12 Kasım 2017 Pazar

Meryem-15

Ruhumun Fısıltısı
‘‘Benzerlik mi, karşıtlık mı?
Kayıp mı, bir olmak mı?
Bütün mü, parça mı?
Sen ruhumun fısıltısını duyan
Gitme.
Ben annesizlikle sınanmak istemiyorum.’’
Hayatta sahip olunan en değerli şeydir anne. Kalbimizdir. Ruhumuzdur. Sesi aklımızın, vicdanımızın seslenişidir. Dinlemedik sandığımız ama duyduğumuz. Bizi biz yapandır anne. Her sırrımızı bilen, duygularımızı, hayallerimizi biz daha yüzleşemeden anlayan bizi yumak çözer gibi çözendir anne. İşte tam da bu yüzden anneyi kaybetmek kendini kaybetmektir. Vicdanın kendi sesini bulana kadar sağır kalmaktır anne kaybı. Yönünü kaybetmek pusulanı yitirmektir. Meryem’in yeni bölümünde Gülümser giderken bıraktıkları ağır. Güçlü ve Savaş için acı, Meryem için yine yeniden suçluluk, Naz için öfkesine harman hüzün, Burcu için sevdiği adamın kalbinde kalacak ağıt. Gülümser gitmeli miydi? Gerçekten bitmiş miydi hikayesi? Bilmiyorum. Savaş’ı Meryem’e, Güçlü’yü Burcu’ya en vazgeçilmezinden bağlamak için atılmış bir adım mıydı bu gidiş? Kuşkusuz öyleydi. Savaş ve Meryem’in arasında her acıda güçlenen ve vazgeçilmesi imkansız hale gelen o duygunun son birkaç bölümdür sesi çıkmasa da bu bölüm özellikle karaciğer nakli konusuyla aralarındaki duyguyu yeniden somut bir şekilde görme şansımız oldu. Savaş’ın minnete dolanmış aşkı gözlerinden akarken asıl aşık olanın Meryem olduğunun Savaş’a sarılırken ve ona dokunurken gösterdiği reflekslerden hissedilmesi çok güzeldi. Acılarla dolu ve iyi karakterlerimizin tamamının hüzne boğulduğu bölümde nefeslendirdi bu kısacık an. Meryem ve Savaş’a dair diğer güzel ayrıntı kuşkusuz Derin’den rahatsız olan Meryem’di. Derin kadınca hisleriyle uzun zamandır Savaş’ın Meryem’e akmak üzere olduğunu hatta aktığını biliyor. Bir parça gözdağı bir parça kıskançlık Derin’in Savaş’a hamle yapmasına neden oldu. Orada Meryem bu durumdan rahatsızlığını gözleriyle gösterirken Savaş’ın Meryem’e bakışındaki rahatsızlıkla aslında Derin’den ne kadar uzak olduğunu, yönünün her an Meryem’e döndüğünü de göstermesi açısından muazzamdı.       
Erkekler dayanıklılık, kayıtsızlık ve güçten oluşan bir imaj sergileme adına, yüzlerine geçirdikleri maskenin ardında eziliyorlar. Bu toplumun genel bakış tarzının vücud bulmuş modelleri sokaklarda olduğu gibi sokağın yansıması kurguda da kol geziyor. Savaş ve Güçlü’nün onca acının ortasında dayanmak pahasına ,ki zaman zaman kontrolü kaybetseler de, o maskeye tutunma çabalarını da gördük. Yurdal, Oktay ve diğerlerini söylemiyorum bile. Çünkü o cephe zaten maskelerle yaşamaktan kendi yüzünü unutmuş durumda. Bana göre durağan bir bölüm olsa da bölümün en etkileyici sahnesi Gülümser’in öldüğünü haber aldıkları an Savaş’ın varlığını reddetse de ailesi tarafından sarmalanırken kaybın asıl sahibi Güçlü’nün o an tutunacak kimseyi bulamamasıydı. Baştan beri annesini vuran adamın peşine düşeceğini bilsek de bana göre o adamı öldürmeye o an karar verdi. Duygularıyla yaşayan bir karakter Güçlü. Kuşkusuz bölümün de en ön plandaki karakteriydi. Savaş Gülümser’i anne yerine koymuş olsa da Güçlü’nün acısı sanırım bir tık üstteydi. Kenan Acar’ın oyuncuğu ile o farkı incelikle ama bir taraftan da kafalara vura vura anlattığı bir bölümdü baştan sona. Sonuçta kimsesize kimsesiz bir hikayeye dönüştü Meryem. Burcu’nun kimsesizliğine karşın, şu ana kadar tersi bir done görmedik çünkü, Güçlü’nün kimsesizliği; Meryem’in kimsesizliğine karşın Savaş’ın aslında olan kimsesizliği. Ama sanırım bu hikayede Burcu’yu bilemesek de en beter durumda olan Savaş. Meryem babasının kaybına rağmen sevildiğini ve ailesinden kendisine kalan değerlerin mirasını üstlendiğini biliyor. Keza Güçlü de. Savaş ise babasıyla öyle bir noktada ayrılıyor ki, sanırım bu ölümden beter. Değer yargılarında, hayata bakışında hayattayken bir babayı gömmek ondan kalan mirası istememek yok saymak acıdır sanırım. Öyle ya babasına ciğerin beş para etmez deme noktasına geldi Savaş. Ki savcı, Sevinç, Derin üçgeninde dördüncü köşenin babası olduğu gerçeği önüne koyulduğunda Savaş’ı Meryem bağı dışında ne durdurur bilemiyorum.
Önümüzdeki bölümlerde ne noktalara gideceğimizi beklerken artık hikayede mekan olarak bile karakol, hastane, Beliz’in evinden çıkıp mesela Meryem’in mahallesine gitmeyi teklif ediyorum. Biliyorum Oktay Meryem geçmişini Savaş’a yakalatmamak adına kaçınılıyor o mekandan. Lakin karanlıklardan, grilerden yılmış bir izleyen olarak artık sıcak görüntüler de görmek istiyorum.
Başından beri aşk sarmalının ortasındaki bir varolma mücadelesi gibiydi Meryem’in öyküsü. Hani yıllardır kadının meselesidir ya sesini duyurmak, ölümü pahasına da olsa varlığını onaylatmak ve mümkünse erkek dünyasında ayakta kalmak. Meryem dönüşürken bu mücadelenin su yüzüne çıkmasını umdum. Şu ana kadar sözde de kalsa. İstedim ki Meryem dönüşürken Savaş’a yönelik gelişen duyguları Oktay’a olandan bu nedenle farklı olsun. Oktay’da sessizleşen ve kabulle şekillenen aşkı Savaş’ta çığlık çığlık olsun. Büyüsün, kendisini Savaş’la eşitlesin, kabul etmesin geleni uğruna savaşsın. Bekliyoruz bakalım. Meryem’in katmanlı olduğunu düşündüğümüz ruhundan kabul dışında neyin soyunup gün ışığına çıkacağını, Savaş’a hissedilenin Meryem’de neyi hangi noktada nereye savuracağını bekliyoruz. Birbirlerinde sınadıkları güven her şeye rağmen orada duruyorken gelecek dalgalar onların parmak uçlarından birbirlerine tutunma halini sağlam bir kavrayışa ne zaman dönüştürecek bekliyoruz.
Son demde; gözünü yumup kendini teslim edebiliğin birini affetmek mesele yoksa sevmediğinin ihaneti sana koyar mı? Hayat top, tüfek saldırırken sırlarla sarmalanmış kalbime tutunduğum senin gözlerinken ve sen bana sarılıp burnunu saçlarıma saklarken yüreğimde sana ihanet ettiğimi söyleyen düğümle ne yapacağım? Sana dair içimdeki her duygu kontrolüm dışında büyüyor. Dur desem bile umrunda değil kalbimin. Koşuyor sana, seni paylaşmak istemiyor, paylaşmaktan korkuyor. Ama bir taraftan da beynimdeki o kıymık zonkluyor. Ya gerçek onu benden kopratırsa...
Emeklere saygıyla...

