“Seni öpmek gökyüzünü öpmek gibi
mavi, yeşil bir şeydi
Seni öpmek nefes gibiydi,
yüzyıllık bir yalnızlığın uykusundan uyanmak gibi.”
Söz uçar yazı kalır. Aşk uçar
,acı kalır. Aşkı yırtarak kurtaramazsınız kendinizi ortasında bıraktığı acıdan,
mektubu yırtarak kurtarırsınız. Aşk acı gibi, mektup kılığında çok gitti geldi
aramızda. Bakış oldu o mektup, zarflandı, pulu yapıştı. Gitti geldi. Söz olmadı.
Mektup kalmayınca acıdan da aşktan da kurtulurum sandım. Çünkü aşkın acısı paylaşılmıyor. En iyisi
kendi kendine yaşamak, ıssız, sessiz, tenha, kapalı, mezar gibi. Kapatmak lazım
aşkı en dibe. Kutuya koymak, gömmek, belki tabuta tıkmak , üstünü toprakla
kapatmak gerek. Bağırmasın içinizde, sussun; acıtsa da duymamak lazım sesini. Zamanı
lime lime etmek lazım. Paylaşılan zamanı, her bir parçasını başka kuytuya
saklamak lazım. Gitmek belki o acıdan , o aşktan gitmek lazım. Kaçmak lazım,
üstüne kapılar kilitlemek. Belki bağırmak lazım içten içten “günlere bakarsın
katı katı, üzerine çekersin perde...” perdelemek lazım. Görmesinler,
duymasınlar, bilmesinler. Üşümek lazım, donmak. Tabuta tıktığın o sevdanın
yaslı kışında donmak lazım. Donsun ki acı azalsın. Soğusun. Varsın hayat
donsun, varsın yaşam kalmasın, acı soğusun. Acı buz kessin, hissedilmesin. Hissedilmesin
yeter ki, sussun. Gözlerimdeki gözlerin sussun. Yaşayamadığım sen sussun. Her şey
ama her şey buz tutsun. Yok olmasın ama koca bir kışın, ömürlük kışın altında
uyusun.
Kaçamadım, susamadım. Seni buldum,
başka yollara, başka kıtalara saklanmak istedim, saklanamadım. Beni buldun. Biz’i
buldun. Gömdüğüm ne varsa çıkarttın, gözlerindeki sözlerle önüme koydun.
Oysa saklandığım çocukluğumla ne
rahatmışım. Korkularımı bilerek, kendimi bilerek; bu kadarım diyerek ne kadar
belirli ne kadar sağlam ve dengeliymişim. Büyümek ve gerçek kendiniz olmak güç
ister demiş, Cummings. Benden büyümem istendiğinde ben güçlü müydüm ki? Bana
git dendiğinde içimdeki çocuğun dikenleri kirpi gibi saplandı kalbime. Ben sökemedim
ki o dikenleri içimden. Annem oldu o dikenler korktuğum gecelerde , babam oldu
battı. Derine, derine battı. Dağladı beni. Acıya alıştırdı, sevgisizliğe
alıştırdı. Alıştım ben. Uzaklaştırılmaya alıştım, beklenenleri yapmaya alıştım.
Alıştım ben. Şimdi durdum bakıyorum. Hayattaki tek derdi ailesinin parçası
olmaya çalışmak olan bana bakıyorum aynada. Kibir maskesinin arkasına saklanan,
yalnızlığın kıskacında solumaya çalışan bana bakıyorum. Ipıssız bir adaya dönen
ruhuma bakıyorum. Nefesimi kesen korktukça yalnızlıktan sarıldığım kibrime
bakıyorum. Nefes, nefes, nefes. Ne zamandır almıyorum ben o nefesi? 12 yaşından
beri mi? Yalnızlığın dört duvarıyla çevrelendiğimden beri mi? Kardeş rekabetinin
orta yerinde sahiplenici rolünü giydiğimden beri mi? Kendim olmama kendimi
bulmama izin verilmediğinden beri mi? Hayat aile, aile hayat çizgisinde zorunda
kalarak tutulduğumdan beri mi? İstediğimi yap, sahip çık, ağabeysin sen, Yağız’sın
sen, yap. Çözmen gerekeni çöz, anlaman gerekeni anla, yapman gerekeni yap,
hissetmen gerekeni hisset. Hisset. Ama gerekeni hisset fazlasına yer yok. Kaç ,daha
uzağa kaç. Açma sakın kendini, duvarlarını ör içeri alma. Acılar güç verir
acını çek. Gözlerim buzlu bir camın arkasından bakıyordu benim. İçimi soğutmuştum
ben. Duygu yok. Duygu iletişim getirir
çünkü, yakınlık kurdurtur, hatta aşık eder. Hatta Aşık eder. Etti. Etti engel
olamadım. Sana aşık etti, durduramadım. Direndim. Olmadı.
Seni ilk gördüğümde hangi yalanın
parçası olarak karşıma geldiğini bilmeden nefret ettim senden. O yalanın en
seven sandığımın ağzından çıktığını bilmeden nefret ettim. Nefretin bir duygu
olduğunu hesaplamadan yüzüme açtığın yaraya öfke duydum. Seni buldum, annemi kaybettim. Paralellik
mi? Anneme karşılık sen mi? O gece sana gelmem miydi cezam, annemin kaybında
hayat bulan yoksa sen benim yaşayacağım tüm kayıplara karşılık sığınacak bahar
mıydın? Bilmedim. Düşünmedim. Bana düşman gibi bakan gözlerinden alamadım
gözlerimi sonra. Milan Kundera haklıymış, nefret bizi düşmanlarımıza çok sıkı
bağlayarak hapsediyormuş. Ben senin gözlerindeki karanlığa hapsoldukça kılıç
gibi kestin nefretimi. Nefretim seni tanıdıkça sevgiye dönüştü. Sevgi nefretle
başlıyormuş öğrendim. Sevgiyi önceleyen , neyi istemediğimizi , neyin dışına
çıkmak istemediğimizi bilmemizmiş. Nefret keşfetme duygusunu ortaya
çıkarıyormuş. Onun dışına çıkmayı kolaylaştırıyormuş. Keşfettim seni. Bildim. Ben seni bildim. Bildikçe sana
tutuldum. Tutuldukça pişman oldum. Pişman oldukça tutuldum. Öğrendiklerimi aldın
elimden. Almana izin vermemek için sımsıkı tuttum onları. Bir bakışla ruhumdaki
kış yarını bahara döndürmene kapılmamak için kovaladım seni kendimden. Gözlerine
değil sözlerine inandım. Yaralarımızın ortaklığından tanıdığım ruhuna değil ,
küçük kız çocuğu hayallerine inandım. Ruhum yıprandı, duygularım yıprandı, bu
günbegün insanı öldürebilecek bir histi. Karanlık. Bıraktım sarsın etrafımı. İzin
verdim. İrademle en derine gömdüm seni. Bir mezar kazdım. Annemin yanına. Kalbimin
ortasına. Gömdüm seni. Üstüne yazdım bir kar tanesi kayıp gidecek, eriyip
yitecek. Susacak içimdeki ses, susacak mektup gibi söze dökülmeden akan gözler.
Kapattım gözümü. Sustum. İrade meselesiydi. Özgür irade mi özgürlük mü? Tercih mi
zorunluluk mu? İçimdeki sonsuz koşullar zincirine bağlı iradem. Kardeşliğe ,
babalığa , aileye dayanan iradem. Bana ve yine bana dayanan iradem. Beni eylemsizleştiren
iradem. Gömdüm seni. Sevdamı gömdüm. Ta ki biri seni gerçekten o mezara gömene
dek. Ben o mezarda seni çıkartırken tırnaklarımla kazıyarak, arkamı kollamadan,
hayatı yok sayarak, aslında kalbime gömdüğüm mezardan da çıkarmışım seni. Sevdam
senin bedeninde gün yüzüne çıkmış ve ben buna kocaman gülümsemişim aslında. Hayatta
olmana, benimle olmana, benim için olmana kaybettirecek olduğu onca şeye rağmen
ıssızlığımdan beni kurtaran sana kavuşmaktı beni gülümseten. Sen benim yetim
çocukluğumun oyun arkadaşı, sen benim ölümlere dayandığım omzum, vicdanım, imkansızım,
bana rağmen aşkım... Keşke dediğim pişmanlığım, iyiki dediğim sığınağım. Kara sevdam,
aşkım. Suskunluğum.
