10 Kasım 2020 Salı

EFSUNCUM KENTCİM

 

“Aşk unutulmuş bir sanat gibi, ağırbaşlı bir çileyle öğreniliyor şimdi. Eski bir kadınsın sen, aşkı öğretmek için celladını tekrar tekrar dirilten.”- Cezmi Ersöz.

 

Yutkunuyorum. Sakinim. Sakinim. Hayır sakin değilim. Baklavalardan sekmem lazım. Odağımı kondurmam gereken noktam tam olarak Efsun Kent. Bu bölüm ötesi yok. İki yüzlülükte sınır tanımayan Koçovalı ailesi zerre umurumda değil. Yani bana ne oğlunun acısı uzasın kafasındaki Sultan’ın suçlu olmadığına inanınca oğluna haber yollamasından. Veya bir kadının kafasına silah dayayan güya abiden. Hamile olmasa o tetiği çekmekten tereddütü olmayacak olması da beni ilgilendirmiyor. Üstelik neden dediğinde karşısındaki kadın babamı öldürdünüz demesine rağmen. Offf tabi ya bu hikâyede sadece ve sadece Koçovali iki yüzlülüğü intikam alır, alabilir. Çünkü iyilik dediğin silah kaçakçılığı yaparken mahallendeki amcaya iki kilo elma filan almaktır. Takılma geç. Dahası mı? Olmaz mı? Mesela iki yüzlülük nerede başlar nerede biter? Bunu düşünmek lazım. İki yüzlülük kurguda tam anlamıyla kalemini satmakla başlar. Hani derler ya simit sat kalemini satma. İşte o noktadır iki yüzlülük. Satarsın veya satmazsın. Örnekle açıklayayım: Birkaç hafta önce yazarsın bir bölüm. Kadınlara yönelik şiddeti alabildiğine eleştirirsin. Hani o senin baş karakterin var ya hah işte o halay başıdır o bölümde. Aslandır, kaplandır. Harikadır. Duyar yerine ulaşır. Sonra iki hafta geçer aynı karakter kadının rahmini bahçesinin salatalık yetiştirilen toprağına benzetir. O kadınların kimliği, varlığı, duyguları filan hiçtir. Dert babasının istediği tohumdur ve ekilmiştir. Tutmuştur. Kutlanmalıdır. Sahi o kadınlar kimdir? Mesela suç evreni diyerek anlatılan yapıda hayat kurtarmak için ölümler görmüş, daha biraz önce bizzat canımız karakterimizin abisi tarafından tehdit edilmiş, kırılmış, korkmuş, üstelik kendi kapısının önü çok temizmiş gibi her fırsatta karakterimiz tarafından hunharca suçlanmış kızımız biri. Diğeri de ailesi olmayan, hala yaşayan bebek sayesinde sevgi uman başka kızımız. İkisi de olduğu yerde mutsuz, kırgın, ikisi de ama haklı ama haksız sebeplerle aldatıldı sanan kadınlar. Peki bizim esas oğlanın derdi ne? Salatalıkları.  Pardon ama unutmuşum  bir çizgi var. Erkek egemen bir toplumda güçlü kadını ezmeye çalışmak ne kadar reva ise ezik, zavallı kadını koruyup kollamak da o kadar erkekçe bir meziyet. Hani diyoruz ya. Aşıksın madem neden Efsun’a bu kadar sertken, sevmediğin kadına aynı oranda şefkatlisin. Denklem basit. Efsun Kent ama güçlü kadın. Efsun Kent ama eyvallahı olmayan kadın. Ezilmeli. Mesela sadece eskiden beri tanığı bir adamla sadece konuştu diye azarlanmalı hem de ikinci defa. Neden? Çünkü gerçek hayatta da güçlü kadın alerjisi var bu erkek milletinin. Kurgu da olsa konuşturulmasın, bağırılsın aman ezik olanla empati kurulsun, o sevilsin, okşansın. Ey kadınlar kadınlarımız razı olun. Hep razı olun ki erkeğiniz sizi istesin. Bir şekilde tutunun o adamın hayatına. Çünkü varlığınızı ona bağlamanız lazım ki hayatta anlamınız olsun. Derdiniz bu değilse bile verdiğiniz mesaj aynen bu sayın senarist bil istedim. Bunun lügatteki karşılığını ise size bırakıyorum. Oturun düşünün.

Efsuncum Kentcim. Sen benim için artık bu evrenden bağımsızsın. Bundan sonraki süreçte sana ne yapacaklar bilmiyorum. Ama benim kafamdaki hikâyede sen eski zaman hikayelerinden fırlamış varlığınla, bebeğine kendince sahip çıkıyorsun. Çoktan o evi terk ettin. Bebeğinin babasına bir not yazdın. Sorumluluğun sende olduğunu ve bu rezalete daha fazla katlanamayacağını söyledin. Çağatay takıntısı için bir psikiyatrist telefonu da ekledin nota.  Tohumluk olarak kullanmak istediği başkası varsa diye de küçük bir ikaz notu da bıraktın. Hatta doktorun parasını merak etmemesi gerektiğini aile terapisi alacaklarsa karşılacağını da söyledin. Bir de şunu yazdın:

“Çok güzel olabilirdik seninle. Aynı masalın içinde kalabilirdik. Kendi masalımızı benim anlattıklarıma ekler kızımıza anlatmaya başlayabilirdik. Ben senin saçlarını okşardım, sen ellerimi hiç bırakmazdın mesela. Yemyeşil bir bahçede güle oynaya yaşardık. Kocaman gülümsetirdim seni. Aşkın celladı olan onca güvensizliğin akıp giderdi. Anlardın birini sevdiğinde aslında sadece sevdiğini. Aması, fakatı olmadığını. Sonra belki anlatılırdık bizde. Gerçekten aile olduğumuz için bıraktığımız gerçek izlerde. Olamadık. Hoşça kal. Ben artık seni diriltmekten vazgeçiyorum.”

Şimdi kıssadan hisse atlaya zıplaya EfYam sahnesi yorumlamaya. Hoş geriye ne kaldıysa. Cumali’nin Efsun’a doğrulttuğu silahla bırakmıştık geçen hafta. Bu hafta Efsun’a babasının ölümüyle bağlantısını sordu Cumali. Efsun Kent ise her zamanki korkusuzluğuyla bebeğini sarıp sarmaladığı elleri milim kıpırdamadan “Parayı ben verdim, ama bunu yapacaklarını bilemedim.” dedi. Sonrada nedenini söyledi. “Babamı öldürdünüz.” İdris baba da Baykal iskele babası mı? Tam bu arada Yamaç Bey yetişti. Abisine, senin kafana sıkmamamın sebebi var diyen abisine, tam da o sebebin yani zorunda kalışın Efsun için de geçerli olduğunu anlatmaya çalışarak “farkı yok” dedi. Her ne kadar Cumali’yi durduran “Hamile” sözcüğü olsa da Yamaç Efsun’un kendisinden farklı olmadığını söyledi bir kere. Cumali’ye gelince Efsun’un ve Yamaç’ın birbirlerine bakışlarından daha çok Efsun’un halinden anladı bebek kimin, orada kardeşi ile düşman diye silah çektiği kadın arasındaki duygu ne? Hepsini anladı. Sonra da Çağatay gibi hissetti kendisini. Hamile bir kadının neredeyse çocuğunu alacak olan adam. Acımazsız katil. Efsun’un ne kadar dik ve güçlü bir kadın olduğunun da bir kez daha altı kalın kalın çizildi. Dağılan Yamaç’ı yine kollarına alan Efsun’du. Sonra hesaplaştı Efyam. Kendi geçmişleriyle. Birbirlerinin babalarının ölümündeki paya rağmen durmamacasına büyüyen aşkla ne yapacaklarını konuşmaya çalıştılar. Efsun gerçeklerin sesi olurken, olmayacak ifadesinin Efsun’un ağzından dökülmesinin bile Yamaç Bey’i nefessiz bırakabildiğini gördük. Çağatay kıskançlığının artık garip bir takıntıya dönüşmesi de sahnenin diğer ayrıntısıydı. Sonra bebeğe rağmen Efsun’a kapım açık diyen ama yine karşısında dimdik ben Yamaç’ı seçtim diyen Efsun’u gördük tüm cesaretiyle. Sonrası…. Yazmak bile istemiyorum. Efsun’a güç yettirmeye çalışan bir Yamaç. Dinlemeyen, hamile olmasına rağmen karşısındaki kadına nezaket gösteremeyen, hayatının en büyük yalanlarını ona söylemiş ve bunu sadece ona ceza vermek için yapmış insanlara gösterdiği anlayışın zerresini Efsun’dan esirgeyen Yamaç. Sarılma sahnesine gelince başkası varmış diyen kadına bunu seninle konuşmama getirmesi, sadece çocuk için orta yol bulma çabası cepte dursun, zerre kafa karışıklığı sezmedik Yamaç Bey de. Öyle ki o hala Efsun’la yürüyebilir miyim kafasında gibi. Peki onları gören, yüzünde müstehzi bir gülümseme ile giden Efsun? İşte o ne yapacak öngöremem artık. Bence ilk uçakla bu rezil Çukur ve onun getirdiği her şeyden kaçsın ama kaçmayacak. Yamaç’a ağır bedel ödetecek. Çünkü Yamaç’ın celladı olabilecek tek kişi Efsun. Aşk için onu defalarca diriltecek de onun ruhunu öldürecek güçte olan Efsun. Gerisini yazmak istemiyorum. Şuruplu tatlı sevmem zaten. Orda bıraktım çıktım. Sadece bir suç dizisinde yazılan en epik karakterin bu leş duruma nasıl ve neden sokulduğunu anlamaya çalışıyorum. Ha cevaplarım var ama… Not: Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli başka bir işte yeniden partner olsun, keyifle izleyelim. Bu kadar.         

                                                                                                                        UmayMasal





7 Kasım 2020 Cumartesi

SADECE EFYAM

 

Depremler, salgınlar, hayata dair dertler arasında savrulurken kendini hikâyeye emanet etmek bazı durumlarda ruhunu sağaltabilir. Kendi hikayeni yazmak için odaklanmakta zorlanıyorsan var olan başka bir hikâyenin kahramanıyla el ele yola devam etmek de iyi gelebilir. Tam olarak o noktadan sana yazıyorum canım okur. Bütünü yine uzmanına kalsın ben Efsun ve Yamaç’lı on dakikanın peşine takılayım, dilersen sen de gel.

