8 Ocak 2017 Pazar

Aşk Laftan Anlamaz-25.bölüm

‘‘Her gece gözlerimi kapattığımda gördüğüm o sanrı affedemediklerim, öfke duyduklarımdır. Öfke varsa ayrılık olmamıştır.’’
Bu bölüm Murat’ı izlerken aklımdan, kalbimden geçenlerdi bunlar. Murat’ın dört tarafı çevrili: Aşk,tercih,affetmek,pişmanlık. Dünya dönüyor, Hayat’ı Dünya’ya dönüşüyor ;ama affetmek sarmalının ortasında kalan Murat’ın güven duygusu oradan oraya savruluyor. Savruldukça da savuruyor. Zamanaşımı denen şey işlese de Murat’ın affedemediklerinde yanlış gelenleri unutmuyor ruhu. O öfke hissi aslında unuttuğu, unuttu sanmasının kaynağı. Affetti sanıyor kendisini ;ama en ufak soru işaretinde yeniden kanamaya başlıyor ruhundaki güven duygusu. Derrida’nın da dediği gibi: ‘‘Affetmek, unutulamayacak olanın, hatta kanayan yaranın olduğu noktada geçerlidir.’’ Yani kısaca haftalardır derinden derine sezdiğim Hayat’ı kaybetme telaşıyla Murat’ın yokmuş gibi davrandığı o en derindeki afla şekillenmesi gereken güven duygusunun aslında pek de olmadığının kanıtıydı bu bölüm. Fazla mı derine girdim? Bilmem ki...İçimden böyle geldi. İçimizden geldiği gibi olsun o vakit. Sorularımıza devam edelim. Murat bu duygunun üstesinden nasıl gelecek peki? Üstüne basa basa söyledikleri ipucu bu noktada. Hayat’a hata yapacaksın ben düzelteceğim, sana en çok ben kızacağım, seni en çok ben seveceğimlerde gizli aslında Murat’ı neyin iyileştireceği. Bu kadar yüklenici olması, her şeyi tek başına çözme çabası, Sarsılmaz karakteri, mükemmeliyetçiliği... Murat Hayat’ı yargılamadan, o en baştaki sahte kimlik suçunu kabul ederek, Hayat’ı değil kendisini değişimleyerek üstesinden gelebilir bu af sürecinin. Sonrasında önce kendini sonra Hayat’ı affedip yaşadığı ve yaşattığı yas sürecini atlatabilir bence. Hayat’la ilgili yaşadığı güvensizliğin temelinde Hayat’ın değil bütünüyle kendi meselelerinin olduğunu anlayıp bunu Hayat’la da paylaşarak aşabilir. Tabi bana göre: )
Murat’ın duygu durumunu azcık irdeledikten sonra bölüme bakalım biraz. Kendisini bekleyen Hayat’ı tam da umduğumuz gibi bırakıp gitmedi Murat. Hayat’ı affedemediğini, sırtından vurulmuş gibi hissettiğini bizlerle paylaşırken bir taraftan da Hayat’tan vazgeçemeyeceğini de gösterdi. Hayat Murat’ın gülümseyen yüzü dünyanın karabasanına karşı. Zira Murat’ın hayatı gerçekten koca bir karabasana yol almakta. Leyla- Derya- Hazal şeytan üçgenine Hayat yönünden dahil olan Emre ile genç adamın sağı solu önü arkası sobe. Daha önce yazmıştım kimselerin inanmadığı Derya’ya sadece Murat inanırsa nasıl ironik bir durum ortaya çıkar diye. Sanırım bu ironiye şahit olacağız. Hem yüzüğü Derya’ya iade etmesi hem de Leyla’nın kardeş yalanında Murat’ın sırdaşı durumuna gelmesi Derya için ilginç yolunun başlangıcı gibi duruyor. Hazal’ın rotayı paradan çıkartıp Murat’a yöneltmesi de kuşkusuz Hayat-Murat meselesi açısından zorlayıcı olacaktır. Senaristlerimiz düğümler atmayı sürdürüyor yani.
Hayat açısından durum Murat’ın güvensizliğinden damıtılan duyguları anlamlandırmaya çalışmak aslında. Hayat ne olduğunu tam anlayamadan güvensizlik duvarına toslaya toslaya cezasını çekmeye devam ediyor. Yarım yamalak duyduğu Tuval- Murat konuşmasının ardından yaptığı hamle de kuşkusuz Murat açısından varacağı noktanın habercisiydi. Hayat’ın ısrarla ıskaladığı bir gerçek var. Murat annesi tarafından terk edilmiş, babası ve babannesi tarafından kandırılmış, aşık olduğu kadın tarafından da aldatılmış bir adam. Tüm bu yüklerin kilitlendiği duygu güven. Murat’a buradan vurulacak darbe öldürücü olacaktır ki oldu. Hayat’ın bunları hesaplaması gerek ;ama bizim çocuk kadın Hayat’ımız bu noktada sınıfta kalıyor. Karşısındaki adamın kendisine duyduğu aşkın büyüklüğünü anlayamayacak kadar saf ve çocuk Hayat. Kendisini, güçlü gördüğü Murat’a ispatlama telaşındayken, haklı olarak gururu kırıldığı için onun da yaraları varken, öfkeyle hatalı tercihler yapıyor. Tercih; bu noktada da bir iki şey karalamakta fayda var galiba. Tercih dediğimiz şey tüm fanatik duygulara ve nefretlere itirazı olanların suya bıraktıkları bilinç kağıtlarından yapılmış gemilerdir. Küçüktür ama küçümsenemez. Hayat ve Murat tercihler konusunda keşke bu kadar bonkör davranmasa. Azcık dursa demlense ve konuşarak karar verse. Biliyorum o vakit dizi ve gerilim ne olacak diyeceksiniz? Haklısınız. Ama bari arada olsun bu dediğimiz.  Aşk tercihler içindeki adak gibi. Bulup buluşturmanın zor olduğu. Aynı şiddette ve aynı güçte kişilerde sevdalaştırmanınsa imkansıza yakın olduğu. Anlatılan hikaye kahramanları bu duyguya yakınsa canlandıranlar da bu duygunun hakkını veriyorsa biraz bu noktadan da yürünebilir kanımca.   
Şimdi dönelim yeniden bölüm yorumuma, Emre’nin sinsilikle uğraşıları ilk seferlerinde başarıya ulaşamasa da Hayat’ın öfkesiyle harmanlanan Murat’ın güvensizliği Emre’ye kapıyı araladı. Gerçi o kapı Hayat’a attığı mesajla yeniden sürgülenerek kapanacak gibi dursa da çiftimizin ilişkisine yeni bir çıkmaz sokak olarak eklenmeyi başardı. İpek-Kerem hattında Murat etkisi sorgulanmaya başladı. Ki haksız bir sorgu değil bu. Murat’ın fazlasıyla ben merkez giden yaklaşımlarına böyle bir eleştiri şarttı. Umarım öylece kalmaz bu tavır biraz irdelenip Murat açısından derse dönüşüp kapatılır. Aslı- Doruk sevimli ve enerjisi yüksek bir çift. Bu bölüm fazla etkin olmasa da ben Derya’yı dönüştürmek adına bu ikilinin aşkının oldukça etkin kullanılabileceği fikrindeyim. Ki Derya mı Leyla mı derseniz Derya’nın Sarsılmazların annesi kalmasından yanayım. Doruk endişelerime cevap verdi bu hafta. Evet bende Murat ve Doruk’un anneleri yüzünden karşı karşıya gelmesini istemiyorum. Arada üveylik olmasına rağmen bunu takmayan ve öz kardeş olan bu ikilinin kardeşliği sınanmasın. Haşmet Dede ve Azime Babanne’ye gelirsek; ben bu tonton ve nahif aşkın bitmesini istemiyorum. Hatta keşke Hayat ve Murat gibi aşka hoyrat davranan tutkulu çiftimizi bir alıp konuşsalar diyorum bazen. Ömür dediğin ne ki, bir nefeslik sıhhat. Harcamamak lazım boşa.
Son olarak Hayat’ın hayatını kurtaran Murat’ın haliyle kapanan bölümde yine Burak Deniz’in içimize işleyen oyuncuğuna selam ediyorum. Murat Sarsılmaz, tercihler bazen kurtarır bazen öldürür. İki ucu keskin bıçağın sırtında yürümeye alışkın işadamı kimliğin aşk karşısında kesici ucuyla saplandı bu kez kalbine. Bakalım napacaksın pişmanlığın dehlizinde?
Emeklere saygıyla...
                                                                                      UmayMasal     

Not: Bizi asla yalnız bırakmayan, okuyan, takip eden ALA fanlarına sonsuz teşekkürler... 

31 Aralık 2016 Cumartesi

Bodrum Masalı- 17.bölüm

‘‘Aşkım Katre-i  Matem gibi
Nadir,eşsiz , mağrur...’’
Yıllarca sevmişlere, uzak kalmışlara dairdir kabuk bağlamış yaralar. O yara öyle kalın kabuklanır ki, yarayı taşıyan bile unuttu sanır. Sonra yaranın sahibi yine yeniden karşısına çıktığında ve o kabuğu kaldırdığında anlar yara sahibi tüm pıhtının volkan gibi o kabuktan fırlamaya hazır beklediğini.
Evren ve Gözde’yi basan Yıldız tokatlayarak hırsını almaya çalışsa da Evren’e dair kırıklığından çok güvendiği arkadaşı tarafından aldatılmanın acısını hissettik o feryatlarda. Aşık olsa hak verecekti Yıldız Evren’e. Kendisi bir aşkla girdiği o yuvada köz gibi için için yandığından belki aşkla sevemediği adamın aşkına saygı duyabileceğiydi söylediği. Ancak Evren öyle bir adam ki, ne Yıldız’ı ne de Gözde’yi hakediyor. Ki Gözde bunu anlayarak başından def etti Evreni. Ben fragmanı ilk gördüğümde gerçekten kızını ve Yıldız’ı bırakmak istemediğini düşünmüştüm Evren’in ancak yanılmışım. Gözde’den yüz bulamayınca aile edebiyatından medet uman Evren korkarım işi iyice aşağılık yollara sürecek. Otele dair kar hesaplarını güderken hangi canları yakacak hangi hayatları kırıp dökecek göreceğiz. Toprak Sağlam’ın Gözde’si ise Evren’den yakılan gençliğinin intikamını almaya gelecek mi? Aslında bu olmasını istediğim beklediğim bir şey. Çünkü Toprak Sağlam oyunculuğu Gözde’yi antipatik değil gerçek, hissedilir bir kadın yapıyor.
Yıldız’a gelince kabuğu kalkan yarası kanamaya başladı yeniden. Faryalı’ya hissettikleri geçmişin hayaletli odalarından çoktan süzülüp hayata karışmaya başlamıştı. Şimdi şimdi o hisler ete kemiğe bürünüp içindeki matemli duyguyla Yıldız’ın karşısına dikilmekte. Dünyayı yıkan ve yıkıldığında dünya olan bir aşk Faryalı ve Yıldız aşkı. Ateş’e dair sırlar perdesi Faryalı lehine aralanırken Evren’in tehditlerinde bu düğümün Yıldız açısından acı verici başka bir süreci başlatacağının da sinyali verildi. Korkarım yeniden çiçek açan FarYıl aşkına Evren’den daha büyük darbeyi Ateş’in doğumundaki sır vuracak. Yıldız hayatında ona aşkla bağlı iki adamı, Ateş’i ve Faryalı’yı, kaybetmese de o eşiğe gelecek.
Faryalı Yıldız aşkının yansımasından kırılıp kendi kozasında ışığını yaratan diğer aşk, Kelebek ve Su’ya baktığımızda , Evren’in yaptıklarının etkisini hissetseler de beklediğimden çabuk toparlandılar. Belki Su Kelebek’in aşkının gücüne şahit olduğundan uzatamadı. Öyle ya sanal dünyamızın en güzel sevenlerinden, aşkı için kendiden geçenlerinden Kelebek. Sevdiği için , o zarar görmesin diye ağlaya ağlaya git diyebilen biri. Su açısından hayatındaki erkekler içinde gerçek bir kahraman Kelebek. Su’yun aşkını annesine anlatmak istemesinin altında da işte o kahramana yönelik gurur yatıyor sanırım. Evren’e rağmen Cenk’e rağmen hala saf kalabilen duygulara dair olan Kelebek’e Su daha da sıkı bağlanmalı, daha derinlikli hissetmeli ve hissettirmeli. Öyle ya Yıldız ve Faryalı’nın bile hissettiğini biz de hissedelim. Kozasından çıksın uçuş uçuş aşk.
Evim dediği Aslı’nın odasında açtı bölümü Ateş. Utancıyla, hüznüyle ve annesine dair korkularıyla sığınmıştı Aslı’ya. Aslı yine akl-ı selim ruhuyla sağalttı Ateş’in ruhundaki yaraları. Ateş’e yaptıklarını, hayata dair tutunuşlarını, tutkuyla kafasına taktığını yapabilme becerisini hatırlatırken ona neden aşık olduğunu da itiraf etti. Ateş Aslı’nın ağzından kendisini dinlerken karşısındaki şiir ruhlu kızın kendisine neden aşık olduğunu da öğrendi. Bu, Ateş’i yüzleştiği gerçekler içinde vaha gibi sardı sarmaladı. Her fırsatta Aslı’nın kokusuna kendisini hapseden Ateş için Aslı gerçekten eve, huzura, umuda ve vazgeçilmez diğer yarıya dönüşüyor. ‘Sevgilim’ diyerek ilişkisinin her haline yeni hal katan Ateş oğlan her dokunuşla Aslı’ya alışmışlığa, bütün olup bizleşmeye yol alıyor. Aslı ise Ateş’e eşlik ediyor.  Bazıları diyebilir ki, Ateş neden hep destekle ayakta duruyor? Bu noktada kendi gerçeklerine dönmelerini temenni ederim. Ailesi darmadağın olmuş, önceden sosyal statüsünü kaybetmiş üniversite öğrencisi olmaya aday genç bir adamdan bahsediyoruz. Hayatta daha önce ne parasızlıkla ne de hiçe sayılmakla sınanmış. Şimdi babasızlığının soğuk gerçeği yüzüne çarparken, üstüne ailesinin yükünü omuzlaması toplumca onun bilinçaltına daha doğmadan ekilmişken bu adamın desteksiz durmasını beklemek acımasızlık. Aslı hep kendi kendine ayakta kalmak zorunda olan genç bir kız. Kelebek de öyle. Keyif olsun diye değil yazın para kazanmak için dil öğrenen, Bodrum’u izbesinden sosyetesine bilen tanıyan ama bilinmeden tanınmadan bunu başaran bir kız. Tabiki Ateş’i Aslı ayağa kaldıracak. Ateş ondan sonra sırtına aldıklarıyla ve Aslı’nın elini tutarak yola alacak. Tabi bu sırtlamayı tutup illegal işlere bulaşmak olarak görmüyorum. Zira eski günlerine özlemine selam çakarken spor araba düğümünde, Bordum ekseninde hayatın bıçak sırtı tarafgirliğiyle de karşılaştı Ateş. Arabanın bagajını açana kadar arabayı alsak gitsek kafasındaki AsAt sanıyorum karşılaştıkları aşk hikayesine dahil olacak. Kuşkusuz AsAt’ın dahil olduğu bu hikayeden SuKel de kaçamayacak. Mahşerin dört atlısı yepyeni gerilimli macerasıyla bakalım hangi tehlikeli hayat hikayelerine dalacak?
Uzay’a değinmeden olmaz. Eyyy sevgili Uzay. İnceden Aslı’ya yürümelerine rağmen içimdeki his, Yıldız Otel ahalisinin sana bambaşka bir dünyanın kapısını aralayacağı yönünde. Sen Aslı için Ateş’le hizipleşirken ve Kelebek tarafından bıçakla kovalanırken, senden bir başka sen yaratıp sonunda bambaşka bir ruhla çıkacaksın o otelden. Belki umudum bu, bilmiyorum. Nedense Aslı’nın sana açtığı kapı aşktan ziyade dostluk kapısı gibi geliyor.
Son demde; hayatımız kapılar açarmış bize. Sevgilim ben geçtiğim kapılardan seni bulana kadar geçtiğimi bilmedim ki. Şimdi durmuş bakıyorum da ; geçtiğim acılar senin için, vardığım anlar senin için. Ben bu kapılardan geçmesem seni tanıyamazdım ki. İyi ki o kapılar beni acıtmış, iyiki o yollarım sana varmış.
Bu AsAt, SuKel ve FarYıl’a olsun.
Emeklere saygıyla...
Yeni Yılda hayat hepimize daha iyi davransın umarım.
                                                                UmayMasal
   

   

KÜLKEDİSİ

                                                             
                                                                      1.bölüm
                                                                       Mucize
31 Aralık 2015
Saat 22.05
Şura elinde çantası hızlı hızlı yürüyordu. Sinirinden burnundan soluyor, kalabalığı yararak sahile ulaşmaya çalışıyordu. İçindeki öfkeyi sadece deniz havası bastırabilirdi.
-Lanet olsun sana Hakan. Bu kadar öküzdün de ben mi anlamadım bunca zaman,diye içinden konuşarak Alsancak sahilindeki kalabalığın ortasında boş bir bank bularak oturdu. Küçük gece çantasını çapraz taktı hemen boynuna. Deniz karanlıktı. Hava soğuk. Üzerindeki paltonun yakalarını kaldırdı hemen. Bu gece için özel olarak dağınık topuz yaptırdığı saçlarından nefret ediyordu şu an. Yanına bere almamıştı,atkı almamıştı. Ayağında hep giydiği botları yoktu. Siyah sitilettolarla harika görünüyordu evet ;ama buz gibi havada Alsancak sahilinde bankta otururken bu görüntünün manası yoktu.  Sinirle dişlerini sıktı yine. Eve gidemiyordu, mekana dönemiyordu. Yılın en eğlenceli ;ama en tehlikeli gecesinde burada tek başınaydı. Geceleri belli bir saatten sonra dışarda tek başına yürümekten korkan Şura, parti kıyafetiyle bu lanet bankta tek başınaydı. Etraftan ona bakan gözleri algıladı bir anda. İçindeki öfke birkaç saniyede yerini huzursuzluğa bıraktı.
-Birini arasam,dedi içinden. Sonra vazgeçti. Kimi arayacaktı ki? Hakan’ı mı, Betül’ü mü? Babasını arasa? Olmaz , asla olmazdı. Bir daha asla gece çıkmasına izin vermezlerdi. Gelip alır sonra ben demiştim fırçasıyla önündeki on yılı ona zehir ederdi. Evlenene kadar, ki Şura için o olaya çoook zaman vardı, burnundan gelirdi.  Annesine ne demişti bilmiş bilmiş:
-Ben yirmi iki yaşında koskocaman bir kızım. Artık bazı konularda özgürlüğüm olmalı. Ne yani arkadaşlarımla bir yılbaşı gecesini dışarda geçiremez miyim? Bu kadar mı güvenmiyorsunuz bana?
-Ya evet geçirdim, geçirdim işte. Kırk yılın başı izin çıktı. Yanımızda sevgilimiz, arkadaşlarımız eğlenelim dedik,olana bak. Neye sinir olsam bilmiyorum. Hakan’ın yaptığına mı, Betül’ün tavrına mı?
Şura kendi kendine konuştuğunu ve bunu baya baya sesli bir şekilde yaptığını gelip geçenlerin tuhaf bakışlarından anladı. Utançla kafasını önüne attı. Kalkıp gitse gidemiyordu. İskeleye yakın bu bank en azından bir durum olursa kendisini iskeleye atabilmesi açısından güvenli geliyordu. Artı diğerlerine göre daha aydınlık bir yerdeydi. Hem kalksa bu kalabalıkta nerde yer bulacaktı? Burasını bulmuş olması bile mucizeydi zaten.
-Bir kafeye mi gidip otursam,diye düşündü. Ama Alsancak’taki tüm kafelerde yılbaşı nedeniyle program vardı. Hem tek başına nasıl oturacaktı? Bir an karşıya geçmeyi düşündü. Okul arkadaşlarından Nermin’e gitmeyi. Sonra onun bu gece nişanlısı ve onun ailesiyle olacağını hatırladı. Sıkışmıştı burada. Ne yapacağını bilmez haldeydi. Oturdukça gelen geçen, alkollü gençlerin daha da ilgisini çektiğini anlayınca kalkmaya karar verdi. Vapura atacaktı kendisini. Sonra napacaktı bilmiyordu. Tam bu anda yanına birinin oturmasıyla irkildi. Yan gözle baktığında genç bir adam gördü. Paltosunun yakasını kaldırmış, elleri cebinde, başında beresi ve boynunda atkısı olan bir adam.  Tam olarak yüzünü görememişti atkı nedeniyle. Gayet makul bir mesafe olsa da aralarında, Şura işi garantiye almak için mesafeyi biraz  daha açtı. Bankın ucuna doğru kaydı. Aynı anda genç adam hafif bariton bir sesle:
-Bence o kadar uzaklaşma. Karşıdaki üç genç buraya oturduğundan beri seni kesiyor. Seni benimle birlikte sanmaları için yanına geldim. Seni karşıdan gördüm. Yanına biri gelir diye bekledim ;ama gelen giden olmayınca ben geldim. Şimdilik güvendesin yani,dedi.
Şura açıklamayı ne kadar inandırıcı bulması gerektiğini kestiremeyerek adama baktı. Nasılsa kalkıp gidecekti. Kararını vermişti. Yine de yüzünü görmek için eğildiğinde gördüğü şey karşısında şoka uğradı. Bu oydu. Bütün ergenliği boyunca odasından posterini eksik etmediği, her şarkısını ezbere bildiği pop star Ulaş. Şura bir an gözlerine inanamadı. Tekrar baktı. Benzetiyor olmalıydı. Yılbaşı gecesi, onun gibi biri neden bu bankta yanında otursundu ki? Genç adam başındaki bereyi düzeltirken emin oldu Şura. Bu adam Ulaş’tı. İçinde bir heyecan dalgası yükselirken ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı mühendis zekasının analitiğiyle. Ne yapmalıydı? Tanıdığını belli etse çok mu sıradan kaçardı? Yoksa tanımamazlıktan gelip cool mu takılmalıydı? Konuşmasa mıydı? Yok olamazdı,bu adamı dünya gözüyle bir daha ne zaman görürdü? Ulaş Yeditepe yanında oturuyordu. Onunla konuşuyordu. Konuşsa,tanıdığını söylese ergen kız etiketini yer miydi? Adam kalkıp gider miydi? Şura onu kızdıran her şeyden uzaklaşmış kafasında hesaplamalar yaparken Ulaş alaycı bir ses tonuyla:
-Bu saatte burada oturmanı yadırgamadım desem yalan söylemiş olurum?
Şura’nın kafasındaki hesap makinesi durma tuşuna bastı aniden. Döndü ve :
-Neden? ,diye sordu.
Bankta iyice kaykılan genç adam aynı alaycı bir tonla:
-Yani kıyafetinden, öyle bu saatte hem de böyle bir günde dışarda tek başına dolaşabilecek kızlardanmışsın gibi gelmedi bana.
Şura on beş dakika öncesindeki sinirin yeniden damarlarına baskı yapmaya başladığını hissetti. Kısılmış gözlerle:
-Yani, nasıl bir kızmışım ben?
Ulaş umursamaz  devam etti:
-Daha çok bu saatte kaliteli bir mekanda arkadaşlarıyla eğlenmesi gereken, sevgilisinin koltuğu altında güvende olması beklenen ya da en kötü bir aile yemeğinde şık bir şekilde ailesine eşlik etmesi gereken bir kız gibisin.     
Şura tespitin haklılığından rahatsız olmuştu. Bu kadar açık olmaktan, Betül’ün tabiriyle uslu kız olmaktan rahatsız olmuştu. Zaten üşümüş, sinirlenmiş,yılbaşı akşamına dair tüm hayali çöp olmuştu. Tam şansım döndü mü, derken adamın söyledikleri onu iyice dellendirmişti. Derin bir nefes aldı:
-Ama neticede bu bankta tek başıma oturuyorum bu görüntüye rağmen. Yani önermeleriniz çökmüş gibi duruyor ne dersiniz,dedi.
Ulaş kısa bir kahkahanın ardından:
-Haklısın işte bu beni düşündürüyor. Acaba sokaklara ait bir kızın asalet oyunu mu, yoksa sadece evcilik oynamaktan anlayan  bir kızın sokaklardan korkmam kaprisi mi burada oturma nedenin?
Şura burnuna gelen öfkesini artık içinde tutamayarak ayağa fırladı:
-Vay vay vay sayın zeki, eski  pop star. Madem tahmincilik oynuyoruz, ben de varım. Ya siz neden bu bankta benim yanımda oturuyorsunuz bu gece tek başınıza? Yoksa ışığınız eskisi gibi parlamadığı için kimse size bir program teklifi yapmadı mı veya aileniz tarafından o kadar dışlandınız ki mesela babanız sizi görmek istemediği için onlarla yeni yıla giremiyor musunuz? Daha iyisi sizi gerçekten seven bir sevgiliniz olmadığı için mi bu tek başınalık haliniz?, diye haykırdı.
Ulaş sitilettoların üzerinde zorlukla duran, üşüdüğü kırmızı burnundan okunan kıza baktı. Demek tanımıştı onu ;ama umursamamıştı. Üç yıl öncesi kadar tanınmasa da sokaklarda, arada onu tanıyanlar ya cool olmak adına tanımamış gibi davranıyor ya da yanına gelip, garip tepkiler veriyorlardı. Bu kız tanımış, tanımamazlıktan gelmemiş,umursamamış bi de üstüne kafa tutmuştu ona. Gülümsedi Ulaş. Onun gülümsemesi Şura’nın öfkesini haykırması konusundaki motivasyonunu düşürse de öfkesinden zerre bir şey  götürmedi. Sağ ayağını yere vurup ağzından dumanlar çıkarak:
-Bak öyle değil böyle yaftalanır insan,dedi ve döndü. Hızlı adımlarla sahil boyunca yürümeye başladı. İçinden : ‘‘Hay ben senin şansına ne diyeyim ha ne diyeyim. Olaya bak. Olanlara bak.’’ derken aniden içkili olduğu belli olan bir adam önünü kesti:
-Oooo güzelim yalnız mısın?
Şura’nın gözleri korkuyla büyürken, refleks olarak geri çekildi. Adam koluna hamle yapınca kendini kurtarıp adamı itti ve hızlı adımlarla adeta koşarak oradan uzaklaşmaya çalıştı. Bir el aniden kolunu yakaladığında ise diğer kolunu dirseğini geriye doğru çıkartıp saldırganın midesine nişan aldı. Bu polis babasının verdiği bir taktikti. Hedefi vurmuştu. Saldırgandan gelen ‘‘Ah!’’ sesiyle bunu anladı ;ama arkasına göz attığında canını yaktığı kişinin az önce bankta bıraktığı Ulaş’tan başkası olmadığını gördü. Yere çökmüş ahlayan Ulaş’ın yanına çömeldi Şura. Pişmanlık,gerginlik ve korku gibi duyguların karmakarışık ettiği bir ruh haliyle sorularını sıraladı:
-Deli misin sen? Neden arkamdan geldin? Hadi geldin niye sapıklar gibi yaklaşıyorsun? Yoksa sapık mısın?
Yerde kendine gelmeye çalışan Ulaş:
-Valla sorularını cevaplarım ;ama bi kendime geleyim. O nasıl bir dirsek atmaktı öyle? Yakın dövüş dersi filan mı aldın?
Nefesini düzenlemeye çalışan Ulaş’a ilk defa sevecen bir gülümsemeyle baktı Şura:
-Yok almadım. Babam emekli bir emniyet müdürü. Arada ağabeyimle bana ufak tefek teknik dersler verirdi biz çocukken. Bu da onlardan biri sadece. İlk kez birinin üstünde denedim.
Ulaş’a doğru sol yumruğunu havada sallayarak:
-Solum da fena değildir yani,dedi.
Bu harekete ikisi de kahkalarla gülmeye başladı. On dakika sonra Ulaş yerden kalkmış Şura ile yan yana yürümeye başlamıştı. Ulaş:
-Ne yapmak istersin? Evine mi götüreyim seni yoksa bütün gece eşlik mi edeyim? Yani böyle bir gecede seni yalnız bırakamam artık Külkedisi.
Şura durdu ve Ulaş’ın karşısına geçip:
-Külkedisi?
-Valla şu halinle Külkedisi’nden başka bir şeye benzetemedim seni. Bir partiden kaçtığın belli. Ayağındaki ayakkabılardan birini kaybetmen de bence an meselesi. Artı adını bilmiyorum.
Şura güldü sağ elini uzattı:
-Ben Şura Öztekin,dedi.
Uzatılan eli sıkan Ulaş:
-Ulaş Yeditepe.
-Ben biliyordum aslında ;ama olsun, dedi Şura.
-Bildiğini biliyordum ;ama olsun, dedi Ulaş. Yine güldüler. Tuhaflığa, olanlara. Ulaş berbat bir kavgadan kaçmışlığını unuttu, Şura kandırılmışlığını. Yürümeye devam ettiler sahil boyunca ;ama  bu kez birlikte oturdukları banklarına doğru ağır adımlarla.
-Sana bir şey sorsam Şura?
Güldü Şura:
-Sor.
-Şura nasıl bir isim? Yani hiç duymamıştım daha önce.
-Annemin tercihi. Büyük anneannemin adıymış. Sure adı, Kuran-ı Kerim’de.
-Hımm değişikmiş.
-Öyledir. Mesela ben de benden başka Şura tanımadım. En iyi tarafı ile en kötü tarafı aynı. Yani adını duyan seni unutmuyor. Unutmasını istemediklerinde ,istediklerinde.
Tatlı tatlı gülümsedi Ulaş:
-Bi nevi ismin seni popüler yapıyor yani?
-Ne demezsin.
-Bak ben de unutmayacağım seni. Hep hatırlayacağım mideme dirsek atan Külkedisi Şura’yı.
Şura küçük kahkahalar atan Ulaş’a katıldı. Doğru unutulmaz bir gece yaşıyorlardı.Kalktıkları bankın önüne geldiklerinde iki sevgili tarafından çoktan mesken tutulduğunu gördüler. Şura ellerini paltosunun ceplerine sokmuştu ;ama kış soğuğu bordo elbisesinin altına giydiği ince çoraplar nedeniyle içine işliyordu bir de kulakları ve burnu buz tutmuştu. Ulaş:
-Ya evine mi götürsem seni?
Şura omuz silkti:
-Hayır! İstemiyorum şu saatte eve gitmeyi.
-Ama üşüyorsun.
-Yarın zatürre olsam umrum değil, bu gece eve gitmeyeceğim erkenden.
Ulaş kafasındaki bereyi ve boynundaki atkıyı çıkardı. Önce atkıyı genç kızın boynuna doladı sonra topuza rağmen bereyi Şura’nın kafasına geçirdi. Şura şaşkınlıkla onu izlerken itiraz bile edememişti. Üzerindeki paltonun kapüşonunu da kendi başına geçirdikten sonra elini yakaladı Şura’nın ve:
-Madem eve gidilmiyor Külkedisi sıcak bir mekan bulup ısınalım,dedi.
Şura, Ulaş’a elini bırakmış hızlı adımlarla yürürken kalbinin yerinden çıkacak gibi attığını duyuyor , Hakan’a ve Betül’e olan kızgınlığından her attıkları adımla uzaklaştığını hissediyordu. Demek mucize dedikleri şey aslında masallara özgü değildi. Mucize bazen tanımadan, platonik olarak  bir zamanlar aşık olduğunuz birinin, belki bir hayalin elinizi tuttuğunda yıllardır tanıyormuş hissi ve güvenle sizi sarıp sarmalamasıydı.
Şura’yla Ulaş el ele Kordon’daki kafeleri yavaş yavaş ve tek tek geçerken Şura içindeki bu garip güven duygusuna da anlam veremiyordu. Ara ara Şura dinlensin diye duruyor, kafe-barlardan gelen müzik seslerini dinliyor ve yürümeye devam ediyorlardı. Ulaş’ı aslında hiç tanımıyordu ;ama şu an Hakan karşısına çıksa muhtemelen Ulaş’la kalmayı tercih ederdi. Hakan’ı düşünmesiyle ona duyduğu kızgınlığın tamamen buhar olduğunu fark etmesi bir oldu. Ne garip şey diye düşündü hayat için. Anlık mucizelere ne kadar açık ve bir o kadar savunmasızdık aslında hayatta. Yanında el ele yürüdüğü adam birkaç saat öncesinde yabancıyken ne kadar tanıdıktı şimdi. Ulaş Şura’nın hafif sendelemesiyle durdu:
-Yoruldun di mi sen? Bu ayakkabılarla tabi normal. Hayır bir tane de mekan yok şöyle oturalım sakin sakin.
-Ya aslında günlük hayatımda çok kullanmam bu kadar yüksek topuk ;ama ...
-Ama bu akşam, bu kıyafet başka alternatif kabul etmez tabi. Dur bak şurda elli metre ilerde taksi durağı var.
-Hayır eve gitmek istemiyorum dedim sana. Lütfen bu konuda zorlama beni ,dedi net bir şekilde Şura.
-Ya tamam eve gitmeyiz. Binelim taksiye Çankaya tarafında bir çorbacı var. Oraya gidelim. Hem sen de acıkmışsındır artık.
Şura bakışlarını yere indirdi. Evet acıkmıştı, üşümüştü, yorulmuştu.
-Anladım tamam açsın. Ben de acıktım zaten. Üşüdüm de bu havada. Taksi durağına kadar yürüyebilir misin? Yoksa yani bekle dicem ama seni bırakmak istemiyorum burda yalnız başına.
Şura şişen ayak bileklerine baktı ;ama o da yalnız kalmak istemiyordu. Canı çok yansa da biraz daha yürüyebilirdi:
-Tamam yürürüm ben de.
Ulaş elini uzattı yeniden Şura’ya. Uzatılan eli bu kez tercih ederek tuttu Şura. İçi pır pır ederek. Taksi durağına yürüdüler. Güzel olalım ya da ölelim diyen Betül’e içinden küfürler saydırarak yürüdü Şura. Ne vardı sanki daha alçak topuk bir şeyler alsalardı. Bütün gece bu işkenceyi yaşamak reva mıydı? Neymiş erkekler sitiletto severmiş. ‘‘Tabi onlar yürümüyor bunların tepesinde saatlerce’’,diye düşündü Şura. Sonunda taksi durağına vardıklarında Şura derin bir oh çekti. Ama gece yoğun olduğu için durakta taksi yoktu. Beklemek zorundaydılar, çünkü Şura’nın artık mecali kalmamıştı. Tek adım atamayacak halde olduğunu Ulaş daha ilk bakışta anladı. Beklemeye başladılar. Tam bu sırada Körfezin üstünde havai fişekler atılmaya başladı. Şaşkın şaşkın kendisine  bakan Şura’ya Ulaş :
-Nice yıllara Külkedisi, yeni yıla girdik, dedi.
Duraktaki adamın verdiği sandalyede oturmuş,sağ elinde ayağından çıkarttığı ayakkabı, sol eliyle şişen bileğini ovuştururken Şura kendisi için daha uygun bir sıfat düşünemiyordu.       
                                                    2.bölüm
                                                   Peri Tozu
Şura ve Ulaş havai fişeklerin yarattığı ışık oyununu  hayranlıkla izlediler. Ulaş Şura’nın hemen yanında ayakta dururken aslında kötü başlayan akşamın ilginç bir yere gittiğini hissetmekten hiç de şikayetçi değildi. Yanında durduğu kız sanki bir masaldan fırlamış gibi gelmiş gecenin ortasına düşmüştü. Saf, içten tepkileri, attığı dirsek ve elini elinin içine bırakırken başta yaşadığı tereddüte rağmen Ulaş’a duyduğu garip güven. Siyah paltosu, elinde tuttuğu siyah ayakkabısı, paltosunun altından etekleri gözüken bordo elbisesi, küçük çantası,hafif makyajı. Dupduru bir kızdı Şura. Adı gibi ender bulunanlardan. Merak etti onu eve gitmekten alıkoyan sebebi ve yine merak etti onu sahile tek başına gelmeye iten diğer sebebi. Taksi nihayet geldiğinde gösteri de bitmişti. Ulaş Şura’nın taksiye binmesine yardım etti. Buz gibi havadan sonra ikisine de iyi gelmişti arabanın içindeki sıcaklık. Ulaş gidecekleri yeri söyledi. On dakika sonra Ulaş’ın bahsettiği çorbacıdan içeri giriyorlardı. Şura’nın elini bırakmayan Ulaş zaman zaman kız sendeledikçe de diğer eliyle kolundan yakalayıveriyordu Şura’yı. Mekan sahibiyle selamlaşan Ulaş’a cam kenarında bir masa ayarladılar. Şura sonunda sıcak bir yerde olmanın rahatlığıyla paltosunu çıkarttı. Ulaş’ın atkısını ve beresini de yanındaki sandalyeye bıraktı. Ulaş da kapüşonu çıkartınca kuzu kıvırcığı saçları ortaya çıktı.  Sonra paltoyu çıkarttığında ise ince, uzun postürü belirginleşti. Son iki saati birlikte geçirseler de ilk defa birbirlerinin yüzüne dikkatle baktılar. Ulaş bembeyaz bir tenin ortasında koyu geceler gibi siyah bir çift gördü ilk olarak. Şura samimiyetle gülmekten kaçmayan dudaklarını fark etti Ulaş’ın. Sonra Şura’nın koyu kestane rengi saclarının boya olmadığının kanıtı tek tel beyaz saçı fark etti Ulaş. Şura Ulaş’ın parmaklarının uzunluğuna ve ellerinin güzelliğine hayran kaldı. Sonunda garson sipariş almaya geldiğinde Ulaş aklından:
‘‘Hangi salak bu kızı kaçırdı elinden acaba ve ne yaparak?’’,diye düşünüyordu. Ulaş paça çorbası istedi,  Şura mercimek. Çorbalar gelinceye kadar havadan sudan konuştular. Tam anlamıyla havadan sudan ama. Gecenin soğukluğunu, denizden esen soğuk rüzgarı, sahildeki kalabalığı. Sıcacık çorbalar gelince ikisi de ne kadar aç olduklarını anladı. Yemeye başladıktan bir süre sonra da Ulaş:
-Sana bir şey sorabilir miyim?
Ağzındaki lokmayı yutan Şura:
-Tabiki sorabilirsin.
-Senin ne işin vardı sahilde, tek başına hem de bu gece, o saatte?
Şura bir an düşündü:
-Aslında tahmin ettiklerine çok yakın, bir yılbaşı partisindeydim. Sevgilim ve arkadaşlarımla. Sonra bir şey oldu çok sinirlendim çıktım.
Ulaş sakince çorbasını yudumlarken:
-Sevgilin nasıl bir kazma ki senin tek başına oradan ayrılmana ses etmedi?
Şura güldü:
-Saat 9’dan beri kafasının yerinde olmadığını düşünürsek beni geç umarım kendisi sabah evinde uyanabilir,dedi.
-Sahile ilk geldiğinde çok sinirliydin.
-Evet, Hakan öküzünü bir kızla öpüşürken görmüştüm.
Ulaş elindeki kaşığı havada tutarken şaşkın:
-Nasıl yani?
-Nasılı yok, geri zekalı bildiğin partideki bir kızla kuytu bir yerde öpüşüyordu.
-Eee sen ne yaptın? Öylece çekip çıktın mı?
Şura sakin sakin çorbasını yudumlarken:
-Aslında yanına gidip attığım tokadı ve bir daha beni aramamasını söylememi saymazsak evet çıktım, dedi.
Ulaş yemeği bırakmış Şura’nın olaylara yaklaşımındaki rahatlığa bakıyordu:
-Sen şu an bu durumdan rahatsız değil misin?
İç çekti Şura:
-Rahatsız olmam gerekli değil mi?  Garip ama şu an rahatsız değilim. Seninle burada olmayı inan o partide Hakan’la olmaya  tercih ederim.
-Sevgilimize pek aşık değiliz sanıyorum.
-Aşk mı? Değilim sanıyorum. Hakan temelde iyi anlaştığım biriydi. Arkadaşımdı. Güven duyduğum biri. Hoşlanıyordum da, yakışıklı bir adamdır.
-Hımm di’li geçmiş zamana geçilmiş. Hakan bu akşam bitti yani tamamen. Ama şöyle düşün adam aşırı alkollü ise belki farkında değildi. Savunmasızdı yani.
Şura alaycı gülümsedi:
-Siz erkekler. Valla alkolden değil ;ama kullandığı başka bir şey nedeniyle kafasının yerinde olmadığına eminim. Hatta yarın bu gece yaşananları hatırlamayacağından da eminim.
Ulaş:
-Yok artık hap mı?
Gözlerini devirdi Şura:
-Hakan benim ciddi ilk erkek arkadaşımdı. Babamla tanıştırdım onu. Güvenilir, akılcı, çalışkan bir adam. Hapı aldığını gördüm ;ama ihtimal vermedim. Sonra dağıtınca kendini acaba dedim. Son olarak kızla görünce, yani ne diyebilirim. Güven duygusu üzerine kurduğun bir ilişkide o duygu giderse ne kalır?
-Boşluk,dedi Ulaş.
Yemeyi bıraktığı çorbasına devam eden Şura:
-Sence ilişkimizin bir şansı kalmış mı?
-Sanırım kalmamış.
-Aslında beni üzen neydi biliyor musun?
-Yeterli sebep var gibi duruyor.
-Bu kadar değildi olay. Beni Hakan’la tanıştıran en yakın arkadaşım Betül bu adamın bu mereti kullandığını biliyormuş yanına gidip öfke ve üzüntüyle olanları anlattığımda yüzüme bakıp, ne olacak ki şimdi kullanmayan mı var, dedi.
Ulaş gülmeye başladı:
-İyi arkadaşın buysa Allah düşman şerrinden korusun.
Gülmek bu adama ne kadar yakışıyordu. İstemeden Şura da güldü:
-Ya gülme aynı gece hem en iyi arkadaşımdan hem de sevgilimden oldum. Bu komik değil.
Ulaş gülmeye devam ederken:
-Haklısın komik değil,dedi.
-En kötüsü ne biliyor musun?
-Dahası mı var?    
-Var, olmaz mi? Benim babam emniyet müdürü. Çok sert bir adamdır. Hayatımda ilk kez bir yılbaşını dışarda geçirecektim. Tabi bunda sorumluluk sahibi Hakan Bey’in de etkisi yok değil. Babamın karşısına geçip, Emin Amca kızın bana emanet, partiden sonra Betül’le ikisini Betül’ün eve bırakırım merak etme demeyi biliyor.
Telefonun çantasından çıkarttı, bakıp masaya koydu Şura:
-Bak beyimiz farkında bile değil yokluğumun,aramamış. Betül de aynı kafa,dedi. Sinirlendiği o kadar belliydi ki. Ulaş güven duygusunu her şeyin üstünde tutan bu kıza bakarken içinin ısındığını fark etti. Bu gece Şura için önemli bir şeydi. Özgürlüğü için bir nevi simgeydi. Onun neden eve gitmek istemediğini anladı. Hem sevgilisi hem de en iyi arkadaşı anlamında yanlış karar vermiş hissediyordu.
-Şura bu geceye çok fazla anlam yüklemişsin bence.
Omuz silkti Şura:
-Belki de. Senin baktığın yerden saçma bile olabilir. Ne biliyim?
Sessizce çorbalarını bitirdiler. Sonra çayları geldi. Çorbacıdaki televizyonda dünyanın çeşitli şehirlerindeki yılbaşı eğlencelerini gösteriyorlardı.  Ünlülerin katıldığı programlar ve çeşit çeşit eğlence. Dışarda azalan kalabalığa baktı Şura:
-Sen neden o banktaydın? Yani neden bir yerlerde konser filan vermiyorsun?
Ulaş Şura’nın baktığı sokağa baktı:
-Sen de doğru tahmin ettin aslında. Son üç yıldır beste yapamıyorum ve tükendim. Bu televizyondaki dünya çok acımasız. Onlara tüketebilecekleri bir şeyler vermeyi kesersen seni artık istemiyorlar. Benim verecek bir şeyim kalmadı. Şarkılarımı tükettiler, hayatımı tükettiler, kişiliğimi tükettiler. İşin kötü tarafı bunu fark ettim. Buraya geldim ailemin yanına.
-Ama adapte olamadın di mi?
-Ne yapacağımı bilmez haldeyim. Yapmayı bildiğim şey yıllardır müzikti. Şimdi o yok ve boşluktayım. Öfkeliyim, kendimi işe yaramaz hissediyorum.
Şura elini uzatıp Ulaş’ın elinin üstüne koydu. Şura’nın eli sıcacıktı. Ulaş geceden kurtardığı kızın elini tuttuğu anda onu kurtardığını hissetti. En yakınlarınla konuşamamak acıtıcıydı. Şimdi ona tamamen yabancı bir kızla oturmuş dertleşirken daha hafif hissetmişti kendini. Şura:
-Unutulmak zor olmalı ve tabi sil baştan başlamak. Hayat acımasız der babam.  Peki ailen?
-Ailem bu konuda destek olmaya çalışıyor ;ama o kadar yabancılaşmışım ki önceki Ulaş’a. Anlayamıyorlar beni. Babam mesela bir iş bulmam gerektiğini artık müzik konusunu askıya almam gerektiğini söylüyor. İşletme mezunuyum ben. Haklı biliyorum. Yirmi altı yaşında kocaman adamım hala bana harçlık bırakıyor evden çıkarken. Emekli adam bu bana nasıl ağır geliyor bir bilsen? Binlerce lira kazanıyordum birkaç yıl önce. Şimdi aileme aldığım ev dışında bir şey kalmadı. Biraz da birikmiş. Senin anlayacağın Şura, saçma sapan bir durumun ortasındayım. Neden bu gece o bankta olduğuma gelince, babamla ve ağabeyimle kavga ettim. Anlattığım şeylerin benzeri nedenlerle tartıştık, annem ağlamaya başladı. Yengemin aile yemeğini mahvettin bakışını da görünce vurdum kapıyı çıktım.     
Şura düşünceli düşünceli baktı Ulaş’ın yüzüne. Gerçekten mutsuz bir adama bakıyordu. Kıvır kıvır saçlarına uzanıp dokundu. Onun için ününü yitirmenin mi müziği yitirmenin mi daha acı olduğuna karar veremedi. Sonra:
-Seçme şansın olsa şöhretin mi müziğin mi dönmesini isterdin?,dedi.
Ulaş bir an düşündü. Sonra:
-Müzik dönsün yeter. Bak şöyle baktığımı düşünebilirsin? Yani müzik dönerse şöhret zaten gelir ;ama değil. Ben Popçu Ulaş’tan çok gitarıyla müzik yapan Ulaş olmayı isterdim. O hengameye geri dönmek istemiyorum ki. Diyorum ya karmaşık bir ruh halim var.
-Senin durumun daha çok yaratıcılığı özlemek gibi duruyor. Ne kadar zamandır beste yapmadın?
-Aslında ceptekileri yemeye başlamam sayılırsa dört buçuk yıldır. Son üç yıl cephanemi tamamen yitirmem.
-Peki hiç başa dönüp neden o yaratma duygusunu yitirdiğini bulmaya çalıştın mı?
Ulaş bu işe yaramaz bakışıyla:
-Defalarca, hatta yetmedi psikologa gittim.
-Belki bununla savaşmayı bırakmalısın.
Şaşkınlıkla gözlerini açtı Ulaş:
-Nasıl yani?
-Ananem derdi ki hayatın vermek istediği dersleri almayanlar defalarca aynı sorularla karşılaşmaya mahkumdur. Yani bu duruma direnme, yeni bir yol bul yeniden başla. Müzik seni terk etmiş olsa da sen kendini terk etme. Hayata asıl. Her ne sebeple küstüyse müzik, belki gittiği gibi gelir.
-Müzik dışında ne yapabilirim ki Külkedisi?
-Onu ben bilemem. Yeteneklerini, içindeki enerjiyi küçümsememesi gereken kişi sensin. Mutlaka seni yenileyecek bir şey vardır. Ara ve bul. Kendini müziğin hiç dönmemesine hazırla. Dönerse döner, dönmezse hayat başka amaçlarla devam eder. Bence yeterince yas tutmuşsun.
Ulaş düşündü. Haklıydı aslında Şura. Oturup B planı geliştirmemişti ki hiç. Hep müzik nasıl döner fikri zihnini meşgul etmişti. Şura konuşmaya devam etti:
-Bu arada itiraf etmem gereken bir şey var. Benim tüm lise hayatım sana aşık geçti. Odamın duvarları senin posterlerinle doluydu.
Ulaş şaşkınlıkla küçük bir kahkaha attı:
-Ciddi misin sen?
-Gayet ciddiyim.
-Bak bunu beklemiyordum.
Şura’nın yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlandı:
-Ama şu an baktığım adam posterlerdeki adamdan daha etkileyici,dedi.
Ulaş içine yayılan sıcacık o hisse teslim etti kendisini. Güven duygusuna. Tanımadığı, eski hayranı olduğunu itiraf eden, özgürlükleri için garip şeyler yapan bu kızdan yayılan ve onu çepeçevre saran güven duygusuna.
Sabaha kadar konuştular o çorbacıda. Hayattan, dünyadan,özgürlüklerden. Hüzünlendiler arada, daha çok güldüler. Şura babasının aşırı koruma duygusunun onda yarattığı isyanı anlatırken, Ulaş insan olmanın tehlikelerini anlattı Şura’ya yaşadıkları üzerinden. Şura’nın bazen kanı dondu bazen kahkahalarla güldü.  Ulaş kendi olamamanın yükünü anlattı Şura’ya, ondan beklenenleri. Şura Ulaş’a, bazen sevdiklerinin beklentilerinin olmasının insanı nasıl motive ettiğini anlattı. İkisi de kimseye anlatamadıklarını anlatırken, yargılanmadıklarını bildiler. Karşı taraf yeni bakış açıları getirirken asla amacın bilmişlik olmadığını hissettiler. Sabah saat 6’da çorbacıda masadan kalktıklarında ikisi de hayatları hakkında yepyeni kararlar almış hissediyordu kendisini. Uykusuz, rahatlamış, büyümüş,değişmiş. Kapıya gelen taksiye binip önce Şura’nın evine gittiler. Takside yol boyunca sımsıkı tuttu Şura’nı elini Ulaş. Gerçek olduğundan emin olmak ister gibi. Sonunda Göztepe İskelesine geldiklerinde taksiye durmasını söyledi Şura. Ulaş:
-Burada mı ineceksin? Evine bıraksaydık.
-Yüz metre ilerde evim gerek yok.
Hızla inince Şura arkasından indi Ulaş. Kolunu yakaladı:
-Neden kaçıyorsun? Neden evini öğrenmemden endişelisin?
Gözlerini kaçırdı Şura. Ulaş:
-Telefon numaranı istiyorum, verir misin?
Şura derin bir nefes aldı. Başını kaldırıp Ulaş’ın gözlerine baktı. Kolunu kurtarmaya çalışırken sakince:
-Ulaş, beni istersen bulabileceğini biliyorum. Adımı söyledim sana, babamın işini. Sosyal medya diye bir şey var ;ama dün gece bir masaldı. Öyle kalsın.
-Şura saçmalama, ben senden hoşlandım. Hem de çok hoşlandım.
Şura artık kolunu kurtarmaya çalışmıyordu:
-Ben de senden hoşlandım;ama hayatlarımızda yaratacağımız değişiklikleri dün akşama, birbirimize bağlayamayız.   Ben eminim içindeki müziği bulacaksın ve yeniden bu kez istediğin yere geleceksin. Sendeki geçici etkimi nasıl yitirdiğimi görmek istemiyorum.
Şura’nın kolunu bıraktı Ulaş. Nedeni zihni kabul etmiyorsa da kalbinin derinliklerinde ona hak veriyordu. Geçici bir duyguya kurban edilemeyeceklerdendi bu kız. Ulaş ısrarı bırakınca içi cız etti Şura’nın ;ama emin oldu kararından. Şura’nın kolunu bırakan Ulaş:
-Peki, haklısın. Yapabileceklerimize zaman tanıyıp bu hissettiğimiz şeyin gerçek olup olmadığına bakalım o zaman.
-O nasıl olacak?
-Şura tam bir yıl sonra 31 Aralık saat 22.05te Alsancak’ta o bankta buluşalım. Söz o zamana kadar aramayacağım seni. Kocaman bir yıl. İkimiz de gelirsek bu şey kalıcıymış deriz ;ama birimizden biri gelmezse ya da ikimiz de gelmezsek yapacak bir şey yok.
-Bir yıl sonra. Unuturuz Ulaş.
-Unutursak zaten bu gece hiç olmamış demektir.
Şura filmlere özgü bir romantizmin ortasındaydı. Ne diyebilirdi ki?
-Tamam Ulaş. Bir  yıl sonra.
Taksiye binen Ulaş:
-Bir yıl sonra.  
31 Aralık 2016
Saat 22.05
Ulaş tam iki saattir aynı bankta oturuyordu. Bir yıldır varmaya çalıştığı yerdeydi sonunda. Kendi savaşını vermiş önce bir arkadaşıyla ortak bir mekan açmıştı. Borç harç giriştiği bu iş onun yeniden düze çıkmasını sağlamıştı. Gezip tozma birikimi gerçekten işe yaramıştı. Haftada üç gece bu mekanda şarkılarını söylemiş. Altı ay sonra müzik geri dönmüştü. Hem de eskisinden de güzel, eskisinden de dolu. Şura’yı tıpkı onun dediği gibi bulmuştu sosyal medyadan. Onun önemli bir firmada çalıştığını, bir taraftan hayallerini gerçekleştirmek için nasıl kurs kurs dolaştığını takip etmişti. Her hafta acaba hayatında biri var mı endişesiyle baktığı hesapta böyle bir şey görmemişti. Şimdi bu bankta onu bekliyordu.
-Acaba gelecek mi?,dedi kendi kendine. Saatine baktı. On dakika geç kalmıştı. Etrafındaki kalabalığa baktı. Yoktu. İçini kuşku bürüdü. Unutmuş muydu Ulaş’ı? Ulaş’ın hayatına serptiği peri tozları Ulaş’ı yeniden yaratırken o gecenin Şura için anlamı olmamış mıydı hiç? Sıkıntıyla geriye yaslandı. Bekledi, bekledi. Dakikalar geçtikçe umudu kırıldı. Saatine baktı. Saat 23.10 olmuştu. Ulaş yavaş yavaş Şura’nın gelmeyeceğinden emin olmaya başlamıştı. Yine de banktan kalkmak istemedi. Telefonundaki cevapsız aramalara baktı. Mekandan tam sekiz arama vardı. Umursamadı. Oturmaya devam etti. Şura gelmeyecekti. İçini hüzün kapladı. Dakikalar birbirini kovalarken birden Körfez havai fişeklerle aydınlandı. Gösteriyi hüzünle izlemeye başladı Ulaş. Tam bu anda bir ses:
-Nice yıllara Külkedisi’nin prensi, dedi. Sese dönen Ulaş elinde bir yıl önce giydiği ayakkabıyı tutan, paltosuna ,beresine, atkısına sarılmış aydınlık bakışlı Şura’yı gördü. Ayağa fırladı ve ona sarıldı. Şura Ulaş’ın göğsüne yaslanmış:
-Bazı Külkedileri gece yarısı kaçar bazıları sabahlamak için gece yarısı gelir prensine,dedi.
Ulaş göğsüne yaslanmış kızın çenesini tuttu ve kaldırdı. Gözlerine baktı. Hiçbir şey demedi sadece dudaklarına kapandı.

Gözlerini açtı Şura 2017’ye uyuyarak girmişti demek. Göğsünde uyuduğu adama baktı. Rüyasında gördüğü adam olmamasından içi sıkıldı. Rüyasında gördüğü romansın hayatındaki adam yerine o, olmasından sıkıldı. Başı tuttuğu için bu odaya gelmişti. Muhtemelen Hakan da sonradan gelmişti. Kalktı Şura. Yeşil kazağının yakasını düzeltti. Pencereye doğru yürüdü. Işıl ışıl şehre bakarken yılbaşı filmlerine benzeyen rüyasının kahramanının neden en yakın arkadaşı Ulaş olduğunu düşünüyordu.    

                                                           UmayMasal    

30 Aralık 2016 Cuma

Poyraz Karayel 74.Bölüm

Biz plan yaparız kader güler… Çünkü hiçbir zaman o planlar tam olarak gerçekleşmez. Biz insanoğlu çabuk aldanıyoruz, çok akıllı dediklerimiz bile o kurdukları hayallerde kaybolup gidiyor… Bir rüyada yaşamak istiyoruz belki ama yapamıyoruz, gerçek her zaman ensemizde nöbette kendini hatırlatmak için. Herkes eteğindeki taşı kendince dökmüş biraz olsun nefes alacakken yine olmadı. Zülfikar ve Meltem şu an için mutlu ama amcacını anlayamadığımız Orhan Solmaz kod adlı ablamız beni bu konuda korkutuyor.

Tabi İsa olayı var bir de… Taşkafa ve Ümran’ın sakladıkları gerçek ortaya çıkınca İsa’nın tepkisi de kaçınılmaz oldu. Babalar ne olursa olsun bir çocuğun dünyaya ilk bakışı, kahramanıdır. İsa’nın babası kötü bir adamdı belki ama onun ilk kahramanıydı. Kahramanı onu her ne kadar hayal kırıklığına uğratmış olsa da duydukları onu annesine ve Taşkafa’ya karşı öfkelendirdi. Ki Taşkafa onun kahramanıydı, hiç tatmadığı baba sevgisini, şefkatini onunla hissetmişti… Ama babası onu büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Öyle ki öfkesi gözünü kör etti ve Taşkafa’yı bıçakladı… O halde bile onun zarar görmesini istemeyen babası “Oğlum kaç”dedi. İsa’nın daha ilk anda gözlerine yerleşmiş bir pişmanlık vardı, fakat artık çok geçti… 

Ne demişti Bahri Umman, baba olmak bazen ilk kucağına aldığında, bazen ilk baba dediğinde ya da sonrasında olunur… Bence Sadrettin, Hasan Yağmur ona ilk baba dediğinde, ona sarıldığında bu duyguyu hissetmeye başlamıştı. Yine Bahri’nin dediği gibi Sadrettin hissetmiyorum sanıyor ama bence çoktan hissetmeye başladı. Hasan Yağmur ona “Baba gitme” dediğinde bence artık göz ardı etmeye çalıştığı duyguların farkına varmaya başlayarak yanına gitti. Bu durum Songül ile ilişkilerine de iyi gelecek diye düşünüyorum, tabi yapılan hataları maalesef unutturmayacak ya da silmeyecek.

Ve Eda… Yine Kerem ile karşı karşıya bulmuşken kendini tam artık net bir Eda var karşımızda derken Kerem’in “O yaşıyor” demesi onun aklını yeniden karıştırdı. Fakat ne Eda ne de biz kafamızdaki soru işaretlerini gideremeden Mümtaz Kerem’i öldürdü...

Nevra gözünü karartmış içine sığmayan öfke ve nefretini etrafına saçarken Çınar’da nasibini alıyor bu durumdan. Hem de fazlasıyla… Gözünü öyle bir karartıyor ki Ayşegül yok olsun istiyor… Geçen hafta onları geçmişlerinde yakalamıştı Çınar ama bir şeyi bilmiyordu. Ayşegül’ü öpen Hikmet değil, Poyraz’dı. Her hücresine kadar hissettiği öfke, kıskançlık ve nefret onun içini kavururken duyduğu konuşmalardan sonra da kendini sokağa attı. Tabiri caizse perşembenin gelişi çarşambadan belli oldu ve Çınar kendini Ayşegül’e bombalı bir tuzak kurdururken buldu. Gördükleri ve duyduklarına hazmedemezken Nevra’nın da sürekli kışkırtması onu bambaşka bir insana çevirdi. Aslında öfkesi sadece Ayşegül’e, karşılıksız sevgisine idi. Beni neden sevmedi, onu sevip beni neden hiçbir zaman sevmeyi denemedi diye düşündü ve öfkesi daha da arttı ama bilmiyordu ki Ayşegül hep O’nu, Poyraz’ı sevdi… Poyraz’ın öldüğünü sandığında belki başarabilirim, Poyraz’ı ardımda bırakabilirim diye düşündü, Çınar’ı kabul etti hayatına ama olmadı. 

Her şey sarpa sarmış Çınar, Ayşegül’ün ölmesi için her şeyi yapmaya hazırdı. Fakat Ayşegül’ün yanında uyuyan kişinin Hikmet değil, Poyraz olduğunu anlayan avukat büyük bir şok yaşadı. Şu konuda hemfikiriz ki avukat Ayşegül’ü öldürmeyip, Çınar’a onun Hikmet’e değil Poyraz’a gittiğini anlatacaktır. Tabii bu gerçek Çınar’ın öfkesi ve nefretini ne boyutta etkileyecek, artıracak mı ya da azaltacak mı gelecek bölümde göreceğiz…

Son olarak Poyraz’ın o güzel cümleleri ile bitirmek istiyorum yorumumu; 

Ben ülkemi çok seviyorum… Neyini seviyorum biliyor musunuz? Birbirine girmiş o betonarme binalarını seviyorum, yağmur yağarken üstüne bastığın o kaldırım taşı var ya bütün suyu üstüne fışkırtan ben o kaldırım taşını seviyorum. Öyle b*k gibi ıslanmayı da seviyorum. Kuyrukta beklerken herkesin hakkını gasp edip en öne geçen adam var ya ben o adamı seviyorum. Adam samimi bir kere, kimseye medeniyet kastırmıyor. Adamın işi acil, adam dan diye öne gidiyor, bitti. Ben de o adamı seviyorum ya! Seviyorum.

Mümtaz sen bu memleketin yazarlarından kaç tanesini tanırsın?

Valla tanırım ya… Bir sürü yazar var, değil mi başkanım? Yani mesela Orhan Veli var, Yaşar Kemal var. Var işte ya.

Kaçını okudun peki Mümtaz?

Ya… Şimdi bak benim öyle zamanım olmadı okumak için.

Allah belanı versin Mümtaz! Ben onların hepsini okudum Mümtaz, hepsini. Attila İlhan okudum, her sayfasında memleket aşkı var, Kemal Tahir okudum. Necip Fazıl’ı da okudum. Ahmet Hamdi Tanpınar’la sabahladım. Kaç kere, kaç kere hem de… Ama en çok Cemil Meriç’i kıskandım biliyor musunuz Adam okumaktan kör oldu kör. Ben onların hepsine aşığım. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu ülkeye ait her şeye tapıyorum ben!“

Başkanım senin çocuğun var mıydı?

Evet, var.

Hiç elinden tutup Süleymaniye’yi gezdirdin mi?

I ıh.

Şöyle bir karşısına geçip; Ulan bu adamlar böyle bir güzelliği nasıl yaptılar acaba diye hayret ettin mi? Ben ettim, ağzım açık kalarak hem de… Bu ülkede yaşadığım için şükrettim. Bu ülkenin her santimetrekaresine ayrı ayrı aşığım ben, seviyorum. Seviyorum ama sizin gibi değil işte, sizin gibi değil. N’olmuş yani, n’apalım yani onu da mı sizin gibi yapalım, ?

Ya ama şimdi bu memleketin düşmanı yok demek değil ki

Ulan düşmanı olacak tabii! Zaten düşmanları olacak. Niye? Çünkü çok güzel, ben de görsem ben de düşman olurum. Ya kıskanırsın bir kere kıskanırsın! Nasıl kıskanmazsın! Ulan tüpte kaçak var mı diye bakmak için çakmak yakan adamı sen nasıl kıskanmazsın benim aklım almıyor ya!

Ben ülkemi çok seviyorum! Üstelik de bu ülke beni hiç sevmemişken seviyorum, ölene kadar da sevmeye devam edeceğim ama sizin gibi değil. Sizin gibi değil işte!”

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…


Frezya


27 Aralık 2016 Salı

Aşk Laftan Anlamaz- 24.bölüm

‘‘Kuşkularım var biliyorsun,
Yaşamak bu kuşkularla zor.
Oysa ne güzel olurdu korkularım kuşkularımla sarmalanmasa...’’
Geçen hafta tutkuyla oynanan bir zeybek sahnesinin sonunda kırgın Murat’ın gidişiyle bırakmıştık Aşk Laftan Anlamaz’ı. Murat’ın iddialı lafı da bu bölümün bir nevi kırılma noktası oldu. Bazen tek bir cümle kaderin akışını değiştirir derler ya işte tam öyle oldu. Murat ‘Bu masal ancak ben ölünce biter’ demeseydi; Hayat Murat’a gitmez,  Murat’ın odasında kilitli kalmazdı di mi? Murat’a kızgın İpek’e rağmen kalbi endişeyle atarak bekledi Hayat, Murat’tan gelecek haberi. Murat ise annesinin sayesinde etrafına çöreklenen entrika yumağının ortasında kalmış, şaşkın uğraşıp duruyordu oysa. Bir taraftan Leyla’nın ve Hazal’ın Murat’tan götüreceklerinin iç sıkıntısı olsa da bir taraftan Derya’nın beterin beteri varmış hali eğlenceli. Benim Leyla-Derya çekişmesinde tek endişem Doruk-Murat arasındaki kardeşliğe halel gelmesi. Yoksa gerisi vız ve tırıs. Doruk ve Murat kardeşliği o kadar içten, dostluğu barındıran, hesapsız bir ilişki ki yara alması her tip ilişkiden daha rahatsız edici olur fikrimce.  Azime ise tam anlamıyla savaşın ortasında kalmış durumda. Ne tarafa baksa bir başka cephede laf  bombaları patlıyor, entrika mayınları döşeniyor. Torunlarını korumaya çalışan sevimli babaannemiz korkarım bu strese daha fazla dayanamadığından Haşmet Dede’yi çok kıracak bir şey yaptı farkında olmadan. Zira ben Azime Babanne’nin  Haşmet Dede’yi sevmediğini düşünmüyorum. Çünkü sevgi bitmiş olsa o gelin telleri ve fotoğraf saklanmaz atılırdı. Bu hafta Hayat-Murat arasındaki ilişkiye tamamen odaklanan bölümde İpek ve Kerem, Aslı ve Doruk çokça boy gösteremedi. Lakin geçen haftadan Aslı’nın Derya hakkında duydukları hala cebimizde. Diğer taraftan İpek-Kerem’in nişanının Murat’ın gidişinin gölgesinde kalmasına ben üzüldüm. O kadar kimsesizler ki, birbirlerinin kimsesi olan bu çiftin her şeyi güzel olsun istiyorum hayattaki soğuk gerçeklere inat. Aslı ve Doruk kuşkusuz yeni düğümlerin ve Derya açısından sınanmaların yaşanacağı bir hikaye olacaktır. Açılmasını bekliyoruz. Hayat’ın annesinin ayakları yere basan bir karaktere dönüşmesinden memnuniyetimi daha önce de yazmıştım. Eski hali empatiden uzak , gerilimli bir kadındı sevmiyordum. Oysa şimdi daha anne, daha sıcak, sevilesi.
Şimdi gelelim Hayat Murat meselesine. Eğlenceli başlayan sonra hüzne çevrilen bir süreç işlendi bu hafta. Murat’ın odasında kilitli kalan ikili inatlaşsa da birlikte çok eğlendi. Burak Deniz yine Murat’tan bir kabuk daha çıkarttı. Sarsılmayan patron Murat’ta bu hafta biraz muzip biraz da oyunbaz bir yön daha sergiledi. Kuşkusuz burada senaryo enerjisinin payı büyük. Ama mesela öyle ayrıntılar ekliyor ki oyuncu,mesela Hayat’ın banyoya kaçtığı sahnede Murat’ın kapıyı tırmayalıp gitmesi gibi, bu kadarı senaryoda varsa senaristleri yok da oyuncu doğaçlıyorsa oyuncuyu tebrik ederim. Sizi bilmem ama bana göre bu tarz ayrıntılar inandırıcılık arttırırken karakteri yaşar kılıyor. Hayat ise aşkına rağmen kırgınlığını öfkeyle saklamadan hissettirdi bölüm boyunca. Hande Erçel’i en son sahnede özellikle çok beğendim. Hayat kırgınlığında haklı ki bunu Murat da biliyor. Ama bu konuyu konuşabilmeleri çok önemliydi. Güncel dizi çiftlerimizin sorunu bu çünkü. Konuşamamak. Sorunların üzerinden atlaya zıplaya giderken ya da birden bire hiç yokmuş gibi yaparken karakter derinliğini yitirmek. Hayat ve Murat konuşsun hep. Kavga etsin, hırlaşsın ama konuşabilsin. Koklamak aşkın doğasında var diye sanıyorum benim en sevdiğim sahnelerdendi Murat’ın Hayat’ı kokladığı sahne. Tutku, özlem harmanıydı. Yastık savaşı, tıraş köpüğüne bulanan Murat hep bunlar Hayat’ın çocuk-kadın hallerinin yansımasıydı. Hayat’ı çıkardığınızda Murat’a ne kadar gri bir hayat kaldığını düşündüğümüzde aslında neden Murat’ın bu kadar aşık olduğunu anlamak zor değil. Çocukluğunu anne eksikliğiyle yaşamış, sorunlardan kaçan bir baba ve rekabetini Murat bünyesinde somutlaştırmış Derya ekseninde yaşamış Murat; çocukluğundaki tüm renkleri içinde taşıyan Hayat’ı bırakmak ister mi? Hayat’ın o meşhur konuşmayı hatırlamasına kadar Murat’la ne kadar güldüğü, onu ne kadar güldürdüğünü gördük sahnelerce. Sonrasında bize yine hüzün. Hayat’a sonuna kadar hak veriyor olsak da... Haşmet Dede’yi ve ailesini üzmemek paravanında Murat’la kalan Hayat’ın asıl derdi içindeki o bitmeyen aşka sahip çıkmaktı bence. Ondan vazgeçmeyen adamdan vazgeçemeyecek olmaktı. Hayat ve Murat pişmalıklarından çıkardıkları derslerle birbirlerine yol aladursun Emre sonunda gerçek yüzünü gösterdi. Murat’tan yediği dayaktan sonra hiçbir şey olmamış gibi yapan hali baştan beri bana samimi gelmiyordu zaten. Bu hafta hamlesini yaptı. Hem de ince ince planlayarak yaptığı hamle Hayat-Murat cephesinde sarsıntıya neden oldu bile. Hayat’ın net tavrına rağmen Murat’ın içindeki Othello sanıyorum su yüzüne çıktı yine. En önemli şeydir güven. Hayat’la ilgili kuşkularını kaybetme duygusu perdelediyse ve bu olay yeniden Murat’ı alevlendirirse Hayat açısından Murat’a dönmenin yolu kapanır gibi. Çünkü yine kuşkuyla sınanırsa Hayat bu kez affı daha zor olacaktır Murat’ın. Çünkü bu kez Hayat tamamen günahsız. Bir taraftan karşısında Nothing Hill’deki Julia Roberts gibi durmuş ve ‘Sadece beni sevmeni isteyen bir kız çocuğu gibiyim.’ mihvalinde  ona bakan ve ‘sensiz o rüya olmaz’ diyen bu çocuk kadına nasıl inanmaz Murat Bey bilmiyorum. Umalım da Murat parçaları birleştirip doğru yorumu yapar. En azından yakalandığı Othello kıskançlığının etkisiyle karar vermeyecek kadar mantıklı davranabilir.
Son olarak bu hafta diziye eklenen tınılardan bahsetmek isterim. Bilen bilir benim için bir dizinin, filmin müzikleri çok önemlidir. Aşk Laftan Anlamaz bu noktada sevimli müziklere sahipti ancak bu hafta sanıyorum ki Hayat ve Murat için yeni temalar devreye sokulmuş. Çok da iyi olmuş. Aşk evrilidikçe, derinleştikçe onun melodisi de evrilir ve derinleşir di mi?
Vee son demde; aşka dair sustuklarımsın sen sevgili. Konuştuğumda hayal olup kaybolmasından korktuğum rüyamsın. Gerçeklik denen sussun, biz gözlerimizle bu hayali konuşalım.
Emeklere saygıyla...