Şimdi senin de beni sevdiğini
biliyorum. Aramızda duran sırlara rağmen , engellere rağmen seni çok sevdiğimi
ve bundan vazgeçemeyeceğimi biliyorum. Öyle sevdim ki seni. Her ilmeği boynuma
geçe geçe, öyle bile bile sevdim ki seni ,senin beni sevme ihtimaline
tutunmadan; şimdi sen beni seviyorken kaçar mıyım? Senden başkasının
kalmadığını göremeyecek kadar kör ve sağır mıyım? Sadece...
Her şeyin bir zamanı var. Seni seviyorum
demenin bile bir zamanı var. Şimdi sen o güzel gözlerinle bana bakıp “zaman
sessiz bir testeredir” diyorsun biliyorum. Ağır ağır kesecek bizi. Hayır. İzin vermem.
Bak Milena’m seni kaybetmekten öye korkuyorum ki, belirsizliğin verdiği o hazza
tutunamıyorum artık. Sana, her detaya tutunup parçaları topluyorum. Seni öptüğümde aldığım hayat nefesi olmadan
yaşamam mümkün mü sanıyorsun artık? Sen beni öptüğünde tüm imkansızlığına rağmen
uyandığım sevdanın karşılıklı olduğu masala veda eder miyim sanıyorsun? Tökezleyeceğim
elbet, savruluyorum, susuyorum. Ben yaşamayı bilmiyorum ki aşkı. Yaşamamam için
yapılacakları biliyorum. Seni kazanmak istiyorum. En çok seni seviyorum. Benim kalbim
benim acım değil artık, hayata dönmüş ve varolmuş bir bizlik var. Biz. Sadece biz.
Sağaltacağın öperek iyi edeceğin yaralarım var, sarılıp kanamasın diye kapatmak
istediğim yaraların var. İçimde kalmana, bende kalmana, masumluğunun gerçekler
karşısındaki ayakta duruşuna ihtiyacım var. Sana muhtacım. En baştan beri bana
koşan ellerine, en baştan beri sana koşan ellerimi tutmana ihtiyacım var. Artık
dayanmak ne zor biliyor musun? Sana başkasının parmaklarının dokunmasına
katlanmak ne zor? Kalbinin bana ait olduğunu bile bile o prangaya bakmak ne
zor? Senden başkası kalmazken, inandığım, öğrendiğim her şey çözülürken mezarda
fısıldadığım, mezardan çıkardığım aşkım, sen dile düşerken sabretmek ne zor? Bekliyorum.
Elini tutacağım, prangadan seni kurtaracağım anı bekliyorum. İçime içime
bağırsam da ben seni çok seviyorum. Varsın dudaklarımı mühürlesinler ben sana
gözlerimle koşuyorum. Varsın haketmeyen kabuslar araya girsin tüm
düşmanlığıyla, ben burdayım. Elini tutacağım anı bekliyorum. En acı anlarda
bile sana gülümsemeyi başaran ruhumla sana hazırlanıyorum. Çoktan parçam
olduğunu bile bile sana koşuyorum. Arkamda deli rüzgar. Tamamlanacağımız güne
şafak sayıyorum.
Yağız’a sor dediniz. Sordum. Hazan
ne ki senin için? Hazan’a neden koşmuyorsun? Onu da kesmedim. Bıraktım konuşsun
gönlünce. Araya da girmedim, bölmedim. En son sadece bunları Hazan’a söyle oldu
mu dedim.
Bence Yağız...
UmayMasal