7 Mart 2017 Salı

DAMGA MI? O DAMGAYI KADIN VURUR HEM KALBE HEM ZİHNE !

Kadın sorunlarının tartışıldığı şu günlerde, edebiyatta, beyaz camda, sinemada kendi özgün çizgilerinde hayatta kalmaya çalışan, düzeni sorgulayan bunu yaparken aslında bu amaçta olmaktan çok kendi bireysel depresyonlarının içinde kurtuluş yolu arayan kadın karakterlerle bakalım istedik. Seçerken içlerinde başkadırıyı aradık. Kötü ya da iyi demekten ziyade içlerindekini sorgulamaya çalıştık. Elimizden geldiğince... 

Bihter (Ziyagil)


İlk olarak 1975 yılında tv ekranlarından hayatlarımıza sızdı Halit Ziya Uşaklıgil’in romanının aykırı ruhlu kadını. Müjde Ar’ın bedenlendirdiği 70’lerin Bihter’i romandaki kimliğinin dışına çıkmasa da romanın Madam Bovary gerçekliğini sonuna kadar sorgulayan , cesur söylemlerini içinde barındıran yapısından uzaklaşmamıştı. Bihter bir başkaldırıydı. Sonra 2008’de yeniden ortaya çıktı bu kendi yüzyılına tokat atıp geçen kadın. Aynı şiddette ama daha cesur. Soyadını yaratıcısından alan Bihter cesareti, aşka fütursuzluğu ve en önemlisi annesine başkaldırışındaki öfkesinin şiddetiyle daha vamp,daha günümüzden bir yapıya büründü. Kreşendo gibiydi Beren Saat’in Bihter’i. Damgalanmamak için kalbine sıkacağı kurşuna kadar adım adım yükselen. Bihter ister yazıldığı 1900’lerde ister ilk çekildiği yıllar olan 70’lerde ister 2000’lerde olsun yaşadığı aşkla, yaptığı evlilikle, annesine öfkesiyle, babasına duyduğu o saf kız çocuğu sevdasıyla edebiyatın ve tv tarihinin başkaldıran kadın karakterlerindendi. Seçtiği yollar sorgulansa da , ahlaka dair üzerinde hep o spotları taşıyacak olsa da Bihter’i felakete götürenin samimiyetle aşık olması olduğu gerçeği hafifletici sebep olacak belki. Bir primadonna idi. Hep de öyle kalacak.  
Fosforlu Cevriye

Suat Derviş’in kaleminden 1968 yılında roman olarak düştü hayatımıza Fosforlu Cevriye. Bileklerindeki kelepçe dövmesindendir geçmişle bağı. Kalbin temizliğine inanır Cevriye. Namusun kalpte ve ruhta olduğunu bilir. İstanbul’a aşıktır. Allah’a ve babasının anısına ayırdığı kalbi coşkuyla atar tüm kalleşliğine rağmen hayatın. Fosforlu Cevriye günahsız yere girdiği hapisten sürgüne gider. Oradan da kaçar İstanbul’a gelir. Gelir gelmesine de sonrası kaçıp kovalamacaya dönüşür. İşte bu kaç kovala arasında adını bile bilmediği bir adama aşık oluverir. Nezaketle ona sarılan, üstünü karşılıksızca örten ve hasta diye ona bakan bu adamda babasını görür Cevriye. Fosforlu Cevriye bir başkaldırıdır aslında. Sorgudur. Hayatın içinde kaybolmuş, kaybedilmiş insanlara yakından bakan onların ruhlarındaki kırılmışlığa odaklanan bir öyküdür. Cevriye önce hayatı için sonra aşkının hayatı için savaşır. Bu uğurda da ölür. Cevriye’yi her ne kadar Suat Derviş’in kaleminden uzağa düşse de hikayeleri sinemada iki güçlü kadın bedenlendirir. Neriman Köksal ve Türkan Şoray. Sahneye ise Gülriz Sururi için uyarlanır. Günümüzde Ayça Varlıer’in eşsiz yorumuyla tam da yazarının hayal evreninden süzüldüğü gibi anlatılan Fosforlu hala ve hala kadın olmanın dayanılmaz ağırlığını anlatmaya devam etmekte.

