4 Şubat 2017 Cumartesi

The crown Geçen sezonun ardından

                       The crown  – Geçen sezonun ardından –

   Geçtiğimiz sezonun bol ödüllü ve iddialı dizilerinden olan ‘’The Crown’’ için bir değerlendirme yaptık.
   İngiltere kraliçesi II. Elizabeth’in babasının ani vefatı ardından tahta çıkmasını konu alan ve beraberinde köklü kraliyet ailesinin yaşamına odaklanan, bunun yanında beklide çoğumuzun karşıdan imrenerek hayalini kurduğumuz bir hayatın zorluklarını çok güzel bir şekilde işleyen, Netflix yapımı bir dizi.

















ffff
















   Başrollerini de İngiliz oyuncu  Claire Foy (Kraliçe II. Elizabeth),  Doctor who’dan tanıdığımız Matt Smith (Edinburg dükü Prens Philip) in oynadığı ve ayrıca John Lithgow (Winston Churcill) ,  gibi tecrübeli oyuncularında aralarında bulunduğu iyi bir oyuncu kadrosuna da sahip. Yaklaşık her bölümün 45-50 dakikayı bulduğu ve her biri film tadında olan biyografik dizi olmasına rağmen bir sonraki bölümü merakla bekleten bir yapım. 
   Dizi prenses Elizabeth’in, Philip ile evlenmesiyle başlayıp, babasının beklenmeyen ölümü sonrası genç yaşta, tecrübesiz ve hazırlıksız bir şekilde kraliçe olmasının yanı sıra ‘tac’ ın getirdiği yükü oldukça iyi yansıttı. Çoğu zaman, Elizabeth’i kraliçe olmak, eş olmak, bir anne ya da bir kız kardeş olmak arasında seçim yapmak zorunda kalmasını izledik. Aynı zamanda dönemin başbakanı Winston Churcill ile aralarındaki diyolaglar kesinlike izlenmeye  değerdi.  Dizide pek çok flashbackler ile Elizabeth’in çocukluğuna indik ve amcasının tahttan çekilip babasının birdenbire kral olmasıyla değişen hayatını da izledik. (Hani şu Colin Firth’in oscarı kucakladığı ‘’Zoraki Kral’’ filminde anlatılan hikâye.) (Bizden ufak bir tavsiye The Crown’a başlamadan önce izleyebilirsiniz.) Peki dizide sadece Elizabeth ve kraliyet ailesini mi izleyeceğiz? Hayır. Sarayda olan tüm bunarın yanına, dönemin Britanya’sında yaşanan tarihsel olaylar (1952de Londra’ı kaplayan ölümcül sis gibi.)

Winston Churcill’ı makamına yapışmış ve iktidarı elinden bırakmak istemeyen bir başbakan olarak izledik ve arka planda yaşanan Churcill-Eden kapışmasına da şahit olduk. Diziyi izlerken göreceğiniz pek çok politik ve sosyal olayların yanı  sıra Elizabeth’in kız kardeşi Prenses Margaret’ın Albay Peter Townsend’la yaşadıkları monarşi tarafından uygun bulunulmayan buruk aşklarına da şahit olduk.  
   Birazda oyunculuklardan bahsedecek olursak; Elizabeth’i oynayan Claire Foy oldukça başarılı bir portre çiziyor ki başta Altın Küre, SAG gibi beraberinde aldığı diğer ödülleri de hak ediyor. İngiltere Başbakanı Winston Churcill’ı oynayan John Lithgow gerek benzerliği gerekte aşırı gerçekçi oyunculuğu ile dizi içinde en fazla dikkat çeken rollerden biri.(yer yer Kraliçe’den rol çaldığını bile söyleyebiliriz.)

   Dizi IMDB’den aldığı 8.9 puanı ve topladığı diğer ödülleri hak eden başarılı bir yapım.

Little Grey Cell 























Poyraz Karayel 78.Bölüm

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla  ha düştü, ha düşecek 
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
*Can Yücel

“Dünya küçük, sevgi de sonsuzdur…”
Poyraz’ın çaresizce çırpınışlarını izledik bu hafta. Bir şeyler yoluna girsin artık diye çabalarken daha da batıyorlar sanki… Hoş Ayşegül ve Sinan kaçırılmaya o kadar alışmışlar ki bunu tehlike olarak algılamıyorlar artık. En azından içlerindeki korku ve kaygıyı dışa vurmamaya çalışıyorlar. Sinan’ın küçücük hali kocaman yüreğiyle Ayşegül’e sahip çıkması ve Ayşegül’ün bana göre anne gibi değil anne olarak onu sarıp sarmalaması… Onlar birbirlerine sıkıca kenetlenmişken Poyraz acı içerisinde kıvrandı, yetmeye çalıştı…
Poyraz her zerresinde çaresizliği hissetti, hissederken hissettirdi. İlker Kaleli oyunculuğu yine muazzamdı. Kimseye inandıramadı kendini. Hikmet polis değildi, Poyraz da iki sene önce ölmüştü kayıtlara göre… Mümtaz dostuna, kardeşine bu sefer sahip çıktı ama gel gör ki Başkan işe taş koydu. Tam her şey yoluna girecek Ayşegül kurtuldu sıra Sinan’da derken her şey alt üst oldu. 
“Canım uyumak istiyor Albayım. Bir uyusam yüzyıllar sürse bir uyansam huzur bulsam” dedi Poyraz… Ama O uyumaktan çok ölmek istedi… Çünkü hayata tutunmasını sağlayan Sinan ve Ayşegül yoktu ve O koca bir boşluktaydı, çaresizdi. En son onlara kavuşabilmek için o iki yılda böyle bir çaresizlik hissetti belki de… 
Baba, evladının arkasındaki dağdır. Bize hep güçlü, yenilmez görünürler ama onlar da korkup, endişelenebilirler. Bir baba sadece kendi evladına değil tüm çocuklara sahip çıkabiliyorsa babadır bence. Poyraz dedi ya hani; “Sanki dünyadaki bütün çocukların babası benmişim gibi hissediyorum” diye… Babalar da bencil olamaz zaten, cömerttirler. Sevgileri boldur, gösteremezler bazen saklarlar ama aslında çok severler… Sevgi doludurlar. 
Korkular evladım… Babadan oğula geçer… Albayım Sinan bence orada diyor ki; “Sen korkma, korkma ki ben de güçlü olayım. Seni güçlü gördükçe ben de güçlenirim…”
Poyraz, oğlunu kurtarabilmek için her yolu denerken Nevra’nın konuşması işini bir nebze de olsa kolaylaştırıyor. Girişimcilerin Sinan’ı alıkoyduğu yeri bulabiliyor. Tabi o arada imdadına Eda yetişiyor. Mekana gittiklerinde çıkan çatışmanın sonunda Poyraz, Sinan’ı buluyor ama yaralı bir şekilde… 
Aslında sadece Poyraz’ın babalığı değil aynı zamanda Bahri’nin ve tabii ki bu eşsiz duygunun artık farkına varmış ve göstermekten geri durmayan Sadrettin’in babalığını gördük. Mesela Songül’ün de aslında göstermese de Sadrettin’e duyduğu sevgiyi, verdiği değeri gördük. Her zaman diyorum umut hâlâ var. Songül belki hâlâ karasız, kaygı duyuyor ama seçimini yaptı bence… 
Çınar ise artık her şeyi öğrendi. Gerçek babasını, annesinin katil olduğunu ne varsa ortaya dökülüyor. Bir kez daha anlaşıldı ki ne olursa olsun Çınar kötü biri değil, sadece kötü biri olmaya çalışıyor. Kötü biri olursa içindeki öfkenin dinip nefretini dizginleyebileceğini düşünüyor. Annesinin o yıkılmaz güçlü duvarlarını gördükçe hayranlık besleyip onun gibi olmak istedi ama gerçeklerle yüzleşmek ona bir hayli ağır geldi…
Meltem’in hali ise Zülfikar’ı her gün daha çok yaralıyor… Bir şeyler hatırlayabilmesi için çabalıyor ama ne mümkün. Uygulanan tedavi sırasında yanında kalan hasta bakıcıdan işi çözecekler gibi. Zülfikar bir işler döndüğünü anladı ve yakında arkasında Çınar olduğunu da çözecektir.
Gelecek bölüm yine duygu dolu bir bölüm olacak, ağlatacak ama umudumuz yine yeniden iyilerin kazanıp bize güzelliklerin kalması yönünde…
Sevgiyle, sağlıcakla kalın…
Frezya



3 Şubat 2017 Cuma

Vatanım Sensin- Esaret mi Hürriyet mi Aşk?

’Ne efsunkar imişsin ah ey didar-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten...’’
Namık Kemal Hürriyet Kasidesi’nden alıntı beyitte der ki; Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin, gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.  Hürriyete sevda her aşkın üzerinde mi acaba?  Vatanım Sensin, sorunsalını bu soru  üzerine kuran bir dizi. Her karakter, genele ait atmosferin yansıması içinde hem genelde hem kendine özgü mücadeleler verirken bu sorunun eşiğine gelip gelip düğümleniyor. Kafası karışanlar, sevdaya düşenler, ihanet edenler,kendi canından geçenler...
İşgal günlerini anlatırken o dönem şartlarını algılarını aktarmaya çalışırken bir taraftan da sorguluyor söz konusu vatansa gerisi teferruattır diyebilen yüreklerin yanı sıra neler de yaşanmış olabilir o günlere dair? Ortak amaçların etrafında birleşebilmenin ne kadar zor olabileceğini Kuvva-i Milliye örneğiyle anlatmaya çalışırken kahramanlığın sadece başkaldırmak değil organize hareket edebilmek olduğunu da anlatmaya çalışıyor. İşgal günlerinin kahramanlarına selam duruyor dizi. Cevdet’te, Azize’de, Hilal’de ruh bulan hürriyet sevdası zamanla kendi sevdalarına baskın geliyor. Henüz Hilal cephesinde ayak sesi duyulan durum en çok Azize’yi Cevdet’i acıtıyor ve acıtacak gibi görünüyor. Burada en azından Cevdet ve Azize’nin yaralanan sevdasının kurtuluşu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla mümkünken; Hilal’in sürüklendiği aşk imkansızlık uçurumlarıyla çevrili. Bir tarafta ablası Yıldız, diğer tarafta Leon’un işgal güçlerinin dahlinde bir asker oluşu. Hem de sıradan bir asker değil , işgal gücünü elinde tutan kişinin oğlu. Ne demişler, iki kişi birbirini sever de kavuşurlarsa mutluluk olur, biri kaçar öbürü kovalarsa aşk olur, ikisi de sever lakin birleşemezlerse işte o zaman efsane olurmuş. Sanırım bu dizide efsaneliğe aday çift Hilal ve Leon olacak. Hilal sivri karakteri, isyana meyilli yapısı, dürüstçe dövüşmeye hazır bakışları, sözcükleriyle Leon’u çoktan etkilemiş dururken; Leon’un birikimli ve nahif karakteri, haksızlıkla mücadeleden kaçmayan yaklaşımı da Hilal cephesinde takdir bulmuş gözüküyor. İkilinin kavga soslu tartışmalarından kıvılcımlar çıkarken vatan sevdası kimin tarafında vatanım sensine dönüşür sanırım izleyiciyi meraklandıracak sorulardan. Ancak en azından şu net olarak belli ki, Hilal ve Leon aşkı, dizi tarihi olan efsane çiftlerden Nazlı ve Niko’ya oranla daha sert bir savaştan geçecek.
Azize’yi boşama noktasına getirilen Cevdet ise; hem ailesi hem muhtemel tehlike Tevfik,bir tarafta da Eşref Paşa ve düzenli bir direnişi organize etme çabasındaki Mustafa Kemal arasındaki gerilimin yansıması ile başa çıkmaya çalışıyor. Yunanlıların işgaline karşı direnirken, Cevdet’i direnişe dahil olurken yaşadıklarından çok sevdiklerine ilişkin sınavlar yıpratacak gibi.  Çünkü Cevdet seçimlerini vatanın geleceğini düşünerek yapma gayretinde.
Yıldız, dizide sorumluluk, farkındalık ve insani değerler anlamında en zayıf kalan karakter. Neden olduğu şeylerin sorumluluğunu asla almayan, vicdani yükünü taşımayı reddeden tutumuyla , ailesinin ,Ali Kemal’in çabalarını görmemekte direnirken Leon’la gelecek kurmakta ısrarını sürdürüyor. Korkarım ne linç girişiminden ne de sebep olduğu felaketlerden ders alan Yıldız Leon’un Hilal’e aşık olmasıyla en büyük hayal kırıklığını yaşayacak gibi. Peki bu durum Yıldız’a ders olur mu? İşte bir soru daha. Yıldız o kadar umarsız ki, onun dönüşümünü sağlayacak sınav ne sertlikte olur beklemek gerek.
Bana göre dizinin bir başka önemli karakteri Eftelya. Tevfik açısından felakete dönüşebilecek olan Eftelya özellikle Azize’nin gözünün açılmasında katkı sahibi olabilir. Zira her şeye farkındalığı üst seviyede olan Azize Tevfik konusunda kör ve sağır. En ufak bir şüphe kalbinden geçmiyor.
Vatanım Sensin’i bu denli güçlü bir dizi haline getiren kuşkusuz işlediği konuyla beraber oyunculuklardaki sahicilik. Tevfik karakterinde Onur Saylak adeta ders veriyor. Her mimiği, konuşması, beden dilini kullanmasıyla o kadar başarılı ki, Tevfik seyirci için lanet bir adama dönüşüyor. Keza Bergüzar Korel, Senan Kara, Baki Davrak; genç oyuncular Boran Kuzum, Miray Daner, Pınar Deniz, Kubilay Aka da son derece başarılı. Ama Halit Ergenç, Cevdet’i yaratırken kanıyla canıyla, hani derler ya tüm ruhuyla diye, o kadar gerçek ki hayran olmamak elde değil. Oynadığı bir önceki karakter hafızalarda hala taptazeyken, bu denli Cevdet olmasını , eskiyi hatırlatmamasını ayakta alkışlamak lazım sanıyorum. Albay Cevdet de sanıyorum hafızalara kazınacak oyunculuklarından biri olacak Halit Ergenç’in.
Son demde;
*‘‘...
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan
                        bu memleket bizim.
....
Güneyden Kuzey’e,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
Seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i.
...’’    
                                                                            UmayMasal
*Nazım Hikmet- Kuvvayi Milliye



30 Ocak 2017 Pazartesi

Bodrum Masalı-21.bölüm

‘‘Kendimde değilim,
Ortasındayım hiçliğimin,
‘Sen varsın, var mısın?’, sorgudayım.
Senden değil ey aşk kendimden kaçışım.
Anla beni, bu ıssızlıkta bırakma
Git desem de sen dur, ellerimi ısıt ve sorma.’’
Demir soğukluğundaki soyut kapıdan içeri el ele girdiler. Kapının cevaplara açılacağını ikisi de biliyordu. Korkuyordu Aslı ;ama Ateş elini bırakmadığı için korkusuna rağmen girdi kapısından yasak bahçenin. Yıllardır kendisine yasaklanan bahçenin. Cevaplar umdu ve aldı. Aldığı cevaplar umdukları olmadı. Eksik sandığı hayatını tamamlama derdindeyken elindeki eksik parçalardan da oldu. Annesi zaten yoktu babasını da şüphe ilmiğe takıp evine geri döndü. Hesaplaşmaya döndü, içindeki yağmalayan fırtınayla, peşindeki acıyla döndü Aslı. İşte yeni bölüm burada başladı. Babasının fırtınada balığa çıktığını öğrendiği an tüm duyguları parçalandı ve hasıraltı oldu endişenin karşısında. Sahip olunan tek baba Asım Kaptan yoktu, gelecek miydi? Aslı’ya dair bir hikaye açıldı Bodrum Masalı’nda. Ateş’e aşık şiir yürekli kızdan Ateş’in dışında ama Ateş’e dair bir hikayeye doğru yol alıyor Aslı. Ateş’in Aslı’yı çok sevdiğini her halinde görsek de sırtındaki yüklerin fazlalığından belki Ateş eksik kalıyor Aslı’nın yaralarını sarmakta. Bir yanı kor Aslı’nın yanıyor diğer yanı buz üşüyor. Yanan tarafı Ateş, buz tutan tarafı ise ailesi. Belki bu hal onu hala ayakta tutuyor. Kaybedilenlerin, hiç olmamışların gölgesinde kaldı Aslı. Her sorunu yüklenebilen Aslı’nın gücü kalmadı. Sorularının cevaplarının onu dağılmışlığa götüreceğinden emin bir tarafı, Ateş’e yaslanıyor. Ateş ise annesi, Su, babası, Gözde, borçlar derken Aslı’ya tüm kalanını vermeye razı koşturuyor. Sorumluluklardan geride kalan Su Kelebek’le aşkını öyle veya böyle yaşarken Aslı ve Ateş taşınanlarla sadece yaslanabiliyor birbirine yaşanmışlıklarına acıları ekleye ekleye. Hep böyle olmaz mı zaten. Aşk katmanlanacağı bedeni yorar önce sonra ruhu yorar. Kanatır, acıtır, savurur ama sonunda öyle bir hale getirir ki sadece geriye aşk kalır.
 Asım Kaptan’ın dönüşüyle sizi bilmem ama ben bir oh dedim. En azından ölümle sınanmayacaktı Aslı ve Ateş’in sevdası. Asım Kaptan döndüğü anda, Aslı endişe halısının altına süpürdüğü  her şüphesini daha Asım Kaptan iskeleye adımını atar atmaz açığa çıkarttı. Asım Kaptan kızıyla yüzleşmesinde öyle korktu ki ne Ateş’in varlığından yayılan aşkı fark etse de bir şey diyebildi ne de Aslı’ya onu sakinleştirecek bir yanıt verebildi. Ateş farkındalığı yüksek bir karakter. Asım Kaptan’ın kızının hayatındaki Ateş varlığını anladığını öyle güzel gördü ki Asım Kaptan’a yönelik tüm korkuları, geride durmaları biranda tuzla buz oldu. Aslı’nın yanında durma çabasında kimsenin onu alıkoyamayacağını da öyle koca koca laflarla değil ince tutumuyla gösterdi. Eksikti Ateş belki fakat asla istediğinden değil, evinin yerini bilen ;ama dağılmışları da geride bırakmayan bir duygudaydı. Bundan eksikti biraz. Kendini dinlemeye hali olmayan Ateş kurtarma, kurtulma telaşıyla sadece Faryalı’ya dayanarak tutundu. Aslı için de ailesi için de. Düşünün tepeden dibe indiğinizde sizi tutanlara karşı hissiniz ne olur? Peki size bir de tekme vuranlara. Ateş kendi çemberine Aslı’yı, Kelebek’i ve Faryalı’yı dahil ederken eski hesapların acısını da unutmuyor. Babasına öfkesi nefrete evrilirken Uzay’ın iyiye dair seçimlerini inandırıcı bulmaması bundan. Uzay belki bize yaralarını gösterdiğinden bildiğimiz samimiyet Ateş için hala muamma. Evet Kelebek’e göre daha sakin bir tavır göstererek temkinli belki Ateş Uzay’a karşı lakin Uzay’ın ona daha önce yaptıkları düşünüldüğünde Aslı’yı koruma çabası şaşırtıcı değil.. Ki Uzay karanlık tarafa yeniden göz kırparak Ateş’in çok da haksız olmadığını gösterdi. Unutmayalım günahları unutturmak için gösterilen sabırdır asıl iyilik.
Su ve Kelebek sır aşklarını yaşamaya devam ederken sırrın aslında sır olmadığı çeltiği kaldı hem SuKel’in kafasında hem bizim. Ateş, Su ve Kelebek arasında olanların farkında mı? Sanırım öyle ve ikiliyle dalgasını geçmekle meşgul. Onca sıkıntılı durumun arasında Su ve Kelebek tatlı bir meltem ki gülümseyerek ara verdiriyorlar izleyene. Kıskançlıları, kavgaları, tripleri, barışmalarıyla enerjisi en yüksek çift şu aralar. Öyle ya AsAt da FarYıl da hesaplaşmaların ortasında hem sevmeye hem tutunmaya çalışıyor. FarYıl demişken Yıldız’ın olgun tutumları, eksiklenme hali Faryalı’nın inadını çözecek gibi. Evren’in saldırgan ve saygısız hallerine rağmen ikilinin birbirine yönelik duyguları ayakta. Hatta birbirine koşmak için doğru zamanı bekliyor. Faryalı yaptığı kapıyla aslında içindeki sahiplenme duygusunu o kadar güzel anlattı ki, Süha Reis’in tercümesi olmasa da anlayabildiğimiz bir tavırla. Hayran kalmamak elde değil Faryalı’nın sevme biçimine. Timuçin Esen’in her mimiğiyle acısını, aşkını ve sefkatini zaman zaman da öfkesini harmanlaya harmanlaya çıkarttığı karakter tam bir baba, tam bir sevda.
Baba...
Kızı için baba,sığındığıdır. Korkularını sakladığı kucaktır. İlk aşktır. Sevdasında aradığıdır. Bazen çekindiği bazen çekiştirdiğidir.
Oğlu için baba, güvendiğidir. Korkusuzluğun öğrenildiğidir. Yaslanılandır. İlk mücadele edilen ama daima galip olduğu bilinerek örnek alınandır.
Aile için baba ağaçtır. Kökünü en derine salarak rüzgara, kara, güneşe karşı koruyandır.
Kelebek için baba; sislerin arkasında kalmış bir anının abisinin kollarında hayat buluşudur.
Su için baba; ilk aşkın aldatmayla biten hikayesinde hala tutunmaya çalışılan daldır.
Ateş için baba; her tutmaya çalıştığında elinden kayan ve sonunda geride bırakıp üstlenmeye çalıştığı roldür.
Aslı için baba; geride bırakılmalarını yüklenen, kan bağsız seven, kendi eksik hissedişinin acısını çektirenlerden acıyla kızını korumaya alandır.
Faryalı için baba;  yitirilmiş iki koca çınar biri çocukluğundan biri sevdasından miras köklerdir.
Yıldız için baba; utançla kaçılıp yüzleşilemeyen ama çok sevilen, emaneti can bilinendir.     
Geçtiğimiz hafta anneliği damıtmıştı Başar Başaran bu hafta babalığı anlatmış bölümde akan fotoğrafların arasında. Faryalı’nın Ateş’le ilişkisinde gizli baba olma isteğinde, Asım’ın Aslı’yla ilgili korkusunda, Evren’in sakat babalık anlayışında, Yıldız’ın pişmalığında... Her yer babaydı. Baba olmaktı, babaya sahip olmaktı.
Son demde; Bir adam yaşlandığında anlar, çünkü babasına benzemeye başlar demiş Marquez. Hep zamanında anlamak dileğiyle...
Emeklere saygıyla...
Not: Nejat İşler’in katılımına çok sevindik. Hangi tipte, hangi ruhta birini anlatırsa anlatsın biz o kimliği tanımaktan büyük haz alıcaz eminiz.

                                                                              UmayMasal

Aşk Laftan Anlamaz-28.bölüm

‘‘Bak Milena ‘En çok seni seviyorum’ diyorum ; ama gerçek sevgi bu değil belki, sen bir bıçaksın ve ben de durmadan içimi eşiyorum bu bıçakla dersem gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki...
Bazen düşünüyorum da, eğer gerçekten insanlar mutluluktan ölebilselerdi benim çoktan ölmüş olmam gerekecekti. Ama aksine mutluluk sayesinde hayata döndüm...’’
Yukarıdaki alıntı tahmininiz üzere F.Kafka’ya ait. F.Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ından. Üç yıl boyunca aralıksız yazdığı ;ama sadece iki kez görebildiği bir kadına duyduğu takıntılı aşkının gizlendiği satırlardan örnek. Şimdi Kafka ve Aşk Laftan Anlamaz ne alaka diyebilirsiniz. Şöyle ki ben bu hafta bölümü izlerken iki temel duyguya takıldım. Bu iki duygu beni bölümlerdeki olaylardan koparttı Kafka’ya kadar getirdi. Neydi bu duygular?
Takıntı...  Bu hafta iki takıntılı erkek profili izledik bence Aşk Laftan Anlamaz’da. İlki Emre. Emre’deki takıntılılık rahatsız edici boyutlarda. Sanki deliliğin yansıması bir labirent var kişiliğinde ve bu çıkışsızlık içeriyor gibi. Balayına giden çiftin arabasına takip cihazı koymalar, balayı evine gitmeler, elindeki raporu Hayat’ın suratına sallayarak tehdit etmeler. Şımarıkça ve fütusuzca bir yaklaşımı var.  Bu yaklaşım metodu karakteri itici, rahatsız edici yapıyor. Evli ve kocasına aşık bir kadına yönelik tavır entrikavari değil daha çok saldırganca geliyor bana. Amaç rahatsız eden bir tip yaratmaksa başarılı diyebiliriz Emre’nin kurgulanışı. Diğer taraftan Emre ile işbirliği halindeki Derya’nın da yaptıkları kabul edilirlikten uzak. Murat’ın bir Sarsılmaz olmadığını ortaya koyup güya tek derdi şirket ve parayken Murat’ın mutsuzluğunu bu kadar istemek niye? Murat zaten bir Sarsılmaz olmadığını öğrendiği an her şeyi bırakıp gidecek karakterde biri. Murat’ın hayatını zehir etme çabası kendi mutsuzluğunun hayattan acısını çıkartma isteği mi?  Murat’ta yetmiyor Derya’ya mutsuzluk senfonisine Aslı ve Doruk’u da eklemek için çabalıyor. Birbirlerini çok sevdiklerini kabul ettiği ikinin hayatına kabus olup çökme ısrarını sürdürüyor. Doruk öyle güzel tespit etti ki annesindeki eksikliği ama Derya için ne gam. O sadece istediklerini alma peşindeki bir başka çeşit takıntılı. Kısaca Derya ve Emre ikilisi izlerken beni fazlasıyla geriyor. Rahatsız ediyor. Dediğim gibi amaç buysa gerçekten başarılı. Lakin burada küçük bir not bazen hayatın sıkıcılığından böyle dizilere sarılan insanlar için yaklaşım uzaklaştırıcı olabilir gibi.
Takıntılı aşk; önce kendini tatlı tatlı gösteren sürekli onu düşünme hali, sonrasında güven problemleri, endişe ve yıkıcı kurguları kapsar der uzmanlar. Murat’ın Hayat’a duyduğu aşka ne kadar benzer bir süreç. Belki bu kadar uçta olmasa da Murat her hafta edebiyatın başka bir karanlığa eğilimli aşığından gölgeler taşıyor. Aydınlık başlayan, ışıl ışıl hallerden bir anda karanlık, öfkeli duygulara savruluyor ardından da hiçbir açıklama almaksızın yine o aşkın aydınlığına sığınmak istiyor. Naçizane fikrim bu savruluş Murat’ı çok kırılmaya müsait bir karakter haline getirmekte. Kuşatılmış durumu zaten yeterince baskılıyor Murat’ı. Yaşanmışlıkları haklı çıkartıyor belki onu. Yalanların içinde  yalansız olmanın haketmedikleriyle sürekli sınanmanın ona yükledikleri ağır geliyor. Tüm bu ağırlığı en sevdiğinden ,Hayat’tan, çıkartması bundan belki. Daha önce de yazdığım gibi Murat yalnız bir adam. Her hafta daha da yalnızlaşıyor. Hayat-Murat fotoğraf çekiminde sadece Hayat’ın ailesinin olması bu yalnızlaşmanın sinyaliymiş adeta. Murat annesiz başladığı yolculukta annesini yalanlar içinde bulurken sevgiye inancını olmasa da güvenini yitirdi. Sonra babasını yitirirken aslında tüm ailesini kaybetti ki bu bilgiye henüz sahip değil. Bunun etkisine maruz ama bilgisine sahip değilken annesi kollarında hayattan gitti. Murat’ın sanı olup kendisi henüz olmayan kardeşi dışında kimsesi kalmadı kanım diyeceği. Doruk’u ve babanneyi de kaybettik yani. Hamlet Murat, dayan. İçimde o çığlık ; ‘Bu kadar da olmaz ama’ diyor. Murat’ın Hayat’a güvensizliği hep sorunsal olarak tutulacak cepte bunun farkına çok önceden varmış bir izleyen olarak çok da yadırgamıyorum. Ancak karısının aşkından emin bir adam olarak tepkilerindeki sorgulayıcılığın şiddetinin sonrasında hızla dönüşen sığınma ihtiyacına şaşkınlıkla bakmıyor değilim. Burada Burak Deniz’e hayran olduğumu belirtmek isterim. Bu kadar hızlı ve dik duygu geçişlerini verebilmek gerçeklik algısından kopmaya bu kadar müsaitken Murat’ı gerçek tutmak konusunda çok başarılı. Son sahnedeki anne kaybını yansıtma şekline yorum dahi yapmıyorum.
Bana göre bölüme damga vuran diğer duyguya gelince; kaybetme korkusu.  Hayat balayının ortasına düşen bombanın pimi elinde öylece kalakaldı. Kalmakta haklı karşısında şeytandan bozma bir ruh hastası avuçlarında sevdiği adamın aklını darmaduman edecek sır. Sonra bıçağı Emre’nin boğazına dayadığında işte dedim bizim Hayat’ı sevme nedenimiz. Korkusuzluğu. Hayat’ın tek korkusu Murat.  Hayat’ın yaptığı hataların farkında olarak Murat’tan korkması kaçınılmazdı elbette. Hepimiz istedik Hayat hemen Murat’la konuşsun diye fakat diğer taraftan böyle bir sır hemen öyle söylenebilir mi? Hele aile ve yalan konusunda acılarına defalarca şahit olduğunuz birine. Doğru zaman doğru sözcükler. Emre’ye papuç bırakmayan Hayat  Murat’ın suçlamalarıyla boğuşadursun aynı yatakta birbirlerine yabancılaştıkları sahnede gördük ki Hayat’ı dağıtan ne Murat’ın güvensizliği ne de elinde patlayan sır. Hayat’ı dağıtan kaybetme korkusu. Güvensizlikle sarmalanan, sırlarla sınanan ve büyüyen büyüdükçe keskinleşen bir aşkı yitirme korkusu. Öfkesine ve güvensizliğine rağmen Murat’ın sığınacak yerinin Hayat olduğunu da gördük bu sahnede.  Hayat Murat’ın dünyası. Murat’sa Hayat’ın Aşk’ı. Semir Zeki der ki: ‘‘ Aşk bir hastalık ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyunca devam etsin istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket.’’ Karamsar mı oldu? Sanırım Aşk Laftan Anlamaz’ın bu haftaki ikliminden kaynaklı bu grilik bende.
Dizimizde babalık konusu cidden dört koldan sınandı ve korkarım sınıfta kaldı.  İpek cephesinde, Hayat cephesinde, Murat cephesinde hatta Doruk cephesinde. Babasızlık köksüzlüktür. Sığınılandır baba, gölgesinde dinlendiğiniz ağaçtır. Eksikse eksiksinizdir, varsa hep fazla ve güçlü. Korktuğunuzda sığındığınız, saklandığınızdır baba. Hayat ve Murat açısından farklı renklerde de olsa ciddi travmalara gebe baba konusu. Ne diyelim; travmatik çiftimiz HayMur’a tek tavsiyemiz aşkın kalkanına sığınmaları,birlikte ve birbirlerine tutunarak. Onları başka ne kurtarır cidden bilmiyorum çünkü.
Son demde; Seni kaybetmek istemiyorum sevgili. Bana yalanlar söylesen de sensiz kalmakla sınanmaktansa kabullenirim yalanlarını. Seninle başladı hikayem seninle sürsün. Yüreğimsin ki sen. Nasıl sökerim seni ordan söyle...
Not: ALA fanlarına destekleri için sozsuz teşekkürler...
ve senaristlerimize de destekleri için teşekkürü borç bilirken Makbule Hanım’a da acı kaybı için başsağlığı diliyoruz.
Emeklere saygıyla...

