15 Şubat 2017 Çarşamba

Aşk Laftan Anlamaz -30.bölüm

Bu yazıyı yazmak için oturduğumda Aşk Laftan Anlamaz’ın final yapacağını öğrendim.  Bu nedenle de yazım gecikti. Hoş bir tarafım bazı nedenlerden final beklese de hala hikayede çözülmemiş düğümler olması beni rahatlatıyordu. Öyle ya Murat’ın annesinin son isteğiydi Murat’ın kardeşini bulması, onu bulacaktı Murat. Hayat ve Murat’ın birlikte ama ayrı hikayesinde heyecanlar olacaktı daha eksikleri tamamlama adına. Sonra Hayat aslında bir kardeşi olduğunu öğrenecekti. Haşmet Dedoş dönecek, Kerem’le İpek evlenirken, Doruk’la Aslı Derya’nın gölgesinden uzak yeni bir aşk keşfedecekti. Olmadı, olamaz mıydı, olabilir miydi? Dizi süreleri, reklam gelirleri, reytigler falan filan. Ne çok sevdiğimizi öğüttü di mi şimdiye dek? Aslında dizilerde final eğer final gibi finalse sevdiğim bölümlerdendir. Hele hele senarist son üç dört bölümde izleye izleye emek veren seyirciyi o finale tüm güzelliğiyle hazırlarsa tadından yenmez. Ancak son yıllarda kendi adıma şişirilmiş finallerden izleyiciyle alay eden üsluplardan öyle sıkıldım ki korkar oldum son bölümlerden.   İçimdeki ses Aşk Laftan Anlamaz’ın beklenmedik bir final bölümüne yürüdüğünü, soruların cevapsız kalacağını, izleyenin içinde o eksiklik duygusunun hep duracağını söylüyor ya umarım yanılırım. Gelelim naçizane sona bir kala olan bölümümüzün yorumuna;
Hayat’ın sağ olduğunu öğrenerek açtık bölümü. Hayat’ın endişeli arayışından sonra da Murat’ın iyi olduğunu öğrendik. Burada geri dönüşlü sahnelerde Murat’ın elinde tuttuğu Sarte’ye ait hisselerle kafasında oluşan soruların vardığı noktalarda gezindik. Murat bölümlerce süren debelenmenin ardından Hayat’ı kaybetmemek uğruna asla affetmeye yanaşamadığı, kendisine ait en önemli karakter özelliği olan dürüstlükten vazgeçti. Yalana razı oldu. Yeter ki Hayat yanında olsundu. Yalanla bile olsa onun yarasını sarsındı. Ki kararına sadık kalarak hastaneye gitti ve umudunu buz gibi havaya emanet edip bekleyen Hayat’ın elini tuttu. Evlerine döndüler. Sonrasında Derya’nın kendisini kurtarma operasyonu başladı. Derya varolan gerçeklerin sağını solunu kırparak Murat’a anlattı ve bu durum gündemimizi meşgul eden Murat bir Sarsılmaz değil mi soru yumağının düğüm olan kısmını bir an da çözüverdi. Murat’ı kaybetme sınırına geldiğine inanan Hayat bir kez daha risk alamayacağına karar verdi ve Derya’nın bıraktığı eksik parçaları tamamlayıverdi.
Murat asla Sarsılmaz oluşuyla varolmuş bir adam değil. Ancak aileniz sizin geçmişinizdir. Hayatınız, tarihinizdir. Doğmadan önceniz, doğduktan sonra eklediğinizdir. Bir insanın ailesini bu şekilde, Murat gibi, kaybetmesi köksüz kalmasıdır. Murat kısa süreli de olsa bu gerçekle sarsıldı. Hoş Murat nelerle sarsılmadı ki. Annesinin mezarı başında yoruldum diyişi ondan bu kadar acılıydı. Tüm yalan dolandan geriye sadece Hayat’ın kalması , yaralarından öperek onu iyileştirecek kadının elini tutması belki de Murat’ın daha hızlı toparlanmasını sağlayacak şeydi. Ki Hayat ve ailesi Murat’ı köksüzlükten kurtarırken Azime Babanne’nin tavrı da onu sarıp sarmaladı. Azime’nin Murat’a olan aşırı düşkünlüğünün de nasıl bir duygudan geldiğini gördük bu hafta. Derya her konuda haksız olabilir belki ;ama bir konuda haklıymış. Azime’nin kıymetlisi Murat’mış. Kalbini tutarak ‘Murat benim torunum olmasa hissederdim’ diyişi, gidecek diye kahroluşu, Murat’a dair ortaya konanlara değil sadece kalbine inanışı ve sonunda onun doku örnekleriyle Murat’ın aslında Sarsılmaz olduğununun kanıtlanması.
Baştan beri Derya’nın histerik düşmanlığının sebebini arıyorduk. Bu bölüm anladık ki, aslında Doruk bir Sarsılmaz değilmiş. Derya’nın deli cesaretinin ve hastalıklı takıntılarının ötesinde bu bölüm ve final bölümümüz net olarak bir soruya cevap verdi, verecek. Murat’ın Sarsılmaz olmadığını öğrenmesiyle ilk yaptığı hamle Sarte’yi Doruk’a bırakmak oldu. Abisinin gölgesinde kaldığına inanan Doruk, ki ben bu argümanı destekleyecek bir portre göremedim bunca bölüm sadece Derya’nın dolduruşu diye yorumlamak istiyorum burda , Murat’ın Sarte’yi ona vermesine neredeyse güle oynaya evet dedi. Murat’ın Sarte’ye dair onca emeğine en yakından şahit olan, annesinin onca oyununa rağmen arkasında durmayı bırakmayan, hatta onun hatalarını üstlenecek kadar onu koruyan ağabeyi tek imzayla oyun dışı bırakıverdi. Tam bunun üzerine gelen Hayat gerçeği Murat’ın eline verdi ve köküne kavuşan Murat oyunun süpürgeli cadısına baktı. Şimdi benim tanıdığım Murat, Doruk’u bu gerçekle sınamayacaktır. Uğruna hayatına bu kadar kötülük sokulan şirketi Doruk’a ya da daha doğru bir ifadeyle Derya’ya bırakacaktır. Ancakkk, Doruk o güvenli gölge çekildiği an ne yapacak? Komadaki Emre uyandığında, asıl gerçekle yüzleştiğinde, karanlık tarafta kalmak onun ruhunda nasıl bir kara delik açacak? Tabiki bunları ayrıntılı göremeyeceğiz, büyük ihtimalle kısa cevaplı sorular gibi evet, hayır denilecek bize. Neyse, Doruk- Murat kardeşlik sınavında Doruk kalırken, Murat geçecek net olan bu. Ailenin kan olmadığına vurgu yapan, haftalardır bunu sınayan hikayede, annelik, babalık derken kardeşliğin de sınıfta kaldığını görerek bitiriyoruz sanıyorum.
Aşk, yüreğimin en kuytusunun ,en gizlisinin adı aşk. Haykırışını, buğulu camlarda, uçan balonlarda, parmak ucunda, bakışta saklayan aşk. Kendime söylediğim yalanlarım, kapılışlarım, hikayelerim, sessizliklerim, koşmalarım aşk. Kaçtığım, koştuğum, yandığım uğrunda kendimden geçtiğim aşk. Hani o sevgililer gününün kırmızısını taşıyan Hayat ve ona vurgun Murat’ın sahildeki anları var ya bence buydu. Daha söze gerek var mı? Bende Hayat ve Murat’ın şarkısı Redd grubunun Nefes Bile Almadan’ı. Hep öyle kalacak. Okumayana ek;
Kelebek kadar olan ömrü bilirdi Murat.  Sevmenin lazım olduğunu bilse de güvenemezdi. Kaybedecek neyi vardı ki kaybetmişti sevmeye dair olan her şeyi. Hayat’la karşılaştı. Orda anladı ki aşk için ne gerekiyorsa onda vardı. Anladığı an nefes bile almadan sevdi. Murat’ı tanıdıkça sarmaşıklar gibi sardı Hayat’ın kalbini Murat’a dair aşkı. Değiştirdi Hayat’ı bu sevda kanını değiştirdi, koydu zehrini. Düşündükçe daha çok sevdiler birbirlerini. Gitgide sarhoş oldular birbirlerine. Ruhlarını kaybetmiş gibi sadece birbirleri için yaşamaya başladılar. Nefes bile almadan birbirlerine dair oldular. Aşk birbirinin nefesi olmaktı çünkü.