Yaralanmış olan yarasından tanır insanı. Yamaç gibi. Yamaç’ın Efsun’u yarasından tanıması gibi. Toplamda on dakikadan daha az olan bir sahnede yine kocaman bir hikâye yazmayı başardı EfYam. Geçen hafta Akın’dan aldığı bilgiye rağmen Efsun’un kendisi için babaannesini öldürmüş olduğuna tam ikna olamayan Yamaç bu hafta nihayet Efsun’un evine geldi ve iki aşık yüzleşti. Yamaç’ın inanmak isteyen ama sanki inanamayan hali başta beni şüphelendirdiyse de sonraki adımlarda gördük ki Yamaç Efsun’un babaannesinden sadece kendisi için vazgeçebileceğine gerçekten inanamamış. Belki de ailesi bile onun için bir şeylerden vazgeçemediği için. Efsun’un parçalanmış haline şahit olduğu andan itibaren kendi zorunda kalışının yansımasını gördü Efsun’da. Kendi acısının onu delirme noktasına nasıl getirdiğini bildiği için de Efsun’un o deliliğe yaklaşmasına izin vermedi. O noktadan sonra da net olarak inandı Yamaç Efsun’un tam olarak kendisini korumak için babaannesini öldürdüğüne.  Efsun’u kendisiyle yüzleştirmeye çabalarken bir taraftan da Efsun’la aralarında akan duyguyu da isimlendirdi Yamaç. Çokça zamandır yanlış anlamalara, üçüncü şahısların yarattığı gerilimlere kapılan çiftimiz acıda da eşitlenirken duvarlarını yıktı ve Yamaç’ın ağzından “beni seviyorsun” “seni seviyorum, çok seviyorum” cümleleri döküldü. Efsun’un bir sezon önce “diyelim ki ben seni ölmeni istemeyecek kadar çok sevdim” şeklindeki farazi ama diğer taraftan güçlü cümlesinden sonra satır arası ifadelere gizlenen EfYam bu hafta bizzat Yamaç’ın ağzından netleştirildi. Güya iki kadın arasında savrulan Yamaç’ın pek de savrulmadığı, kalbinde sadece ve sadece Efsun’un olduğu anlatıldı. Bu sahnede Yamaç’ın Efsun’u sarıp sarmalarken gözlerinden dökülen yaşlar, Efsun’u, ki bizzat Efsun ona hiç yanımda olmadın demişti, yalnız değilsin dercesine göğsüne bastırışı, onunla kurduğu dokunma bağını asla kopartmayışı “seni çok seviyorum” cümlesinin yansımasıydı. Yamaç açısından inanılmaz bir şey olmalı, kendisi için Efsun’un hayattaki tek akrabasından vazgeçmesi. Burada parantez. Senaristimiz elindeki tam anlamıyla alfa olan bu çifti çatışmadan çatışmaya sürükleyecektir. Sebep aşikâr. Öncelikle  Yamaç ve Efsun epik bir çift. Yunan tragedyalarından fırlamış gibiler. Artı masalsı bir tarafları var. Baş başa kaldıkları her an başından sonuna birbirine denk iki gücün çarpışmasını izliyoruz. Farklılıkları, aralarında duran imkansızlıklar, yaratılan güvensizlikler derken bir taraftan ölümüne birbirini yaralamaya muktedir bir yandan birbirini sağaltma becerisine sahip ruh eşlerini izliyoruz aslında. Geçmişte defalarca Yamaç’ı iyileştiren Efsun’a karşılık Efsun’u iyileştiren Yamaç’ı görmemiz tam olarak bundan.

Yüzleşmeye geri dönelim. En başında kolları bağlı Efsun’un karşısında duran Yamaç’ın her ne kadar resmi gibi de dursa bu kez Efsun’un bizzat kendisinden gerçekleri duymaya kararlı olduğunu da söyleyebiliriz aslında. Diğer taraftan Efsun’un da biz izleyenler gibi günlerdir Yamaç’ı beklediğini de gördük. Efsun haklı olarak “Ben senin yanındaydım, sen benim yanımda olmadın.” diye bağırırken Yamaç’ın ona hak verişi, onu yakalamaya çalışması, Efsun’un Yamaç’ı itmesi ve Yamaç’ın elinin kanaması. Buraya kadar ciddi bir hesaplaşma aslında. Peki bundan sonrasında Yamaç’ın başta Efsun’un yüzünü ve elini bile kana bulayacak kadar kanayan o yarayı umursamadan sadece Efsun’a sarılması, Efsun’u yaşadıklarını kabullenmesi için zorlaması ve sonunda gözyaşlarıyla karşılıklı kabul. Yamaç’ın sevdiği tek kadının Efsun olduğunu kabullenmesi, Efsun’un babaannesini Yamaç ve bebeği için öldürmek zorunda olduğunu kabullenmesi. Burada Efsun’un aşkının ispata ihtiyacı kalmadığı fikrindeyim. Zaten genç kadın defalarca ispatladı kendisini. Sıra Yamaç’ta. Sanırım senaristimiz de bunun farkında ki Yamaç’a “ben de olsam aynı şeyi senin için yapardım, seni sevdiğim için, çok sevdiğim için.” dedirtti. Bu konudaki aksiyonu yakın zamanda alacağımızı umuyorum. Sahnenin devamında geçen sezonda bıraktığımız hesaplaşmanın yeniden gündeme geldiğini gördük ki Yamaç’ın Çağatay, Efsun’un Nehir kıskançlığı yeniden deşilecek dedirtti bu hatırlatma. Yalnız bu noktada gözden kaçmaması gereken bir durum var. Yamaç Efsun’a “Seni seviyorum.” dedi. Bunu söylerken bebeğin varlığından haberi bile yoktu. Bu Efsun açısından ciddi bir done. Zira Efsun gibi zeki bir kadın Yamaç’ın bu cümleyi önüne gelene kurmayacağını bilir. Nereden baksan imkânsız bir ilişkide Yamaç bunu söylemişse gerçekten hissettiğindendir. Yani senarist ne noktada güvensizlik yaratacak bilemiyorum. Sonuçta Efsun Nehir’in bebeği aldırmaya gittiğini biliyor ama Yamaç yetişti mi yetişmedi mi bilmiyor. Kaldı ki Efsun zaten en başından beri Yamaç’ın duygularına tutunmuştu. Biliyordu Nehir’i sevmediğini. Unutulmasın Yamaç bu kadına kalmak isterken gitmek zorunda oluşunun canını yaktığını söyledi daha önce. Gelelim Yamaç cephesine. Yamaç Efsun’un kendisini seçebileceğine asla ihtimal vermedi. Erdenetler başta Çağatay olmak üzere Efsun’a yaklaştıkça da bu uğruna şehir alınacak kadına verecek mahallesi bile olmadığını düşünüp Efsun’u suçladı. Ama bu hafta anladı ki Efsun tüm o listelere, önceliklere, ihtimallere inat ne şehir ne de mahalle için sadece Yamaç yaşasın diye kendisini hayat boyu sürecek bir acıya hapsetti. Yamaç karşılıksız fedakarlıklarını ailesi uğruna sırtına yük edinirken Efsun’un sadece kendisi için yüklendikleriyle karşılaştı. Bu noktadan sonra Yamaç Efsun’a, Efsun’un sevgisine güvenmeyip ne yapacak? Son turda öğrendiği bebek gerçeği ise tüm bu sarmala eklenen önemli bir ayrıntı. Bazı seçenekler okuyorum. Yamaç kimi seçecek diye? Bence geldiğimiz noktada Yamaç için sadece  Efsun ve Çukur arasında bir tercih söz konusu olur. Yoksa x’ler y’ler geçer gider. Manasızdır. Eğer manalı hale getirilmeye çalışılırsa zaten o noktada baya sulu sepken hale gelmiş olan durum daha beter bir hal alır. Ki az buçuk kurguyu bilen biri olarak bir yazarın kendi hikayesine ve karakterine bu kadar ihanet etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tekrar ediyorum bundan sonra Yamaç sadece Efsun ve Çukur arasında kalabilir ki ben Efsun ve Yamaç zekâsı birleşirse bu arada kalmışlığı çözebilir diyorum. Burada bir parantez daha. Efsun Çağatay’a gidecek mi?  Efsun Erdenetleri sevmiyor. Çünkü onlar için sınır olmadığını bilecek kadar tanıyor hepsini. Sevgiler, zaaflar, ait oluşlar onların kitabında yok. Bu nedenle Efsun tek koşulda Çağatay’a gider bence. İçerde olmak için. Yamaç ikna olursa sadece Yamaç için. Hep söylüyorum kimyası ve aurası ile gerçekten inanılmaz bir çift Efsun ve Yamaç. Ekranda ışıldıyorlar. Çevremde genel olarak hikâyeyi izlemese bir bu çifti izleyen çok kişi var. Senarist bey kusura bakmasın.  Bir de hikâyeyi seven onun içinde Yamaç’ın kalemi olan kadının Efsun olduğunu düşünen de var. Bunda kuşkusuz  Efyam büyüsünün etkisi çok. Ama burada unutulmaması gereken bir başka şey daha var. Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli uyumu. Bu hafta yaklaşık on dakikalık bir sahnede öyle devleştiler, öyle paslaştılar ki… Duygudan duyguya sürükledikleri izleyici eminim gözlerini ekrandan ayıramadı. Işıldadılar. En güzel tarafları da hem dibine kadar dramatik hem de alabildiğine komik olabilme becerileri. Artı hem bu kadar cool hem de sevimli olabilmeleri de sanırım eşsizliklerine eşsizlik katıyor. Ne denir?  Bir gün bir yerde sadece ikisi üzerine kurulu bir hikâyeye… Gönderdik dileği belki biri tutar. Bir de planı bu değil biliyorum ama unutulmaz sonlar illa kötü olacak diye bir kaide yoktur. Bence mutlu ama unutulmaz son yazabilmektedir iş. Efsun ve Yamaç’a oradan bir mutlu son, beraber lütfen. Kızlarıyla. Olamaz mı olabilir.

