26 Eylül 2020 Cumartesi
YANGIN MAVİSİ AŞK- EFYAM
-Kalmak istiyorum, gitmek zorundayım.
-Git o zaman!
-Gerçekten mi? Gerçekten umurunda değil öyle mi?
-Cevap ver! (Bağırır)
-Bağırma bana! (O da bağırır)
-Bağırmıyorum! (Bağırmaya devam eder.)
Aşkta asaleti önemseyen bloğumuzun yeni misafiri EfYam kod adlı Efsun ve Yamaç. Adamlar kaçıncı sezona girdi yeni mi aklınıza geldi Çukur yazmak diyecek sevgili okura notumuzdur: Çukur’u değil EfYam’ı yazma çabasıdır okuduğunuz. Yoksa Çukur meraklısı için kendine özgü evreninde yol almaya devam etsin biz iki haftada bir, 10 dakikalık süreye sığıştırılan hikâye içre hikâyeye dönüşmüş aşk masalının peşindeyiz. Bizim bakış açımızda bir aşk hikayesinin en önemli dinamiğidir kadın. Durduğu yerle, bakış açısıyla, aşkına sahip çıkışıyla mağrur, âşık olduğu adama boyun eğmeyen tavrıyla güçlü kadın severiz. Büyülü kadın severiz. Biz Efsun’lu , masal dünyasından fırlamış kadın karakterleri ise daha da çok severiz. Öyle ki oynayanı da Damla Sönmez gibi bir bakışına onlarca mana sığdıran biri olunca o kadının hikayesini kovalamaya bile başlarız. Efsun, hoş geldin bloğumuza.
Mevzu aşksa kuşkusuz sadece kadın değildir bir hikâyeyi aşk yapan. Ne demişler kadın sevdayı yüreğe koyan, erkek bu sevdayı sırtlayan. Aşkı sırtlamak halden hale geçmeyi göze almak. Haddeden geçmeye razı olmak. İncelmek, incelirken kopmamak için dayanmak. Acıyla yoğrulmak. Şimdi geriye dönerek bakalım hikâyenin başkahramanı Yamaç’a. Çukur’u babasından miras alan, sonra o Çukur’dan aforoz edilen Yamaç. Her şeyi olmasından korktuğu Çukur’un şimdi hiçbir şeyi olmasından çekinen Yamaç. Herkesi korumaya çalışan, savaşan, zeki ve kendinden emin Yamaç. Giderek büyüyen ve genişleyen düşman profilinde kendisi de büyüyen ama baştan beri saf sevgiye toslayan Yamaç. Hatalarında vazgeçilen tarafta olmaya alışkın artık bu konudaki yaralarını dağlamaya da kendince gönüllü Yamaç. Neyse Çukur’la ilişkisi ona kalsın biz aşkın karşısındaki Yamaç’a bakalım. Sena vardı önce. Sena’ya âşık oldu mu ki Yamaç? Sevilmenin ve karşılığınca sevmenin huzurunda mıydı yoksa? Mesela Yamaç Sena’nın kendisinden vazgeçmesinden korktu mu ki? Sena’nın karşısında ona hiç yetemediğini hissetti mi acaba? Sena onun için hiç merak unsuru oldu mu? Bu soruların cevabı bence yok. Ama sevdi mi Sena’yı? Sevdi. En saf yerinden görerek sevdi Sena’yı. Kimsesizliğinden tanıyarak sevdi. Yaralarından sevdi. Bu tartışmaya açık bile değil. Belki yaşasa Sena’yı hep severdi. Ama Sena öldü. Deniz kızıydı. Suyun içinde sonsuz oldu. Yamaç için yaşadığı kayıplardan sonra kendi anılarından, zihninden, bilhassa kendinden kaçmaktı delilik. Delilik içinde salınırken karşısına çıktı Nehir. Kimlik ve kişilik anlamında benim için bir şey ifade etmiyor Nehir. Zira ona bakınca, delilik denen kaçma halinde kendisine güvenli alan yaratmaya çalışan ama bunu yaparken etrafına karşı kullanan , manipüle etme çabasının en sakil halini görüyorum. Zaten Yamaç kendi Yamaç’lığını kaybettiği bir zaman dilimi olmasa onun manipülasyonuna takılmayacaktı asla. Sonrasında kendi özüne dönse de genç adam, o manipülasyonun yarattığı sonuçlardan dönülebilecek noktayı çoktan geçmiş, almak istemediği sorumluluklarla yine geçmişinden kaynaklı sorunsallarla düğümlenmiş buldu kendini. Peki ya Efsun?
Yamaç Efsun’u ilk bir fotoğrafta gördü. Düşmanı olan Efsun’u gördü ve sordu:
-Kadın kim?
Parantez. Horzum Bey sever bu toprakların hikayelerini. Özellikle halk hikayelerini. Mesela karakterini yakar cayır cayır. Kerem gibi yanan esas oğlan imkansızlığın içinde debelendikçe batar o aşkın içine. Ne tesadüf orda da vardır histerik ve kendi boğazına bıçak dayayan bir kara çalı. Neyse. Metaforik bir andır Yamaç’ın Efsun’un resmine derin derin bakan merakı. Aşk merakla başlar çünkü. Çoğu halk hikayesinde ise esas oğlanlar kızların resmine âşık olur öncelikle. Sonra yolları aşıp onları bulmaya çalışırlar. Hatta çoğu zaman o kız ya bir Kayzer kızıdır ya da bir Yahudi zenginin. Kızda aşka karşılık bulur ama illaki aralarında imkânsızlık vardır. Kara çalılar ikisine izin vermez. Bu kimi zaman kıza aşık biridir kimi zaman oğlana sevdalı biri. Aşk ise ikisi arasında yaşanamadıkça büyür. Yanlış anlamalar kaçıp kovalamacaya dönüşür. Acılar çekilir. Esas oğlan en zor sınavlardan geçer. Yolları aşar. Kızı kaçırırlar, o kovalar bulur. Kızı başkası ile evlendirmeye çalışırlar oğlan kızı yeniden bulur. Kız vazgeçer. Bu döngü sonunda kavuşarak, ama mezarda ama hayatta, son bulur. Halk hikayesi terminolojisi kısa özetten sonra dönelim Efsun Yamaç’a. Yamaç, Efsun’la ilk karşılaşmasında yaralandı. Elinde tabanca peşinden koşan Efsun’un ayaklarının dibine yığıldı kaldı. Bunun ilk ve son yığılması olmayacağını kimse tahmin edemezdi. Oysa Yamaç o ayaklara bir defa bir defa daha kendi isteğiyle yığılacaktı. Bir parça şefkat almak umuduyla, huzura ihtiyacıyla hatta aşkla. Bilemezdi. Düşmanı olarak en büyük imkansızlıkla fotoğraftan fırlamış genç kadına baktığında ilk söylediği şey “muhteşem” oldu.
Bizzat kendi babaannesinin açtığı bıçak yarasına şifa olan Efsun Yamaç’ın daha büyük bir sorununa ,uykusuzluğuna da, çare oluverdi. Neden? Uyumak huzurdur. Zihin sadece uyuyarak sağaltılabilir. Efsun bıçakla açılan yaraya şifa olan o büyülü elleriyle Yamaç’ın huzursuzluğunu da sakinleştirdi. Ona bir liman verdi. Yamaç ise o andan sonra dirençli bir yaklaşımla düşmanına yaklaşmaya başladı. Yamaç ısrarla Efsun’u düşman safında görmeye çalışsa da içten içe o safta durmasından duyduğu rahatsızlığı da gördük biz. Efsun ise anlamaya çalışan, aşka direnmeye gayret etse de içindeki duygunun da peşinden gitme cesareti olan tavrıyla yavaş yavaş alanını açtı. Efsun şifacıydı tıpkı bir şaman gibi. Aynı zamanda bir hikayeci. Şehrazad gibi. Acımasız Şehriyar’ı masal anlata anlata kendisine aşık eden Şehrazad gibi. Kuşkusuz Yamaç acımasız değil? Kendisine ve sevdiklerine zarar verilmediği sürece. O noktada Yamaç da acımasız hale gelebilirdi. Geldi. Peki Şehriyar kimdi? Şehriyar şehrin hakimidir. Şehriyar yerin ve göğün bilgeliğine sahiptir. O uzamdır. Yer onundur. Dünya onundur. Gerçek onundur. Şehrazad ise bir varmış bir yokmuş boyutunun bilge kadınıdır. Her dili, her zamanı bilir, yaşar. Onun için zaman , mekân yoktur. Zaman değişir. O bir dil cambazıdır. O şehrin özgür kadınıdır. O zamanın dilini değiştirir. Tıpkı Yamaç için anın dilini değiştirebilen Efsun gibi. Kendi gerçekliğinden kaçma çabasındaki Yamaç için zamanın dilini bir varmış bir yokmuşa çeviren, masallarıyla geleceğe giden ama bunu yaparken geçmişten gelen bir anlatıcı Efsun Kent. Zaten boşuna değil Efsun’un kent oluşu. G. Horzum’un anlatıcısı tam da bu nedenle zamanı büken Efsun zaten. Tam da bu yüzden imkânsız sarmalı etraflarını sararken ikilinin arasında zamana, mekâna sığmayan karşı konulamaz bir duygu gelişmeye başlaması. Yamaç’ın Efsun’un elini tutmasıyla başlayan ama çok önce bir resimden bıçak yarasına ardından karşılıklı çekilmiş tabancalara yol alan ama yine tam o noktada Efsun’un anlatıcı bilgeliğine teslim olan bir aşk. Muhteşemden , olağanüstüye evrilen Efsun- Yamaç aşkı. Birbirlerine karşı duydukları merakla silahların konuştuğu bir dünyada en saf yerinden ama en tutkulu halleri bir arada yaşayan aşk. Ölüm yaşamı merak eder, der Şehrazad. Şehriyar ölümdür, Şehrazad yaşam. Her masalla Şehrazad’a merakı artan Şehriyar. Her masalla Efsun’a savrulan Yamaç. Her yaralandığında Efsun’un şifasında sığınan Yamaç. Önce bıçak, sonra silah, sonra Çukur. Onu kimin iyileştireceğini biliyor Yamaç. Yara nerede olursa olsun. Diğer taraftan Yamaç’tan yansıyan Efsun’a seken bir başka şey var ki o da kıskançlık. Efsun’da doğal kabul halinde olan, hissedilse bile karşı taraf kaşımadığı taktirde asla su yüzüne çıkmayan bir duygu kıskançlık. Efsun aşkına rağmen âşık olduğu adamın huzuru için gidebilme cesaretinde bir kadın. Çünkü o şehrin en özgür kadını. O, zamanlar ötesinde. Efsun bilge. Biliyor. Kendini biliyor, etki alanını biliyor, aşkını biliyor. Anlatmasına, ispatlamasına ihtiyacı yok. O Yamaç’a aşkıyla Yamaç’sız yaşar. Söylendiği gibi ölmez yani. Çünkü o var. Efsun olarak var. Yamaç onun kendine kattığı. Yamaç onun kendinden saydığı. Bu kendini bir adamla var etme çabasıyla, kendi yokluğunu o adamın varlığıyla var etme çabasıyla yan yana dahi konamaz. Kendi varlığını ortaya koyamayandır yok olmaya mahkum olan yoksa özgül ağırlığı bana göre Çukur’un toplamından fazla olan Efsun zamandan zamana atlayarak yaşamaya devam eder. Ha aynı Efsun olmaz ama Efsun’luğundan da bir şey kaybetmez.
Yamaç’a gelince zamanın ötesine geçme deliliğini kontrol edemeyen , Çukur’un zamanına ve algılarına hapis kalmış ruhunda Efsun kocaman bir sonsuzluk. Önceden yaşadığı hiçbir şeyle eş değil Efsun’a hissettiği. Onu merak etmek, onu kıskanmak, onun kendisini seçmeyeceğinden emin olmak Yamaç’ın sorunsallar yumağı. Onun tarafından sevilme isteği, ondan gelecek minicik bir şefkate dair beklentisi ile Yamaç, Efsun’un istediği an istediğini alabilme gücü karşısında şaşkın aslında. Kendisinin etrafında her an onun hayatını kurtarmak için hazır bekleyen Efsun , Yamaç’ın karşısında dururken öyle mağrur ki, Yamaç sevdiği gibi sevilebileceğinden asla emin değil. Girişte yazdığımız diyalog tam da bu. “Kalmak istiyorum, gitmek zorundayım.” Yamaç’ın beklediği cevap belki gitme, belki seni anlıyorum, belki haklısın, belki sadece bu gece kal o zaman… Uzar gider. Ama asla “Git , o zaman” değil. Efsun git diyebilen bir kadın. Defalarca “Git Yamaç” dedi. Yamaç o eve gizli saklı girerken gece yarıları, kendisine git denirken Erdenetlerin ellerini kollarını sallayarak içeri girmesine içerlemesi bundan belki. O şehrin sahibi olma çabasındayken, şehrin efendisi olanların o şehrin en özgür kadınına talip olmasının yarasını unutmayışı bundan. Şimdi ne olacak? G. Horzum aşk hikayelerini güzel kurup sonra canına okumakta başarılı biri. Dilerim kurduğu masalsı anlatıyı Çukur’un karanlığına yollamaz. Çünkü Yamaç’ın dönüşüm yolculuğunda şehrin sahibi olmak gibi bir misyon varsa , yanında duracak kadının da o şehrin en özgür kadını olması gerekir. Yamaç’a zamanın ötesine geçmenin huzurunu veren Efsun’un , yaptığı her şeyle bilinerek, Yamaç’ın tam da yanında durması gerekir. Hatta Yamaç’ın sıkı sıkı tuttuğu elin şifacısı , aşkı Efsun olması gerekir. Çünkü Yamaç ilk kez kendisiyle eş güçte ve kendisinden asla korkmayan bir kadınla karşı karşıya. Denge. Ölüm yaşama, yaşam ölüme aşıktır. Çünkü biri olmadan diğeri anlamsızlaşır. Yamaç şehri istiyor. Şehir zaten Efsun Kent’in ta kendisi. Efsun Kent o şehrin en özgür kadını.
Hamiş: Damla Sönmez ve Aras Bulut İynemli’yi iki saat izlerim. Hiç itirazsız. İki haftada bir on dakika yetmiyor. Umarım ikisi sadece ikisine odaklanan bir filmde oynarlar. İnanılmaz bir paslaşmaları var. Yetkililere duyrulur.
/UmayMasal
Etiketler:
arasbulutiynemli,
aşk,
çukur,
damlasönmez,
Efsun,
EfsunKent,
efyam,
Gökhanhorzum,
Koçovalı,
masal,
mavi,
showtv,
yamaç,
YamaçKoçovalı
4 Temmuz 2020 Cumartesi
YALNIZ KARTAL BMY
Kartallar Yüksek Uçar
Bu Yüzden Yalnızdır Bütün
Şampiyonlar
Yıllardır o veya bu şekilde tv dünyasının vazgeçilmezlerinden olan bir
yarışma Survivor. Bazılarımızın sürekli izlediği bazılarımızın izlemeyi tercih
etmediği bazılarımızın ise yarım yamalak paylaşımlar yüzünden maruz kaldığı bir
yarışma. Hoş sabit kuralları olmayan keyfe keder değişiklikler yapılarak patron
kimi isterse ona doğru evrilen yapıya “yarışma” demek ne kadar mantıklı
tartışılır da oraları geçiyoruz artık. Gelelim canım arkadaşlarım @suracadunya
ve @elizadacy4 ‘nin bana blogları @masalistan7 ‘yi açma sebeplerine. Ben de pek
çok kişi gibi corona virüs sebebiyle işleri sekteye uğrayan bu nedenle evde
geçirdiği vakit artan biriyim. Mecburen bu vakit artıkça da ekran ile de
yaşadığı süre artan biriyim. Mecburiyetler ve beraberinde gelen sıkıntının
insanı neler izlemek zorunda bıraktığını da bu süreçte deneyimledim. Hayat işte.
Ben şu başta bahsettiğim maruz kalanlardandım Survivor ile ilgili olarak. Tamamen
bilgisiz olmasam da oturup başına izleyen , birilerini destekleyen biri de hiç
olmadım. Sadece sosyal medyadan yok Adem şampiyon olmuş, Ogeday finale çıkmış,
Atakan diye biri varmış , aaa Hakan gene kime ne algı yapmış diye paylaşımları
görür gülerdim. Hakikaten ama, gülerdim. Ama diyorum ya mecburiyetler insanı
nerelere sürüklüyor. Bu sene nisan başında başlayan mecburi ev mesaileri
ardından gelişen sıkıntılar benim için “Of bi bakayım belki kafam dağılır” diye
başladığım ama kafam dağılsın şöyle dursun kafamı meşgul eden , yapılan
saçmalıklarla sinirimi zıplatan, bu kadar da olmaz dediğim bir başka süreci
başlattı. Bunun sebebi de sensin Barış Murat Yağcı. Ah be çocuk ne işler açtın
başımıza.
Ben izlemeye başladığımda takım değiştirmiş hakkında sürekli konuşulan ama
asla konuşmayan bir yarışmacıydı bu adam. Çıkıyor sayısını alıyor , hatta ben
hazır hissediyorum diyip sorumluluk
almaya çalıştığında takımından fırça
filan yiyordu. Üstelik kendisine kötü davranan kimseyi konseyde yazmıyor
sürekli performans odaklı bakıyorum diyerek zayıf halkaları potaya sokuyordu. Çünkü
arkadaş sms 1.siydi. Anlamsızca hem karşı takım hem de kendi takımında
dışlanıyordu. Anlamsızdı. Çünkü adam iyiydi. Yeri geliyor takımını sırtlıyordu.
Merak ettim. Neden böyle davranılıyor diye. Sonra işsizlik işte geriye dönük baktım
bölümlere. Şaşkınlığım daha da arttı. Çünkü anladım. Adamın neden yüksek oranda
mobinge maruz kaldığını anlayınca ağzım daha da açık kaldı. Barış baştan beri o
kadar sağlam bir performansa sahipmiş ki ünlüler takımında öne çıkıp bir de sms
1.si olmaya başlayınca çocuk afaroz edilmiş. Bizzat baş manipülatör , ünlülerin
akil insanı Mert tarafından başlatılan kampanya ile hem de. Toplantılar mı
yapılmamış, arkasından mı konuşulmamış. Sebep: Yok. Sonradan yok bizle şarkı
söylemiyordu, yok dedikodumuza
katılmıyordu dediler. Yersen. Bir de çocuğu her hafta gönderme telaşı başlamış.
Allahtan beceremişler. Çünkü onların kör algı oyunlarına rağmen sanırım ekran
karşısındaki izleyiciler de benim gibi “ne yapıyor bunlar ya” diyip Barış’ın
etrafında bir koruma duvarı örmüş. Sonra konseyde o saçma sapan suratları
izlemiş. Burası eğlenceli ama. Öyle ya adamda performans desen var nezaket
desen var kimsenin hakkıyla oynama derdi yok. Sen kimi elemeye çalışıyorsun. Neyse
takım değiştiren Barış bu sefer de ünlü olduğu söylenen ama yarısını
tanımadığım kalan yarısını da nereden tanıdığımı bilmediğim tayfadan ünlü olmaya
gelen tayfanın oluşturduğu gönüllülerin
gazabına uğruyordu. Dondurma diye başlayan sosa dönüşen , kimin ne dediği belli
olmayan bir sorgu sual olayında hırsız damgası da yiyordu. Bir süre sonra
yarışmanın başından beri genç bir kıza askıntı olan ama karşılık almayınca işi
yakışıksız boyutlara getirmekten vazgeçmeyen , nedense yarışmanın düzenleyicileri
tarafından da pamuklara sarılan arkadaşa gösterilen ilginin onda birine sahip
olamadığı için her suç üzerine yapışıp kalan Barış yine de susuyordu. Sherlock sesçilerimiz
bu noktada asla işin gerçeğini ortaya koymadı ama. Mağdura oynuyor dedikleri adamın asıl bunları
kanırtarak neler yapabileceğini ısrarla anlayamayan kafalar akıllarınca algı
yaparken bu adam kendisini sorgulamaya devam ediyordu. Sakatlandığında yanına
bile gitmeyen sözde iyi kalpli takım arkadaşları onun arkasından konuşurken o
hala performans odaklı davranmaya devam ediyor, ya bunlar nasıl insan , nasıl
takım arkadaşı diye tek cümle kurmuyor, sadece takımla ilgili haksızlıklarda
diğer manipülatör şirin baba ile tartışıyordu. Dik durmaya , doğrusundan
şaşmamaya, sessiz direnişine devam ediyordu. Yine de performansı düşmüyordu
tabi. Sonra nihayet istenen oldu ve Barış sakatlandı. 2.02lik adamı fare
deliğine sokmaya çalışırsan bu beklendiktir ve bana göre bile bile ladestir. Muhtemelen
bacaklarındaki yaralar nedeniyle kendisini korumak için çıkartmadığı taytı bile
sosyal medya konusu olmaya devam ediyordu ama . Bu arada karşı takımda
favoriler birer birer elenirken adı saçma sapan ergenlikler dışında gündeme
gelemeyen biri sakatlık davasına yatıp yatıp sonrasında ne hikmetse en başarılı
olduğu parkurlar arka arkaya gelerek istatistik kasmaya başlıyordu. Garip, şampiyonluğun
tek adayına bir veya birkaç rakip mi üretiliyordu? Aşk hikayesi tutmadı buradan
mı yürüyelim denmişti? Kafamda deli sorular... Omzundaki ciddi sakatlığın tekrarlamasını,
mobingin devamını , dışarıda yorumcu denen ama neyi yorumladıkları belli
olmayan , hatta ilk defa izlediğim için ne olduklarını, hangi kafalarda olduklarını
çok da anlayamadığım üç cümlede bir instagram hesabını tanıtan insanların sözde
zeka fışkıran sözlerini anlatmıyorum bile burada. Hatta yarışmada mobingin
dibini sıyıran ama taca çıkan eski yarışmacıların “Benim Barış’la bir sorunum
yoktu” ifadelerini de geçiyorum. İçeride ciddiye almadım dışarıda neden alayım
değil mi? Çünkü cidden algı yapalım derken öyle saçmalıyorlar ki , şu ara
işsizlikten kafayı da sıyırsam kadın programı izlemeyi tercih ederim dediğim
noktaya getirdiler. Tamam zaman zaman ben de bu toplumun algısıyla ilgili ciddi
kaygılar taşıyorum ama bu kadar da değil ya hu. Bizim insanımız bu kadar
vicdanını kaybetmiş değil. Sizin kadar değil yani. Bu kadarını emin olun
tarafgir ve işine geleni işine geldiği gibi anlayan fanlar dışında kimse
yemiyor emin olun. Onlar da yemiyor da
işte yemiş gibi yapıyor. Neyse geldiğimiz
noktada Barış Murat Yağcı aynı yarışmada kendisinden sonra en çok mağdur edilen
kadın yarışmacı, Nisa’nın gidişine ve bence daha çok gidiş şekline içerlediği
için sakatlığı tam olarak geçmese de vites yükseltmeye başlayıp performansını
arttırdı. Son hafta istatistiği güya en başarılı arkadaşla aynı olduğu halde o
meşhur şer masaları bunu görmezden gelirken seyirci emin olun pis bir gülümseme
ile izliyor olanları. Sıradan bir işi olan, sıradan bir insan olan ben biraz
izleme ile yaptıkları algıları, oyunları, saçmalıkları görebiliyorsam eminim başından
beri izleyenlerin de en kötü yarısı da benim gibi görüyordur olayları. Bazılarını
parlatmak için harcananları, hesapları kitapları anlıyordur. Arkadaşım, biz kim
kimi yiyecek ormanı olan bir ülkede yaşıyoruz. Yer miyiz? Yedirir miyiz? Son dönemeçte
kim son ikiye kalır kim şampiyon olur bilemem. Ha prestijini gömmeyi göze alıp
açık ara şampiyon olan 2.02lik uçan kaplumbağa , benim için yalnız kartal Barış’ı
yemeye cesaret ederler mi? Bilemem. Ama her duygusu bana geçen, iyi niyetinden
asla kuşku duymadığım, önceden yaptığı işlere, kampanyalara bakıp , hah işte
düzgün insan dediğim bu adamı tanımaktan
memnunum. Oradan hakettiği gibi şampiyon olarak çıkarsa da hakkı yenip algılara kurban edilmeye çalışılırsa da
2.02lik dev çocuk benim kalbimi kazanmıştır. Tabi sevenleri asla onu yalnız bırakmasın
sonuna kadar asılsın ve Şampiyon Barış diye yazdırmak için uğraşsın o ayrı. Son dönemeç artık. Bizim desteğimiz zaten
onunla merak da etmesinler. Diğer
taraftan yine sosyal medya sağolsun Allstar diyerek ciddi anlamda para kırılan
yapıda da eminin bu seneden iki aday olarak yer alması istenecek Nisa ve Barış ‘a
da diyeceğim, sakın sakın. Çok parladınız arkadaşlar , parlamak takipçi sayısı
değil çünkü. Siz evlerde birilerinin
kızı, oğlu gibi oldunuz. Asıl olay odur. Karakter koymaktır olay. İkiniz bunu
yapabilme cesareti gösterdiniz. Sanırım Nisa’nın lafıydı. Survivor karakter
oluşturmaz, karakteri ortaya çıkarır gibi bir şey. Evet. Kim ne algı yaparsa
yapsın, yetenek ve karakter baki.
Son olarak hikayesini bize anlatan Barış Murat Yağcı’nın tam bir şampiyon
ruhu taşıdığını hatta orada bunu taşıyan tek kişi olduğunu düşündüğümü de
ekleyeyim. Hatalar mı? Hatasız insan yok, meziyet o hatada kendini eleştirme
cesaretin olsun. Cesaret nedir? Esarete baş kaldırandır. Hatasız olan değil. Hatasının
esaretine kapılmayandır. Kısaca , benim için son iki belliydi. O noktada kim
alsa tamam derdim. Biri gitti. Diğeri artık tek adayım. Çünkü performans değil
karakter kazanır. Performans sadece kişiyi tanıtır. Kartallar da hep yüksekten ve tek uçar. Ama bu
taraftaki kartal bir daha bu programı izlemez ve izletmez. Neden? Hak o hak
teslim etmek zorundasın.
Tekrar tesekkürler @masalistan7
HayalET
Etiketler:
2020,
acunılıcalı,
algı,
barışmuratyağcı,
beşiktaş,
bmy,
karakter,
kartal,
nisabölükbaşı,
ruh,
survivor,
şampiyon,
tv8
2 Haziran 2019 Pazar
ArHas- Öykü
Ezgi Gör ve Burak Dakak’ı
nasıl bir hikayede görmek isterdiniz sorusuna yanıt arıyorken Arhas fandom ben
kendimce bir cevap bırakmak istedim bloga. Masalsı uyumu olan Ezgi ve Burak’ın
bir gün, bir yerde yeniden biraraya geleceğini veya getirileceğini umuyorum. Bu
biraraya gelmede yine umuyorum ki kendileri üzerine kurulan bir hikayenin
tarafı olacaklar. İşte bu taraflık bence nasıl olsa güzel olurdu, onu anlatmaya
çalışacağım küçük de olsa bir hikayecikle. Keyifle okumanız dileğiyle Arhas
fandom. Bu arada zihninizde canlandırma güçlüğü olmasın diye Hasan ve Artemis
isimlerini kullanmayı tercih ettim ama karakterler tamamen dizideki yapının
dışındadır. Yani okuyacağınız hikayecik isimler dışında tamamen farklı bir
evren. Şimdiden keyifli okumalar: )
TAMAMLANMA
Genç adam babasıyla ettiği kavgadan sonra kendisini sokağa atmıştı. Yine
,yeniden, aynı konuda sayısını hatırlayamadığı kavgalardan biriydi yaşadıkları.
Ancak Hasan artık bıkmıştı. Babasına kendisini anlatamamaktan, kendi
hayalleriyle babasının planları arasında sıkışmanın verdiği yükten yorulmuştu.
Bu yüzden ilk kez kapıyı çarpıp odasına kapanmak yerine gecenin bu saatinde
sokak kapısını vurmuş dışarı çıkmıştı. Ne annesinin gözyaşlarını ne de abisinin
nasihatlerini dinleyecek haldeydi. Yürüdü Hasan evinin bulunduğu sokağı geride
bıraktı önce. Sonra çocukluğunun ev sahibi mahalleyi. Ellerini cebine soktu.
Gecenin sonbahar ayazını hesaplamamıştı öfkeyle evden çıkarken. Ceket bile
giymemişti. Annesinin dediği gibi ilk elleri ve burnu üşümüştü. Aldırmadı.
İçindeki öfkeye tutundu. Yürümeye devam etti. Mahalleden de uzaklaştı. Yürüdü ,
yürüdü. O kadar kızgındı ki. Amacı yoktu. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sadece
kafasının içindeki bağırtıdan uzaklaşmaktı derdi. Durdu. Saatine baktığı an
anladı iki saattir yürüdüğünü. Ayakları acıyordu. Bir an durdu. Annesi kesin
delirmişti. Hayret telefonla aramamıştı. Sonra hatırladı şarja taktığı
telefonunu da evde bıraktığını. Önce annesini aramayı düşündü sonra vazgeçti.
“Biraz merak etsin. Ölmez ya!” dedi. Elini arka cebine attı. Cüzdanını evde
bırakmadığını anlamanın iç huzurunu duydu bir anda. En azından aç kalmayacaktı
ya da eve dönmek isterse taksiye filan binebilirdi. Dönmek istiyor muydu?
Hayır. Hasan yürüdü. “Yakınlarda bir park olacaktı.”diye düşünüyordu bir
taraftan. Okula giderken görmüştü. Üşüyordu. Aldırmadı. En fazla ne olabilirdi?
Hasta olurdu, ki bu Hasan’ın umrunda bile değildi. Bugünkü kavgada açılan
kaşının umrunda olmaması gibi. Kaşı aklına gelince elini revirdeki hemşirenin
attığı dikişe uzattı. Hala çok acıyordu. Gülümsedi. “Peki Cem’in kırılan burnu
ne kadar acıyordu?” Kuşkusuz Hasan’dan daha çok acı çekiyordu şu an. Cem’le
kavga neden çıkmıştı? Hasan hatırlamıyordu bile. Cem’le ilk kavgaları Buse
yüzünden çıkmıştı ama bugünkü olay Buse ile ilgili bile değildi. Aralarındaki
kavga Buse ile ilgili olmaktan çıkmış garip bir üstünlük mücadelesine
dönüşmüştü. Sonunda parkı gördü Hasan. Adımlarını hızlandırdı. Eylül aynının
sonlarındaydı şehir. Parkta insanlar vardı hala. Saat de çok geç olmadığından
belki boş bir bank bulmak için bakındı biraz. Sonunda biraz ilerdeki yaşlı
çınarın altındaki bankı gördü. Gitti ve oturdu. Oturur oturmaz da ne kadar
yorulduğunu fark etti Hasan. Derin bir soluk aldı. Bıkmış ruhunu bırakır gibi
bıraktı sonra tuttuğu nefesini. Geriye
doğru yaslandı ve gözlerini kapattı. Derin bir soluk daha aldı.
-Pardon biraz toparlanırsan ben de oturmak istiyorum.
Hasan irkilerek açtı gözlerini. Karşısında kendisine bakan kızıl kıvırcık
saçlı kıza baktı:
-Anlamadım, dedi.
Kız omuzlarını kaldırdı ve Hasan’ın bacağını işaret ederek:
-Anlamanı beklemiyorum zaten. Bacaklarını diyorum ,toparlarsan eğer ben de
oturabilirim. Küçük ağa gibi yayılmışsın koca banka.
Hasan kızı baştan aşağı süzdü önce. Kendisine tepeden konuşulması hayatta
en nefret ettiği şey olmasına rağmen bu kıza bakarken içinde oluşmasına alışık olduğu o öfkenin
zerresini hissetmediğini fark etti. Güldü. Hasan gülünce kız kaşlarını çattı:
-Neden gülüyorsun ya, komik mi söylediğim şey? Allahım ya insanlara
insanlık öğretmek ne zor şey.
Hasan kızın öfkesine baktı. Gülümsemesi genişledi. Ama diğer taraftan kızın
tabiriyle yayıldığı bankta toparlandı ve kızın da rahatlıkla oturabileceği
kadar yer açtı:
-Kusura bakma. Aslında küçük ağalık taslamam pek. Hatta benden küçük ağa
mağa da olmaz. Oturabilirsin,dedi.
Kız gözlerini kıstı. Hasan’ın tepkisini ölçüp biçmeye çalıştığı yüzündeki
her mimikten belli oluyordu. Hasan işte ilk o an bu incecik kızın yüzündeki
kocaman kahverengi gözleri çevreleyen uzun kızıl kirpikleri fark etti. Kız sırt
çantasını taktığı tek omzundan indirip hemen yanına oturduğunda bu kez yan
gözle ama dikkatle kızı incelemeye başladı. Kızın beline uzanan kızıl kıvırcık
saçları vardı. İncecikti. Sanki şiddetli bir rüzgar çıksa uçacak gibi narindi.
Beline bağladığı oduncu gömleğini belinden çözüp üstüne giydiğinde:
-Üşüdün mü?, dedi istemsizce Hasan.
Kız sanki başkasına konuşur gibi gözleri karşıda:
-Sonbahar ayazı. Dedem kışın ilk nefesi derdi,dedi.
Hasan bu kez kıza döndü:
-Güzel benzetme kışın ilk nefesi. Ama nefes daha çok hayat için kullanılan
bir şey değil mi? Kış bana daha çok...
Kız gülümsedi bu kez. Hasan gülümseme karşısında sustu çünkü yine zihni
konuşmaya başlamıştı. Dili ve zihni arasındaki bağ kopmuştu. Zihni “Oha çok güzel gülümsüyor” derken
ağzından çıkacak cümle havada kalmıştı. Kız cümleyi tamamlasın diye Hasan’a
bakarken Hasan ne diyeceğini unutmuştu bile. Genç kız bu kez kocaman bir
gülümseme fırlattı genç adama:
-Neden sustun?,dedi.
Hasan bir an düşündü. Elbette kendisini şu durumdan kurtaracak çok şey
söyleyebilirdi. Ağzı iyi laf yapan, kızların çekici olarak nitelediği biriydi.
En kötüsü bunun farkındaydı. Çapkındı. Hatta can yakanlardandı. En kötüsü can
yakmayı sevenlerdendi. Ama şimdi , şu an ,burda ait olduğu Hasan kimliğinden
yorgunken yeniden o kimliği giymek mi istiyordu? Saniyeler içinde bu soruyu
sordu ve cevabını buldu. Kıza döndü:
-Sustum. Çünkü unuttum.
Kız biraz şaşkın:
-Unuttun mu? Cümlenin devamını mı? Niye ki?
Hasan da güldü. Geriye doğru yaslandı yeniden. Ama bu kez fazla yayılmadan.
Gözleri karşıda:
-Gülümsedin, ondan.
Kızın kaşları çatıldı:
-O, ne demek öyle?
Hasan gayet vakur:
-Çok güzel gülümsüyorsun. Sen gülümseyince cümle uçtu kafamdan.
Kız hızla ayağa kalktı Hasan’ın cümlesi bitince. Bu kez Hasan şaşkın baktı
kıza. Kız çantasını omzuna atarken Hasan da ayağa fırladı:
-Hey hey ne oluyor? Ne dedim ben şimdi?
Kız çattığı kaşlarının altında parlayan kahverengi gözlerinde kızıl bir
öfke ile baktı genç adama:
-Bana asılamazsın anladın mı? Bana kimse asılamaz.
Hasan kızın tepkisinden şaşkın baktı o kızıl öfkeye önce. Elini uzatıp
kolundan yakalamak istedi dönüp gitmeye hazırlanan kızı. Ancak kızı bileğinden
yakaladığı anda genç kız bir anda Hasan’ın bileğini tutan elini yakaldı hızla
kıvırdı ve arkasına alıverdi. Hasan beklemediği hamle karşısında şaşkın
kalakalırken genç kız adeta tıslayarak:
-Bana sakın dokunma, dedi.
Hasan kurtulmak için hamle yapması gerektiğini bilse de , bu incecik narin
kızda ortaya çıkan güce teslim olmak istedi. Hiçbir şey yapmadan sakince konuştu:
-Sadece dürüst olaya çalışıyordum ki emin ol genelde yaptığım bir şey
değil. Ne sana iznin dışında dokunmak derdim ne de sana asılmak. Tekrarlıyorum hayatımda
senin kadar güzel gülümseyen bir kız görmedim. Bu yüzden unuttum cümlemi ki pek
sık başıma gelen bir şey değil.
Kız hala sımsıkı bileğini arkada tutmaya devam ederken Hasan sakince devam
etti:
-Bak adını bile bilmiyorum. Hayatımda ilk kez bir kıza samimi olmak istedim
ama o da kolumu kırmak istiyor şu an. Lütfen beni bırak çünkü bırakmazsan ben
sana hamle yapmak zorunda kalacağım ve inan canını yakmak istemiyorum,dedi.
Kız bir an duraksadıysa da yavaşça bileğindeki baskıyı hafifletti Hasan’ın.
Daha sonra da tamamen bıraktı bileği. Hasan’ın bileğini arkaya çevirirken yere
fırlattığı çantasını yerden aldı ve hızla Hasan’ın yanından geçip yürümeye
başladı. Hasan kızaran bileğine bakıp daha sonra kendisinden koşar adım
uzaklaşan kızın ardından baktı. Bir an zihnindeki
o ses “Bırak gitsin” dediyse de ruhunun derinliklerinde bir yerde çatlayan bir
merak duygusu zihnini bastırdı ve Hasan kendisini kızıl, kıvırcık saçlı narin
ama güçlü kızın arkasından koşarken buldu. Ruhundaki çatlaktan yükselen bir ses
bağırıyordu genç kızın ardından:
-Hey güneş saçlı kız, beklesene beni.
Kız hızlı adımlarla yürürken Hasan’ın
seslenmesiyle bir an duraksasa bile dönüp bakmadan devam etti. Hasan tekrar
seslendi, bir taraftan da kıza yetişmeye çalışıyordu:
-Hey güneş saçlı neden kaçıyorsun? Korkutmak istemedim seni,dedi.
Bu kez genç kız durdu. Bir an derin derin nefes aldığını hissetti Hasan iyice
yaklaştığı kızın. Kız döndüğü an ise hızını alamayan Hasan ister istemez genç
kızla burun buruna geldi. Aynı anda da kendisini geriye çekti. Çünkü kızın son
birkaç dakikadır gösterdiği hassasiyetlerin farkındaydı. Kız Hasan’ın geriye
çekilme hamlesini bir bakışta fark etti. Karşısında sakince kendisine bakan
genç adama dikti gözlerini. Hasan bir an duraksadı ama sonra:
-Adım Hasan ve gerçekten sana asılmadım,dedi bir hamlede.
Genç kız tek omzuna taktığı çantayı diğer omzuna da geçirdi yavaşça. Sonra
dikkatle Hasan’ın yüzüne baktı. Gözlerini gözlerine dikti ve yine yavaş yavaş
sağ elini uzatıp:
-Artemis, dedi.
Hasan uzatılan eli tutsa da şaşkın:
-Artemis? Takma ad filan mı?
Artemis’in kaşları bir an çatılsa da elini sımsıkı kavrayan ele bakıp
gülümsedi yeniden:
-Gerçek adım bu. Takma ad değil. Adım Artemis.
Hasan Artemis’in gülümsemesine yine takılsa da bu kez çabuk toparladı
kendisini:
-Ay tanrıçası. Vay annen ya da baban oldukça ilginç insanlar olmalı.
Hala elini bırakmayan Hasan’ın samimi şaşkınlığına bakıp yavaşça elini
çekti Artemis Hasan’ın avucundan. Hasan ise Artemis’in gülümsemesinin
ailesinden bahsedince nasıl solduğunu an be an görmüştü:
-İlginçtirler evet ama ismimi koyan dedem. Dedem arkeologdu. Ben doğduğumda
Kybele ve Artemis arasında gidip gelmişler. Sonunda Artemis koymuşlar adımı.
Hasan az önce kalktıkları bankı işaret ederek:
-Bence birileri kapmadan gidip oturmalıyız,dedi.
Artemis tamam anlamında başını salladı. Banka doğru yürümeye
başladıklarında Artemis:
-Kusura bakma belki fazla tepki verdim, dedi.
Hasan ellerini cebine sokarak ilerlerken:
-Özür dileme , sonuçta bu ülkede yaşamak zor. Hele kadın olmak daha zor. Çok
da iyi niyetli değiliz sonuçta ve sen beni tanımıyorsun.
Artemis Hasan’a baktı:
-Her zaman bu kadar açık sözlü müsün?
Hasan güldü:
-Aslında değilimdir. Genelde son derece hesaplı davranırım. Hele bir kıza
senin tabirinle asılacaksam,dedi.
Artemis:
-O zaman bana asılmıyorsun gerçekten?,diye sordu.
Hasan sonunda ulaştıkları banka yeniden oturup ayaklarını öne doğru uzattı
ve başını göğe kaldırdı. Artemis de çantasını yere bırakıp yanına oturdu genç
adamın. Hasan gökyüzünde görünmeyen yıldızları bulmaya çalışırken Artemis’e
cevap verdi:
-Hayır. Sana asılmıyorum. Bu gece kendim gibi olmak istemiyorum çünkü. Normalde
evet sana asılırdım belki ama normal olmak istemiyorum bu gece,dedi.
Artemis de tıpkı Hasan gibi gökyüzüne bakarken mırıldandı:
-İncinip incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok... ama seni kimin
incitebileceğini seçebilirsin.
Hasan gözlerini Artemis’e dikti yeniden:
-Bunu biliyorum. Ama nereden?
Artemis gülümsedi. Hasan’ın iç sesi yine bağırdı: “Lutfen böyle gülümseme!”
-Film “The Fault in Our Stars” orda esas oğlan esas kıza diyordu sanırım ya
da tam tersi,dedi Artemis.
Hasan dikkatini dağıtmamak için Artemis yerine karşıya bakmaya başladı. Ellerini
ensesinde kilitledi ve kaykıldı:
-Romantik filmleri sevmem ama bu dediğin filme kız arkadaşımla gitmiştik. Şu
ikisi de kanser hastası olan aşıklar di mi?
Artemis gülümsemedi bu kez. Hasan bakmıyordu ama yine de onun ses tonundan
sezdi gülümsemediğini:
-Evet , o film. Ama bu cümle bence son derece realist. Hayatta hangi
noktada kırılacağımızı seçemeyiz ama bizi kimlerin kırabileceğini seçme şansımız
var.
Hasan güldü bu kez:
-Katılmıyorum. Annemizi ve babamızı seçemiyoruz. Ailemizi ,
akrabalarımızı... Kısaca seçebilme becerimiz varsa bile sadece arkadaş ve
sevgililerimizi seçiyoruz. Bunların da bizi kırma becerisi bence diğerleri
kadar çok değil.
Artemis döndü. İlk kez Hasan’ın gözlerine bu kadar dikkatle baktı:
-Aptal değilsin, dedi.
Hasan şaşkınlıkla gözlerini açtı ve kahkaha attı. Aynı anda da kaykılarak
oturduğu bankta dikleşti:
-Oooo.. Teşekkür ederim. Bana diyorsun ama sen de baya açık sözlüsün,dedi.
Artemis omuz silkti:
-Ama ben senin gibi sadece bu gece için böyle bir tavır benimsemiyorum. Genelde
böyleyim ben. Çok da sevilmez bu huyum,dedi.
Hasan Artemis’e gülümsedi:
-İnan hayatımda en çok ihtiyacım olan şey açık sözlülük şu ara,dedi.
Artemis:
-Anlatmak ister misin?,diye sordu.
Hasan karşısındaki kıza baktı. Artemis’in samimi merakındaki saflığı gördü
kahverengi gözlerinde ve en az kendisininki kadar acıtıcı bir kaçış. Artemis ise Hasan’ın siyaha çalan koyu kahve
gözlerindeki o garip hüznü gördü. İkisi de hayattaki korkularının cevaplarını
değil, cevap kovalamacasındaki yol arkadaşını gördü. Anlatmak , anlamak, yol
almak üzerine. Hasan:
-Anlatmak isterim Artemis . Hatta galiba sadece sana anlatabilirim. Ama bir
şartla sen de bana anlatacaksın, dedi.
Artemis kızıl kirpikleri kahverengi gözlerini kapattı. Artemis nefes aldı. Derin
çok derin bir nefes:
-Peki, zaten birine anlatmazsam cıldırabilirim,dedi.
Ve önce Hasan’ın anlatısı başladı...
UmayMasal
8 Mayıs 2019 Çarşamba
Ezgi Gör- Portakal Çiçeği'nden Güneş Kız'a
“... doruklarından bakınca
Görürsünüz hoşnut gözlerle
Vadinin ak çadırlarla donandığını
Ve, ta ötede,denizin
Uçan yelkenlerle...”
Ezgi Gör... İlk defa bir oyuncu hakkında yazmak. İlginç bir tecrübe benim
için. Çünkü çok yolun başında bir oyuncu Ezgi Gör. İlk performansı, benim
adıma, Artemis Aydın olarak hayal evrenime girdiğinden beri hem sıra dışı
güzelliği, hem de Artemis Aydın’a ruh üflerken kullandığı yaklaşımla içimizi
ısıttı. Biz Artemis Aydın’ı kardeş, arkadaş, küçük kızımız gibi hissettik. Çünkü
Ezgi Gör bunu hissetmemizi sağladı.
Artemis Aydın sorunları olan, ailesiyle özellikle
annesiyle yaşadığı sorunlarla başa çıkma konusunda tereddütlerle savrulan bir
genç kızdı. Bir taraftan da babası ile olan ilişkisindeki dürüstlüğü, netliği
ile tereddütsüz. Hissettiklerini söyleme konusunda zaman zaman karmaşık, içine
kapalı bir o kadar da sahilde bağıra çağıra şarkı söyleyecek kadar cesur. Artemis’in
en özel tarafı özgün olmasıydı. Babasına aşkla bağlı, annesine kendisini
anlatamayan, etrafındaki herkese akılcı bu kızın alt kimliğinde gizli olan
okuma, anlama, sorgulama becerisi şu ana kadar yazılmış pek çok genç kız
karakterinin ötesine taşıyordu Artemis’i. Başlarda babası ile sahnelerinde
bölük pörçük gördüğümüz “Portakal Çiçeği” Hasan’la farklı düzlemde ama aynı
doğrultuda karşılaştığında Artemis için anne ve babasından bağımsız bir hikaye
de başladı.
Kuşkusuz Artemis ve Hasan ilişkisinin en güçlü tarafı en başından itibaren
Artemis’ti. Bu güçle genç kızın çektiği aşk acısının samimiyeti hepimiz için
bağlayıcı oldu. Ezgi Gör’ün Timuçin Esen’le olan “Hiç iyi değilim baba, canım
çok yanıyor...” sahnesinde Artemis’in aşkını anlatırken duygudan duyguya geçen
mimiklerinde saklı olan o bilememe hali, kırılganlık, dağılmışlık ama bir o
kadar güçlü tutum hepimiz için Artemis’le empati kurma sebebi oldu. Orda hepimiz
ilk aşkımıza, ilk acımıza ve belki babamızla konuşabildiğimiz anlara,
konuşamadığımız korkularımıza götürdü genç oyuncu bizleri. O ağlarken,
sonrasında Artemis’i o aşkla büyütürken Artemis’teki her değişkene sağlam
vurgularla bizi bağlarken Portakal Çiçeği Artemis, Güneş Kız Ezgi Gör’e dönüşmeye başladı hepimiz için. Ekran karşısında
onu izlerken yüzümüze yayılan gülümsemeler, zaman zaman mahzunlaşan ifadelerle
ona eşlik ettik durduk.
Gülperi evreninde çok karakter vardı malum. Ancak o evrenin Hasan’a aşık
olarak düğümlerinden olmaya aday olan karakteri Artemis aşkına rağmen haksız
olduğunu düşündüğü Hasan’ın karşısına dikilince ve “Senin gelişinle benim
bitişim başladı Hasan Taşkın, uzak duralım” dediğinde artık kalbimizde “Artemis’in
Askerleriyiz” nidası yükselmeye başladı. Çünkü Ezgi Gör bu sahnede sesini
kullanma biçiminden, gözlerine ağır ağır hücüm eden gözyaşlarına kadar, yüzüne
ağır ağır yayılan kızıllıktan bedenindeki titremeye kadar öyle hissettirdi ki
bize Artemis’i hayran kalmamak elde değildi. Hala dönüp dönüp izlediğim
sahnelerden biri olarak cebimde. Kuşkusuz partneri Burak Dakak’la oyun alıp
verme konusundaki sinerjilerinin de bu performanslarda olumlu etkisi vardı fakat
henüz 16 yaşında bir genç kızın ilk dizi performansında bu denli güçlü,
ayakları yere sağlam basan, inandırıcı oyunculuğu da asla es geçilmemeli.
Sonrasındaki süreçte Artemis ve Hasan’ın aşkları hikayenin merkezine
ilerlerken yine Ezgi Gör’ün Artemis’in dönüşümüne nasıl ayak uydurduğunu,
öfkesinde ve neşesinde ne kadar inandırıcı olduğunu izledik. İtiraf sahnesinde
elindeki güçlü varsayımlara rağmen ,aşkını ilk haykıran taraf olmasına rağmen
Artemis’in nasıl kaygılar taşıyarak
Hasan’ın cevabını beklediğini öyle anlattı ki beden diliyle hepimiz o endişeyle
bekledik. Hasan kendi duygularını itiraf ettiğinde biz de tıpkı Artemis gibi derin
bir nefes alıp “Göğe Baktık”. Sahilde “Babam katil” derken Hasan’ın elini
bırakmayan Artemis’in nasıl acı çektiğine kıpkırmızı bakışlarla şahit olduk. Ağlayamayanlara
inat yapar gibi, Artemis her ağladığında öyle gerçekti ki bazen içimizde bir
şeyler koptu gitti bazen hepimiz Artemis’le ağladık. Mutluğunda , ağlayışında,
huzurunda, öfkesinde ve kuşkusuz aşkında samimi olmayı başaran, bize Artemis’i
inandırandı Ezgi Gör. Şimdi Artemis’i Hasan’la el ele uğurladı sonsuza. Bekliyoruz.
Bu genç kız başka hangi karaktere ruh üfleyecek acaba? Ezgi Gör... Portakal
çiçeğiydi, şimdi Güneş Kız. Kızıl kıvırcık saçları, bembeyaz teni, çilli yüzü
ve uzak İskoç dağlarından gelmiş bir peri kızını andıran gülümsemesi ile
hayallerinin peşinden gitmesini izlemek istiyoruz. Bir kısmımız için kardeş,
bir kısmımız için arkadaş, bir kısmımız için ise gurur duyulan kız evlat gibi. Çünkü
ışıldayacak biliyoruz. Hasan’a okuduğu şiirlerdeki duyguyu nasıl kalplere taşıdıysa
her ruh verdiği karakterde aynı duyguyla bizi sarsacak biliyoruz. Bekliyoruz.
Son demde; Hayallerini, hedeflerini gerçek yaptığın bir ömür olsun Güneş
Kız. Portakal çiçeğini Tanrıça Artemis’e dönüştürdüğün maceranda, dönüştürme
becerini hep kullandığın performanslar senin olsun. Hep böyle samimi, bir o
kadar özgün ve benzersiz ol. Zira biz senin gibilerin başarmasını istiyoruz.
UmayMasal
6 Mayıs 2019 Pazartesi
ArHas- Ek Sahne
Kimi anlar vardır karakter kendi yolunu arar. O yol çoğu zaman okurun,
izleyenin kalbinden geçerek sonsuza ulaşır. Kimi aşk vardır hikayesinden
bağımsız kendi nefesine tutunur. Her okurda her kalpte nefeslenir sonsuza uçar. Kerem’le
Aslı’dan , Leyla ile Mecnun’a, Ferhat ile Şirin’den, Romeo ve Juliete kadar. Kim
aşkın hikayesinde son verebilir ki? O hep yol alır ve yol bulur. Artemis ve Hasan’ın hikayesindeki eksiğe küçük
bir tamamlama bırakmak dileğiyle yazılmıştır sevgili okur. Keyifle okumanız
dileğiyle... ArHas’a...
(Yer Hastane odası – Artemis ve Hasan)
Hasan’la Artemis hastane odasında yalnız kalmıştır doktorun herkesi dışarı
çıkarmasıyla. Hasan sağ elini uzatır kendisine dolu gözlerle bakan Artemis’e:
-Çillim, hala kurumadı o gözlerindeki yaşlar.
Artemis uzatılan eli yakalar sağ eliyle. Parmaklarını teker teker geçirir
Hasan’ın parmaklarına. Sonra sol eliyle de kapatır ikisinin ellerinin üzerini. İkisi
de ellerine bakar. Artemis’i dolan gözlerinden süzülen tek damlayı serbets
bırakır. Hasan tekrar bakar Artemis’in yüzüne. Diğer eliyle uzanmak ister
Artemis’in yüzüne ,ama canı yanar. Onun canının yandığını fark eden Artemis telaşlanır:
-Deli misin? Daha yeni ameliyat oldun. Kıpırdanma. Canın yanıyor.
Hasan yaklaşan Artemis’i kendisine daha da çeker acısına rağmen. Yatağa oturmasını
sağlar. Artemis onun canını yakmaktan imtina ederek oturur yatağa. Hasan uzanıp
yanağını okşar Artemis’in:
-Benim canım sen böyle ağladığında yanıyor Çillim, der.
Artemis dudakları titreyerek gözlerini kaçırır Hasan’dan :
-Ne kadar korktum biliyor musun? Kalbin durduğunda ne hissettim biliyor
musun? O an her şey paramparça oldu dünyada.
Artemis artık ağlamaktadır. Hatta sarsıla sarsıla ağlamaktadır. Hasan onun
üzüntüsünü görünce tutar genç kızı göğsüne çeker. Artemis onun canını yakmaktan
korkar ve geri çekilir:
-Ne yapıyorsun Hasan? Canın yanacak,der.
Hasan bileğinden yakaladığı kızı göğsüne çeker sakince ve başını
yaslamasını sağlar bu kez. Artemis Hasan’ın ısrarına dayanamaz korka korka da
olsa yumuşak hamlelerle başını genç adamın göğsüne koymaya itiraz etmez. Hasan bir
eliyle kızın başını tutarken diğer eliyle sakince kızıl kıvırcık saçlarını
okşar.
-Biliyorum, sevgilim. Kalbim durduğunda nasıl korktuğunu biliyorum. Çünkü o
ateşten topa dönen evi gördüğümde , senin içerde olduğunu bilirken kalbimin
ortasında yanan şeyin nasıl bir acı olduğunu biliyorum. Seni kaybedersem
yaşayamayacağımı anladığım andı o. Sen gidersen arkanda sensiz yaşamayı başaramayacağımı
anladığım andı. Sana nasıl aşık olduğumu anladığım andı. Şimdi sen bana diyorsun ya, kalbin durduğunda
diye. Benim kalbim sensin. Sen burdayken ben gidebilir miydim? Bu kalp seni
bırakıp durabilir mi?
Artemis daha fazla dayanamaz. Başını kaldırır Hasan’ın göğsünden. Hala ağlamaktadır.
Sımsıkı tutar sevdiği adamın ellerini. Hasan’ın gözleri de dolmuştur. Artemis:
-Öyle korktum ki, gidersin diye. Sensiz kalırım diye. O an sanki ruhum
çekildi içimden. Sana bir şey olsaydı...
Hasan parmağını dudaklarına bastırır Artemis’in. Gülümser:
-Sen yanımdayken mi? Sen beni beklerken mi? Bak bana Çillim. Ben seni
bırakıp gider miyim? Gidebilir miyim?
Artemis ilk kez gülümser:
-Gitmezsin. Gidemezsin.
Hasan da gülümsemeye devam ederek:
-Gidemem. Hem ben gitmeye kalksam mesela yolumu kaybettiğim için sen benim elimden tutar yolu bulmamı
sağlarsın.
Artemis:
-Kaybolmana izin vermem ki...
Hasan:
-İzin vermezsin. Sen hep buldun beni. En karanlık anımda, en kaybolduğum
noktada buldun ve elimden tutup çıkardın o karanlıklardan. İlk tanıştığımız
andan beri. Hep elimden tutup yanlıştan döndürdün. Bana öğrettin. Yol aramayı,
doğruyu bulmayı, sorgulamayı.
Artemis gülümser:
-Sen de hep beni kurtardın. Benim için alevlerin arasına girdin. Dayak yedin.
Gökhan anlattı nasıl yana yakıla beni aradığınızı. Nasıl dağıldığını, nasıl
üzüldüğünü.
Hasan dudaklarını büzer ama çapkın bir gülümseme yerleşir yüzüne:
-Nasıl dağıldığımı mı anlattı sana Gökhan? Siz hayırdır kanka mı oldunuz
benim kankamla?
Bu kez Artemis çilveli bir gülümseme fırlatır Hasan’a:
-Ne, ne var yani? Azcık anlattıysa Gökhan. Hem sen bana anlatıyor musun?
Hasan:
-Ben sana kimseye anlatamadığımı anlatıyorum hep Çilli. Kim biliyor ki
sırlarımı senden başka?
Artemis uzanır tüy gibi bir dokunuş bırakır Hasan’ın solgun yanağına:
-Doğru “Yoldaş Çilli” olarak hep anlattın bana. Anneni, babanı, babamı...
Artemis “babamı” derken mahzunlaşır. Hasan Artemis’in neyi düşündüğünü
anlar. Tekrar tutar boşta kalan tek elini:
-Artık sorun yok, sana yemin ediyorum. Seni üzmemek için, senin için. Biliyorum.
Seni çok üzdüm. Çok hata yaptım Çilli. Ama söz bundan sonra hata yok, yanlış
yok.
Artemis yüzüne yerleşen hüzünden sıyrılır:
-Hatayı hepimiz yaptık Hasan. Büyüklerimiz en büyük hataları yaptı. Sen ödedin
bedelini yaptıklarının. Ölümden döndün. Nolur artık bunları konuşmayalım olur
mu?
Hasan bir an durur, sonra:
-Sana ne anlatmamı istersin Çilli?
Artemis durur. Gözlerini tavana diker. Düşünür. Sonra Hasan’a bakar:
-Her istediğimi anlatacak mısın?
Hasan güler:
-Ne istersen anlatacağım. Sor ve cevabını al. Sonra Gökhan’a filan sormana
gerek kalmasın.
Artemis minik bir kahkaha patlatır:
-Oooo Hasan Taşkın ve kıskançlık. Ne o Gökhan’ı mı kıskandın?
Hasan da güler:
-Ne, ne var yani kıskanamaz mıyım?
Artemis hem hoşuna gitmiş hem de şaşkın güler:
-Gökhan’ı mı? Yok artık.
Hasan yattığı yerden kıpırdar. Kalkmaya çalışır. Artemis anında müdahale
eder:
-Kıpırdama. Dikişlerin açılacak. Ne yapıyorsun Hasan?
Hasan:
-Sana yaklaşmaya çalışıyorum.
Artemis biraz kızgın:
-O ne demek öyle? Yanındayım işte. Neden kalkıyorsun?
Hasan yine çapkın gülümser:
-Yeterince yakın değil. Kalkıp gözlerinin ta içine bakmam lazım ama itiraf
ediyorum canım yanıyor.
Artemis yüzüne hafif bir tebessüm yayılsa da kaşlarını çatmaya çalışır:
-Yanar tabi. Bir durmadın Hasan Taşkın, yerinde bir durmadın. Hoş ne zaman
durmayı başardın ki?
Hasan düşünür:
-Başka bir çare bulmak gerek.
Artemis anlamadan bakar:
-Neye?
Hasan:
-Gözlerini istiyorum Artemis, tam olarak burun mesafemde hem de. Gözlerini istiyorum.
Artemis şaşkın ve utangaç genç adama bakar. Ne diyeceğini bilemez. Hasan düşünür:
-Buldum galiba. Ben gelemiyorsam sen gelirsin.
Artemis utanarak sorar:
-Nasıl olacak o dediğin?
Hasan eliyle Artemis’e yataktan kalkmasını işaret eder. Yataktan kalkan
Artemis’in eline tutunur yatakta sola kayar. Artemis tam olarak ne olduğunu
anlamadan bakar olanlara ama sormaz. Hasan iyice yerleşir. Yatağın sağ
tarafında oluşan boşluğa bakar ve yatağa dokunur:
-Hadi, der.
Artemis boşluğa bakar.Hasan’ın ne demek istediğini anlasa da anlamazdan
gelir:
-Ne hadi?
Hasan yine güler:
-Çilli, gel bakalım yanıma. Hem yoruldun bütün gün, hem de benim sana,
varlığına ihtiyacım var. Yat yanıma ki gözlerini, o derinliğinde kaybolduğum
gözlerini, yakından görebileyim. Söz o gözlere bakarak anlatacağım ne istersen.
Artemis bir an tereddüt etse de önce ceketini çıkarır. Sonra Hasan’ın
yanına yatar. Elleri yine kenetlenir gençlerin. Hasan canı yansa da döner
Artemis’e doğru. Burun burunadır iki genç. Birbirlerinin gözlerine bakarlar
Hasan konuşmaya başlar:
-Hani dedin ya Gökhan’ı mı kıskandın diye? Ben seni hep kıskanıyorum mesela
kim olduğunun önemi yok. Hatta sonradan düşündüm ben seni hep kıskanmışım
zaten. Sen her Doruk dediğinde mideme giren krampların sebebi seni kıskanmammış
ama anlayamayacak kadar kibirliymişim. Çillim, sen o kadar benimsin ben o kadar
seninim ki sana benden yakın olmaya çalışan herkesi kıskanırım ben. Sen sevgilimsin
benim, aşık olduğum kız ama bu kadar değil. Sen yoldaşımsın, arkadaşım, dert
ortağım ve dostum. Ben kim olsa paylaşamam seni. Anladın mı?
Artemis başını sallar. Bir süre birbirlerine bakarlar. Sonra Artemis:
-Hasan sana bir şey sorsam?
Hasan eli Artemis’in yüzünde dolaşarak:
-Sor. Ne istersen sor güzelim,der.
Artemis biraz tereddütlü:
-Sen beni ne zaman sevdin? Tamam yangında anladın bana sevginin aslında aşk
olduğunu ama hiç düşündün mü sen beni ne zaman böyle sevdin? Benim için
alevlere dalacak kadar.
Hasan bir süre Artemis’in yüzünde , saçlarında dolaştırır elini. Sonra çok
net:
-Düşündüm. Fark ettiğimde çoktan yarıyı geçmiş olan bu sevda ne zaman
içimde yeşerdi diye. Bana yardım ettiğin ve babanın ofisine gitttiğimiz gece mi
dedim önce? Sonra anladım ki ondan çok önce çünkü yine Doruk demiştin bana ve
benim içim çekilmişti. Düşündüm. Düşündüm. Ben sana gelmek istedim hep Artemis.
Canım yandı, sana gelmek istedim. Korktum , sana gelmek istedim. Artemis ben
galiba seni o sahilde gördüğüm andan beri sevdim. Çok sevdim. Anlayamadım,
belki anlamak istemedim.
Artemis yüzünde dolaşan Hasan’ın elini yakalar:
-O zaman neden?
Susar Artemis. Hasan’ın parmakları hala Artemis’in dudağının kenarındadır. Ama
o parmakların ait olduğu el de Artemis’in elinde bir süre dururlar. Hasan yutkunur,
sonra burnunu kızın burnuna dayar. Artık aralarında mesafe kalmamıştır:
-Korktum. Anneme aşık olduğunu, her hücremle bildiğim adamın kızına aşık
olamazdım. Zaten ben aşık olamazdım ki. Başımda dünya kadar dert vardı. Korktum.
Seni o dertlerde, anne ve babamız arasındaki kargaşada kaybetmekten korktum. Dur
istedim. Orda ol. Her istediğimde seni yanımda bulabilmek istedim. İstedim ki
beni bırakma. İstedim ki sevgilim olamayacaktın madem yoldaşım ol. Kardeşim dedim
senin için babana sırf senden uzak durabileyim diye. Korktum sana aşık olmaktan
çok korktum.
Hasan gözlerini kapatır ve alnını Artemis’in alnına dayar. Kızı iyice çeker
kendisine. Gözleri kapalı nefes alır. Sonra gözlerini açar ve Artemis’e bakar.
Kızın gözleri yine dolu doludur:
-Ahmaklık işte . Sanki direnebiliyoruz da duygularımıza. Artemis , sen
benden her gitmeye kalktığında paramparça oldum ben. O kapının önünde bana bakarak tanıştığımız
güne lanet ettin ya, sonra hayatıma
girişinle benim bitişim başladı diyip uzak duralımla bitirdin ya cümleni, çektin
gittin. Ben orda sarsıldığım kadar hiç sarsılmamıştım hayatımda. Darmadağın oldum.
Hala anlamadan, nedenini sorgulamadan. İçim bomboş kaldım. Ama bilemezdim ki bu
çilli kızın beni daha da beter sarsma gücü olduğunu. İsterse beni parçalara
ayırabileceğini. Hani senin neden dediğin o olay var ya? Başkasının elini
tutmaya kalkışmam. Sanıyor musun benim dudaklarımdan bir kez olsun sevgi
sözcüğü çıkabildi o zaman? Çıkmadı, çıkamadı. O zaman bile bu ahmak kafam
anlayamadı nedenini. Kalbim bilse de. Ben senden başkasına seni seviyorum
diyemedim. Diyemeyeceğim asla.
Hasan’ın da bir damla kayar gözlerinden. Artemis’in ise gözyaşları ip gibi
inmektedir. Hasan uzanır Artemis’in akan gözyaşlarını siler parmak uçlarıyla. Sonra
uzanıp acı çekse de yarası yüzünden aldırmaz, kızın gözlerini teker teker öper. Yeniden başını
onun başına dayar ve gözleri kapalı mırıldanmaya başlar boğuk sesiyle:
-
Desem
ki sen benim için
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek
Su gibi aziz bir şeysin,
Nimettensin , nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Artemis ve Hasan gözleri kapalı , burun buruna , alınları birbirine dayalı
uyurlar. Elleri , tüm parmaklarıyla kenetlidir.
Hamiş: Sahneyi Eda Baba şarkısı “Sonbahar” eşliğinde okursanız, ben o
şarkıyla yazdım çünkü. Sevgiyle...
UmayMasal
Etiketler:
ArHas,
Artemis,
aşk,
BurakDakak,
Ezbur,
EzgiGör,
Gülperi,
güneşkız,
Hasan,
ilkaşk,
karanlıkşövalye,
showtv,
TimsB
5 Mayıs 2019 Pazar
Gülperi-Peri Masalı
“Yolculuk ilginçtir. Yaşamın
içinde kesitler oluşturur. Keser bazen seni. Çünkü karşına çıkan bir çift
gözdeki kirpik bıçak gibi olma yetisine erişir senin için. Aşk denilen şeydir
bu gücü veren o kirpiklere. Ve sen tüm ortaya döktüklerine inat saklarsın aşkı
en derine. Kimse görmesin , bilmesin dersin ama ordadır gözlerinde , ellerinde.
Bulanmışsındır. Sadece aşkı bilenin görebileceği peri tozuyla.”
Gerçeklikten kaçışımız çoğu zaman beklenmedik acılarla karşılaşmamızdan
temelini alır. Bu doğrultuda sığınırız kurgulara. O kurgular bizi serüvenden
serüvene sürükler. İçinde bizden parçalar bulunan ama tam da biz olmayan o
evrenin gerçekliğine sığınırız kendi gerçekliklerimizin soğuk yüzlerine inat
yapar gibi. Belki bundandır zamanla
tarih olan gerçeklikten daha çok kurgu olan ama içinde insan gerçeğini
barındıran öykülerin ölümsüzlüğü. Ya da tarih denilen olgunun yüzyıllar boyunca
kazanan tarafından yazılmasına inat öykünün kaybedenin tarafındaki o sonsuz
bağlayıcılığı insanı öyküde tutan. Bilmiyorum. Mitlerden destanlara, halk
hikayesinden mesnevilere, modern öyküden romana, tiyatrodan sinemaya, heykelden
resime hatta müziğe uzanan kökleşmedeki temelde kurgu hakim ama sanatın bütün
coğrafyasına. Kurgu ve o kurguda vaadedilen serüven. Sebeb-i Girizgah yine ve
son defa Gülperi. “Peri Masalı” diyerek yola çıkılan bölüm, otuz haftalık
serüvenin sonu. Hikayenin sonu..: )
Öncelikle belitmek zorundayım ki son bölüm hiçbir tarafıyla tatmin edici
değildi. İlk bölümden beri seyirciye vaddedilen konusunda zaman zaman sıkıntı
yaşayan hikaye son bölümde tam anlamıyla “Bu mu yani” duygusu yaratarak veda
etti. Kuşkusuz bu alışık olduğumuz bir durum. Final yazmak , hikayenin ana
unsurlarını koruyarak çatışma yaratmak zor işler. Bunu başarabilen senaristler
muhakkak var ama süreci iyi yönetemeyen , hikayesini yarı yolda bırakan,
sonrasında bu tarz finallerle seyirciyi muhatab eden senaristler de var.
Yapacak bir şey yok. Seyirci açısından tatmin edici olmaması sanırım çok da
önemsenmiyor ki, defalarca ve defalarca aynı tip aceleye gelmiş hissi bırakan
eksik gedik sonlarla kalıyoruz. Üzücü olan taraf şu hikaye bir dönüşüm ve
değişimdir. Kahramanların dönüşümlerini okur, izler ve dinlersiniz. Finalde ise
vurgu hem düğümlerin çözümüne yöneliktir hem de karakterlerin dönüşümüne.
Bizdeki gibi uzun dizi sürelelerinde bana kalırsa son anda karar verilen
finaller tam da bu dediklerimi eksik bıraktıklarından ağızda buruk tat
bırakıyor işte. Neyse son defa bölüme bakalım.
Geçen hafta bıçaklanan Hasan ve kaybolan Can sorunsallarıyla bölüme girdik.
Hasan canıyla cebelleşirken Can çocuk dilendiren bir adamın eline düştü.
Bölümümüzün ki finaldi bu bölüm yüzde sekseni bu olaylarla da geçti gitti.
Hasan’ın bıçaklanması tüm aileyi biraraya getirmek, dede pişmanlığı, hatalardan
ders çıkarmak, Eyüp’ün çocukları için ilk gerçek endişesi, Şeyma’nın samimi
pişmanlığı açısından kuşkusuz faydalıydı ama Can neden kayboldu? Neden biz
bununla zamanlar harcamak yerinde hastanede birbirinin acısını sağaltmaya
çalışan bir aile görmedik. Birbirleriyle konuşabilirlerdi. Gülperi Kadir’le ,
Bedriye Artemis’le konuşabilirdi. Hasan’ın kalbinin durduğu sahnede tüm aile
orda olabilirdi. Burada parantez, Hasan’ın kalbinin durduğu an önce annesinin
sesini duyup çıkış yolunu bulmaya çalışması ama bulamaması sonra Artemis’i
görüp onun elini tuttuğunda hayata tutunması çok güzel bir sahne olmuş. Hem
anne çocuk bağı hem de aşkın gücü adına. Çünkü o sahneden gizli anlam çok kıymetli.
Hasan ve Artemis ilk tanıştığı andan beri anne ve babalarının seslerinin ,
genlerinin etkisini hissettiler üzerlerinde. İkisi de anne ve babadan miras bir
aşkın ilk kıvılcımıyla yola çıktılar ama sonra çok daha sahip çıkan bir aşkın
kahramanı olmayı başardılar ki bu bölüm bile buna ispat. Gülperi Kadir aşkında
tek taraf vardı aşka sahip çıkan: Kadir Aydın. Ama Artemis Hasan aşkında iki
taraf da sonuna kadar direndi. Aralarına giren sorunların ciddiyetine rağmen
sevdalarına sahip çıkmayı başardılar. Rüya metaforunda olduğu gibi ilk
tanıştıkları an Hasan’a elini uzatan Artemis Hasan’ın dönüştürücüsü oldu.
Artemis Hasan’ı hep hayata bağladı. Hep sorunlarla başa çıkmasını sağladı.
Bundandır Hasan sadece yoldaşı gördüğü zaman bile Artemis’ten başkasına konuşmadı.
Son demde Hasan’ı ölüme yürümekten alıkoyan kişinin aşık olduğu, bakarken içini
titreten, onun olduğu yerde başka hiçbir şeye odaklanamadığı kız olması boşa
değil. Parantez kapatalım devam.
Hasan’ın iyileşmesi, Can’ın bulunmasından sonra süre olarak bizlere kalan
kısıtlı zamanda her zamanki gibi Gülperi’nin aldığı kararların ceremesini
çektik. Nedeni bilinmez , Gülperi Foça’ya gitmeye karar verdi. Oysa ailesi
zamanında onu reddettiği için Foça yerine İstanbul’a gelmemiş miydi? Bu soruyu
geçelim, “Bu Kadir Aydın sana ne yaptı Gülperi?” demekten kendimi alamıyorum.
Finalde bile adamı terk etti. Kendi aşkını hiçe saydığı gibi Artemis ve Hasan
aşkını da hiçe sayarak aldı bu kararı. Sevgili okur bu final bölümü onu da
tekrar hatırlatmak isterim hani bunca saçmalığı gerçi hep yaptı ama olsun
dizinin gelişme bölümünde yapmıyor yani. Neyse dizinin gerçek hissindeki tek
aşkı Arhas tabi bu duruma itiraz etti. Hem ikisinde bulunan aile özlemi hem de
hissettiklerini koruma refleksiye anne ve babalarını biraraya getirmeye
çalıştılar küçük adam Can’ın da yardımıyla. Gülperi’nin güçlü (!) direnci
sebebiyle de Hasan’ın dediği gibi patladılar. Merdivende oturup konuşurlarken
karşımızda artık kendilerine dair sorunlarını aşmış bir Arhas vardı. Hasan
çilli bebekler derken aslında Artemis’e hissettiklerinden ne kadar emin
olduğunu vurguladı. Hoş benim hayalim el ele yurt dışına eğitim için
giderlerken arkalarından onlara el sallayan Kadir, Gülperi, Can ve Bedriye’ye
dönüp el sallamaları sonra Hasan’ın Artemis’e dönüp şunu demesiydi: “Biz
evlenicez biliyorsun di mi?” Ona şaşkın bakan Artemis’in yanağını okşayıp devam
edecekti Hasan: “ Biz evlenicez ve en az onlar kadar mutlu olcaz. Sımsıkı
tuttuğum elini hayat boyu bırakmayacağım çünkü bırakırsam düşerim.” Artemis
gülecekti Hasan’a ve “Sensiz olmaz zaten, hayat sensiz hayat olmaz ”diyecekti. Sonra Arhas tarzı sımsıkı el ele tutuşup kendi
hayatlarına yürüyeceklerdi iki sevgili. Olmadı. Buna da şükür. Planları var ve
biz bunu bildik diyip devam edelim.
Her neyse Foça macerasında Bedriye hariç kimsenin mutlu olmadığını görerek
devam ettik final yolculuğuna. Bedriye’nin her yerde eğlence bulabilme
becerisine taktir bırakarak ArHas’ın özlemli konuşması ve kavuşmasına
gidiyorum. Artemis ve Hasan siz ne güzel bir çiftsiniz öyle diye diye izlediğim
ve sizden ayrılmaya hazır olmadığımla yüzleştiğim bir andı. Artemis ve Hasan
spinn off yapsak olmaz mı? Olmaz mı? Peki.: ( Hasan ve Artemis hayatlarındaki her anın sadece diğeri yanındaysa
anlamlı olduğunu anlattı o kısacık kavuşma anında birbirlerine. Yemek yemenin,
nefes almanın, öğrenmenin, uyumanın, gülümsemenin kısaca yaşamanın anlamlı
olmasının sebebini anlamış iki ruhtu onlar o sahnede. Ayrı kalmaktan canlarının
nasıl yandığını birbirlerine anlatırken gözyaşları akan Artemis’e sesi
boğularak “bir daha asla seni bırakmayacağım” diyen Hasan’ın o gözyaşlarını
silmesi o bırakıştaki mecburiyete rağmen nasıl üzüldüğünün, eksik kaldığının
ispatıydı. Aşk tamamlanmak ne de olsa. Bir kez tamamlanırsan bir daha asla
başkasıyla bütünlenemezsin. Hasan’ı aşk büyüttü. Hasan’ı Artemis büyüttü.
Artemis’i Hasan’ın büyütmesi gibi. Devam. Arhas’ın kaçacağını sanarak biraraya
gelen Gülperi ve Kadir’i bir eve kapatıp kendi duygularıyla yüzleşmelerini
sağlayan çocuklar sonunda istediklerini aldılar ve yeniden aile oldular. Burada
annemin Kadir’e “İsteme artık bu Gülperi”yi serzenişini de ekliyorum. Bana
kalsa annemle aynı fikirdeyim lakin serde Arhas aşkını korumak var. Ah canım
Kadir Aydın aşıksın da sonsuza hem aşkınla hem de ArHas aşkını koruma kollama
göreviyle uğurluyoruz seni. Zira Hasan’ın da dediği gibi baba olacak, babalığa
seçilecek bir adamsın sen.
Son demde; benim için Timuçin Esen
izlemek için başlanan, Kadir Aydın’ı severek devam eden sonrasında ArHas için yorumlanmaya başlanan bir serüvendi
Gülperi evreni. Önce yönetmen kaybı ardından hikaye sorunsalı ve senarist
kaybı ile devam eden tüm sıkıntılara rağmen keyifli bir macera yaşadık. Bütün
oyuncularının karakterlere inandırdığı bir evrendi ama yazık ki kurgu doğru
olmayınca , açılamayınca daha uzun izlemenin keyif olacağı hikaye tıkandı.