ALA fandoma sondan bir önce teşekkürle...

                                                      UmayMasal

14 Şubat 2017 Salı

14 ŞUBATA 14 EFSANE AŞK- AŞKA GÜZELLEME ÇİFTLER

Ey sevgili aşk, ruhumda yarattığın depremlerden mi tanımalı seni, bıraktığın izlerde mi,yoksa yanlış adreslerde ararken karşıma çıkan beklenmedik kapının ardında mı, düşmanlıktan ve nefretten kalbimi ele geçiren yolculuklara mı bağlamalıyım seni, hayatın içinden masala evrilen anlatılara mı? Ey aşk nerede aramalı seni?
Zeynep-Kerem (ZeyKer)
‘Her yerde sen varsın’ dediğinde Kerem izleyen herkes nefesini tutmuştu. Havaya attığı kağıtlarda çizdiği Zeynep’in her halinin resimleriyle yaptığı itiraf sanıyorum dizi tarihinin en güzel ilan-ı aşklarından biriydi. Kerem’in kırılmış  çocukluğunun yansıması kırıp döken halinin Zeynep’e aşkıyla yumuşamasını; Zeynep’in sevgisiyle sağalmasını bekledik hep. Alev alev yanan Kerem’i başlarda göremeyen ama sonra senden nefret ediyorumu bir aşk itirafı mottosuna dönüştüren Zeynep’i çok sevdik. ZeyKer’in hikayesi beklentileri karşılama konusunda hep eksik kalsa da anlatılanlar, yaşananlar izleyenleri kızdırsa da ZeyKer efsaneler arasına adını yazdırmayı başardı. İkili arasındaki sevda eksik gedik yazılmasına rağmen, ZeyKer arasındaki enerji hep ekrandan izleyenlere geçti. Ailesizliği en derininde hisseden aşıklarımız kurgu dünyalarında son bölüme kadar birarada bulunmayı başaramasa da eş ruhlarındaki benzer asiliklerle çift olmayı bildiler.


Defne-Ömer (DefÖm)
Gerçek hayatta yanyana gelmesi çok da mümkün olmayan iki karakterin, Defne ile Ömer’in, masalsı hikayesi bir yalanla başladı. Bu yalana rağmen Defne’nin dümdüz  hali, Ömer’in tüm mükemmelliğine inat aslında içindeki eksikleri Defne’yle tamamlamasındaki masalsılıktı hikayeye insanları bağlayan. Aşkın imkansızlıkları imkanlı hale getirmesiydi. Biraz Gurur ve Önyargı’dan Bay Darcy ve Elizabeth’i hatırlatan biraz kendine özgü bir evren yaratan hikaye yeni starlar yarattı.  İzleyenler bazen sınansa da gidişatla temelde var olan uyumluluk ve aşkın masalsılığıyla nihayetlendi. Defne Ömer de dizi tarihine altın harflerle yazıldı.

Selim-Esma
Biri masal mı dedi? Aynı bahçenin içinde iki ayrı dünyanın insanlarıydı Selim ve Esma. Bırak aşık olmaları biraraya gelmeleri imkansızdı. Zira Esma Demir’e aşıktı. Gün oldu karınca halinden koza örüp bir kelebek olarak çıkan Esma Demir’de duygularına karşılık buldu. Ancak Demir’e hissedilenler Demir’in yaptıklarına dayanamadı. Tam da bu noktada Selim ve Esma’nın hikayesi başladı. İlk bölümden Selim ve Esma arasındaki gerilimli ilişkinin ikili birbirini tanıdıkça dönüştüğü şeydi onları efsane yapan. Yaptıkları tango sonrası istemeden de olsa sürüklenirken aşka direnemediler imkansızı daha imkansız yapan durumlara rağmen. Selim’in pencereden Esma’ya bakışıydı unutulamayan. Sonradan uzun ayrılıklarla sınansa da izleyici son sahnede ‘Benden uzakta nefes aldığına inanamıyordum’ diyen Esma’ya ‘Senden uzakta nefes alamıyordum’  diyen Selim gerçek bir masal kahramanı oldular. Efsane oldular.


Gülbeyaz-Kadir
İki düşman ailenin, iki uçta çocuklarıydı Gülbeyaz ve Kadir. Kadir ailesinin Dursunoğullarıyla kavgasını komik bulurken o kavganın ortasına düşen hayalleri okyanus genç bir adamdı. Gülbeyaz’sa Demiroğullarıyla kavganın tarafı, kadından kaptan olacağını kasabaya ispat peşinde hayalleri Karadeniz genç bir kadın. İki deniz aşığının aynı tekneye, İstanbul Boğazı’na mahkumiyetinin aşka dönüşmesindeki kavganın müdavimi oldu izleyen. Kadir Gülbeyaz’ın gözlerindeki Karadeniz’de boğulmak için okyanuslardan vazgeçti. Gülbeyaz ise, aşkı için düşmanlığından. Kazım Koyuncu’nun sesiyle Karadeniz kokan hikayede Kadir ve Gülbeyaz uzun uzun süreler açılamasa da birbirine, Kadir Gülbeyaz’ın evlenme kararına kadar susmayı seçse de sevdik biz ikisinin aşkını. Sonunda aşk itirafı bir kağıttan uçağın kanadına takılıp yerini bulduğunda biz de elimizi göğsümüze koyup bir oh dedik. Öyle ya aşk uğruna hayallerden geçilip asıl hayali kendisi kılardı.                                     
 Feriha-Emir (FeMir)
 Kendinle ilgili yalan söyleyebilirsin ;ama kendini saklayamazsın. Feriha kendi küçük dünyasının sınırlarından geçmeye çalışırken tanıştı Emir’le. Kapıcı dairesinin gerçekliğinden bir masal dünyasına gitti. Kimliğini, ailesini sakladı ;ama kendisini saklayamadı Emir’den. Emir ise kendi sahte gerçekliğinden sıkılmışlığında buldu her şeyden daha gerçekmiş hissi veren Feriha’yı. Ferah bir nefes gibiydi. Nefes aldı Emir. Yalanlar yumak oldu, dolandı ikilinin boynuna. Tek tek düğüm düğüm çözdüler aşklarıyla. İmkansız aşklarını imkanlı hale getirirken savaştılar hem birbirleriyle hem sınıfsal farklarıyla. Sonunda başardılar. Kabullemek istemeyen herkese kabul ettirdiler aşklarını. Yazık ki, diğer pekçok efsane çiftin aksine ölümle ayrıldılar. Ama bir taraftan hala yaşamaktalar.
Onur-Şehrazad
Şah Şehriyar Şehrazad ile yaşadığı aşkın yansımasından doğan hikayenin baş kahramanları Onur ve Şehrazad. Kadınlara inanmayan Onur’un oğlu için onurundan vazgeçen Şehrazad’la tanışma hikayesi gündemi uzunca meşgul etti. Tartışıldı, konuşuldu. Sonunda kara gece dedikleri o geceden bir aşk doğdu. Onur ve Şehrazad etraflarını saran şüphe sarmalından hep birbirlerine tutunmayı bilerek çıkmayı bildiler. O kadar sevdiler ki, sonunda kurgudan sekip gerçeğe geçtiler.

 Zeyno-Memoli
Kendisini nikahta bırakan Erkan için yola düşüp İstanbul’a gelen Zeyno’nun hikayesi Memoli ile kesişince dramatiklikten trajikomikliğe evrildi önce. Ailesini kaybetmiş Memoli’nin hayatına bomba gibi düşen Zeyno adeta ölmüş bir ruhu kalp masajıyla hayata döndürür gibiydi. Maceradan maceraya koşup sonunda aşık olduklarında yine aralarında Erkan ve intikamlar imkansızlığı oluşturdu. Aşkları içlerinde büyürken hiç söylenemedi sözcükler, hiç itiraf edilemedi. Sonunda Zeyno kan davasını bitirmek için, namusunu temizlemek için Erkan’la nikah masasına tekrar oturduğunda kalbinde Memoli’nin aşkı vardı. O masadan kalktı Memoli’ye aşkını itiraf etti tekrar oturdu masaya Erkan’a evet dedi. Yazık ki Zeyno o düğünde vurularak ilk aşkı ve son aşkının sahibi iki adamın kollarında can verdi.
Asi-Demir
Birbaşka Darcy ve Elizabeth yansımasıydı Asi ve Demir. Ama öyle güzel öyle nahif öyle sevilesiydi ki, efsane çiftler arasında belki en sevilenlerdendi. Hala unutulmaması, özlenmesi bundan. Demir intikam için aile yadigarı topraklara geldiğinde hiç aklında yoktu aşk. Aşk öyle beklenmedik bir yerden ve kişiye yönelik geldi ki, önce şaşkına döndü. Sonra kabullendi. Asi’nin adıyla müsemma karakterine güzelliğiyle birleştirip vurulduğunu kabul ettikten sonra önce öfkesi eridi sonra intikamı. Toprağın prensesi Asi ise, şüphelere inat Demir’e elini vermekten asla tereddüt etmedi. Atmosferi, anlatımındaki şiirsellikle ve senaryosundaki akışta izleyiciyi çok da yormayan tavrıyla, oyuncuların uyumuyla Asi ve Demir nadide çifler arasına adını yazdırdı.

Kamuran-Feride
Reşat Nuri Güntekin’in içli, kırgın aynı zamanda tüm kırıklıklarını haylazlığının altında gizleyen karakteridir Feride. Çalıkuşu namıyla anılmasında da hem çocukluğundaki hafif  tombul yapısının hem de  hınzırlığının payı büyüktür. Edebiyatın da efsanelerinden olan Feride ve Kamuran aşkının dizilerde de efsane hale gelmesinde kuşkusuz başrollerinin arasındaki gerçeklik duygusunun da payı vardı. Çalıkuşu hikaye anlamında tadı damakta kalsa da Feride ve Kamuran’ın özellikle salıncakta aşk itirafı sahnesi herhalde hafızalardadır. Kamuran’a güvenemeyen Feride’nin ne olursa olsun aşkına sahip çıkışı, çapkın Kamuran’ın Feride karşısındaki acemiliği gerçekten izlemeye değerdi.

Nazlı-Niko
Evlendirilmek istendiği Kadir’den kaçarken kesişti Nazlı’nın kaderi Niko’yla. Bir kıyıdan diğer kıyıya en zor aşklardandı onlarınki. Çapkın Niko’yu ehlileştiren evliliğe yanaşmayan Nazlı’yı hemen evlenme kararı aldıran bir sevdaydı kıyılar arası aşk. Kıskançlıktan uçakta doğan Ege’den , hafıza kaybına rağmen yine yeniden karısına aşık olan Niko’ya, yatta ve açık denizde babasının ellerine doğan Ada’dan, ilik kanserini aşkla yenen Nazlı’ya kadar bir aile öyküsünün efsanevi aşıklarıydı onlar. İki uçta ve birbirine tahammülü olmayan insanlardan koca bir aile yaratan büyük bir sevdanın tatlı delileriydi. Seni alırsa fırtına dayanamam yokluğuna derken Nazlı, Niko üstüme basıp geçme dedi. Aşk onlar için imkansızı yenmekti.