Fatmagül

Vedat Türkali’nin kahramanıdır Fatmagül. Ama biz onu roman kahramanı olmaktan daha çok beyaz perdeye yansıyan haliyle tanıdık ilk.  1986 yılında Süreyya Duru’nun kurduğu evrende Hülya Avşar olarak çıktı karşımıza. Tecavüze uğrayıp sonrasında tecavüzcülerinden biriyle evlendirilen kaderini kabullenmiş Fatmagül’dü. Kocası onca şeyin üzerine ona eziyet etmeyi sürdürürken sessiz kabullenişiyle kocasının kendisini sevmesini sağlıyordu. Film bittiğinde midenizde bir yumru öylece bakıyordunuz. Öyle bir gerçeklik vardı ki hikayede. Öyle bir acı. Sadece gerçeklik algısıyla sarsılıp duruyordunuz. Sonra aradan yıllar geçti. 2010 yılında yeniden bedenlendi Vedat Türkali’nin Fatmagül’ü. Kaş’ta değil Çeşme’deydi. Fatmagül’ü giyen bu kez Beren Saat’ti. Hikaye bildiğimiz gibi başladı. Hayat dolu Fatmagül tecavüze uğradı. Hayata kendisini kapattı. Kerim bu kez vicdani sorumlulukla yüklendi Fatmagül’ü. Ona eziyet etmek şöyle dursun Kerim’e eziyetti süreç. Beren Saat Fatmagül’deki kırılmaları önce içe dönme sonra dışa vurmayla ortaya koyarken filmdeki Fatmagül’ün aksine suça bedel istedi hikaye. Susmadı, konuştu. Kötülerin karikatürleştirilmediği hikayede hayattaki karşılıklar sorgulandı. Fatmagül evrildi, büyüdü. Hayata tutunmanın ve susmamanın karakteri oldu.


Yurdanur

2004 yılında Çağan Irmak evreninin en güzel yansımalarından biri olarak çıktı karşımıza Yurdanur. İlerlemiş yaşlardaki hali Selda Alkor iken gençliğini Özge Özberk’in bedenlendirmesiyle izledik. 1970’lerdeki öğrenci olaylarından kaynağını alan hikayede fon dönemin siyasi gerilimleri de olsa insanın insan olma gerçeğini merceğinde tutmayı düstur edinmeyi de bildi anlatı. Yurdanur ise bu merceğin hem geçmiş hem bugün sorgusunda sevgili ve anne olarak yaşadı. Yurdanur’un hikayesi sağ görüşlü babanın kızı olarak sol görüşlü bir gence aşık olunca başladı. İkilemler, çalkantılar, yaşadıkları köşk içindeki hayatlar içinde akan başka başka hayatlarla yoğurulurken Yurdanur sevgililikten eşliğe, anneliğe evrildi. Yurdanur kadındı. Çeken, direnen, hayattan hayat koparmaya çalışan. Zenginlikler içinde büyümüşken yine de sıkıntıdan gocunmayan. Güçlü kadındı. Aşkı da, hayata tutunuşu da güçlüydü. Yurdanur bir tavırdı. Dimdik durma tavrı.


Bahar
Sevmek delicesine korkuludur. Mayın tarlasına bile sokar adamı. Bahar, Asmalı Konak’ın temellerini sallaması için, Mahinur Ergun ve Meral Okay tarafından özenle yazılmış bir karakterdi. Feodaliteyi net bir şekilde sorgularken bunu kadınca bakışıyla yapan, direnen yenilen ama direnmeye devam eden yüzyıllık geleneklere sonuna kadar kafa tutan bir kadındı Bahar. Seymen’e aşkı gözünü kör etse bile konakta yaşananlara kör, sağır, dilsiz kalamayan Bahar’ın kabullenişlerindeki acı bile düzene kafa tutma eğilindeki ruhlara selam eder gibiydi. Geldiği hayatın en temel özgürlük duygusunu resimle dışa vuran Bahar’ın aşkında dahi kabullenmez ve başkaldırıcı hali aylarca ekrana kilitledi insanları. Daha sonra yakalandığı lenf kanseriyle başa çıkışı, direnişi de Bahar’ın karakter olarak ne kadar savaşçı olduğunun kanıtıydı adeta. Kızının adını Hayat koyan Bahar, hayata direnmeyi hep düstur edinenlerin hikayesiydi. 

Aliye

Çocuklarım olmadan asla... Bir kadın aldatıldığını öğrendiğinde ne yapar? Kalır savaşır, gider bırakır. Aliye üzerinde mavi elbisesi dayısının evine gitti. Haftalarca  aynı elbiseyle hayatına dair yeni kırılmaların ortasında kaldı. Umudu vardı. Çocuklarından ayrıldı. Onlara varmaya çalışırken aşkla yeniden karşılaştı. Yeteneklerini keşfetti. Onlara yaslandı. Yeteneği ona ekonomik özgürlüğünü verdi. Çocuklarına kavuştu. Çocukları için aşktan vazgeçti. Sonunda Arda ve Ayşe’siyle yoluna devam etti. Aliye bir kadın hikayesiydi. Toplumsal değerleri sorgulayan, kadın olmanın yükünü, öğrenilmiş çaresizliklere cevap bulmaya çalışan, yeteneklere ve ekonomik özgürlüğe vurgu yapan bir hikaye. Aliye umut etmenin hep karşılığını bulacağının hikayesiydi. Aliye ise çocukları için aşkı, öfkeleri, kırgınlıları geride bırakabilen bir anneydi.  
Cemile

Öyle bir geçer zaman ki, hayatımızın ortasına küçük Osman’ın masa altındaki o içli ağlamalarıyla girdiğinde biz Cemile’nin ailenin annesi olma serüveninde bu kadar dönüşüm geçireceğini bilmiyorduk. Ali Kaptan tarafından aldatılmanın yarattığı travmalara travma ekleye ekleye değişen Cemile Ayça Birgöl’ün eşsiz yorumuyla öyle güçlü bir kadın figür haline geldi ki, sadece direnmek ya da aileyi birarada tutmak değil insanın hayatın zorluğunda kendine alan açmasının ne kadar mühim olduğunun da altını kalın kalın çizdi. Çocuklarını koruma kollama onlara kol kanat germenin dışında iş kadını olan hayatta yeni şanslara fırsat vermenin değerine vurgu yapan Cemile , Öyle Bir Geçer Zaman ki dünyasının bana göre en taktire şayan karakteriydi.
Ayşegül

Aşk bir delilik hali mi albayım? Hadi delirelim. 2015’te hayatımıza giren ve bir kült olan Poyraz Karayel’in efsanevi kadını Ayşegül. Mafyöz babasından kaçarken tanıştığı Poyraz’a aşık oluşuyla karmaşık olan dünyası kördüğüme dönen, ölümlerle sınanan, ölümle aşkının kucağında buluşan kadın Ayşegül. Susan, gülmeyen kadının sanal evrende en çok bağıranı, en çok güleni, en çok ağlayıp en çok delireni Ayşegül. Henüz ayrılmışken bu eşsiz kadın karakterden Ayşegül’ü Ayşegül yapanın aşk dışında hiçbir şeye teslim olmayan hali olduğunu, en umutsuz anlarda bile tutunma becerisiyle direnenlereden olduğunu ve etrafındaki herkesi dönüştürebilme becerisiyle, sevme becerisiyle kadının dönüştürme kuvvetine bir güzelleme olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Ethem Özışık evreninin en güzel  yansımalarındandı Ayşegül. Poyraz’ın kalbi ve zihniyle beraber hepimizde asılı kaldı.

Hürrem

Tarihçilerin çoğunlukla Roxalana andıkları Hürrem. Tarihi tarafına nacizane çok da girmek istemediğim ,çünkü uzmanı değilim, ancak divan şiirinin en popüler olduğu ve altın çağını yaşadığı Kanuni devrinde, bizzat Kanuni’nin tarafı olduğu aşkın idealize,erdemli yaşanışının muhattabı Hürrem. 2011 yılında Muhteşem Yüzyıl ile evlerimize konuk olan on altıncı yüzyılın Meryem Uzerli’de bedenlenen kahramanının sanıyorum en özgün ve güçlü tarafı bir cihan imparatorunun kalbini fethetmesiydi. Hayatları değiştirebilen bir adamın hayatını değiştirmeyi başarmasıydı bu güçlü kadının etki alanını genişleten. Peki bu başarıda en etkili şey neydi? Zeka ve gücünün farkında olmak. Olmaz denileni olduran, padişahlar eşlerine nikah kıymazken Kanuni’nin kendisini nikahlı eş olarak almasını sağlayan Hürrem sanıyorum direnmenin ve olayları iyi okumanın sembollerinden biri olarak kalacaktır. 



Yeşim

Kötü olmak ister mi insan? Seçer mi kötülüğü? Babası tarafından istenmediğini bilmek mi, annesi tarafından sevilmediğini hissetmek mi? Yeşim’in derdi biri miydi hepsi mi?  Delirmeye yüz tutması ruhunun sakat aşkından mı geçmişinden miydi? Ablasının aşık olduğu adama takıntılı aşkında ablasının sevilen ve istenen oluşuna duyduğu öfke mi vardı? Hayatta iyi olmayı seçmemesinde ve deliliğe vardırdığı sevgisinde hangi ruh kırılmışlığının ya da kaybolmuşluğunun etkisi vardı? Soruların ve sorunların kadınıydı Yeşim. Bir kötünün hikayeyi sürükleyebilmesinin gücüydü. Bir kadının hikayeyi savurmasının gücü. Çınar’ın kifayetsizliğine inat tutkusunu deliliğe evirmesinin gücü.

Esra

Erkeğe dair hayatların ortasında o erkeksi raconlara inat bir kadındı Esra. Behzad Ç. evreninin kendine aşkla yol açan cesur güçlü kadın kimliğiydi. Behzad’a beraber mutsuz oluruz o zaman diyebilecek kadar aşık bir mağrurdu. Kendi karanlığında kayıp Behzad’a ışık olabilecek kadar aydınlık, onun karanlığından korkmayacak kadar karanlık. Erkeğin kendine has saydığı dünyanın içinde topuklu ayakkabılarıyla var olan mert bir kadındı Esra. Savcı Esra. Ölümü hazin, iç acıtıcıydı. Sevdik Esra’yı. Erkekleşmediği, kadın gibi kafa tutabildiği için sevdik. 

Elif

İzin peşindeyken aşkı bulan Ömer’in Elif’i. Sevdasında alçak gönüllü acısında mağrur Elif. Adı gibi dik. Bedenlendiren Tuba Büyüküstün gibi güzel, bakışları orman Elif. Bana göre Elif hayata, olanı olduğu gibi kabule yanaşmayan tutkusuyla, erdemi, modern kimliğiyle özel kadınlardandı. İz bıraktı izin peşine düşerek yola çıkan evreninden çıkıp. Aşkıyla harmanlandı ama asla kimliğini kaybetmedi. Sanatsaldı, bakışıyla ve duruşuyla. Zekiydi. Kandırılmaya yatkın olmayan tavrıyla. Tutkuluydu. İstediğini almakta gösterdiği sabırla. Farkındaydı. Asla kendinden ve hayatından kaçmayan bakış açısıyla. Neticede Ömer’in Elif’iydi ama Ömer’de Elif’indi.

Son demde;
Ve kadınlar,bizim kadınlarımız; korkunç ve mübarek elleri, ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız,yarimiz...
Usta boşa dememiş, kadın olmadı mı ne hayat sürer ne varlık. Kadınsız sanal evrenlerin de gerçeği gibi yaşaması imkansız. Biz iz bırakanlardan bir derleme yaptık. Bu kadar mı? Elbette değil. Sadece bir bakış atmak istedik. 8 Mart’ın bir emek günü olduğunu bilerek tüm emekçi kadınlara selam ediyoruz. Hoşlukla okumanızı diliyoruz.

Umay Masal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder