queen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
queen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mayıs 2022 Salı

Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı

 Tilya Damla Sönmez’e…

Arkadaşım, arkadaşımız Tilya Damla. Âdettendir arkadaşlara doğum gününde hediye verilir. Kuşkusuz sana da bir sürü hediye veren oldu, olmaya da devam edecek. Ben sana ne hediye vereyim diye düşünürken sözcüklere olan sevgimizin ortak paydamız olduğunu hatırladım ve sana sözcükler hediye etmeye karar verdim. Hem belki benim düşüncelerimi ve duygularımı paylaşan birileri de vardır kim bilir? Hem nasıl bir serüvenden geldiğimizi yazmak, buraya not düşmek de keyifli olabilir diye de düşündüm. Seninle tanışıklığımız en azından benim için Ceylan’la sanıyorum. Bir Aşk Hikayesi’nde Korkut’un acılı  hikayesinin ortağı, onun sevdasının muhatabı Ceylan’ın aşkla büyüyüşünde izledim ilk seni.  Zaman zaman şımarıkça zaman zaman korkarak ,bir kız çocuğunun ruhunun çizile çizile büyümesinin de öyküsüydü aslında. Sonra Gülru olarak gördüm seni. Hırslı, aşık, öfkeliydi Gülru. Hayattan intikam almak için sınırlarını zorlamaktan asla kaçınmayan genç bir kadındı. Garip şekilde kendi eğlenceni de kattığın bir karakterdi Gülru ama  orda bir yerde kaçırdım galiba seni ben.


Sonra Efsun’la yeniden karşılaştık seninle. Asla izlemeyeceğim hatta izlemeyi bile düşünmeyeceğim bir dizinin ortasında bir anda Efsun Kent olmuştun. İyi bir oyuncu olduğunu zaten biliyordum ama Efsun’la birlikte müthiş bir anlatıcı olduğunu da keşfettim. Hep dediğim gibi Şehrazad’tan referans alan, bazen yazan bunun fakında mıydı diye tereddüt etsem de, inanılmaz eril bir hikâyenin içinde ışıldayan, alabildiğine  dişil karakteriyle hikâyeyi ele geçiren Efsun. Sen öyle Efsun olmuştun ki oyunculuğundaki güce bir kez daha hayran oldum. Sanırım tam da o noktada yani Efsun’un eril evrene başkaldırısında ruhlarımız bir çeşit arkadaşlık bağına sahip oldu. Pek çok kişi buna katılacaktır. Sen ne kadar hissettin ya da bunun kendince ne kadar tarafısın bilemiyorum ama kurgu evrenine de fazlasıyla sirayet eden kadını hiçleştirmeye yönelik çabaya karşı ortak taraf olma tutumumuzdan biz zaten çoktan arkadaş olmuştuk bana göre.




 Sonra Damla ve Sibel’le tanıştım. Evet kronolojik değildi keşiflerim ya da seninle tanışma sürecim. Damla’ya çokça kızdım ben ama savrulmanın ne demek olduğunu bildiğim için o savruluşta kaybolmanın üstelik çocukluk ve sonrasında gençlik denen sarmalda tek başına, yersiz ve yurtsuz hissetmenin yarattığı tahribattı bana göre onun çığlıkları. Onunla da bağ kurmamı, pişmanlıklarına üzülerek finalde onu uğurlamamı sağladın. Sibel’e gelince… Kuşkusuz başyapıtlarından biri Sibel. Kadının özündeki ruhsal gücün yansıması Sibel’de arketipsel Vahşi Kadın’ın başkaldırarak toplumun Mavi Sakallarına karşı mücadelesini anlatırken sen de içinde yaşadığın dünyanın Mavi Sakallarına başkaldırdın belki de. Bunun için içimde en çok hissettiğim yaratılarından biri.  Aldığın ödülleri sonuna kadar hak etmekle birlikte Sibel’de ortaya koyduğun performansın en etkileyici hatta büyüleyici tarafı içine aldığın, kendine mal ettiğin seyircinin o atmosfere senin gözlerinle bakmasını sağlamandı. İnsanlık denen varoluşsal mücadelede aslında toplumların hangi maskara düzenlere babalık, sevgi, vicdan gibi kavramları nasıl kurban edebildiklerini izlerken ağladım.  


Sonra Anna ile tanıştım. Kırılgan ama güçlü. Bir Çağ Fatih’ine kafa tutabilecek cesarette ve zeki. Kısacık anlara sığdırdın onun hikayesini. Ben tanışırken teker teker yarattığın kadınlarla Efsun’da eviriliyordu kendi hikayesinde. Efsun’un evirilişi dursun bir kenarda bu kez Ophelia oldun bir anda. Hamlet’in kendi delirişinde parçaladığı Ophelia ve o parçalanmada sevdiği adamla birlikte pay sahibi baba ve erkek kardeş. Her seferinde erkeklerce sadece kendi çıkarları için parçalanan kadın ruhu, yağmalanan kadın hayatı. Bu kez Ophelia’ydın hem de aynı anda Efsun’un içinden başka başka Efsun’lar çıkarırken. Etkileyiciydi. Kabul ediyorum can yakıcı ama etkileyici bir performans süreciydi. Çok zaman geçmeden seni Arya olarak gördük. Bu kez adalet arayan bir savcıydın. Özgür seçimleri olan Arya’yı çok kısa zamanda Efsun’dan öyle bağımsız yaratmıştın ki yine oyunculuğun adına taktire şayan bir hamleydi. Arya özgürdü özgür olmasına ama yine de bir erkeğin hikayesinde heba olup gidivermişti günün sonunda. Sonra Dilruba’yı getirdin bize. Öyle bir hikâyede ve öyle bir anlatımla ki üzgünüm sadece senin sahnelerin ekseninde izleyebildim. Başta çok kızdım bu hikâyede ne işi var diye? Sonra sonra oynadığın karakter üzerinden anlatıyı ve beraberinde yarattığı yansımayı izledim. Hoş benzer bir deneyimi Efsun’la da yaşamıştım zaten ama burada en üzücü taraf bizzat kadın diliyle eril bir şekilde ezilen, ezildikçe şakşaklanan zihniyetti. Ne tuhaf.  

Şimdi seninle karşılıklı duruyoruz. Senin de eğer okursan düşüneceğin gibi daha tanışmadığım karakterlerin var. Tanışacaklarım da var. Sevdiklerim var sevmediklerim var. Sevdiklerim olacak, sevmediklerim de olacak. Bazen sana kızacağım, ki kızdığım da oldu; ama en çok seninle olan sevgiye dayalı arkadaşlığımızın devam edeceğini biliyorum sanırım bu serüvende. Tezer Özlü der ki; “Yolculuk ilginçtir. Dağlardan, deniz kıyılarından, kentlerden, gecelerden geçilir. İnsanlardan geçilir. Irmaklar görülür… Sonra yol ilerler. Dünyalara açılan, yeni yaşamlardır yolculuklar.” Hepimiz hayat içinde kendi hikayemizin peşinde bir serüven yaşıyoruz. Seçimlerimiz, seçmediklerimiz bize eşlik ediyor. Serüven dediğimiz çoğu zaman kendimiz oluyoruz ve çocukluğumuzun gizli bahçelerine dönmeye gayret ediyoruz. Burada kişisel yaşamımızın sanatçısı olmaya kendi kişisel mitolojimizi kurgulamaya çalışıyoruz aslında.  Sen de ben de biz de rutinin öldürücülüğünden uzak, süresiz başkalaşmalara açık yaşamak için mücadele ederken yoldayız ve yoldaşız işte.  Oruç Aruoba’nın dediği gibi “Yola çıkacak kişinin aşması gereken ilk ve en önemli engel, kendi yerleşikliğidir; kendi yeri – kendisidir.” Canım Arkadaşım Tilya Damla Sönmez, doğum günün kutlu olsun.  Yeni yaşın sana istediğin ne varsa versin. Bu serüvende hep aş kendini bir şekilde biz de seninle yeniyi arama gücümüze güç katarak ilerleyelim. Sen bizdeki kıymetini bil. Seninle heyecanlanan, senden ilham alan bunca ruhun elini omzunda hisset. Seni en kısa zamanda başta tiyatro sahnesi olmak üzere hayal perdesine hizmet eden her yerde görmek dileğini bırakıyorum buraya. Ek olarak umarım müzikal yaparsın. Kurt kadınları anlatmaya devam olur mu? 

Seviliyorsun hem de baya seviliyorsun Tilya Damla Sönmez, Hayal Perdesinin Aykırı Cadısı.    

                                                                                                                                       Umay Masal 




27 Ocak 2021 Çarşamba

Düşme Düş Kur-EfYam

 Hayatın bizler için hazırladıklarına karşı çoğu zaman hazırlıksız yakalana yakalana yürüyoruz. Takılıp düşüyoruz, düştüğümüzde düş kuruyoruz. Kalkıyoruz yine düş kuruyoruz. Sonra hayatla ilgili takip mesafelerini ayarlayıp ayarlamadığımızı anlayamadan çarpıyoruz. Neyse sevgili okur. Çarpışmalı haller içinde senin ve bizim kesişim noktasında sonsuz olasılıkların tekilleştiği noktada EfYam’dayız. Artık nasıl ve nereden tutmam gerektiğini bilmediğim bir yerden yazıyorum sana. İçimde bu hikâyeye gelmemi, seninle kesişmemi sağlayan Efsun’a dair bir ağıt, ağır ağır tiz sesini yükselterek inceden inceden sızlıyor. Sonu nereye varacak, ne duyguda duracak bilmeden yazıyorum. Hadi istersen takıl peşime, belki kendinden bir şeyler bulursun. Bu hafta toplam 2dk süren sahnesiyle 50 bin twit attıran Efsun ve Yamaç, kırılmış cam parçalarının yüreğe batması gibi acıtarak yine 26 bin twitle ruh birliğini takip eden Efsun Kent. Neden yazıyorum? Çünkü not düşeyim istiyorum. Baştan beri tam bir Queen edasındaki Efsun Kent’in aslında bir masal prensesi olduğu hikâyede adeta prensesin düşüşünü izliyorum. Bu düşüş temelde aşk için gibi görünüyor. Ama değil. Eşitleme hali desem üzgünüm yüreğim kaldırmıyor o eşitleme tavrını. Çünkü bu bir eşitleme de değil. Alt metni o kadar kötü ki, o kadar metalaştırma içeriyor ki neresinden tutsam elimde kalıyor. İlk kez sahne sahne anlatmaya çalışacağım.

Açılış… Hastanedeyiz. Akın bombadan yaralı. Yamaç kendisini suçluyor. Sonra o vicdan yüküne Ayşe dahil oluyor. Efsun geldiği an herkes kendi acısına, suçluluğuna, duyarsızlığına dalarken orda acıdan kaskatı olan Yamaç’a yöneliyor. İki gözü onda. Sadece ona dair. Elleri ona uzanıyor. Önce yükü taşımaktan eğilen omuzlarına, sonra kaskatı yüzüne. Etki etmiyor. Efsun konuşuyor. “Canım, bana bak” Efsun’un büyülü elleri, gözleri sadece Yamaç için orda. Düştüğü dehlizden, karanlıktan çıkarmak için. Yamaç “Onun canına okuyacağım.” diyor. Efsun sakin, akılcı: “Okuyacaksın ama önce herkesin iyi olduğundan emin olacaksın.” “Emin olacağım.” Efsun yine yeniden Yamaç’ın sağduyusu, aklı, ruhunu okuyanı. Sonrası emin olma ve Çağatay ile restleşme süreci.