Bahar-Seymen
Aşk bazen şiddetli bir karşı koyuştur. Ekranların en şiddetli aşıklarındandı Seymen ve Bahar. İlk görüşte başlayıp tanıdıkça tırmananlardandı. Meral Okay ve Mahinur Ergun’un dokunuşunda asla ezilmeyen ve itaat etmeyen Bahar kendisine itaate alışmış Seymen Ağa’ya başkaldırdı. Kararlarını sorguladı, eskide kalmışlarıyla yüzleştirdi, alıştığı hiyerarşiyi kafasında parçaladı ama hep aşık kaldı. Kapadokya’nın masal dünyasında bir prens ve prensesti Bahar’la Seymen. Kızıl, turuncu bir aşktı Asmalı’da aşk. Seymen Bahar uğruna mayına yürüdü. Bahar Seymen için hayata tutundu. Seymen Bahar’ı öldü sanıp hafızasını yok etti, Bahar Seymen’i hayata döndürdü. Efsaneleri bize aşkın tutku halini hep hatırlattı. 


Mehmet-Nermin
Beyaz güle damlayan kan. Aşk hata kaldırmaz, ihanet hiç kaldırmaz ;ama aşk öyle bir duygudur ki bir ustadan kahraman sıradan bir kızdan cesur bir ruh yaratır. Mehmet ve Nermin’in hikayesi kendi dünyalarında yaşarken o dünyaya giren Ender’in fırtınasıyla savrulur. Ama o fırtına Mehmet’in aşkının ateşiyle birleşip ne var ne yoksa yakmaya başladığında hem aşk büyür hem intikam. Sonunun acı olacağını bilsek de Nermin’in kirlettiği aşkı yine Nermin temize çeker. Mehmet’in kollarında can verir ,ama gerçek sevdası olarak kalbindeki kabirde yerini alır. Mehmet ve Nermin ise efsaneler arasındaki yerini elbet.
Leyla-Mecnun
Meşhur halk hikayesinin Onur Ünlü ve Burak Aksak elinde dönüştüğü hal kuşkusuz dizi tarihinin en ilginç anlatımlarından. Aynı gün doğup yanyana yatırılan Leyla ve Mecnun’un absürt hikayesinde Ak sakallı Dede’den, Erdal Bakkal’a, İsmail Abi’den Yavuz’a kadar pekçok fantastik karakter barındırır. Temelde sevmenin her türlü devam edeceğini anlatan hikayede aşkın yanında farklı duygular da yürür. Leyla değişir ama Leyla’ya duyulan aşk değişmez. Bu da ikiliyi efsane yapar.  

Mehmet-Gümüş
Afyon’un kasabasından geldi Gümüş. Ruhu hasta Mehmet’i iyileştirsin diye. Mehmet onun ilk aşkıydı ;ama Gümüş Mehmet için yok hükmündeydi. Zaman geçti, Mehmet önce Gümüş’ün varlığına alıştı. Sonra Gümüş’ü tanıdı,sevmeye başladı. Gümüş kozasından çıkıp yetenekleriyle varolurken iyiliği, sarıp sarmalayan enerjisiyle Mehmet’i kendisine aşık ediverdi. Mehmet Gümüş’ü öyle sevdi, öyle sevdi ki; onu ruhunu en başta hasta eden aşk geri geldiğinde hatta bir çocuk o düğüme eklendiğinde bile Mehmet Gümüş’ten vazgeçmedi. Terk edişler, kötüler, araya giren sizofrenik insanlara rağmen hem aileyi toparladılar hem birbirlerini. Dizi bize efsane bir çiftle beraber Kıvanç Tatlıtuğ’u da tanıma şansı verdi.


  Sevgililer gününe ithaf 14 efsane çifti yazmak istedik. Sıralama yapmadık zira her biri ayrı özeldi. Daha niceleri var elbet ;ama bizde izi olanlardan ilk on dört bunlardı. Aşk sanatta, anlatının her çeşidinde en özel yere sahip duygu. Merhalesi nerede, ne seviyede olursa olsun insanı dönüştüren bir hal. Hep dediğimiz şey; dünyayı aşk kurtaracak. Dileyelim ki, aşk hepimizin kapısını kurgu dünyalardan çıkıp gerçeklik dahlinde çalsın.

Umay Masal

12 Şubat 2017 Pazar

Poyraz Karayel 79.Bölüm

Tam da Sinan’ın söylediği gibi oldu; “Okyanusu geçtiler, az kalsın derede boğuluyorlardı.” Neyse ki çok fazla yara almadan atlattı Sinan. Tabii yaşananların kaçınılmaz bir etkisi vardı. Poyraz’ın evladını kaybetme korkusu ile tabiri caizse öldü öldü dirildi. 

Poyraz’ın oğluna kavuşamama korkusu, Sinan’ın babasının onu kurtaramayacağı, tekrar birbirlerini göremeyecekleri endişesi… Ata Berk Mutlu küçük yüreğiyle çok güzel oyunculuk sergiledi. İlker Kaleli ile gerçek bir baba – oğul kavuşması, kaybetme korkusu yaşadılar. 

Sinan, beni kurtarmaya gelmeyeceksin bir daha seni göremeyeceğim diye çok korktum dediğinde Poyraz daha çok acı hissetti yüreğinde ve Sinan’ın bu korkuyu yaşamasına sebep olanları bir an önce bulabilmek, cezalarını verebilmek için daha da hırslandı. 

İnsanlara zarar veren, sadece onları sömürüp kandan beslenen bir grup vardı karşısında… İnsanları çaresiz bırakıp bu çaresizliklerini hiç çözüme kavuşmayacak yollar sunan melek görünümlü şeytanlar. Ne dedi Poyraz; “Bu dünya kötüler yüzünden değil, iyiler yüzünden bu halde Albayım.” Haklı değil mi? herkes iyidir, kendine göre yaptıklarının haklı sebepleri vardır. Kimse kötü olduğunu yanlış yaptığını kabul etmez. Mesela söz konusu bu grupta gittiği yere barış, kardeşlik götürüyordur sorduğumuzda. Asla kötü bir amaçları yoktur!

Uyuşturucu kaçakçılığı ile çocukları, gençleri zehirleyen, illegal yollarla ülkelere silah sokup halkı iç savaşa sürükleyen, kaos yaratan, çocukları alıkoyup organ mafyalığı yapan cani, sapkın ve sapıktır onlar. Kendi çocuklarının daha dünyaya gözlerini açmadan sahip oldukları mücevherleri onların yağmaladığı ülkelerde bir vampir gibi kanlarını emdikleri çocuklar tarafından çıkarılır.

Aynı Nevra’nın yaptığı gibi aslında… Kendi çocuğunu pamuklara sarıp sarmalarken diğer herkesi soğukkanlı bir şekilde öldürebiliyor ve asla bu durumdan suçluluk duymuyor.

Çınar, Nevra’nın gerçek yüzünü öğrendikten sonra Mümtazlarla işbirliği yapmaya karar veriyor. Fakat kendi kendini ele veriyor. Görünen o ki daha çok karşı karşıya kalacak Nevra ve Çınar. 