                                                                                                   UmayMasal

Cesur ve Güzel- 11.bölüm

‘Sen  benim sigortamsın.’  

'Benimle evlenir misin?' Geçen bölüm sonunu Sühan'dan hepimizi çok mutlu edecek bir teklif ile bitirmiştik. Evet, teklif çok güzel ama içinde güzellikten daha çok hayal kırıklığı,öfke, üzüntü gibi bir sürü anlam barındırıyordu. Sırf kendisini Cesur'dan uzaklaştırmak adına babası tarafından acımasız bir plan ile  kaçırıldığını öğrenen Sühan bütün bu duygularla ve en önemlisi intikam isteğiyle Cesur'a evlenme teklifinde bulundu. Kendini garantiye almak adına Sühan ile evlenmek amacında  
 olan Cesur ise gizliden başladığı nikah işlemlerine gelen teklif ile resmen dört ayak üstüne düştü. Yalnız nedeni ne olursa olsun içindeki şüphelere rağmen bu gelişme izleyicileri heyecanlandırmaya yetti de arttı. 
 Tahsin Korludağ ise kızının güvenini geri kazanmak adına düzenlediği planın Cesur'un akıllıca davranması sonucu Sühan'ın gözünden iyice düştü ve büyük bir hayal kırıklığı ile çok sevdiği kızının 'Ben bugün babamı kaybettim.' diyecek kadar güvenini yok etti. Neyse ki biz burada bütün bu olumusuzluklara rağmen Sühan'ın yanında iyi ki bir Korhan Korludağ var diyebiliyoruz. 
Korhan Korludağ...Bir kardeşin sahip olmak isteyebileceği tüm özelliklere sahip bir ağabey. İki kardeş arasındaki ilişkiyi çok güzel yansıtıyor iki oyuncu ve onları birlikte izlemek çok hoşuma gidiyor. Korhan,  çocukken babasının geçmişte yapmış olduğu bütün kötülükleri bir rastlantı sonucu öğrenen ve bunun ağırlığıyla yaşayan biri olarak karşımıza çıkıyor. Olayların gerçek yüzünü bildiği için de Tahsin Korludağ ile yıldızı bir türlü barışmıyor ve babası tarafından daima Sühan'ın gölgesinde  
bırakılıyor. Bütün bunlara rağmen Korhan kendince güzel bir evliliğe sahip. Karısı Cahide ile tek eksikleri ise bir çocuk. Miras konusunda çocuğun çok önemli olduğuna inanan Cahide , çocuk sahibi olmak adına şeytana bile ters pabuç giydirecek bir plana girişti geçtiğimiz haftalarda. Plan şu an yolunda gidiyor gibi görünüyor ;ama her zaman olduğu gibi yalancının mumu ne yazık ki yatsıya kadar yanacak görüşündeyim. Bu oyunun gelişeceği süreci de getireceği kargaşayı da ayrıca merakla bekliyorum aslında.  
 Yeniden çiftimizin nikahına dönecek olursak Cesur'un intikamında yol arkadaşı olan Banu'nun ve Cahide'nin miras konusunda en büyük engel olarak gördüğü Sühan'ın bir de evlilik ile çiftliğe sahip olacağını öğrenmesiyle engelleme çabalarının olmazsa olmaz kısmına şahit olduk ve burada yine devreye giren Cesur'un aklı sayesinde Korhan şahitliğiyle çiftimiz nihayet nikah masasına oturdu. Nikahta önüne gelen kimlik fotokopisiyle bu evliliğin önceden planlandığını öğrenen Sühan her şeyin  
oyun olduğunu bilmesine ve  kendisinin de bunu belirtmesine rağmen içten içe bir kez daha hayal kırıklığı yaşayarak Cesur'a evet dedi. Çünkü Sühan, Cesur'u oyunlar içinde, planlar dahilinde, intikam amacında da olsa gerçekten seviyor, ona karşı koyamıyor. Sühan'a bu konuda üzülsem de çiftin arasındaki bu gelgitli durum beni daha çok diziye çekiyor. Yalnız burada Cesur'un gerçek hislerini izleyiciler olarak tam anlayamadık diye düşünüyorum. Oyun ve intikam kısmı o kadar yolunda ilerliyor ki Cesur'un Sühan'ı da bir nevi yaşam sigortası olarak adlandırdığında  gerçek duyguları konusunda izleyicilerin ciddi derecede şüpheye düşürüldüğünü hissediyor ve görüyorum. Umuyorum ki bu şüpheler de en kısa zamanda  
netleşir de çiftimizi bu belirsizlik gölgesi olmadan güzelce izleyebiliriz diye ümit ediyorum.   
Nikah sonrasına gelirsek Tahsin Korludağ,  Sühan ve Cesur  yüzleşmesi bölümün en güzel sahnelerinden birisiydi dersek sanıyorum abartmış olmayız. Özellikle burada beni etkileyen duygu  ise Sühan'ın ne olursa olsun babasının hayatı için kaygı duyup koşarak yanına gelmesiydi.  İnsan kötülükler de olsa sevdiklerinden kolayca vazgeçemiyor, kendini  daima onların yanında buluyor. Ve baba - kız arasında gerçekleşecek bu tür sahnelere ileri ki bölümlerde çokça şahit olacağız gibi görünüyor ne dersiniz?   
Bir yerde evlilik varsa elbette kutlama da olması da gerekiyordu.  Alemdaroğlu çiftliği de Fügen hanım önderliğinde hazırlıklarını yaptı ve çiftimizde,  belirli amaçlarla gerçekleşmiş de  olsa evliliğin mütevazi kutlamasını gerçekleştirildi. Görüyorum ki bu evliliğe en çok izleyiciler ve Fügen hanım sevindi. Fügen Hanımın sevinci öyle güzeldi ki insan,sadece o mutlu olsun diye evlilik hiç bozulmasın hep sürsün duygusuna kapılıyor.   
Bölüm sonuna gelirsek Cahide'nin dolduruşlarına gelen Korhan, Sühan'a çiftliğin evlilik ile Sühan'ın üstüne geçeceğini Cesur'un bildiğini söyledi.Sühan ise bunun doğruluğunu araştırarak geçmişte Cesur'un bu durumdam haberdar olduğunu öğreniyor ve bir kez daha kendini aldatılmış hissediyor, kendini yollara vurdu. :) Ayrıca bu sahnede bir flashback ile kutlama sonrası Banu'dan gelen aramanın etkisiyle Cesur'un odasına giden Sühan'ın Cesur'un sözleriyle ona karşı koyamayışını ve 
 teslim oluşunu izledik.  

Bu iki sahne birleşimi bana göre bölümün en göze çarpan kısmıydı  ve Sühan ne olursa olsun hep bu ikilemi, hayal kırıklığını yaşayacağını hissederken hissettirdi. Yalnız şu var ki tam da o sırada Cesur elinde bir yüzük kutusuyla konuk evinde onu bekliyordu.  
İlk deneyimim olarak söyleyebilirim ki bir şeyler anlatmak, yazmak gerçekten çok zormuş ve uzun zaman sonra bir diziyi kaçırmadan izliyorum. Bunun en büyük sebebi tabii ki Kıvanç Tatlıtuğ ve Tuba Büyüküstün etkisi. İkisini birlikte izlemek gerçekten çok büyük bir keyif ve senaryo da şu an çok güzel ilerliyor. Umuyorum ki arada inişler çıkışlar da olsa çoğunlukla dengede ilerleriz ve bu çifti uzun bir süre ekranlarda görürüz. Çünkü bana göre gözümüze, gönlümüze hitap eden güzellikleri erken kaybetmemeliyiz. 


muge_muge1

27 Ocak 2017 Cuma

Poyraz Karayel 77.Bölüm

“Ben bu hayata ne yapmış olabilirim de, durmadan bütün kiniyle bana saldırıp duruyor be Albayım?”

#PoyrazcımKarayel

İnandın, bekledik, oldu… Eee ne de olsa aşkta şüpheye yer yoktur. Ayşegül, Eda’nın bir işler çevirdiğini anlayınca Poyraz’a şüphelerini söyledi ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Eda zaten mecburiyetten yapmaya çalıştığı şeyden yeterince vicdan azabı ve utanç duyarken Poyraz’ın ona ne yapmaya çalıştığını sormasıyla O da eteğindeki taşları döküyor ve birlikte bir oyuna girişiyorlar. Çınar intikamını aldığını, Ayşegül’ün acı çektiğini düşünüp bundan zevk duyarken Nevra’da oğlunun bu intikam hırsından nemalanıyor. Tabii sonrasında Eda, Ayşegül ve Poyraz arasındaki diyalog bir hayli güldürüyor. Poyraz Karayel’in en çok bu yönünü seviyorum galiba salt dramla bizi yormayıp aralara yüzümüzde tebessüm oluşturacak sahneler bırakıyor. 

Eda yaşadıklarını anlattıktan sonra Nevra’nın onu çocuğuyla tehdit ettiğini söyleyince Poyraz ve Ayşegül’de ona kızıp, onu yargılayamıyor. Çok kötü bir durum aslında bu düşündüğünde… Yani bir anne - ki o anne oğlu için gözünü kırpmadan her şeyi yapıyor -  başka bir anneye - çocuğunu hiç tanımamış bir anneye – böylesine kötü bir oyun oynayabiliyor. Onun çocuğunu kullanıp yapmak istemediği şeylere zorlayabiliyor. Aslında dünyayı anneler yönetiyor… Onların yetiştirdiği çocuklar onların gölgeleri oluyor…

Poyraz ve Ayşegül hiçbir şey belli etmeden Çınar’dan kurtulmaya çalışırken Meltem ondan kurtulamıyor. Geçen bölüm sonunda kendini pencereden boşluğa bıraktığı an acaba zihninin ona bir oyunu mu derken bu bölümün başında kızımızı çöp konteynırında bulduk. Neyse ki oradan ufak bir çatlakla kurtuldu ama Çınar’ın intikam hırsı peşini bırakmadı ve onun hafızasını tamamen kaybetmesine neden oldu. Zülfikar güçlü durmaya çalışıp, ona destek olmaya gayret gösteriyor ama sevdiğinin gözleri önünde eridiğine daha ne kadar dayanabilir bilmiyorum. 

Orhan Solmaz gizemi de sonunda çözüldü. Meğer sebep gerçekten de bir kuzuymuş sadece. Bir kuzu bir seri katile gebeymiş ve ortadan kaybolması bir aile faciasına ardından da bir seri katilin doğmasına sebep olmuş. Neyse ki daha fazla zarar vermesine müsaade etmeden yakalandı ama gel gör ki hastanede Meltem ile ahbap olacaklar gibi. 

Songül cephesinde çekirge daha fazla sıçrayamadı ve yakalandı. Ayşegül onu Fatih ile görünce ne yapması gerektiğini şaşırdı tabii ki ama Songül kapısına gelip onunla konuşmak istediğinde de geri çevirmedi. Ayşegül’ün de söylediği gibi Sadrettin iyi bir eş olamadı belki ama hiç kimse aldatılmayı hak etmez. Songül oğlundan ayrı kalmak korkusuyla evli kalmaya mecbur olurken hissettiği sevgisizlikten dolayı sığınacak bir liman aradı. Fakat bunu evliyken yapması çok yanlıştı. Ayşegül ona kararını bir an önce vermesi gerektiğini söyledikten sonra eve geldiğinde bir baba ve oğul gördü karşısında. Tıpkı Bahri’nin Sadrettin, Hasan Yağmur’a sarılırken hissettikleri gibiydi. Bahri’nin gözlerinde gurur ve mutluluk vardı. Songül’ün gözlerinde ise bir parça mutluluk fazlasıyla kararsızlık ve kaybetme korkusu Ben Sadrettin ve Songül’e iyi gelecek şeyin Hasan Yağmur’un saf sevgisi olacağına inanıyorum… Hâlâ umut var.

Nevra’nın kaybetmesine, hissettiği öfkenin etrafa saçılmasına tanık olduk bu hafta. Poyraz’ın o buluşmaya gitmesi, fotoğraflarını çekmesi onların deşifre olmasına bir adım daha yaklaştırdı. Tabii o fotoğrafları çekmek ona pahalıya mal olacak gibi

Kötü anne gölgelerinin başka hayatları nasıl kararttığı, insanların aralarına nefret ve nifak tohumları serpip nasıl savaşlara sürüklediklerinin ufak bir ayrıntısıydı bence onlar…

Gelecek bölüm Poyraz’ın Ayşegül ve Sinan’ı kurtarmak için verdiği çaba, Nevra ve Bahri’nin düellosuna şahit olacağız. Yine heyecan dorukta ve yine merakla yeni bölümü bekliyoruz. Sonunda iyilerin kazanacağı umuduyla…

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Frezya