                                                                                                             UmayMasal     



  

5 Kasım 2017 Pazar

Meryem-14

PANDORA’NIN KUTUSU
‘‘Büyüdüm ben.
Yıllanarak değil,
Yaş alarak değil.
Ölümlerle büyüdüm ben.
Oysaki,
Hiç büyümek istememiştim.’’
Ateşi Zeus’tan almak, tüm uyarılara rağmen Pandora ile evlenmek,  yasaklı kutuyu açmak. Hepsinin bedelini insanlık ödüyor gibi düşünülse de ateşi çalan Epimetheus güzel Pandora’sından olarak, kutuyu açan  Pandora ise kutuda hapis kalıp tüm insanlık tarafından kötülüğü dünyaya yayan kadın diye bilinerek öder bedelini. İnsanoğluna da ders çıkar. Seçimler ve sonuçlarını üstlenmek ile ilgili. Çünkü malum seçimler beraberinde sonuçları getirir. Bu sonuçlar da sorumluluk. Karar her ne olursa olsun sonuçların getireceği sorumluluk üstlenilmediği sürece anlamı yoktur. Çünkü pişmanlık tam da bu noktada yıkıcılığının şiddetini arttırır. Sorumluluk almamayı seçmek uzun vadede sorumluluğunu almadıklarının hatırlatmalarının çığlığını bastıramamak, onlarla yüzleşememek demektir. Bu da bedel olarak büyür ve büyür.
Yukarıdaki hikayenin Meryem’le bağını kurmak sanırım güç değil. Pandora’nın kutusu o malum kazayla açıldığından beri pişmanlık, bedel ve bedel ödemeyi red evreninde savrulan karakterler geride yaprak dökümü gibi mezarlar bırakarak ilerliyor. Dizinin hayat evreni iyilik ve inanç uğruna ne varsa kurban ede ede dramatik kurgusundan trajediye evriliyor. Yaşamın kötü tarafları olsa da ve hikaye düğümleri devamlılık açısından önemli görünse de ben bu kadar siyahlığa boğmanın gereğine inanmıyorum. Zira midemle bir baskıyla dizi izlemek, zaten zor olan gerçekliğe kurgunun boğucuğunu da eklemek sıkıntılı. Gülümser’in yalan söylemenin bedelini ölerek ödeyecek olması, eğer bir ters köşe gelmezse, acı. Dizinin akıl vercisi, sarıp sarmalayanı, gerçek annesi olan Gülümser Yurdal’ın hırslı babalığına karşı bir antitezdi.  Keza yine Oktay’ın annesinin yarattığı resmin tam tersi renkleriyle nefeslenme durağıydı. Gülümser’in ölmesi Savaş’ı, Meryem’i zaten var olan vicdan yüklerinin altında ezilir hale getirmek değil mi? Oktay’ı ihbar etmemenin bedelleriyle ilerde karşılaşacak Meryem bunu nasıl kaldıracak? Güçlü’ye Savaş’a hangi hesabı verecek? Dizinin tek gülümseyeni Güçlü’yü de dertler derya hale getirmek neye yarayacak? Kafamda deli sorular.
Diğer taraftan Beliz-Berk-Derin ortaklığının Oktay’ın ve devamında Yurdal’ın başına dert olması her ne kadar bölüm temposu adına çok katkı yapmamış olsa da güzel olmuş. Hoş dönüp dolaşıp yediği baskıyı yine Meryem ve Savaş’a dert haline getirmeyi başardı Oktay. Bu arada Serhat Onat’ın geçtiğimiz haftaya nazaran daha iyi ve hareketli bir Berk portresi çizmesi de iyi olmuş. Bir de Tülin gerçeği var ki es geçmek istemiyorum. Dizi dünyasının üvey annelerinin tüm kötü cadı hallerinde inat anne gibi anne Tülin. Naz’a tutumu üvey filan değil doğrudan annelik. Savaş’ın da dediği gibi, ‘Üvey annem bile var, babam yok.’ Tülin var. Savaş’ın gıyabında arkasında duran, Naz’ı koruyan, kuyu kazmayan , anlamaya çalışan biri Tülin. Yurdar’ın ne kadar vicdanına ulaşır bilemem ama çabalayacağı kesin.
Savaş ve Meryem’e gelince... Bir arpa boyu yol alamayan iki karakterimiz son iki haftadır sanki biri diğerinin duygularından haberli, diğeri o duyguları hiç itiraf etmemiş gibi yapmaya devam ediyor. Kabul kimin kimi vurduğu belli olmayan, polislerin gözü önünde silahlar ateşlenen bir ortamda hele bir de Sevinç kazası hala arada dururken çok zor aşka düşmek. Ama korkarım dizinin temposunun artması için ufak ufak da olsa o dokunuşlara ihtiyaç var. Fırın anahtarının güneş anahtarlıkla Meryem’e teklif edilmesi de bir şey belki ama yeterli değil. İnanılsın ki bizler işlenen aşkın yavaş yavaş ve eski sevdaya leke sürülmemeye çalışılarak incelikle sızdırılmaya çalışıldığını anlıyoruz. Yalnız birbirlerine koşmalarını beklemesek de adımlama görmek istemek de sanırım bir parça hak. Oktay sorunsalının yarattığı onca şeyde sadece acıda ortak ama orda bile ayrı Meryem Savaş. Güneş kurabiyelerle sımsıcak ısınan , notlarla gülümseten aşka dair imasız ama bir o kadar aşka dair incelikler yok oldu gitti. Üzgünüm . Sevdasız bir hikaye susuz çöl gibi. Kuşkusuz bir parça pembelik, beyazlık serpilse hikayeye Oktay’ın saplantılı halleri bu kadar sıkıntı vermeyecek insanlara. Oktay’ın değersizlik hissinin yarattığı , kendinden nefret etme, varlığını olduğu gibi kabullenemeyip kendinden yeni bir kimlik yaratma telaşındaki obsesif tavırları belki ilgi bile çekecek. Ama öyle dengesiz ki, siyahla beyaz arasındaki o mücadele. Siyahtan griye savruluyor izleyen. Oktay’a bakarken onun hastalıklı takıntılarının sosyal tabanını göremiyor. Oktay’ın annesiyle ilişkisindeki ayrıntının ve annesinin sınıfsal takıntılarının yansıması hallerinin kaotik halini es geçiyor. Savaş’ın Sevinç’te imgeleştirdiği şeyin aşktan daha çok ailesizlik telaşı olduğunu ve tam da bu nedenle Meryem’e ilgi duymasının aslında yadırganacak bir şey olmadığını hissedemiyor. Meryem’in farkında olmadan bulaştığı Oktay’ın saplantılı pisliğini Savaş’a ve onun sevdiklerine bulaştırmamak için mücedele verdiğini görmezden geliyor. Çünkü hep kötünün kazandığı cepheler hayattaki karşılıklarla gönül yorgunluğuna dönüşüyor. Onca nefrete inat iyilikle yeşeren güçlü bir aşkın ilk kozadan çıkış sancısını görmek istiyoruz, istiyorum. Kanatlanmasına var elbet ama o sancıyı duyumsamak, nefeslenmek olacak biraz. Meryem’in Pandora’ya dönüşmesini izlemekten bir parça sıkıldım demek istemiyorum ama yoruldum. Paradoks haline gelen pişmanlıklar, cezalar ve kayıplar biraz dursa.
Son demde; oysaki hayat hazır olmadıklarına hazır olduğundur. Henüz geç değil. Nefes alıyoruz bak atıyor kalbimiz. Şansımız var. Hayattan alacak bir zaferimiz bir aşkımız daha var belki.  
                                                                                                        UmayMasal



27 Ekim 2017 Cuma

Meryem-13

Sır Düğümü
*‘‘Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında’’
Savaş- Nihayetinde belleğimde bizi huzursuz edecek bir hakikat varsa tüm hakikat arayışlarıma rağmen sende durmuş saatin akrebi gibi o hakikati durdurur ve seni o hakikatin şerrinden korumak adına susarım. Derdim bazen gerçekliği saklamak değil sadece gerçekliği eksik anlatmak. Kaldırabileceğinden fazla yük yüklenmene mani olmak ve belki sırtımıza binen yüklerden benliğimize sızan , yüzleşmeye korktuğumuz duygudan korunmak.
Meryem-Beni anlarsan diye korkuyorum. Çevrelendiğim onca sırra inat sır kalmaya devam etmeye çabama inat ya beni anlarsan diyorum. İçimdeki benim bile tanımlayamadığım o özneyi tanımlarsan ve sırrımı ifşa ettiğinde değersizleşirsem gözünde. Çünkü sır değil mi bizi başkasında temellendirdiği gibi başkasının bizi anlamasını da temelden önleyen. Aramızdaki imkansız mesafe sen sırrımı öğrendiğinde aşılır mı? Bütün ötekiliğim aslında bir senlik olur mu? Ben ki bu sırrı sana söyleyen olursam artık o mesafeyi adımlamaya talip olduğumu anlar mı hakikatin tüm acısına rağmen ruhun?
Oktay- Ben obsesif değilim. Duvarlar yamuk aslında. Sırrım var. Sende gizli. Tüm dışarda bırakılmışlığım, istenmemişliğim, kapı önünde beklemişliğim, kovulmuşluğum, mahrum bırakılmışlığım gibi. Bu sır beni sana ince bir pamuk ipliğiyle bağlıyorken ruhumun uçurma gibi senin elinde salınmasına neden oluyor. Sırrım zamanla bir güce, bir içeri alınma, kabul edilme  çağrısına dönüşürken o şeyle yani koşulsuz güçle temas çağrısına dönüşüyor. Sen, o ipliği elinde tutan sen , hem tüm o gücün asıl sahibi hem o gücün farkındalıksız istemeyeni. İp de o ipi tutan elin de  benim.
Meryem’in bu haftaki bölümünde karakterlerine bir bakıştı bizce. Sizin hayal evrenize uyar mı uymaz mı bilemiyorum. Ancak Savaş’tan Meryem’e oradan Oktay’a tekrar Savaş’a Meryem’e derken seken hikayede ciddi  kırılmalar var. Meryem’in Gülümser’in kimliğini öğrendikten sonra yaşadığı hayal kırıklığının Savaş ve Gülümser’de bıraktığı acılı iz kuşkusuz Güçlü’nün desteğine rağmen derin oldu. Savaş’ın kayıplara dair pişmalıkları Sevinç’e kadar uzandı. Savaş Sargun olmasının tüm bu kaderleri birbirine bağlarken aslında felaketlerin pimini çektirdiğini de düşündüğünü biz seyirciyle paylaştı. Öfke ve nahifliğin kılıç dövüşü olan SavMer’in aslında felsefe olarak ne kadar benzer olduğunu da gördük böylece. Meryem  kırılmışlığını Oktay’ın yaklaşma çabalarının gölgesinde yaşayadursun kuşkusuz Savaş’ta Meryem’in ne noktaya geldiğini görmek adına ilginçti sahneler. Meryem de ne işin var o arabada nidalarına cevaben Oktay’ın geçmişi hortlatma hallerine prim vermedi ve o arabaya bir daha binmeyeceğini de sağolsun söyledi. Oktay elinde bozaları kalakaldı.
Savaş ve Meryem’in  yaşadıkları güvensizlik sorunu daha sıcakken, derine işlememişken Selma’yı bulma peşine düşmeleri güzel bir kırılma olmuş. Burcu’nun Güçlü’deki Savaş’ın ne olduğunu anlaması, Güçlü’nün ruhundaki inceliği görmesi de bir bakıma kovalamacanın diğer güzelliği oldu. Kovalamaca demişken süresinin uzunluğu gerçekten gereksizdi. Her neyse Meryem’in kafasına dayanan silaha onu bırak beni al diye yaklaşan Savaş , Meryem’in güven sorununun yarasına bir bant daha yapıştırdı. Hoş Savaş’ın vurulmasına müsade etmeyen Meryem’le Savaş’ın o sahnedeki hali de kendileri hariç herkese aşikar durumun ilanı gibiydi. Savaş’ta Meryem , Meryem’de Savaş artık Hayat. Ailesiz kalan Meryem için Savaş, ailesi hiç olmamış Savaş için Meryem eve dönüşmek üzere sanki. Bu durumun ayak seslerini duyan Oktay’a gelince Savaş’ı öldürtmeye kadar varan takıntılı ruh halindeki sarsıntının kaynağı ne kadar Meryem düşünmeden edemiyor insan. Gözünü kırpmadan sekiz yıla mahkum ettirdiği Meryem ne noktada bu kadar değerli oldu? Geçmişle bağım dese de o geçmişin parçalarından annesini bile hiçe sayan Oktay aslında hep kıskandığı hayatın parçası olmayı reddeden Savaş’la mı mücadele ediyor? Derin’in dediği gibi Savaş olmak derdinde olduğundan mı birden Savaş’ın sahip olduklarından o da vazgeçip Savaş’ın istediklerine odaklanmayı tercih etti? Kavgası aşk için mi tüm takıntısıyla harmanlı yoksa asıl derdi rekabet mi? Beliz ve Berk hikayesi, kaza hikayesine oradan Yurdal Sargun, Derin Berker ve aile sırlarına da eklenince üzerine tüm sırlar Oktay’a düğüm olunca bakalım bu takıntılı, kimlik kaç kimlik daha doğuracak Oktay’da. Oyuncu da müsait olunca kuşkusuz Oktay’ın geliştireceği kimlikler korkutucu.
Diğer taraftan Meryem ve Savaş’a oranla daha makul bir ilişki içindeki Burcu ve Güçlü de başroldeki çift kadar alımlı ekranda. Birbirine benzeyen yapılarıyla, sahiplenme duygularıyla hem aşkta hem savaşta güçlüler. İkisinin atışmaları sıkıntılara mola, aşklarını yaşama biçimleri ise başrol aşka o kadar zıt. Meryem Savaş ne kadar sırsa , Güçlü Burcu o kadar net. Meryem Savaş ne kadar sözcüklerden uzaksa Güçlü Burcu o kadar söyleyişli. İtiraf olmasa da her sürtüşmeleri itiraf, her kavgaları sevda.
Meryem Gülümser’i ve dolayısıyla Savaş’ı muhakkak affedecek. Süreç ne olursa olsun sahte olanı hisseden kalbi gerçeği de ayıracaktır.  Oktay’ın her hamlesi gibi azmettirme hamlesi de Meryem’i Savaş’a ; Savaş’ı Meryem’e sürükleyecektir. Bu kez ciddi bir sonuç umalım.
Son demde; zamanı öldürmenin en yaygın yöntemi şikeyettir derler. Şikeyetim yok çünkü senli zamanlarda , devam etsin  istemiyorum akreple yelkovanın kovalamacası. Dursun , ölmesin zaman. Sen yanımda bana bakarken gözlerim gözlerine değmesin diye uğraşırken ben zaman canlansın.
*Cemal Süreya
Emeklere Saygıyla...
                                                                                  UmayMasal

        

21 Ekim 2017 Cumartesi

Meryem- 12.bölüm

Rüzgar-ı Kader
‘‘Ben sana mecburum bilemezsin;
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum...’’*
Zaman zaman yolumuz düştükçe dizi hikayelerine kendimizce bakıyoruz sitemizde. Bilen bilir. Derdimiz sıradan her seyirci gibi hikaye olduğundan belki, sıkıldık mı ya da içerikle ortaklığımızı yitirdik mi bırakıp gitmemiz bundan. Yazıya sebep ‘Meryem’ e gelince başladığından beri izlemekteyiz lakin yorum istenene kadar belki bırakma huyumuzdan yazmadık. Şimdi her hafta yazar mıyız? Tartışmalı. Kim neden yorum yazıyor bilemesek de kendimizi bildiğimizden hikaye ile bağımız sürdükçe ve keyifle klavye başına oturtma gücü olduğunca yazarız diyip devam edelim.
İlk bölümünden bu yana iç içe geçmiş iki ayrı aşk hikayesinin bir kaza ile çarpışmasını izledik. Biri Meryem’in aşk hikayesiydi çocukluğundan belki getirdiği, biri Savaş’ınki. Biri ölümüne teslim oluştu biri öldüresiye saldırgan. Biri korumacı, biri intikamcıydı. Biri kazanma çabasındaydı, biri zaten kaybetmiş. Biri geleceğe dair umutlarla sarmalanmaya çalışan, biri umutlarının kül oluşunda mahkum. Meryem ve Savaş farklı insanlara beslenen o sevgilerin yakıcı çarpışmasında koskoca bir kötülükle farklı farklı yerlerden sarmalanmış bir düğüm oldular. Düğüm içindeki öfkeye, vicdan ekledi. Vicdana pişmanlık, pişmanlığa anlayış, anlayışa kabulleniş, kabullenişe güven ekledi. Hikaye Oktay’ın, Derin’in , Yurdal’ın her dokunuşuyla düğüm üstüne düğüm eklerken aslında Meryem ve Savaş’ı birbirine kördüğümlü hale getirdi. Her kayıp, her acı, her yokediş Meryem’i Savaş’a , Savaş’ı Meryeme mühürlerken yola çıkılan aşklardan, önce Meryem’i, sonra tüm tutunma çabasına rağmen Savaş’ı uzağa düşürmeye başladı. Önce Meryem’di aslında Savaş’a yol alan. Onun acısında kendi pişmanlığını harmanlarken sevilmenin aslında ne olduğunu için için hisseden. Oktay’a dair ortaya çıkan çiğliklerin hepsinde, tüm doğrudanlığı ve taze bahar dürüstlüğüyle ordaydı Savaş. Yangınlara daldı, kavgalara daldı Meryem uğruna. Ki hatırlayalım, o yangına daldığında Savaş için Meryem düşmandı. İlk Meryem sildi yüreğinden Oktay’ı, karşısında ona kök salacağı toprağı arayan bir ağaç gibi  bakan adama yer açmak içi. Savaş’ın Meryem’deki ilk duygusu güvendi. Güvene tutundu Meryem en güvensiz hissettiği kayıplıklarının ortasında. Savrulurken ordan oraya, o ölümden diğer ölüme; Savaş’tı elleriyle onu sımsıkı tutan. En kötü anını paylaştı Savaş onunla. Yine sımsıkı tuttu. Düşmesin, kaybolmasın, ucup gitmesin diye Savaş sarıldı belki tüm hayallerinin ötesinde ona. Sevinç’e duyulan aşkın gölgesinde bile titrerken  Meryem, kendisini gözünü kırpmadan harcayan bir adama beslenmiş sevginin suçluluğuyla, Savaş tarafından sevilmenin nasıl bir şey olabileceğini düşündü belki kim bilir? Yakılan fırın onun için onarılırken belki bu kocaman sevebilen adamın yüreğinde sıfatı bilinmeyen bir sevginin tohumu olmayı umdu da kendine bile söyleyemedi belki. Meryem’e bu hafta, Savaş’ın saklayışlarına kızdı diye kızdık. ‘Senin sakladıklarının yanında Savaş’ınkiler ne ki.’ dedik. Peki yüreğini adım adım güven anahtarıyla Savaş’a açan bu kız hayatta güvendiği ne varsa aşk adı altında elinden alınmışken yine hangi noktada hangi yanlış seçimleri yaptım diye düşünmez mi? Ölü mezarlığına dönen kalbinde sanal ölülerle gerçek ölüler değer kargaşası yaşarken hem de. Öfkesi Savaş’a mı kendine mi? Mahkum edişi Savaş’a mı kendine mi? Meryem’in kırgınlığının büyüklüğü Savaş’a olan duygunun büyüklüğünden olmasın sakın. Umulmadık ve kabullenilmeyen bir şekilde hem de. Oktay’ı kurtarmak uğruna kendinden vazgeçen Meryem Savaş’la belki sevdaya yürüdüğü yolda değişmeye başlamış olmasın. Ummaya korka korka umduğu bir sevda belki sebep Meryem’in Savaş’a bu kadar kızmayı hak görmesi kendinde. Şimdi muhtemelen karşısına pişmanlıkla dikilecek adamı dinlememek ne kadar elinden gelecek? Savaş onun gözlerine bakıp ‘Seni korumak istedim annemin yanında ol istedim.’ dediğinde nereye kadar direnecek? Meryem Savaş’a tutulmanın ilk sarsıntılarıyla bayılmanın eşiğine gelirken Savaş’ın yokluğunda, depremli sevdasına karşı ne kadar ayakta kalacak Savaş yoksa eğer? Zor.
Oktay’ın yaptığı her hamle ile uzaklaşmak yerine Meryem’a daha derin yürümeye başlayan Savaş’ın durumu da Meryem’den parlak değil. Meryem’in karşılaştıkları, Savaş’ı bekleyen o korkunç gerçekle havada karada boy ölçüşemez. Sevinç Meryem’e , Meryem Sevinç’e karışırken duygularıyla bilinç altında Savaş’ın, Oktay’ın planlarıyla Meryem Sevinç’ten ayrışmaya başladı ağır ağır. Savaş’ta babasının karşısındaki tavrıyla, ortasında kaldığı tüm zorlukları kabulleniş biçimiyle kendi karakterine saygı kazanan Meryem Oktay’ın saldırısının izleriyle Savaş’ı korumaya çalıştığını içten içe sezdiren halleriyle gittikçe Sevinç gibi olmaktan çıktı Savaş için. Boş bir kabukken içi doldu. Başkalaştı. Meryem’in baba kaybında yaşadıkları ortak deneyim kuşkusuz Meryem kadar olmasa da Savaş için de can yakıcıydı. Duygularının ayaklanmasına neden oldu. Meryem’i ararken halinin çevresine anlattığının çok ötesinde oluşu, Sevinç’in mezarına yüzü olmadığından gidemezken, Meryem için gidişi, kendi gururundan vazgeçişi, öncesinde fırında anıların izlerinde kayboluşu ve kuşkusuz son iki haftadır yaşadığı muhtemelen yaşamaya devam edeceği kaybetme korkusu. Bir noktada Oktay sağolsun, travmalarla sınamasa birbirlerine aşklarını yıllarca dile getiremeyecek bir ikili Meryem Savaş. İkisi de farklı nedenlerle saygı duydukları Sevinç anısından ve saklanan o asıl sır yüzünden hayatta itiraf edemezdi duygularını kendilerine. Oktay’ın katıksız ve hastalıklı sahip olma duygusu sandığının aksine Meryem’i ve Savaş’ı itekliyor birbirlerine doğru. Savaş’ın yükü Meryem’in yüküne , Meryem’in yükü Savaş’ın yüküne binerken ne zaman el ele o yükü kaldırmayı deneyecekler bilmiyorum. Oktay ve Derin o eller birleşince daha nereye varır göreceğiz. Bir taraf Oktay-Derin-Yurdal diğer taraf Savaş-Meryem-Burcu-Güçlü. Hangi noktada kim nereye savrulacak bir başka tartışmalı konu. Tek bir konu tartışmaya açık değil: Güçlü ve Burcu’nun aşkı daha çok gizi çözer, Meryem-Savaş aşkı daha çok gizem yaratır.
Son demde; Gülümser Hanım’ın dediği gibi insanın rüzgarı da kader. Rüzgar, zaman anlamında da kullanılan bir sözcük. İnsanın zamanla geçer dedikleri bazen kaderin etkisiyle sandığından erken geçer. Bir çarpışma en sevdiğini aldı sanırken aslında daha da çok seveceğini verebilir. Kaderin zamanı bizim zamanımıza eş olmayabilir. Kendi oyununu kendi zamanında oynatır ve sen ona hayat dersin.
‘‘Zamanımız vardı sevgilim. Tüm zamansızlıklara inat. Saniyelerimiz vardı her biri asır. Bizimdi zaman. Bize ait. Ne saatlere eş ne de günlere. Bizde bir an yıldı, ömürdü. Sana aktığım her bakış aşka adanmışlığım.’’
Not: Hep kötünün kazandığı bir hikaye sıkıcıdır. Denge iyidir. Hikayede düğüm şarttır lakin denge her şeyden önemlisidir. Naçizane.
Emeklere saygıyla...
*Attila İlhan
                                                                                                                                   UmayMasal          




12 Ağustos 2017 Cumartesi

AteşBöceği 7.Bölüm

‘‘Ya her şeyim ya hiçim

Sorma dünyam ne biçim

Bir kördüğüm ki içim,

Çözdükçe dolaşıyor...’’

Aslı’nın Barış’a neden diye sorduğu sahneyle açtık. Barış etrafından dolaşarak aslında Aslı hakkındaki meraklarına dair tek ipucunu da bakışlarına yükleyerek cevapladı genç kadını. Merak dedi, kendini koruma içgüdüsüne vurgu yaptı sonunda ‘sen benim için değerlisin’e kadar vardı. Hayat kimseye adil davranmıyor. Verdiği yerden de alıyor dengesinin vücud bulmuş hali gibi Aslı. Barış’ın öğrendiği sır Aslı’ya dair korkuların kapısını açarken travmatik bir şekilde Hukuk Fakültesinden vazgeçen kızımızın Barış’a duyduğu sonsuz güvene de şahit olduk bölüm süresince. Teo’nun peşine düştüklerinde kendilerini parçası olarak buldukları düğün belki Teo’yu bulmalarını sağlamadı ama Aslı ve Barış’ın birbirlerine dair duygularını anlamalarına yardım etti. Barış Aslı’nın babasını kaybettiği günün hikayesine Aslı’yı bir bakıma kendisine getiren kazanın eklendiği travmalar silsilesine sadece ağladı. Ağlayabildi. Aslı’nın okula dönmesini , kaybettiklerini telafi etmesini isteyen Barış aslında ne kadar zorlu bir sağaltma süreci gerektiğini anladı. Aslı okul ve kayıpları birbirine bağlamış, her okula gidişinin ona acı olarak döneceğine inanmış. Barış bunu ne noktada tersine çevirebilecek? Bunca zorluğun üzerine kazayı yapanın Mavi Melek değil bizzat Hakan olduğunu anlamasıyla Barış’ın Aslı’nın gözünde aklanma çabası da dinamitlendi. Barış Buka çaresizlikleri çareye bağlayan adam çaresizliğiyle başbaşa. Yalana dair bakış açısı, ilişkilerdeki dürüstlüğe verdiği değerle tamamen ters düşmüş ve koca bir kördüğümle bağlanmış. Bir tarafta ailesi, bir tarafta Aslı ve mesleği. Aslı açısından yaşadıklarını Gül dışında biriyle paylaşması belki iyileşme sürecinin parçası olarak görülebilir ancak diğer taraftan mutlaka yüzleşeceği yalan bir başka travma olarak ona dönecektir. Barış’a aşkını ciddiye alan Aslı gerçek aşk kolay söylenmez, söze dökülemez mottosuyla kalbinin içinde ilk aşkını büyütürken alacağı darbenin dönüş şiddeti ne olur bilemiyoruz. İkisinin de birbirlerine yönelik duygularının fazlasıyla farkında olması, bölüm boyunca önce karşı tarafın konuşması yönünde yapılan zorlamalarla kendini gösterdi. Barış Buka çözülüyor, farkında olarak Aslı’ya kapılıyor. Aralarındaki engelleri kaldırmak için tüm gücüyle uğraşıyor. En kötü tarafı bu çözülmenin, kapılmanın farkında olan İlayda’nın iz sürmeye başlaması. İlayda tıpkı Barış’ın dediği gibi kötü niyetli bir hırs duygusuyla hareket ediyor. Bu da Barış’ın göreceği zararı hesaplamadan adım atacağının en büyük göstergesi. Cahide cephesindeki müttefikini kısa sürede kaybedeceğini düşündüğüm İlayda hedef büyütebilir. Cahide’nin Şirin hamlesi büroda aslında ne oluyor sorununa daha akılcı bir cevap olabileceği için İlayda Sıdıka ile başbaşa kalabilir. Handan ve Hakan’ın Amerika’ya gitmesine izin verilirse korkarım Barış’la ilgili ciddi bir kozu elinde bulundurmak İlayda’yı iyice fütürsuzlaştırabilir. 

Diğer taraftan Teo ve Gül ilişkisine de bomba gibi düştü Hakan olayı. Öyle ya sadece Barış değil okkanın altına gidecek kişi. Aslı’yı bulan aileye kadar gelen onun evrenine ilk dahil olan Teo. Gül’e teslim olmaya karar verdiği an onun da bu kördüğümün aktif parçasına dönüştüğü tahmin edilebilir bir şey. Gül ki Aslı’nın harçlarını ödemeye devam eden, ailesinden daha iyi onu tanıyan arkadaştan öte kardeş olmayı seçmiş bir kız. Sevdiğine canı feda. Peki aldatılmaya tepkisi ne olur? Daha da beteri hem Aslı’nın hem onun aldatıldığı bir manzarayla karşılaştığında bu kız ne kadar kırılır? Kaldı ki Mavi Melek’in gösterdiği görüntünün Hakan’a ilişkin olduğu fikrinden hareket ediyoruz burda. Belki Teo’nun da geçmişini, yanlışını içeren bir şey vardı orda kim bilir? Teo kaybolmayı neden seçti? Nereye gitti de Gül’e gelip veda etti? Göreceğiz. Bu arada olanları hatırlamaya başlayan Hakan da saatli bomba durumunda. Hatırladıklarını tutup Sıdıka’ya anlatabilecek saflıkta bir kimlik. Yani yarattığı kaosu büyütebilir sanki. 

Ben burada izninizle Gül’e ayrı bir başlık açmak istiyorum. Gül sen nasıl bir arkadaş, kardeşsin öyle. Tüm saflığın, güzelliğinle, içtenliğinle. Kendinden önce sevdiklerini düşünmenle. Öyle kocaman bir kalbin var ki, kıyamıyorum sana. Seni hiç üzmesinler Gül. Biliyorum ki gözünde yaşın hep olacak. Teo’nu geçmiş acıları bir şekilde seni vuracak ama sen o vurulduklarından yine yeniden doğacaksın. Çok uzun zamandır bir dizide ikinci çifti bu kadar sevdiğimi hatırlamıyorum. Çağrı Çıtanak ve Gözde Çığacı öyle uyumlu, enerjisi yüksek bir çift çıkardılar ki çoğu projede esas çiftte bulamıyoruz bu uyumu. Bu kuşkusuz hikaye için bir artı. Barış-Aslı hattı zaten enerjisi çok yüksekken onlara bağlı gelişen ve kendi hikayesine yol almaya başlayan Gül-Teo da izleyen adına merak duygusu yaratıyor. Gözde Çığacı’nın gözlerinden her duyguyu geçirebilme yeteneğine ek Çağrı Çıtanak’ın gösterişsiz ama içten oyunculuğu bunu sağlayan bana göre. Seçkin Özdemir ve Nilay Deniz zaten bildiğimiz gibi. Hafta hafta beden dilleri birbirlerini bütünlemeyi daha da arttırıyor. 

Emeklere saygıyla...  

 


8 Ağustos 2017 Salı

AteşBöceği 6.Bölüm

‘‘Ellerim sana dokunduğunda yanıyorum, yanmanın ne oldsuğunu bilmiyorum. Bilsem böyle korkar mıyım? Bilsem kaçmaya çalışmakla teslim olmak arasında bu kadar kalır mıyım?’’ 

Biraz gecikmeli, azcık hayata takılmalı da olsa Ateşböceği’nin yeni bölüm yorumuyla sizinleyiz.  Masal tadında ilerleyen hikayemizde Aslı ve Barış aşkın merkezine doğru her hafta hızlanan bir ivmeyle ilerliyor. Barış’ın farkındalığının yükselişi bu haftaya damgasını vurdu. Peki o farkındalığa nasıl vardık? Geçtiğimiz hafta yatta Aslı’nın aşkta ve insan ruhunda Barış’ı nasıl algıladığını öğrenmiştik. Hoş meraklanmıştık da itiraf gelmeyeceğini bilsek de, acaba demiştik Barış’ta Aslı nasıl yankılanıyor. Aşk geliyor Barış’a ama Aslı’ya dair gelmesinin sebebi Barış’ın ağzından nasıl dökülecek? Cevabımızı aldık. İtiraf etme çabasındaki Barış Teo’nun etkisiyle Aslı’nın aklına ektiği şüphe tohumlarına rağmen sustu. Kaza olayını çözüp Aslı’yla öyle konuşmaya karar verdi. Aslı’ya duyguları derinleştikçe Barış, içinde bulunduğu durumdan daha fazla rahatsız olmaya başladı. İş kazayı çözüp mesleki hayatına sürülebilecek bir lekeden kurtulmaktan çıkıp Aslı ile arasında engele dönüşen durumu ortadan kaldırma amacına evrildi. Aslı kafasında garip düşünceler uçuşurken Barış’ın röportajı Aslı’nın olmasa da Barış’ın kafasına taş olup düştü. Barış sorular sırasında her sıkıldığında Aslı tarafından sakinleştirildi. Seçimlerinde yönlendirildi. Barış çoğu zaman Aslı’ya odaklanan dikkatiyle kendini unuttu. Hatta Aslı’ya dair merakları depleşti. Adımlar attı. Ancak kuşkusuz nasıl bir kadına aşık olacağına dair sorusunda Aslı’ya yönelen duygularının sebebini onun ağzından duyduk. Hayatında biri olduğuna dair adeta itirafını da. Aslı sevimli, olgun, çocuk kadar saf, iyi niyetli ama dağ aslanı gibi güçlü haliyle Barış’ın kalbinden içeri süzülmüş gözüküyor. Tarif ettiği kadının Aslı olduğunu fark ettiği anda da artık duygularından kaçamadığını da duyduk bizzat kendi iç sesinden. Barış’ın hayatı kırıklarla dolu. Tıpkı dergi ekibinin kırıp döktüklerini topladığı gibi Aslı Barış’ın kırılmışlıklarını toparlayacak sanki. Tabi bu sahnede Aslı’nın eline dokunur dokunmaz ateşe dokunmuş gibi kendisini çeken Barış aşka düşmenin çok tatlı bir yorumuydu. Sonrasında çaresizlikle Aslı’ya ‘Ne duymayı umuyorsun’ diyip dümeni çok yanlış bir noktaya da kırsa Barış’ın aşkı Aslı’ya nazaran daha hızlı ilerliyor. Aslı Barış’a kızgınlığına rağmen açıklama için peşine düştüğünde karşısında ‘git’ dese de ‘gitme’ tınısında haykıran bir Barış buldu. İkilinin hafif meyli hallerinde ettikleri dans tam anlamıyla tutkuyla doluydu. Aralarındaki duygunun gözlerden dokunuşa dönüşmesiyle çakırkeyf de olsalar Aslı’dan gitmesini istese de aslında gidecek diye ödü kopan  Barış sımsıkı tutundu Aslı’ya. Aslı ise tüm açık yürekliliğiyle Barış’a kararlarını kendisinin verceğini söyledi. Bir bakıma Aslı tüm çocuk saflığına rağmen yetişkin, sorumluluk sahibi ve kendine dair adımları kendisi atan bir genç kadın olduğunu ispatladı bir kez daha. Barış’ın kalbindeki yeri her haliyle sağlamlaşan Aslı için Barış neleri göze alacak göreceğiz. 

Teo ve Gül’de aşkta Barış ve Aslı’ya göre daha hızlı yol alıyor. Bunda Gül’ün çabasının payını es geçmemiz mümkün değil. Teo’nun duvarlarını yıkma konusunda Gül o kadar başarılı ki. Teo’nun kimsesizliği zaten daha önceki bölümlerde vurgulanmıştı. Bu hafta Teo için Barış’ın önemine vurgu yapıldı ki burdan  Teo’nun da bir hikayesi olduğuna da varabiliriz. Gül öyle sarıp sarmalayıcı bir kız ki Teo’nun muhtemelen eksik kalan aile sevgisini tek başına kapatacak.Tabi bir taraftan Teo ve Gül Barış-Aslı ikilisinin denge unsuru olmayı da sürdürüyor. Her ne kadar Barış Teo’nun Ateşböceği’ne ilgisini zaman zaman yanlış anlasa da Teo olmasa Aslı’nın hayatında neler olup bittiğini öğrenmesi zor görünüyor. Barbaros-Arzu restleşmesine de şahit olan Teo Aslı’nın evrenine Barıştan hızlı entegre oldu. Ee ne de olsa Anadolu çocuğu Teo. Artı aslanlar gibi bir ittifakı var:Gül.

İlayda ve avanesi bu hafta karikatür kötülük kavramına ciddi anlamda bir atılımla boyut kattı. Aslı ve Barış’ın arasında olanları basına yansıtmak , üzerine işin büyüyeceğini akıl edememek tam da İlaydalık bir tavırdı. Fakir şöför kız ve zengin oğlan. Cidden ilginç başlık. Aralarındakiler söze dökülmeden karşılaştıkları Aslı açısından en çok aileden yiyeceği bir vurgun olarak hissedilse de işin rengi öyle olmadı. Anne ve abisinin baskınıyla işinden olmayı bekleyen Aslı, Barış’ın kendisi hakkında bildikleriyle yüzleşti. Aslı’ya git dese bile gitmesinden korkan Barış aileye karşı cidden sağlam bir argüman üretti. Peki şimdi ne olacak? Aslı açısından tepki malum ama ben işin başka tarafına bakmak istiyorum. Aile ile yüzleşen Barış’a Aslı’nın annesi ‘kızımı sana emanet ettim’ dedi. Şimdi bu emanet vurgusu ve ailenin kızımız sahipsiz değildir tavrı Barış’a nereden dönüp patlayacak? İlayda’nın yaptıkları Barış ve Aslı’ya zarar vermekten çok aralarındaki ateşin körüklenmesine neden oluyor şimdilik. Barış’ta Aslı’yı koruma refleksi geliştiriyor. Aslı’da ise içten içe Barış’ın o refleksine dayanma hissi. Kuşkusuz Aslı hayatta tek başına durmayı bilmiş bir dağ aslanı. Ailesini sırtlamaktan küçücük yaşında kaçmamış. Kazandığı okulu bırakmış ama dönerim umuduyla harçlarını ödemiş. Ben bu dönerim umudunu çok sevdim mesela. Okulundan vazgeçmiş bir kız değil Aslı. Hayat onu savurmuş olsa da direnmeye devam eden bir kimlik. Sertliği sevimlilikle harman bir kız. Kadınlık kimliğinden uzak değil. Dediği gibi bir parça şöför Nebahat bir parça Agatha. Kazayı çözme yolunda adımlar atılması da dizinin ritmini yükseltiyor. Lakinnn şimdilik İlayda yolundan yürüyen kötülük nereye kadar sürer bilmiyorum. Bir de yine ısrarcıyım. Bölümlere dizi film tadı katan davalar Aslı-Barış-Teo hattında hafif polisiye soslu komedi çıkartabilir. Hatta dozunu ayarlamak koşuşuyla drama da hafiften girilip küçük küçük hikayeler anlatılabilir. Tek boyutlu kalmaması mümkün bir yapı sağlıyor avukatlık ofisi. Arabuluculuk, hafif dedektiflik katılabilir. Böylece bölümler boyu süren entrikalar yerine izleyici farklı bir tad görür. Naçizane...

Emeklere saygıyla.    


29 Temmuz 2017 Cumartesi

Kalp Atışı-5.Bölüm

*‘‘Önce ellerin

    Önce ellerini gördüm, tuttum bırakmam...’’

Yarayı bilmez yaralanmamış olan. Yara yarayı tanır, yaralı yaralının yarasını. Sevda yaranın tuzudur. Yarası ortak olanların sevdasında o tuz daha acı ama daha dağlayıcıdır. Yara yaraya karıştı mı en zoru odur. Ali Asaf Eylül’ü neden bu kadar seviyor sorusunun cevabını mı arıyoruz? Yaralarına bakmalı. Ali Asaf’ın Eylül’ü öpmesi ve devamında Eylül’ün gidişi, kaçışı demek daha uygun oysaki, sonrasında Ali Asaf’ın babasını hastane sedyesinde görene kadar yokuş aşağı giden kısım. Kalp Atışı temposu yüksek bir bölümü daha geride bırakırken Eylül’ün ve Ali’nin ayrı ayrı hikayelerine de perde aralamaya başladık.  Ali’nin anne ve babasını kaybettiği sahneyi daha önce görmüştük. Bu hafta nasıl evlat edinildiğini öğrenirken Ali ve babası arasındaki bağın daha ilk andan ne kadar güçlü düğümlerle bağlandığına şahit olduk. Eylül’ün babannesiyle bağı ne kadar güçlüyse Ali’nin babasıyla bağı o denli güçlü. Diğer taraftan karşılıklı olarak bu güçlü bağlar aşkla düğümlenen Ali ve Eylül’ü karşı karşıya getirdiğinde kör bir düğüm oluşacak mı? Göreceğiz. 