Hatalar bizce de var ama yazmanın manası yok şu an. Hem GülKad hem çocuklar çok
mutlu olsun kendi dünyaları içinde. Şeyma ve Artemis’in gerçekçi hesaplaşmasını
çok sevdim. Anne kız ilişkisini yeniden bulmuşlardır umarım ki umut
vaddediyorlardı. Arhas , sizi sevdim. Çok sevdim. Ayrıca veda edicem size. Ama
size olan Hamiş bölümünde şimdilik.
Sevgili okur sana da teşekkür. Bunca zaman okudunuz. Belki başka evrende
kesişir yolumuz. Sevgiyle kal “Gülperi”
Hamiş: Sevda ne tek gün ne hafta ne
ay. Sevda kıyamete kadar. Sevda sana dair senin ellerine senin gözlerine.
Kızıllığında ateşin saklı sevda. Bazen bir festival bazen bir karabasan. Ama
hep sen sana dair. Sevda nefes, sevda su, sevda ekmek, sevda sen hep sen.
Sonsuzluk mutlu bir sonsuzluk. Aşkla kal Arhas. Kızıl her zaman karaya yakışır
unutmadan...
UmayMasal
Etiketler:
ArHas,
Artemis,
BurakDakak,
Can,
Ezbur,
EzgiGör,
GökBed,
GülKad,
Gülperi,
Hasan,
Kadir,
NurgülYeşilçay,
perimasalı,
showtv,
TimsB,
TimuçinEsen
27 Nisan 2019 Cumartesi
Gülperi-Bize Güven
“Canım yanıyor biliyor musun? Öyle acıyor ki bazen kanadığımı hissediyorum.
Hayat bana yüklerini sırtlamam için zor kullanıyor. Yaram, berem ,çiziklerim,
kayıplarım. Sense ordasın. Mıh gibi aklımda, hayalimde, kalbimde. Gülümsemenle orda
karşımdasın. Sen yaralarımın merhemi,
sen pişmanlıklarımın affı, aşksın.”
Girizgah aşk. Girizgah bir parça af, çokça pişmanlık, bir tutam intikam,
bağ bağ kargaşa. Gülperi “Bize Güven” etiketiyle sona bir kala
karşımızdaydı. Hasan Kadir’i yaralamak
suçundan kelepçelendiğinde o bizlik yine yeniden sorgulanmaya başlandı bizzat
Gülperi tarafından. Gülperi bölüm boyunca inişli çıkışlı tepkilerinde sadece ve
sadece Kadir’i suçlayarak çocuklarının bile kabullendiği “Biz” olma, aile olma
fikrinden ne kadar uzak olduğunu gösterdi. Dizinin ilk bölümlerinde ne
yaptığını bilen Gülperi’nin çocukları yanına geldikten ve onu anladıktan
sonraki süreçte hızla sığlaşan bakış açısı devredeydi. Anne olmanın fedakarlık
olduğu zaten malum ancak İstanbul’un en iyi avukatı olan adama yani Kadir'e zaten ipten adam
alıyor diye kendisi gitmemiş miydi ilk bölümlerde Yakup Taşkın’a kafa tutabilir
diye? Şimdi kocası olan adama bir türlü duyamadığı güvenin anlamlanması
çok zor. Kadir Aydın hem baba hem avukat olarak tek bir hata yapmamışken
Gülperi’nin sürekli ondan bağımsız yol arama çabası, Kadir’i defalarca terk
etmesi üstüne bu hafta Kadir’i dürüst olmamakla suçlaması neden Gülperi Kadir
aşkının inandırıcılığı kaybettiğinin altını kalın kalın çiziyor aslında. Giriş gelişme
ve sonuç bölümünde bu aşkın derinleşememesi sadece Kadir cephesinde çabalanarak
oldurulmaya çalışılması Gülperi’nin sadece çocuklarına ilişkin durumlarda
ortaya çıkan kahraman kimliğinin hayatının geneline yayılamaması çocuklarına
ilişkin durumlarda dahi mantıklı kararlar alamayıp kurban kimliğini benimsemesi
gibi gibi gibi. Finale geldik zaten neden bunları sorguluyorum? Ben finale bu
kadar çabuk gelelim istemiyordum da ondan.
Kadir Aydın... Timuçin Esen harika bir oyuncu. Kadir Aydın da harika bir
baba. Hata yapmaması bana zaman zaman rahatsızlık verse de Kadir’in en özel
tarafı babalığı ve kızı, devamında Gülperi’nin çocuklarıyla ilişkisi. Artemis’i
yetiştirme şeklinde saklı demokrat, akılcı, sevgi dolu kimlik önce Can
sonrasında da ona en çok direnen Hasan’da karşılık buldu. Ey okur Bedriye’yi
sorma bana. Zira sorarsan onda hangi duygunun ne kadar karşılığı var ben de
bilmiyorum derim. Hasan hapisteyken yatağından şikayet eden, üstüne Mehmet’e
ilan-ı aşk eden Bedriye’nin travmatik bir kimliği var kabul ama o travmanın
doğuştan olduğunu düşünür hale geldim. Çok da düşünme taraftarı mıyım? Sona bir
kala hayır. Kadir’e devam edelim. Hasan’la yaptığı her konuşmada Hasan
açısından rol model olmaktan babalığa doğru ilerledi Kadir. Özellikle Artemis’in
yönlendirmesiyle Hasan’ın birini bıçaklamasına engel olduğu sahnede kucakladığı
Hasan, Kadir için artık oğul ,Hasan içinse Kadir baba oldu. Şeyma’nın yine
Artemis tarafından ikna edilmesiyle Hasan’ın başındaki belayı tam da en baştan
dediği gibi def etmek üzere olan Kadir Hasan’ın bıçaklanmasıyla adeta yıkıldı. Bıçağı
bedenine yiyen Hasan’dı ama korkarım aynı yerden bıçağı yiyen diğer kişi de
Kadir oldu. Haftaya finalde Hasan hayatı için savaşırken Kadir nelerle muhatap
olacak cidden ürkerek bekliyorum.
Artemis Hasan... ArHas.
Sizi yazmayı özleyeceğim. Ama haftaya yakarız ağıtı. Şimdi devam. Artemis ve
Hasan Gülperi evreninde öyle bir yer ki benim için ilk aşkın, sevdanın,
özlemenin, örselenmenin ve bununla büyümenin acıtıcı , bir o kadar güzel
tarafı. Baştan beri ilmeklene ilmeklene oluşan aşk hikayesi hep sınanmak
zorunda kaldı. Bu sınavlardan da el ele
geçmeyi başardılar hep ArHas olarak. Bu hafta önce Hasan’ın tutuklanması ile
karşı karşıya kaldılar. Artemis kırgınlıklarına rağmen aşkla Hasan’ın
yanındaydı yine. Annesinin yaptıklarından şüphelenerek , acı çekerek ama en çok
Hasan’ı merak ederek Hasan’a sarıldı yine. Hasan ise hayattaki en değerli
hazinesi haline gelen kıza sarıldığında ona “Üzme kendini, her şey güzel olacak”diyecek
kadar umutluydu sahip olduğu sevgilerle. Sonrasında Hasan ıslahevinde daha ilk
geceden başını belaya soktuğunda da o sevgi sarıp sarmaladı onu. Revirdeki
Artemis Hasan sahnesinde de yine sahiplenme, sevgi, şefkat, çokça aşk ama en en
çok af vardı ki Hasan açısından bu en önemlisiydi o an. Hasan’a hep kızdık bu
aşkı ne kadar hak ettin acaba diyerek? Ama Hasan o kadar net ki sevdasında. Artemis’e
“seni özledim” dediğinde sadece kastı ıslahevinde olması değildi. Ona kırgın
olan Artemis’in gözlerindeki sevdayı özlemişti Hasan. Tam da bunu anladı
Artemis ki cevabı “kavuşmak rüya gibi hiç uyanmak istemiyorum” oldu. Artemis ve Hasan arasındaki aşkta en güzel
taraflardan biri aralarında sır olmaması. Kırgınlıklarını, öfkelerini ,
hatalarını konuşabiliyorlar. Hatta anne ve babalarının hatalarını da. Hasan
nasıl babasının katil olduğunu saklamadıysa Artemis’ten, Artemis’te Hasan’dan
saklamadı asıl Şeyma’nın görüntüleri çeken kişi olduğunu. Burda itiraftan sonra
Gülperi’nin tepkisi devreye girince Artemis’in özrüne herhangi bir cevap
veremedi Hasan ama kızmayacağı da gün gibi ortadaydı. Aşıkların ıslahevindeki
diğer konuşmasında Hasan taşıdığı umudu kaybetmiş gibiydi. Bedeller ,
pişmanlıklarla üstüne kendi kendisini bir şekilde hep mahkum ettiği çıkmazla
yüzleştiğinde Artemis’ten özür dileme sırası ona geldi. Olmak istediği ve olmak
zorunda kaldıklarının yüzleşmesi gibiydi Artemis’e dolu dolu bakışları. Artemis
Hasan’ın gözlerinin tam içine bakarak “Ayrılık sevdaya dahil çünkü ayrılanlar
hala sevgili” şiirini okurken Hasan kızın gözlerinden bir saniye kopmadan olmak
istediği yere, olmak istediği kalbe, hayata baktı. Olmak istediği ama bir türlü
olmasına izin verilmeyen hayata. Haksızlıkla mücadele ederken benimsemesi
öğretilen şiddetten kaçamadıkça uzaklaştığı yakalamak isterken kendisinden
esirgenen o hayat Artemis olarak karşısında ona şiir okurken Hasan’a içini çeke
çeke ağlamaktan başka çare kalmamış gibiydi. Kafasında yapmayı planladıkları,
kalbinin orta yerindeki yangını kıyasıya kapışırken o söylemese bile onu
anlayan Artemis yine yeniden Hasan’ın kendisini yakmasını babasıyla engelledi. Ne
demiştin Hasan Taşkın “Hiç konuşmasak öyle yan yana dursak” . Kadir’in gösterdiği
babalık ve verdiği garantiyle mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakılan Hasan’ın sevinçle ilk Kadir’e sonra Artemis’e bakması bundan belki. Ondan
asla elini yüreğini esirgemeyen baba kız Hasan’ın kahramanları. Son sahnede bıçaklandıktan sonra Artemis ve
ailesinin resmine tutunup yaşamak istemesi, yardım için çabalaması da hep bu
umuttan. Hasan umudu varsa sonuna kadar direniyor, direnecek. Hasan’ın umudu
sevdikleri, Hasan’ın umudu onu sevenler, Hasan’ın umudu Artemis’e sevdası.
Hamiş: Sevdası kıpkızıl dururmuş ruhunda, kan mı ateş mi bilmeden? Biri diğerine
karışırmış belki ve belki ateşten nehirmiş damarları kalbinde gezinen. Bakış olmuş
akmış sevdiğine sonra can vermiş onun bir damla gözyaşında. Şaşırmışlar o
koskocaman ateş nasıl can verir gözyaşı damlasında diye, cevap vermiş : “O
damla sevdamın gözünden süzüldüyse eğer sadece söndürmez beni isterse öldürür
de.”
UmayMasal
Etiketler:
ArHas,
Artemis,
BizeGüven,
BurakDakak,
Ezbur,
EzgiGör,
GülKad,
Gülperi,
Hasan,
NurgülYeşilçay,
showtv,
TimsB,
TimuçinEsen
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)