Biz plan yaparız kader güler… Çünkü hiçbir zaman o planlar tam olarak gerçekleşmez. Biz insanoğlu çabuk aldanıyoruz, çok akıllı dediklerimiz bile o kurdukları hayallerde kaybolup gidiyor… Bir rüyada yaşamak istiyoruz belki ama yapamıyoruz, gerçek her zaman ensemizde nöbette kendini hatırlatmak için. Herkes eteğindeki taşı kendince dökmüş biraz olsun nefes alacakken yine olmadı. Zülfikar ve Meltem şu an için mutlu ama amcacını anlayamadığımız Orhan Solmaz kod adlı ablamız beni bu konuda korkutuyor.
Tabi İsa olayı var bir de… Taşkafa ve Ümran’ın sakladıkları gerçek ortaya çıkınca İsa’nın tepkisi de kaçınılmaz oldu. Babalar ne olursa olsun bir çocuğun dünyaya ilk bakışı, kahramanıdır. İsa’nın babası kötü bir adamdı belki ama onun ilk kahramanıydı. Kahramanı onu her ne kadar hayal kırıklığına uğratmış olsa da duydukları onu annesine ve Taşkafa’ya karşı öfkelendirdi. Ki Taşkafa onun kahramanıydı, hiç tatmadığı baba sevgisini, şefkatini onunla hissetmişti… Ama babası onu büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Öyle ki öfkesi gözünü kör etti ve Taşkafa’yı bıçakladı… O halde bile onun zarar görmesini istemeyen babası “Oğlum kaç”dedi. İsa’nın daha ilk anda gözlerine yerleşmiş bir pişmanlık vardı, fakat artık çok geçti…
Ne demişti Bahri Umman, baba olmak bazen ilk kucağına aldığında, bazen ilk baba dediğinde ya da sonrasında olunur… Bence Sadrettin, Hasan Yağmur ona ilk baba dediğinde, ona sarıldığında bu duyguyu hissetmeye başlamıştı. Yine Bahri’nin dediği gibi Sadrettin hissetmiyorum sanıyor ama bence çoktan hissetmeye başladı. Hasan Yağmur ona “Baba gitme” dediğinde bence artık göz ardı etmeye çalıştığı duyguların farkına varmaya başlayarak yanına gitti. Bu durum Songül ile ilişkilerine de iyi gelecek diye düşünüyorum, tabi yapılan hataları maalesef unutturmayacak ya da silmeyecek.
Ve Eda… Yine Kerem ile karşı karşıya bulmuşken kendini tam artık net bir Eda var karşımızda derken Kerem’in “O yaşıyor” demesi onun aklını yeniden karıştırdı. Fakat ne Eda ne de biz kafamızdaki soru işaretlerini gideremeden Mümtaz Kerem’i öldürdü...
Nevra gözünü karartmış içine sığmayan öfke ve nefretini etrafına saçarken Çınar’da nasibini alıyor bu durumdan. Hem de fazlasıyla… Gözünü öyle bir karartıyor ki Ayşegül yok olsun istiyor… Geçen hafta onları geçmişlerinde yakalamıştı Çınar ama bir şeyi bilmiyordu. Ayşegül’ü öpen Hikmet değil, Poyraz’dı. Her hücresine kadar hissettiği öfke, kıskançlık ve nefret onun içini kavururken duyduğu konuşmalardan sonra da kendini sokağa attı. Tabiri caizse perşembenin gelişi çarşambadan belli oldu ve Çınar kendini Ayşegül’e bombalı bir tuzak kurdururken buldu. Gördükleri ve duyduklarına hazmedemezken Nevra’nın da sürekli kışkırtması onu bambaşka bir insana çevirdi. Aslında öfkesi sadece Ayşegül’e, karşılıksız sevgisine idi. Beni neden sevmedi, onu sevip beni neden hiçbir zaman sevmeyi denemedi diye düşündü ve öfkesi daha da arttı ama bilmiyordu ki Ayşegül hep O’nu, Poyraz’ı sevdi… Poyraz’ın öldüğünü sandığında belki başarabilirim, Poyraz’ı ardımda bırakabilirim diye düşündü, Çınar’ı kabul etti hayatına ama olmadı.
Her şey sarpa sarmış Çınar, Ayşegül’ün ölmesi için her şeyi yapmaya hazırdı. Fakat Ayşegül’ün yanında uyuyan kişinin Hikmet değil, Poyraz olduğunu anlayan avukat büyük bir şok yaşadı. Şu konuda hemfikiriz ki avukat Ayşegül’ü öldürmeyip, Çınar’a onun Hikmet’e değil Poyraz’a gittiğini anlatacaktır. Tabii bu gerçek Çınar’ın öfkesi ve nefretini ne boyutta etkileyecek, artıracak mı ya da azaltacak mı gelecek bölümde göreceğiz…
Son olarak Poyraz’ın o güzel cümleleri ile bitirmek istiyorum yorumumu;
Ben ülkemi çok seviyorum… Neyini seviyorum biliyor musunuz? Birbirine girmiş o betonarme binalarını seviyorum, yağmur yağarken üstüne bastığın o kaldırım taşı var ya bütün suyu üstüne fışkırtan ben o kaldırım taşını seviyorum. Öyle b*k gibi ıslanmayı da seviyorum. Kuyrukta beklerken herkesin hakkını gasp edip en öne geçen adam var ya ben o adamı seviyorum. Adam samimi bir kere, kimseye medeniyet kastırmıyor. Adamın işi acil, adam dan diye öne gidiyor, bitti. Ben de o adamı seviyorum ya! Seviyorum.
“Mümtaz sen bu memleketin yazarlarından kaç tanesini tanırsın?”
“Valla tanırım ya… Bir sürü yazar var, değil mi başkanım? Yani mesela Orhan Veli var, Yaşar Kemal var. Var işte ya.”
“Kaçını okudun peki Mümtaz?”
“Ya… Şimdi bak benim öyle zamanım olmadı okumak için.”
“Allah belanı versin Mümtaz! Ben onların hepsini okudum Mümtaz, hepsini. Attila İlhan okudum, her sayfasında memleket aşkı var, Kemal Tahir okudum. Necip Fazıl’ı da okudum. Ahmet Hamdi Tanpınar’la sabahladım. Kaç kere, kaç kere hem de… Ama en çok Cemil Meriç’i kıskandım biliyor musunuz… Adam okumaktan kör oldu kör. Ben onların hepsine aşığım. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu ülkeye ait her şeye tapıyorum ben!“
“Başkanım senin çocuğun var mıydı?”
“Evet, var.”
“Hiç elinden tutup Süleymaniye’yi gezdirdin mi?”
“I ıh.”
“Şöyle bir karşısına geçip; ‘Ulan bu adamlar böyle bir güzelliği nasıl yaptılar acaba’ diye hayret ettin mi? Ben ettim, ağzım açık kalarak hem de… Bu ülkede yaşadığım için şükrettim. Bu ülkenin her santimetrekaresine ayrı ayrı aşığım ben, seviyorum. Seviyorum ama sizin gibi değil işte, sizin gibi değil. N’olmuş yani, n’apalım yani onu da mı sizin gibi yapalım, hı?”
“Ya ama şimdi bu memleketin düşmanı yok demek değil ki”
“Ulan düşmanı olacak tabii! Zaten düşmanları olacak. Niye? Çünkü çok güzel, ben de görsem ben de düşman olurum. Ya kıskanırsın bir kere kıskanırsın! Nasıl kıskanmazsın! Ulan tüpte kaçak var mı diye bakmak için çakmak yakan adamı sen nasıl kıskanmazsın benim aklım almıyor ya!
Ben ülkemi çok seviyorum! Üstelik de bu ülke beni hiç sevmemişken seviyorum, ölene kadar da sevmeye devam edeceğim ama sizin gibi değil. Sizin gibi değil işte!”
Sevgiyle, sağlıcakla kalın…
Frezya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder