14 Mart 2017 Salı

Bodrum Masalı-27.bölüm

‘‘Vedalaşabilseydim geçmişle,
Gidebileseydim keşke.
Gittin deme, gitmiş göründüm sadece.
Sensiz, kimsesiz, ruhsuzdum.
Anlamazsın,sen sensiz olmadın.’’
Dünyada yaşanmış ya da yaşanmaya değer büyük aşklar içinde yaralanmamış olan var mıdır? Aşk dediğin tıpkı Maya’nın dediği gibi yarım kalmaz ayrılık olsa da ;ama ruhta bıraktığı çiziklerle kanar durur. İçinizde sevdiğinizle yaşar gidersiniz kavuşamamanın acısıyla. Aşkı bütün yapan yaşayanın hislerindeki tamlıktır. Karşılığı olsun olmasın.  Demişler  ya benim aşkım benimdir sana ne, ben seni sevsem bile. Bodrum Masalı  öyle bir noktadan yürümeye başladı ki, geçmiş aşkların kayıp hüzünleri Aslı’nın hikayesiyle aydınlanmaya başladı ve gördük ki sandıklardan çıkan o sevdalar çok canı yakmış, çok çizik bırakmış. Biz önce Faryalı’nın kırık aşkını izlemiştik. Sonra Yıldız’ın parçalanmış kalbini gördük. Sonra Süha’nın acıtan aşkından haberdar olduk. Ela’nın imkansızlığından. Masal evrenine tepeden inme şekilde dahil olan Bora’nın kalbini yakanın da aşk olduğu anlaşıldı sonrasında. Şimdi yeni rengimiz Maya ile görüyoruz ki acısında raks eden aşklarda eski renklerde bir fark yok. Devam ediyor kayıp zamanlara sadakat. Maya tam beklediğimiz gibi geldi. Faryalı’ya hala aşık hala acaba diyen hala sadık. Elbet bu acabaya Faryalı’dan cevap alınmayacak hatta Bora’nın kapalı kalbine Maya esintisinin getirdiği bahar gün gibi aşikar. Ancak Faryalı ve Maya’yı bağlayan şey yani Aslı dengelerde değişiklik yapacaktır. Faryalı’nın Yıldız aşkından en ufak kuşkum yok. Sadece baba olarak anne ve kız arasındaki bağı sağlayıp kızının geçmişten beri şahit olduğu acısına merhem olmaya çalışacak. Diğer taraftan Bora gibi bir adamın kendi ruh evreninden bir sakin olan Maya’ya kapılacağı da oldukça açık. Aslında bana öyle geliyor ki, eski Bodrum sakinlerimizden Evren hariç hepsi bir şekilde aşka aşık, sevdaya sadık. Gerçi Evren bile tüm o aşağılık yaklaşımlarının hatta yalanlarının yanında Yıldız’ı Evrence sevmeye devam etmekte.
Bu hafta çözülen sırlardan daha çok sırrın yarattığı sarsıntılı ruh hallerine ve Maya’yı tanımaya odaklandı bölüm. Önce biri sonra diğeri olarak devam edelim. Aslı Faryalı’nın babası olduğunu öğrendiğinde tepkisi haklı olarak inanmamak oldu. Hatta daha çok inanamamak. Yıllarını yanıbaşında geçirdiği Faryalı izini sürmek için uğraştığı imkansızlıklar içindeki babası çıkmıştı. Şaşkınlığı doğaldı. Yalnız oldukça hızlı üzerinden attı bu şaşkınlığı. Bunun altında yatan sebep kuşkusuz yıllardır tanıdığı ve babası yokken ona babalık yapan adamın dürüstlüğüne olan inancıydı. Ateş’e doğru mu, diye sorarken doğruluğunu içten içe bildiğini sadece onaylatmaktı istediği ve belki bilginin ağırlığını paylaşma ihtiyacıydı. Kaldı ki gerek Faryalı’yla yüzleşmesinde gerek Asım’la konuşmasında olayları sindirmeye yatkın bir Aslı izledik. Burada Ateş, Kelebek ve Su üçlüsünün hızlı hareket alanı yaratması, ailemiz dedikleri bütünlüğü koruma yönünde refleks göstermesinin de etkisi var. Ateş’in ve Su’nun Faryalı’ya olan koşulsuz güveni öyle manidardı ki bölüm boyunca. Özellikle erkeklerin aldatma hallerinden en çok yaralanan karakterlerden olan Su’nun, Faryalı’ya sahip çıkışı, o daima doğruyu söyler demesi bence benim Ateş Faryalı’yı babalığa seçecek argümanıma Su’yu da ekledi. Hoş Faryalı artık Ateş için farklı bir kimlik de içermeye başlayacak. Diğer taraftan akşamın en yaralısı Yıldız oldu. Yıldız’la empati yaptığımda yaşadığı huzursuzluğu, kırılmışlığı ama en çok ne yapacağını bilemeyen halini anlıyorum. Karakteri derinlemesine işlememekte gösterilen çabayı anlayamasam da kendi kafamda bütünlediğim Yıldız sanki iki duygu arasında savruluyor gibi. Suçluluk bunlardan ilki. Suçluluk hissediyor çünkü Faryalı’yı terk ederken hata yapıp yapmadığını her şeye rağmen sorguluyor bence. Bu hafta öğrendiklerinin ağırlığına rağmen o sorgu kafasında ve yüreğine suçluluk olarak yansıyor. Diğer taraftan Aslı’nın hikayesi üzerinden yeni bir suçluluk bindi yüreğine. Faryalı tarafından bu denli sevilmiş olmasının Faryalı’nın hayatında yarattığı kontrolsüz deprem. Devamında Aslı’yı anne ve babasız, Faryalı’yı bunca zaman evlatsız bırakan süreç. Diğer duygu da korku Yıldız da sezdiğim. Yıllardır beklediğini bulmuşken kaybetme korkusu. Oluşan yeni ailesini yitirme hissi. Faryalı kendi penceresinden Yıldız’ı suçlamıyor tabiki. O yirmi yılın kendisi için bir evlat saklamış olmasından ve mucizevi bir şekilde hayatın o evladı yanıbaşına getirmiş olmasından dem vuruyor hep. Ona göre Yıldız bu durumda bir taraf değil, yanında durmasını umduğu gerçek aşk. Sırların, acıların ve sevdanın paylaşılacağı bir sığınak. Lakin işte burda kadın olmak giriyor ya devreye. Anne olduğundan anneliği kaybeden kadının yerine koyabilmek kendini, evlat olup babanı yitirip ve belki sana kırgın göçüp gittiğini bilerek babasını yeni bulmuş bir kız evladın duygularını anlamak ne zordur. Hele o kız evlat sevdam dediğininin kanındansa, hele o kız evlat hayatını uğrunda vereceğin oğlunun gözlerindeki sevdaysa, hele o kız kimsesizliği içinde kalbini açıp içine aldığınsa. Yıldız’ın işi zor. Lakin ben yine de sevmeye en değen adam olan Faryalı’nın elini sımsıkı tutsun diyorum içimden.
Maya... Portakal kızın annesi Maya. Aslı’nın Mayası. Sevda yolunda babasının hücresel feyzini aldığını düşündüğümüz Aslı’nın halleri aynı annesiymiş meğer. Her kalbinden geçeni yazmasından, portakal kokusuna aşkına kadar. Aşkta yenilgiyi kabullenmiş Maya’nın hayatını Bodrum değiştiryor kuşkusuz. Sevmeyi bilen, iliklerine kadar sevdaya batmış bu kadındaki şairanelik yarasını saklamaktaki ışıltısı etkileyici. Aslıhan Gürbüz bakışlarıyla delip geçiyor. Aslı ve Maya kavuşması da hikayenin içeriği adına çok özel olacaktır.  Maya Yıldız Otel sakinlerinin hayatına bomba gibi düşerken aslında başka hayatlar için de kapılar açacak gibi. Bora’nın tarafındaki fluluğu giderecek, Evren’in yaptığı manipülasyonların etkisini kıracak, otel sakinleri ile ve belki Faryalı ile arasındaki iletişimde yeni bağlar sağlayacak gibi. Diğer taraftan da Lal, Gözde ve Evren üçlüsünün eksenini nereye çekecek bu bahar havası göreceğiz.
Kelebek... Su’nun aşık Kelebek’i. Faryalı’nın düşünceli oğlu. Ateş’in sadık kankası. Yıldız’ın gülümseme nedeni. Aslı’nın biricik amcası. Tüm dramların orta yerindeki gülümseyen rengarenk Kelebek. Uzay ve sen hep gülümseme nedenimsiniz. Hem hayatı kendince ciddiye alan hem inadına alaya alan tavrınızla siz hayattaki soluk alınan parklar gibisiniz. Uzay’ın Yıldız Otel aile sofrasında yer bulmaya başlaması da ayrıca güzel ayrıntıydı. Demiştik ya Uzay’ı sağaltmanın yolu Yıldız Otel. Bu arada Faryalı ve Evren sevgisi Uzay’ı Aslı’ya vardırırken sanıyorum Ateş’e doğru da yol almasına neden oluyor. Hala Alara, Ferdi, keman hocası ne oldu bilmesem de olanı olduğu gibi kabullenip artık Aslı’nın yanında duran Ateş’i gözlerinden öpüyor aşkla kalan tüm çiftlerimizi arada gülümserken hatta aşkın ateşindeyken görmeyi dileyerek yazımı bitiriyorum.
Son demde; yürek aşina yalnızlıklara, yalnız kalmışları tanıması bundan. Ruh aşina aşka, aşıkları bilmesi bundan. Ey aşk, beni bulduğunda yeniden aynı bedende aynı ruhta olsam da tanımayabilirsin. Sakın yanımdan geçme. Zira bilirsin aşk aşkı bilenlerindir. Başka bedenlere geçmişsem ruhumun sirayetiyle dur bak gözlerime. Tanıyabilirsin.
Emeklere saygıyla...

                                                       UmayMasal            

12 Mart 2017 Pazar

Cesur ve Güzel-17.Bölüm


Bir çocuk için hayatındaki, ne olursa ama ne olursa olsun, en acı verecek anlardan biridir anne, babasını kaybetmek, buna şahit olmak. Gördüğünüz, duyduğunuz, hissettiğiniz ya da üzüldüğünüz hiçbir şeye benzemez, bambaşka bir kaybediştir gerçekten. Ve ben bunu, Cesur’u, maalesef ki çok iyi anlayabiliyorum keşke anlamasaydım diyerek. Sadece şunu hissedemem belki onunla birlikte: Anne ve babasının acımasızca öldürülmesindeki duyguları… O, bende yok. Normali bile insanı mahvediyorken bu şekilde kaybetmek… Tarifinin ise, mümkünatı yok. Düşünün… Ailesinden son kalanını da gözleri önünde öldürülmüş bir adam, hem de babasının da katili olduğuna inandığı kişi tarafından… Verdiği tepkiler, aldığı tavırlar ne kadar yaralayıcı olsa da kendince çok haklı bence. Ve Cesur da böyle bir yıkımla 45 gün boyunca gözükmedi Korludağ’da.. Belki de kaçmak istedi herkesten, her şeyden ya da kendisinin de dediği gibi vedalaşmak istedi gençliğinden, çocukluğundan, annesinden. Ama dönüşündeki o ruh hali de… Bambaşka bir döneme gireceğimizi net bir şekilde gösterdi ne yazık ki. 
Gelelim bu ölümün bir diğer kaybedenine, Sühan’a… Flashback sahneleriyle Cesur’un öfkesini gördük ona karşı. Anlaşılabilir bir tepki olmasına rağmen çok çok üzücüydü. Yani Cesur’un o, bitmiş bir halde  olması ayrı, Sühan’a olan sözleri ayrı; Sühan’ın Cesur’dan o sözleri duyması ise apayrı mahvetti hem onları hem de bizleri. Sühan’ın dediği doğru olabilir bir yerde, evet sen baban değilsin. Ama ne yazık ki sen, bu hikâyede Tahsin Korludağ’ın kızısın. Ne kadar tarafsız da olmaya çalışsa, doğrunun peşinden de gitse, eline ne geçerse geçsin, en fazla üzülecek kişi yine kendisi olacaktır sonunda. Çaresizlikler içindeki hüzünlü çiftimize yeniden dönmek üzere diğer olaylara da değinelim biraz da…  
Bu sefer gerçekten de suçsuz olan Tahsin, Cesur’un gazabından kurtularak – tabii ki şimdilik – tutuklu yargılanmak üzere hapiste çıktı karşımıza. Mahkemeye kadar da olsa dört duvar arasında olmanın tadını! çıkarmış oldu böylece. Yalnız şu nokta var ki Korludağ’a döndükten sonra Rıza ile görüşen Cesur, onun verdiği gazla da adaleti kendi elleri ile sağlayacağını belirtti ki sonuç olarak da Tahsin’in dışarı çıkmasında Cesur’un mahkemedeki açıklamalarıyla da gerçekleşmiş oldu. Böylelikle de Rıza fitili ateşledi, kendisi de hapishanede dinlenmeye çekilirken büyük bir keyif ile meydanı da Cesur’a bırakmış oldu.  
Kargaşanın eksik olmadığı bir diğer cephemize bakarsak da Cahide’nin hamileliği ile duraklama dönemine girdiler sanki. Biraz da fırtına öncesi sessizlik olarak görüyorum ben bu durumu. Hülya’nın hamileliği öğrendikten sonra yapacakları ile yine alışık olduğumuz hareketlenme gelecektir muhtemelen de Korhan çok üzülmesin tek isteğim. Burada bir ayrı parantez de Banu ve Bülent ikilisine açmak istiyorum. İlişkiye dair ilk adımı attılar festivalde, hem de herkesin gözü önünde. Bülent samimi mi değil mi tam olarak bilemiyoruz ama bu ilişkinin beraberinde de birçok şeye gebe olacağını düşünüyorum açıkçası. Senaristimiz elbet boşuna yan yana getirmemiştir bu ikiliyi çünkü. 
Yeniden çiftimize gelirsek de bölümün en güzel yanlarından biri önceki bölümlerde Cesur ve Sühan’a dair izlediğimiz bazı sahneleri anımsamamızdı. Yalnız bir farkla… O da şu ki ikisi yer değiştirmişti. Çok hoş bir detay olmuş biz izleyenlere karşı. Umarım sonradan da böyle güzel sürprizleri bol bol izleme fırsatı bulabiliriz. Çiftimizin içinde bulunduğu bilinmezliğe dönersek de ikisi arasındaki her sahne ayrı ayrı yaraladı hem bizleri hem onları yalnız bir o kadar da güzeldi kesinlikle. Cesur’un sevdiği ile intikam arasında kalması, Sühan’ın Cesur ile akıbetinin ne olacağı endişesi… Bütün bunlar çerçevesinde yine çok iyiydiler, çok güzel hissettiler bize de hissettirdiler. Onları izlemekten büyük keyif aldığımı bıkmadan, usanmadan tekrarlayacağım sanırım. Yalnız Cesur’un kendi adaletini sağlamak adına Tahsin’i kaçırması ile zaten çıkmazda olan çiftimiz, başka bir çıkmaza daha girdi bölümün sonunda. Sühan Cesur’a belli bir yere kadar hak verebilir. Ama o sınırdan sonrası… İşte onu bekleyip görelim derim ben… 
Sona gelmeden Kıvanç Tatlutuğ’a değinmek istiyorum biraz da. Bir oyuncu bir rolü ne kadar yükseğe çıkarabilir sorusunun cevabını verdi bize bu bölümde. Öfkesi ayrı, hüznü ayrı, sevgisi ayrı… Hepsini kendince işledi, önümüze serdi; alın buyrun, güzelce beni izlemenin keyfini çıkarın dedi.  Kendisi hakkında yapılan bütün hoş söylemleri hak eden bir insan, her anlamda. İyi ki yeniden ekranlarımızda…  
Ve son olarak da bana göre bölümün en güzel ve öne çıkan kısımlarını sıralamak istiyorum naçizane: 
  • Kıvanç’ın yeni saç stili. Gecenin en çok konuşulan konuların başında geldi.  
  • * Cesur’un annesi ile son sahnesi. Buraya sadece  ‘oyunculuk’  kelimesini yazsam yeterli sanırım.  
  • Cesur‘un annesinin ölümünden dolayı Sühan’a olan öfkesi. Yine kime üzüleceğimi bilemediğim anlardan biri oldu.  
  • Cesur ve Sühan’ın özlem dolu muhteşem sarılması. İkisi arasında bu zamana kadar yaşananlarda duygusal açıdan en etkileyicisi olabilir.  
  • Sühan’ın kapının önünde ağlaması. Birikmiş hislerin, acıların dışa vurumu. Çok iyiydi ve tam da zamanıydı.  
  • Cesur’un dörtnala at sürmesi.Her bölümde böyle sahneler izleyebiliriz, hiç sakıncası yok.  
  • Ve tabii ki duş sahnesi…  50 saniyelik duygu akımı… Bambaşka bir şeydi.  

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle…  

Müge 



Adı Efsane 7.Bölüm

"Sen bana rüzgar içinde,eser coşarsın derinde...''

Herkese merhabalar...Bir Adı Efsane bölümünün ardından yine sizlerleyim. Dizi güzel gidişatını bu hafta da koruyarak kitlesini elinde tutmayı başardı. Bu güzel pazar gününde gelin  biraz bölümü konuşalım..

Bu haftaki bölümde umarım hepinizin peçetelerinizi yanınızda tutmuşsunuzdur zira son derece duygu yüklü bir geçiş bölümüydü..Bir yanda Melis'e olan duygularıyla birlikte ailesini korumaya çabalayan Hakan,bir yanda pişmanlık dolu bir baba bir yanda ise hep bir ağızdan,yüzümüzde tiksinmiş bir ifadeyle ''Bu ne biçim baba be!'' dediğimiz çok sevgili Hakan'ın babası Seyfi...

Tabi ki Hakan'la başlamak istiyorum yazıma..Melis'i korumak için kurşunun önüne atlayışı hepimizin yüreğini derinden burktu. Maalesef saliselerle iyi yarışamayan Hakan kurşunun hedefini değiştiremedi. Melis'in Hakan'ın kolları arasında yığılması öyle zannediyorum ki bu aşkın temellerinin daha da sağlamlaştığı anlardan biriydi. Hakan'ın yüzündeki çaresizlik,suçluluk ve pişmanlık on metre öteden bile belli olacak cinstendi..Melis'in onun en büyük savaşı olacağını söylemiştim değil mi? Ne demiş Atilla İlhan; ''Ben sana mecburum,bilemezsin..'' Ah Hakancığım,aşıkken nasıl harikasın..

Gelelim Hakan'ın babasına...Öncelikle şunu söyleyeyim;evlat olsan sevilmezsin Seyfi. Gerçekten böyle bir baba nasıl var olur anlamak çok güç. Bir insan evladı nasıl olur da oğluna böylesine bir kumpas kurabilir? İnsan düşmanına yaparken iki kere düşünür arkadaş. Ah Hakan'cığım böyle bir tuzağa nasıl düştün sen..Düşmekle de kalmayıp akbaba Kıvanç'ın eline kocaman bir koz verdin. Kardeşini ve anneni korumak uğruna yaptın ama... Desenize bir cephe daha açıldı. Bunca olumsuzluğun içinde tabi ki Hakan'ın tayfasına olan sevgimden bahsetmeden geçemeyeceğim. Kan bağları olmasa da gördüğüm en güçlü kardeşlik örneklerinden biri Hakan ve tayfası. Melis'e birlikte ağladılar,Hakan'ın derdine birlikte koştular ve onu bir an bile yalnız bırakmadılar. Adamsınız be! 

Sibel'in Hakan'ın odasına girmesine de ufak değineyim...Tehlikeli sularda yüzüyorsun kızım. Bu iş ortaya çıktığında kıymetini bilemediğin Fiko'yu da kaybeder ortada öylece kalırsın. Hakan'a azıcık çıtlattığında ne olduğunu da gördün. Onlarda kardeşe yanlış ol-maz.

Gelelim Tarık'a..Bir baba daha fazla ne kadar acı yaşayabilir bilemiyorum. Kavuşmak için,yaptığı hataları telafi edebilmek için çırpınırken kollarının arasından kayıp gittiği hissine kapılmak..Sonu olmayan bir yolda araba kullanmak kadar yorucu ve çaresiz bir durum. Hele ki söz konusu evlatsa. Bir babanın verebileceği en büyük mücadeleyi verdi Tarık dün. Bahar hocanın Tarık'ın yanında olması ise en güzel detaylardan biriydi. Ne diyelim Efsane...Allah bir daha yaşatmasın..

Melisciğim..Güç bela da olsan gözünü açman hepimizin yüreğine su serpti...Uyanmandan daha çok mutluluk veren bir şey varsa tabi o da gözlerini açar açmaz Hakan'ı sormandı ve hatta aramandı...Oluyor musunuz siz hafiften? 

Hakan'ı babasının dertleriyle uğraştığı anda böylesine güldüren tek insan olduğunun farkında mısın acaba Melisciğim? Yaşadığınız bu tatsız tecrübenin senin gözlerini açması harika bir detay ama terslik ya işte Hakan senden uzak durmak zorunda olacak. Neyse durun o haftayanın konusu...

Hastanede küçük gülümsemeler eşliğinde aralarında geçen konuşmadaki ince detayları tabi ki yakaladık..Melis'in Hakan'a Kıvanç konusunda açıklama yapması,Hakan'ın sadece değer verdiği insanlar için kurşunun önüne atladığını belirtmesi falan falan..Hafiften sıvı kıvamına geçtik mi biz ne? Kıvançcığım sen de aldığın gülleri sağdaki çöp kovasına bırakıp devam edersen iyi olur,hadi bakayım. Sonuçta iki kişi konuşurken üçüncüye ne yapmak düştüğünü bilirsiniz :)

Çaresizliğinden dolayı gitmeyi seçen Tarık'ı yüreğim burkularak izledim..Ama kolay değil tabi öyle artık gitmek falan. Koca yürekli polis abimiz olaya el attı ve Tarık'ın gitmesine engel oldu..Bahar Hoca'nın da Melis'in içindeki babasına olan sevgisini körüklemesi sonucu otoyolda ''group hug''a bağladılar şükürler olsun ki...

İşte bunlar sahada görmek istediğimiz hareketler...Bu haftaki bölümün de böylece sonuna geldik. Aşk,babalık,kardeşlik duygularını güçlü bir şekilde hissettiğimiz ama aynı zamanda varlığına inanamadığımız bir babayı izlediğimiz dolu dolu bir bölümdü...Haftaya görüşmek üzere,esen kalın..

Dipnot:YGS'ye giren herkese bol başarılar dilerim,umarım emeklerinizin karşılığını almışsınızdır. Ama unutmayın hiçbir şey sizden önemli değil...


11 Mart 2017 Cumartesi

Bodrum Masalı-26.bölüm

‘‘Aramak boşlukta seni, habersizce aramak; bulmayı ummaya korkmaya başlayıp aramaya devam etmek. Hayatın yükünü sırtlamaya alışmışken bulmak, sorgularda kalmak.’’
Gecikme için özürle açalım naçizane bölüm yorumumuzu sevgili okur. Elde olamayan bazı sebepler bekletse de yorumu, dilerim her olumsuzluğun içinde varolan olumluluk hali gibi demlemiştir hikayenin yeni bölümünü zihnimizde.
Bölüm başından sonuna geçen hafta seyirci için çözülmeye başlayan Aslı yumağının bir nevi kahramanlarımız açısından da yumak olmaktan çıkmasını kapsıyordu. Faryalı geçtiğimiz hafta büyük oranda emin olduğu Aslı’nın babası ben miyim sorusunu bu hafta yüzde yüz ispatlı kanıtlı cevapladı. Bizim için sürpriz yoktu evet ;ama bu kanıtlanma sürecinde Faryalı-Maya ilişkisinin ayrıntılarını öğrenirken Maya’nın karakterinin girizgahının da yapılışına şahit olduk. Maya’nın vericilikte ve aşktaki kararlılıkta Faryalı’dan pek de farkı olmadığını öğrenirken Aslı’nın Ateş sevdasındaki tekamül bilincinin ana baba ortak hücrelerden geçtiği de ortaya çıktı. Aslı’yla ilgili gerçeği öğrenen Faryalı, önce bu gerçeği sindirmeye çalıştı. En sevdiğim tarafı Faryalı’nın, netliği. Haberi aldığından beri ruh gibi sağa sola dolaşan, anlamak, emin olmak için çaba sarf eden Faryalı emin olur olmaz deniz fenerinin orada alıp soluğu yönünü tayin etmeye çalıştı. Deniz feneri ona önce Kelebek’le paylaşılmasını işaret etmiş olacak ki gündüz ışığının altında Kelebek’i aradı. Kelebek Faryalı için kardeş,arkadaş, sırdaş ve oğul. Kimse yokken olan, hayata bağlayan, elinden tutup çocuk haliyle ona kızını getiren Kelebek. Bu nedenle sırları ilk olarak bilmek onun hakkı. Burada bir es. Ben Kelebek’i çok seviyorum. Temelinde iyiliği bu kadar iyi yansıtan bir karakter olması ve hayatta çok da karşılığı kalmayan bir samimiyete sahip olması var sanıyorum. Yargılamayan, seven koşulsuz seven biri Hüsnü yani Kelebek. Bu sadece Su’ya, Faryalı’ya değil herkese karşı böyle. Aslı’yı severken de Ateş’i severken de hatta abisinin yanışına şahit ola ola geçen çocukluğuna inat Yıldız’ı severken de böyle. Esten devam; Kelebek öğrendiği sırla şoklandı. Sonra incelikli kalbiyle Aslı’yı anasız babasız bırakanlara, Aslı’nın yıllanmış acısının müsebbiplerine kızdı, söyledi. Öyle ya Aslı Kelebek’le büyüdü. Kim daha yakından bilir ki o acının Aslı’daki tahribatını Kelebek’ten başka. Sonra gece oldu. Fener aydınlattı yolunu bulma peşindeki gerçek korkusuzlar için denizi. Ta karşı kıyıdan bu kıyıya. Faryalı kalktı, yanında en güvendiği gitti kızına, ‘’sen benim kızımsın’’ demeye. Korkmadan, kaçmadan, daha ne olur demeden gitti kendi gerçeğinin parçası olan kızına, Aslı’sına.
Aslı... Bu bölüm sorularının cevaplarına yakın olduğunu hissederek eli kalbinde bekledi. Faryalı’yı bekledi. Sorunun cevabının o olduğunu bilmeden ;ama onda olduğunu umarak bekledi. Aslı beklerken elleri ondan önce sırra vakıf olan Ateş’e teslimdi. Ateş bu bölüm Aslı’yla uzak düştüklerinin farkında davrandı hep. Önce sevgilisine özleminden dem vurdu sonra onun endişelerini duyup dinledi. Hatta doğrudan olaya müdahil oldu. İlk olarak Aslı yanında Uzay’a gitti. Haftalardır Uzay’ın duygularına yönelik karmaşayı sağolsun benim umduğum ve beklediğim şekilde çözdü. Burada Ateş’in tavrı oldukça netti. Uzay’a ‘Seviyor musun sen bu kızı?’ derken Aslı’nın duygularına dair en ufak kuşkusunun olmamasının rahatlığı içindeydi. Aslı’yı soruya dahil etmedi, sahneye sokmadı. Uzay da Ateş’le aynı netlikte duygularının sevgi tanımını yaptı. Evet Uzay Aslı’yı seviyor ;ama aynı acıda buluşan iki çocuk ruhun kaynaşması gibi, arkadaş gibi. Burada  Uzay Aslı durumu netleşirken, Ateş’e dair kaygılarımızın muhattabı Lal konusu da netleşti sanki. Lal’in Bora’ya aşık olduğu gerçeği de yavaştan kendini ele verdi. Bora’da bu duygunun herhengi bir karşılığı var mıdır? Zamanla göreceğiz. Burada minik bir eleştiri naçizane, benim için hala Bora’nın Faryalı takıntısının altı boş geliyor. Yani bu kadar zeki bir adamın Evren tarafından manipüle edilebilir olması mantığıma yazık ki yatmıyor. Bir şeyler hala eksik. Bora hikayenin ortasına düştü ;ama argümanları hala bana zayıf geliyor. Altı dolmayanlarda bir başka başlık gibi. Yıldız’ın gidiş argümanı gibi, Faryalı’nın geçmiş hataları gibi soru işareti. Açık kapılar kapatılmadı mı hikayeler inandırıcılığından kaybediyor bence. Tabi katılmayan olabilir bu, dediğim gibi naçizane benim fikrim.
Su’da hafiften bir kıpırdanma mı seziyoruz? Yani sanki kan verme mevzusuyla başlayan sorunlara dahil olma hali yavaştan yavaştan artıyor gibi. Aaa bir başka boşluk. Bu kızın keman dersleri noldu? Yani Su hani mücadele edecekti bir taraftan konservatuvar için? Ateş,Aslı, Kelebek koca pizzacıyı yaptı sırf bu dersler için bir sonucu yok mu? Tabiki garsonluğunu yapsın ama yani... Çok sordum ben bu hafta kusura bakmayın. Dedim ya takılıyorum. Su kumaşı iyi bir kız. Mücadeleci bir tarafı var. Bu biraz daha karaktere yedirilse daha iyi olmaz mı? Aynı durum Yıldız için de geçerli. Şimdi durup düşünelim. Bizim için FarYıl Bodrum Masalı evreninin kök aşkı. Ayrılmasınlar, ayrı düşmesinler. Yıllarını  sevdaya harcamışlara selam veren bir çift olsunlar ama... Bir tarafa Yıldız’ı koydum. Anladığımız kadarıyla Maya’nın Faryalı aşkını sezen, bir şekilde olmayan ilişkiyi var sanıp aldatıldığı düşüncesiyle karnında bebeği Faryalı’yı bırakan Yıldız. Sonra hızla Evren’le evlenen, Faryalı’dan olan çocuğu aldıran, Evren’den iki çocuğu olan Yıldız. Kabul Yıldız aşıkmış aşık kalmış Faryalı’ya, Evren’i de sevmemiş hiç. Peki şimdiden sonra napacak? İşte Yıldız’da turnusol bu olacak benim için. Aşkı hakediyor mu buradan anlayacağız. Çünkü Maya geliyor. Maya... Başkasını seven adamı sevmekten vazgeçmeyen, Süha yaralanınca kendi torununu kabul etmeyecek kadar gaddar babaya direnen, Süha’ya ve Faryalı’ya bakan, sonunu bilerek belki Faryalı’ya kendini, ruhunu veren, Faryalı’nın baba olmaya dair umutları yok olmuşken Yıldız’ın elleriyle, onu baba yapan Maya. Çeken, çektiğini içine susan Maya. Muhtemelen de Faryalı gibi sevdasında başkasına yer açmayan Maya. Yıldız’ın işi zor ve çetrefilli. Evren kötüydü. Aldatandı. Faryalı onun karşısında parlamaktaydı. Peki böyle çizilmiş bir Maya ve ana özlemindeki Aslı ve çocuğunun acısından muhtemelen uyanacak olan anne Maya. Ortak bir çocukla birbirine bağlanan Maya ve Faryalı. Yıldız bir şey yapmalı, Yıldız bu kez kaçmamalı. Sevmekten vazgeçmeyen adama, vazgeçmeyecek adama sırtını dönmemeli. Hücre hücre birbirine karışmışken FarYıl, Su’dan Kelebek’e, Ateş’ten Aslı’ya akmışken aşk Su ve Ateş’i bile kaçmaktan, korkmaktan ötelere savurmuşken Yıldız savunmada durmalı. Faryalı’nın yanında durmalı.     
Son demde demeden önce, ben bu haftada Faryalı’nın Yana ve Süha ile konuştuktan sonra yaşadığı ruh halini yansıtan Timuçin Esen’e , o sahnedeki ayrıntılara, atlıkarıncaya bayıldım. Çekene, yazana, oynayana sağlık. Bir de Bodrum Masalı evrenindeki hümanizme ayrıca hayranım. Faryalı ve Kelebek’in annesinin Rum babasının Türk olması, Aslı’nın annesinin Rum babasının tam melez olmasına, Ateş’le Aslı’nın Su ve Kelebek’in bu melezlikten yansımasına, hepsinden öte hikayenin Ege Denizi kokmasına...
Son demde; söylemedim kimseye içime sustum. Sevmenin susmakla büyüdüğünü, kelimelerin sevmeyi anlatmadığını gördüm. Ben seni susarak bildim. Ama sen bana susma ki senin sevgini senden bileyim.
Emeklere saygıyla...
Not: Tarafsızlığımıza inanan, okuyan, seven Bodrum Masalı’na dair tüm fandomlara sevgiyle...

                                                                                        UmayMasal   

7 Mart 2017 Salı

DAMGA MI? O DAMGAYI KADIN VURUR HEM KALBE HEM ZİHNE !

Kadın sorunlarının tartışıldığı şu günlerde, edebiyatta, beyaz camda, sinemada kendi özgün çizgilerinde hayatta kalmaya çalışan, düzeni sorgulayan bunu yaparken aslında bu amaçta olmaktan çok kendi bireysel depresyonlarının içinde kurtuluş yolu arayan kadın karakterlerle bakalım istedik. Seçerken içlerinde başkadırıyı aradık. Kötü ya da iyi demekten ziyade içlerindekini sorgulamaya çalıştık. Elimizden geldiğince... 

Bihter (Ziyagil)


İlk olarak 1975 yılında tv ekranlarından hayatlarımıza sızdı Halit Ziya Uşaklıgil’in romanının aykırı ruhlu kadını. Müjde Ar’ın bedenlendirdiği 70’lerin Bihter’i romandaki kimliğinin dışına çıkmasa da romanın Madam Bovary gerçekliğini sonuna kadar sorgulayan , cesur söylemlerini içinde barındıran yapısından uzaklaşmamıştı. Bihter bir başkaldırıydı. Sonra 2008’de yeniden ortaya çıktı bu kendi yüzyılına tokat atıp geçen kadın. Aynı şiddette ama daha cesur. Soyadını yaratıcısından alan Bihter cesareti, aşka fütursuzluğu ve en önemlisi annesine başkaldırışındaki öfkesinin şiddetiyle daha vamp,daha günümüzden bir yapıya büründü. Kreşendo gibiydi Beren Saat’in Bihter’i. Damgalanmamak için kalbine sıkacağı kurşuna kadar adım adım yükselen. Bihter ister yazıldığı 1900’lerde ister ilk çekildiği yıllar olan 70’lerde ister 2000’lerde olsun yaşadığı aşkla, yaptığı evlilikle, annesine öfkesiyle, babasına duyduğu o saf kız çocuğu sevdasıyla edebiyatın ve tv tarihinin başkaldıran kadın karakterlerindendi. Seçtiği yollar sorgulansa da , ahlaka dair üzerinde hep o spotları taşıyacak olsa da Bihter’i felakete götürenin samimiyetle aşık olması olduğu gerçeği hafifletici sebep olacak belki. Bir primadonna idi. Hep de öyle kalacak.  
Fosforlu Cevriye

Suat Derviş’in kaleminden 1968 yılında roman olarak düştü hayatımıza Fosforlu Cevriye. Bileklerindeki kelepçe dövmesindendir geçmişle bağı. Kalbin temizliğine inanır Cevriye. Namusun kalpte ve ruhta olduğunu bilir. İstanbul’a aşıktır. Allah’a ve babasının anısına ayırdığı kalbi coşkuyla atar tüm kalleşliğine rağmen hayatın. Fosforlu Cevriye günahsız yere girdiği hapisten sürgüne gider. Oradan da kaçar İstanbul’a gelir. Gelir gelmesine de sonrası kaçıp kovalamacaya dönüşür. İşte bu kaç kovala arasında adını bile bilmediği bir adama aşık oluverir. Nezaketle ona sarılan, üstünü karşılıksızca örten ve hasta diye ona bakan bu adamda babasını görür Cevriye. Fosforlu Cevriye bir başkaldırıdır aslında. Sorgudur. Hayatın içinde kaybolmuş, kaybedilmiş insanlara yakından bakan onların ruhlarındaki kırılmışlığa odaklanan bir öyküdür. Cevriye önce hayatı için sonra aşkının hayatı için savaşır. Bu uğurda da ölür. Cevriye’yi her ne kadar Suat Derviş’in kaleminden uzağa düşse de hikayeleri sinemada iki güçlü kadın bedenlendirir. Neriman Köksal ve Türkan Şoray. Sahneye ise Gülriz Sururi için uyarlanır. Günümüzde Ayça Varlıer’in eşsiz yorumuyla tam da yazarının hayal evreninden süzüldüğü gibi anlatılan Fosforlu hala ve hala kadın olmanın dayanılmaz ağırlığını anlatmaya devam etmekte.

Fatmagül

Vedat Türkali’nin kahramanıdır Fatmagül. Ama biz onu roman kahramanı olmaktan daha çok beyaz perdeye yansıyan haliyle tanıdık ilk.  1986 yılında Süreyya Duru’nun kurduğu evrende Hülya Avşar olarak çıktı karşımıza. Tecavüze uğrayıp sonrasında tecavüzcülerinden biriyle evlendirilen kaderini kabullenmiş Fatmagül’dü. Kocası onca şeyin üzerine ona eziyet etmeyi sürdürürken sessiz kabullenişiyle kocasının kendisini sevmesini sağlıyordu. Film bittiğinde midenizde bir yumru öylece bakıyordunuz. Öyle bir gerçeklik vardı ki hikayede. Öyle bir acı. Sadece gerçeklik algısıyla sarsılıp duruyordunuz. Sonra aradan yıllar geçti. 2010 yılında yeniden bedenlendi Vedat Türkali’nin Fatmagül’ü. Kaş’ta değil Çeşme’deydi. Fatmagül’ü giyen bu kez Beren Saat’ti. Hikaye bildiğimiz gibi başladı. Hayat dolu Fatmagül tecavüze uğradı. Hayata kendisini kapattı. Kerim bu kez vicdani sorumlulukla yüklendi Fatmagül’ü. Ona eziyet etmek şöyle dursun Kerim’e eziyetti süreç. Beren Saat Fatmagül’deki kırılmaları önce içe dönme sonra dışa vurmayla ortaya koyarken filmdeki Fatmagül’ün aksine suça bedel istedi hikaye. Susmadı, konuştu. Kötülerin karikatürleştirilmediği hikayede hayattaki karşılıklar sorgulandı. Fatmagül evrildi, büyüdü. Hayata tutunmanın ve susmamanın karakteri oldu.


Yurdanur

2004 yılında Çağan Irmak evreninin en güzel yansımalarından biri olarak çıktı karşımıza Yurdanur. İlerlemiş yaşlardaki hali Selda Alkor iken gençliğini Özge Özberk’in bedenlendirmesiyle izledik. 1970’lerdeki öğrenci olaylarından kaynağını alan hikayede fon dönemin siyasi gerilimleri de olsa insanın insan olma gerçeğini merceğinde tutmayı düstur edinmeyi de bildi anlatı. Yurdanur ise bu merceğin hem geçmiş hem bugün sorgusunda sevgili ve anne olarak yaşadı. Yurdanur’un hikayesi sağ görüşlü babanın kızı olarak sol görüşlü bir gence aşık olunca başladı. İkilemler, çalkantılar, yaşadıkları köşk içindeki hayatlar içinde akan başka başka hayatlarla yoğurulurken Yurdanur sevgililikten eşliğe, anneliğe evrildi. Yurdanur kadındı. Çeken, direnen, hayattan hayat koparmaya çalışan. Zenginlikler içinde büyümüşken yine de sıkıntıdan gocunmayan. Güçlü kadındı. Aşkı da, hayata tutunuşu da güçlüydü. Yurdanur bir tavırdı. Dimdik durma tavrı.


Bahar
Sevmek delicesine korkuludur. Mayın tarlasına bile sokar adamı. Bahar, Asmalı Konak’ın temellerini sallaması için, Mahinur Ergun ve Meral Okay tarafından özenle yazılmış bir karakterdi. Feodaliteyi net bir şekilde sorgularken bunu kadınca bakışıyla yapan, direnen yenilen ama direnmeye devam eden yüzyıllık geleneklere sonuna kadar kafa tutan bir kadındı Bahar. Seymen’e aşkı gözünü kör etse bile konakta yaşananlara kör, sağır, dilsiz kalamayan Bahar’ın kabullenişlerindeki acı bile düzene kafa tutma eğilindeki ruhlara selam eder gibiydi. Geldiği hayatın en temel özgürlük duygusunu resimle dışa vuran Bahar’ın aşkında dahi kabullenmez ve başkaldırıcı hali aylarca ekrana kilitledi insanları. Daha sonra yakalandığı lenf kanseriyle başa çıkışı, direnişi de Bahar’ın karakter olarak ne kadar savaşçı olduğunun kanıtıydı adeta. Kızının adını Hayat koyan Bahar, hayata direnmeyi hep düstur edinenlerin hikayesiydi. 

Aliye

Çocuklarım olmadan asla... Bir kadın aldatıldığını öğrendiğinde ne yapar? Kalır savaşır, gider bırakır. Aliye üzerinde mavi elbisesi dayısının evine gitti. Haftalarca  aynı elbiseyle hayatına dair yeni kırılmaların ortasında kaldı. Umudu vardı. Çocuklarından ayrıldı. Onlara varmaya çalışırken aşkla yeniden karşılaştı. Yeteneklerini keşfetti. Onlara yaslandı. Yeteneği ona ekonomik özgürlüğünü verdi. Çocuklarına kavuştu. Çocukları için aşktan vazgeçti. Sonunda Arda ve Ayşe’siyle yoluna devam etti. Aliye bir kadın hikayesiydi. Toplumsal değerleri sorgulayan, kadın olmanın yükünü, öğrenilmiş çaresizliklere cevap bulmaya çalışan, yeteneklere ve ekonomik özgürlüğe vurgu yapan bir hikaye. Aliye umut etmenin hep karşılığını bulacağının hikayesiydi. Aliye ise çocukları için aşkı, öfkeleri, kırgınlıları geride bırakabilen bir anneydi.  
Cemile

Öyle bir geçer zaman ki, hayatımızın ortasına küçük Osman’ın masa altındaki o içli ağlamalarıyla girdiğinde biz Cemile’nin ailenin annesi olma serüveninde bu kadar dönüşüm geçireceğini bilmiyorduk. Ali Kaptan tarafından aldatılmanın yarattığı travmalara travma ekleye ekleye değişen Cemile Ayça Birgöl’ün eşsiz yorumuyla öyle güçlü bir kadın figür haline geldi ki, sadece direnmek ya da aileyi birarada tutmak değil insanın hayatın zorluğunda kendine alan açmasının ne kadar mühim olduğunun da altını kalın kalın çizdi. Çocuklarını koruma kollama onlara kol kanat germenin dışında iş kadını olan hayatta yeni şanslara fırsat vermenin değerine vurgu yapan Cemile , Öyle Bir Geçer Zaman ki dünyasının bana göre en taktire şayan karakteriydi.
Ayşegül

Aşk bir delilik hali mi albayım? Hadi delirelim. 2015’te hayatımıza giren ve bir kült olan Poyraz Karayel’in efsanevi kadını Ayşegül. Mafyöz babasından kaçarken tanıştığı Poyraz’a aşık oluşuyla karmaşık olan dünyası kördüğüme dönen, ölümlerle sınanan, ölümle aşkının kucağında buluşan kadın Ayşegül. Susan, gülmeyen kadının sanal evrende en çok bağıranı, en çok güleni, en çok ağlayıp en çok delireni Ayşegül. Henüz ayrılmışken bu eşsiz kadın karakterden Ayşegül’ü Ayşegül yapanın aşk dışında hiçbir şeye teslim olmayan hali olduğunu, en umutsuz anlarda bile tutunma becerisiyle direnenlereden olduğunu ve etrafındaki herkesi dönüştürebilme becerisiyle, sevme becerisiyle kadının dönüştürme kuvvetine bir güzelleme olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Ethem Özışık evreninin en güzel  yansımalarındandı Ayşegül. Poyraz’ın kalbi ve zihniyle beraber hepimizde asılı kaldı.

Hürrem

Tarihçilerin çoğunlukla Roxalana andıkları Hürrem. Tarihi tarafına nacizane çok da girmek istemediğim ,çünkü uzmanı değilim, ancak divan şiirinin en popüler olduğu ve altın çağını yaşadığı Kanuni devrinde, bizzat Kanuni’nin tarafı olduğu aşkın idealize,erdemli yaşanışının muhattabı Hürrem. 2011 yılında Muhteşem Yüzyıl ile evlerimize konuk olan on altıncı yüzyılın Meryem Uzerli’de bedenlenen kahramanının sanıyorum en özgün ve güçlü tarafı bir cihan imparatorunun kalbini fethetmesiydi. Hayatları değiştirebilen bir adamın hayatını değiştirmeyi başarmasıydı bu güçlü kadının etki alanını genişleten. Peki bu başarıda en etkili şey neydi? Zeka ve gücünün farkında olmak. Olmaz denileni olduran, padişahlar eşlerine nikah kıymazken Kanuni’nin kendisini nikahlı eş olarak almasını sağlayan Hürrem sanıyorum direnmenin ve olayları iyi okumanın sembollerinden biri olarak kalacaktır. 



Yeşim

Kötü olmak ister mi insan? Seçer mi kötülüğü? Babası tarafından istenmediğini bilmek mi, annesi tarafından sevilmediğini hissetmek mi? Yeşim’in derdi biri miydi hepsi mi?  Delirmeye yüz tutması ruhunun sakat aşkından mı geçmişinden miydi? Ablasının aşık olduğu adama takıntılı aşkında ablasının sevilen ve istenen oluşuna duyduğu öfke mi vardı? Hayatta iyi olmayı seçmemesinde ve deliliğe vardırdığı sevgisinde hangi ruh kırılmışlığının ya da kaybolmuşluğunun etkisi vardı? Soruların ve sorunların kadınıydı Yeşim. Bir kötünün hikayeyi sürükleyebilmesinin gücüydü. Bir kadının hikayeyi savurmasının gücü. Çınar’ın kifayetsizliğine inat tutkusunu deliliğe evirmesinin gücü.

Esra

Erkeğe dair hayatların ortasında o erkeksi raconlara inat bir kadındı Esra. Behzad Ç. evreninin kendine aşkla yol açan cesur güçlü kadın kimliğiydi. Behzad’a beraber mutsuz oluruz o zaman diyebilecek kadar aşık bir mağrurdu. Kendi karanlığında kayıp Behzad’a ışık olabilecek kadar aydınlık, onun karanlığından korkmayacak kadar karanlık. Erkeğin kendine has saydığı dünyanın içinde topuklu ayakkabılarıyla var olan mert bir kadındı Esra. Savcı Esra. Ölümü hazin, iç acıtıcıydı. Sevdik Esra’yı. Erkekleşmediği, kadın gibi kafa tutabildiği için sevdik. 

Elif

İzin peşindeyken aşkı bulan Ömer’in Elif’i. Sevdasında alçak gönüllü acısında mağrur Elif. Adı gibi dik. Bedenlendiren Tuba Büyüküstün gibi güzel, bakışları orman Elif. Bana göre Elif hayata, olanı olduğu gibi kabule yanaşmayan tutkusuyla, erdemi, modern kimliğiyle özel kadınlardandı. İz bıraktı izin peşine düşerek yola çıkan evreninden çıkıp. Aşkıyla harmanlandı ama asla kimliğini kaybetmedi. Sanatsaldı, bakışıyla ve duruşuyla. Zekiydi. Kandırılmaya yatkın olmayan tavrıyla. Tutkuluydu. İstediğini almakta gösterdiği sabırla. Farkındaydı. Asla kendinden ve hayatından kaçmayan bakış açısıyla. Neticede Ömer’in Elif’iydi ama Ömer’de Elif’indi.

Son demde;
Ve kadınlar,bizim kadınlarımız; korkunç ve mübarek elleri, ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız,yarimiz...
Usta boşa dememiş, kadın olmadı mı ne hayat sürer ne varlık. Kadınsız sanal evrenlerin de gerçeği gibi yaşaması imkansız. Biz iz bırakanlardan bir derleme yaptık. Bu kadar mı? Elbette değil. Sadece bir bakış atmak istedik. 8 Mart’ın bir emek günü olduğunu bilerek tüm emekçi kadınlara selam ediyoruz. Hoşlukla okumanızı diliyoruz.

Umay Masal

6 Mart 2017 Pazartesi

Cesur ve Güzel -16.Bölüm

‘Elim gerçeklerle dolu olsaydı, onu açmadan önce çok düşünürdüm.’ Bovier de Fontenelle 
Gerçekler hakkında yazılmış çok doğru bir söz değil mi? Sanıyorum ki bu konuda çoğumuz hemfikirizdir. Çünkü gerçeğe dair ne varsa, hep peşinden koşarız; hep onu bulmak, anlamak isteriz sonunu düşünmeden. Evet, belki bize iyi şeyler getirebilir ama şu var ki bizden, sahip olduğumuz iyi şeyleri de beraberinde götürebilir. Ama göze alınmışsa, yola çıkılmışsa bir kere, ondan vazgeçiş hiç kolay değil hatta imkansızdır. Cesur da bunu yaşadı işte bu bölüm. Peşinden koştu gerçeğin, babasının geçeğinin. O da acı bir cevapla karşılık verdi ona. Tam da Sühan’ın yanındayken gelen mesajla silahla öldürüldüğünü öğrendi ve bütün önlemlere karşın dalga geçer gibi Tahsin’in karşısına dikildi. Kıvanç Tatlıtuğ o kadar güzel oynamış ya da yaşamış ki  sahneyi; ‘Bana babamı nasıl öldürdün, anlat bakayım.’ diye soruyor biraz soğuk, biraz donuk ama çokça psikopatça… Gerçekten de bu rollerin adamı ki bambaşka bir şekilde oynuyor, bambaşka bir şeye bürünüyor resmen. Sühan ise aynı bildiğimiz gibi bu karşı karşıya gelmede… Hala ne tarafta olduğunu tam anlamıyla anlayamıyoruz. Sürekli Cesur’a laf sokma derdinde… Adam, babasının öldürüldüğünden emin olmuş , dolayısıyla öfkelenmiş ve hesap sormaya gitmiş herkesin aynı ölçüde tepki göstereceği gibi.  Hala Cesur’dan kendisinin yaptığı ya da yapmaya çalıştığı gibi olayları tarafsız bir şekilde  ele almasını nasıl isteyebiliyor çözemiyorum. Zaten her şeye taraf olarak başlamış olan bir kişiden duygularını yok sayıp düşünmesini, davranmasını beklemek… İşte bu biraz haksızca bana göre… Neyse diyerek Cahide’nin mucizevi hamilelik olayına değinelim biraz da…  
Çekirge bu sefer bir sıçradı pir sıçradı, tam on ikiden vurdu resmen. Tam gerçekleri açıklayacağı sırada odayı kaplayan kalp atışı sesleri Cahide’nin kurtarıcısı oldu. Dizi tarihinde yalandan gerçeğe geçişte Cahide kadar şanslı bir kişi daha yoktur sanırım. Şimdi bir de kendi bebeğini eline alacak ya Hülya’nın bir önemi kalmadı tabii. Ona karşı soğuk ve mesafeli davranıyor. Ama Hülya da az çakal değil ve bunun farkında. Her olaydan bir şekilde sıyrılmayı başaran Cahide çok çok zor ama, bakalım Hülya ile yaptığı planların üstünü örtebilecek mi? Eğer bunu da başarırsa ‘Kurnazlık nasıl yapılır, planlar doğru biçimde nasıl işler?’ konulu ders verme mertebesine de erişmiş olur.  
Sühan ve Cesur… Bütün karanlıklar içinde insanın içini aydınlatarak parıldıyorlar. İkisi de, Tuba ile Kıvanç, öyle doğal ki sanki karşımda gerçek bir çift  varmış hissine kapılıyorum onları izlerken. Konuşmaları; biribirlerine olan davranışları, tepkileri yazılmış bir senaryodan değil de içlerinden gelmişçesine, yaşayarak önümüze seriyorlar gibi. Hatta artı olarak gibisi bile fazla olabilir burada. Bilemiyorum belki bu görsel anlamda da birbirlerine çok uygun olduklarından da kaynaklanabilir ama bir çoğumuzun görüşünün bu yönde olduğunu sezinleyebiliyorum. Bölümde ise birbirlerine özlem içindeler, bunun da farkındalar ama yaşanılanlar onları istemsiz bir şekilde uzaklaştırıyor ne yazık ki. Bunu bir günlüğüne de olsa aşmak için bütün kargaşanın dışında kalarak kendilerine bir gün ayırma şansı yakalıyorlar. Sonunun kötü şeyleri beraberinde getireceğini, uzun süre birbirlerine hasret kalacaklarını bilsek de, biz de kapılıyoruz onlara, o anlara. Tahsin Korludağ faktörü olmasa gerçekten mükemmel bir çift olacaklar aslında, her anlamda da işte. Bir ‘Maalesef hayat!’ cümlesi bırakıyorum buraya. Bunları düşününce de önlerine çıkacak her zorlukta Sühan’ın Cesur’a dediği  ‘O zaman bunları aklından çıkarma.’  lafını üstüne basa basa, hiç unutturmayacak biçimde iade ediyorum ben de, her ikisine de. 
Gelelim biraz da Yiğit Özşener yani nam-ı diğer Rıza’ya… Ezel’de gösterdiği müthiş perfomanstan sonra özlem içinde olduğumuz oyuncunun diziye katılacağını duyunca izleyciler olarak hepimiz çok sevindik. Hikeyemizin kilit ismi olacağını, Cesur’a yardım ederek Tahsin’in sonunu getireceğini umduk güzel güzel hayaller içinde. Tabii ki bu da hiç şaşırtmayacak şekilde kursağımızda kaldı yine. Rıza şimdiye kadar şahit olduğumuz en hain planın yaratıcısı olarak karşımıza çıktı. Cesur’u Tahsin’e karşı iyice bilemek adına Fügen Anne’yi resmen bir kalemde harcadı ki savaşta her şey mübah değildir; ben buna inananır, bunu söylerim her zaman. Oyunu kurallarına göre oynamak gerekir, hadi onu geçtik diyelim aynı şiddetle karşılık verene böyle acımasızca planlar uygulanır. Masum insanlara bu şekilde yazılan sonlar… İnsanın canını hep daha cok acıtır. Yine bir neyse diyerek cevam edersek Fügen Anne’nin ölümünün bu sefer gerçekten de suçsuz olan Tahsin’in üzerine kalması birçok şeyi değiştireceği kesindir.  Cesur ile Sühan’ın zaten gereğinden fazla çalkantılı biçimde devam eden ilişkileri iyice çıkmaza girecek gibi gözükmekte önümüzdeki bölümlerde. Gerçi olayın  içyüzü mutlaka ortaya çıkacaktır ama bu anlaşılana kadar olan süreç kahramanlarımızı çokça üzmeye yeteceği de aşikardır.   
 Son olarak diyebiliriz ki yani bölüm özellikle Cesur’un annesi ile olan son sahnesi nezdinde hepimizin canını bir hayli yakacağa benziyor. Normal ölüm bile bizlerde onarılmayacak yaralar bırakırken bir annenin oğlunun gözünün önünde o şekilde can vermesi… Hiçbir kelimede karşılık bulamayacak acıda bana göre… Şunu da altını çizerek belirtmek istiyorum Kıvanç Tatlıtuğ’un bu tür sahnelerine daha önce de şahit olmuştuk ki fragmandan da izlediğimize göre işini son derece mükemmel, bizi ise yine mahvedecek biçimde yapmış belli ki. Yalan yok ne kadar acı verici de olsa herkesler gibi ben de o sahneyi dört gözle beklemekteyim. Şimdi böyle diyorum ama izledikten sonra bakalım nerden nereye doğru savrulacağız kim bilir. Ve herkese şimdiden iyi seyirler…  

Müge


Poyraz Karayel Final

Ağlamak
Bazı acılarda yetmez
Bazı ölümlere

Özdemir Asaf


Sevgili deli kardeşlerim!

Hayat uzun bir yol, bizler ise yolcu… Yollar hiçbir zaman dümdüz olmaz, engebeler, yokuşlar, dik bayırlar, keskin virajlar olur… Bazen çamura saplanırsın ve o saplandığın yerden kurtulmaya, yoluna devam etmeye çalışırsın. Bir insan hiç mi o saplanan çamurdan kurtulamaz be kardeşlerim! Kurtulamadım. Kötülerle kötü olmamak için çabalarken daha çok battım o çukura. Derin bir soluk almak isteyip kafamı gökyüzüne çevirdiğimde yıldızlar göz kırptı, sevdiğim kadın hiç bırakmadı ellerimiZaten o bırakmadığı için ben güçlüydüm, o beni bıraksa ohoo ben çoktan delirmiştim. Bakmayın o zamanlar da çok aklı başında değildim ama Ondan güç alıp en azından akıllı gibi davranabiliyordum.

Tam her şey yoluna girdi artık sonsuz huzura kavuştun Poyraz derken uçsuz bucaksız çöle düştüm, Mecnun oldum.

Ben güzel günlerin başlangıcı deyip sevdiğimle uzun bir seyahate çıkarken yolu daha yarılamadan yapayalnız kaldım. Kalabalıklar arasında var ama yok oldum. O an keşke zaman dursa dedim, O öylece kollarımda acı çekerken kollarımda hep böyle kalsa, yaşasa beni bırakmasa, biz böylece kalsak dedim. Sanki daha beş dakika önce sarmaş dolaş birbirimize karışarak şarkı söylememiş gibi şimdi benden uzaklara gidiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Yüreğimden taşan acı dışarı çığlık olup taşarken ne aldığım nefes yetti ne de haykırışlarım onu geri getirdi. Benden ben istemesem de kopup gitti.

Ben ne suç işledim ki dünyanın bütün acılarını benim üzerime yıktılar albayım? 

Poyraz ve Ayşegül için gönül isterdi ki mutlu son olsun… Lakin Ethem Bey mutlu sonlara inanmayan, realist kişiliğini gösterdi ve gerçekler acıdır dedi bize. İçten içe beklediğim bir sondu, Poyraz dışında biri ölecek diye düşünüyordum ki Poyraz’ı Mecnun edecek kişi olan Ayşegül öldü. 

Ayşegül’ün ölümüne dayanamayan bir Poyraz olmadı tabii ki… Bahri Umman ikinci kez evlat acısını yaşarken torunu Hasan Yağmur ile oynarken yorgun kalbi daha fazla dayanamadı ve öldü.

Songül ve Sadrettin ise sonunda yeniden birbirlerini buldular. Ne diyordu Emrah Serbes; “Arada birbirimizi kaybettiğimiz iyi oldu. Bir şeyin kıymetini bilmenin en klasik yolu onu kaybetmektir.” Songül ve Sadrettin’de önce birbirlerini kaybettiler sonrasında buldular. Hem de bu sefer bir daha birbirlerini bırakmamak üzere. 

Eda, Poyraz’ın küçük(!) bir yardımıyla kariyerinde zirveye doğru yol alırken sonunda kızına kavuşmayı da başarabiliyor.

Ümran, Taşkafa, İsa ve Albayım mutlulardı ama herkes gibi buruklardı. 

Zülfikar ve Meltem ise sonunda kavuşmuş iki çiçek bir tanede böcekleri olmuştu. Ayşegül, Sefer ve Sema onlarda yaşayacaklardı artık. 

Gönül isterdi ki Ayşegül ve Poyraz için de böyle olsun. Evlensinler, Sinan’ın kardeşleri olsun, yine sabah kahvaltısı klasiği menemen partisi olsun. Ayşegül’ün yemek yapıp yapamadığı tartışılsın, mesela Poyraz’ın Ayşegül’e benzeyen bir kızı olsun ve bir babanın nasıl kızının ilk aşkı olduğunu göstersin. Kuru – pilav – cacık üçlüsüne yeni üyeler katılsın, gerçekten mutlu olsunlar. Mutlulukları hep kötü ve kötülüklerin gölgesinde kalmasın… Fakat bu defa sonutamamen zifiri karanlık oldu. Nevra öyle bir intikam hırsıyla bilenmişti ki nefreti kendi oğlunun ölümüne neden oldu. Fakat onun kör olmuş gözleri bunu göremediği için oğlunun ölümünden Ayşegül’ü sorumlu tuttu. İlk seferde başaramadı belki, sonunda bu sefer kurtulduk dedik ama öyle olmadı hiç umulmadık bir zamanda mutluluktan ayakları yerden kesilmişken Nevra’nın soğuk nefesini ensesinde hissettiAyşegül. Kaybedecek bir şeyi kalmayan, sadece intikam isteyen Nevra hiç düşünmeden sapladı çakıyı Ayşegül’ün sırtına… 

Son defa sevdiği adamı görebilmek, ona sarılabilmek, kokusunu son kez ciğerlerine doldurabilmek, sesini son defa duyabilmek için ona doğru yürüdü. Daha fazla dayanamadı yığıldı yere, Poyraz ilk an anlamadı, neler oluyor diye düşündü ve ona doğru koştu. Sonra ne kadar istemese, kabullenemese de Ayşegül’ün gittiğini fark etti. Ne zamanı geri sarabildi ne de durdurabildi. Ne Ayşegül geri geldi, ne de O bir daha iyi olabildi. 

Sinan ise hem annesi gibi sevdiği Ayşegül ablasını, en yakın arkadaşını hem de babasını kaybetmişti. Küçük kalbinde derin bir yarası vardı artık. 

Velhasılıkelam başladığımız yerde bittik albayım. 

Tarih sadece mutsuzları yazar ve sen de hiç unutulmayacaksın #PoyrazKarayel 

Elveda Poyraz’ım.

Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Frezya