boylarında da olsa her topluma yayıldığı dünyada bizi belki de gülümseten, bir anlığına da olsa rahatlatan bir şey. Oysa biliyoruz. Toplum hayatı içinde sağ kalmanın, kadın olarak yaşamanın, bu hayat benim demenin başlı başına bir kahramanlık olduğunu çok net biliyoruz. Metropol kadınları bundan bir on sene önce viyadüklerden atılan kırsal genç kızlarına göre kendisini şanslı sayarken şimdi durduğumuz yerde aslında hepimizin yaş, meslek, şehir fark etmeksizin tehlikede olduğunu biliyoruz. Çünkü kadın olmanın, hele hele başkaldırmaya kalktığında toplum tarafından hatta bizzat hemcinsleri tarafından cezalandırılma sebebi olabileceğini acı da olsa öğrendik. Peki bu noktada ne yapacağız? Tabi ki geri çekilmeyeceğiz. Ataerkil düzen içinde varlığımızın varlık sebebi olduğunu anlatmayı başaracağız. Bölge, sınıf, yaş, inanç fark etmeksizin yapacağız bunu. Direnmek ve yapmak zorundayız.  

Sibel’e gelince; gerçek bir kahramanın hikayesi Sibel. Sadece ıslık diliyle konuşmasıyla kadın olarak değil bütünüyle toplumun dışladığı bir kimlik aslında. Ötelenmenin, sevilmemenin, dışlanmanın tüm şiddetini ruhunda hissediyor. Farklılığın can yakıcılığı, ait olmak istediği topluluğun onu kabul etmemek için direnmesi tüm bunların ortasında belki kendisine benzettiği Ali ile oluşan bağı. Hikâyeyi anlatmak istemiyorum. Ama Sibel’in dönüşümü, dönüşürken o toplumun kesif karanlığında  açmayı başardığı delik o kadar değerli ki.   Tek başına verilen mücadelenin eğer kendini keşfetmeyi başarabilirsen en değerlisi olduğuna dair bir anlatı. Masal. Başta bir kurdun peşine düşüp kahraman olmayı hesaplayan Sibel’in toplumun korkularını ve değer yargılarını yakıp yıkması, babası ve kız kardeşinin onu yalnız bırakmasına rağmen ayakta kalışı ardından ayağa kalkışı. Daha önce yaşanmış kaderleri tersine çevirip kendi kaderinin iplerini başkalarına vermeyişi. Yemyeşil Karadeniz’de umudu aşka, başkalarına, topluma hatta aileye bile bağlamayan bir film Sibel. İnsanın umudunun kendisinde, kendi gücünde olduğunu hatta o gücün değiştirme becerisine odaklanan bir hikâye.  Sen değiş ki toplum değişsin.

Oyunculuk konusunda belki teknik anlamda yorum yapamam ama ben izlerken oyuncuyu inanıyorsam o kişi olduğuna ikna oluyorsam başarılıdır argümanı üzerinden yürümek sanırım bir seyirci olarak hakkım. Filmdeki her oyuncu ayrı ayrı çok başarılı. Beni Sibel evrenine tek tek ikna ettiler ama Damla Sönmez performansı dışında Emin Gürsoy’u çok sevdim. Duygusu, sükûneti, korkusu her şeyi ile derinden hissettirdi bana babalığı. Gösterişsizliği bu kadar etkileyici yansıtmak bence beceri. Damla Sönmez’e gelince… Sibel sadece sen olabilirmişsin gibi hissettim Damla Sönmez. Bilemiyorum bir oyuncu yaptığı işi ne şekilde değerlendirir ama bence en büyük paye bu. Senden başkası Sibel’i bize anlatamazmış hissini vermek. İnadı, korkusu, sevgisi, korkusuzluğu, yabaniliği, şefkate olan ihtiyacı en çok da ayrıksılığı. Tam bir performans oyuncusu olduğunu göstermişsin yine. Sibel’e inancın her hücrene işlemiş. Deniz Seviyesi’nde de çok sevmiştim ama Sibel anlatılmaz bir kompozisyon olmuş. Almışsın eline fırçayı her hücresine kadar ruhunla doldurmuşsun karakteri. Ne denir? Bizde emek her şeyden değerli. Bu nedenle emeklerine sağlık, ömrüne bereket. Başarıların katlansın Minik Kaplan 😊   

                                                                                                        UmayMasal