Geçtiğimiz hafta Efsun ve Yamaç
sahnesini bırakın Efsun’un adı dışında varlığı olmadığından yazmak mümkün olamadı
değerli okur. Bunca sıkıntıda, iniş çıkışta yine yeniden EfYam’a takılıp
gitmekse derdin haydi gel birlikte yürüyelim o meşakkatli yolu. Meşakkati sisten
biraz da el yordamıyla bulma çabasının verdiği gerilimden olsa gerek yine de
bulmaya çalışalım yolumuzu. Yamaç Bey’in attığı Cyrano
de Bergerac tiradını iteleyip kenara biraz Hamlet’ten bahsederek başlayalım
yazıya. Hamlet benim bildiğim kadarıyla tiyatro tarihinin en çok tartışılan
karakterlerinden biri. Pek çok açıdan ilgi çekici bir karakter ama bizim yazıya
konu etme sebebimiz erteleme denince kendilerinin birinci sırada akla gelmesi. Oyun
boyunca erteler Hamlet. Kasıtlıdır. Çünkü eyleme geçme açısından yetersiz
görünmesi gereklidir. Okuduğum eleştirisinde Goethe Hamlet için diyor ki : “Kahramanı
kahraman yapan güçlü sinirlere sahip olmayan güzel, saf ve son derece ahlaklı
bir tabiat ne taşıyabileceği ne de fırlatıp atabileceği ağır bir sorumluluğun
altına gömülür. İmkansız olan isteniyordu ondan-kendisi imkansız olan değil
onun için imkansız olan. Bu görev ona her hatırlatıldığında, nasıl da soluğu
kesilir, dolanıp durur, ıstırap çeker, hamle yapar ve geri çekilir. Sonunda ruh
dinginliğine bir daha kavuşamayacak şekilde, düşüncelerle boğuşurken amacını yitirir.”
Ama ilerleyen süreçte Hamlet’in dertleri insanlığın muhasebesine dönüşür. Kısaca
o ertelemeler daima bir amaca hizmet eder. Neden bunları anlattım? Kurguda her
şey amaca hizmet eder. Erteleme de. Yamaç’ın ertelemeleri neye hizmet ediyor
acaba? Ya da aslında kurgu bütününde hangi karakterin hamlesi anlık durumlar
dışında gerçek bir çatışmaya hizmet ediyor? Çukur’un genel evrenini uzmanına
bırakıp- tapu olayının saçmalığına şerh de koyup- EfYam’dan devam ediyorum. Efsuncum Kentcimin Erdenet hanedanının
kanatları altına girmesini aslında bahsettiğim genel çatışmayı besleyici unsur
olarak görmüştüm en başında. Bana göre Çağatay Erdenet takıntısı ileri boyutta
olan Yamaç Efsun’u o yalıda tutmamak Çağatay ise tam tersine tutmak için
kılıçlarını keskin çekecekti. Aralarındaki egosal rekabet de level atlayacak
sonunda koskocaman bir patlamaya dönüşecekti. Bir taraftan da Efsun’u haksız
yere suçlayan Yamaç kendi hataları ile yüzleşecek, değerlisi kadının değerini
kavrayacaktı falan filan. Bu arada Efsun da queenliğin raconunu hem Yamaç’a hem
de Çağatay’a kesecekti. Unutmuşum. Çukur evrenindeyiz. Neydiiiii? Son of
anarchy uyarlaması Çukuristan hayal evreni. Bu evrende kadının adı yok. Duygu Asenacım
ruhun şad olsun. Hayatın gerçekliğinde kadını hiçe sayan düzenin yansıması
kurgularda tanrılığa soyunan ataerkil kafalar işte. Kadın da olsa erkek de
yazamayan belki yazmaya korkan ozanlar gibiler. Neyse Yamaç Efsun’u erteliyor. Efsun’un
yalıda olma durumunu, Efsun’un onu korumak için vazgeçtiklerini bile bile
erteliyor. Çağatay takıntısına rağmen karnında kendi bebeğini taşıyan, çok
seviyorum dediği kadını erteliyor. Bu hafta anladık ki canını yakmaya
çalıştığını anladığı kadını ateş çemberinin ortasında bırakmaya gönlü razı
olarak erteliyor. Bu noktada Yamaç tayfa bana kızacak ve argüman olarak şunu
diyecek biliyorum: “Yamaç nelerle uğraşıyor, Yamaç Çukur’u korumaya çalışıyor,
Yamaç herkesi korumaya çalışıyor.” Doğru Yamaç herkesi korumaya çalışıyor. Başta
ailesini ve sonra mahallesini. Peki sayın vicdan sahibi seyirci 140 dk ya on
dakika Efsun Yamaç sahnesini sığdıramayan senariste, hayatta yapayalnız
bıraktığı, bebeğini korumaya çalışan, ailesi gördüğü adam ve bebeği için babaannesinden
olan, kırıklığını zırhının altına gizleyen, ön izleme dahilinde söylüyorum, o kırgınlıklara rağmen yine
yeniden Yamaç’ı uyarmaya giden Efsun için nasıl kızamıyorsunuz? Çukur evreninin
en mağrur kadınını Güneşi Beklerken ya da Kavak Yelleri yazıyormuşçasına ergen
sahnelere sıkıştırıp EfYam dediğiniz masalsı çiftin altını boşaltmasına nasıl
üzüntü ile bakamıyorsunuz? Efsun ve Yamaç karşılaştıkları andan beri
denklikleri, kavgada bile argüman güçleri, zekaları, birbirlerinin bakışından
tanıdıkları eş ruh halleriyle buraya getirdi bizi. “Canın yandığında hep böyle
kaçar mısın?” “Kaçmıyorum, canım da
yanmıyor.” “Benim yanıyor.” Biz bu çiftin o karanlık dünyada kendince barındırdığı
ışıkla sevdik. Yamaç’ın Efsun’un gözlerine her takıldığında nefesinin
kesilmesiydi derinlikleri, Efsun’un Yamaç’ın ruhunu okuyarak onun içinde can
çekişen çocuğa dokumasıydı bize dokunan. Bu sezon hangi mantıkla nereye evrildi
bilmiyorum. Bizim bilemeyeceğimiz hangi nedenler EfYam’ı sürekli konuşamayan
ergen romcom çiftlerine çevirdi yine bilmiyorum. Saçma sapan ayrılık
nedenlerine kendimizce alt metinler yazıyoruz. Duraksamalara, tepkilere, bu
aşka odaklanmayan kimsenin o anlamı yüklemeyeceğini bile bile anlam yüklüyoruz.
Çünkü o anlamlar gerçekte verilmiyor. Bunun da hımmm çok heyecanlı olması
bekleniyor galiba. Bazen durup düşünüyorum. Bu bir suç evreni, aşk? Sonra diyorum
ki bu işin babası “Baba” da bile aşk vardı. Şu an aynı akstaki dizilerin tamamı,
hem ana temasına hem de aşka aynı oranda yer veriyor. Çünkü sevginin çatışmaya
katkısı vardır. Sevginin empatiye katkısı vardır. Çukur da değil. Tamam alıntı yaptığın
evren çok sert olabilir ama senin bize verdiğin Yamaç da Jax değil yani. Geçen hafta
Çağatay’a eee diyerek kalan, bir önceki hafta kıskançlıktan deliye dönen Yamaç,
sanki sıradan bir trip yiyormuş gibi erteleyen Yamaç; kendisinden esirgenen şefkatin
başkasına kolayca bahşedildiğini gördüğü için içindeki kırıkların acısından Çağatay’a
gittiğini sandığımız Efsun’un adeta Yamaç’la cilveleşir gibi tavrı. Neyi nereye
koymalı bilmiyorum. Şu bir gerçek ama kabullenmek lazım: Senaristimiz bıkmış,
doymuş, zaten belli bir izlenmesi olan dizi için aklını yormayı bırakmış,
elindeki başrol oyuncusunun oyun gücüne yaslanmış, etrafının da onu besleyeceğinden
emin temcit pilavı gibi aynı şeyleri sunup duruyor. Patinaj çekiyor. Eli ne Yamaç’ı
hikayenin aslındaki kadar pislik birine dönüştürmeye eriyor ne de o akstan
kurtarıp özgünleştirebiliyor. Yapamadıkça İdris’in ölümünden dram sağıyor. Kısaca
ne suç dizisi yazabiliyor, ne aşkın hakkını teslim ediyor, ne de aile diye yutturmaya
çalıştığı Koçovalılar’ın dramlarına ikna ediyor. Peki izlenme? O konu başka bir
inceleme konusu. Bir de geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşa söylediğim bir cümle
vardı: “Çukur da aslında en derinlikli yazılan iki karakterden biri Selim.” Demeseydim
keşke. Adamın ölümü, öldüyse tabi, neydi o benzetme muhabbet kuşu ölümü gibi
olmuş. Hele ön izleme. “Benim abim öldü.” Dram tamam, oyuncunun duygu tamam,
acı tamam, geride bırakılan aşık kadın ve şoku tamam. Üstündeki müzik “bu
hayatın heycanı meycanı yok.” Gerçekten mi demek istiyorum, gerçekten mi? Bu kadar
mı sevmedin Selim’i senarist bey. Hoş neden sevesin di mi? Senin ataerkil
kafanda Efsun kadar Selim de öylesine anlatılan, amaca hizmet eden karakter. Selim’in
ayrıksı hisseden ruh halini erkek egemen diziye gölge gibi yerleştirme cesaretin
olup bunu en sevdiği ile paylaşmadan öbür tarafa yollamak da ne bileyim? Neyse.
Bu hikayede Efsun’un yalnızlığı, kırgınlığında saklı o eski zaman cadısına
selamlar; Yamaç’ın geri dönmek istediği tertemiz çocukluğuna onu götürebilme
gücü ile, zamanı geriye ileriye sarabilme becerisiyle orda duruyor Baykal’ın
kızı, İstanbul’un yarısının sahibi Efsun Kent. Yamaç’ın parçalanan ruhunu
sağaltan bu kadını hatırlaması dileğiyle. Çünkü onlara onca acının ortasında on
dakika huzur vermemekte kararlı senaristimiz konuşmalarına izin vermeyecek. Neydi? Zamanı
değil. Efyam tayfa bekleyin bakalım sıranızı. Ben seni sen kendini ötelediğin için
erteledim. Masal uzaklığındaki anılara dönüşen bir rüyayı bekle sen de bizimle
Efsun bekle. Beklerken sana şarkı yollayalım. Hediyemiz olsun.
“Bir ince pusudayım
Yolumun üstü engerek
Bir garip akşamdayım
Sırtımı gözler tüfek
Ben senin sokağına
Ulaşamam dardayım
O mazlum gözlerine
Bakamam firardayım…”
Hamiş: Aras Bulut İynemli ve Damla Sönmez'i başka bir işte en kısa zamanda partner görmek dileğiyle.... En kısa zamanda...
UmayMasal