Son demde Yamaç’ın Efsun’un hamile olduğunu öğrendiği sahne pek çok açıdan önemliydi. Birincisi Yamaç sevdiği kadından olan çocuğu onca imkansızlığa rağmen çok istedi. İki Efsun “eğer istemez…” diye başladığı cümle ağzına tıkılsa da eminim “eğer istemezsen sorumluluk almak zorunda değilsin” diyecekti ki daha biraz önce onu sevdiğini itiraf etmiş bir adama bile seçenek sunabilen gücü ortadaydı. Üç Yamaç baştan beri Efsun’u sakladı. Ailesinden, herkesten. Sanırım Efyamcılardan birinin benzetmesiydi. İstiridyenin içindeki inci gibi sakladı. Şimdi iki incisi var. Ama bu inciler herkesten daha fazla tehlikede. Cuma Ali  duracak ama Çağatay, Cengiz, Sultan diye uzar gider liste. Bir de umarım töre dizisine dönüp saçma sapan düşmanın kızı ve çocuğunu istemeyiz, biz ötekini isteriz diye bir saçmalık izlemeyiz ve Yamaç da o topa girmez. Çünkü Yamaç’ın ruhuna aykırı bu durum.

Pazartesi ola hayrola…

                                                                                                      UmayMasal


                                                                                                                  

29 Ekim 2020 Perşembe

EFSUN'UN YAMAÇ'I

“Ben gönlümün ayak bağını 
Senin kapına astımda geldim 
Ben gönlümün gözyaşlarını 
Senin yollarına döktüm de geldim 
Ben gönlümün ateşini 
Senin gözlerinden aldım da geldim 
Ben seni geceyle gündüzün arasında sevdim yar 
Kaybolan yılların, doğanın o acımasız kanununda sevdim ben seni
Kahretsin işte öyle sevdim öyle yandım ben sana yar 
Bilsen ki sana olan sevgiyi anlatacak bir başka kelime bulsam 
Bıkmadan usanmadan yılmadan 
Namerdim ki onu söyler onu yazardım yar 
Kahretsin ben seni gece ile gündüzün arasında sevdim yar 
Bedenimi almaya gelen Azrail'in pençesinde sevdim ben seni
Kahretsin işte öyle sevdim öyle…” 

Bebe… Küçük, ufaklık, minik… Yamaç ve Çukur arasındaki ilişki. Yamaç Çukur’un Bebesi. Aslında sebeb-i taktim Efsun’un Yamaç’ı ama yine de Efsunsuz Yamaç’a bakmadan nasıl anlayalım Efsun’lu Yamaç’ı? Çukur tam da adının karşılığını veren bir mekân. Sadece kendisini var eden, kendinden başkasını düşünmeyen çoğu zaman da başlı başına düşünme eyleminden uzağa düşen. Hangi noktada, hangi sebeple en başta Yamaç’ın bu mekân ve onun çekirdeğinde duran Koçovalılar ile arasına mesafe koyduğunu bilmiyorum. Ama başlı başına kendi acımasızlığını epik bir intikam öyküsüne dönüştüren ailesi nereden bakarsan bak özgür ruh Yamaç açısından kaçılacak en güçlü sebep gibi görünüyor. Çukur içindeyken okuması zorlaşan bir yapı. Yamaç belki de bundan onun içinde kaybolmaktansa ona sırtını dönmüştü en başta. Daha özgür olmak, düşünebilmek, sevebilmek adına ve belki en çok da gerçekten sevilebilmek adına. Bilmiyorum. Şimdi durduğu noktadan baktığımda korumak için ölümü göze aldığı Çukur’un Yamaç’ın benzersiz ruhunu nasıl öğüttüğünü net olarak görüyorum. Sevmek ve sevilmek aksında insanlara değer veren Yamaç’ın bizzat Çukur ve ailesi tarafından sorgusuz sualsiz kapı önüne konmasından, yine işlerine geldiği anda affetmeye kalkmalarından hatta yine Yamaç’ın bunu sorgusuz sualsiz kabul edecek olmasından belli Yamaç’ın ruhunu kaybettiği. Yamaç sevgisiz. Ailesi Yamaç’ı sevmiyor. Çukur’u Yamaç’ı sevmiyor. Çünkü Çukur da Koçovalılar da sadece kendilerini seviyor. Öyle benciller ki birbirlerini, sevgileri kolayca hiçe sayıyorlar. İçlerindeki aile kavramını sevgi diye yutturdukları iktidar hırsı soslu şiddet güzellemelerinden besliyorlar. Mesela bir babaanne kendi hırsı için torununu katil yapabiliyor. Mesela bir ağabey kardeşini takır takır vurabiliyor. Mesela bir adamın soyu tamamen katledilebiliyor. Bunların hepsi de aile için yapılıyor. “Sana reddedemeyeceğin bir teklif yapıyorum.” En tuhafı da kendileri babamın intikamı, amcamın mirası diye diye adam harcayan canım Koçovalı ailesinin kendi narsistliklerinin farkında olmaksızın, başkaları kendilerinden intikam alacak olduğunda takındıkları tavır. Komik bile olmayan ironi. Neyse. Koçovalılarla yaşaya yaşaya onların narsistliklerinden nasiplenen ve kendisini Çukur’a ait gören Yamaç’a dönelim. Bu sezon kovulduktan sonra tek derdi Çukur’u korumak adına kendisini ispatlama olan Yamaç Koçovalı giydiği takım elbise ile Rocker Yamaç’a dair her şeyi en çok da onun ruhunun ayrılmaz parçası özgüveni yitirmiş görünüyor. Ağabeyi tarafından vurulan, annesi tarafından kovulan, Efsun tarafından ihanete uğradığını sanan, umudu olduğunu düşünerek kendisini o sevgisizlikte avutmaya çalıştığı öldürdüğü babasıyla tek bağı saydığı bebeği kaybettiğini düşünen Yamaç, bu hafta anladık ki sadece nefes alıyor. Aslında yaşamaktan vazgeçti. Peki Yamaç’a göre Çukur’dan atılmasıyla başlayan bu sadece nefes aldıran ruh istilası ne zaman başladı? Farkında olmasa da çok önceden. O mahalleye adım attığından beri Yamaç ruhunu yitiriyor. Delilikle buna direnmeye çalışıyor bazen ama olmuyor. Kayıpları arttıkça parçalar bırakıyor geçtiği yerde. Peki Efsun… Efsun’un Yamaç’ı.. Yamaç, onun gibisini görmediği için tanımlanması güç biri Efsun. Yamaç’ın kafasındaki kadın imajlarıyla asla örtüşmüyor çünkü. Annesi gibi buyurgan değil Efsun. Oysa en az annesi kadar güçlü hatta daha güçlü. Sena gibi değil Efsun. Giderim dediğinde git diyebiliyor. Peşinden koşmuyor Efsun, açıklama yapmıyor, Yamaç dur dediğinde durmuyor, konuşma dediğinde susmuyor, konuş dediğinde konuşmuyor. Efsun Yamaç’ a direniyor. Oysa Yamaç direnç gösteren kadınlara alışık değil. Peşinden gelmeyen, tenezzül etmeyen kadınlara da alışık değil. Külçe külçe altını olan, kadın olmaktan korkmayan kadınlara da alışık değil. En çok da her düştüğünde onu kaldıran kadınlara alışık değil. Aslında Yamaç başlı başına Efsun’un taşıdığı ruha alışık değil. Çünkü Efsun mağrur. Efsun’un Yamaç’ı da işte tam bu yüzden çekingen, güvensiz. Sorduğu hesaplar nedeniyle mahcup, ailesinin değersizleştirdiği varlığıyla Efsun karşısında ezik. Efsun’un hayatına her dokunduğunda ona bahşettiği yaşam öpücüğünden habersiz, bir o kadar da Efsun’un hamlelerinde kendi etkisine inanmaktan aciz. Nasıl aciz olmasın ki? Annesi ve ailesi tarafından istenmeyen birini Efsun gibi biri neden sevsin. Koçovalılar ve Çukur tarafından otoritesi sarsılan, ki üçüncü sezon Çukur’un babası Yamaç vardı, hiçe sayılan Yamaç’ı Erdenetler gibi gücü dillere destan bir aileye Efsun neden tercih etsin ki? Yamaç da bilmiyor mu babasının gücü için annesinin babasından gelen her şeyi kabul ettiğini? Yamaç da bilmiyor mu Çukur’da sevginin güçle el değiştirdiğini? Efsun Kent, değeri altınla ölçülen kadın, Erdenetlerin en zekisi, Yamaç’ın tek çekindiği düşmanı Çağatay Erdenet’in hayranlığından kapısında yattığı kadın neden gücü, kimliği olmayan Yamaç’ı sevsin ki? Neden onu korusun, neden onun için birini öldürsün? Yamaç kim ki? Efsun’daki değerinden bihaber Yamaç karşılıksız sevginin ne olduğunu bilmiyor. Hiç bilmedi. Çukur da ailesi de ondan hep bekledi. Daha çok istedi. Yamaç kendinden verdi karşılığında saygı aldı. Yamaç kendinden verdi karşılığında babalık aldı. Yamaç hata yapmak zorunda kaldı Çukur verdiği her şeyi geri aldı. Şimdi hangi noktadayız? Bu hafta Yamaç Efsun’un tam olarak onu korumak için babaannesini ve iki kişiyi daha öldürdüğünü öğrendi. Senaristimiz Efsun’u Yamaç’tan saklayacak bilmiyorum ama artık yavaş yavaş bazı gerçeklerin su yüzüne çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yamaç’ın Efsun konusunda yaşaması gereken bir aydınlanma olduğu aşikâr. Defalarca Yamaç’ı ipten alan Efsun’un hakkı teslim edilmeli. Hatta Yamaç Efsun’un beklediği bebekten önce bunları öğrenmeli ki hayatında bu kadını konumlandırdığı yeri somutlasın. Koçovalıların sıradaki hedefi haline geleceği ön izleme ile seyirciye aktarılan Efsun’un Koçovalılar, Erdenetler ve Yamaç üçgeninin tam ortasında duracağı da belli. Soru Yamaç’ın bebeğini taşıyan, Kent ailesinin tek mirasçısı, değeri külçe altınla ölçülen, Çağatay Erdenet’in zaafı, Yamaç Koçovalı’nın biricik aşkı Efsun kim? Masal perisinden hallice, şifası ellerinde saklı, bakışlarıyla adamı lal eden, karizması dillere destan, anlatıcıların şahı Şehrazad’ın mirasçısı Efsun kim? Bence seyirci de Çukur tayfa da Efsun kim biliyor. Soru Yamaç’a. Sahi Yamaç senin için Efsun kim?
                                                                                                                    UmayMasal 

                                                                                                       


17 Ekim 2020 Cumartesi

Efsun KENT: QUEEN OF ÇUKUR

“Kötülük sıradanlaşır mı?” “Sıradanlaşmasın, bu en kötüsü.” “Kötülük yok olsun o zaman” “Olmaz. İyinin kadri için kötü var olmaya devam eder.” “E , o zaman?” “Ne demek o zaman? Kötülük devam eder ama asla sıradanlaşmaz. Sıradanlaşmamalı. Çünkü en beteri o.” “Ne yapmalı?” “Asla sıradanlaşmamalı, özgün kalınmalı.” Hikâye akar yolunu bulur. Bazen o hikâyeden çıkan karakter bağımsızlığını ilan eder. Yazar ise o bağımsızlığa saygı duyar veya o bağımsızlığı boğar. Yani iki seçeneği vardır. Kalemine güvenen yazar korkmaz. Teslim olur ve bırakır konuşsun karakteri. Güvenemeyen ise yenilir egosuna ve kaçırır piyango hesabı omzuna konan o şansı. Efsun Kent tam olarak böyle bir karakter. Yaratıcısı tarafından ayrıntılarıyla ilmek ilmek kurulan bir karakter Efsun. Özgün, kırılgan, güçlü, zeki, güzel… Geçen yazıda aşk üzerinden Efsun Kent’in durduğu yeri anlatmaya çalışmıştık. Bu kez sadece Efsun’a yazmak istedik çünkü güçlü kadın çizgisinin kurulan hikâye atmosferinde nerede durduğu tartışmasının açıldığı yerde hikâyesizlerin yarattığı ukalalığa karşılık olsun dedik. Efsun Kent: Queen of Çukur. Aylardır yazarının paralel merakı üzerine kafa yoran ve belki çokça da haklı olan analizci izleyenlere selam olmakla beraber ben Efsun’u “Çukur” evreninde önceki hiçbir kadın karaktere benzetemiyorum. Sebep? Efsun güçlü bir kadın. Baykal Kent’in prenses kızı Efsun. En azından başta öyleydi. Adım adım kraliçeye dönüşmeden hemen önce ailesinin adının etrafında çevirdiği kalenin içinde babaannesinin anlattığı masallarla büyüyordu. Babaannesinin kötücül hikayelerinin gerçeğiyle karşılaştığı noktada başladı Efsun’un dönüşümü. Efsun Yamaç Koçovalı acaba doğru mu söylüyor dediği anda , babaannesinin, ailesi dediği tek kişinin, onu yalanlarla dolu bir kozaya soktuğunu anladı. Sonra… Hiçbir kraliçenin elleri temiz değildir. Çünkü onlar korumak istedikleri için ellerini ateşe sokmaktan çekinmezler. Peki bu kadar mı? Hayır. Efsun Kent korkusuzca ateşe yürüyebiliyor ama aynı zamanda son derece de merhametli. Teknik olarak rakibesi olan (!) kadının çocuğunu korumaya çalışacak kadar merhametli. Mağrur. Asla içindeki kırık dökük kız çocuğunun fark edilmesine izin vermiyor. Kendisine acınmasına, merhamet beslenmesine yanaşmıyor. Efsun yalnız. Çok yalnız bir kadın. Buna rağmen hep dimdik. Çukur’u arkasından çekiliverince hayata dair tüm güven duygusunu yitirip aynada “Onlar beni sevmiyorsa kimse sevemez zaten” kafasına gelen Yamaç Efsun’dan daha güçlü değil. İntikamı uğruna doğru olandan vazgeçmeyen, yaptığının bedelini ödeyen, daha fazlasına sebep olmam diyen Efsun Kent; intikamdan vazgeçmiş insanlar yoluna giderken o ailenin kökünü kazıyan Koçovalı Familyasından da güçlü. Hangi noktada durduğuna asla karar veremeyen, kadınları yok sayan, anne olmayı sadece evlatlarının veya çocuğunun babası üstünde hüküm kurma sayan, bir sürü insanın hayatından alıp götürdükleri yokmuşçasına kendi kendilerine tanrıcılık oynayan Çukur’un tamamından daha gerçek ve daha büyük Efsun. Acı çekiyorum ben diye sağa sola saldıranlardan, sevgi dilenmekten iflahı kesilenlerden de güçlü Efsun. Bir suç dramasında kendi alanını yaratan ve bunu sadece beş dakikalık sürelerle yapan bir kadın Efsun. Burada parantez , Damla Sönmez oyunculuğu ile öyle bir var ediyor ki Efsun Kent’i asla etkisinden çıkamıyorsunuz. Kanal değiştiremiyor, sahnelerinin tekrarına bakmadan geçemiyorsunuz. Gözlerinden , mimiklerine kadar acıdan korkuya, sevgiden vazgeçişe tüm ruhuyla Efsun’a hayat veriyor. Parantezi kapat. Şimdi bebek bekleyen ve bu sezonun algısı kapalı Yamaç’ının bıraktığı bıçak yaralarının kanamasını durdurma çabasındaki Efsun’un hikayesinin nereye konumlanacağını bekliyoruz. Aşkı ama hedef kitlesinin korkusundan ama dengelemek zorunda kaldığı başka hesaplardan geri plana çeken senaristimiz ısrarla Yamaç’ı Efsun’dan ve onun geçen sezondan beri yaptıklarından uzak tutuyor. Hatta bu sezon kendi ailesini bile isteye yok etmek isteyenlerle aynı kefeye konmak istenir gibi gözükse de o kemik izleyici yemiyor. Efsun > Çukur derken bunu kastediyordum. Efsun çok özel bir karakter. Yazanı bundan sonra ne yapacak bilmiyorum. Harcayacak mı bu kadar özenle yazılmış, kendi özgürlüğünü, özgünlüğünü bulmuş dişiliğini asla unutmayan karakteri? Harcayamaz, harcamak istemez diyemiyorum çünkü bu kadar erkek egemen bir dizide bu denli güçlü bir kadın normal aksında yazılmaya devam etse güç dengesiyle oynar ki oynadı. Gönül ister ki yazanı bu kadını aşkla ve güçle o tahta oturtsun. Oturtmazsa da ne yapalım, bizim gönül tahtımızda dursun. UmayMasal

26 Eylül 2020 Cumartesi

YANGIN MAVİSİ AŞK- EFYAM

-Kalmak istiyorum, gitmek zorundayım. -Git o zaman! -Gerçekten mi? Gerçekten umurunda değil öyle mi? -Cevap ver! (Bağırır) -Bağırma bana! (O da bağırır) -Bağırmıyorum! (Bağırmaya devam eder.) Aşkta asaleti önemseyen bloğumuzun yeni misafiri EfYam kod adlı Efsun ve Yamaç. Adamlar kaçıncı sezona girdi yeni mi aklınıza geldi Çukur yazmak diyecek sevgili okura notumuzdur: Çukur’u değil EfYam’ı yazma çabasıdır okuduğunuz. Yoksa Çukur meraklısı için kendine özgü evreninde yol almaya devam etsin biz iki haftada bir, 10 dakikalık süreye sığıştırılan hikâye içre hikâyeye dönüşmüş aşk masalının peşindeyiz. Bizim bakış açımızda bir aşk hikayesinin en önemli dinamiğidir kadın. Durduğu yerle, bakış açısıyla, aşkına sahip çıkışıyla mağrur, âşık olduğu adama boyun eğmeyen tavrıyla güçlü kadın severiz. Büyülü kadın severiz. Biz Efsun’lu , masal dünyasından fırlamış kadın karakterleri ise daha da çok severiz. Öyle ki oynayanı da Damla Sönmez gibi bir bakışına onlarca mana sığdıran biri olunca o kadının hikayesini kovalamaya bile başlarız. Efsun, hoş geldin bloğumuza.
Mevzu aşksa kuşkusuz sadece kadın değildir bir hikâyeyi aşk yapan. Ne demişler kadın sevdayı yüreğe koyan, erkek bu sevdayı sırtlayan. Aşkı sırtlamak halden hale geçmeyi göze almak. Haddeden geçmeye razı olmak. İncelmek, incelirken kopmamak için dayanmak. Acıyla yoğrulmak. Şimdi geriye dönerek bakalım hikâyenin başkahramanı Yamaç’a. Çukur’u babasından miras alan, sonra o Çukur’dan aforoz edilen Yamaç. Her şeyi olmasından korktuğu Çukur’un şimdi hiçbir şeyi olmasından çekinen Yamaç. Herkesi korumaya çalışan, savaşan, zeki ve kendinden emin Yamaç. Giderek büyüyen ve genişleyen düşman profilinde kendisi de büyüyen ama baştan beri saf sevgiye toslayan Yamaç. Hatalarında vazgeçilen tarafta olmaya alışkın artık bu konudaki yaralarını dağlamaya da kendince gönüllü Yamaç. Neyse Çukur’la ilişkisi ona kalsın biz aşkın karşısındaki Yamaç’a bakalım. Sena vardı önce. Sena’ya âşık oldu mu ki Yamaç? Sevilmenin ve karşılığınca sevmenin huzurunda mıydı yoksa? Mesela Yamaç Sena’nın kendisinden vazgeçmesinden korktu mu ki? Sena’nın karşısında ona hiç yetemediğini hissetti mi acaba? Sena onun için hiç merak unsuru oldu mu? Bu soruların cevabı bence yok. Ama sevdi mi Sena’yı? Sevdi. En saf yerinden görerek sevdi Sena’yı. Kimsesizliğinden tanıyarak sevdi. Yaralarından sevdi. Bu tartışmaya açık bile değil. Belki yaşasa Sena’yı hep severdi. Ama Sena öldü. Deniz kızıydı. Suyun içinde sonsuz oldu. Yamaç için yaşadığı kayıplardan sonra kendi anılarından, zihninden, bilhassa kendinden kaçmaktı delilik. Delilik içinde salınırken karşısına çıktı Nehir. Kimlik ve kişilik anlamında benim için bir şey ifade etmiyor Nehir. Zira ona bakınca, delilik denen kaçma halinde kendisine güvenli alan yaratmaya çalışan ama bunu yaparken etrafına karşı kullanan , manipüle etme çabasının en sakil halini görüyorum. Zaten Yamaç kendi Yamaç’lığını kaybettiği bir zaman dilimi olmasa onun manipülasyonuna takılmayacaktı asla. Sonrasında kendi özüne dönse de genç adam, o manipülasyonun yarattığı sonuçlardan dönülebilecek noktayı çoktan geçmiş, almak istemediği sorumluluklarla yine geçmişinden kaynaklı sorunsallarla düğümlenmiş buldu kendini. Peki ya Efsun?
Yamaç Efsun’u ilk bir fotoğrafta gördü. Düşmanı olan Efsun’u gördü ve sordu: -Kadın kim? Parantez. Horzum Bey sever bu toprakların hikayelerini. Özellikle halk hikayelerini. Mesela karakterini yakar cayır cayır. Kerem gibi yanan esas oğlan imkansızlığın içinde debelendikçe batar o aşkın içine. Ne tesadüf orda da vardır histerik ve kendi boğazına bıçak dayayan bir kara çalı. Neyse. Metaforik bir andır Yamaç’ın Efsun’un resmine derin derin bakan merakı. Aşk merakla başlar çünkü. Çoğu halk hikayesinde ise esas oğlanlar kızların resmine âşık olur öncelikle. Sonra yolları aşıp onları bulmaya çalışırlar. Hatta çoğu zaman o kız ya bir Kayzer kızıdır ya da bir Yahudi zenginin. Kızda aşka karşılık bulur ama illaki aralarında imkânsızlık vardır. Kara çalılar ikisine izin vermez. Bu kimi zaman kıza aşık biridir kimi zaman oğlana sevdalı biri. Aşk ise ikisi arasında yaşanamadıkça büyür. Yanlış anlamalar kaçıp kovalamacaya dönüşür. Acılar çekilir. Esas oğlan en zor sınavlardan geçer. Yolları aşar. Kızı kaçırırlar, o kovalar bulur. Kızı başkası ile evlendirmeye çalışırlar oğlan kızı yeniden bulur. Kız vazgeçer. Bu döngü sonunda kavuşarak, ama mezarda ama hayatta, son bulur. Halk hikayesi terminolojisi kısa özetten sonra dönelim Efsun Yamaç’a. Yamaç, Efsun’la ilk karşılaşmasında yaralandı. Elinde tabanca peşinden koşan Efsun’un ayaklarının dibine yığıldı kaldı. Bunun ilk ve son yığılması olmayacağını kimse tahmin edemezdi. Oysa Yamaç o ayaklara bir defa bir defa daha kendi isteğiyle yığılacaktı. Bir parça şefkat almak umuduyla, huzura ihtiyacıyla hatta aşkla. Bilemezdi. Düşmanı olarak en büyük imkansızlıkla fotoğraftan fırlamış genç kadına baktığında ilk söylediği şey “muhteşem” oldu.
Bizzat kendi babaannesinin açtığı bıçak yarasına şifa olan Efsun Yamaç’ın daha büyük bir sorununa ,uykusuzluğuna da, çare oluverdi. Neden? Uyumak huzurdur. Zihin sadece uyuyarak sağaltılabilir. Efsun bıçakla açılan yaraya şifa olan o büyülü elleriyle Yamaç’ın huzursuzluğunu da sakinleştirdi. Ona bir liman verdi. Yamaç ise o andan sonra dirençli bir yaklaşımla düşmanına yaklaşmaya başladı. Yamaç ısrarla Efsun’u düşman safında görmeye çalışsa da içten içe o safta durmasından duyduğu rahatsızlığı da gördük biz. Efsun ise anlamaya çalışan, aşka direnmeye gayret etse de içindeki duygunun da peşinden gitme cesareti olan tavrıyla yavaş yavaş alanını açtı. Efsun şifacıydı tıpkı bir şaman gibi. Aynı zamanda bir hikayeci. Şehrazad gibi. Acımasız Şehriyar’ı masal anlata anlata kendisine aşık eden Şehrazad gibi. Kuşkusuz Yamaç acımasız değil? Kendisine ve sevdiklerine zarar verilmediği sürece. O noktada Yamaç da acımasız hale gelebilirdi. Geldi. Peki Şehriyar kimdi? Şehriyar şehrin hakimidir. Şehriyar yerin ve göğün bilgeliğine sahiptir. O uzamdır. Yer onundur. Dünya onundur. Gerçek onundur. Şehrazad ise bir varmış bir yokmuş boyutunun bilge kadınıdır. Her dili, her zamanı bilir, yaşar. Onun için zaman , mekân yoktur. Zaman değişir. O bir dil cambazıdır. O şehrin özgür kadınıdır. O zamanın dilini değiştirir. Tıpkı Yamaç için anın dilini değiştirebilen Efsun gibi. Kendi gerçekliğinden kaçma çabasındaki Yamaç için zamanın dilini bir varmış bir yokmuşa çeviren, masallarıyla geleceğe giden ama bunu yaparken geçmişten gelen bir anlatıcı Efsun Kent. Zaten boşuna değil Efsun’un kent oluşu. G. Horzum’un anlatıcısı tam da bu nedenle zamanı büken Efsun zaten. Tam da bu yüzden imkânsız sarmalı etraflarını sararken ikilinin arasında zamana, mekâna sığmayan karşı konulamaz bir duygu gelişmeye başlaması. Yamaç’ın Efsun’un elini tutmasıyla başlayan ama çok önce bir resimden bıçak yarasına ardından karşılıklı çekilmiş tabancalara yol alan ama yine tam o noktada Efsun’un anlatıcı bilgeliğine teslim olan bir aşk. Muhteşemden , olağanüstüye evrilen Efsun- Yamaç aşkı. Birbirlerine karşı duydukları merakla silahların konuştuğu bir dünyada en saf yerinden ama en tutkulu halleri bir arada yaşayan aşk. Ölüm yaşamı merak eder, der Şehrazad. Şehriyar ölümdür, Şehrazad yaşam. Her masalla Şehrazad’a merakı artan Şehriyar. Her masalla Efsun’a savrulan Yamaç. Her yaralandığında Efsun’un şifasında sığınan Yamaç. Önce bıçak, sonra silah, sonra Çukur. Onu kimin iyileştireceğini biliyor Yamaç. Yara nerede olursa olsun. Diğer taraftan Yamaç’tan yansıyan Efsun’a seken bir başka şey var ki o da kıskançlık. Efsun’da doğal kabul halinde olan, hissedilse bile karşı taraf kaşımadığı taktirde asla su yüzüne çıkmayan bir duygu kıskançlık. Efsun aşkına rağmen âşık olduğu adamın huzuru için gidebilme cesaretinde bir kadın. Çünkü o şehrin en özgür kadını. O, zamanlar ötesinde. Efsun bilge. Biliyor. Kendini biliyor, etki alanını biliyor, aşkını biliyor. Anlatmasına, ispatlamasına ihtiyacı yok. O Yamaç’a aşkıyla Yamaç’sız yaşar. Söylendiği gibi ölmez yani. Çünkü o var. Efsun olarak var. Yamaç onun kendine kattığı. Yamaç onun kendinden saydığı. Bu kendini bir adamla var etme çabasıyla, kendi yokluğunu o adamın varlığıyla var etme çabasıyla yan yana dahi konamaz. Kendi varlığını ortaya koyamayandır yok olmaya mahkum olan yoksa özgül ağırlığı bana göre Çukur’un toplamından fazla olan Efsun zamandan zamana atlayarak yaşamaya devam eder. Ha aynı Efsun olmaz ama Efsun’luğundan da bir şey kaybetmez.
Yamaç’a gelince zamanın ötesine geçme deliliğini kontrol edemeyen , Çukur’un zamanına ve algılarına hapis kalmış ruhunda Efsun kocaman bir sonsuzluk. Önceden yaşadığı hiçbir şeyle eş değil Efsun’a hissettiği. Onu merak etmek, onu kıskanmak, onun kendisini seçmeyeceğinden emin olmak Yamaç’ın sorunsallar yumağı. Onun tarafından sevilme isteği, ondan gelecek minicik bir şefkate dair beklentisi ile Yamaç, Efsun’un istediği an istediğini alabilme gücü karşısında şaşkın aslında. Kendisinin etrafında her an onun hayatını kurtarmak için hazır bekleyen Efsun , Yamaç’ın karşısında dururken öyle mağrur ki, Yamaç sevdiği gibi sevilebileceğinden asla emin değil. Girişte yazdığımız diyalog tam da bu. “Kalmak istiyorum, gitmek zorundayım.” Yamaç’ın beklediği cevap belki gitme, belki seni anlıyorum, belki haklısın, belki sadece bu gece kal o zaman… Uzar gider. Ama asla “Git , o zaman” değil. Efsun git diyebilen bir kadın. Defalarca “Git Yamaç” dedi. Yamaç o eve gizli saklı girerken gece yarıları, kendisine git denirken Erdenetlerin ellerini kollarını sallayarak içeri girmesine içerlemesi bundan belki. O şehrin sahibi olma çabasındayken, şehrin efendisi olanların o şehrin en özgür kadınına talip olmasının yarasını unutmayışı bundan. Şimdi ne olacak? G. Horzum aşk hikayelerini güzel kurup sonra canına okumakta başarılı biri. Dilerim kurduğu masalsı anlatıyı Çukur’un karanlığına yollamaz. Çünkü Yamaç’ın dönüşüm yolculuğunda şehrin sahibi olmak gibi bir misyon varsa , yanında duracak kadının da o şehrin en özgür kadını olması gerekir. Yamaç’a zamanın ötesine geçmenin huzurunu veren Efsun’un , yaptığı her şeyle bilinerek, Yamaç’ın tam da yanında durması gerekir. Hatta Yamaç’ın sıkı sıkı tuttuğu elin şifacısı , aşkı Efsun olması gerekir. Çünkü Yamaç ilk kez kendisiyle eş güçte ve kendisinden asla korkmayan bir kadınla karşı karşıya. Denge. Ölüm yaşama, yaşam ölüme aşıktır. Çünkü biri olmadan diğeri anlamsızlaşır. Yamaç şehri istiyor. Şehir zaten Efsun Kent’in ta kendisi. Efsun Kent o şehrin en özgür kadını. Hamiş: Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi iki saat izlerim. Hiç itirazsız. İki haftada bir on dakika yetmiyor. Umarım ikisi sadece ikisine odaklanan bir filmde oynarlar. İnanılmaz bir paslaşmaları var. Yetkililere duyrulur. /UmayMasal

4 Temmuz 2020 Cumartesi

YALNIZ KARTAL BMY

Kartallar Yüksek Uçar
Bu Yüzden Yalnızdır Bütün Şampiyonlar

Yıllardır o veya bu şekilde tv dünyasının vazgeçilmezlerinden olan bir yarışma Survivor. Bazılarımızın sürekli izlediği bazılarımızın izlemeyi tercih etmediği bazılarımızın ise yarım yamalak paylaşımlar yüzünden maruz kaldığı bir yarışma. Hoş sabit kuralları olmayan keyfe keder değişiklikler yapılarak patron kimi isterse ona doğru evrilen yapıya “yarışma” demek ne kadar mantıklı tartışılır da oraları geçiyoruz artık. Gelelim canım arkadaşlarım @suracadunya ve @elizadacy4 ‘nin bana blogları @masalistan7 ‘yi açma sebeplerine. Ben de pek çok kişi gibi corona virüs sebebiyle işleri sekteye uğrayan bu nedenle evde geçirdiği vakit artan biriyim. Mecburen bu vakit artıkça da ekran ile de yaşadığı süre artan biriyim. Mecburiyetler ve beraberinde gelen sıkıntının insanı neler izlemek zorunda bıraktığını da bu süreçte deneyimledim. Hayat işte. Ben şu başta bahsettiğim maruz kalanlardandım Survivor ile ilgili olarak. Tamamen bilgisiz olmasam da oturup başına izleyen , birilerini destekleyen biri de hiç olmadım. Sadece sosyal medyadan yok Adem şampiyon olmuş, Ogeday finale çıkmış, Atakan diye biri varmış , aaa Hakan gene kime ne algı yapmış diye paylaşımları görür gülerdim. Hakikaten ama, gülerdim. Ama diyorum ya mecburiyetler insanı nerelere sürüklüyor. Bu sene nisan başında başlayan mecburi ev mesaileri ardından gelişen sıkıntılar benim için “Of bi bakayım belki kafam dağılır” diye başladığım ama kafam dağılsın şöyle dursun kafamı meşgul eden , yapılan saçmalıklarla sinirimi zıplatan, bu kadar da olmaz dediğim bir başka süreci başlattı. Bunun sebebi de sensin Barış Murat Yağcı. Ah be çocuk ne işler açtın başımıza.
Ben izlemeye başladığımda takım değiştirmiş hakkında sürekli konuşulan ama asla konuşmayan bir yarışmacıydı bu adam. Çıkıyor sayısını alıyor , hatta ben hazır hissediyorum  diyip sorumluluk almaya çalıştığında  takımından fırça filan yiyordu. Üstelik kendisine kötü davranan kimseyi konseyde yazmıyor sürekli performans odaklı bakıyorum diyerek zayıf halkaları potaya sokuyordu. Çünkü arkadaş sms 1.siydi. Anlamsızca hem karşı takım hem de kendi takımında dışlanıyordu. Anlamsızdı. Çünkü adam iyiydi. Yeri geliyor takımını sırtlıyordu. Merak ettim. Neden böyle davranılıyor diye.  Sonra işsizlik işte geriye dönük baktım bölümlere. Şaşkınlığım daha da arttı. Çünkü anladım. Adamın neden yüksek oranda mobinge maruz kaldığını anlayınca ağzım daha da açık kaldı. Barış baştan beri o kadar sağlam bir performansa sahipmiş ki ünlüler takımında öne çıkıp bir de sms 1.si olmaya başlayınca çocuk afaroz edilmiş. Bizzat baş manipülatör , ünlülerin akil insanı Mert tarafından başlatılan kampanya ile hem de. Toplantılar mı yapılmamış, arkasından mı konuşulmamış. Sebep: Yok. Sonradan yok bizle şarkı söylemiyordu, yok  dedikodumuza katılmıyordu dediler. Yersen. Bir de çocuğu her hafta gönderme telaşı başlamış. Allahtan beceremişler. Çünkü onların kör algı oyunlarına rağmen sanırım ekran karşısındaki izleyiciler de benim gibi “ne yapıyor bunlar ya” diyip Barış’ın etrafında bir koruma duvarı örmüş. Sonra konseyde o saçma sapan suratları izlemiş. Burası eğlenceli ama. Öyle ya adamda performans desen var nezaket desen var kimsenin hakkıyla oynama derdi yok. Sen kimi elemeye çalışıyorsun. Neyse takım değiştiren Barış bu sefer de ünlü olduğu söylenen ama yarısını tanımadığım kalan yarısını da nereden tanıdığımı bilmediğim tayfadan ünlü olmaya gelen tayfanın oluşturduğu  gönüllülerin gazabına uğruyordu. Dondurma diye başlayan sosa dönüşen , kimin ne dediği belli olmayan bir sorgu sual olayında hırsız damgası da yiyordu. Bir süre sonra yarışmanın başından beri genç bir kıza askıntı olan ama karşılık almayınca işi yakışıksız boyutlara getirmekten vazgeçmeyen , nedense yarışmanın düzenleyicileri tarafından da pamuklara sarılan arkadaşa gösterilen ilginin onda birine sahip olamadığı için her suç üzerine yapışıp kalan Barış yine de susuyordu. Sherlock sesçilerimiz bu noktada asla işin gerçeğini ortaya koymadı ama.   Mağdura oynuyor dedikleri adamın asıl bunları kanırtarak neler yapabileceğini ısrarla anlayamayan kafalar akıllarınca algı yaparken bu adam kendisini sorgulamaya devam ediyordu. Sakatlandığında yanına bile gitmeyen sözde iyi kalpli takım arkadaşları onun arkasından konuşurken o hala performans odaklı davranmaya devam ediyor, ya bunlar nasıl insan , nasıl takım arkadaşı diye tek cümle kurmuyor, sadece takımla ilgili haksızlıklarda diğer manipülatör şirin baba ile tartışıyordu. Dik durmaya , doğrusundan şaşmamaya, sessiz direnişine devam ediyordu. Yine de performansı düşmüyordu tabi. Sonra nihayet istenen oldu ve Barış sakatlandı. 2.02lik adamı fare deliğine sokmaya çalışırsan bu beklendiktir ve bana göre bile bile ladestir. Muhtemelen bacaklarındaki yaralar nedeniyle kendisini korumak için çıkartmadığı taytı bile sosyal medya konusu olmaya devam ediyordu ama . Bu arada karşı takımda favoriler birer birer elenirken adı saçma sapan ergenlikler dışında gündeme gelemeyen biri sakatlık davasına yatıp yatıp sonrasında ne hikmetse en başarılı olduğu parkurlar arka arkaya gelerek istatistik kasmaya başlıyordu. Garip, şampiyonluğun tek adayına bir veya birkaç rakip mi üretiliyordu? Aşk hikayesi tutmadı buradan mı yürüyelim denmişti? Kafamda deli sorular...  Omzundaki ciddi sakatlığın tekrarlamasını, mobingin devamını , dışarıda yorumcu denen ama neyi yorumladıkları belli olmayan , hatta ilk defa izlediğim için ne olduklarını, hangi kafalarda olduklarını çok da anlayamadığım üç cümlede bir instagram hesabını tanıtan insanların sözde zeka fışkıran sözlerini anlatmıyorum bile burada. Hatta yarışmada mobingin dibini sıyıran ama taca çıkan eski yarışmacıların “Benim Barış’la bir sorunum yoktu” ifadelerini de geçiyorum. İçeride ciddiye almadım dışarıda neden alayım değil mi? Çünkü cidden algı yapalım derken öyle saçmalıyorlar ki , şu ara işsizlikten kafayı da sıyırsam kadın programı izlemeyi tercih ederim dediğim noktaya getirdiler. Tamam zaman zaman ben de bu toplumun algısıyla ilgili ciddi kaygılar taşıyorum ama bu kadar da değil ya hu. Bizim insanımız bu kadar vicdanını kaybetmiş değil. Sizin kadar değil yani. Bu kadarını emin olun tarafgir ve işine geleni işine geldiği gibi anlayan fanlar dışında kimse yemiyor emin olun.  Onlar da yemiyor da işte yemiş gibi yapıyor.  Neyse geldiğimiz noktada Barış Murat Yağcı aynı yarışmada kendisinden sonra en çok mağdur edilen kadın yarışmacı, Nisa’nın gidişine ve bence daha çok gidiş şekline içerlediği için sakatlığı tam olarak geçmese de vites yükseltmeye başlayıp performansını arttırdı. Son hafta istatistiği güya en başarılı arkadaşla aynı olduğu halde o meşhur şer masaları bunu görmezden gelirken seyirci emin olun pis bir gülümseme ile izliyor olanları. Sıradan bir işi olan, sıradan bir insan olan ben biraz izleme ile yaptıkları algıları, oyunları, saçmalıkları görebiliyorsam eminim başından beri izleyenlerin de en kötü yarısı da benim gibi görüyordur olayları. Bazılarını parlatmak için harcananları, hesapları kitapları anlıyordur. Arkadaşım, biz kim kimi yiyecek ormanı olan bir ülkede yaşıyoruz. Yer miyiz? Yedirir miyiz? Son dönemeçte kim son ikiye kalır kim şampiyon olur bilemem. Ha prestijini gömmeyi göze alıp açık ara şampiyon olan 2.02lik uçan kaplumbağa , benim için yalnız kartal Barış’ı yemeye cesaret ederler mi? Bilemem. Ama her duygusu bana geçen, iyi niyetinden asla kuşku duymadığım, önceden yaptığı işlere, kampanyalara bakıp , hah işte düzgün insan dediğim  bu adamı tanımaktan memnunum. Oradan hakettiği gibi şampiyon olarak çıkarsa da hakkı yenip  algılara kurban edilmeye çalışılırsa da 2.02lik dev çocuk benim kalbimi kazanmıştır.  Tabi sevenleri asla onu yalnız bırakmasın sonuna kadar asılsın ve Şampiyon Barış diye yazdırmak için uğraşsın o ayrı.  Son dönemeç artık. Bizim desteğimiz zaten onunla merak da etmesinler.  Diğer taraftan yine sosyal medya sağolsun Allstar diyerek ciddi anlamda para kırılan yapıda da eminin bu seneden iki aday olarak yer alması istenecek Nisa ve Barış ‘a da diyeceğim, sakın sakın. Çok parladınız arkadaşlar , parlamak takipçi sayısı değil çünkü. Siz evlerde  birilerinin kızı, oğlu gibi oldunuz. Asıl olay odur. Karakter koymaktır olay. İkiniz bunu yapabilme cesareti gösterdiniz. Sanırım Nisa’nın lafıydı. Survivor karakter oluşturmaz, karakteri ortaya çıkarır gibi bir şey. Evet. Kim ne algı yaparsa yapsın, yetenek ve karakter baki.
Son olarak hikayesini bize anlatan Barış Murat Yağcı’nın tam bir şampiyon ruhu taşıdığını hatta orada bunu taşıyan tek kişi olduğunu düşündüğümü de ekleyeyim. Hatalar mı? Hatasız insan yok, meziyet o hatada kendini eleştirme cesaretin olsun. Cesaret nedir? Esarete baş kaldırandır. Hatasız olan değil. Hatasının esaretine kapılmayandır. Kısaca , benim için son iki belliydi. O noktada kim alsa tamam derdim. Biri gitti. Diğeri artık tek adayım. Çünkü performans değil karakter kazanır. Performans sadece kişiyi tanıtır.  Kartallar da hep yüksekten ve tek uçar. Ama bu taraftaki kartal bir daha bu programı izlemez ve izletmez. Neden? Hak o hak teslim etmek zorundasın.
Tekrar tesekkürler @masalistan7

                                                                                                                           HayalET

 

2 Haziran 2019 Pazar

ArHas- Öykü

Ezgi Gör ve Burak Dakak’ı nasıl bir hikayede görmek isterdiniz sorusuna yanıt arıyorken Arhas fandom ben kendimce bir cevap bırakmak istedim bloga. Masalsı uyumu olan Ezgi ve Burak’ın bir gün, bir yerde yeniden biraraya geleceğini veya getirileceğini umuyorum. Bu biraraya gelmede yine umuyorum ki kendileri üzerine kurulan bir hikayenin tarafı olacaklar. İşte bu taraflık bence nasıl olsa güzel olurdu, onu anlatmaya çalışacağım küçük de olsa bir hikayecikle. Keyifle okumanız dileğiyle Arhas fandom. Bu arada zihninizde canlandırma güçlüğü olmasın diye Hasan ve Artemis isimlerini kullanmayı tercih ettim ama karakterler tamamen dizideki yapının dışındadır. Yani okuyacağınız hikayecik isimler dışında tamamen farklı bir evren. Şimdiden keyifli okumalar: )

                                              TAMAMLANMA
Genç adam babasıyla ettiği kavgadan sonra kendisini sokağa atmıştı. Yine ,yeniden, aynı konuda sayısını hatırlayamadığı kavgalardan biriydi yaşadıkları. Ancak Hasan artık bıkmıştı. Babasına kendisini anlatamamaktan, kendi hayalleriyle babasının planları arasında sıkışmanın verdiği yükten yorulmuştu. Bu yüzden ilk kez kapıyı çarpıp odasına kapanmak yerine gecenin bu saatinde sokak kapısını vurmuş dışarı çıkmıştı. Ne annesinin gözyaşlarını ne de abisinin nasihatlerini dinleyecek haldeydi. Yürüdü Hasan evinin bulunduğu sokağı geride bıraktı önce. Sonra çocukluğunun ev sahibi mahalleyi. Ellerini cebine soktu. Gecenin sonbahar ayazını hesaplamamıştı öfkeyle evden çıkarken. Ceket bile giymemişti. Annesinin dediği gibi ilk elleri ve burnu üşümüştü. Aldırmadı. İçindeki öfkeye tutundu. Yürümeye devam etti. Mahalleden de uzaklaştı. Yürüdü , yürüdü. O kadar kızgındı ki. Amacı yoktu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sadece kafasının içindeki bağırtıdan uzaklaşmaktı derdi. Durdu. Saatine baktığı an anladı iki saattir yürüdüğünü. Ayakları acıyordu. Bir an durdu. Annesi kesin delirmişti. Hayret telefonla aramamıştı. Sonra hatırladı şarja taktığı telefonunu da evde bıraktığını. Önce annesini aramayı düşündü sonra vazgeçti. “Biraz merak etsin. Ölmez ya!” dedi. Elini arka cebine attı. Cüzdanını evde bırakmadığını anlamanın iç huzurunu duydu bir anda. En azından aç kalmayacaktı ya da eve dönmek isterse taksiye filan binebilirdi. Dönmek istiyor muydu? Hayır. Hasan yürüdü. “Yakınlarda bir park olacaktı.”diye düşünüyordu bir taraftan. Okula giderken görmüştü. Üşüyordu. Aldırmadı. En fazla ne olabilirdi? Hasta olurdu, ki bu Hasan’ın umrunda bile değildi. Bugünkü kavgada açılan kaşının umrunda olmaması gibi. Kaşı aklına gelince elini revirdeki hemşirenin attığı dikişe uzattı. Hala çok acıyordu. Gülümsedi. “Peki Cem’in kırılan burnu ne kadar acıyordu?” Kuşkusuz Hasan’dan daha çok acı çekiyordu şu an. Cem’le kavga neden çıkmıştı? Hasan hatırlamıyordu bile. Cem’le ilk kavgaları Buse yüzünden çıkmıştı ama bugünkü olay Buse ile ilgili bile değildi. Aralarındaki kavga Buse ile ilgili olmaktan çıkmış garip bir üstünlük mücadelesine dönüşmüştü. Sonunda parkı gördü Hasan. Adımlarını hızlandırdı. Eylül aynının sonlarındaydı şehir. Parkta insanlar vardı hala. Saat de çok geç olmadığından belki boş bir bank bulmak için bakındı biraz. Sonunda biraz ilerdeki yaşlı çınarın altındaki bankı gördü. Gitti ve oturdu. Oturur oturmaz da ne kadar yorulduğunu fark etti Hasan. Derin bir soluk aldı. Bıkmış ruhunu bırakır gibi bıraktı sonra tuttuğu nefesini.  Geriye doğru yaslandı ve gözlerini kapattı. Derin bir soluk daha aldı.
-Pardon biraz toparlanırsan ben de oturmak istiyorum.
Hasan irkilerek açtı gözlerini. Karşısında kendisine bakan kızıl kıvırcık saçlı kıza baktı:
-Anlamadım, dedi.
Kız omuzlarını kaldırdı ve Hasan’ın bacağını işaret ederek:
-Anlamanı beklemiyorum zaten. Bacaklarını diyorum ,toparlarsan eğer ben de oturabilirim. Küçük ağa gibi yayılmışsın koca banka.
Hasan kızı baştan aşağı süzdü önce. Kendisine tepeden konuşulması hayatta en nefret ettiği şey olmasına rağmen bu kıza bakarken  içinde oluşmasına alışık olduğu o öfkenin zerresini hissetmediğini fark etti. Güldü. Hasan gülünce kız kaşlarını çattı:
-Neden gülüyorsun ya, komik mi söylediğim şey? Allahım ya insanlara insanlık öğretmek ne zor şey.
Hasan kızın öfkesine baktı. Gülümsemesi genişledi. Ama diğer taraftan kızın tabiriyle yayıldığı bankta toparlandı ve kızın da rahatlıkla oturabileceği kadar yer açtı:
-Kusura bakma. Aslında küçük ağalık taslamam pek. Hatta benden küçük ağa mağa da olmaz. Oturabilirsin,dedi.
Kız gözlerini kıstı. Hasan’ın tepkisini ölçüp biçmeye çalıştığı yüzündeki her mimikten belli oluyordu. Hasan işte ilk o an bu incecik kızın yüzündeki kocaman kahverengi gözleri çevreleyen uzun kızıl kirpikleri fark etti. Kız sırt çantasını taktığı tek omzundan indirip hemen yanına oturduğunda bu kez yan gözle ama dikkatle kızı incelemeye başladı. Kızın beline uzanan kızıl kıvırcık saçları vardı. İncecikti. Sanki şiddetli bir rüzgar çıksa uçacak gibi narindi. Beline bağladığı oduncu gömleğini belinden çözüp üstüne giydiğinde:
-Üşüdün mü?, dedi istemsizce Hasan.
Kız sanki başkasına konuşur gibi gözleri karşıda:
-Sonbahar ayazı. Dedem kışın ilk nefesi derdi,dedi.
Hasan bu kez kıza döndü:
-Güzel benzetme kışın ilk nefesi. Ama nefes daha çok hayat için kullanılan bir şey değil mi? Kış bana daha çok...
Kız gülümsedi bu kez. Hasan gülümseme karşısında sustu çünkü yine zihni konuşmaya başlamıştı. Dili ve zihni arasındaki bağ kopmuştu.  Zihni “Oha çok güzel gülümsüyor” derken ağzından çıkacak cümle havada kalmıştı. Kız cümleyi tamamlasın diye Hasan’a bakarken Hasan ne diyeceğini unutmuştu bile. Genç kız bu kez kocaman bir gülümseme fırlattı genç adama:
-Neden sustun?,dedi.
Hasan bir an düşündü. Elbette kendisini şu durumdan kurtaracak çok şey söyleyebilirdi. Ağzı iyi laf yapan, kızların çekici olarak nitelediği biriydi. En kötüsü bunun farkındaydı. Çapkındı. Hatta can yakanlardandı. En kötüsü can yakmayı sevenlerdendi. Ama şimdi , şu an ,burda ait olduğu Hasan kimliğinden yorgunken yeniden o kimliği giymek mi istiyordu? Saniyeler içinde bu soruyu sordu ve cevabını buldu. Kıza döndü:
-Sustum. Çünkü unuttum.
Kız biraz şaşkın:
-Unuttun mu? Cümlenin devamını mı? Niye ki?
Hasan da güldü. Geriye doğru yaslandı yeniden. Ama bu kez fazla yayılmadan. Gözleri karşıda:
-Gülümsedin, ondan.
Kızın kaşları çatıldı:
-O, ne demek öyle?
Hasan gayet vakur:
-Çok güzel gülümsüyorsun. Sen gülümseyince cümle uçtu kafamdan.
Kız hızla ayağa kalktı Hasan’ın cümlesi bitince. Bu kez Hasan şaşkın baktı kıza. Kız çantasını omzuna atarken Hasan da ayağa fırladı:
-Hey hey ne oluyor? Ne dedim ben şimdi?
Kız çattığı kaşlarının altında parlayan kahverengi gözlerinde kızıl bir öfke ile baktı genç adama:
-Bana asılamazsın anladın mı? Bana kimse asılamaz.
Hasan kızın tepkisinden şaşkın baktı o kızıl öfkeye önce. Elini uzatıp kolundan yakalamak istedi dönüp gitmeye hazırlanan kızı. Ancak kızı bileğinden yakaladığı anda genç kız bir anda Hasan’ın bileğini tutan elini yakaldı hızla kıvırdı ve arkasına alıverdi. Hasan beklemediği hamle karşısında şaşkın kalakalırken genç kız adeta tıslayarak:
-Bana sakın dokunma, dedi.
Hasan kurtulmak için hamle yapması gerektiğini bilse de , bu incecik narin kızda ortaya çıkan güce teslim olmak istedi. Hiçbir şey yapmadan sakince konuştu:
-Sadece dürüst olaya çalışıyordum ki emin ol genelde yaptığım bir şey değil. Ne sana iznin dışında dokunmak derdim ne de sana asılmak. Tekrarlıyorum hayatımda senin kadar güzel gülümseyen bir kız görmedim. Bu yüzden unuttum cümlemi ki pek sık başıma gelen bir şey değil.
Kız hala sımsıkı bileğini arkada tutmaya devam ederken Hasan sakince devam etti:
-Bak adını bile bilmiyorum. Hayatımda ilk kez bir kıza samimi olmak istedim ama o da kolumu kırmak istiyor şu an. Lütfen beni bırak çünkü bırakmazsan ben sana hamle yapmak zorunda kalacağım ve inan canını yakmak istemiyorum,dedi.
Kız bir an duraksadıysa da yavaşça bileğindeki baskıyı hafifletti Hasan’ın. Daha sonra da tamamen bıraktı bileği. Hasan’ın bileğini arkaya çevirirken yere fırlattığı çantasını yerden aldı ve hızla Hasan’ın yanından geçip yürümeye başladı. Hasan kızaran bileğine bakıp daha sonra kendisinden koşar adım uzaklaşan kızın ardından baktı.  Bir an zihnindeki o ses “Bırak gitsin” dediyse de ruhunun derinliklerinde bir yerde çatlayan bir merak duygusu zihnini bastırdı ve Hasan kendisini kızıl, kıvırcık saçlı narin ama güçlü kızın arkasından koşarken buldu. Ruhundaki çatlaktan yükselen bir ses bağırıyordu genç kızın ardından:
-Hey güneş saçlı kız, beklesene beni.
Kız  hızlı adımlarla yürürken Hasan’ın seslenmesiyle bir an duraksasa bile dönüp bakmadan devam etti. Hasan tekrar seslendi, bir taraftan da kıza yetişmeye çalışıyordu:
-Hey güneş saçlı neden kaçıyorsun? Korkutmak istemedim seni,dedi.
Bu kez genç kız durdu. Bir an derin derin nefes aldığını hissetti Hasan iyice yaklaştığı kızın. Kız döndüğü an ise hızını alamayan Hasan ister istemez genç kızla burun buruna geldi. Aynı anda da kendisini geriye çekti. Çünkü kızın son birkaç dakikadır gösterdiği hassasiyetlerin farkındaydı. Kız Hasan’ın geriye çekilme hamlesini bir bakışta fark etti. Karşısında sakince kendisine bakan genç adama dikti gözlerini. Hasan bir an duraksadı ama sonra:
-Adım Hasan ve gerçekten sana asılmadım,dedi bir hamlede.
Genç kız tek omzuna taktığı çantayı diğer omzuna da geçirdi yavaşça. Sonra dikkatle Hasan’ın yüzüne baktı. Gözlerini gözlerine dikti ve yine yavaş yavaş sağ elini uzatıp:
-Artemis, dedi.
Hasan uzatılan eli tutsa da şaşkın:
-Artemis? Takma ad filan mı?
Artemis’in kaşları bir an çatılsa da elini sımsıkı kavrayan ele bakıp gülümsedi yeniden:
-Gerçek adım bu. Takma ad değil. Adım Artemis.
Hasan Artemis’in gülümsemesine yine takılsa da bu kez çabuk toparladı kendisini:
-Ay tanrıçası. Vay annen ya da baban oldukça ilginç insanlar olmalı.
Hala elini bırakmayan Hasan’ın samimi şaşkınlığına bakıp yavaşça elini çekti Artemis Hasan’ın avucundan. Hasan ise Artemis’in gülümsemesinin ailesinden bahsedince nasıl solduğunu an be an görmüştü:
-İlginçtirler evet ama ismimi koyan dedem. Dedem arkeologdu. Ben doğduğumda Kybele ve Artemis arasında gidip gelmişler. Sonunda Artemis koymuşlar adımı.
Hasan az önce kalktıkları bankı işaret ederek:
-Bence birileri kapmadan gidip oturmalıyız,dedi.
Artemis tamam anlamında başını salladı. Banka doğru yürümeye başladıklarında Artemis:
-Kusura bakma belki fazla tepki verdim, dedi.
Hasan ellerini cebine sokarak ilerlerken:
-Özür dileme , sonuçta bu ülkede yaşamak zor. Hele kadın olmak daha zor. Çok da iyi niyetli değiliz sonuçta ve sen beni tanımıyorsun.
Artemis Hasan’a baktı:
-Her zaman bu kadar açık sözlü müsün?
Hasan güldü:
-Aslında değilimdir. Genelde son derece hesaplı davranırım. Hele bir kıza senin tabirinle asılacaksam,dedi.
Artemis:
-O zaman bana asılmıyorsun gerçekten?,diye sordu.
Hasan sonunda ulaştıkları banka yeniden oturup ayaklarını öne doğru uzattı ve başını göğe kaldırdı. Artemis de çantasını yere bırakıp yanına oturdu genç adamın. Hasan gökyüzünde görünmeyen yıldızları bulmaya çalışırken Artemis’e cevap verdi:
-Hayır. Sana asılmıyorum. Bu gece kendim gibi olmak istemiyorum çünkü. Normalde evet sana asılırdım belki ama normal olmak istemiyorum bu gece,dedi.
Artemis de tıpkı Hasan gibi gökyüzüne bakarken mırıldandı:
-İncinip incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok... ama seni kimin incitebileceğini seçebilirsin.
Hasan gözlerini Artemis’e dikti yeniden:
-Bunu biliyorum. Ama nereden?
Artemis gülümsedi. Hasan’ın iç sesi yine bağırdı: “Lutfen böyle gülümseme!”
-Film “The Fault in Our Stars” orda esas oğlan esas kıza diyordu sanırım ya da tam tersi,dedi Artemis.
Hasan dikkatini dağıtmamak için Artemis yerine karşıya bakmaya başladı. Ellerini ensesinde kilitledi ve kaykıldı:
-Romantik filmleri sevmem ama bu dediğin filme kız arkadaşımla gitmiştik. Şu ikisi de kanser hastası olan aşıklar di mi?
Artemis gülümsemedi bu kez. Hasan bakmıyordu ama yine de onun ses tonundan sezdi gülümsemediğini:
-Evet , o film. Ama bu cümle bence son derece realist. Hayatta hangi noktada kırılacağımızı seçemeyiz ama bizi kimlerin kırabileceğini seçme şansımız var.
Hasan güldü bu kez:
-Katılmıyorum. Annemizi ve babamızı seçemiyoruz. Ailemizi , akrabalarımızı... Kısaca seçebilme becerimiz varsa bile sadece arkadaş ve sevgililerimizi seçiyoruz. Bunların da bizi kırma becerisi bence diğerleri kadar çok değil.
Artemis döndü. İlk kez Hasan’ın gözlerine bu kadar dikkatle baktı:
-Aptal değilsin, dedi.
Hasan şaşkınlıkla gözlerini açtı ve kahkaha attı. Aynı anda da kaykılarak oturduğu bankta dikleşti:
-Oooo.. Teşekkür ederim. Bana diyorsun ama sen de baya açık sözlüsün,dedi.
Artemis omuz silkti:
-Ama ben senin gibi sadece bu gece için böyle bir tavır benimsemiyorum. Genelde böyleyim ben. Çok da sevilmez bu huyum,dedi.
Hasan Artemis’e gülümsedi:
-İnan hayatımda en çok ihtiyacım olan şey açık sözlülük şu ara,dedi.
Artemis:
-Anlatmak ister misin?,diye sordu.
Hasan karşısındaki kıza baktı. Artemis’in samimi merakındaki saflığı gördü kahverengi gözlerinde ve en az kendisininki kadar acıtıcı bir kaçış.  Artemis ise Hasan’ın siyaha çalan koyu kahve gözlerindeki o garip hüznü gördü. İkisi de hayattaki korkularının cevaplarını değil, cevap kovalamacasındaki yol arkadaşını gördü. Anlatmak , anlamak, yol almak üzerine. Hasan:
-Anlatmak isterim Artemis . Hatta galiba sadece sana anlatabilirim. Ama bir şartla sen de bana anlatacaksın, dedi.
Artemis kızıl kirpikleri kahverengi gözlerini kapattı. Artemis nefes aldı. Derin çok derin bir nefes:
-Peki, zaten birine anlatmazsam cıldırabilirim,dedi.

Ve önce Hasan’ın anlatısı başladı...
                          UmayMasal