                                                                         UmayMasal     

22 Aralık 2016 Perşembe

Poyraz Karayel 73.Bölüm

“Aşk, birine seni mahvetme yetkisi vermek ve bunu kullanmayacağına güvenmektir” der Murat Menteş… Eda’da Kerem’e kendinden çok güvenmiş ve onu hiç yanıltmayacağına inanmıştı… Geçen hafta aşık bir Eda varken karşımızda bu hafta öfkeli ve pişman bir Eda vardı. Kerem’e hissettiği öfke, etrafına karşı duyduğu mahcubiyet var gözlerinde… 

Mümtaz’ın yanlışı çok fazla baş ağrıtacak derken onları Nevra’ya daha da yaklaştırdı. Tabii söylemeyip durumu saklasaydı sonuçları herkes için kötü olurdu, ki bu herkesin beklemiş olduğu bir durum olacağı için kimse şaşırmazdı.“Biz de bunu bekliyorduk” derdik. Poyraz’ın kuru temizlemeye götürdüğü kıyafetler arasında olan Nevra’nın paltosundan kopan düğmesi ile Yavuz’un avucundaki düğmenin eşleşmesi ile koca bir düğüm çözülmeye başlıyor aslında. Mümtaz’ın Kerem’i baştaki kişi ile tanışması karşılığında getireceğini söylemesi ile akıldaki soru işaretleri de yok olup gidiyor. Nevra her şeyin her zamanki gibi lehine devam ettiğini düşünürken Poyraz ve diğerlerinin onun türlü oyunlarını bozmasına tepkisi ne olacak bakalım?

Meltem ve Zülfikar her zamanki gibi yine harikalardı. Zülfikar’ın evlilik teklifi yapmak için attığı her adım hüsranla sonuçlanırken Meltem kendinden beklenmeyecek bir performansla ay şahit aşkımıza deyip evlenme teklifi etti. Biz onların bu hallerini tebessümle izlerken gecenin sonunla dizideki gizemli ablamız “Orhan Solmaz avcısı Zülfikar’ın karşısına çıktı. Neyin peşinde, ne meramla sürekli birilerini öldürüyor bilemiyoruz… Tabii Zülfikar’ın neden onun listesinde olduğu da var. Hepsi bir merak konusu… 

Songül ve Sadrettin arasındaki kavgalar öyle bir hâl alıyor ki zaten hataya düşmüş olan Songül iyice çamura saplanacakmış gibi duruyor. Aralarında saygı ve sevgi kalmamışken ne Sadrettin’in ne de onun yaptığı doğru. Sadrettin er geç bu durumu öğrenecektir ve kaçınılmaz bir şekilde hiç iyi şeyler olmayacaktır. Üstelik Fatih artık onların evinde çalışmaya başladı...

Çınar yaptığı hatadan Ayşegül’ün kafasında kırdığı vazo ile döndü ama bu onun yapmaya çalıştığı şeyi ne unutturur ne de affettirir. Tabi bir de Nevra’nın tavrı var. Hani cahil kalmış, erkeği hep üstün görmüş kadınlar vardır ya erkektir ne yapsa yeridir derler… Nevra’nın da onlardan eksiği yok fazlası vardı bu hafta… Ayşegül daha fazla dayanamayıp Çınar’aNevra’nın yaptığı şantajdan bahsedince ortada onu o eve bağlayan herhangi bir şey kalmadı. Kalmadı ama gitmeden önce Nevra’nın eline patlamaya hazır bir bomba bıraktı. Onları o halde birbirine sarılmış görünce ilk iş gidip Çınar’a yetiştirdi. Tabi Poyraz’a değil de Hikmet’e sarılıyordu onun gözünde. Bu yüzden Çınar’da inanmadı ve Ayşegül’e iftira atıyor sandı ama şüphe etmeden de duramadı. Tam şüphelerinden vazgeçmişti ki Ayşegül onu kendi elleriyle Poyraz’a götürdü.

Ve Poyraz ile Ayşegül… Bizim hep dikenli yollarda ilerlemeye çalışan aşıklar… Yine Murat Menteş, Ruhi Mücerret kitabında der ki; “Felek, tesadüflerle sağ gösterir ve gerçeklerle sol vurur. Mutluluk, bu ikisi arasında geçen sürede yaşanır.” Ayşegül ve Poyraz’da tam o arafta mutlu oluyorlar. Yani anlık mutluluklar, pek uzun sürmüyor. Ayşegül artık özgürüm, kurtuldum derken Nevra’nın onları gördüğünden habersizdi. Biz tam Çınar inanmadı bir şey olmaz derken Ayşegül’ü takip etmesi ile onları geçmişlerinde yakaladı. Geçmişlerinde yakaladı çünkü herkes yeni bir sayfa açar belki ama onlar geçmişten, kaldıkları yerden devam etmeye başlamışlardı… Poyraz geçmişine ilk adımını attığında, o kapıdan içeri girdiğinde birçok ifade geçti gözlerinden. Tüm geçmişinin kısa özetini yaşadı o an. En mutlu olduğu anları da, ağladığı, öfkelendiği, sevdiğine sığındığı zamanları da sanki iki yıl geçmemiş gibi, dün gibi anımsadı. Hani geçmişte takılı kalan insanlar vardır ya –ki ben hep öyle olduğuma inanırım- işte onlardan biriydi sanki Poyraz. Geçmişinde kendini bulmuş, o kapıdan girdikten sonra Poyraz olmuştu ve Ayşegül’ün de gelmesiyle tamamlanmışlardı. Onlar tamamlanmışlardı belki ama onları gören bir çift gözden habersizlerdi… 

Bölüm öyle bir yerde bitti ki Poyraz ve Ayşegül’ü gören Çınar, Nevra ile yüzleşen Mümtaz, Zülfikar’a doğrultulmaya hazırlanan bir silah… Yine büyük bir heyecan ve merakla yeni bölümü bekliyoruz… 

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…


Frezya