Mehmet’in Eylül’e karşılıksız bir aşkla bağlı olduğunu da öğrendik bu hafta. Eylül için babannesinin hatırasını korumak ve Ali Asaf’a duyulan aşk atbaşı giderken Mehmet dost olarak çok değerli bir yere konmuş. Tıpkı Selim Hoca gibi. İkisine de kendisini tanıma fırsatı vermiş ki bu Eylül açısından önemli bir duvar bence. Eylül mesleki kimliği dışında insanları iyi etüt etmesine rağmen yakınına kimseyi almayı sevmeyen biri. Bu da onun koruma kalkanı belki. Zayıflıklarına kimse şahit olsun istemiyor. Kendisinin annesinin zayıflığına şahit olduğu gibi. Eylül’ün sözcükler ağızdan çıktığında büyüsünün kaybolacağına dair korkusu bile buna bağlı. Sevdiğin insana onu sevdiğini söylediğinde kalbini avuçlarına bırakıyorsun. Sonrasında da tutup ne yaparsan yap diyorsun. Bu dünyanın en riskli hareketi. Ali açısından güven kayıplara rağmen altı boşalmamış bir kavram peki Eylül için? Kayıp ortaklığına rağmen iki karakterin güven sorunsalına bakışı aynı değil. Belki Ali babasının Sinan’ın yaptığı hatayı örtbas etmede pay sahibi olduğunu öğrendiğinde bir güven bunalımı yaşar. Fakat bu küçük bir kız çocuğunun en korunmasız olduğu andan başlayarak yaşadığına benzer bir bunalım olmaz. Artı Eylül’ün savunma konusunda kendisini korumaya yönelik ‘Kendimi ben korurum’ mottosunu da çocukluk anıları net bir şekilde açıkladı. 

Bahar’a gelince öncelikle Esma’ya saldırısının altındaki onaylanmamış, istenmemiş, histerik kız kimliği rahatsız edici. Orda Eylül’e gücüm yetmiyor, üzerine atlasam beni yere serer, doktorlukta desen zaten gol üstüne gol yiyorum bari Esma’yı ezeyim hali acınasıydı. Ezdi mi, kim kimi ezdi tartışılır. Esma’dan bahsolmuşken Bahar’ın obsesiflik içeren tavrına ara verip sevimli kızımıza bir parantez açalım. Eylül’ün sığınağı, arkadaşının yüzünden yaşadıklarını okuyabilen ve rengarenk Esma. Eylül’ün çevresindeki erkek popülasyonu üzerindeki etkisi aşka ya da ona benzer duygulara neden olduğundan şu aşamada en gerçek dost Esma. Arkadaşının iyiliğini ve mutluluğunu gözetmesi, gereken yerde elinde delilleriyle bu mutluluğu sağlaması muhtemel adamın omzuna hafif dokunup yürütmesiyle Esma peri anneler gibi. Bir taraftan Esma’nın kendi hikayesi de başladı sanıyorum Alp’le olmasını tüm kalbimle dilediğim Esma’nın terk edilmiş, sevgiyle imtihanı zorlu geçmiş Alp için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum ben. Katılan? Kabul ilk an acaba Mehmet’le mi olsalar desem de Esma’nın Mehmet’in Eylül aşkına hakimiyetiyle bu fikirden jet hızıyla caydım. Esma-Alp olur olur. Güzel olur. Bahar’a devam edelim. Bahar’ın tıpkı babası Sinan gibi ciddi sorunları var gibi duruyor. Bu hafta saldırıya uğramasının ardından Sinan’ın tutumu, kızına ilişkin Oğuz’a söyledikleri Sinan’da ciddi bir duygu bozukluğu olduğunu düşündürüyor insana. Ne kadar zamandır annesiz olduğunu bilmediğimiz Bahar’daki onay derdinin ve mücadele ederken her yol mübahtır tavrının benimsendiği yer baba. Sinan’ın, Ali Asaf’ın babası Ziyanur’un geçirdiği ölüm tehlikesi karşısındaki tavrı dikkatlerden kaçmamıştır eminim. Ziyanur’un hayata döndürülme çabasından neredeyse rahatsız oldu. Sonrasında da kendi hatalarının hesabını başkalarına kesme haline devam etti. Bahar’ın kimi örnek aldığı konusu sanıyorum tartışmaya açık değil. Yalan konusundaki soğukkanlılığı da elbette.

Ali Asaf’a gelince, aşkta bu kadar net, bu kadar rahat ve kendinden emin karakter az görülmüştür sanıyorum. Eylül’ün tüm defansına karşılık Ali yılmadan, kırılıp dökülmeden tek dokunuşa, tek güzel söze dünyaları sığdırarak tüm sevimliliğiyle Eylül fırtınasının kalbine yol alıyor. Eylül’ün kucağında yatıp ellerini öptüğü sahnede şiirler gibiydi ikisi. Etraflarında olan bitene rağmen, korkulara, hikayelerdeki karamsarlıklara rağmen ilkbahar gibi Ali. Renk renk etrafını çiçeklere beziyor sonbaharın kızı Eylül’ü. Kuru yaprakları savuruyor ilkbahar meltemleriyle, kurumuş dallara sürgün vermeleri için yağmur gibi yağıyor. Kendi hüzünlerinde bile Eylül’e duyduğu sonsuz güvenle davranıyor. Aşık Ali böyle. Peki doktor Ali. Babasını vuran adama yaptığı müdahalede, bilmesine rağmen en ufak kuşkuya yer bırakmadan doktorluk kimliğini giyen Ali vicdanın bazen sevgilerden bile önce gelmesi gerektiğini kafalara vura vura gösterdi. Yüz mimiklerinde o öfkeyi görsek de Ali yapılması gereken konusunda insan ve doktor olarak sınavını geçti. Bakalım Sinan-Babası- Bahar şeytan üçgeninin babasına ilişkin şantajına yaklaşımı ne olacak? 

Mehmet ise aşık belli. Değersiz hissediyor bu da belli. Kaybolmuş bu da belli. Peki bu kadar belirginlikte Mehmet’in hayatı nerede? Bilmiyoruz yine. Eylül’lü haller tamam da, bu kadar kayıplık sadece aşka bağlanmaz sanıyorum. Eylül’ün tabiriyle kendi değerini ne zaman fark edeceği ve Ali’yi seven Eylül’ü kalbinde nereye koyacağını da en az Selim’e gösterdiği tepki kadar net bekliyoruz bakalım. 

Bir başka aşık Oğuz’a bakalım mı bizce? Kendindeki hoşlanma duygusuna yabancılığını o kadar sevimli yaşayan bir karakter ki Oğuz. Hangi kayıp zamanda kendisini sevgiden bu kadar uzağa düşürdüğünü görmeyi isterim. Eylül’e doğru akan duyguları ete kemiğe bürünürken her hafta bizlerden çok kendisi şoklar yaşıyor. Ali Asaf’ı hafiften kıskanmaların da başladığını söylersek yanlış olmaz. Tekrar ediyorum bana göre Eylül’e en çok benzeyen kimlik Oğuz. Bu nedenle nerelerden hangi kavşaklardan dönerlerse dönsünler bu ikili sonunda çok sağlam iki dost olmalı.

Son sahnede yanık kremi kutusuyla yaşanan aşk sanırım en tatlı itiraflardan biriydi. Sözsüz, ateşe dair, yanmaya dair. Evlenme teklifi ‘Evlensene benimle’ cümlesinde saklı ‘Beni seviyorsun biliyorum’la şekillense de gelen telefon teklifin olumlu cevaplanmasına engel olacak gibi. Bakalım..

Son demde;  yüreğine sor eğer aklın benden kuşku duyarsa. Yüreğin bildi çünkü beni. Hayat denilen dehlizin ortasında yüreğin tuttu beni. Ellerine sor. Onlar söyler nasıl yandığını alnımın senin dokunuşunla. Duyduklarına değil, hissettiklerine sor. Sen beni en çok yüreğine sor. O söyler.   

*Ümit Yaşar Oğuzcan

Emeklere saygıyla...

UmayMasal