Nevra tüm yaşadıklarını anlattı, nasıl evlendiğini ve sonrasını. Yaşadıkları çok zor ve gerçekten çok ağır şeyler ama asla yaptıklarını hafifletemez bence. Böylesine gözünü hırs ve nefret bürümüş bir kişi en çok kendine zarar verir, ki veriyor da. Çınar’ı kaybediyor. Çınar’ın ona sırtını dönmesi şimdi belli etmemeye çalışsa da onu çok fazla yaralıyor ve yaralamaya devam edecekte… 

Tabii bu arada Savaş’ta boş durmuyor. Bahri Umman gibi saygın biri ile iş yapmanın öneminin farkında olduğundan dolayı onunla ilişkilerini iyi tutmak istiyor. Bahri onun bu oyununa gelir mi tartışılır, ki bence gelmez. Ne de olsa eski kurt, insan sarrafı. 

Son olarak sevgililer günü sürprizleri var ki yürekleri sıcacık yapan türden. İsa’nın anne ve babasına yaptığı sürpriz – ki lahmacun sever biri olarak kalpli lahmacunlar favorimdi – Zülfikar’ın, Meltem’in hafızasını yerine getirebilmek için verdiği çaba, Eda ve Savaş’ın yakınlaşmaları, ki Eda’nın kızı için gösterdiği çaba onları daha çok yakınlaştıracak gibi, Songül’ün isteğini yerine getiren Sadrettin. Songül kararını vermişken Sadrettin’in de bakışlarında bir farklılık vardı artık. Tabi bu durum Fatih’i rahatsız ediyor ve bana göre ortalığı biraz karıştıracak gibi ama amacına ulaşacağını hiç zannetmiyorum. 

Son olarak Poyraz ve Ayşegül… Sezen söylerken onlar da birbirlerine duydukları sevgiyi anlattılar. Poyraz, Ayşegül’e onu matematiğin bittiği yere kadar sevdiğini anlattı, Ayşegül’de dinledi.. Kalbinin nasıl çarptığının değil, kimin için çarptığının önemli olduğunu anlattılar birbirlerineYaşadıkları zorluklar onları birbirlerine daha çok kenetliyor. Uzaklaştırmıyor aksine birbirlerine onlan bağlarını kuvvetlendiriyor. Birbirlerine olan sevgilerini artırıyor

Bölüm sonunda da olduğu gibi kötülerin hak ettiğini bulduğu güzel günler görebilmek umuduyla…

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Frezya


Hayat Şarkısı 41.Bölüm


Sevebileceği kadar sevmiş ve o sevgiye daima sahip çıkmış bir kadın Hülya. Aslında ilk zamanlarda ablasına yaptığından dolayı kızmıştım içten içe. Kaya ile beraber Melek’e oyun oynayıp onu zor durumda bırakması beni o zamanlar kızdırmıştı. Aşkta ve savaşta her şey mubahtır deyip Kerim için, aşkı için sürekli mücadele etti. Hiç vazgeçmedi. Çok zor şeyler yaşamış ve bunlar zamanla ortaya çıktı zaten. Cem, ona verebileceği en büyük acıyı vermiş, en büyük iğrençliği yapmış fakat buna rağmen Hülya yılmamıştı. 

Cem’in tecavüz etmesi ve sonrasında Hülya’nın hamile kalmasından dolayı onu öldüresiye dövdürmesi… Bunca zorluğa rağmen Hülya ve küçük kızı direnmiş yaşamaktan vazgeçmemişti fakat Hülya hamilelik döneminde bu bebeği istememişti. Bebek doğunca başka bir aileye verilecek ve böylece Hülya bu yükünden kurtulacaktı ama öyle olmadı… Olamazdı da… Melek eğer bebek öldü demese ve Bahar’ı başka bir aileye vermiş olsaydı ben eminim Hülya kızının peşine düşer ondan vazgeçmezdi. Cem’in yapmış olduğu iğrençliğin nefretini o masum çocuktan çıkaramazdı. 

Melek kendince doğru olanı yaptı… Hülya okuluna devam edecek daha fazla acı çekmeyecekti. Bahar’ı tanımadığı bir aileye veremezdi, bunu ne olursa olsun yapamazdı… Aslında düşündüğüm zaman ona arada böyle bir şeyi sakladığı için kızsam da Hülya’nın o an ki hissettiklerinden dolayı daha fazla acı çekmesine izin vermemek için yapmıştı bunu. Kendi kızı yanıbaşındayken bunu Hülya’dan gizlemiş ve ona bambaşka bir şey söylemişti. Onu öz kızı gibi sahiplenmesi, onu koruması güzel bir şeydi ama gel gör ki Hülya her şeyi öğrendiğinde işin rengi değişti. İki kardeş birbirlerine düşman oldu neredeyse. Hülya kendisinden böyle bir şey gizlenmesine hazmedemezken Melek kendi evladıymış gibi sahiplendiği Bahar’ın kendinden koparılmaya çalışılmasıyla gardını aldı ve bambaşka bir Melek olmaya çalıştı. Tabii bu sırada Hüseyin ile evlenmesi, bebeğini kaybetmesi de var…

Kerim’in Hülya ile zorla evlendirilmesi ve ortadan bir anda kaybolmasına gelelim bir de… O ilk zamanlarda yaşananlara. Hülya inat emişti bir kere ve ne yaptı etti Kerim ile evlendi. Sonrasında Kerim’in onu evlendikleri gece bırakıp gitmesi haliyle ağırına gitti. Kim kaldırabilir ki bunu… Kerim’in bence ilk zamanlarda gözleri kördü, hoş hâlâ kör tam açılmış değil. Filiz’in hamile olması Kerim’in bu bebeği istememesi fakat Almanya’ya giden Hülya’nın bunu öğrenmesi ile işin renginin değişmesi. Hülya, Filiz’den para karşılığında Mehmet’i alınca uzun bir süre herkese Mehmet, Kerim ve benim çocuğum dedi. Fakat bir anda Filiz’in yeniden ortaya çıkması işleri karıştırdı.

Kendi çocuğunu para karşılığında veren bir kadın olunca bu yaptığından dolayı kimse onu hoş karşılamadı doğal olarak. Bayram Cevher’de ona tavrını net bir şekilde belli etti ve Hülya’ya sahip çıktı. Hülya kendi doğurmadı belki ama Mehmet’i kendi evladı gibi sevdi. Onun ne olursa olsun bir daha çocuğu olamayacaktı çünkü Cem’in yaptığı sonrasında yaptırdığı onda kötü izler bırakmıştı ve Doktor ona bir daha çocuğu olamayacağını söylemişti… 

Bir şeyler yoluna girmeye başlamışken Cem’in ortaya çıkması ve Kerim’e olayları çok farklı anlatması onun Hülya’nın karşısına geçmesine neden oldu. Kerim’in ona inanmış olması tam bir aptallık zaten, seven bir insan dışarıdan birine inanmaz. Hele ki Cem gibi karakteri bozuk birine hiç inanmaz. Fakat Kerim biraz aptal, kusura bakmayın ama öyle. Gidip Cem’in anlattıklarına inanıp Hülya’yı direkt yaftaladı. Gerçekleri ise sadece Hüseyin ve Zeynep biliyordu. Zeynep ve Hüseyin daha fazla evdekilerin Hülya’yı bilip bilmeden yargılamalarına dayanamadılar ve her şeyi anlattılar. Aslında orada çok güzel bir yere dokunuldu bana göre. Süheyla direkt “Şimdi ne olacak?” Diye sordu. Çünkü Hülya tecavüze uğramıştı, kirlenmişti yani (!) Ailenin ismine zarar verirdi. Toplumumuzun genel yargısı budur erkek sırtı sıvazlanır geçilir kadın aşağılanır. Ne olursa olsun erkek suç işlemişse kadının illaki payı aranır, suç faktörü olarak görülür. Zeynep ise; “Eski hayatımıza devam edeceğiz, önceden nasıl Hülya’ya sahip çıktıysanız şimdi de öyle yapacaksınız.” Dedi. Bayram Cevher’de öyle yaptı zaten. Ahmet Mümtaz Taylan her zaman farklıdır bana göre. Bu Leyla ile Mecnun’dan kalan bir hisbana, oradaki babacanlığından ileri gelen bir durum ve burada da harika bir baba. Hülya’yı yaşadıklarıyla suçlayıp, yaftalamadı, yargılamadı. Baba olarak sahip çıktı. 

Kerim ise öğrendiklerinden dolayı kendini suçladı. Suçlamalıydı da… Hülya’yı servet avcısı gibi yaftalayıp onu dinlemeden Cem’in söylediklerine inanmış olması kabul edilebilir değildi. Tabi yaşadıklarından dolayı Hülya dayanamamış ve Düğme erkenden doğmuştu. Ve yine Hülya’nın yanında Mahir vardı… Gerçek bir dost oldu her zaman Hülya’ya ve hiç yalnız bırakmadı onu. Onun da yaşadıkları kolay olmamıştı ve belki de bu sebepten Hülya ile birbirlerini buldular. İki yaralı kuş birbirlerinin yaralarını sarıp çok güzel bir dostluk kurdular.

Kerim’in Hülya’ya aşık olması bence Hülya’nın aşkına aşık olarak başladı. Çünkü Hülya, Kerim’i her şeye rağmen sevdi. Kerim’in yaptığı tüm hatalara, ona sarf ettiği o kırıcı kelimelere rağmen vazgeçmedi fakat son yaptığı hiç unutulacak, sineye çekilecek bir durum değildi. Cem’in yaptıklarını sonrasında öğrendiği için duyduğu pişmanlığı dile getirip bir şeyler için çabalasa belki Hülya onu daha kolay affedebilirdi ama onu zengin koca avcısı gibi yaftalamış olması kolay affedilecek bir şey değildi artık. Üstelik her şeyi öğrenmişken… Yaralarını sarıp, Hülya’ya daha sıkı sarılması gerekirken o bir aptal gibi davrandı. 

Bir de hepimizin öldü olarak bildiği Cem’in dizinin sonunda bir anda ortaya çıkması var. Ki bu dönüş herkeste kötü anılar bırakacak gibi… Umarım kendi yaptığı, yapmaya çalıştığı pisliklerde boğulup kimseye zarar veremez. Merakla olacakları bekliyoruz. 

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Frezya


11 Şubat 2017 Cumartesi

Cesur ve Güzel- 13.bölüm

‘Beni gerçekten sevseydin….’

Sühan Alemdaroğlu… O arada kalmışlığı, o çaresizliği, o kafa karışıklığını o kadar yoğun yaşıyor ki kalbi sanki ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafı Cesur’a güvenmek istiyor, bir tarafı da ne olursa olsun babasına da inanmak. Bunu öyle derin yaşıyor ki Sühan ya da yaşatıyor ki Tuba; hissin ağırlığı, hüznü ekrandan çıkıp kalbime dokunuyor bir sızı ile.

Tahsin dayanıyor Alemdaroğlu kapısına cezaevinden gelen mektubu berteraf etmek adına, nitekim de başarıyor. Ama o tabloları duvarda görmek, bir anlamda kendisi için yıkım oluyor, daha da hırslanıyor. Yalanlarını, suçlarını örtmek adına daha ne kadar ileri gidebilir diye soruyorum? Cevabı ise daha korkutucu oluyor izlediklerimizin etkisiyle. Ama şu var, Tahsin’in can yakıcı planlarına karşı Cesur da boş durmuyor tabii ki. Bir lider havasıyla iniyor meydanlara; cana kıyanlara karşı dik durmasını söylüyor Korludağ halkının cesurca. O’nun güven verici sözlerinden sonra Tahsin tehditiyle Sühan’ı yüzüstü bırakanlar atölyeye dönüyor tek tek ve burada karşımıza Sühan’ın yardımına koşan, onun derdine derman olan, hep olacak Cesur çıkıyor bir kahraman edasıyla.

Cesur… Önceki bölümlerimizde şüphe duyuyorduk ne hissettiğinden.. Gerçek miydi yoksa yalan mı? Bir intikam oyunu içinde ona aşık rolü düşmüştü belki de… Ama yavaş yavaş siliyordu bu belirsizliği kafamızdan. İlk önce kendince sevgililer günü hediyesini alıyor Sühan’dan; sonrasında da güzel bir yemek eşliğinde, bir ay boyunca uygun zamanı bir türlü denk getirip veremediği yüzüğü Sühan’ın parmağına takıveriyor hepimizin bir oh çekmesiyle. 

Tabii ki bu huzurlu anlarımız çok uzun sürmüyor ne yazık ki. Sahneye yine büyük bir kurnazlıkla Tahsin Korludağ çıkıyor. Kimseye şüphe ettirmeyecek şekilde, içinde kendisine ait yerler de dahil olmak üzere Korludağ’da olay çıkartılmasına ön ayak oluyor. Bunu da Cesur’un üstüne yıkmak gibi bir amaç ile hem de. Ama bu işin sonunda yine en çok üzülen, yangın endişesi ile Korludağ çiftliğine giden ve babası tarafından evden kovulan Sühan oluyor. Bunun yıkılmışlığıyla Alemdaroğlu çiftliğine dönüyor Sühan. Cesur’a soruyor, bence cevabının canını acıtacağını bile bile: ‘Beni gerçekten sevseydin…’ Cesur’dan aldığı yanıt, hem tahmininden daha çok yaralıyor Sühan’ı hem de Cesur, verdiği cevapla bunun üzüntüsünü iliklerinde hissediyor çok hüzünlü bir şekilde.

‘İyi ki seni gerçekten sevmiyorum.’

Zaten bir sürü duygunun ağırlığı altında kalan Sühan; arada kalmışlığın, kime ne kadar güveneceğinin karışıklığı ile kendiyle baş başa kalmak, biraz nefes almak adına uzaklaşma kararı alıyor. Kendisini sevsin, güvensin, evliliklerinin oyun ya da bir amaç doğrultusunda değil de gerçek olmasını isteyen Cesur ise bu kararın burukluğunu yaşıyor bir anlamda. Ben burada ikisine de üzülsem de Sühan’a daha çok hak veriyorum galiba. Her defasında yaşadığı hayal kırıklığı, o sıkışmışlığı; hissettiği duygulara tamamen sarılmasına engel oluyor bence. Cesur da sarılsın istiyor kendisine, onunla bulsun huzuru istiyor ama güvenmek… İşte bunu gerçekleştirmek, kendisine inanmasını sağlamak adına kimsenin tahmin edemeyeceği güzellikte, naiflikte bir doğumgünü sürprizi girişiyor bölümün sonunda.

Hediye kısmına gelmeden önce Korhan, Cahide ve Hülya üçlümüzün yaşadığı olaylara bakarsak da, Cahide inatla sıçramaya devam ediyor. Ancak sıçramaya devam ederken de ipler daha bir karışıyor sanki. Yalnız şu var ki diğer olaylarda gerçekler nasıl hemen ortaya çıkmışsa bunun da öyle olmasını, Korhan’ın gözünün açılmasını istiyorum daha da çok üzülmeden. Bu olayı da açığa çıkaracak kişinin Cesur olacağını da düşünmüyor değilim açıkçası ki Cahide, Hülya olayını Cesur’un üstüne yıkma çabasıyla da bunu hak ediyor kesinlikle.



Cezaevinden gelen mektubu yakıp kül etmişti Tahsin Korludağ. Mektubu gönderen kişi ise Adalet’in ağabeyi, olayların kilit ismi Rıza… Cesur kendisine gelen mektubun akıbetini, kimden geldiğini tabii ki öğreniyor; mektubu yakmakla bu olayın gizli kalacağını sanan Tahsin’in aksine. Yalnız burada yine boş durmayan Tahsin, Rıza’yı başka bir cezaevine nakledilmesini istiyor sanki. Yolda cezaevi aracı kaza yapıyor ve Rıza büyük ihtimal kaçmayı başarıyor. Bakalım sonrasında, Rıza’nın etkisiyle, ateş mi galip çıkacak bu savaştan yoksa ateşin karşısında mücadele edecek derya mı?

Ve gelelim sürprizimize… Sakıp Sabancı Müzesi… Feyhaman Duran sergisinde Cesur tarafından organize edilen bir yemek. Serginin adı da çiftimize çok uyuyor sanki: ‘iki Dünya Arasında’ Bence son zamanlarda izlediğim en güzel, en tutkulu, en samimi, en romantik sürpriz olmaya adaydır kendisi, abartısız. Sühan’ın ilk baştaki şaşkınlığı sonrasında gelen o güzel mutluluğu Cesur’un hediyesini de vermesiyle, iyice yükseliyor duygular. Tabii aynı şekilde biz izleyenlerde de. J Hediyemiz ise bir takvim. ‘Sühan ile bir yıl’ Cesur öyle içten öyle doğallıkla hazırlıyor ki hediyesini Sühan’ın kafasındaki şüpheleri yok edercesine. Bütün yaşadıklarını, ikisine ait özel ne varsa işliyor takvimin sayfalarına. Tam da burada şunu eklemek istiyorum kendimce. İkiliyi izlemek benim için çok ayrı bir zevk. Yalnız Kıvanç ile Tuba da hiçbir şeyden sakınmayıp rollerinin hakkını en doğru şekilde, eksiksiz biçimde vermeleri de biz izleyenlerin diziye bu derece bağlanmasında en etkili unsur bana göre. Son olarak da şunu diyebiliriz ki Cesur’dan beklediği, umduğu, içindeki sızıyı yok edecek cümleleri de büyük bir mutlulukla dinleyen Sühan; artık emin oluyor sevdiği adama karşı sonsuz bir güven içinde olması gerektiğine. Bozulmaması dileğiyle…

‘Seni seviyorum. Gerçekten.’

Müge

10 Şubat 2017 Cuma

Bir Şarkısın Sen Aşk , Hayat Olduğunca Sürecek..

Şubatın kırmızısı düşmüş her yere. Aşk hayatın karanlık dehlizlerine mahkumiyetinden boy vermeye çalışırken gülümsüyor kurgu karakterlerin kurgu ruhlarında. Ne tuhaf hayattaki karşılıklar hafifledikçe sanki parlamaya, imkansıza yol almaya talip bize anlatılan hikayeler. Gerçeklikte aşk nerede ve kimde? Toprakta mı, gökte mi? Sanırım daha çok şarkılarda ve dizilerde bu aralar... Aşk kaç büyümden, aşk dön ölümden,aşk bir sebepten gel gir dünyama...
Farketmeden AsAt
Susamış suların akışı gibi, çaresiz gözlerin bakışı gibiydi Aslı. Kapının ansızın çalışı gibi Ateş girmişti kalbinden içeri. Akrebin Ateş’e yanışı gibi yanmaya başlamıştı için için. Başkasına olan sevgisinin bedellerindeki Ateş’e aşkında beklentiden vazgeçip uzaktan Ateş’in yanında ,kendisine cevapsız sorular sordu sürekli. Ateş ise kaybolup giderken hayatı fırtınalarda Aslı’da gönlünce bir ada bulmuştu. O ada onu sarıp sarmalarken farketmeden Aslı’nın oluvermişti. Aşkları güneşin gölgede kalışı gibi gizli saklı büyürken uykunun düşlere dalışı gibi birbirlerinden saklanırken birden kalplerin yaşamasına sebep nabzına dönüştü işte. Aşk farketmeden birini birine ait kılardı.
Nefes Bile Almadan HayMur
Kelebek kadar olan ömrü bilirdi Murat.  Sevmenin lazım olduğunu bilse de güvenemezdi. Kaybedecek neyi vardı ki kaybetmişti sevmeye dair olan her şeyi. Hayat’la karşılaştı. Orda anladı ki aşk için ne gerekiyorsa onda vardı. Anladığı an nefes bile almadan sevdi. Murat’ı tanıdıkça sarmaşıklar gibi sardı Hayat’ın kalbini Murat’a dair aşkı. Değiştirdi Hayat’ı bu sevda kanını değiştirdi, koydu zehrini. Düşündükçe daha çok sevdiler birbirlerini. Gitgide sarhoş oldular birbirlerine. Ruhlarını kaybetmiş gibi sadece birbirleri için yaşamaya başladılar. Nefes bile almadan birbirlerine dair oldular. Aşk birbirinin nefesi olmaktı çünkü.
Zaferlerim Hileon
Bir hücrede Hilal yasladı yüzünü Leon’un göğsüne. Belki henüz dalmıştı uykuya ya da dalmamıştı. O hücrede başladı aşkı Leon’un. Sonra şafak söker gibi güneşin saçlarındaki renklerini gördü Hilal’in. Paramparça hissettiği hayatında, parçalanmışlıklarda Leon belki ilk defa bir bütün oldu kim bilir. Hilal imkansızlıklar içinde vatan sevgisiyle dolu kalbinde imkansız biçimde karşılaştı Leon’la.  Şimdi o aşk, Hileon için yok olup gitseler de, sonlarını görseler de, ölümü tatsalar da yenilmeden, yitip gitseler de, sonlarını bilseler de asla düşmeden kazanılacak bir zafer. Zaferlerin en büyüğü değil mi aşk?
Ne Güzel Güldün SuKel