Sahne iki Efsun Akın’ın yanında bu kez. Ellerinin sihri, şifası Yamaç’tan sonra ikinci bir Koçovalı için devrede. Çünkü Efsun Kent borçlu kalmayı sevmez. Hayat borcu ödüyor. Onu babaannesinin havuzdaki cesediyle bırakıp gidebilen Yamaç’ın abisi onu vurmaya geldiğinde Akın haber verdi çünkü aynı Yamaç’a. Hatta o Yamaç yine açmadı telefonu ama Akın’ın mesaj atacak zekâsı ve zamanı vardı. Sonra bir de tabi leb demeden Çorum diyebilen Yamaç’ın Efsun’un onu Cengiz’e satmadığını hatta babaannesini sadece bebeğini ve Yamaç’ı, o her fırsatta ardına bakmadan gidebilen Yamaç’ı,korumak için öldürdüğünü söylediği için. Oysa bence bunların hiçbiri değil. Efsun sadece Akın’ı seviyor. Hepsi bu. Yeterli. Efsun’un Koçovalı familyadan kimseye borcu yok. Kimseye vereceği yok. Alacağı ise çok. Parantez. Hafta boyunca konuşuldu. Yine yeniden yazacağım. Başından beri masalları gelecek anlatısı olarak kullanan, başrolü ölemeyen, anlamsızlıkta zirveyi zorlayan bazı argümanlarıyla yeterince fantastik olan evrende Efsun’un sihri hiç de sırıtan bir şey değil. Bu kadın zaten ellerinin büyüsü ile girdi bu hikâyeye. Gözleri ve kokusu da aynı şekilde.  Sen bu sezon bunları görmezden gelip sofistike, büyülü ve güçlü bir kadını sıradanlaştırmaya çalışıyorsun diye biz unutmuyoruz öncesini. Bunu da karakter değişimi olarak yemiyoruz. Karakter değişimi dediğin zaten bu hikâyenin en affedici karakteri olan Efsun Kent’in tüm olmazlara rağmen Yamaç’a teslim oluşuydu. Gerisi saçmalık.  Bu nedenle zaten mantık sınırı olmayan hikâyede olayları mantığa oturtmaya çaba harcayın Efsun’un ana özelliklerini de rahat bırakın.

Sahne üç… Hala hastanedeyiz. Yamaç Efsun’un kollarında Akın için bekliyor. Hayati tehlikesi var. Doktor geliyor. Şokta. Akın iyi. Efsun sayesinde iyi ve bunu biz biliyoruz yine sadece. Çünkü Yamaç bilemez, hiç bilmedi ki. Umarım Akın da biliyordur. Malum Koçovalı familya biraz kendine Müslüman. Buna sonra geleceğim, dursun şimdi. Yamaç sevgili annesine sarılıyor. Cumali de ailenin geri kalanına. Efsun’un trajik yalnızlığı yine orda. Gözleri kendisi sayesinde mutlu olan ailemsilerde sadece duruyor. Sevdiği adama bakıyor ve onun kan emici ailesine. Yazarın zihninde bir şarkı çalıyor bu anda içi sızlaya sızlaya “Yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin.” Yamaç orda ama değil. Onun kusursuz bağımlılığı Çukur ve ailesi. Efsun’unki ise Yamaç. Yanında bomba patlamış, hastanelere sürüklenmiş hamile Efsun ana kraliçe tarafından aş evine gönderiliyor. Oysa daha akşam geldi evlerine. Neydi? Hayat devam ediyor. Bağımlılığından ailesinin gerçeğini asla göremeyen Yamaç Bey de gayet “Ne yapalım?” bakışıyla Efsun ile göz göze geliyor bu sahnede ilk kez. Efsun yine teslim.   

Sahne dört…  Efsun daha sabah masa silemediği evden aşevini çevirebilen biri haline geçmiş Karaca’nın spoileri ile anladığımız üzere yakında Yamaç’a tarhana da yapacak kıvama gelecek ruh değişiminin başında. Yamaç ise ona bakıyor. Yedi krallığın Queeni Efsun Kent. Bir sezon önce ayaklarına kapanarak aşk dilediği Efsun, başımı okşa diye yalvardığı Efsun, kal desin diye gözünün içine baktığı Efsun, onu bağlayan prangadan kendisini kurtardığı an her şeye rağmen diyerek “Ne olacak bunca şeyden sonra” diyen kadına “Neyden sonra” diyecek kadar fütursuzca aşka koşmasına neden olan Efsun Kent, ona posta koyabilen tek kadın, onu olduğu gibi gören tek kadın, saklanamadığı tek varlık, babasının ölümünde pay sahibi olduğunu bile bile gözlerine düştüğü, onun babasının ölümünde pay sahibi olduğunu bile bile bu aşka ikna etmek için ter ter tepindiği Efsun Kent. Yazanın kentin yarısının sahibi olduğunu unutturmak için olmadık saçmalıkları yüklediği, gururundan sevdiği adama o söylemeden sevdiğini bile söylemeyen Efsun Kent. Bence de öyle aşkla bak Yamaç Koçovalı. Hayatında görebileceğin en değerli hazineye bakıyorsun çünkü. Gücü, büyüsü, güzelliği, aklı, varlığı ile çok daha iyisini seçebilecekken senin içindeki çocuğu kendine oyun arkadaşı seçen, mutlu bir an için hayatından vazgeçecek kadar seni seven kadın için Çukur’u yaksan anca ödemen gereken karşılığın dörtte birini verirsin Efsun Kent’e. Çünkü dost acı söyle ama annen dahi Efsun kadar sevmiyor seni. Hatta Efsun gibi kimse sevmiyor seni. Kendinden geçecek kadar. Sen bile Efsun gibi sevemiyorsun. Sevebilsen… Neyse.

Çağatay’a gitmeden önce Efsun’a sevgisini söylüyor Yamaç. Kimseyi umursamadan hatta Efsun dışında pek bir şeyi umursamadan. Burada dikkat çekici olan Yamaç’ın gidememe hali. Israrla geleceğim demesi. “Ne önemi var zaten döneceğimi bilmiyor musun?” Yamaç Efsun’dan gidemiyor, hiç gidemedi, denedi olmadı da işte Efsun Yamaç’tan giderse ne olur dedirtiyor insana. Burada yine parantez. EfYam’ı EfYam yapan kuşkusuz Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli. Bilinçli olarak sıradan bir şeyi söylermiş gibi yazılan “seni seviyorum” sahnesinde, ki Yamaç’ın acısını katlamak için olduğuna eminim, Aras ve Damla öyle oynuyor ki. Sanki biri seni seviyorum derken kalbini söküp veriyor diğeri o sözle hayatının en büyük mucizesine şahit olmuş gibi bakıyor. O sıradanlığa bile isteye hapsedilmiş replik, o 36 saniyelik sahne bir anda 140 dakikanın en güzel anına dönüşüyor. İkisinin o mafya hikayesinden kendilerini kurtarıp kendi hikayelerini yazdıkları o kısacık an. Aşka dair, aşkla…

Sahne beş… Karaca ile eve dönen Efsun. Akın’ın ölümden dönmesi ile kendisini sorgulamaya başlayan Karaca’nın vazgeçişinden hemen sonra. Kapıda Sultan. Kocasının intikamının derdindeki Sultan. Efsun’un saçlarına yapışıp onu dış kapıya kadar atan Sultan. Ona engel olmaya çalışan Karaca’yı içeri çeken Ayşe. Ne garip değil mi? Eşleri tarafından sevilmemenin acısını başkalarından çıkaran, başkalarının acısından beslenen Koçovalı kadınları. Bir kadının bir kadına yaptığı işkenceye engel olmak şöyle dursun Yamaç’a haber bile vermeyen sözde ailenin kadınları. Hamile bir kadını karda kışta, kendisini defalarca aldatmış bir adamın uğruna oğluna soru bile sormadan hakaretlerle kapıya atabilen bir sözde anne. Hoş bu kadın torununa sevdiği adamı öldürttü. Annelik ona en uzak kavram. Kocasının kendisini sevmemesini hayatlar yuta yuta çıkaran bir yamyam sadece. Karlara düşen Efsun ve sonrası Kulkan.

Sahne altı… Çağatay ve Efsun. Bu sahnede hala anlaşmasının bir karşılığı olup olmadığını anlamaya çalışan bir Çağatay var. Yamaç’tan zorla aldığı, Yamaç’ın bebeğini taşıyan Efsun’dan duyacağı tek olumlu cümlede tamam diyecek bir Çağatay. Çünkü Çağatay’ın derdi Yamaç değil bu denklemde. Efsun. Çağatay Efsun’u istedi hep. Çünkü hükmedeceği krallıkta yanında olmasını istediği kraliçe Efsun’du. Çağatay gibi narsist biri kuşkusuz yanına kusursuzu isteyecekti. Efsun Kent kusursuz olan. Çağatay gibi GH da bunu biliyor zaten. O kusursuzluğu bozma çabası bundan. Neydi şehrin kralı Çağatay Erdenet’in en parça parça anında gördüğü Efsun’u tanımlama şekli: Sen hala muhteşemsin. Raflarda bırakılmış tozlu bir başyapıt gibisin. Efsun bir başyapıt.

Çağatay için Yamaç Efsun’un seçimi olduğu anda rakip oldu. Yamaç’ın zaafı olarak da Efsun’u sadece bulmak istedi. Öyle ki Efsun onun gerçek ganimetiydi. Bu nedenle ölüme giderken Efsun’u Yamaç’tan almış olmak onun gerçek zaferi oldu. Narsist benliğinin en büyük bedeli Yamaç’a. Yamaç kendi zaferini kazandığını sandığı an aslında hayatının değerlisinin avuçlarından kayıp gittiğini anlayamadı bile. Şimdi… Efsun nerede? Yamaç ne yapacak? Ailesine ne diyecek? GH Yamaç trajedisine ortak ettiği Efsun’a ve tabi ki onun aşkından yanmaya başlayan Yamaç’a daha ne yapacak? Efsun’un kadınlık gururu üzerinde daha ne kadar tepinecek? Seyircinin Yamaç güveninin altını boşalta boşalta geldiği noktada Yamaç’a Efsun için cidden seçim yaptıracak mı? Yaptırabilecek mi? Ben de senin için aynını yapardım aslında boş bir laf mı, altı dolacak mı? Gelen spoilerler doğru mu? Saçmalamanın bir sınırı var mı? Soru çok ama cevap yok. Tek diyeceğim, normal bir akışta Yamaç Koçovalı’nın annesine ve Çukur’a emanet ettiği sevdiği kadını korumayan iki değerlisini de yakıp yıkmasıdır olması gereken. İki hafta önce testerelerin altından alınan Efsun eğer tam da bu büyük patlama için kaçırılmadıysa her şey manasız. Cumali Efsun’un elinde babamın kanı var diye bas bas bağırırken ısrarla “Neden, neden ama?” diyen Damla’ya kalp bırakıp “Babamı öldürdünüz” diyen Efsun’u duymamış gibi yapan Cumali gibi bir zekasızı ona eş yapan GH’a tekrar şerh bırakıyor son deme geçiyorum.

Son demde; Canım Efsun Kent, burası sana minik bir ağıt. Önce annesiz kalan, babasız kalıp onun intikamını almak isteyen, en yakınlarına güvenerek Çukur’a hayatının golünü bilmeden atan, sonra düşmanına âşık olan, onu korumaktan bir an bile tereddüt etmezken bir kez bizzat âşık olduğun adamın namlu doğrulttuğu kadın. Defalarca saldırıya uğrayan, alıkonulan, aşka inanmayı seçtiği için defalarca canı yanan, babaannesini vurmak zorunda kalan, sevdiği adamın bebeğini kurtarmaya çalışırken onun yanlış anlama silsilelerinden kalbi paramparça olan, yine o adam için müttefiklerinden vazgeçen, gün geçtikçe yalnız daha yalnız kalan Efsun Kent. Seni sarıp sarmalamak istiyorum. Seninle oturup ağlayalım istiyorum. Bağıra çağıra şarkı söyleyelim. Yamaç’a söylenelim istiyorum. Yalnızlığını paylaşayım istiyorum. Efsun inan biz seni seviyoruz demek istiyorum. Yamaç’ın sevgisinin yanına bizi koy ailen olarak demek istiyorum.  Düşme sadece düş kur demek istiyorum, kalbin acımasın. Hatta Yamaç’la ikinizin artık kalbi acımasın demek istiyorum. Ama… Tepenizde tepinilmeye devam edecek biliyorum. Mantıklı bir tepinmeye bile razıyım da... 

Bir gün bir yerde umarım en yakın zamanda Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli'yi sadece ikisi üstüne yazılmış bir hikayenin kahramanları olarak partner izlemek dileğiyle... Dönem işi olsun çok istiyorum. 

                                                                                                                       UmayMasal






6 Ocak 2021 Çarşamba

EFYAM MASALI

 

Zamanın akıcılığının anların içeriğine bağlı olduğu dönemin farkındalığı yüksek noktalarındayız. Öyle ki canım okur kendimizce bulmaya çalıştığımız yollarda tutuna tutuna yürüyoruz. Gelelim sebeb-i girizgaha yani EfYam’a. Kovaladığımız hikâyenin 5dkdan 10dkya çıkan süresi içinde değişen, gelişenlere odaklanmaya. Hadi gel birlikte yürüyelim yolu, sen de istiyorsan eğer. Öncelikle geçtiğimiz hafta Yamaç’ın kalbinin aslında baştan beri durduğu noktanın, Efsun’un, altı kalın kalın çizilmişti hatırlarsanız. Ben sayın yazarımıza çok da güvenmediğimden dikkatimi çeken bir şeyi bilerek yazmamıştım. Bu hafta malumun ilanıyla her şey netleştiğine göre yazabilirim. Geçen hafta Yamaç kalbine gitmişti, vicdanının en ağır yüklerinden birisi olan küçük hanım yerine. Burada hafif geçilen ama bu hafta “Çok korktum.” cümlesinde saklanan bir şey vardı ki, Yamaç geçen hafta daha önce abisine kurduğu “Sadece aileme güvenirim.” çemberine Efsun’u da dahil etmiş düşüncemizi pekiştirdi. Yamaç Koçovalı geçirdiği ağaçlaşma sürecinde vicdanını, acıma duygusunu, içindeki çocuğa dair pek çok şeyi gömmüş durumda. Elindeki taşın ağırlığının kaynağı da bu. Aslında içten içe olmak istemediği noktaya giderken içindeki iyiliğe dair her şeyi çok kısıtlı bir çevreye veriyor artık. Hak etmediklerini düşünsem de bu çevrede öncelikle ailesi var ve öyle anlaşılıyor ki bir de Efsun. Oğluna rağmen Yamaç’ın o sevgisinin farklı boyutlarından herhangi bir parçasına oğlunun annesi sahip değilmiş aslında. Ki gidişinde oğlu ile karşılaşması için kendi güzel günlerini dileyen Yamaç’ın o güzel günlerde yanında olmasını istediği kadının oğlunun annesi olduğunu düşünebilmek düpedüz ahmaklıktır bana göre. Yamaç bana göre korumakta zayıf kalsa da, gerçekten sevdiğinde yanında isteyen bir adam. Bunun için “koruyamadım” cümlesine gözyaşı eşlik etti Efsun’a sarılırken. Aşkı, vicdanı, acısı, korkusu hepsi aslında Efsun’a dahilmiş. Neyse. Geçen hafta yazmıştım eğer aksı düzelirse bu aşkın ki kayması için bahane kalmadı bazı bölümleri görmezden gelebilirim. En azından şunu düşünüyorum artık, aslında bir mantığı yok da işte bir yerinden bağlanmak lazım, Yamaç gerçekten Efsun’un zarar göreceğini düşünmemiş. Bu hafta korkusunu anlatırken yüzü, kilitlenişi gösteriyor bunu. Ciddi ciddi Efsun’u kaybedebileceği gerçeğiyle karşılaşmak Yamaç’ı Efsun konusunda başka bir noktaya getirdi. Artık kafası kızdı diye çekip giden, nelerle uğraşıyorum beaaa, kafasındaki bir Yamaç yok. Bu hafta intikamı, mahallesi, emmisi derken o koşturmacada bulduğu ilk fırsatta Efsun’a giden bir Yamaç gördük. Selam üçüncü sezon Yamaç Koçovalı biraz ağaçlaşsan da biz seni özlemiştik. Aradaki yeni sürüm modeli görmemiş varsayıyoruz kendimizi. Sahalarda yeniden seni görmek güzel. Efsun’a gelince. Sen nasıl bir kadınsın Efsun Kent? Nasıl bu kadar ince, bu kadar düşünceli ve yük olmayan, yük olmaktan itina ile kaçınan bir kadınsın. “Queen” olmanın emarelerini yeniden yüklenirken bir taraftan Yamaç’a minicik bir acı, tereddüt, hüzün yüklememek için uğraşan; “hayattayız” diyip gülümseyen, onun tam bir queen olduğunun farkında olmasalar bile hisseden Medet ve Metin’e tavrıyla ilgi çeken diploması erbabı Efsun Kent çok özel bir karaktersin. Zaman zaman yazanımız bunu unutsa da senin klasında başka bir kadın karakterin o evrende var olmadığı öylesine net ki. Sevdiği adamın acısının nedeni, yüreğinin ağırlığı olan emanetin ağırlığını azaltmayı öylesine istiyor ki. Baykal’ın kızı olmanın Yamaç’a getireceği yükten, onu arada bırakmasından endişe ediyor. Kendinden önce Yamaç geliyor. Bazen buna kızıyorum. Hatta çoğu zaman kızıyorum.  EfYam’ın karşılıklı sahnesini didiklemeden önce bir başka ayrıntı; Metin ve Efsun sahnesinde konuşulan iki konu. Bunlardan birincisi İdris Baba konusu. Bana göre güzellemesi fazla uzamış bir an önce ne olduğu ortaya çıkması gereken bir mevzu bu. Hep söylüyorum cilalı taş devri okuru anlamıyor alt mesajları. İdris güzellenmemesi gereken bir adam. Neyse, bizi Efsun ve Yamaç bağlar. Efsun’un İdris’in ölümündeki payına oynanacağının sinyaliydi bu sahne. Hoş kendi eliyle babasını öldüren Yamaç Efsun’u istedikten sonra Metin veya birtakım insanları ne bağlar çok tartışma götürür. Diğer taraftan Efsun açısından karşıdan ve Yamaç üzerinden tanıdığı Çukur’u anlama süreci başlamış gibi de duruyor. Bence anlamasa da olur ya neyse. Burada parantez Efsun Sultan mı, Meliha mı, Mihriban mı diye tartışılıyor. Bana göre D hiçbiri. Efsun Sultan gibi kendisini sevmeyen bir adamla ömür geçirip bütün sevgisizliğini oğulları üzerinde kurduğu hükümranlıkla doldurmaya çalışacak kadar benliksiz bir kadın değil. Sevmeyi biliyor. Yara açmak yerine şifa olmaya çalışıyor. Hatta kendi açtığı yaralara bile üzülüyor. Mihriban da değil. Olamaz zaten. İlla olacaksa Mihriban kim olur size bırakıyorum zira o kısım zerre ilgimi çekmedi. Meliha’ya gelince… İdris ve Meliha aşkı bir yere bağlanacak mı, ki umarım İdris’in öyle aman aman bir karakter olmadığını ortaya çıkararak bağlanır, bilmiyorum. Ancak şunu diyebilirim. İdris Efendinin terminolojisi zaten Yamaç’ta çöp. Çünkü Yamaç için hayatı paylaşacağı kadınla sevdiği kadın hep aynı kişi. Başta da böyleydi. Şimdi de böyle. Yani İdris gibi öyleydi böyleydi diye ne kalbinin sorumluluğundan kaçıyor ne de kolaya kaçıyor. Kısaca Efsun Yamaç ilişkisi bu hikayede özgün bir noktada duruyor. Benzeri yok, öncesi yok, sonrası yok. Efsun Yamaç bir aşk hikayesi. Vazgeçmeme üzerine, her şeye rağmen diyebilme üzerine. Gelelim Metin’den gelen ikinci argümana. Ne demişti? Yamaç Abiyi böyle görmedin. O sahnede tüm Efyamcıların müstehzi bir gülümseme ile ekrana baktığına eminim. Metin Bey sen ne diyorsun yeaaa diye? Efsun tüm nezaketiyle Çukur’un önemine atıf yaparak konuyu toplasa da, yazmadan edemeyeceğim. Madem Baykal’ın kızı ifşa olacak, şu Çukur ekibi ve Koçovalı familyanın her kapı önüne attığında Yamaç’ı Efsun’un topladığı, oğlanın hayatını kurtarmak için adeta yardım meleğine dönüştüğü de ortaya çıksın. Ben sıkıldım saçma sapan sebeplerle duyar kasan bu kültürsüz ekipten. Efsun geçen hafta yardımına gelen, onu korumaya çalışan insanlara sonuna kadar nazik davranıyor ki Efsun bir Queen her ne kadar bu hafta Yamaç onu Hırçın Prenses diye vaftiz etse de. Hoş kariyer odaklı masalın kahramanı da sonunda Queen oldu. Pek çok kişi Çukur’un anası Efsun diyor ama yok. Bence Çukur’un cidden bir Queen’e ihtiyacı var anaya değil. Olacaksa Efsun oraya hükmetmeli. Tıpkı Yamaç gibi. Şimdiiii gelelim asıl mevzuya.

Acı badem zehirlenmesinden hastanelik olan Çukur’u abisine emanet edip Efsun’a gitti Yamaç. Kapıdan girip geçen hafta canı olan kadının da canı olduğuna tutunup sımsıkı sarıldı. Orda, o anda ikisi için aslında zaman başka şekilde akmaya başladı. Efsun ve Yamaç sahnelerinin en özel tarafı bu. İkisi tam anlamıyla masalsı bir çift. Birlikte olduklarında da her şeyden, o evrendeki her mantıksızlıklan sıyrılabiliyorlar. GH’nin elinde bir cevher var. Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez öyle bir çift çıkarıyor ki, Efyam komik de oluyor, hüzünlü de alfa da, masalsı da, trajik de. Hatta bunu 8dk içine ilmek ilmek işleyebiliyorlar. Çok uyumlular. Efsun ve Yamaç’ın ruh eşi olmalarını beden dilleriyle bazen aynaladıkları mimikleriyle öylesine güzel anlatıyorlar ki her tür saçmalık uçup gidiyor. Efsun’u Koçovalı evine güvenliği için götürmek isteyen Yamaç’ın Efsun’un direnişiyle karşılaşmasıyla aralarında gerilen iplerin Yamaç’ın öfkesinde saklı korkuyu bir bakışta anlayan ve duruma müdahale eden Efsun tarafından gevşetilmesi aslında geçen hafta söylediğimiz ilişkinin üst seviyeye geçişinin bir emaresi. Burada parantez, Yamaç Bey Efsuncum Kentcim konforsuz diye itiraz etmiyor Koçovalı evine. Hani İdris konusu var ya, hani kafasına silah dayadı ya abin, evde bir değil birkaç deli var ya hani. Akvaryum evin güzelliği, ferahlığı bakımından sizin evi döveceği konusunda sana katılmakla beraber kızın derdi o değil yani. Sen kafanda hallettin. Kalbine silah dayadığın kadına kalbini verdin. Ellerine, gözlerine âşık oldun. Tamam. Ama işte sende bir aile var ki sana acımamış. Matah bir şey gibi kıza bunu söylemiş. Ne yapsın o kız? Bir de senin de acayip huyların var. Lüzumlu lüzumsuz eve kız taşıyorsun. Onu ne yapacağız? Haklı. Yerden göğe haklı kız da sendeki kaybetme korkusu mantığı yok etmiş.  Hoş Efsun ve mantık sende bir arada bulunabilen bir şey değil. Test ettik onayladık. Yalnız Yamaç’ın bu tavrının alt metni bence çoğu kişiye tokat gibi cevap. Yamaç için Efsun’a dair sır yok. O Efsun’u kendisini bildiği gibi biliyor. Soru Koçovalı familya ne yapacak? Geçen hafta Karaca, öncesinde Cumali yüzleşmelerinden Yamaç alacağı tavır açısından olumlu izlenim verse de sonuçta ne göreceğiz bakalım. Ben mesela Yamaç’ı hep hiçe sayan familyaya Yamaç’ın sessiz tavrını Efsun konusunda göstermemesini isterim. O kızı o eve sokacaksa, sokmasın ya sokmasın tamam Çukur’a razıyım ama Baykal’ın evini versinler Efyam’a, o bedeli Efsun’a ödetmesin ailesini hizaya çeksin. Devam. Efsun’un Yamaç’a huzur veren dokunuşunun ardından başlayan masal seansı bu iki karakterin kendilerine has dillerinin güzelliği. EfYam’ı herkesten başka yapan da bu. Ne demiş şair, öyle konuşuyorduk sen ile ben, öylesine yakın olurduk ki, bazen, garip bir duygu duyardım: akıllarımız öpüşüyormuş; zihinlerimiz sevişiyormuş gibi- birbirlerinin içine girmiş, orada buldukları yollarda el ele yürüyorlarmış gibi… Yamaç ve Efsun’un gözleri, elleri, masalları ile geliştirdiği kendilerine ait bir dil var. Ruhlarının en başında düşmanken dahi birbirleri tanımladıkları gibi her mimikte, bakışta anlamlanıyor halleri. Bazen konuşmaya ihtiyaçları olmayan, konuşurken tek cümleye paragraflar sığdıran dilleri ile gerçek bir aşk ilişkisi onlar. İlk masalda herkesin de rahatlıkla anladığı gibi Efsun’a evlenelim deme gayretindeki Yamaç’ı yine yeniden manipüle eden Efsun’un Yamaç’ın etrafınca kurutulmuş ruhuna gülümseme getiren olması tesadüf değil. Yamaç Efsun’la çocuk ruhuna dönüyor. Efsun onun oyun arkadaşı oluyor, birlikte zamanı atladığı, gerçeğinin soğukluğundan kaçtığı bir sığınak. Efsun için de Yamaç aynı. Belki en mutlu oldukları yerden, çocukluklarından, bağlılar onlar. Dışardaki benliklerinden sıyrıldıkları, en saf oldukları yer birbirlerinin kucağı. Efsun henüz tam teslimiyeti kabul etmese de Yamaç’ın huzura duyduğu özlemi yakaladığı yer Efsun’un kucağı. Yamaç’ın masalının varmaya çalıştığı nokta başarılı olamasa da birbirlerine kaçışlarında gerçek bir başarı. Efsun’un masalına gelince. Babamın emaneti masalının hırçın prenses bakışını gördük bu kez. Geçen sefer dışardan anlattığı masalda artık Efsun da var. Kurtarıcı olarak orda. Yamaç da bunun farkında. Farkında olmasa endişe ile “ Ee, gitmemiş mi bir daha çocuğun yanına?” demezdi tahminim. Babasının emanetine zincirli Yamaç ve Efsun bunu biliyor. Bundan defalarca yaşamasını sağlasa bile “Baba” sözcüğüne takılıp kalan Yamaç’tan kaçıp kendi sarayına sığınması. Şimdi o saraydan çıktı ve Yamaç ellerindeki taşla ağaç gibi. Peki sonu? Her ne kadar Efsun “Gitmiş ama çocuğu bulamamış.” dese de Yamaç bu cümleye üzüntü ile dudak bükse de, bence Efsun da bilmiyor sonunu. Efsun’un elini Çukur dövmesinin üstüne, tam kalbine koyan Yamaç için Efsun gitmek istediği özgürlüğün bir parçası. Gönül ister ki gidebilsin. Efsun, kızları, kız olmasını umuyoruz, kendisi huzurla çıksın o Çukur’dan. Ama… Burayı tamamlamak istemiyorum şimdilik. Kısaca Yamaç’ın dediği gibi “Biz ne yapacağız böyle?” Hikâyenin Şehrazad’ı Efsun bile bilmiyorsa ne denir ki. Bu hafta hata kovalamak gelmedi içimden. İyileşmek isteyen ve kendi masalını yazan EfYam’da kalmak istedim. Nasılsa önümüzdeki haftalarda başımıza geleceklerle yazacak çok şey olur. Bu hafta Efyam olsun, sadece orda kalsın nokta.

Hamiş: Damla Sönmez Hamlet’te Ophelia olmuş. Daha önceki yazılarımdan bilen bilir. Yamaç bir Hamlet yansıması bana göre. Lakin Çukur metni öyle kargaşa içeren bir yapı ki düşünmüş müdür bilemem. Sahnede yaratacağı yeni Ophelia için ona başarılar. Kuşkusuz hem orijinal hem de duygusu yüksek bir karakter yaratacaktır. Karşısındaki Cem Yiğit Üzümoğlu başlı başına bir oyunculuk dehası zaten. Dilek hakkımı saklayarak…          

                                                                                                               UmayMasal 



  

31 Aralık 2020 Perşembe

Yamaç'ın Güvenli Evi: Efsun

Canım Benim,

Bilir misin "canım" dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep- Ahmet Arif   

Kadın olmanın terminolojisi bu ülkede garip. Garip sözcüğünün içeriğine tehlikeli, acıtıcı, zorlayıcı, kırılgan, şiddetli… Selam sevgili okur. Sen istedin diye beş dakika peşindeki yolculuğa devam. Süreklilik için söz veremem ama elden geldiğince, dil döndüğünce, tabi sizler de istedikçe kovalamayı sürdürürüz. Geçen hafta iki kadın karakteri biri su ve elektrik ortamında bağlı, biri çift testere onu kesmek için inerken masada yine bağlı bırakmıştık. Geçtiğimiz hafta izleyici ile alay eden ve bana göre senaristin daha ne kadar saçmalayabilirim çabasının sonucu olan tutumu nedeniyle bir hayli sulansa da hikâyede, bunun bir suç dizisi olduğunun farkında olarak, kadına işkence kavramının böyle aleni hale gelmesini sevmedim. İki kadının da kurbanlık koyunlar gibi sadece erkeğe acı çektirmek için araç haline getirilmesinden de nefret ettim. Daha da ilerleyelim. Zaten bu hikâyenin sorun yumağı haline gelen iki kadın bir adam durumunun yarattığı poligami yeterince mide bulandırıcı. Üstüne şiddet dozu yüksek aman beyim kimi seçecek alt mesajının verilmesi başlı başına rezalet. En baştan beri Yamaç’ın sevdiği kadın net olsa da sebebini anlayamadım şekilde ikinci kadını aile evine götürmekle başlayan saçmalama çıtası her geçen hafta daha da yukarı çekilerek olmayan üçgen varmış gibi davranıldı. Ortada bir geometrik şekil var bu doğru. Ama bu olsa olsa Yamaç’ın vicdanına oynayan hanımefendi ile aşık olduğu kadının gururu arasında gel git yaşayan delikanlının helezonik ruh halidir. Kısaca Yamaç aslında iki kadın arasında kalmadı. Senaristin ne yaptığını bilmez hallerine rağmen bir tarafı hep netti. Yamaç ayaklı bir vicdan olarak dolaşmasının karşılığı olarak bir tarafı geride bırakamadığı için aslında dut gibi âşık olduğu kadın olan Efsun’la arasında sorunlar yaşadı. Bir de şunu çok net yazabilirim. Karşı tarafta Yamaç’ın yumuşak karnı olan vicdanına sonuna kadar oynadı. Senaristimiz bu işlerin uzmanı olmasından mütevellit sonuna kadar sosyal medyaya oynadı yani. O muuu bu muuu? Bir tarafa netlikle seni seviyorum dedirtmesine rağmen, Efyam aşkına verdiği anlamsız aralara sıkıştırdığı vicdani sessizlikler yüzünden kafa karıştırdı. Çünkü o da biliyor. Bu toplum gördüğüne bakar altında yazan şeye değil. En kötü hamlesi de kaçırılmada iki kadını aynı odada tutması oldu. Üstelik kendince yazdığı şeyin mizahını da yaptı. Komik miydi? Hayır. Kaldı ki bunun cevabını da bu hafta aldığı reytingle gördü. Tabi bence. Neyse. Bu hikâyede çok bence var. Sanırım senarist postmodernizm seviyor. Okur eksik parçaları kafasında tamamlasın diye bekliyor. Hani Yamaç neden bıraktı Efsun’u o havuz başında, Çağatay meselesinde sabah yanında uyandığı ve babaannesini onu yaşatmak için öldürmüş bir kadına nasıl öyle korkunç bir tepkiyle bağırarak verdi filan. Tamam Efsun ve Yamaç’ın sevdasının alt metnini okuyanlar var.  Ama işte birinin anlatıcıya hatırlatması gerekenler de var. Bir yazdığı şey Amerikan uyarlaması bir, birkaç da olabilir kararsızım, suç dizisi, bir de geçen hafta galiba suç parodisini denedi, iki ise kitlesinin büyük bölümü, Efyam tayfayı tenzi ederek, sanırım cilalı taş devrinde yaşıyor metin okuma becerisi olarak. Kısaca demek istediğim diyalog yaz be adam. Cidden nedenselleştir argümanını. Alıyorsun eline kalemi karambole karşına hoşuna giden hangi sahne varsa pachwork yapar gibi monte ediyorsun hikâyeye ama anlattığın karakter eksiliyor. Boş bomboş hale geliyor. Anladık doydun, anladık bitse de gitsek diyorsun. Ama dört sene ekmeğini yediğin o karakterlere, seyircine haksızlık bu yapılan. Karakter dönüşür, değişir, olayı budur anlatının. Mitler bile karakter dönüşümüne adar kendini.  Hayat gibidir hikâye. İzlerken, okurken anlarsın ama neden öyle oldu. Biz kendi kendimize diyoruz bir şeyler ama bu hikâyede son zamanda kim neyi neden yapıyor belli değil. Konuşmuyorlar. Gerisinden bana ne de Efsun ve Yamaç düşmanken daha çok konuşuyordu. Anlıyorlardı birbirlerini. Bu iki insanın çocuğu olacak ve son zamanlarda sakata gelse de birbirlerine, birbirlerinin hayatı için kendinden vazgeçecek kadar aşıklar. Bırak konuşmayı, kavga bile edemiyorlar. Kendi içlerinde kıskançlıktan kuduruyorlar, o kıskançlıkla saçma sapan hamleler yapıyorlar ama yok kimse eteğindeki taşı dökemiyor. Saçma mı saçma. Leb demeden Çorum’u anlayan, ben demiyorum abisi dedi, bizim zekâ küpü Yamaç Koçovalı söz konusu Efsun olunca Medetleşiyor diyecektim ki vazgeçtim. Medet bu hafta zekasını ispatladı zira, Yamaç Koçovalı zekâsı out Medet in bundan böyle. Şaka bir yana Efsun’u kurtaran Team Efsun bana başta güçlü gelmese de sonradan izlediğim halleri ile, Efsun kısmında olan her şeyin altının kalın kalın çizilmesi sebebiyle belki, ne kadar sevimli bir seçimmiş dedirtti. Medetle Efsun bağının Salih yolunu açmasını umuyorum. Sadece Efsun ile sahnesi olmasını istediğim için değil, Yamaç’ın gözünden akan aşkın herkes tarafından görülmesine rağmen bir türlü konuşulamamasına çare olsun istiyorum Salih. Yamaç otursun ona anlatsın. Cumali sahnesinde, Yamaç’a Selim kadar abilik yapma çabası gösterse de, ki zaten daha yumuşak olması karaktere ters, Yamaç’ta hala konuşma, açıklama hali yok. Belki Yamaç Efsun’u istiridyedeki inci tanesi gibi saklarken bu normaldi. Çünkü kızı Baykal’ın kızını, düşmanı olarak ona silah doğrultmuş kadını saklaması normaldi. Ama artık nerede durduğunu seçtiği noktada saklayamaz. Efsun’un ona dediği gibi, tehlikeye attıklarının başında Efsun var. Galiba bu haftaya kadar Yamaç Efsun’u asla tehlikeye girmeyecek konumda sanıyordu. Hoş nasıl sanıyordu bu da tartışmaya açık. Bizzat kardeşin kardeşi, babanın oğlunu harcadığı sistematiğin, hem de Yamaç’a aşkı afişe olmuş bir Efsun için yapabileceklerini tahmin etmesi güç olmamalıydı. Keşke o testereleri biri anlatsa, herhalde anlatmışlardır, biz de görsek veya görseydik o tepkiyi. Sorun bu zaten. Kimse izlediği şeyin romcom olduğunu düşünmüyor. 140dk da 70dk istemiyor. Verilmesi gereken 15dkda dolu, diyalog olan, duygunun sözcüklere de döküldüğü bir hikâye içi hikâye görmek dert. Neyi neden yaptıklarını söyleyebilsinler. Yamaç’ın anlayanının kalmadığı, Selim’i gömdüğü zamanlarda dert ortağı Salih yokken, tüm bunların varlığında bile gittiği, planlarını anlattığı, yaralarını sardırdığı kadınla konuşamaması saçmalık. Çok derin bir noktada duran sonra birden sığlaşıp attığımız kulaçların tabana vurmasına neden olan bu aşkın kendi askını yeniden bulması mümkün mü? Bilmiyorum. Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez karşılıklı her sahnelerinde kanları, canları ile Efyam’ı o yüksek duyguda tutmayı başarıyor. İzleyen kimsenin senaryodaki boşluklara rağmen duyguda boşa düşmesine izin vermiyorlar. Mesela bu hafta Yamaç gözleri dolu Efsun’un olduğu odaya giriyor. Bakıyor. Karşısında eli ayağı dolaşmış, korkmuş, ne tepki alacağından emin olamayan bir küçük kadın gözlerinde yaşlarla ona bakıyor. Sonra “Canııımm”. Kucaklaşma. Ağlayarak, karşılıklı pişmanlıkla, korkuyla, aşkla. Sahneyi ikili öyle bir yorumluyor ki sadece bakıyor ve kalıyorsun. Tablo gibiler. Ama, işte o ama kalıyor orda. Mesela bence Efsun pişman ama niye? Efsun Yamaç’a yaşatması muhtemel acından dolayı pişman. Yamaç’ın ikinci bir travmanın eşiğinden döndüğünü bildiği için o özür. Yamaç iyi mi merakı da ona. Fakat bunu kaç kişi böyle yorumlar ki? Erdenetler’e gittiği için neden pişman olsun, sebep olan Yamaç. Orda Yamaç pişman olmalı. Ki oldu. Korumalıydı. Öyle adam dikmesine bile gerek kalmadan, sadece ertelemek yerine sevdiği kadına gidecek ve neden diyecekti. Hepsi bu. Korumalıydı Efsun’u. Git demek o kadar kolay olmamalıydı. Bedel ödendi karşılıklı. O bedele üçüncü birinin dahil edilmesi de galiba ayak oyunuyla Yamaç’ı iki arada gösteren senaristimizin son hamlesine yoldu. Bu hafta sembolik şekilde yol ayrımında kalan Yamaç vicdanı ile aşkı arasında ilk kez yemişim vicdanını dedi ve aşka gitti. Hatta anlamayanlara tekrarı da Cumali Abisiyle olan konuşmada yapıldı. En son Dan Brown Kayıp Sembol’ün son kısmında ahmağa anlatır gibi katil neden katil olduyu anlatırken bu kadar garip hissetmiştim ve uzun süre yazarı okumamıştım. Şey geçmişti aklımdan “Oradan salak gibi mi görünüyoruz acaba?” Lakin geçen haftaki alaycı tutumundan bence mantıklı şekilde dümen kırmış anlatımda gerek Cumali’nin ifadeleri gerek Yamaç’ın halleri ve en son “O kız olmaz” diyip devamında çark ederek “Mevzu ben değilim.” diyen abisine cevap verir gibi Efsun’a gidip sarılarak uyuyan, sabah tıpkı abisinin hayata tutunuş sebebi olan kadına tutunuşu gibi Efsun’a tutunuşunu göstermek bana göre başta bahsettiğim cilalı taş dönemi okura alt yazıydı. Üstelik üçüncü darbede bana göre Karaca- Yamaç konuşmasında gelmiş. Yamaç bu konuşmada ezilir büzülür diye beklerken ben, baya baya net şekilde Karaca’ya seçimin ona ait olduğunu, Cumali’ye kızsa da, Azer ile Efsun’un aynı noktada durmadığını anlatmaya çalışmış. Sadece burada eksik kalan belki şu vazgeçememe noktasında onu anlayabildiğini söyleyebilirdi kıza. Bu arada minik not: Ben bu Koçovalı familyanın bencilliğine hayret ediyorum zaten. Yamaç bunlardan nasıl çıkmış şaşırtıcı. Hoş o da ayarsız. Sencillikten ölecek o da. Arası yok. Bazen biri yüzüne tokat atsa da dese oğlum sen hayırdır, bunlar bu kadarına değer mi? O kadro şu ara Afganistan’da malum. Şu ana kadar tek ben dediği karar Efsun gibi duruyor. Bu bölüme kadar olabildiğince flu çizilen ama bu bölüm altı kalın kalın çizilmeye çalışılan Yamaç için Efsun’un vazgeçilmezliği net. Her şeye rağmen dediğinde de netti ama işte arada ne olduysa izleyicinin kafası karıştırıldı.  Neyse senarist bence çivi üstüne çivi çakmış bu hafta bazı tabutlara. Bakalım dağıtıp lime lime ettiği hikâyeyi toplamayı başarabilecek mi? Bir de karakterlerin bazı özellikleri vardır. Onları da iade-i itibar yaparsa seviniriz. Mesela bir anlık korku, hormonlar, babaanne krizi, Yamaç’la olan anlamsız kriz, pişmanlık diye kediye dönen Efsun Kent’in tiger halini bize verirsen söz aradaki saçmalıkları zihnimizden sileceğiz. En azından deneriz. Denemeye çalışırız.  Bu kadın sadece tek bir kişiye gardını indirebilir: Yamaç. Başkalarına inmez o gard. İnmemeli. Efsun böyle biri çünkü. Tarzı, hikayedeki yeri, hatta Çukur’daki evi bile, olacaksa, Baykal’ın evi olmalı. Bu kadın asla haftalardır isyanımızla başlayan git gide hayal kırıklığına dönüşen eşitlemeye maruz kalmamalıydı. Efsun bu hikayedeki tek kişi ile benzeşiyor ve ona eşit kalmalıydı. Efsun Yamaç’ın yansıması. Ama Yamaç ile duygu durum paylaşımında, tamamladıkları bütünlükte, üstlendikleri roller farklı. Yamaç hep kalp. Efsun akıl. Bu ilişkinin dinamiğinde iki zeki, kavrayışı yüksek ruhlarında aynılıkları ne kadar belirginse ilişkinin yapılanışında tamamen bütünleşen birinin zayıf tarafını diğeri kapatan bir halleri var. Vardı. Çatışması tam da buradan yürümeliydi. Yürüseydi efsaneye koşan bir çift olacaktı Efyam. Ben mesela bu hikâyenin yaratıcısı olsam, hoş hikâyeyi yaratan başka anlatmış ve kendi dinamiğini korumuş, uyarlayıcısı olsam demek daha doğru galiba, Efsun ve Yamaç’ı daha ilk bölümde ana aşk olarak yazmadığıma çok pişman olurdum. Bazen düşünüyorum. Ya her şeyden bihaber yurt dışında karşılaşan Efyam olsaydı. Âşık olsalardı. Sonra Baykal’ın kızı Efsun kaybolsaydı. Ve Yamaç Koçovalı ile Çukur’da Baykal’ın kızı olarak karşılaşsaydı. Al, imkansızlığın dibi. Aras Bulut ve Damla kimyası da nereye giderdi? Beş dakikalık toplam süreleriyle sosyal medyayı sallamayı başaran, millet dizisinin prını yapacak diye deli gibi uğraşırken hiçbir şey yapmadan sadece oynayarak ışıklarını seyirciye geçiren bu çifte üzülüyorum. Öyle başkalar ki, keşke demekten kendimi kurtaramıyorum. Keşke sadece ikisi üzerine kurulu bir hikâyenin kahramanı olsalardı. Onlarla ağlasaydık, gülseydik ama hikayelerini boşluksuz izleseydik. Bu arada yazmadan geçemeyeceğim süresi kısa olsa da çok ikonik üç sahne gördük. Altı dolu olsa daha da büyüyecek sahnelerdi. İlk “Canım” Ahmet Arif’e selam çakan Yamaç’ın “Can benim, düş benim” diyen hikayesinin öznesine ithaftı. Koltukta göğsünde sımsıkı tuttuğu Efsun’la dünyasındaki her şeyden soyutlanan, ilk kez sadece orda olmak istemekle kalmayan gitmesi gerekse de orda kalmayı seçen Yamaç vardır. Üçüncü sahne ise, uyuyamayan Efsun’a gelip sarılan hem onu uyutan hem onunla uyumayı başaran üçüncü sezon Yamaç’ına selamdı. Tercih. Yamaç çoktan yaptığı tercihte ilk kez kendi gerçeğine teslim oldu. Vicdan ve aşkta, kaybetme korkusu onu götürüp aşkın kapısına bıraktı yine. Diğer taraftan akvaryum evi ben de çok seviyor olsam da sanki yeni ev beraberinde başka bir şey getirecek gibi. Tahmin etmeyi sevmiyorum. Zira ne düşünsek sanki tersini yapmaya çalışan bir senarist var ama Efsun ve Yamaç ilişkisi bundan böyle boyut atlayacak gibi. Akvaryum ev Efsun Kent’in eviydi. Koçovalı evi Yamaç’ın evi. Bu yeni ev Efsun-Yamaç evi olacak sankiiii. Ama tabi göreceğiz. Yamaç’ın güvenli evi Efsun Kent ile kapattık bu yılı. Başımıza ne gelecek bakalım.

Son demde; mutlu yıllar EfYam Tayfa. Sağlıklı, huzurlu, istediğiniz sahnelerin, istediğiniz dolulukta olduğu bir yıl olsun.

Dilek bırakıyorum yine; Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez’i başka bir işte tekrar görmek dileğiyle. Dijital platform olsun😊  Sevgiler….

                                                                                                                         UmayMasal





10 Aralık 2020 Perşembe

Efsun- Yamaç: EfYam

 

“Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum

Yerini yadırgayan eşyalar gibiyim ya hep ben!

Ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine,

Bilemem, belki bu yüzden

Ben sana yanlış bir yerden edilmiş,

Bir büyük yemin gibiydim.

Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve

Yine de döneyim, döneyim istedim.” – Birhan Keskin

Selam sevgili okur. Yorucu bir yılın sonuna doğru giderken ne noktada ne düşünmeli sorgusundayız çoğumuz. Aslında nefeslerimiz bile maskelere saklanırken o nefesi kaybetmekten korkumuz bizi yoruyor. Başka pek çok şey gibi. Hayatın içindeki o zor zamanlara inat bazen bir şeylere tutunup kafamızı dağıtmak isteği sanırım ayakta tutan çoğumuzu. Sebeb-i girizgâh malum. Efsun, Yamaç yani EfYam. Bu kez yazıya şiirle başlamak istedim. Canın isterse takıl peşime EfYam olmasına bir türlü izin verilemeyen Efsun ve Yamaç’a bakalım. Çukur evrenini uzmanına bırakacağım bırakmasına da minicik küçücük bir sitemle açacağım yazıyı. Bu hafta evrende önemli bir kayıp yaşandı. Selim öldü. Bu ölüm Yamaç’ın dönüşümüne hizmet açısından belki değerli görülebilirdi ama… İşte bu ama sorun. Selim Çukur’un tapuları için öldü. Çağatay tarafından kısasa kısas mantığı ile kardeşi Arık için öldürüldü. Bu sahne sanırım eril dilin başka bir eril dile meydan okumasının sözde epik anlatımı olacaktı. Olmamış. Kısasa kısas yapılsa da tamamen Koçovalı Familyasını mağdur göstermek adına seçilen hedef Selim olmuş. Hatta Selim  yaratıcı evrenin efendisi yazarımız tarafından kurban sütununa sürüklenirken sadece yaratılacak mağduriyete o kadar odaklanılmış ki olan Selim’in nahif ruhunun sokak ortasında kanlı tapularla zebani babaya teslimine varmış. Hep söylüyorum hikayedeki oyunculukları tenzih ederek yazıyorum. Çok ayrıntılamayacağım. Çünkü genel hikâye aksı beni pek ilgilendirmiyor. Çünkü hali hazırda orijinali varken o orijinalden yola çıkılıp yolunu alt metin anlamında şaşırmış bir yapı en iyi ihtimalle atlaya zıplaya izlenebilir bana göre. Ancak Öner Erkan’a ve yarattığı karaktere böyle bir ölüm ve beraberinde ölüm sebebi  en hafif tabiriyle haksızlık olmuş. Neyse dönelim asıl mevzumuza.  Girişteki şiiri bana Efsun ve Yamaç’ı hatırlattığı için kullandım. Yamaç’ın kendisini hep aynı yerden yaralayan Koçovalı evine devamlı dönüşü, Efsun’un da onu daima aynı yerden yaralayan Yamaç’a dönüşü. Kuşkusuz her iki durumda tartışmaya açık. Bir de tabi Koçovalı evinin Yamaç için alternatifi bir başka ev de  Efsun. Senaristimiz unuttuğundan ya da özellikle hatırlamak işine gelmediğinden belki ne olursa olsun dönüleceği sözü verilmiş bir Efsun Kent olduğunu es geçiyor bu sezon. Yamaç acıdan acıya, sorundan soruna koşarken kendisini de unuttuğundan sanırım kendine dair olan tek şeyi aşkını da onun bebeğini de çoğu noktada hatırlayamıyor. Hatta belki de Çukur’a dair her şeyi görev bilinciyle hatırlamasından sebep diğer bebeği hatırlaması. Pardon. Tespit yok metin kovalama var. Şimdi Selim’i kaybeden Yamaç yas sürecinde. Aslında hayatı koca bir yas sürecine dönüşen Yamaç’ın ne kadar yas tutabildiği konusu da tartışmaya açık. Bu senaryoda ne kadar da tartışmaya açık boşluk var hey hat. Neyse.  Koçovalılar bir yas tutamama direncine sahip ve bu yüzden hepsi hayaletlerle yaşıyor. O hayaletlerin tamamı da Yamaç’ın ruhuna çörekleniyor. Başka ruhu olan kalmadı malum. Yamaç hayaletlerle yaşıyor. Çukur hayaletler diyarı. Tam da bundan galiba zavallı Selim ölüme yürürken Selim’in ölümünden  çok cehennem zebanilerine odaklanılması. Geçelim. Selim’in acısını Yamaç kadar belki daha derinden hisseden Akın’ın yalıya saldırısının öncesine gelelim. (Burak Dakak yine yolumuz kesişti😊 ) Efsun Kent  yalıda Erdeneler’in iç çatışmalarını izlemede. Burada metin o kadar boş ki, neresinden tutmalıyım bilemiyorum. Kendi adıma Efsun’un bebeğinden haberdar olan Çağatay Erdenet’i  ve her an Yamaç’la savaşa girmesi kuvvetle muhtemel Erdenet familyasını kontrol altında tutma çabası olarak tanımlamaya çalışıyorum Efsun’un bu halini. Ama bir taraftan da öz kardeşini öldürme çabasını bizzat Seren’den duymasına rağmen ne amaçla -ki eminim GH burada amaçsızca yazdı bu diyalogu. Derdi sadece Efsun’u o odaya sokmaktı.- Cengiz’le Çağatay’ı konuşmaya çalıştı bilmiyorum. Burada metni anlama, hatta oyuncunun beden dilinden olanları çözemeyenlere dip not: Efsun Erdenetlerden nefret ediyor. Çağatay gitti diye bir an sevinen ama sonra dönüşüne yönelik belirsizlikten gerilen Efsun bana göre Çağatay’a şans filan vermemiş. Geçen hafta EfYam ilişkisini çevirdiği romcom tadından şikayetimi beyan ettiğimden o topa girmiyorum şimdilik. Diğer taraftan Akın’ın saldırısı sırasında Cengiz ve Efsun arasında yazılan diyaloglar da tuhaf. GH komik mi olmak istedi ne? Hoş hayvan öldürmemek için vejetaryen olan Efsun , Yamaç ve bebeği için babaannesini öldürse de, kafalarına kurşun yağarken Cengiz’i kurtarma refleksi göstermemesi mümkün değil.  Devam. Akın saldırısından sonra Cengiz’in öfkesine şahit olan Efsuncum Kentcim hemen Yamaç’ı aramaya kalktı lakin aradığı numaraya ulaşılamadı. Üzülme Queen biz de bir süredir aradığımız Efyam’a ulaşamıyoruz. Ertesi sabah koşa koşa Yamaç’a giden “Queen of Çukur Efsun Kent” Çukur’un kapısında arz-ı endam etti. O kapıdan içeri de sokacaklar seni hissediyorum ama susuyorum. Yamaç Bey’e Cengiz’in planlarından hemencecik bahseden ve endişesini dile getiren Efsun, Yamaç’ın doğal Efsun duvarına tosladı ama bu konuya bağışıklık geliştirdiği için de takılmadan yoluna devam etti. Takılırsa ilerleyemiyor kız da ne yapsın. Koruyucu Melek olmak kolay mı? Öyle tv karşısında olmuyor o işler.  Önce Cengiz’i Yamaç’tan uzak tutmayı denese de sonuçta kuleye kapatılan yine kendisi oldu. İlginç değil mi? Efsun Kent ve bebeği, Yamaç Koçovalı’nın intikam deliliği  karşısında Cengiz Erdenet’in kalkanı oldu. Bu Erdenetler de ne tuhaf kötü çıktı ya. Biri kaçar biri saklanır.  Efyamcılar Efsun’u Rapunzel’e benzetirken şaka maka Efsun Rapunzel kaderi yaşayacağını tahmin ettiler mi? Sanmam.  Peki Queeni kuleden kim kurtaracak?  King of Çukur Yamaç Koçovalı.   Nasıl ve ne zaman? İşin açıkçası bilmiyorum. Senaristimiz iki şeyi çok seviyor. Çok kenarlı geometrik şekilleri ve Efyam’ın uzak olmasını. Analitik mi? Yok onu sevmiyor. Burada parantez. Efsun ve Yamaç bize en başından beri kavga ile bile olsa konuşabilen bir çift olarak verildi. Hatta acıda sağaltabilme becerileriyle birbirlerine sonuna kadar sahip çıktılar. İmkânsız anlarda bile Yamaç Efsun’a gitmenin yolunu buldu. Efsun’a göre onu bekleyen birine rağmen hatta Efsun’un yanında onu görürse öldürecek kişiye rağmen Yamaç Efsun’a gitmenin yolunu buldu. Bu sezon o havuz başı olayını es geçerek, yazar burada o olayı hala mantıksız bulduğunun şerhini düşer, Efsun’un travmasını sağaltan da Yamaç oldu. Kısaca bize verilen çiftin ,bu sezon eksik gedik olsa da geçen sezon referanslarıyla hareket edersek, uzak durmaları ne olursa olsun imkânsız. Bu sadece bizim yani Efsun ve Yamaç için izleyenlerin fikri de değil. Emin olun genel izleyici de bu saçma boşluğun farkında. Hatta hikâyenin genelindeki duygu boşluğunun farkında herkes. En azından hissinin farkında. Bize verilen aşkta net olan bir şey var. Efsun ve Yamaç ruh eşi. Birbirlerinin ruhlarını okuma becerilerinden hikâye paralellerine kadar hikâyenin gelişimi bunu bağırıyor. Şu an yeniden ivmelenmeye başlayan ama çatışma aksında gözüken EfYam’ın, bilgisi Efsun’dan icraatı Yamaç’tan şeklindeki gelişimi de hoş ama bir o kadar da boş. Üzgünüm sayın senarist. Yetmez. Bize borçlu olduğun alfa bir çift ve onun yine birlikte hareket edebileceği  bir hikâye borçlusun. Sen başlattın biz değil.  Efsun ve Yamaç’ı imkânsız diye bir şey yoktur inan yeter kafasına getiren de sensin. Yamaç’ın üstünde tepinerek reyting kapma telaşını bırakıp gerçekten hikayeni yazmanı diliyorum. Evet bu hikâye senin değil, evet bu hikâyeyi kendin yaratmadın belki ama bunca sene ekmeğini yediğin izleyiciye de oyuncuya da bunu bence borçlusun. Ruh ve bedene böldüğün aşkı bütünlemeyi de bence bunca zaman sömürdüğünüz aşka borçlusun. Ben kendi hikayesine ihanet edenlerin bu borcu ödeme duygusuna geleceğini hiç sanmasam da borcunu hatırlatmak istedim. Gerisi vicdan ve zekâ. Sonunda mutlu sonsuz olmayacaksa da, ki aslında mutlu çocuklukları ellerinden alınan bu iki birbirinin eşi ruh bunu hak etse de, onlara beraber mutlu an vermeyi borçlusun. Özellikle en çok tepesinde tepindiğin Yamaç’a. Kuşkusuz tüm farkındalığını elinden almış olsan da o minicik mutluluk onun için sadece Efsun’da. Onun ellerinde ve gözlerinde. 

Hamiş: Biri Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi başka dizide partner yapsın. Bu iş biter bitmez. Film de olur. Netflix tercihimizdir.

                                                                                                                             UmayMasal






2 Aralık 2020 Çarşamba

EfYam'ı Beklerken

 

Geçtiğimiz hafta Efsun ve Yamaç sahnesini bırakın Efsun’un adı dışında varlığı olmadığından yazmak mümkün olamadı değerli okur. Bunca sıkıntıda, iniş çıkışta yine yeniden EfYam’a takılıp gitmekse derdin haydi gel birlikte yürüyelim o meşakkatli yolu. Meşakkati sisten biraz da el yordamıyla bulma çabasının verdiği gerilimden olsa gerek yine de bulmaya çalışalım yolumuzu. Yamaç Bey’in attığı   Cyrano de Bergerac tiradını iteleyip kenara biraz Hamlet’ten bahsederek başlayalım yazıya. Hamlet benim bildiğim kadarıyla tiyatro tarihinin en çok tartışılan karakterlerinden biri. Pek çok açıdan ilgi çekici bir karakter ama bizim yazıya konu etme sebebimiz erteleme denince kendilerinin birinci sırada akla gelmesi. Oyun boyunca erteler Hamlet. Kasıtlıdır. Çünkü eyleme geçme açısından yetersiz görünmesi gereklidir. Okuduğum eleştirisinde Goethe Hamlet için diyor ki : “Kahramanı kahraman yapan güçlü sinirlere sahip olmayan güzel, saf ve son derece ahlaklı bir tabiat ne taşıyabileceği ne de fırlatıp atabileceği ağır bir sorumluluğun altına gömülür. İmkansız olan isteniyordu ondan-kendisi imkansız olan değil onun için imkansız olan. Bu görev ona her hatırlatıldığında, nasıl da soluğu kesilir, dolanıp durur, ıstırap çeker, hamle yapar ve geri çekilir. Sonunda ruh dinginliğine bir daha kavuşamayacak şekilde, düşüncelerle boğuşurken amacını yitirir.” Ama ilerleyen süreçte Hamlet’in dertleri insanlığın muhasebesine dönüşür. Kısaca o ertelemeler daima bir amaca hizmet eder. Neden bunları anlattım? Kurguda her şey amaca hizmet eder. Erteleme de. Yamaç’ın ertelemeleri neye hizmet ediyor acaba? Ya da aslında kurgu bütününde hangi karakterin hamlesi anlık durumlar dışında gerçek bir çatışmaya hizmet ediyor? Çukur’un genel evrenini uzmanına bırakıp- tapu olayının saçmalığına şerh de koyup- EfYam’dan devam ediyorum.  Efsuncum Kentcimin Erdenet hanedanının kanatları altına girmesini aslında bahsettiğim genel çatışmayı besleyici unsur olarak görmüştüm en başında. Bana göre Çağatay Erdenet takıntısı ileri boyutta olan Yamaç Efsun’u o yalıda tutmamak Çağatay ise tam tersine tutmak için kılıçlarını keskin çekecekti. Aralarındaki egosal rekabet de level atlayacak sonunda koskocaman bir patlamaya dönüşecekti. Bir taraftan da Efsun’u haksız yere suçlayan Yamaç kendi hataları ile yüzleşecek, değerlisi kadının değerini kavrayacaktı falan filan. Bu arada Efsun da queenliğin raconunu hem Yamaç’a hem de Çağatay’a kesecekti. Unutmuşum. Çukur evrenindeyiz. Neydiiiii?   Son of anarchy uyarlaması Çukuristan hayal evreni. Bu evrende kadının adı yok. Duygu Asenacım ruhun şad olsun. Hayatın gerçekliğinde kadını hiçe sayan düzenin yansıması kurgularda tanrılığa soyunan ataerkil kafalar işte. Kadın da olsa erkek de yazamayan belki yazmaya korkan ozanlar gibiler. Neyse Yamaç Efsun’u erteliyor. Efsun’un yalıda olma durumunu, Efsun’un onu korumak için vazgeçtiklerini bile bile erteliyor. Çağatay takıntısına rağmen karnında kendi bebeğini taşıyan, çok seviyorum dediği kadını erteliyor. Bu hafta anladık ki canını yakmaya çalıştığını anladığı kadını ateş çemberinin ortasında bırakmaya gönlü razı olarak erteliyor. Bu noktada Yamaç tayfa bana kızacak ve argüman olarak şunu diyecek biliyorum: “Yamaç nelerle uğraşıyor, Yamaç Çukur’u korumaya çalışıyor, Yamaç herkesi korumaya çalışıyor.” Doğru Yamaç herkesi korumaya çalışıyor. Başta ailesini ve sonra mahallesini. Peki sayın vicdan sahibi seyirci 140 dk ya on dakika Efsun Yamaç sahnesini sığdıramayan senariste, hayatta yapayalnız bıraktığı, bebeğini korumaya çalışan, ailesi gördüğü adam ve bebeği için babaannesinden olan, kırıklığını zırhının altına gizleyen, ön izleme  dahilinde söylüyorum, o kırgınlıklara rağmen yine yeniden Yamaç’ı uyarmaya giden Efsun için nasıl kızamıyorsunuz? Çukur evreninin en mağrur kadınını Güneşi Beklerken ya da Kavak Yelleri yazıyormuşçasına ergen sahnelere sıkıştırıp EfYam dediğiniz masalsı çiftin altını boşaltmasına nasıl üzüntü ile bakamıyorsunuz? Efsun ve Yamaç karşılaştıkları andan beri denklikleri, kavgada bile argüman güçleri, zekaları, birbirlerinin bakışından tanıdıkları eş ruh halleriyle buraya getirdi bizi. “Canın yandığında hep böyle kaçar mısın?”  “Kaçmıyorum, canım da yanmıyor.” “Benim yanıyor.” Biz bu çiftin o karanlık dünyada kendince barındırdığı ışıkla sevdik. Yamaç’ın Efsun’un gözlerine her takıldığında nefesinin kesilmesiydi derinlikleri, Efsun’un Yamaç’ın ruhunu okuyarak onun içinde can çekişen çocuğa dokumasıydı bize dokunan. Bu sezon hangi mantıkla nereye evrildi bilmiyorum. Bizim bilemeyeceğimiz hangi nedenler EfYam’ı sürekli konuşamayan ergen romcom çiftlerine çevirdi yine bilmiyorum. Saçma sapan ayrılık nedenlerine kendimizce alt metinler yazıyoruz. Duraksamalara, tepkilere, bu aşka odaklanmayan kimsenin o anlamı yüklemeyeceğini bile bile anlam yüklüyoruz. Çünkü o anlamlar gerçekte verilmiyor. Bunun da hımmm çok heyecanlı olması bekleniyor galiba. Bazen durup düşünüyorum. Bu bir suç evreni, aşk? Sonra diyorum ki bu işin babası “Baba” da bile aşk vardı. Şu an aynı akstaki dizilerin tamamı, hem ana temasına hem de aşka aynı oranda yer veriyor. Çünkü sevginin çatışmaya katkısı vardır. Sevginin empatiye katkısı vardır. Çukur da değil. Tamam alıntı yaptığın evren çok sert olabilir ama senin bize verdiğin Yamaç da Jax değil yani. Geçen hafta Çağatay’a eee diyerek kalan, bir önceki hafta kıskançlıktan deliye dönen Yamaç, sanki sıradan bir trip yiyormuş gibi erteleyen Yamaç; kendisinden esirgenen şefkatin başkasına kolayca bahşedildiğini gördüğü için içindeki kırıkların acısından Çağatay’a gittiğini sandığımız Efsun’un adeta Yamaç’la cilveleşir gibi tavrı. Neyi nereye koymalı bilmiyorum. Şu bir gerçek ama kabullenmek lazım: Senaristimiz bıkmış, doymuş, zaten belli bir izlenmesi olan dizi için aklını yormayı bırakmış, elindeki başrol oyuncusunun oyun gücüne yaslanmış, etrafının da onu besleyeceğinden emin temcit pilavı gibi aynı şeyleri sunup duruyor. Patinaj çekiyor. Eli ne Yamaç’ı hikayenin aslındaki kadar pislik birine dönüştürmeye eriyor ne de o akstan kurtarıp özgünleştirebiliyor. Yapamadıkça İdris’in ölümünden dram sağıyor. Kısaca ne suç dizisi yazabiliyor, ne aşkın hakkını teslim ediyor, ne de aile diye yutturmaya çalıştığı Koçovalılar’ın dramlarına ikna ediyor. Peki izlenme? O konu başka bir inceleme konusu. Bir de geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşa söylediğim bir cümle vardı: “Çukur da aslında en derinlikli yazılan iki karakterden biri Selim.” Demeseydim keşke. Adamın ölümü, öldüyse tabi, neydi o benzetme muhabbet kuşu ölümü gibi olmuş. Hele ön izleme. “Benim abim öldü.” Dram tamam, oyuncunun duygu tamam, acı tamam, geride bırakılan aşık kadın ve şoku tamam. Üstündeki müzik “bu hayatın heycanı meycanı yok.” Gerçekten mi demek istiyorum, gerçekten mi? Bu kadar mı sevmedin Selim’i senarist bey. Hoş neden sevesin di mi? Senin ataerkil kafanda Efsun kadar Selim de öylesine anlatılan, amaca hizmet eden karakter. Selim’in ayrıksı hisseden ruh halini erkek egemen diziye gölge gibi yerleştirme cesaretin olup bunu en sevdiği ile paylaşmadan öbür tarafa yollamak da ne bileyim? Neyse. Bu hikayede Efsun’un yalnızlığı, kırgınlığında saklı o eski zaman cadısına selamlar; Yamaç’ın geri dönmek istediği tertemiz çocukluğuna onu götürebilme gücü ile, zamanı geriye ileriye sarabilme becerisiyle orda duruyor Baykal’ın kızı, İstanbul’un yarısının sahibi Efsun Kent. Yamaç’ın parçalanan ruhunu sağaltan bu kadını hatırlaması dileğiyle. Çünkü onlara onca acının ortasında on dakika huzur vermemekte kararlı senaristimiz  konuşmalarına izin vermeyecek. Neydi? Zamanı değil. Efyam tayfa bekleyin bakalım sıranızı.  Ben seni sen kendini ötelediğin için erteledim. Masal uzaklığındaki anılara dönüşen bir rüyayı bekle sen de bizimle Efsun bekle. Beklerken sana şarkı yollayalım. Hediyemiz olsun.

“Bir ince pusudayım

Yolumun üstü engerek

Bir garip akşamdayım

Sırtımı gözler tüfek

Ben senin sokağına

Ulaşamam dardayım

O mazlum gözlerine

Bakamam firardayım…”

 Hamiş: Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez'i başka bir işte en kısa zamanda partner görmek dileğiyle.... En kısa zamanda...

                                                                                                         UmayMasal









22 Kasım 2020 Pazar

SİBEL

 

Daha önce hiç film eleştirisi yazmadım. Aslında şu ana kadar yazdığım eleştiriler de tamamen hikâye içindeki aşka takılıp gitmek üzerineydi. Anlamını çözmeye çalıştım hikayelerin. Varsa alt metnini anlatmaya çalıştım. Hepsini de kendimce yaptım. Ama dediğim gibi daha çok hikâyeye attım çengelimi bendeki iziyle yorumladım. Sebeb-i girizgâh Sibel. Bu konuda profesyonel değilim. Kamera açılarından ya da renk skalasından bahsedemeyeceğim. Ben bildiğim yerden, izlemeyenler için çok da ön bilgi vermeden Sibel’in bende bıraktığı ize odaklanmaya gayret edeceğim.

Beyaz perdede son yıllarda büyük bütçeli kahraman filmleri izliyoruz. Dünyayı kurtaran kahramanlar arasında kadınları görmek cinsiyet eşitsizliğinin farklı dalga boylarında da olsa her topluma yayıldığı dünyada bizi belki de gülümseten, bir anlığına da olsa rahatlatan bir şey. Oysa biliyoruz. Toplum hayatı içinde sağ kalmanın, kadın olarak yaşamanın, bu hayat benim demenin başlı başına bir kahramanlık olduğunu çok net biliyoruz. Metropol kadınları bundan bir on sene önce viyadüklerden atılan kırsal genç kızlarına göre kendisini şanslı sayarken şimdi durduğumuz yerde aslında hepimizin yaş, meslek, şehir fark etmeksizin tehlikede olduğunu biliyoruz. Çünkü kadın olmanın, hele hele başkaldırmaya kalktığında toplum tarafından hatta bizzat hemcinsleri tarafından cezalandırılma sebebi olabileceğini acı da olsa öğrendik. Peki bu noktada ne yapacağız? Tabi ki geri çekilmeyeceğiz. Ataerkil düzen içinde varlığımızın varlık sebebi olduğunu anlatmayı başaracağız. Bölge, sınıf, yaş, inanç fark etmeksizin yapacağız bunu. Direnmek ve yapmak zorundayız.  

Sibel’e gelince; gerçek bir kahramanın hikayesi Sibel. Sadece ıslık diliyle konuşmasıyla kadın olarak değil bütünüyle toplumun dışladığı bir kimlik aslında. Ötelenmenin, sevilmemenin, dışlanmanın tüm şiddetini ruhunda hissediyor. Farklılığın can yakıcılığı, ait olmak istediği topluluğun onu kabul etmemek için direnmesi tüm bunların ortasında belki kendisine benzettiği Ali ile oluşan bağı. Hikâyeyi anlatmak istemiyorum. Ama Sibel’in dönüşümü, dönüşürken o toplumun kesif karanlığında  açmayı başardığı delik o kadar değerli ki.   Tek başına verilen mücadelenin eğer kendini keşfetmeyi başarabilirsen en değerlisi olduğuna dair bir anlatı. Masal. Başta bir kurdun peşine düşüp kahraman olmayı hesaplayan Sibel’in toplumun korkularını ve değer yargılarını yakıp yıkması, babası ve kız kardeşinin onu yalnız bırakmasına rağmen ayakta kalışı ardından ayağa kalkışı. Daha önce yaşanmış kaderleri tersine çevirip kendi kaderinin iplerini başkalarına vermeyişi. Yemyeşil Karadeniz’de umudu aşka, başkalarına, topluma hatta aileye bile bağlamayan bir film Sibel. İnsanın umudunun kendisinde, kendi gücünde olduğunu hatta o gücün değiştirme becerisine odaklanan bir hikâye.  Sen değiş ki toplum değişsin.

Oyunculuk konusunda belki teknik anlamda yorum yapamam ama ben izlerken oyuncuyu inanıyorsam o kişi olduğuna ikna oluyorsam başarılıdır argümanı üzerinden yürümek sanırım bir seyirci olarak hakkım. Filmdeki her oyuncu ayrı ayrı çok başarılı. Beni Sibel evrenine tek tek ikna ettiler ama Damla Sönmez performansı dışında Emin Gürsoy’u çok sevdim. Duygusu, sükûneti, korkusu her şeyi ile derinden hissettirdi bana babalığı. Gösterişsizliği bu kadar etkileyici yansıtmak bence beceri. Damla Sönmez’e gelince… Sibel sadece sen olabilirmişsin gibi hissettim Damla Sönmez. Bilemiyorum bir oyuncu yaptığı işi ne şekilde değerlendirir ama bence en büyük paye bu. Senden başkası Sibel’i bize anlatamazmış hissini vermek. İnadı, korkusu, sevgisi, korkusuzluğu, yabaniliği, şefkate olan ihtiyacı en çok da ayrıksılığı. Tam bir performans oyuncusu olduğunu göstermişsin yine. Sibel’e inancın her hücrene işlemiş. Deniz Seviyesi’nde de çok sevmiştim ama Sibel anlatılmaz bir kompozisyon olmuş. Almışsın eline fırçayı her hücresine kadar ruhunla doldurmuşsun karakteri. Ne denir? Bizde emek her şeyden değerli. Bu nedenle emeklerine sağlık, ömrüne bereket. Başarıların katlansın Minik Kaplan 😊   

                                                                                                        UmayMasal




17 Kasım 2020 Salı

EFYAM USULÜ

 Can Dündar’a göre üç şeyin kırılması can yakıcı: kalbin, gururun, hayalin. Hiçbir çıkıkçının tedavi edemeyeceği kadar ağır hasara yol açacak söz ise: “Sana inanmıştım.”

Genel Çukur evrenini takipçisine bırakıp yine yeniden Efyam’dayız sevgili okur. İstersen sen de takıl peşime birlikte Efyam usulünün takipçisi olalım. Geçtiğimiz hafta baklava krizleri, Çağatay kavgası, Nehir sarılması derken başımıza geleceklerin fragmanını izlemiştik zaten. Masallardan feyz alarak zaten imkânsızlık denizinin fırtınasında ayakta kalmaya çalışan aşkın, saçma sapan üçgenler, dörtgenlere sıkışarak yaz dizisi kafasındaki senaryomuzda  nasıl bozuk para gibi harcandığını izlemenin acı tadı damağımızda devam edelim. Efsun ile karşılaştık ilk. Hazırlanıyordu. Biz biliyorduk Çağatay’a gideceğini ama bu sahnede gördük ki aslında Efsun pek de istemediği bir şeyi yapmaya karar vermiş. Efsuncum en az senin kadar biz de anlamıyoruz Kraliçem bu senaristin kafasını sal gitsin biz salladık zaten hayatım.  Efsun’un nefret ettiği her halinden belli olan Çağatay Erdenet’e gitmesi başlı başına saçmalık biliyoruz ama ne yaparsın bizim hikayenin ataerkil yaratıcısının kafası seni ganimet yapmaya kararlı. Yamaç – Çağatay savaşının merkezine seni çekmek için ne yaratıcı şeyler yapılırdı lakin Çukur mevsimi ay Çukur yelleri o da değil neydi ya hah sadece Çukur böyle bir dizi. Dedik ya geçen hafta saldık. Yamaç Koçovalı’yı sanırım sadece onurunu kırmak için yanında tutan Cengiz Erdenet’in kahvaltı masası diğer çatışma alanıydı. Hem de ne çatışma. Burada parantez Mehmet Ada Öztekin’indi galiba bir kahvaltı metaforu vardı. Yanılıyorsam şimdiden özür ama aklımda kaldığıyla anlatayım. Kahvaltı ailedir. Başka hiçbir öğün kahvaltı kadar aile olamaz. Tam da bu nedenle dağılmış bir kahvaltı masası kadar ailenin dağılmışlığını anlatan resim olamaz. Bu hem Yamaç’ın hayali hem de Erdenet masası için düşünülebilir diyorum. Hoş bana göre ne Koçovalılar ne de Erdenetler aile. Hep diyorum aile diye diye şiddeti güzelleyen, bu kadar sevgisiz bir anlatım görmedim ben. Bana göre Yamaç dışında kimse gerçekten ailesini sevmiyor. O da galiba babasının kıymetlisi olmaktan sebep bu kadar Çukuyyyy diye diye kendini savuruyor zavallı. Günün sonunda İdris’in oğlu olmadığını filan öğrenirse ne olur diye düşünüyorum bazen. 0 şaka. Düşünsenize onca vazgeçiş, onca çile, onca zulüm, onca acı, kaybediş boşa çıkmış. Yunan tragedyası kıvamında bir deliriş. Neyse ben teorisyen değilim. Sevmem de zaten. Hikâyeyi kovalamak dert. Aile olmayan, iktidar savaşındaki kahvaltı masasına gelen Yamaç; Çağatay’ın yanındaki sandalyeye elini atıp uyarıyı aldığı an Efsun tam bir Queen edasıyla salona girdi. İşte yeni çatışma alanımızın ilanı sahne. Çağatay’ın yanına oturan Efsun ve ayakta kalan Yamaç. Herkesin içinde Efsun’a duygularını belli eden Çağatay ve susmak zorunda kalan Yamaç. Efsun için meydan okuyan Çağatay ve bu meydan okumayı kabul edemeyen Yamaç. Efsun’u suçlarken bas bas bağıran ama Çağatay’a içine içine küfretmek zorunda kalan Yamaç. Sevdiği kadını geride bırakıp çıkmak zorunda kalan Yamaç. Ee o kahvaltı masasını yani aileyi dağıtmak sana yakışır diyorum Yamaç Koçovalı. Neyse devam. Efsun’a bizzat kendisinin söyledikleri zihninde yankılanırken kıskançlıktan deliren Yamaç’ın duygularını yaşamasına yine canım Çukur ve dertleri izin vermedi. Bir sonraki sahne Çağatay-Efsun. Birlikte kahve içen ikiliyi gören Yamaç’ın , Efsun’la bakışmasındaki anlamı çözmek zor değil sanıyorum. “Bunu konuşacağız Efsun Hanım.” “Ne zaman istersen Yamaç Bey.” Sonrası korkunç bir el titremesi.  Tüm bu olanların kurgusal anlamda saçmalık olduğunu , yine tekrarlıyorum Efsun’u Çağatay’a götürecek ve içerde olmasını sağlayacak milyon tane mantıklı argüman üretilebileceğini düşünsem de şunu itiraf ediyorum. Yamaç ve Efsun arasındaki dengenin bu kadar birbirine denk oluşu inanılmaz. Sahneleri ışıldıyor. Sevmek denen şeyin bakışlardaki gücü, kavgadaki güç dengesi, beden dilleriyle meydan okumaları o kadar güçlü ve öngörülmez ki.  Yamaç’tan asla korkmayan, kısasa kısas yapabilme cesaretindeki Efsun’a bayılıyorum. O kadar ikonik bir karakter ki Efsun. Onda Şehrazad’ı, Kleopatra’yı, eski zaman cadılarını, kısaca Kurtlarla Koşan Kadınları görüyorum. Ataerkil zamanlara kafa tutan mitolojik tanrıçalar gibi. Gücünün farkında. Öyle farkında ki bizzat babasının, hatta Yamaç’ın çekindiği Çağatay’a posta koymaktan bir adım geriye gitmiyor. Bunu total izleyicinin anlamasını beklemiyorum. O zaten yıllardır Nehir gibilere mahkûm edildi ve tırnak içinde adam istemezken onu sarhoş edip hamile kalan, adamın dertleriyle hiç ilgilenmeyen, kendine ait hikayesi olmayan, olsa da ısmarlama sahnelerle sakil kalan karaktere sadece “razıyım” diyor diye “iyi kız” etiketini yapıştırılır yıllardır. Çünkü iyilik onun gözünde erkeğe ne kadar sadık ne kadar razı ne kadar ona dair olmasıyla ölçülür. Ah orta çağ sen nelere kadirsin. Kadını cadı diye yakan kafalar sen her yerdesin. Devam. Efsun’un Çağatay’a ben buradayım dediği sahnede anladığımız bir başka şey de şu: Efsun Yamaç’a inancını yitirmiş. Becerikli(!) senaristimizin patlatma noktası biraz zayıf kalsa da aslında Efsun’un Yamaç’a inanmaya ihtiyacı olduğunu ve artık onu yanında istediğini en son kavga sahnesinde görmüştük zaten. “Ben senin yanındaydım, sen hiç benim yanımda olmadın.” Efsun, baştan beri Yamaç’tan bir şey beklemedi. Hatta hep “Git” dedi. Yeri geldi gitmeye karar verdi. Mağrurdu. Efsun ilk kez birine Yamaç için boyun eğdi. Yamaç ölecek diye nefessiz kaldığı an Cengiz’e boynunu büktü ve onun boynuna halkayı geçirmesine izin verdi. Sonra ne oldu? O Cengiz’i gören Yamaç, hiç olmadığı halde, ben varken Çağatay vardı dedi. Efsun ne yaptı sözde rakibesinin çocuğunu kurtarmaya çalıştı. Ardından odasında gözyaşlarına boğuldu. Tek başına. Öğrendik ki Efsun hamile. Yamaç’a söylemekten o an vazgeçti o tahlili yırtarak. Çünkü Efsun bu. Efsun bir adamı bebeği kullanarak kendisine bağlamaya çalışacak bir kadın değil ki. Sonra babaannesinin ölümü. Ki bu konuda kızgınım hala. Ne olursa olsun öldürtmemeliydi senarist Efsun’a babannesini. Ama oldu olan. Bundan sonraki kısımda anlıyoruz ki Yamaç’a hiç gel demeyen, sana ihtiyacım var cümlesini kurmayan Efsun’un Yamaç’a, onun onu sarıp sarmalamasına ihtiyacı var. Nasıl olmasın ki? Biz buradan kahrolduk hayatta leş de olsa bir ailesi kalmayan Efsun’un yalnızlığına. Arık Böke’ye selam: Büyük aşk helal olsun.  Evet o aşk için feda ettikleri o kadar çok ki Efsun’un. Peki Yamaç. Çukur için feda etmekten Efsun’un feda ettiklerine kör olan Yamaç. Ne kadar farkında aşık olduğu Efsun’un ona ne kadar ihtiyacı olduğunun? Senarist Efsun’a büyük bir aşk yazıyor. Her şey bir tarafa. Efsun bu hikâyenin yananı. Yandıkça yalnızlaşanı. Ama artık yalnız olmak istemiyor. Bu o kadar belli ki. Yaralarını açtığı adam, ona onu sevdiğini söyleyen adamın artık davranışlarıyla yanında olmasını istiyor Efsun. Belki bebeği için bu kadar savunmasızca istiyor bunu. Belki babasından sonra ilk kez birinin göğsüne saklanmak istiyor onca olandan sonra. Görmek istiyor Yamaç’ı. Artık Yamaç’ı başkasıyla değil hemen yanı başında istiyor.  Çünkü Çağatay Erdenet ne der: Efsun’un sözleri değil davranışları önemli. Tam da bu nedenle Efsun Yamaç’a onu sevdiğini söylemeden bizi kocaman aşkına inandırmadı mı? Yamaç’ın ona bas bas bağıran suçlamaları, hep gidişi, başkasından olan bebeği, Yamaç için öldürdüğü babaannesi, Yamaç’ın ona ve bebeğine silah çeken abisi, aralarındaki baba kördüğümü, Yamaç’ın ailesi, Yamaç’ın ölümlerden dönüşleri, Yamaç’ın Çukur’u, Yamaç’ın tercihleri ve Yamaç’ın gelmeyişleri. Baş analizcimiz fütürist Yamaç Koçovalı’nın da dediği gibi büyük kavga geliyor. Okuyor mu bilmiyorum senarist. Ama o kavga olursa Efsun eteğindeki tüm taşları döksün rica ederim. Her birinin üzerinden kalın kalın geçerek mesela hayat kurtarmalarını anlatsın Efsun, Yamaç’ın kafasına bardaklar fırlatarak onun yüzünden yaşadığı acıyı bağırsın suratına, yorulduğunu, taşımak zorunda kaldıklarının ondan aldığı gülümsemeyi hatırlatsın. Yamaç da bir kez Efsun konusunda o kafasını çalıştırsın. Devam. Çağatay ile yakınlaşmayı es geçiyorum. Bana göre Efsun’un kendisini ikna etme çabasının parçası bu ama yazık ki pişman olacak olan da kendisi. Hata belki ama Efsun’u anlamaktan ve onu sahiplenmekten öteye düşemiyorum. Hayal kırıklığına uğradı Efsun çünkü. Gerçeğin duvarına tosladı. Üst üste. Aşkla sevdiği adamın imkansızlığına tosladı, o adamın hayatındaki ikinci kadına tosladı ki burada bebek için olduğunu kenarda tutuyorum, kimsesizliğine tosladı, Yamaç’ın onu bıraktığı yerde yalnızlığına tosladı. Çünkü Efsun ondan esirgenen şefkatin başkasına nasıl bonkörce verildiğine tosladı. Diz çökmek yerine hançerini çekti. O hançer en az sapladığı adam kadar kendisini de kanatacak olsa da Efsun Kent aşka başkaldırdı.    

Son demde; masal gibi, efsaneye dönüşecek bir aşkı harcayan hikâyeye bir şerh bırakıyorum. Efsun’u bırakmayacağım belki ama dedim ya ben onu yolladım İsviçre’ye. İzlediğim Efsun Kent Damla Sönmez’e emanet. Kanının son damlasına kadar onu yaşatacak biliyorum ama kırıldığımız noktayı da buraya bırakalım. Anlatı geleneğinde kadın egemenliğini bitirir ataerkil yapı. Sonra ozanlar bile kadını düşürür, tanrıça olan kadın hikayelerde bile diz çöker hale gelir. Ben Efsun’un ayaklarının dibine düşen Yamaç’ı görünce bambaşka bir aşk göreceğimi sanmıştım. Zamanı atlayan ruhuyla Efsun Kent bir tanrıçaydı. Yamaç ise o tanrıçaya aşık savaşçı. İmkansızlardı ama o ölçüde epiklerdi. Efsun’un Yamaç’ı her kurtarışı  ruhundaki tanrıçaya selamdı. Yamaç’ın her kopamayışı o aşkın büyüsündeki yansımaydı. Öyle bir yerde ıskalandı ki bu aşk. Yazık oldu. Acı olan bu. Ismarlama gibi duran sahnelerle, mantık hatalarıyla, karakterlerdeki esnemelerle tv tarihine geçecek bir hikâye yandı kül oldu. Oysa Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’ye ne kadar da yakışacaktı bu epik aşkın kahramanlarına can vermek. Sitem bu. Gerisi boş zaten.  

Yazıyı Figen Genç’in sesinden dinlediğim şarkıyla yazdım. Efsun ve Yamaç’a olsun..

değdi saçlarıma bahar küleği

  nazende sevgili yadıma düştü

  her erin bahtına bir güzel düşer

  sen de tek çemenim adıma düştün

  nazende sevgilim yadıma düştün…”

 

                                                                                                           UmayMasal