Durup dururken yanına yanıbaşına gelen bir aşktı Kelebek için Su. Su başlarda Kelebek’in sözlerini anlamsız bulsa da tüm karmaşalarda Kelebek her unutuluşta Su’ya hak verirken aşkın aceleye gelmeyeceğini bilirken büyüdü aşk. Su bazen yalandan bazen gerçek güldü Kelebek’e. Yalandan da olsa Kelebek için hep güzel güldü. Ayrı dünyalardandı ikisi. Tanışmak zordu anlaşmak daha zor. Çok kısa zamanda ve belki koşulların zoruyla iyi anlaştılar. Kelebek Su gitse bile, gelmese bile  iyi olsun ;ama daha çok onu unutmasın istedi. Su gitmedi. Sonra gerçekten hiç yalansız güldü Kelebek’e. Kelebek’in ona baştan beri güzel güldüğünü bilerek hem de. Aşk güzel gülmekti.
                                                                                          UmayMasal

And Then There Were None

And Then There Were None
http://www.impawards.com/tv/posters/med_and_then_there_were_none.jpg
2u8ugp2   Bu sefer sizler için Agatha Christie’nin tüm zamanların en fazla satan polisiye romanı ve yine tüm zamanların en fazla satan 7. Romanı olan ‘’On Küçük Zenci’’ adlı romanından, 2015’in son günlerinde yayınlanan BBC uyarlaması, 3 bölümlük bir mini dizi olan ‘’And Then There Were None’’ ı ele aldık.
  Daha önce, tiyatrodan televizyona, radyodan beyazperdeye birçok kez uyarlanmış bir roman olan bu eserin, Agatha Christie’nin 125. Doğum gününü, BBC şahane bir mini dizi ile kutladı.
  Dizi birbirini tanımayan 10 kişinin, U.N. Owen adlı kimseden iş mektubu yada davet mektubu alarak ‘Soldier’ adasına davet edilmesiyle başlar. (Kitap ilk yayınlandığında, çocuk tekerlemesi olan ‘On Küçük Zenci’ adıyla yayınlanır ancak tepki alması sonunda ‘‘On Küçük Asker’’ daha sonralarıda ‘‘And Then There Were None –Ve Kimse Kalmadı-‘’ adıyla tekrar basılır.)  Soldier adası yerleşim yerine uzak ve ulaşımın zor olduğu bir adadır. Herkes adaya ulaştığında tekeksik ev sahipleridir, kendileri daha ortalarda olmadıkları gibi çıkmaya da pek niyetleri yoktur. Hava şartlarında kötüleşmesiylebirlikte, 10 küçük asker –misafir- bir nevi adada mahsur kalır. Daha ilk geceden bir cinayet işlenir ve olaylar yavaş yavaş çözülmeye başlar. ( Bu arada ufak ama bir o kadar da çok önemli bir ayrıntı, her misafirin odasında ’10 Küçük asker tekerlemesi ve yemek masasında da on tane asker simgeleyen heykelcikler bulunmaktadır.)

and.then.there.were.none.s01e01.hdtv.x264-river.mp4_snapshot_10.15_[2015.12.27_09.58.51]    On küçük asker yemeğe gitti,
    Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz,
    Dokuz küçük asker geç yattı,
    Sabah Biri uyanamadı, kaldı sekiz,
    Sekiz küçük asker Devon’u gezdi,
    Biri geri dönmedi. Kaldı yedi,
    Yedi küçük asker odun kırdı
    Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı,
    Altı küçük asker bal aradı,
    Birini arı soktu. Kaldı beş,
    Beş küçük asker mahkemeye gitti,
                                                                                        Biri tutuklandı. Kaldı dört,
                                                                                        Dört küçük asker yüzmeye gitti,
                                                                                        Birini balık yuttu. Kaldı üç,
                                                                                        Üç küçük asker ormana gitti,
                                                                                        Birini ayı kaptı. Kaldı iki,
                                                                                        İki küçük asker güneşte oturdu,
                                                                                        Birini güneş çarptı. Kaldı bir asker.
                                                                                        Bir küçük asker yapayalnız kaldı.
                                                                                        Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.
  

İlk cinayetin işlenmesinden sonra 10 askerimizin birbirlerini suçlamaları ile yavaş yavaş çözülmeye başlayan konu bir başka cinayetin gelmesiyle hem misafirleri hem de izleyenleri oldukça heyecanlandırıyor. Tüm bu olanların yanında işlenen birtakım cinayetlerin masadaki heykelcikler ve tekerlemeyle olan ilgisini öğrenince şaşırıp kalıyoruz. Bundan sonrası dizinin gidişatı için ‘spoiler’ olabileceği için burada kesip dizi hakkında ufak bir değerlendirme ile yazımı bitiriyorum.

   Toplam 3 bölüm olan ve her bölümü ortalama 55 dakika süren, tipik bir ‘’oda tipi’’ve ‘’katil kim’’ polisiyesi olmasına karşın işleniş biçimi ve çekimleriyle oldukça ilgi uyandırıcı bir yapım olmuş. Karakterlerin itirafları sonucunda onların geçmişleriyle ilgili bilgileri öğrenip acaba katilin kim olduğunu tahmin etme konusunda izleyiciyi oldukça zorlayan bir dizi. Ayrıca daha önce kitabını okuduysanız bile, sadece ekran uyarlamasını görmek için bile izleyin çünkü, kitabına sadık kalınmadan yapılan çoğu kötü uyarlamanın aksine kitabın da üstüne katarak iyi bir biçimde ekrana uyarlanmış. Zaten hiç okumadıysanız veya katilin kim olduğunu herhangi bir yerde okumadıysanız size şiddetle tavsiye ediyorum.

Little Grey Cell
maxresdefault